MUTLU YILLAR |
31 Aralık, 2021
TÜM RUHLARI SEVGİYLE SELAMLIYORUM
30 Aralık, 2021
DUYGULARIMIZ UCUZA MI GİTTİ?
DUYGULARIMIZ UCUZA MI GİTTİ?
29 Aralık, 2021
İĞDE ZAMANI KIZLAR KAYASI’NDA AĞLAMAK
İĞDE ZAMANI KIZLAR KAYASI’NDA AĞLAMAK
BABAM VE UZUN GECELER
YILDIZ KÖKÜ VEYAHUT LİMON SIKMAK!
Canım hem börülce bakla da ister
Yıldız kökü Çayırbağı’nda biter
Patlıcan ortanın gayretin güder
Yiyen ihvanlara afiyet olsun
Bu türküyü bilmeyen yoktur sanırım. Sözleri, Şerife Hanım namı diğer
Bülbül Hoca'ya ait… Cuma günleri evini Konyalı kadınlara açıp onlara vaaz
veren, ilahiler okuyan bir Konya kadını hem de şair…
Konyalı yazarlardan İ. Aczi Kendi’nin kayınvalidesi, benim de yakinen
tanıdığım Cenap Kendi merhumun ninesi olan Bülbül Hoca’nın bu dörtlüğün de
içinde yer aldığı yemek destanı oldukça uzun… Babamdan derlediğim kadarıyla 17
kıtada Konya yemeklerini sayıyor Hoca…
Bir başka önemli tarafı ise bu koşmanın Konya Oturak türkü
repertuvarında yer alması… Bu Konya çok enteresan bir şehir; şimdi bunu düşünüp
şaşırın, şaşırabildiğiniz kadar…
Sadece bu da değil tabii mesela Menteşeli türküsü; o da bir kadın
hocanın (Âlim Hoca) yaktığı bir türkü ve o da Konya oturak türkü repertuvarında
yer alıyor.
Söz nereye vardı; başka bir şeyden söz edecektim…
Bülbül Hoca’nın bu dörtlüğünü anımsayıp yıldız kökü almak için
üşenmedim Çayırbağı’na gittim… Birkaç satıcı kadın vardı ama yıldız kökü yoktu,
mevsimi mi değildi bilemedim ama yoktu işte…
Tıpkı kayısı kurusunun da olmadığı gibi… Ayva vardı, kurutulmuş elma
kakı, yonis eriği hatta şeftali kurusu bile vardı. Ev yapımı elma sirkesi
aldım, iğdeye baktım o da yoktu, olanlar da…
Birkaç cingil de üzüm vardı…
Çayırbağı’nı da mı benzettik yoksa, şehirde yok ettiğimiz bağlara,
bahçelere? Yoksa onlar da mı artık ekmiyor? Cehri tarlalarına villalar dikip
Sille’yi yok ettiğiniz gibi Hatıp’a, Çayırbağı’na kıymayın efendiler!
Sonra pazara gittim oradan aldım, yanına da yoğurt tabii ki… Pek
severim ve herkese tavsiye ederim.
Her ne kadar kışın kendisini henüz göremesek de bundan sonra kış
sebzelerini bol bol tüketme zamanı…
Yıldız kökünden sonra pırasa, ıspanak… Bakın ıspanağın yerlisinden
şaşmayın varsın iri yapraklı olsun varsın buruşuk olsun! Gerçi bazen civir
civir yeni toplanmış küçücük ıspanaklar (yemelere kıyamazsınız) getiriyor
Konya’nın üreten, çalışkan kadınları. Onları pazar günleri Muhacir Pazar’ından
temin edebilirsiniz.
Eskiden Kadınlar Pazarı vardı… vardı… yine var; güya yenilediler ve bir
geleneği; evinde üretip orada satma imkânı bulan kadınların elini kestiler!
