YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

30 Ekim, 2022

ANTALYA NOTLARI 3



Cumhuriyet'in coşkusundan ne kadar uzak kaldığımızı, burada insanların heyecanından anladım...


Oysa o şehir ki İstiklal Savaşı'nda en çok şehit veren illerin başındaydı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Batı Cephesi Karargâhı'nı Akşehir'e kurarak sırtını dayadığı şehirdi... 



Yüce Atatürk'ün "Ata toprağım" diyerek övündüğü ve hayatı boyunca en çok ziyaret ettiği illerden birisi olan ve yine Ulu Önder'in kendisine babalık seçtiği şehir olan Konya; çocukluğumuzda gördüğümüz, yaşadığımız coşkuyu ne oldu da kaybetti? 


Üzerimize uymayan bu elbiseyi, bize kim dikti ve zorla giydirmeye çalıştı? 


Tarih, bu soruların yanıtını elbette verecektir. 


Antalya'da dün "yer beyaz, gök kırmızıydı" demek yanlış olmayacak; neredeyse herkes kırmızı beyaz giyinmişti, ellerindeki bayrakları coşkuyla ve gururla sallayarak Cumhuriyet'e sahip çıkan, özümsemiş yurttaşlar gözlerimi yaşarttı...



Yerel yönetimlerin bu heyecana katkılarını görmek beni daha da duygulandırdı. Antalya'nın pek çok ilçesinde yapılan şenlikler, konserler halkın yoğun katılımıyla gerçekleşti. 400 metrelik dev bayrakla gerçekleştirilen kortej ise ayrı bir güzellikti.


Cumhuriyet'e sahip çıkmak elbette bu değildi; bunlar Cumhuriyet'e sahip çıkmanın coşkusunun, heyecanının dışa vurumuydu...


Antalya dün "bir kez daha Cumhuriyet" derken şehir baştan başa Cumhuriyet olmuştu...


Yüreğimizle alkışlamak da bize düştü; teşekkürler Antalya... "Cumhuriyet ilelebet payidar olacaktır."


Yaşasın Cumhuriyet, yaşa Mustafa Kemal Paşa...


TAHİR SAKMAN















29 Ekim, 2022

CUMHURİYET



"Cumhuriyet, adam olmaktır."
-Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk- 

Yeniden var eden bizi
Özümüzdür Cumhuriyet
Kıyamete dek sürecek
Sözümüzdür Cumhuriyet

Feda olup canlar seren
Yurttaşlığı bize veren
Yarınları dünden gören
Gözümüzdür Cumhuriyet

Düşmanları yurttan kovan
Atatürk'ten bir armağan
Alnımıza  hep yazılan
Yazımızdır Cumhuriyet

Cehalettir millete yük
Akıldan yok başka büyük
Bilim sanat akla dönük
Yüzümüzdür Cumhuriyet

Tetiktedir Türkler her an
Özgürlüktür bizi saran
Asırlara damga vuran
İzimizdir Cumhuriyet

TAHİR SAKMAN















28 Ekim, 2022

"EFENDİLER YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ!"


Hiç bir yarın; bu kadar özlemle beklenmedi ve bir milletin kaderinde sonsuza dek aydınlık ufuklara açılmadı...


Bu yarın başka yarındı ; özgürlüğe adanmış ömürlerin, uğruna toprağa gül fidanı gibi düşenlerin çabalarını nihayete erdiren yarındı...


Bu yarın; Türk'ün bin yıllardır gökyüzüne dikili sancaklarının yeniden yeşermesinin müjdesiydi...



Ve bu yarın; tebaalıktan / kula kul olmaktan kurtulan, yurttaş olan bir milletin köle değil efendi olmasının, eşit olmasının yarınıydı...


Bu yarın; Yüce Önderimiz Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının ve isimsiz kahramanlarımızın bize emanet ettikleri yarındı...



"Kimsesizlerin kimsesi" olan Cumhuriyet'in, şanlı bayrağımızın gölgesinde yarınların yeşermesiydi...


Çünkü bu yarın "Cumhuriyet adam olmaktır" diyen Yüce Atatürk'ün Türk Ulusuna en büyük armağanıdır.


