31 Aralık, 2024
24 Aralık, 2024
HER SENE MUTLAKA
HER SENE MUTLAKA
Ben bunu hep yaparım…
Yılda bir kere mutlaka alırım; hani “alışmış kudurmuştan beter olur” misali, mutlaka her sene alırım!
İnanın dostlar, şartlar ne
olursa olsun asla vazgeçmem hatta denilebilir ki benim hayatımın anlamı gibi
bir şey oldu bu. “İki elim kanda olsa” derler ya, onun gibi bir şey, hiç sekmez…
Hava şartları ne olursa olsun, ekonomik, siyasi vs. hiçbir şey beni bundan
alıkoyamaz, mutlaka her yıl…
Yağmur çok yağmış,
kuraklık olmuş, kar yağmış… hiç sorun olmaz, hiç aksatmam; bunca yıl hiç
sekmedi, mutlaka alırım. Kendimi bildim bileli, bende alışkanlık mı diyeyim
yoksa müptelası mı oldum… Her ne olduysa oldum ama her yıl mutlaka alırım,
vallahi de alırım, billahi de… Beni uzaktan da olsa tanıyan hatta hiç tanımayan
bile bilir bunu… Yılda bir kez alırım!
Orta Doğu’da savaş olsun
olmasın, dünya yansa, ay tutulsa yine de vazgeçmem… nasıl bir şeyse bu; tutku
desem değil, sevda desem hiç değil, yaşam gibi bir şey oldu benim için… İster
kızın ister hoşgörün, ben bunu yılda bir kere alırım…
Bu da benim zaafım,
yumuşak karnım, görmezden gelin ya da görün ne yapayım, istesem de istemesem de
bile diyemem; isteyerek, güle oynaya, severek, mutlulukla alırım. Korkunç bir
haz alırım. Aldığımdan ölmem ama bir gün alamazsam eminim mutlaka ölürüm, işte
asıl siz o zaman korkun…
Yaşadığımın ispatıdır, bir
yerlere çentik attığımın resmi vesikası gibidir… bunca yılın hatırı var;
almışım alacağım kadar bu yıl da almayayım demem, yine alırım…
Kaç yıldır aldığımı
unuttum, o kadar çok oldu ki artık saymaya üşeniyorum, milattan önce miydi ne,
başlayalı?
Ben her yıl 24 Aralık'ta… mutlaka bir
yaş alırım, her ne kadar bu yaş işleri yaş olsa da…
Her sene mutlaka…
TAHİR SAKMAN
21 Aralık, 2024
KİM YIKARSA YIKASIN
KİM YIKARSA YIKASIN
Bir süredir ilan
panolarında görüyoruz: Ölünce beni kim yıkayacak?
Ya hu öldünüz de iş
yıkamaya mı kaldı? Her nasılsa bir şekilde bir yıkayan bulunur… Asıl işiniz;
insanı hayattayken insanca yaşatmak olmalı… Öldükten sonra beni kim yıkayacak,
pöh…
“Ben varsam ölüm yoktur,
ben yoksam ölüm de yoktur” diyor Epikuros Usta…
Haydi büyükleri anladık da
gençleri, küçükleri korkutmanın, onların psikolojisini bozmanın ne âlemi var
ki? Neye hizmet ediyorsunuz?
Bu dünya boş, bu dünya
yalan… tüm hesaplarımızı öte taraf üzerine yapmaya kalkarsak; ortada ne
bilimsel düşünce kalır ne çalışmak… İnsanın tüm geleceğini “ölünce beni kim
yıkayacak” üzerine kurarsanız köle olmaya baştan mahkûmsunuz demektir.
Bu yüzden değil midir,
mini mini bir devletin, kocaman kocaman anlı şanlı petrollü devletlere kafa
tutması?
İnsanı nasıl yaşatırız,
nasıl refah seviyesini yükseltiriz, adil paylaşımı nasıl gerçekleştirebiliriz
bunu düşünmeliyiz. Çöplükten ekmek toplayan insanı belki de susturmanın bir
yoludur; ölünce beni kim yıkayacak!
Yaşarken, bu adam ne yiyip
içiyor diye düşünmediğiniz insanın, ölünce kimin yıkayacağını düşünmek!
