YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

25 Haziran, 2023

İÇİMİZDEKİ RESSAM

Kız kardeşim Vesile Sakman Güzeloğlu, Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünden mezun oldu.


54 yaşında 2. üniversiteyi bitiren kardeşimi tebrik ediyorum.


Sakmanların sanat geleneğini sürdürdüğü için ayrıca onur duydum... Teşekkür ederim kardeşim; babaannem Vesile Sakman'ın ruhu şad olsun...


TAHİR SAKMAN

 

KAN VE İNSAN

KAN VE İNSAN


bir insan gördüm elinde bıçak vardı
bir insan gördüm bıçak olmuştu
insan mı bıçaktı bıçak mı insandı


kanım aktı canım yandı
bilemedim yanıtlar yarım
insan nerde kaldı


/kebapçı vitrininde durdukça kanım
kefaret olmaz günahınıza ahım/


kan ve insan bir arada yakışmıyor


TAHİR SAKMAN
 

22 Haziran, 2023

SAATÇİSİN SEN, SAATÇİ KAL!

 https://drive.google.com/file/d/1TSpoy1RHtJzgQ-9tk1vvg9qTU6U3MRQ0/view?usp=sharing





 Bu bir Fransız saati…
 
Grand Prix De L’horlogerie 1878 imzasını taşıyor. Onlar, seyahat saati diyorlar ama bana şömine veya masa saati demek daha uygun gibi geliyor; çünkü dış kasa tamamen pirinçten oluşuyor ve oldukça ağır…



 



Üstte ve yanların cam olması, mekanizmayı çalışırken görme imkânı sunuyor. Yaklaşık 150 yıla yakın bir zaman diliminde çalışan bu saatin bakımını yıllar önce yapmıştım ama yeniden yapmak istedim. Koleksiyonumun nadide ürünlerinden, her ne kadar günlük kullanıma hâlâ uygun olsa da sesinin yüksekliğinden dolayı ara ara çalıştırmayı yeğliyorum.



 
Kendini kanıtlarcasına yüksek çalışma sesine sahip ve salonumdaki duvar saatlerinin bile sesini bastırıyor. Alarmı da bulunan bu saatin bir de çantalı versiyonları var ve buna subay saati diyor Fransızlar…



 
Çok enteresan; o dönemlerde Fransız ordusunun subayları böylesine ağır bir saati kırmadan cephelerde nasıl taşıdılar acaba? Belki de Fransa’nın ihtişamını göstermek için olabilir…



 
Saatin restorasyonunu gerçekleştirirken düşündüm: Belki bir Fransız sarayının vals salonunda nice balolara eşlik ettikten sonra gelmiştir ülkemize…  Belki de bu yüzdendir yüksek sesle çalışması, o günlere olan özlemindendir, kim bilir?
 
Fransız zarafetini yansıtan saatin seramik kadranı bulut çağrışımları yapıyor bende… gözümü kapatmaya korkuyorum nedense, sanki bir kapatsam, kendimi 19. Yüzyıl Fransa’sında, belki bir kadeh Bordo şarabı, mehtap altında? Belki bir markinin düğün töreninde şampanyalar patlarken…  meğer patlayan saatin camıymış, elim şarabın rengine değil kanıma bulanıyor…
 
Mütevazı tezgâhıma geri dönüyorum; saatçisin sen, saatçi kal…
 
TAHİR SAKMAN

 https://drive.google.com/file/d/1icHIBn8AViTdAl60EWeMvww3F5N3jflP/view?usp=sharing





15 Haziran, 2023

NACAR'IN HİKÂYESİ

 https://drive.google.com/file/d/1Bxng09Z7UdMk4https://drive.google.com/file/d/1Bxng09Z7UdMk4CGSsIoWg6Ff0dcV9lOG/view?usp=drive_linkCGSs


Aslında Nacar’ın marka olarak bir Türk markası olduğunu doğrusu bilmiyordum; ta ki Yervant Şalvarcı Bey’in sosyal medyadaki bir paylaşımını görünceye kadar…
 