Ve bu yarınların teminatı Türk Milletidir, Türk gençliğidir.



Yarınlarımızı kutlandıranları şükran, rahmet ve minnetle anıyoruz.


Nice kutlu yarınlara...


TAHİR SAKMAN



27 Ekim, 2022

ANTALYA NOTLARI 2


 

Bir şehre aidiyet duygusundan öte bir şey olmalı bu...


Düş kırıklıkları, yanılgılar, beklentiler ve bunların ötesinde içinizi kavuran özlemler...


Antalya... tarihin bir başka yüzünden seslenirken sokaklarında kaybolmayı isteyebileceğiniz şehirlerden bir tanesi...



Bir tarafta antik sesler Hadrian Kapısı'ndan öteki bir çağa çağırırken, denizin melodisine eşlik eden teknelere doğru yükselen minareler...



Sokaklarını ateş basan... bu mevsimde bile 30 dereceyi zorluyor! Geceleri biraz soğurken ben donuyorum. Yaklaşık on gündür burada olmama rağmen iklimine henüz alışamadım ve bunun mükafatı gecikmedi; gripal enfeksiyon...



Semt pazarı beni çok şaşırtıyor. Satıcılar genelde çok kibarlar ve hemen poşet uzatıyorlar seçmeniz için... bir kez daha şaşırıyorum; Konya'da kazara elimiz bir domatese değse bir dayak yemediğimiz kalırken burada ellemek, seçmek serbest!


Fiyatlar, domates 5 liraya da var 15 liraya da... pazarı dolaşırsanız günümüze göre uygun fiyatlarla alışveriş edebilirsiniz. Hele bir narları var... Yunus Emre Parkı'nın köşesine duran yerli bir teyzeden alıyorum, bahçesinden toplayıp getiriyor; kilosu 10 lira... Kocaman kocaman elinize sığmaz, lezzeti ise müthiş, size patlamalar yaşatıyor... 


Şehirde etli pide diyorlar ama bu bizim etli ekmeğimiz ve bulunduğumuz semtte Sivaslılar yapıyor, "İç getirirsem yapar mısınız?" dedim "yaparız" dediler. İlk fırsatta yanımda getirdiğim küflü peynirden börek yaptıracağım. Kokusunda Konya'yı bulur muyum?


Zanaat burada çok kıymetli. Tamirci bulmanız benim gibiler için kolay olmuyor... Askerlik yaptığım dönemlerde Antalya, Konya'nın yarısı kadardı; şimdi Konya'yı üçe katlamış... Trafik oldukça yoğun.



Turistler... yok artık turist falan değiller; yerleşmişler burada yaşıyorlar, çocuklarını burada büyütüyorlar. Kendi ülkemde yapamadıklarım için onları kıskanmam normal mi?


Antalya sokaklarını bir eski zaman gezgini gibi adımlarken, adımlarım ürkek ve yabancı... Konya'da da bize yabancı gelmiyor mu? Hele o kaldırımların yan yan bakışı, "çizerim" der gibi...


Konya'yı mı özledim ne?  



Ben iyisi mi Konyaaltı'na gideyim... belki Konya'ya kalkan bir gemi bulurum...


TAHİR SAKMAN








21 Ekim, 2022

ANTALYA NOTLARI


Sabah Konya'dan çıkarken arabanın kaloriferlerini yakmıştık... sonra klimayı...


Alacabel'in Konya tarafında ısı 9 dereceye kadar düştü ama Antalya tarafına geçince...


Alacabel'in bir tarafı kış bir tarafı yaz... Antalya'ya yaklaştıkça artan ısı, merkezde 30 dereceye yaklaşınca üzerimdeki kışlık kıyafetleri atmaya başlıyorum.


Bu satırları yazdığım Konyaaltı sahilinde ısı dün 27 dereceydi... İnsanlar denize giriyor, plaj kalabalık... Askerlik anılarımın saklı olduğu şehir... Antalya'ya tatil için gelmek bizler için artık hayal oldu...