Dünyası mamur olmayan bir
insanın ahireti nasıl mamur olur ki? Şu kısa hayatında bile gün yüzü görmemiş
bir insanın, sonsuz ebedi âlemdeki halini düşünemiyorum…
Boş verin bunları; ölünce
sizi birileri yıkar ortada kalmazsınız, siz asıl yaşamaya ve yaşatmaya bakın…
TAHİR SAKMAN
20 Aralık, 2024
KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
Mevlâna anma törenleri
nedeniyle geçtiğimiz hafta şehrimiz eskisi kadar olmasa da yerli ve yabancı
turistlerin akınına uğradı.
Farklı coğrafyalardan ve
özellikle İran’dan gelen Mevlâna âşıkları, rengârenk giysileri ve davranışlarıyla
aslında bize hiç de yabancı olmayan ama nedense sürekli eleştirdiğimiz
davranışlarıyla renk kattılar.
Mistik dünyalarını şehrimizin
sokaklarında sergileyen bu insanlara olan yaklaşımımız çoğu kez eleştirel oldu.
Oysa Hz. Pir’in yaşadığı dönemde Anadolu’daki dervişlere bakarsak çok da farklı
olmadıklarını hatta Hz. Pir’in cezbeye geldiği anda zamana ve mekâna aldırmaksızın
sema yaptığını anlatır Mevlevî kaynakları…
Durum böyleyken bu
insanların davranışlarını hafife almayı doğru bulmuyorum.
Mistik düşüncelere kendini
adayan bu insanların, Hz. Pir’in asırlar öncesinden çağrısına yanıt olarak şehrimize
gelmelerinden daha onur verici ne olabilir ki?
Uzun yıllarını mistik bir
dünyanın içinde geçirmiş biri olarak gerek Uzak Doğu ve gerekse İslam
tarikatlarının / yollarının aslında özünde çok da farklı olmadığını rahatlıkla
söyleyebilirim. Tasavvuf insanın özüne hitap eder ve eşyanın hakikatine,
varlığın birliğine ulaştırmaktır amacı. Amaç da değildir aslında; çünkü, amaç
da insanı yoldan alıkoyar…
Amerikalı, Reiju Masterim Don Becket ile birlikte... |
Soldan sağa; Reiju Master Don Becket, Mevlevî Dedesi Nadir Karnıbüyük, Tahir Sakman, Mevlevî Şeyhi Amerikalı Kabir Helminski ve muhterem eşi... |
12 Aralık, 2024
DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)
DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)
/ne zaman unutsam adını
ölüm gelir vurur tokadını/
demişim Seyit abiyi sonsuza uğurlarken…
Sonra eklemişim:
/bir dost gider dünya gider
dünya ne ki konya gider/
Bir şehri koşulsuz sevmenin… aslında koşulsuz sevilen ne bir şehirdir ne bir mekân; o ulaşılamayan esrik bir sevgili gibi hasretiyle yanmanın marifetinde dökülen gözyaşıdır…
O hayalden öteye düşen bir sevgilidir; gözleri Samanyolu’dur, elleri ay ışığı…
Kimsecikler göremedi aslında; o, içinde yanan bir ütopyanın gönüllü kurbanı oldu…
Aranılan hangi Konya’ydı dersiniz?
Moğol vurgunu yemiş bir şehirden arta kalanlar… Sanat, edebiyat, kültür, folklor; illaki folklor, halkın… Konyalının bağrına ateş döken kelimelerden oluşan türküler…
"Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler"
Kimdi bu emmiler, kimdi bu uzun entarili salma yenliler?
Tıpkı türküdeki gibi bir ütopyaydı bizim sevdamız; tıpkı Seyit abinin sevdası gibi baştan sona hayale dönen, gerçeğin hayale döndüğü, hayalin gerçeği yendiği bir ütopya bu…
Bu Konya hangi Konya?