Saatçilik zor zanaattır ama bir o kadar da keyiflidir. Elinizde hayat bulan saatlerin sesi, size yaşamın sonsuzluğunu hatırlatır gibidir. “İğneyle kuyu kazmak” derlerdi, eskiden saatçilik mesleği için… iğneyle kuyu kazmak değildir; iğneyle zaman kulvarına çentikler atmaktır…



 
Elimde bir Nacar var… “İlk maaşımla bu saati aldım” sözünü, bizim yaşımızda olanlar çok duymuşlardır, işte o Nacarlardan bir tanesi elimde. Çekmecemden çıktı…. Nereden baksanız 70-80 yıllık. Boynunu bükmüş bir kenarda zamana katılacağı, yaşam döngüsünü hatırlatacağı günü bekliyordu...





Keyifle zamanı unuttuğum bir gecede, eksik parçalarını tamamlayarak / tamir ederek yeniden hayata dönmesini sağladım… sevincim tarif edilemezdi, kulağıma dayayıp sesini duyduğum zamanki mutluluğum, tüm gece beni uyanık tuttu… Çıraklık dönemlerimde babamın dükkânında saatçiliği öğrendiğim ilk saatlerdendi. Bazılarının acemilikten kalbini kırmış olsam da sonraları neredeyse gözü kapalı tamir ettiğim Nacarlar… En sık arızası, düştüğü zaman direğinin (aks) kırılmasıydı sonra kurmalı olduğu için tepeleri çok aşınırdı. Mikası eskir değiştirirdik. Komple bakımını da periyodik zamanlarda yapardık.




 
Dükkânımızın tabelasında bile kocaman harflerle Nacar, Hislon, Arlon yazıyordu. Bu tabela (yanlış hatırlamıyorsam) bize Şen Saatçi’den kalma… Babam, o zamanlar bu tabelayı Şen Saatçi Mustafa Nalçacı'dan tabelasını değiştireceği zaman boşa gitmesin diyerek almış ve üzerine sadece Mazhar yazdırarak yıllarca kullanmış. 1980 yılında dükkânı boşaltırken o tabelayı alıp saklamak hiç aklıma gelmedi, çok üzgünüm hatta bir de Zenith saatinin, eski harflerle, kırmızı boyalı metal bir reklamı da vardı, o da kayboldu gitti…





 
Ah bu apartman merakı… Nice hatıralarımızı bırakmak zorunda kaldık daracık beton kutulara sığmak için…
 
Aslen Malatyalı olan Ohannes Nacaroğlu, İsviçre’nin Bienne şehrine yerleştikten sonra İstanbul’da yaşayan kardeşi Kevork Nacaroğlu ile birlikte 1921 yılından kurdukları Zila Wach isimli şirketle O Nacar markasıyla saat piyasasına girerler. 1929 yılında ise Türkiye, Lübnan ve Suriye’de yine O Nacar markasıyla saat satmaya başlarlar.
 
Şehrimizin ünlü saatçilerinden Mustafa Nalçacı’nın Saray Çarşı’sında Şen Saatçi ismiyle haklı bir üne sahip bir dükkânı vardır ve iş için sürekli İstanbul’a gitmektedir. 1960’lı yıllarda Sirkeci’de, Yunanistan’a göç kararı alan bir ailenin teklifi üzerine dükkânı devralarak işini İstanbul’a taşıdıktan sonra Kevork Nacaroğlu’ndan 1988 yılında markanın tüm haklarını satın alarak markanın bugünlere gelmesini sağlar. “Konyalı Saatçi” ismiyle bugünlere gelen, aile, duvar saati de üretmiş ve hâlen “Erben” markasıyla bekçi saatlerinin üretimini sürdürmektedirler. Ayrıca Nacar saatleri günümüzde de pek çok insanın sahip olmak isteyeceği şık, zarif ve modern tasarımlarıyla da varlığını sürdürmektedir.


Keyifle can verdiğim Nacar...