Konya bazen saf tarafın var ve sessiz bir tarafın; sormayı çoktan unutmuş
gibisin! Sen sormazsan, sahiplenmezsen…
Ispanağın haşladığı zaman daha sağlıklı olduğunu ve vitaminlerinin
ölmediğini söylüyor uzmanlar ama ben kavrulmuşunu hatta iyi kavrulmuşunu
severim ki o zaman sasılığı da gider müthiş bir lezzet patlaması yaşarım.
Ispanaktan çarşı böreği de yaptırırım… hani şöyle bol tereyağlı… şimdi
siz tereyağını da marketten alıyorsunuzdur. “Aklına limon sıkayım” (bazen de
turp) derdi eskiler! Tabii şimdi limon sıkılacak akıl kalmışsa sıkın!
Efendim ben krema alıyorum… sonra ellerimle sıkıştırıp yağa dönüştürüyorum
hem daha ekonomik hem de daha saf bir tereyağı elde ediyorum. Bu arada çıkan
suyu da atmıyorum tabii. Ne çorba bulanır ondan… bilemezsiniz, bilmiyorsanız
annenize sorun o kesin bilirdir!
Madem söz çorbaya geldi, o zaman Bülbül Hoca’yla noktalayalım:
Evvela yürüttük baştan çorbayı
Sarımsakla terbiye olmuş paçayı
Domatesle pişirmeli bamyayı
Midemizi açsın hoş misal olsun
Hoca şu dörtlükle bitiriyor destanı:
Bihamdülillâh yedik nimet ve nânı
Bizim zamanımız bolluk zamanı
Bin üç yüz on dörtte yaptım destanı
Okunsun dillerde pür icmâl olsun
O zamanlar bolluk zamanıymış… Yaklaşık 1898/1899 yılları ki savaş
yılları… sanırım söz edilen bolluk, insanların kendi bahçelerinde
ürettikleriyle ilgili…
Ah Bülbül Hoca, ah!
Şimdi de bol; marketteki etiketlere bakıp bakıp biz, hem de her gün, ne
destanlar yazıyoruz…
Neyse ki limon bu aralar oldukça ucuz; alıp alıp limon sıkarsınız
artık!
TAHİR SAKMAN
AYVALI SOKAK'TAKİ SON ŞEHİR IRMAĞI KURUDUĞUNDA!
Gençler bilmezler…
Bizler bilirdik unuttuk; uzun kış gecelerinde ki sıcak yarenlikleri…
Dert çekmesi ne zor imiş/
Hepsini taşınmak için can attığımız beton kutulara feda ettik…
Şimdi ağlıyoruz da kaçımız bahçeli bir eve taşınıp kuzineyle ısınmak
ister?
-Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda;
beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.-
Şef Seattle
son şehir ırmağı kuruduğunda
öldürdünüz toprağı / suyu da/
avarlarınız / hayalleriniz
tohum tohum yeşermedi
bacalar tüterken
yürek yangınlarımız nasıl sönerdi
bağdaş kurmak ayıptı
iki diz üstünde bir sağa bir sola
yurttan sesler korosu / olmadı mı
bir hava tuttururdu babam
geceye yıldız düşürür gibi
gel asumanım kaşı kemanım”
“efendim aşkınla işte püryanım”
gece hüzünlere uzardı
bir bozlak okunmaya görsün
“hısımdan iyi olur el bazı bazı”
“Şem’i ecel camın içti gidiyor”
“bundan ince kaş olsa
konyalılar başolmaz”
“şarap içtim testiden”
yalan vallahi yalan
sadece türkülere sığardı
TAHİR SAKMAN
BABAANNEM HÂLÂ ÇOK GÜNCEL (ŞAM HIRKASI)
BABAANNEM HÂLÂ ÇOK GÜNCEL (ŞAM HIRKASI)
Yapış derler yapışacak bir dal yok