Ne sizin gerçeğiniz ne bizim düşlerimiz… hepsi bir yalanın peşinde koşan vahşi taylar gibi… ne gözleriniz görebildi ne biz anlatabildik; bu Konya, Selçuklu’nun, Türkmenlerin yasıyla büyüyen, gecelerini oturakların çırıl çırıl türkülerinde harman edip savurmasıyla teselli aradığı şehir…
O şehir… “O şehir” demiştim naçizane:
/o şehir ki konya’dır
umutlarımın kurdudur
yurtsuzluğumun yurdudur/
Dokunmasınlar istedik sadece… düşlerimize, ütopyalarımıza dokunmasınlar istemiştik…
Selçuklu kültürünü aradık… Gevale Kal’ası düşerken… düşen Türkmen başlarıydı hey Konyalı! Yasını bile tutamadığımız… Oğuzlardı, bildiniz mi?
Boynumuzda Fatih’in fermanı…
Sonrası bir suskunluktu… yüzyıllar sustu sonra bin yıllara mı geldi sıra?
"Kaleden kaleye urgan gererler
Atları çayırda yayan gezerler"
Yayan yapıldak yollara düştük… adım adım, santim santim aradığımız Selçuklu asırlarından bir esintiydi…
Oysa biz çoktan gömülmüştük:
/kartal kanatlarımı
gömsem de sokaklarına
yine de sana yenilmemişimdir/
Yenilmedik Seyit abi… Yenilsek de yenilmedik; sen, sırlı dağların efsunuyla büyüttüğün çiçeklerin kokularını bir tütsü gibi kokladıkça ve sundukça hayata hep yeniden… bize eskimek yakışmaz Seyit abi!
Türkmen emmilerin avazesi dolduruyor kulaklarımı ve ben sensiz, Gevale’de düşen Oğuz başlarının yasını tutarken, Miryokefalon’da sevinç yumağına dönüyor; içim cihana sığmıyor lakin Konya’ya sığıyor, çok garip:
/bir dost gider dünya gider
dünya ne ki konya gider/
Dünyadan geçmişiz belki ama Konya’dan asla, asla Seyit abi asla, o emmilerin atları çayırlarda… Orta Asya steplerinden kopup gelen rüzgârlar bir gün yine esecek!
/dünya ne ki konya gider/
Sen gidersin Seyit abi, Konya gider…
TAHİR SAKMAN
06 Aralık, 2024
BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ
BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ
Yeri geldi kavga ettik;
kavga ettiğimizin aslında kendimiz olduğunu bilmeden…
İçimizde kopan fırtınaları
şehre bağladık ve şehir insanının gittikçe kozmopolit bir hale gelen
yaşantısına bakıp… oysa şehrin ne günahı var ki?
Günahkâr olan, şehre
yüklediğimiz anlamlardı; günahlarımızın cürmümüzü bile aşmasına bakmadan!
En güzel kavgamızı yine bu
şehre verdik; yaşam adına, özlemlerimiz adına ve geçmişin değil aslında dünden
bakıp geleceğin kavgasını verdik… En güzel şiirlerimizi bu şehrin
hayallerimizdeki karşılığına söyledik; belki bir gün anlık bile olsa sevmekten
vazgeçme düşüncesine kapılma korkusuyla…
Selçuklu’nun kadim
zamanlarına adadık umutlarımızı… Moğol yangınları şehre yas düşürürken Sultan
Alâaddin’in imdadını duyduk Kösedağ’dan… Sultanül Ulema şehrin ufuklarında
belirdiğinde, Hz. Mollayı Rum’un nefesini tuttuk; avuçlarımızda ateş tutar
gibi…
Yüreklerimiz ne zaman
yangın ertesine dönse; taşına, toprağına sinen isimsiz dervişlerin sema sema
tapşırmalarına susadık; kalbimiz, şehrin kalbine gömülürken…
Konya’nın antik
çağlarından kopup gelen ikonaların izini sürerken bir baktık ki medusa her
yerimizi istila… Bir Konyalı ah ederse, çavgın sazlar dile gelmez mi?
