YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Ağustos, 2022

YAVAŞ!

Ağustos 20022 Tahir Sakman


“Yavaş Tahir” derdi merhum Seyit Küçükbezirci…

Sanki kendimle bir yarış içindeydim; yavaş Tahir… yoksa yarışım hayatla mıydı? Oysa hayatla yarışılamazdı ki! Ama bir tek şeyden emindim; hayata yetişmekti, hayata geç kalmamak üzerineydi kaygılarım…

Sevgili dostlar, son dönemlerde yaşadığım yoğunluklar beni biraz yıpratmış olmalı ki bir süredir sizlerden uzak kaldım. Nükseden vertigo; bilgisayar, telefon ve TV’den uzaklaşmama neden oldu. Gözlerimdeki astigmat da uzun süre dijital ortamlarda bulunmamı ve yazmamı engellemeye başladı.

Aslında iyi de oldu… Kendime gerçekten zaman ayırdığımı hissettim ancak yazma gibi bir tutkumuz vardı ve yazılacak / söylenecek daha o kadar çok şey var ki… uzun yıllardır muhtelif mecralarda yazdığım kültürel makaleleri topladığım kitabın son aşamasına geldim, bin sayfayı geçti. Önümüzdeki aylarda bitirmeyi umuyorum. Sonra ramazanlarda söylediğim manileri, yeni baştan toplamak istiyorum sonra “Size Rağmen Yaşadım” isimli çalışmam da -tam annemi yazacağım sırada- annemi kaybetmem nedeniyle sekteye uğradı, ona da bir dönüş yapmak istiyorum.

T. Sakman

Yavaşlamam gerekiyor güya… ama dünya yavaşlamıyor? Hem sadece dönen başım değil ki; sanki dünya dönmüyor, bu dünya bir dursa, başımın dönmesi de geçecek! Yani “Mevlâna torunuyuz, döneriz!” dediysek, bu kadarını da kastetmemiştik!

Her neyse dostlar, güven ve sevgi dolu olarak; hayatla uyum içinde olmayı seçerken, kendimi ve tüm evreni olduğu gibi görmekten mutlu olduğumu özellikle belirtmek isterim.

Yine, yeniden, hep yeniden; yarışmadan ama yavaşlamadan, hayatın bana sunduğu armağanlara doğru, çizdiğim rota üzerinde her ne varsa sevgiyle kucaklıyorum.

Sizleri seviyorum…

TAHİR SAKMAN

 Tahir Sakman, Haziran 2022


 



18 Ağustos, 2022

BİR ANI BİR BELGE

©T. Sakman Arşivi. Samsun Lâdik Köy Enstitüsü Bandosu, şef Mazhar Sakman yanındaki küçük çocuk büyük abim merhum Ecz. Raci Hakkı Sakman'dır.

Son dönemlerde kaybettiğimiz değerlerden birisi de folklorcu Mazhar Sakman’dır. Çok çalkantılı bir hayat geçiren Mazhar Sakman, çok yönlü bir sanatçıdır. Konya’nın geleneksel 12 telli divan sazının son temsilcilerinden biri sayılmasının yanı sıra aynı zamanda tamburidir de... Ben burada Mazhar Sakman'ın az bilinen bir yönünü, bando muallimliğini anlatacağım.


Askerliğini Konya’da 5. Tümen Bandosu’nda yapan Mazhar Sakman; tezkere bıraktıktan sonra Ankara’da Mızıka Tatbikat Mektebi’ni bitirmiş ve bando astsubayı olarak yurdun birçok yerinde görev yapmıştır.

O günlerden kalan bir hatıra...

1944 yılının sonunda ordudan istifa eden sanatçı, Milli Eğitim’e müracaat ederek, Samsun Lâdik Köy Enstitüsü’ne müzik öğretmeni olarak atanır. Samsun Lâdik’te köy çocuklarından 40 kişilik armoni mızıkası kurar. Köy çocuklan o kadar başarılı olurlar ki; karşılarında Mazhar Sakman’ın deyimiyle, Samsun’da bulunan 15. Fırka Bandosu “hesap çıkaramaz.”


O dönemlerde tanıştığı Âşık Veysel’le olan anılarını zaman zaman kendisinden dinlemişimdir. 12 telliye dokunduğu zaman bir gün Âşık Veysel’in “saz çalmak da Konya uşağına ver be” dediğini yaşadığı şehir adına gururla söylerdi.


Bir dalda duramayan mizacı yüzünden Samsun Lâdik Köy Enstitüsü’ndeki müzik öğretmenliği görevinden de istifa eden Mazhar Sakman Konya’ya döner. O artık Konya oturak âlemlerinin değişmez simasıdır...