Rahmetli babaanneme ait olduğunu söylerdi babam bu dörtlüğün ama gerisini bilmiyorum, belli ki kuvvetli bir söyleyişi vardı babaannemin…
Başka dörtlükleri de var; irticali söylediği ama bu kıtanın benim indimde yeri çok büyük hele ki bu günlerde…
Babaannem Hacı Vesile Sakman… Tipik bir Konya kadını;
bürgüsüyle (örtüsüyle) ayağında şalvarıyla, mest lastiğiyle ve özel günlerde
giydiği “yandım alamadım”ıyla hepimizin ninelerinden bir tanesi…
Onu çok özlüyorum…
“Memedim Memedim/Guzu gibi meledim” derdi derdi yüzüme bakarak… Bense anlamazdım; o çocuk aklımla gülerdim, en saf duygularımla…
Kocası Hakkı Efendi, Şam cephesinde askerdir, tıpkı diğer Anadolu uşakları gibi… aşure günü yaptığı aşureyi “Hakkı da bir datsın” diyerek aylarca kuyudan kuyuya gezdirdiğini biliyoruz… Hakkı dedemin o aşureyi tadamadan göçtüğünü de…
“Yapış derler yapışacak bir dal yok”, var mı?
Nereye yapışmaya kalksak, elimize yapışıyor, elimiz yanıyor dahası suratımıza bir şamar gibi inen etiketlerin içinde yaşamaya çalışıyoruz.
Hayat pahalı… hayat elbet pahalı olacak o kadar da ucuz değil ama… hayatı yaşanılmaz hâle getirdiğinizin de ne zaman farkına varacaksınız?
Ya babaannem? Bir başına kucağında küçük bir çocuk… nereye yapışmalı… Dünün Konya’sında zaten halk yoksul?
“Söyle derler söylemeye mecal yok”, babaannemin döneminde söylemeye mecalsiz bırakan neydi bilmiyorum ama şimdilerde neden mecalimizin olmadığını iyi biliyorum…
Savaşlar, yıkımlar, yalnızlıklar olmalı, babaannemde mecal bırakmayan; tek başına, gepe genç şehit eşinin aziz hatırasını diri tutmaya çalışarak tek başına ayakta kalma mücadelesi… ve yapışacak bir dal yok!
Siz bilmezsiniz o günleri:
Yağmurlu, soğuk bir günde aç kalmayı da… sonra komşular; Ermeni, Rum; birisi yağ verir, birisi bulgur… O bulgur pilavını altın bir tabakta, altın bir kaşıkla göklerden sunulan bir armağan gibi yer misiniz?
Babaannem ve babam o pilavı yerler, tadı anlatılamaz!
Siz bilmezsiniz o tadı… Ya helal lokma ya yetim hakkı?
“İller libas giymiş sorgu sual yok” … soramazsınız ki… size hizmet etsin diye seçtiğiniz adamlar…
Bu onların seçimi değildi ki? Siz yaptınız…
Ne zaman sordunuz… hiçbir zaman…
Üç, beş maaşlılar sözüm size… vatandaş boğulurken iyi misiniz?
“Size atlas libaslar bize Sümerbank bezi” diyeceğim ama o da yok!
Belki de en vurucu kısım burası dörtlükte… Bu “Şam hırkası” öyle değersiz olmalı ki… ama onu bile yasak etmişler…
Ninemin anlattığı hangi yasaktı bilmiyorum ama mecaz olmalı… Şam hırkası!
Başka türlü anlatmaya imkân bulamamış olmalı! Sanatın
önünde duramazsınız; o bir şekilde söyler söyleyeceğini, gerisi sizin
ferasetinize kalmış…
Şam hırkası… Şöyle de düşünebilirsiniz; konuşmanız günümüzün Şam hırkası olabilir mi? Ya yazmanız hangi ilin hırkasıdır?
Bütün bir gece, bu Şam hırkasını düşüneceğim...
TAHİR SAKMAN