Şu Konya’dır asıl benim
vatanım
Gel Konyalı iki kadeh
atalım
Şehrin ruhu, ruhumuza yön
verirken… bir ütopya da olsa Selçukyalı olmanın gururu:
Emmiler emmiler Türkmen
emmiler
Uzun entarili salma
yenliler
Başka yerde yaşamak değil
bu; Konya’nın özüne, sözüne, sazına dökülüp gelen bir aşkın tezahürü… Ne o
bizsiz ne biz onsuz… Bizsiz belki olur ama… şehri kim yazar, kim söyler
destanını… Mahbub Efendi:
Ser encamı dillim eylesem
tahrir
Nüsha-i kübraya derkenar
olmaz
Ahvalimi bir bir eylesem takrir
Yazan katiplerde iktidar
olmaz
Sonrası laf-ü güzaftır…
Kavgamız ne kadar yamansa o kadar sevmişizdir biz bu şehri… bilek güreşi tutar
gibi yürek güreşi tutmuşuz asırlar öncesinden:
Kara biber aş olmaz
Bundan ince kaş olmaz
Bundan ince kaş olsa
Konyalılar baş olmaz
Biz “baş” olmadık…
bastığınız toprağın zerresinde gizlenmekti muradımız:
Peşkir aldım direkten
Bir ah çektim yürekten
Ben bu dertten iy’olmam
Hekim gelse Frenk’ten
Bu sevdayı yüreğinde
taşıyan bilir; tozlu sokaklarını arşınlarken, kaldırımların jilet yüzünde yatan
bilir; ayazını ömrüne katan bilir… Ah, Şem’i Baba ah:
Bülbülden bir nida…
güllerimizi solduramayacaklar; bu şehrin sevdası bir kuru lafa sığmaz, sizin
aklınız da almaz… Nasıl ki Şems’i, Mevlâna’yı almadığı gibi…
Ama… “yüreğiniz almaz”
demedim… henüz!
TAHİR SAKMAN
05 Aralık, 2024
BİZİM KONYA VEYAHUT GEÇMİŞE SAYGI
BİZİM KONYA VEYAHUT
GEÇMİŞE SAYGI
Modern hayat beraberinde
birçok sorunu da getiriyor özellikle şehirleşmenin yoğun olduğu illerde…
Trafik kargaşası, hayat
pahalılığı, ulaşım vs. … Bunların hepsini yaşayarak zaten görüyoruz. Sorunun çözümü
aslında çok da zor değil; özellikle ulaşımda ama bunun planlamasını önceden
yapıp tedbir alırsanız ve kaynaklarınızı doğru kullanırsanız…
Geçmişe dayalı bir yaşam
kurmak isteseniz de zaten mümkün değil ama geçmişi size hatırlatacak tarihi
eserlerin, ecdat yadigârlarının, yoğun şehirleşme nedeniyle de tahrip
edilmesine de razı olmamalıyız.
Yani trafiği rahatlatacak
diye… Yıllar önceydi; Avrupa’nın en büyük döner kavşağı diye lanse edilip
Alâaddin Tepesi’ni döner kavşak olarak kullanmaya başlamıştık. O zamanlar bu
kadar ağır bir trafik yükü elbette yoktu. Tramvayın döneceği bir yer
bulamayınca… Farkında mısınız, koskoca Konya Ovası’na sığamadık!
Her yıl gittikçe artan
ağır trafik yükünün yanına tramvayı da ekleyince…. Alâaddin zarar görmeye
başladı, Alâaddin Camisi’nin portalındaki çökmeler vs. … Buna yeşil çimlerin
sulanmasını da eklerseniz… Zaman zaman caminin restorasyona alınmasıyla
şimdilik kurtarıyoruz ama nereye kadar? Tarihi tepenin etrafındaki eserlerin
durumu da çok farklı değil; Karatay Medresesi, İnci Minare hepsi tehdit altında…
Tarihi eserlerin böylesine
yoğun olarak bulunduğu bir bölgenin etrafından değil tramvay ve ağır trafik
yükünün geçirilmesi, bisiklet trafiğine bile izin vermenin ecdat yadigârlarını
gözden çıkarmakla eş anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki bu yetmezdi…
Tramvay, Mevlâna Caddesi’nin ortasından geçirildi ve Selçuklu asırlarının şahidi,
Hz. Pir’in ders verdiği İplikçi Camisi de bu ağır trafik yükünden nasibini
almaya başladı.
Daha önce de birkaç kez dile getirmiştim… İplikçi Camisi’nin duvarındaki çatlakların büyüdüğünü bir ben mi görüyorum acaba?