Bir başka ülkeye gelmiş gibiyim. Bir başka şehir, başka insanlar... Sahilde bir Türk gördüğüm zaman boynuna sarılasım geliyor. Konya'da nasıl Suriyeliler her yerde karşımıza çıkıyorsa burada da Ruslar, Ukraynalılar çoğunlukta ve Antalya'da denizin ve güneşin keyfini çıkarıyorlar. Suriyelilerden farkları  -eğitim, görgü vb. şeyleri bir kenara koyarsak- bunların zengin olmaları... Ve tabii yeşilleri kıymetli!


Dünyanın en güzel şehirlerinden birisi, tam bir yeryüzü cenneti ama kime? Eminim; Konya'ya üç saatlik bir mesafede olmasına rağmen pek çok Konyalı bırakın burada üç gün tatil yapmayı, görmemiştir bile...


Pahalı bir şehir, ev kiraları çoktan uzaya fırlamış... Garip, gureba? Kimin umurunda?


Kendi ülkemde, bu insanlar kadar rahat dolaşamamanın verdiği rahatsızlık... Tamam döviz, turizm şu bu ama... ama görünen bu işin turizm sınırlarını aştığıdır; mal, mülk sahibi olmuşlar, iş sahibi olmuşlar. 


Ülkemizdeki yabancı sayısının bu kadar artması normal midir?  Abartmak istemem ama gizli bir işgal altında mıyız? İşin insani boyutu vs. ... bu durumun gelecekte başımıza sorunlar açabileceğini hiç düşünmüyoruz? 


Doğa buralara çok cömert davranmış; su var, yeşil dersen her tonu, deniz baştan başa... Her ne kadar yabancılar kadar faydalanamasak da bu topraklar bize ait.


Toprak deyince; seraları yıkıp beton dikmeyin ne olur! 


Konya ne kadar bozkırsa, burası da o kadar yeşil ve tabii paralar da yeşil olursa keyfine doyulmaz! 

Kültürel faaliyetlerin çokluğu ve çeşitliliği başka dünyaların kapılarını aralamanıza imkân veriyor, ufuklarınızı Akdeniz'in derinliği gibi özgür düşüncelere açıyorsunuz.

Bir şiirimde Konya için "mabet şehir" demiştim... Antalya kozmopolit bir yaşantının merkezine doğru evrilirken yakamozların ardına saklanıyoruz ve umutlarımız Akdeniz meltemlerine doğru savrulurken yayan yapıldak düşlere bir kez daha gönüllü kurban yazılıyoruz...


Hey Akdeniz, orada mısın? Biz buradayız; seni yaşayamamanın verdiği hüzün de sarsa içimizi, bizler, baştan başa Akdeniz kokan güneş gibi Antalya'yız...


Güneş belki de... yok, kesin buralıdır... 


TAHİR SAKMAN







18 Ekim, 2022

AŞK ÖMRE SIĞMAZ İNDİRME LİNKİ



 

/aşk ömre sığar mı
kaç bin yıldır uzar hasrete
               yüreğimin yolları
uzasın                                                                    
           ben işime bakarım
umutlarımı uçurtma yapıp
bulutlara bağlayacağım
ve ardı sıra yürüyüp
o dönse de
                  dönmese de
gecelerin kuytularında
size inat
              size inat ağlayacağım
 
ağlayacağım ulan ağlayacağım/
 
(Aşk Ömre Sığmaz’dan)
 
TAHİR SAKMAN

Aşk ömre sığmaz demiştim… aylar önce demosunu hazırladığım kitap için…

Ve şimdi paylaşma zamanı; bir ömre sığmayan aşkın şiirlerini okumak isterseniz bilgisayarınıza veya telefonunuza indirip okuyabilir; aşkın ölümsüz kulvarında umarsız yarınlara düşen hislerin; ay ışıklarıyla yıkanıp güneşe serilen duyguların ürpertilerini, günümüzün kaotik yaşam koşullarından bir an da olsa uzaklaşıp, taze bahar kokularına eşlik edebilirsiniz…

www.tahirsakman.blogspot.com/ blog sayfamdaki E-KİTAP İNDİRME yazısına tıklarsanız açılan sayfadaki linkten kitabı ücretsiz indirebilirsiniz.

©Tahir Sakman. Bu kitap sadece pdf formatında dijital olarak yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler ticari amaçlarla izinsiz kullanılamaz.