Belediye başkanlarımızdan, merhum Ahmet Hilmi Nalçacı döneminde belediye bandosu kurulur. O günün mahalli gazetelerinden öğrendiğimize göre, belediye bandosu şefliğine Mazhar Sakman adaydır, ancak bu gerçekleşmez.


Daha sonra Mazhar Sakman A. Hilmi Nalçacı’ya bir dilekçe verir. Dilekçede; Konya Belediye Bandosu’nda bulunması gereken vasıflan sıralar ve çok ilginçtir, halkı ziraatla geçinen bir şehirde nice bandocu yetiştiğini anlatır. Dilekçenin sonunda ise Mazhar Sakman, Samsun Lâdik Köy Enstitüsü’nde müzik öğretmeniyken dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile olan bir anısını anlatır:

 

Sayın Ahmet Hilmi Nalçacı - Belediye Başkanı KONYA.


Konya Belediyesi’nin müsmir [verimli] faaliyetleri cümlesinden olarak bir bando mızıka kurulmakta olduğunu memnuniyetle müşahede etmekteyim. Ancak bu teşekkülde görülen fuzuli masraf ve aksaklıkları bu şehrin yetiştirdiği eski bir bando muallimi olarak zatıalilerine arzı bir vazife telaki ettiğimden bildiriyorum şöyle ki:


1)    Bando mızıkalarda garp musikisinin bütün şuabatına [şubelerine] vakıf ve hatta alaturka makamatı dahi meşk etmiş mesleğin ehli bir muallim olup, bu muallim bandodaki bütün enstrümanları, enstrümanların pozisyonlarını bilmesi gerektiği gibi herhangi bir parçayı bandoya aranje eder.
 
2)    Bir bandoda öyle 4-5 vs. muallimler olmaz, olamaz. Bilfarz kornetlerin bir muallimi klarnetlerin bir muallimi olmaz, yukarda izah edildiği gibi bir muallim hepsini talim eder.
 
3)    Ayrıca fazla fahiş ücret ödeyerek muallim muavinine lüzum yoktur. Muallim, elemanların içinden en kabiliyetlisini kendine muavin tayin eder.
 
4)    Birinci bentte bahsettiğim gibi; muallimin alaturka musikiyi meşk etmesi, makamatı hakkıyla bilmesi şarttır. Zira herhangi bir konserde sırf marş, potpuri, roman, uvertür, vals ile iş yürüyemez zira ülkemiz şark ülkesi, şehrimiz tarihi Konya şehri Mevlâna diyarıdır. Burada alaturkadan da peşrevler, saz semaileri de dinlemek, hatta nihavent gibi alafrangaya yakın makamattan da parçalar icra edilmeli, çeyrek ses bulunmayan makamlar seçerek Mevlevi musikisinden örnekler verilmelidir. Şurasını da hemen kaydedeyim ki; bando muallimi halk musikisini (yani folklor) de bihakkın bilmeli bu Orta Anadolu’nun ünlü şehrinde mahalli türküleri derleyerek bandoya aranje etmelidir.
 
5)    Bu şehrin musiki ile İrtibatı çok eski bir tarihe dayanır. Din ile musikiyi mezcettirmeye [birbirine katmak, karıştırmak] azmeden ve onu sema ile süsleyen büyük mütefekkir bu şehirden yetişmiştir. Meşhur Şem’i Baba Konya Methiyesi’nde (Hor gezer ademleri amma veli irfan olur) dememiş midir? Eğer bizi alayiş, çalım ve gösteriş ile aldatmaya çalışıyorlarsa kendileri aldanırlar.
 
6)    Bu şehrin musiki severleri senelerce orduya bando muallimi yetiştiren ünlü Sanayi Mektebi mızıka muallimi Ali Baba’ları, İstiklal Marşı bestekârı M. Zeki Bey’leri, Bando Muallimi M. Sıtkıları, birçok marşların bestekârı meşhur Bahriyeli Hacı Recepleri, Darül Muallim’in musiki muallimi piyanist Necmi’leri, büğlücü Mehmet Efendi’leri vs. görmüş, kendilerinden feyz almış, sohbette bulunmuştur. Meşhur İzmir Marşı bestekârı Mızıka Feriki Mehmet Ali Paşa’nın Konya’da uzun müddet kaldığı ve dergâh musikisinden feyz aldığı söylenir.
 