Kolumuzda taşıdığımız saatlerin sadece bir mekanizmadan ibaret olmadığını hatırlamak, zamana verdiğimiz değerin bir ölçüsü olmalıdır. Birçok ailenin evinde eminim Nacar marka bir saat ve onunla ilgili anılar vardır. Zamanımıza değer katan ve bu topraklardaki markasını sürdüren Nacar ile ilgili ortak anılarımız zamana vurulan bir kirkit gibi hafızalarımızı süslemeye devam edecektir.
 
Saat, sadece bir saat değildir; saat, anılarımızın yaşayan bir tanığıdır…
 
TAHİR SAKMAN
 


13 Haziran, 2023

TÜRKÜLERİMİZİ TÜRKÜ GİBİ OKUYUN!


 

TRT, uzun yıllar sürdürdüğü katı kurallarını oldukça gevşetmiş…
 
Herkesin bir dönem şikâyet ettiği kurallarını gevşetmekten öte yerle yeksan etmiş…
 
Halk sanatlarımızın göz bebeği olan türkülerimiz için TRT kurumunun yaptıklarını asla göz ardı etmeden bazı şeyleri yazmanın zamanıdır sanırım.
 
Bendeniz TRT Müzik ekranının iyi bir takipçisiyim. İyi ki böyle bir müzik kanalımız var… Ancak…
 
Her akşam TV’nin karşısındaki yerimi alır izlerim, özellikle türkülerimizle ilgili programları, Anadolu’nun, Rumeli’nin, Trakya’nın bağrından kopan ezgilerini dinlerim ve yeniden yaşarım türkülerimizi…
 
O türküler ki bizi yaşatır ve geleceğe taşır…
 
Beni rahatsız eden, türkülerimizin icrasına; bateri, klasik gitar, bas gitar vb. benzer batı enstrümanlarının da katılmasıdır. Bağlamalarımız, divanlarımız, çöğürlerimiz, curalarımız yetmiyor mu? Ya davulumuz?
 
Gitar, dünyanın en iyi enstrümanlarından birisidir ona sözümüz yok ayrıca ben de çok severim ama halk türkülerimizde yeri ne olabilir ki? Bu türküler İspanyol ezgileri değil; Türk insanının eseridir.
 
Özel bir program yapıp o şekilde icra edebilirsiniz ama neredeyse TRT Müzik’de izlediğim programların çok büyük bir bölümünde bağlama ve gitar yan yana… Davul ile bateri… Tüm dünyada etnik müzikler, etnik çalgılarla icra edilir ve geleceğe öyle aktarılması için de özel bir gayret sarf edilir.
 
Türkülerimizi türkü gibi çalıp söyleyin, derlendiği ilk haliyle… “Gençlere dinletelim, modernize edelim, dünyaya dinletelim…” Geçiniz efendim, dünyaya dinletmenin yolu, kaynağına sadık kalarak icra etmekten geçer. Eğer bunu yapmazsanız o zaman folklorun bir anlamı kalır mı?
 
Bağlama bizi anlatır… Ya gitar?
 
Müziğin evrensel sesinde elbette hepsini dinleriz ama Muharrem Ertaş; “Kalktı göç eyledi Avşar elleri” derken… Âşık Veysel; “Uzun inci bir yoldayım” veya Davut Sulari; “Kirpiğin kaşına değdiği zaman” derken hangi gitar bu seslere eşlik edebilir ki? Gitarın armoni zenginliğine söz söylemek elbette haddimiz değil ama Mazhar Sakman 12 telliye Konya tezenesi atarken hangi gitar yöresel tezenemizi atabilir ki?
 

Tersinden gidelim isterseniz; pamuk tarlalarından özgürlük feryatlarıyla yükselen bir müziğe, blues müziğine bağlama eşlik edebilir mi, etse bile o ruhu ne kadar yansıtabilir ki? Pamuk tarlalarındaki o ruhu bağlama nasıl yansıtamazsa; Mazhar Sakman’ın “Emmiler emmiler Türkmen emmiler” türküsünü okurken yansıttığı Orta Asya steplerindeki rüzgârı da hiçbir gitar hissettiremeyecektir.