ISBN: 978-625-00-0965-9

Bu kitapla birlikte dijital olarak paylaşıma açtığım kitap sayım dörde ulaştı, yakında diğer kitaplarımı da paylaşacağım…

Gösterdiğiniz ilgi nedeniyle hepinize teşekkür ederim…

Bu dünyada iyi ki aşk var, iyi ki şiir var…

Şiirli yaşamlar dilerim…

TAHİR SAKMAN



17 Ekim, 2022

SON DURAK


rüzgârlar uçuşurdu gözlerinizde
yağmurlu bahçeler gibiydiniz
ay doğunca ıslak saçlarınızdan
umutlarınızda güneş
                     koşardınız
 
ve yaşardınız
             şafakların sessizliğince
gözleriniz bulutlara sevdalı
yüreğinizde yarınlar
kör bıçaklar gibi sokulu
 
oysa siz
         ince ve narindiniz
az kalmıştı aşka
bir durak erken indiniz


TAHİR SAKMAN
 

16 Ekim, 2022

BİR FİNCAN GÖKYÜZÜ (KALDI MI)



Abi, valla benim suçum yok! Bütün kabahat şu yıldızda... O yıldız öyle bakmasaydı, vallahi de billahi de ekmek, Kur’an çarpsın, iki gözüm önüme aksın; o yıldız gülmeseydi, tebessüm eden rüzgârların kenarında ağlamayacaktım. Gölgelerime bıçaklar sokup katilimi ihbar etmeyecektim. Kendimi adam yerine koyup adam gibi yaşamayacaktım. Bütün suç abi şu yıldızda; her gece yoluma çıkıp kanıma batırır ışıklarını. Öyle çok konuşur ki aslında hiç konuşmaz; susarken konuşur o. O dediysem o benim… Aslında siz de bensiniz; farkında mısınız? O yıldızı susturduğumda ben hiç konuşmuyor olacağım ve siz artık o yıldızın ışıklarında dans edeceksiniz, hayallerinizle... Hayal, hayalleriyle dans edecek!


Çok gülerim artık… Aslında gülen; gülünendir ve geceye düşerse ışıklarınız...
 
Şey hani diyorum ki bizde kalmamış da annem gönderdi; bir fincan ödünç gökyüzü verir misiniz?


Hatırlar mısınız?
 
Hani bir zamanlar; komşunun komşu olduğu zamanlar canım… komşuluğun ötesinde; can olduğu, derman olduğu zamanlar?
 
Evde eksik, gedik olduğu zaman tamamlayan, açık kapı gördüğü zaman örten komşuların dönemini? Eğer kokarsa yedi komşuya dağıtıldığı?
 
Ocakta yemek pişerken yağın yetmediği, çay içerken şekerin bittiği hatta eve misafir geldiği zaman kahvenin olmadığı… Sofrada ekmeğin yetmediği…
 
Ama ne gam; komşular vardı, komşu gibiydi hepsi de…
 
/Komşu gibi komşular vardı
Her derdimize koşardı/
 
Annem hemen elime bir fincan tutuşturur, komşuya yollardı…
 
“Hatice teyze bizde kalmamış da annem gönderdi…”
 
Sonra alınan misliyle bir vesile ile iade diyemem; çünkü karşılıksızdı her şey belki hediye veya paylaşmak daha doğru bir tanım olacak…
 
O geçtiğimiz yollar artık bize çok uzaklardan el sallarken, mazinin sisleri kulaklarımıza yeni şarkılar söylüyor…
 
Bırakın o komşuları, fincanların bile huyu değişti… kimisi büyüdü kimisi french press mahkûmları gibi…
 
Bir yüreğimiz kaldı geriye, bir de solumaya çalıştığımız hava, şimdilik bedava!
 
Ve bizler, gri bir gökyüzünün altında dünden kalan bir şarkı gibi elimizde kulpu kırık bir fincan ile dolanıyoruz, annemizden yadigâr kalan bir sesle:
 
“Şey hani diyorum ki bizde kalmamış da annem gönderdi; bir fincan ödünç gökyüzü verir misiniz?”
 