7)    Daha dün, Sanayi Mektebi Mızıkası’ndan yetişen marangoz İsmail Hakkı Efendi hiç yoktan ve hiç yardım görmeden Halkevi mızıkasını yetiştirmiş, çok kuvvetli bir bandoyu gözlerimizin önüne sermiştir. Ben acizane, bizzat o zaman Mızıka Gedikli Başçavuşu idim. Onun icra ettirdiği uvertür ve potpurileri doğrusu bizim arkadaşlardan beceremeyenleri müşahede ettim. Aynen musikinin (M) sine vakıf olmayan Samsun Lâdik Öğretmen Okulu’nda 40 kişilik armoni mızıkasını kurdurduğum zaman Samsun 15. Fırkası karşımda hesap çıkaramamıştır. Merhum Hasan Ali Yücel’in bando ile istikbalimizde; sizin memleket neresi? Ben de Konya deyince “Şuna musikinin membaı deyiver gitsin” diye memnuniyetini izhar etmek istemiştir.
 
8)    Halen o kadar muallime nazaran 24 gamı bile layıkıyla icra edemeyen ve nahoş sedalarla kulakları tırmalayan bandonuz, maatteessüf çok atıl hareket ettiğini de belirtmek isterim.
 
9)    Hülasa: Bütün vaziyeti size samimane ve hilaf katmadan bu şehirli olmak hasebiyle arz ettim.  Beni muallim getirsinler veya başka bir maddi menfaat gözetmek hatırımdan geçmez. Tek muallim olur, beş muallim olmaz, iş de yürümez. Şehrin giden paralarına da yazıktır. Çok istirham ederim başka bir husus hatırınıza gelmesin. Sizi ikaz değil, bir hatırlatmak isterim. Selam ve hürmetler.
 
Tamburi ve saatçi Mazhar SAKMAN.”

©T. Sakman Arşivi. Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü bandosu bir çalışma esnasındaŞef Mazhar Sakman ile...

Bu dilekçe, ziraatla uğraşan bir kentin Batı müziğine hiç de yabancı olmadığını ve şehrin hafızasında yer etmiş ünlü müzisyenlerin isimlerini zikretmesiyle de ayrı bir önem kazanmaktadır.


Dilekçeden anladığımız kadarıyla şehirde kurulan bandonun yetersizliğinden ve yapılan israflardan bahsederek nelerin eksik olduğu ve nelerin yapılması gerektiği hakkında da önemli açıklamalarda bulunuyor.


Dilekçe de karşımıza çıkan bir hakikat de köy enstitülerinin ne derece önemli hizmetler gördüğüdür. Hayatında batı enstrümanı görmemiş köy çocuklarından bando teşkil ederek askeri bandonun karşısına çıkmak kolay bir iş olmasa gerek. Merhum Sakman kurduğu bu bando ile çok gururlanırdı.

©Foto: T. Sakman Arşivi. Resmi bir karşılama töreninde...

Çocukluğumun hatıraları arasında yer eden bando ile ilgili sohbetlerde babam sonraları belediye bandosuna şef olarak atanan Asaf Bey ile Batı müziği üzerine konuşurlar, babam Asaf Bey’e “sen ne zaman bandocu oldun” diyerek takılırdı, sanırım Asaf Bey de eski bir bando astsubayıydı.


Dilekçede dikkat çeken bir başka önemli nokta ise şehir folklorundan bahsederek Konya türkülerinin aranje edilmesi gerekliliği üzerinedir. Dilekçede bahsedilen Halkevi bandosu bunu yapmış mıdır bilmiyoruz ama şehrin müzik hayatının bu kadar canlı olmasına da bugünkü anlayış çerçevesinde baktığımız zaman hayretler içinde kalmamak mümkün olamıyor.

©Foto: T. Sakman Arşivi. Muhtemelen bir bayram kutlamalarında...

O dönemlerde merhum Sakman’a bando şefliği teklif edildiğini ama bu teklifi o sanırım “özgürlüğüm elimden gider” kaygısıyla kabul etmemiştir; çünkü Konya oturaklarına olan düşkünlüğü bando çalışmalarını ister istemez olumsuz etkileyecektir. O dönemlerde özellikle köy oturaklarının günlerce sürdüğü gerçeği bunu düşündürmektedir. M. Sakman başına buyruk olması nedeniyle böyle bir teklifi geri çevirmiş olmalıdır ki Konya için bu çok büyük bir kayıp olmuştur. Bir şekilde razı edilebilseydi Konya türkülerini bando için aranje edilmiş şekliyle dinleme imkânına yıllar öncesi kavuşmuş olacaktık.