   

Hangi halk ozanımız / âşığımız elinde gitarla atışma yapıyor, gören var mı?
 
Harman yerindesiniz davul mu dinlersiniz yoksa bateri mi? Yüreğiniz yanık, çeşme başında yavuklu yolu gözlerken size gitar mı yakışır yoksa bağlama mı? Sizi anlatan hangi enstrümandır?
 
Doğrudur, şehirlerde kimse çeşme başında yavuklu gözlemiyor ama… Yeni bestelerinizi öyle çalıp söyleyebilirsiniz sözümüz bin yılların imbiğinden geçip gelen türkülerimizin, folklorumuzun ana kaynağına sadık kalarak muhafaza edilmesi üzerinedir. Türkülerimizi popülizme kurban etmeyin! Fantezi veya arabesk müzik yapın, pop müzik yapın bizi ilgilendirmez ama türkülerimize gelince iş değişir.
 
Faruk Nafiz Çamlıbel usta ne demişti:
 
/Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken,
Söylenmemiş bir masal gibi Anadolu’muz.
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken,
Sana uğurlar olsun… Ayrılıyor yolumuz! /
 
Yolumuzu ayırmak istemiyoruz: Türkülerimizi, halk çalgılarımızla türkü gibi okuyun; değilse folklorumuz sizden davacı olacaktır.
 
Türkülerimiz, türkü gibi kalsın…
 
TAHİR SAKMAN
 

12 Haziran, 2023

YAŞIYORUM; ÇÜNKÜ SAATLERİM ÇALIŞIYOR!

Foto: Tahir Sakman

 

Zamanın belki daha yavaş işlediği ama saatlerin çok kıymetli olduğu yıllar…
 
Çocukluğumda düzenli olmasa da yaz tatillerinin bir kısmını merhum babam Mazhar Sakman'ın Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânında geçirdiğim dönemlerde sık görürdüm o saatleri… Babam, saatlerce, o saatlere can vermek için çalışırdı. Aslında o saatlerin çok bir özeliği yoktu hatta iyi de değildi…
 
Muhtemelen İsviçre’nin küçük ev atölyelerinde üretilen saatlerden olmalıydı. Babamdan duyardım; İsviçre Alplerinde kar yağdığı zaman bizim Bahçesaray gibi karın aylarca kalkmadığı ve dış dünyadan tamamen irtibatın koptuğu aylarda İsviçreli köylüler, evlerinde tüm kışı ailecek saat üreterek geçirirler sonra da bahar gelince bu saatleri pazarlarda satarlarmış. Tabii bu köylerden dünyanın en önemli saat markaların çıktığını da söylemeliyim. Omega, Zenit, Lonjin, Patek Philippe, Tissot ve daha nice İsviçre saat markalarının kökenleri bu köylerde yatıyor.

Foto: Tahir Sakman


 
Saat çok ciddi bir mühendislik eseridir; tasarımından tutun, yerleşimine, o çarkların dişli sayıları milimlerle ölçülür ve asla hata kabul etmez. O kolumuzda taşıdığımız mini minnacık mekanizmalar aslında bir sanat eseridir…

Foto: Tahir Sakman


 
Çıraklık dönemlerimde de babamın, üzerinde tamir etmek için günlerce emek verdiği bu saatler Roskop markaydı. O zamanlar bu saatlerin Rus yapımı olduğunu zannederdim. Roskopla, Moskof’u aklımca özdeşleştirirdim. Taşsız ve tel maşa tabir edilen bu saatlerin tamiri de oldukça zordu. Yenisi o zamanlar 5 lira gibi zamanına göre de ucuz olan bu saatlerin tamiri de 5 liraydı… Aklım hiç ermezdi yenisini almak varken aynı paraya neden tamir ettirirdi ki insanlar?
 