    
TAHİR SAKMAN

13 Ekim, 2022

MESKENİM DAĞLAR BAŞI


Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı
 
-MAZHAR SAKMAN-

 

Ne zamandır dilimde dolanıyor bu mısralar… bu dörtlüğü söylemeye iten nasıl bir ruh halidir?

Her şeyden elini eteğini çekmiş, teslim olmuş, hayata elveda demeye hazır…


“Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı…”


Dağlar edebiyatımızda önemli bir yer tutar; ululuğun yanı sıra yalnızlığın, küskünlüğün de simgesidir ve tek başına bir dağ çok şey ifade eder. “Dağların başını mesken edinmişim artık gezmeye ihtiyacım kalmadı; yalnızlığım, tek başınalığım bana yeter” derken ikinci mısra bir tokat gibi patlıyor, Mazhar Sakman’ın büyülü kelimelerle örülü zengin dünyasından:


“Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı…”


“Zehir içtim dermana ihtiyacım yok…” yaşamın bir başka yüzünde, başka yaşamların neler çektiğini kim bilebilir; çekenden başka… ve hayata bu kadar küsmek neyin nesidir?


“Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a…”


“Ey tabip, artık ilaç kâr etmez, benim gerçeğim budur” derken her şeyi kabullenmiş harabati bir dervişin eyvallah demesi gibi… oysa her derdin bir dermanı var… mı? Ya gönül derdinin ya ayrılığın, hasretin?


“Hayfa ki uhibban Lokman’a hacet kalmadı…”


“Heyhat, dostlarım, yarenlerim; artık çağırmayın Lokman’ı, gerek kalmadı…” yaşam yapacağını yapmıştır ve geri dönüşü yoktur, girdiğimiz bu son dönemeçtir, çıkışı yok… bu kaçıncı hüzündür bilinmez ama bilinen; hüznün kalbimizde açtığı derin yaraların onulmaz olmasıdır…


Mazhar Sakman


Dörtlük, merhum babam Mazhar Sakman’a ait ve yazı da dünyaca ünlü hattatlarımızdan Hüseyin Öksüz’ün hat çalışmalarına başladığı yıllardan bir hatıra…


Ünlü hattat Hamit Aytaç’ın talebesi olan Hüseyin abi, babamı çok sever, çok hürmet ederdi ve babam da onu çok severdi. Babam, ehli dil insanlarla dostluk kurmasını çok severdi. Cahil insanlarla (buradaki cehalet mektep, medrese değil elbet; anlayıştır, olgunluktur, idraktir) sohbet etmezdi.


Hüseyin abinin o dönemlerde Türbe Caddesi’nde, Aziziye Camisi’nin karşısında “Şehir Eczanesi” ismiyle iş yeri vardı ve o iş yeri ehli dil insanların uğrak yeriydi.  


Hattat Hüseyin Öksüz.


Bağlama, kanun derken ney üfleyeceğimi söyledim babama o da elimden tuttu Hüseyin abinin eczanesine götürdü. Hüseyin abiyle eczanenin arkasına geçtik ve oradaki neylerin arasından deneyerek bir ney seçti ve nasıl ses çıkarılacağını gösterdikten sonra “ses çıkarınca gel” dedi…


Tam bir ay uğraştım ses çıkarmayı becerdim ama… Neyi götürdüm Hüseyin abiye ve “ses çıkardım ama bu bana göre değil” dediğimi hatırlıyorum…  


Büyük kızım Şule de öğrencilik yıllarında Hüseyin abinin talebesi olmuş, hat çalışmış ama evlenince ara vermek zorunda kalmıştı. 


Babamın böylesine güçlü dörtlüklerinin ve şiirlerinin olduğunu doğrusu yıllar sonra öğrenecektim; bize hiç söylemezdi belki de anlayamayacağımızı düşünmüş olmalıydı ama asıl etkenin kendini gizlemek olduğunu varsayıyorum; çünkü babam gösterişi çok sevmeyen ve Anadolu / Konya insanının mütevazı olmasından kaynaklandığını biliyorum.