Ne kadar yenilemeye tabi
tutsanız… O tramvay, o ağır trafik yükü oradan geçtiği sürece tarihi eserlerin
geleceğini görmek zor değil…
Elbette Konya gelişsin,
elbette toplu taşıma araçları yaygınlaşsın… Tramvay geçirecekseniz, tarihi
dokuya zarar vermeden yeni yollar açmalısınız, projeler geliştirmelisiniz. Şimdilik
Mevlâna Türbesi’ne ve Selimiye Camisi’ne bir zarar vermiyor gibi görünebilir
tramvay ama ya gelecekte? Onarılamaz hasarlar açıldıktan sonra mı tedbir
alacağız?
Konya’yı seviyorsanız… gerçekten
seviyorsanız, şehrin geleceğine yatırım yaparken geçmişine de saygı duymak
zorundasınız…
Geçmişi olmayan, Selçuklu
asırlarından iz taşımayan bir Konya, bizim Konya’mız değildir…
TAHİR SAKMAN
03 Aralık, 2024
goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR YERİNE
goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR
YERİNE
Konya Büyükşehir
Belediyesi tarafından bir kampanya yürütülüyor. Kampanyada kullanılan özdeyiş
(hani motto diyorsunuz ya; motto değil özdeyiş…) kültürel bir eleştiriye de
zemin hazırlamasına neden oluyor…
Uzunca bir zamandır gerek
internet ortamında gerekse şehirdeki ilan panolarında hatta otobüs ve
tramvayların dış yüzeylerini kaplayan ilanlar görüyoruz: goKonya…
Go, İngilizcede gitmek
anlamında… Yani Konya’ya gidin veya gidiyorum anlamında kullanılıyor sanırım bu
özdeyiş, goKonya…
Ah, bu yabancı dil
merakımız… Kendi lisanını umursamayıp başka lisanlarda özdeyiş arayan dünyadaki
tek milletiz sanırım…
Türkçe gibi eşsiz bir dile
sahipken yapıyoruz hem de bunu!
Yurt dışında
yayımlayacaksanız elbette goKonya uygun ama ya yurt içinde? Konya’da,
Türkiye’de İngilizce özdeyişle tanıtım yapmak da neyin nesi? Neyin reklamını
yaptığınızın farkında mısınız?
GoKonya yerine gelKonya
deseniz daha iyi olmaz mı? Hz. Pir’in çağrısına da uygun olur. Veyahut gezKonya,
görKonya da diyebilirsiniz? Daha başka özdeyişler elbette üretilebilir;
goKonya’yı da yurt dışında kullanabilirsiniz…
Türkçemize sahip çıkmak
her Türk vatandaşının görevidir, kamu kurumlarından da bunu bekliyoruz… Selçuklu
asırlarına başkentlik etmiş olan kadim şehrimizin belediyesinden daha duyarlı
olmasını bekliyoruz.
Tabii sadece bu da değil;
hatırlarsanız Kız Muallim Mektebi restore edildikten sonra “Taş Bina” ismiyle
kullanıma açılmasını da daha önce defalarca yazmıştık (benden başka konuya
duyarlı vatandaşlarımız da yazdı) hatta Kız Öğretmen Okulu mezunları, Başkanla
da görüştü ama sonuç? Sonuç sıfır, otur yerine!
Selçuklu ecdadımızın bir
eseri olan Hoca Hasan Camisi’nin restorasyon sonrası minaresindeki değişikliği
de yazmıştık, şehir kültürüne duyarlı arkadaşlarımızla birlikte… Sonuç sıfır,
otur yerine!
Keza önceleri halkın yaz
akşamlarında nefes aldığı Konya Fuar’ı kapatıldıktan sonra Kültür Park ismiyle
faaliyetini sürdüren ve günümüzde daha çok Suriyeli sığınmacıların buluşma
noktası olan mevcut alanın asıl ismi olan “Dede Bahçesi” olması yönünde de daha
önceleri yazmıştık…
Tarihi bir bahçe olan Dede
Bahçesi sadece parkın içindeki kafeteryanın hizmet alanı olarak değil de tüm
parkı kapsamasını ve park isminin “Dede Bahçesi” olarak aslına rücu edilmesini
bekliyoruz ama… Sonuç sıfır, otur yerine!
İplikçi Camii’nin
duvarındaki çatlak her geçen gün daha da büyüyor, haberiniz var mı? Daha önce
de yazmıştık; sonuç sıfır, otur yerine!
