19 Aralık 1998 yılında Yeni Meram gazetesindeki “Aynadaki Sesler”
isimli köşemde yazmıştım:
Şehrimizde bunca yıldır eksikliği hissedilmesine rağmen Konya türkülerini otantik
şekliyle okuyacak bir Konya halk türküleri korosunun gerekliliğinden
bahsetmiştim.
O dönemde konuyla ilgili çok yayım yaptığımı hatırlıyorum, her ne kadar
yerel yönetimlerde olmasa da Konya İl Kültür Müdürü Sayın Osman Siviloğlu
döneminde yerel sanatçılarımızla bir toplantı gerçekleştirerek bir koro kurulmuş
ancak topluluğu oluşturan arkadaşlarımızın beklentilerinin karşılanamaması
nedeniyle uzun ömürlü olamamıştı.
Geçmiş dönemlerde başarılı çalışmalar yapan Konya Halkevi’nde oluşturulan
korolar da Halkevi’nin kapatılması neticesi tarihin sayfalarına gömülmüştü.
Ama Konya türkülerine gönül veren arkadaşlarımızın varlığı her dönem kendini
göstermiş ata yadigârı, atalarımızın sesi, soluğu olan türkülerimizin gelecek kuşaklara
taşıma işini başarıyla üstlenmişlerdir.
Bu arkadaşlarımızdan bazıları dernekler kurarak çalışmalarını daha organize
bir şekilde sürdürmeye çalışmalarına rağmen yeterli ilgiyi hiçbir zaman görememişler,
kendi imkânlarıyla ve tamamen amatör heyecanlarla önemli başarılara imza
atmışlar, yurdun çeşitli yörelerinde yapılan yarışmalarda ilimizi başarıyla
temsil etmişler, birincilikler kazanmışlardır.
Peki, ilin veya kültürümüze sahip çıkması gerekenlerin ötesi; işi, görevi
bu olan insanların bundan haberi var mıdır?
Tabii ki vardır; mesela yıllardır bu arkadaşlarımıza bir salon tahsisi
yapılamadığından, sanayide, bu işlere meraklı bir Konyalının dükkânını tahsis
etmesiyle ancak çalışabilmektedirler. Bu mudur hak ettikleri?
Elbette budur…
Yıllardır yerel yönetimin başında olanların pek çoğundan söz alınmasına
rağmen bir türlü, bir salonu bırakın, bir oda tahsisi bile mümkün olamamıştır. Birçok
derneğe yer bulan yerel yönetimlerin, bu arkadaşlarımıza bir odayı ile çok
görmesi elbette manidardır!
Söz konusu yazıda geçmiş dönemlerde Sille’de yetişen saz şairlerimize de
atıfta bulunmuş ve şehrimizde neden bir âşıklar kahvesinin olmayışını sormuştum
ki bu konuda da çok söyleyeceklerim var ama onu başka bir yazıya bırakıyorum.
Söz konusu yazı metnini aşağıda sunuyorum, okuduğunuz zaman geçen 24 yılda
bir arpa boyu bile olsun bir mesafe katetmediğimizi anlayacaksınız.
Yani kısaca Konya, değişen bir şey yok!
Bunun en büyük sorumlusu da tabii ki benim ve benim gibi şehir folkloru
için çırpınan bir avuç insandır. Galiba size bir özür borcum var Konya!
Kayda geçirmeye çalıştığım türküler ve yazdığım onca yazı için özür
dilerim…
Ama biz yine yazmaya, türkülerimizi çalıp söylemeye devam edeceğiz; onlar
için de şimdiden sizden özür dilerim…
Peşin peşin Konya, peşin peşin…
KONYA HALK TÜRKÜLERİ KOROSU
Vuslatının 725. yılı nedeniyle
düzenlenen Mevlâna Haftası’nda şehrimiz birçok kültür etkinliğine sahne oldu.
Dünyanın dört bin yanından gelen, Hz. Pir’in aşıkları şehrimizin manevi
havasının hissedilir derecede yoğunlaşmasına neden oldu. Yedi iklimin, şeş cihetin
gönül dostları, arifleri içimizde yeni çerağların yanmasına vesile oldu.
Daha önceleri birçok kez Konya türküleri
üzerindeki Mevlevi etkilerini yazmıştık. Şurası muhakkak ki; Konya türküleri
üzerinde Mevlevi etkileri olduğu kadar, Mevlevi müziğinde de daha doğrusu
Mevlevi tarikatının ilahi aşk yolunda müziği kullanmasında, Konya’daki müzik
hayatının da önemli bir rolü olduğu asla göz ardı edilmemelidir.
Rebaba bir kiriş [tel] ilave
edebilecek kadar müzik bilgisine sahip olan Hz. Mevlâna, “Bana da şiir
söylemek gerek, hangi kumaşı alıyorlar, buna dikkat eder de onu alır, onu
satar, isterse matahların en aşağısı olsun. Bizim ilimizde, bizim toplumumuzda
şairlikten daha ayıp bir iş yoktu. O ilde kalsaydık onların yordamına uygun
ömür sürer, ders vermek, kitaplar meydana getirmek, öğüt verip vaaz etmek, zahitlikte
bulunmak, ibadetlere koyulmak gibi onların istedikleri şeylere sarılırdık.” diyerek, Konya’da şiire
ve müziğe olan talebi ortaya koymuştur.