Vefatından sonra mezar taşına yazılmasını istediği dörtlüğü bile bize değil; Udi Bestekâr Timur Alpsakarya’ya kendi el yazısıyla emanet etmiş ve Timur abi bana getirmiş ve bizde mezar taşına yazdırmıştık:


Ol kadar mağmum seng-i mezârım acep nedendir
Şu hâk içre metfun olmuş yatan cânip bedendir
Sorma zâir pür melâl hâlini Hoca Mazhar’ın
Râh-ı ebediyete zâr ü zâr ağlayıp gidendir 


Bizim ailede şiir söyleme geleneği babaannemden gelmektedir. Babamın ne kadar şiiri var bilmiyorum ama bize ulaşan 10’a yakın şiir üzerinde de yakında bir çalışma yapmayı umuyorum hatta babamın Konya Muallim Mektebi yıllarından kalan; içinde beğendiği şairlerin şiirlerini eski Türkçeyle yazdığı bir cönkünü de paylaşmayı düşünüyorum.


Babamın bu ruh halini kısmen anlayabiliyorum; “babamla birlikte geçirdiğim 37 yıl onun dünyasını kısmen anlamama neden oldu” desem de babamı asıl şimdilerde daha iyi anlıyorum. Onu işrete düşüren ve hiçbir şeye önem vermemesine neden olan saikler onun gibi sanatçı ve özgür bir ruhun; dar bir çerçeveden, onu anlamaya düşünce dünyalarının izin vermeyecek bir çevreden kendini soyutlamaya çalışmasıdır.


Türkülerin ötesinde iç dünyasında dinmeyen fırtınaların, tükenmeyen özlemlerin, acıların ve anlaşılamaz olmanın verdiği hüznün ötesinde bir yaşam biçimi kurmak kolay olmasa gerek…


Rumi 1397 tarihli (1981) altında Hüseyin Konevi olarak imzası bulunan değerli hat sanatçımız Hüseyin Öksüz abiye bu mısraları sanatıyla ölümsüzleştirdiği ve bu vesileyle bizlere ulaşmasına da vesile olduğu için şükranlarımı sunarken, merhum babama da rahmetler diliyorum.


Ve kubbede baki kalan başka bir şey yok yarına;  mısra mısra asılan efsunlu kelimelerden ve bu kelimelerin ördüğü yaşamlardan başka:


Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı


Not: Hattın aslı kızım Şule'de; "dedemden ve hocamdan ölümsüz bir hatıra" diyerek saklıyor.


ÖNEMLİ NOT: Son mısradaki “Hey fakir” kelimesinin yanlış okunduğu belirterek beni uyaran Sayın Av. Ahmet Ergun ile Prof. Dr. Ahmet Yılmaz’a ilgileri ve uyarıları için teşekkür ederim. Ahmet Ergun abimiz kelimenin aslının “hayfakâr” olması gerektiği yönünde uyarırken Ahmet Yılmaz Hocam ise yazılış itibariyle doğru kelimenin “hayfa ki” olduğunu belirttiler. Ben de arada kaldım ama kelimeyi “hayfa ki” olarak düzelttim. Ayrıca Ahmet Ergun abimiz, dörtlükte "uhibban" (ki bunu ahibban olarak düzeltmiştim) olarak yer alan çevirinin de hatalı olduğunu kelimenin doğrusunun "huban" [güzeller, sevgililer] olduğunu belirtti. Ahmet Ergun ile Ahmet Yılmaz Hocama şükranlarımı sunarım.

TAHİR SAKMAN


 

12 Ekim, 2022

HARAM

bahardı 
arkası yazdı
kıştan önce bir sevda vardı


kuşlar uçardı
gökyüzü sen
yalnızca renginle dolardı


güneşti
baştan başa mehtaptı
ve ağladıkça sevda yağardı


ne günlerdi ömrüm
baştan sona tozpembe
saçlarından dolunaya sarkardı


ağlamak ne
unutmak nasıldır
kanmayın aşka hepsi masaldı


hüzün müydü
yoksa avunmak mı geçenle
ne yapsan boş hepsi dünde kaldı


hayat
bir sevdiğim vardı
yağmurlu bir gün elimden aldı


unutursam yüzünü kusura bakma
kaç ömürlük bu hasret
içimde kaldı


sensiz yaşamak mı
bir zamanlar
haramdı


TAHİR SAKMAN


08 Ekim, 2022

FAHRİYE ÖĞRETMENİM VEYA HAYATA ÇOĞALMAK


Ne zaman baksam bir yıldız kayar
Bilmem kara toprak ne zaman doyar
Saftı öğretmenim yirmi dört ayar
Devrin daim olsun Fahriye Sayar
 