Siz oturabilirsiniz ama ben oturmayacağım; hep ayakta ve sıfır almaya devam edeceğim...
En azından goKonya ile
ilgili sonucun sıfır olmamasını diliyorum…
TAHİR SAKMAN
29 Kasım, 2024
GELECEĞE TÜRKÜ SÖYLEMEK
![]() |
Mazhar Sakman türkü söylerken... (Fotoğraf: Süleyman Şenel) |
GELECEĞE TÜRKÜ SÖYLEMEK
Şehirde kaç tane üniversite
var ve bu üniversitelerde bildiğim kadarıyla iki tane konservatuvar var.
Edebiyat Fakülteleri var… Müzik Öğretmenliği veya müzik eğitimi veren kaç tane branş
var…
Konya türküleri denildiği
zaman akla gelen ilk isimlerin başında yer alır Mazhar Sakman… O aslında halk
sanatçısını olmanın çok da ötesine geçmiş bir değerdir; çünkü sadece folklorcu değildir,
aynı zamanda Türk sanat müziğine dahası Batı müziğine bando kuracak ve
yönetecek kadar hakim bir sanatçıdır. Müziğin tüm branşlarında çalışmış bir
halk sanatçısı ve türkü taşıyıcısıdır. Hem alaylı hem mekteplidir...
Ömrü boyunca vazgeçmediği
12 tellisiyle çalıp söylerken, bu şehrin semalarına sesini, soluğunu bırakmış çok
yönlü önemli bir sanatçımızdır.
Mazhar Sakman’ın ölümünden
30 yıl sonra… "Nihayet" mi deseydim, şaşırdım…
Çünkü bugüne kadar Mazhar
Sakman hakkında üniversitelerimizin ilgili bölümlerinin aklına hiç gelmeyen,
gelemeyen…
Sadece 1992 yılında dönemin Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halil Cin tarafından, Saim Sakaoğlu tarafından önerilerek verilen bir plaket var… Bir de Selçuk Üniversitesi’ni ayağa kaldıran merhum Prof. Dr. Erol Güngör’ün önemli şahsi dostluğu…
Üniversitelerimizin ilgisi bu kadar…
Necmeddin Erbakan
Üniversitesi, Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Müdürü Sayın Prof. Dr. Mehmet Gönül’ün
önerisiyle Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra Küçükbardaslı’ya tez olarak Mazhar Sakman
verilmiş…
Geçtiğimiz günlerde Büşra
Hanım’a Mazhar Sakman’ı anlattım; bir yanım sevinç bir yanım hüzün doluydu.
Elbette çok sevindim ama
hüzünlenmedim dersem yalan olur; çünkü merhum Sakman’ın ölümünden 30 yıl sonra…
sadece bir tez olmamalıydı; defalarca tezler yazılmalıydı, üzerine konferanslar
düzenlenmeli, doktora tezleri hazırlanmalı, yayımlar yapılmalıydı…
Ne diyebilirim ki Konya! Siz
kendi değerlerinize ne kadar sahip çıkıyorsunuz ki? Kendi türkülerinizden bile
haberiniz yok! Bazen söylemekten, çalıp çığırmaktan bile çekiniyorsunuz!
Gelecekte ne
söyleyeceksiniz ne okuyacaksınız çok merak ediyorum…
TAHİR SAKMAN
28 Kasım, 2024
HASAN ALİ YÜCEL VE BABAM MAZHAR SAKMAN
HASAN ALİ YÜCEL VE BABAM MAZHAR SAKMAN
Ordudan istifa ettikten sonra Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’ne müzik öğretmeni olarak atanan merhum babam Mazhar Sakman, orada hayatlarında batı enstrümanı görmemiş öğrencilerden bando kurar. Dönemin Milli Eğitim Bakanı merhum Hasan Ali Yücel, teftişe geldiğinde, bandosuyla karşılar ve bir konser verir. Konser sonrası Hasan Ali Yücel, M. Sakman’ı yanına çağırarak: “Evlâdım, memleket neresi ?” diye sorar. Mazhar Sakman: “Konyalıyım”, deyince: “Şuna, musikinin membaı deyiver gitsin”, diyerek ne kadar beğendiğini anlatır.
Rahmetle ve minnetle anıyorum... Fotoğrafta Babam Mazhar Sakman'ın sağında oturan küçük çocuk merhum abim eczacı Raci Hakkı Sakman'dır.