Selçuklu Konya’sında müziğe ilgi
o kadar fazladır ki, “nefir ve buk” gibi adlarla anılan madeni borunun Konya’da
icat edildiğini Evliya Çelebi nakletmektedir. Düz bir boruyu büküp müzik
aleti yapan teknoloji, o günün batı dünyasında mevcut değildi. Batının trompet
isimli enstrümanına benzeyen, böyle bir müzik aletinin Selçuklu Konya’sında
yapılabilmiş olması, şehrimizdeki sanat potansiyelini ortaya koymaktadır.
“Mevlâna’nın hayatta iken, halkın
saza düşkünlüğünden faydalanmış olmak üzere meydan çalgılarına da sırasında baş
vurduğunu, bundan da davul zurnanın o zamanki Konya halkı arasında şimdi
olduğundan daha çok sevildiği ve coşkunluk amili olabildiği anlaşılıyor.
Keramat-ı Hazreti Mevlâna adlı eserde “Mevlâna’nın bir gün Sultan Rüknettin’e
halk üzerindeki intibalarını göstermek üzere nekkareler, nefir, küs, zuma
çaldırdığını ve ses üzerine halkın toplandığını” okuyoruz.
Yine Selçuklu Konya’sında Hz.
Mevlâna, Ziyaettin Hanı’nda rakseden “Çengi Tavus” ismiyle tanınan oyuncu
kadının davetine “Davete icabet gerek” diyerek gitmiş ve daha sonraları Çengi
Tavus’u irşad ederek zamanın Rabia’sı mertebesine getirmiştir. Ölümünden sonra üzerine
türbe yapılmış önemli ziyaret yerlerinden biri olmuştur.
Görülüyor ki bu şehrin müzik ile
irtibatı çok eskilere dayanmaktadır. Geçmişte böylesine müzik ve kültür
potansiyeline sahip olan şehrimizde, günümüzde de bazı etkinlikler sürdürülse
de özellikle folklor alanında büyük bir organizasyon eksikliği göze
çarpmaktadır.
Organizasyon eksikliği diyorum,
çünkü şehrimizin folkloru o kadar zengindir ki başka hiçbir yörede bulamayacağınız
güzellikleri Konya folklorunda bulursunuz. Ancak bunları sanat kamuoyunun
alakasına sunacak bir yapılanma mevcut değildir.
Konya Büyükşehir Belediyesi’nin
ve diğer ilçe belediyelerinin kültür faaliyetleri konusunda ne kadar titiz
olduğu malumunuzdur. Büyükşehir Belediyesi’nin bir bandosu, bir mehter takımı
ve Türk tasavvuf musiki korosu olduğu ne kadar sevindiricisiyse Konya halk türküleri
topluluğunun olmayışı ise o kadar üzücüdür.
Gerçek sanatın halk sanatları
olduğunun bilincinde olarak, belediyemizden böyle bir topluluğun kurulmasına
önayak olmasını istemek en tabii hakkımızdır.
Konya türküleri on bin yıllık medeniyetin,
bin yıllık bir sentezin imbiğinden geçen sanat eserleridir. Konya türküleri
Türk-Anadolu türkülerinin klasikleridir. Türkülerimizi “oturak havaları” [burada
kastedilen, Konya oturakları değildir; âlemlerdir] olarak görmek yanlışların en
büyüğüdür. Türkülerimize sahip çıkmanın zamanı gelmiştir.
Nuri Cennet, Memduh Derin, Ahmet
Özdemir, Kemal Pekçağlar, Köksal Tosun Saim Kayhan, Muharrem Ezder, Osman
Erdem, İbrahim Pala, Yalçın Meydan, Mustafa Kazanova, Mehmet Yalçın ve daha
birçokları gibi Konya türkülerine gönül vermiş; ustalarından öğrendikleri gibi
“Gonya ağzıyla, Gonya tavrıyla” türkülerimizi yaşatmaya çalışan bir avuç halk
sanatçılarımızın kıymetini bilip, onları bir araya getirerek türkülerimizin
gelecek asırlarda da söylenmesi için Konya Halk Türküleri Topluluğu’nu kurmalıyız.
Bu şehirde yarım asra yakın, otuz
küsur yıldır Âşıklar Bayramı yapılır. (Yapan kişileri ve kuruluştan tenzih
ediyorum) ancak bir tane bile âşıklar kahvesi yoktur. Bu sizce, bir çelişkiyi
ifade etmiyor mu? Bu şehrin taşı toprağı âşıklar tarafından yoğrulmuştur.
Yalnızca Sille’de yüz dolayında saz şairi yetiştiğini bilmeyen yoktur. Geçmişte
şehrimizde bulunan üç adet âşıklar kahvesinin yerinde bugün yeller esmektedir.
Saz ile şiir söylemek kökü Orta
Asya’ya dayanan köklü bir geleneğimizdir, Onu yaşatmak boynumuzun borcu
olmalıdır.
Son söz: Folklor değerlerimize
bir sahip aranıyor!
TAHİR SAKMAN