Birer birer eksiliyoruz…


Şehrin aydın insanları, yarına olan mesajlarını sunduktan sonra… Ama o asla eksilmedi; çünkü yetiştirdiği binlerce öğrencisi, Atatürk’ün yolunda yürürken hep onu anacaklar…


“Ne zaman unutsam adını / Ölüm gelir vurur tokadını” demiştim…


Dostlar birer birer gökyüzüne bir kandil gibi…. Fahriye öğretmenim bir kandil gecesi sır oldu…


Yaprak yaprak düştük ağla sonbahar
Sormaya korkarım sırada kim var
Binlerce öğrencin sana minnettar
Gerçeğe sır oldu Fahriye Sayar
 
Onu önce kızlarımın müdüresi olmasıyla tanıdım, sonra Zeki Beştepe dostumun kurduğu Çağdaş Sanat Evi’ndeki şiir akşamlarından… O, çok sevdiği Ümit Yaşar Oğuzcan’ın duygu dolu şiirlerini okurdu ve gözleri dalar giderdi… Vakitsiz sır olan oğlunun özlemlerindeydi hep… Sonra yardım faaliyetlerinden…


En son Zafer’de görmüştüm; “Tahircim, organizasyonu sen yap da toplanalım, şiir okuyalım” demişti… Kabahat bende…


Hep yarınlara ertelerken hayatı, şiir beklemezdi ki…


Bilirim gittiğin yer sonsuz bahar
Işığınla çiçek çiçek açacaklar
Gül kokularıyla taşacak mezar
İsmin kalbimizde Fahriye Sayar
 
Huzur içinde, nurlar içinde ol Sevgili Öğretmenim… Rahmet sana olsun, binlerce öğrencin gibi biz dostların da seni unutmayacağız; her şiir okuyuşumuzda, şiir gibi saf, sevgi dolu kalbini hatırlayacağız…


TAHİR SAKMAN
 


 

07 Ekim, 2022

BİR HAYAT YETMEZ



Bir giz var içimde nicedir saklı

Kıpır kıpır bir şey çözemediğim

Düş onunla güzel gerçek yasaklı

Gün ışıdığında sezemediğim

 

Yaşanmaya hasret nice duygular

Bir hayat yetmez ki kaçtı uykular

Ağıtlar düzerek ağlaşır sular

Bir avuç yeşile bezemediğim

 

Arzularım güne tutsak mı şimdi

Peki ordaki ben söyleyin kimdi

Belki de bir masal belki resimdi

Elimde fırçayla gezemediğim

 

Tatmadım doymadım neydi ki o an

Yaşamadım desem acımaz zaman

İçimde heyecan hey Derviş Ozan

Bir türlü başını ezemediğim

 

Bu şiirin benim için anlamı oldukça büyük… Yıl 1999 ilk kitabıma ismini veren şiirim bu…

Koşma tarzı şiirleri Derviş Ozan mahlasıyla söylediğim yıllardan… Derviş Ozan şiirlerine bugün baktığım zaman ne kadar yalın ne kadar saf olduğunu görebiliyorum. Her türlü kaygıdan uzak rahat bir söyleyiş; yeri geldiği zaman sert yeri geldiği zaman yağmur yüklü bir bulut gibi sevgi dolu…

Kapak fotoğrafı Cahit Sağlık abimize ait olan kitapta, şiirlerimin yanı sıra -o dönemde kendimce bağlama çalıyordum- bestelediğim dokuz türkünün notası da yer alıyor.

En son yirmi kadar kitap ayırmıştım ama bulamıyorum… Rampalı’ya haber bıraktım gelirse benim için alacaklar. Şimdi dostlardan şunu rica ediyorum, elinde Bir Hayat Yetmez’den fazla olan varsa bana verebilir mi?