TAHİR SAKMAN
21 Kasım, 2024
KIZIL YARENLİKLER
KIZIL YARENLİKLER
O yıllarda günümüzdeki
gibi aleni küfürler edilmiyordu…
Hele kızlar; o yıllarda
böyle ulu orta dümdüz gitmiyorlardı… Erkek şakalaşmalarından duyulurdu böyle
şeyler ki o da oldukça dikkatli davranılırdı. Erkekler arasında bu kızıl
yarenlikler oldukça popülerdi o yıllarda ama herkes akranıyla uçtuğundan
özellikle gençler arasında gizli bir reçete gibiydi… Sanırım kızıl yarenliğin
ne olduğunu söylememe gerek kalmamıştır.
Cinsellik tabuydu… ilk
cinsel bilgiler arkadaş grubunun çok bilmiş büyüklerinden alınırdı. Yarısı
atmasyon olan bu bilgilere hikâye demek belki daha uygun düşecektir. Ve tabii
ki olaya daha bilimsel yaklaşan Haydar Dümen ve ona benzer yazılar yazan,
sorular yanıtlayan ablalar da vardı gazete köşelerinde… Kapalı bir toplum
yapısından henüz çıkmaya başlayan o yılların Konya’sında kadınlarla erkeklerin
arasında ciddi bir mesafe olurdu. Mahallemizdeki kızların, komşu hanımların
yüzlerini bile hatırlamazdık; çünkü bakmazdık, bakamazdık, utanırdık…
Tabii konuşurken de bazı
kelimeleri şifrelemek ihtiyacı doğardı…
Mektep, keçi kesmek, kedi
tırmaladı, tornaya kaptırmak, kulağında sabun kalmak, yaylaya çıkmak gibi ve
daha pek çok kelimenin asıl anlamından ziyade ona yüklenen anlamlarla konuşmak,
ilk duyulduğunda maksadı gizlemek ihtiyacından olmalıydı.
Cinsel içerikli fıkraların
başını şehrin nüktedanlarından Tayyip Ağa’nın fıkraları alırdı. Hatta Tayyip
Ağa’sız bir sohbet yapmak nadirdi ki mutlaka Tayyip Ağa’nın bir esprisi,
konuşulan mevzuya adapte edilerek anlatılırdı. Nasreddin Hoca’nın ismi
kullanılarak uydurulan fıkraların zaten haddi hesabı bile yoktu.
İkinci sırayı Alâaddin
Tepesi alırdı, ne alakaysa? Gençler arasında mutlaka Alâaddin ile ilgili bir
espri yapılırdı ki bugün bile hâlâ yapılmaktadır.
Üçüncü sırayı ise kanımca
Taş Han alırdı… Genellikle yoksul insanların veya kırsal kesimden şehre
çalışmaya gelen insanların (amelelerin) oldukça ucuza kaldığı o dönemlerin
oteli olan bu han ile ilgili espriler ortalığı yıkar, geçerdi.
Şehrin muhafazakâr
yapısını göz önüne alırsanız bunlar elbette şaşırtıcı gelecektir ama bu da
şehrin bir başka yüzü olmalıdır. Sadece genç insanların değil yaşlı insanların
bile bu kızıl yarenlikleri konuştuğunu söylerlerdi ki bu insanlara da güneşe
karşı oturmalarından olsa gerek “güney müftüleri” ismi takılmıştır. Türbe Caddesi
üzerine söylediğim şiirlerin üçüncüsünde şöyle demiştim:
/güneşe karşı otururlar
güney müftüleri
dinlesen ne yarenlikler/
Pek çoğumuz sütten çıkmış
ak kaşık değiliz elbette ama… günümüze baktığımız zaman eskiden gizli saklı
konuştuğumuz kızıl yarenliklerin, aleni olarak kızlı erkekli gruplarda
konuşulmasına tanıklık etmek bizi şaşırttığı kadar rahatsız da ediyor doğrusu…
Temelinde ne olduğunu az
çok kestirebiliyorum ama… bunu araştırmak da sosyologların işi olmalı diye
düşünüyorum. Ben sadece ip uçlarını vermekle yetiniyorum.
TAHİR SAKMAN