Bu saatlerin tamirini herkes de yapmazdı. Babam çok uğraşırdı, bazen sinir olsa da ona can vermeden bırakmazdı elinden… Bu saatlerin ayarı, saat 11 yönündeki pime tırnağınızla basarak kurma koluyla yapılırdı. Bu saatler kaba, ince işçilikten uzak olmasına rağmen kasalarındaki uyum ve büyük kadranı sayesinde albenisi yüksek olurdu.

Foto: Tahir Sakman


 
O zamanlar anlam veremediğim bu durumu şimdilerle anlıyorum… Elimde yeniden hayata dönmenin mutluluğunu yaşayan bu Roskop’la aslında ben de farklı bir dünyayı soyutlamanın sevincini yaşıyordum. Saat tamiri demek zamana can vermekti, zamana duyulan bir saygıdan ötürü saatler çalışmalıydı. İlk olarak korona olduğum günlerde anlamıştım; bir saatin bir can olduğunu ve evdeki tüm saatleri kurmuş, çalışır hâle getirmiştim… Ağrılı gecelerimde saatin tik takları bana hayatta olduğumu hatırlatmıştı hiç usanmadan… O uzun gecelerde, o tik taklar bana yoldaş olmuş, hayata tutunmam gerektiğini anlatmıştı.
 
Doğru mudur bilmiyorum ama doktorlar yatak odanızda, başucunuzda mekanik saat bulundurmayı tavsiye ediyorlarmış… saatin düzenli ritmi, kalp ritminizle rezonansa girerek daha düzenli çalışmasına katkıda bulunuyormuş. Olabilir mi, bana göre olabilir… Pilli, quartz mekanizmaların, bluetoothlu mekanizmaların yaydığı ışınlardan daha iyi olduğu aşikâr değil midir?

Foto: Tahir Sakman


 
Babamla şimdilerde aynı duyguları yaşıyorum; Roskop bir saati çalıştırmanın keyfini sürüyorum… Zaman, ellerimde hareketlenen bir kuş gibi kıpırdamaya başladığında salıveriyorum onu sonsuzluğa doğru uçması için…
 
Biliyorum o çalıştıkça ben hayattayım… tik takları hayatın sesini ve ritmini hatırlatıyor, zaman başka anlamlara bürünüyor: tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar ustanın söylediği gibi yüreklerimizi titreterek:
 
/Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında. /
 
Yaşıyorum; çünkü saatlerim çalışıyor…
 
TAHİR SAKMAN
 

 

08 Haziran, 2023

İSPİRTO OCAĞININ RUHU

Babamın saat tamirinde kullandığı ispirto ocağı...



Benim için bir terapi oldu aslında eski mesleğimi hatırlamak…
 
Sonrası zamana karışmanın heyecanı… Bendeniz nöbetçi saatçi… eve tezgâhımı kurdum saatlerimi tamir ediyorum. Öylesine kaptırmışım ki kendimi ne sosyal medya ne zamlar ne pahalılık ne seçim sonuçları… Madem öyle işte böyle…
 
Ne zamandır önümde duruyor, babamın ispirto ocağı… Boynu bükük yeniden yakılacağı, ısı vereceği ve işe yaramanın mutluluğunu tadacağı günleri bekliyor.
 
O günlerden kalan gomalak parçaları...


Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânımızda sık kullanırdı babam. O dönemlerde yedek parça bulunmaz, saatçiler ustalıklarına göre kendi imkânlarıyla arızalı parçayı onarmanın yoluna giderlerdi. Böylece millî ekonomiye de katkı sağlamış olurlardı. Babamın bir saatçi tornası olduğunu duymuştum ama ne yazık ki bize intikal etmedi. Sadece elimde ona ait olduğunu sandığım paslı bir parçası kaldı…
 
Saatçi tornasına ait olduğunu sandığım bir parça...


İspirto ocağı, saatlerin maşa taşı oynadığı zaman yapıştırmak için mobilya cilası olarak da kullanılan gomalak, taşın üzerine mini minnacık bir parçayla eski bir mineli kadran üzerine konulur ve böylece maşanın direk ısıya maruz kalması önlenir ve gomalak hafif ısıda hemen eriyerek taşı maşaya yapıştırırdı.  
Cep saati maşası ve taşı...