Kitabın yeni baskısını cesur bir yayımcı çıkana kadar en azından şimdilik yapma imkânımız yok, bu nedenle kitabı yeniden düzenleyerek pdf formatında dijital ortamlarda okunmak üzere paylaşıma açıyorum. Dileyen bilgisayarına / telefonuna indirebilir, ücretsizdir…

İlk olarak 1999 yılında fiziksel olarak yayımlanan bu kitap, baskısının bitmesi nedeniyle pdf formatında dijital olarak yeniden yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler ve türküler, tanıtım amacıyla alınacak kısa alıntılar dışında, ticari amaçlarla izinsiz kullanılamaz.

Blog sayfamdaki www.tahirsakman.blogspot.com E-KİTAP İNDİRME yazısına tıklarsanız açılan sayfada linki görebilirsiniz.

Keyifli okumalar dilerim.

Tüm hayatımız şiirler kadar saf kalabilseydi…

TAHİR SAKMAN




 

 

06 Ekim, 2022

KEMİKLE SÖYLEŞİ VE FEYZİ HALICI İLE BİR ANI



KEMİKLE SÖYLEŞİ


İki kürek toprak altında yerin
Belli ki dertlerin sıkıyor kemik
Duyduğu coştuğu hayal günlerin
Düşüyle topraktan çıkıyor kemik
 
Hangi gül yüzlünün eli koluydun
Kim bilir nasıl da etle doluydun
İçtin şerbetini ecele uydun
Peşine canları takıyor kemik
 
Şimdi bildim seni pek de zengindin
Buluttan toprağın altına indin
Dün mü yok gibiydin bugün silindin
Lâfı boğazımı tıkıyor kemik
 
Kıyametin koptu hesapta mısın
Yücelerden yüce hitapta mısın
Söyle kemik söyle azapta mısın
Cehennem odunu yakıyor kemik
 
Hayatım sırattır ince mi ince
Ha bugün ha yarın sıra gelince
Derviş Ozan der ki Hakk’ı bilince
İçimdeki putu yıkıyor kemik
 
Nedendir bilmiyorum gençlik yıllarımda içimde bir ölüm korkusu hep vardı…


Ölmekten miydi bu korku yoksa yaşayamamanın verdiği bir telaş mıydı?..


Şimdilerde hiç korkmuyorum; belki de ona yaklaşmanın verdiği ve bunca yıl hayatı dibine kadar yaşamanın verdiği bir dinginliktir…


İnsan yaklaştıkça daha bir cesur oluyor, tıpkı Hz. Pir’in gazelindeki gibi:


“Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, aya, batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar hapis gibi görünür amma canın kurtuluşudur o.
Hangi tohum, yere ekildi de bitmedi; ne diye insan tohumunda da böyle bir şüpheye düşmüyorsun yani?”


Yukarıdaki şiiri, Üçler Mezarlığı'nda gördüğüm ve beni ürperten bir kemiğe hitaben söylemiştim, sonra üstat Feyzi Halıcı’ya gittim. O dönemlerde merhum Feyzi abi, Konya Kültür ve Turizm Derneği’nin Türbe Önü’ndeki dernek binasına sık gitmeye çalışır, söylediğim şiirleri ilk ona okurdum ve o da beni sabırla dinlerdi… Dernek binası benim gibi genç ozanların toplanma yeriydi. Rahmet olsun…


Şiiri dinleyen Feyzi abi, koltuğundan doğrulup “edebiyatımızda, kemikle yapılan bir söyleşi şiirini ilk defa duyuyorum" demişti. Tabi benim ne kadar mutlu olduğumu anlatmama gerek yoktur sanırım.


Bu şiirin yer aldığı ve Bir Hayat Yetmez ismini taşıyan bu kitabımın baskısı bitti, bu nedenle dijital olarak yakında sizlerin paylaşımına açacağım ki bu şehr-i Konya’nın bir köşesinde sesimiz yadigâr kalsın…


TAHİR SAKMAN

 

Foto: T. Sakman Arşivi. Feyzi Halıcı, Tahir Sakman ile Konya Kültür ve Turizm Derneği'nde...