Porselen kadran tamirinde de yine ispirto ocağından yararlanılırdı. Saatlerinin zemberekleri kırıldığı zaman da zemberekler yine ispirto ocağında ısıtılarak tamire hazırlanırdı.
 
Babamın bir lakabı da Konya’da “Saatçi Mazhar”dı ama bu yönüyle ilgili çok fazla yazılmadı hatta şehrimizin saatçileriyle ilgili bir çalışma (bazı meslek gruplarıyla ilgili olarak hazırlanan kitaplarda birkaç sayfanın dışında) yapılmadı. “Konya’da Saatçilik” başlığıyla bir araştırma yapmayı da düşünmüyor değilim ama hevesim malum sebeplerden ötürü kırılıyor. Çünkü yazdıklarım blog sayfamda Google’ın ve sosyal medyada da Facebook veya İnstagram’ın insafına kalıyor… Fiziksel olarak basımına yine malum sebeplerden dolayı… Son üç yıldır şehir kültürüyle ilgili yüzlerce diyebileceğim makale yayımladım. Sanal ortamda duruyor… 
 
Ancak bir istisna; Folklor Kurumu dergisinin editörü Serap Gürsoy Hocam, Folklorcu Mazhar Sakman’ın yanı sıra Saatçi Mazhar’ı yazmam için de teşvik ediyor, en azından birkaç makale yazacağım…   
 
O ocak, kaç yıllık bilmiyorum ama sanırım babamla birlikte birçok ili gezmiş olmalı; Samsun, Turhal, Kayseri, Konya, İzmir sonra yine Konya… Babamın Astsubaylık ve Köy Enstitüsü müzik öğretmenliğinden sonra dükkân açtığı illerde bu ocağı kullanmış olmalı ki nereden baksanız en az 80-90 yıllık… tabii eğer ocağın öncesi yoksa…
 
Babama hizmet eden ocak, uzun yıllar bana da hizmet etti; nafakamı çıkarmama yardımcı oldu. Tevkifiye Caddesi; İstanbul Caddesi ve nihayet Türbe Caddesi’nde, ısısıyla nice saate can vermeme, zamanı işler hâle getirmeme yardımcı oldu…
 
Elim her gidişinde, o ispirto ocağının ruhundan dökülen mısralar gibi Hz. Pir’in sözleri gelir aklıma; Hamdım, yandım, piştim…
 
Yanarak pişmeyi öğrenmek, ateşle sınanmak… Yanıp ışık olmak, ısı olmak; topluma bir fayda sağlamak… Ne demişti Nazım; Sen yanmasan ben yanmasam/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…
 
Ahkâm kesmek kolay…
 
Bizler ispirto ocağı kadar olsun yanamadık… Belki de ocağın ruhundan özür dilemeliyim; zamanın sonsuz kulvarında ayarımız bozulmadan kalmamız için yaptığı katkılar nedeniyle…
 
Saatler gibi ayarınız hiç bozulmasın…
 
TAHİR SAKMAN

 

05 Haziran, 2023

ÖL DEDİN DE ÖLMEDİM Mİ

 



Ne kaldı dünden yarına
Hicran dolu diyarına
Hasretle sar kollarına
Al dedin de almadım mı
 
Bana sitem etme sakın
Kıymetini bilmedim mi
Kalbinde akan yaşları
Sil dedin de silmedim mi
 
Sevgi dolu gönlümüze
Neşemize hüznümüze
Ay doğunca ömrümüze
Kal dedin de kalmadım mı
 
Gel kalbimi sen her gece
Çal dedin de çalmadım mı
Gözlerimden derin şarkı
Çal dedin de çalmadım mı
 
Ah bu sevda yürektendir
Kimse bilmez seven bilir
Gel koynumda cennete gir
Öl dedin de ölmedim mi
 
Dudağımda gizli aşkı
Bul dedin de bulmadım mı
Aşk dediğin bir deryadır
Dal dedin de dalmadım mı


TAHİR SAKMAN