TAHİR SAKMAN

©T. Sakman. Mazhar Sakman ve Samsun Lâdik Köy Enstitüsü Bandosu bir resmi geçitte...


15 Ağustos, 2022

DEDE BAHÇESİ’NDE DÜŞ BÜYÜTÜYORUM

Foto: T. Sakman. Kültür Park'ın içinde yer alan Dede Bahçesi.


Geçen yıl böyle bir paylaşımda bulunmuştum; Dede Bahçesi’ndeki anılarımın gölgesinde kalarak… Şu an Kültür Park olan isminin daha önceleri Suriyeli Parkı olarak değiştirilmesi ironisiyle paylaşımlar da yapmıştım.


Ve asıl ismine rücu edilmesini yani Dede Bahçesi ismine dönülmesinin tarihi bir anlamı olacağının yanı sıra şehrimizdeki zarif Mevlevi kültürünün de yaşatılmasına bir katkı olacağı şeklinde de paylaşımlar yapmıştım. Dede Bahçesi parkın içinde sadece küçük bir alanda kurulu olan çay bahçesine verilen bir isim olarak kalmamalıdır.


Duyuldu mu?


Tabii ki duyulmadı hatta tartışmaya, konuşmaya bile açılmasına gerek duyulmadı…
Doğrusu şehirde yaşayan ahalinin ben artık Konyalı olduklarından bile şüpheye başladım!


Alınmayın canım…


Ya da en iyisi alının hem de çok çok alının, alınabildiğiniz kadar alının; çünkü şehir adına, şehir harsının, folklorunun korunması adına neler yaptığınızı geçiniz ne düşündüğünüzü veya ne düşünmediğinizin nedenlerini bir sorgulayın!


Ve isterseniz söz konusu yazımı bir daha okuyun!


TAHİR SAKMAN

 

Foto: T. Sakman

DEDE BAHÇESİ'NDE DÜŞ BÜYÜTÜYORUM!


Dün akşam Dede Bahçesi’ndeydim…


Yani şimdilerde “Kültür Park” dediğiniz yerde… Ve Dede Bahçesi ismi verilen Kafem’de çay içerken anılar canlanmaya başladı…


Bu alan Dedelerden kalma yani Mevlevîlerden…


Malum bizim dedelerimiz biraz bohemdirler, zevk sahibidirler; hayatın hep içinde olmuşlardır. Aristokrattırlar diyemeyiz ama kendi içlerinde bir hiyerarşi kurup kendi âlemlerinde yaşamışlardır.


Bu bahçe de o günlerden kalma. İsmi bile çok güzel Dede Bahçesi…


Çocukluğumun bir bölümü orada geçti. Milattan önce…


Ortada büyük bir havuz vardı ve kayıkla gezilirdi ki bize derya, deniz gelirdi. Akşamları orkestra çalardı. Dans edildiğini ilk orada görmüştüm, ilk şiirimi de orada okumuştum bir akşam… o günlerin çocuksu heyecanıyla okuduğum şiirlerin hayatıma sonraları yön vereceğini bilemezdim tabii…


Ama benim kabahatim değildi hem vallahi hem billahi, o gün orada beni alkışlamasaydınız, narsis duygularımı kabartmasaydınız! Bütün suç sizin, çekin şimdi, bunu çoktan hak ettiniz!


Sonraları fuar alanı olarak belirlendi ve uzun yıllar hizmet etti. Küçüktü, İzmir Fuarı gibi değildi ama olsun, bizimdi ve ağustos akşamlarının bunaltıcı sıcağından kaçan Konyalıların buluşma noktası olmuştu. Ağustos akşamlarımız renklenmişti.


Sonraları bir şeyler oldu…


Fuar kimilerine ters (!) gelmeye başladı önce etkisinin yitirilmesi sağlandı sonra… “başka yere taşınacak, burası küçük geliyor” denildi ve kapatıldı…


Şehir dışında bir alanın sağı solu düzeltildi birkaç fotoğraf, hepsi o kadar, unutuldu gitti…


Bizim Dede Bahçesi kaderine terk edildi uzun süre… ki içinden bile geçmek cesaret isteyen bir yere dönüştü, gaspçılar bile türemişti… Sonra "satıldı, satılacak" spekülasyonlarına; belediye, yeniden el atarak ve adını Kültür Park olarak değiştirerek yeni bir peyzaj ile son verdi.


Önce İl Halk Kütüphanesi sonra Komek ve Millet Kıraathanesi yapılarak kültür hayatımıza kazandırıldı.


Yaz akşamlarımıza yine serin bir nefes sunuyordu… Şimdilerde ise Suriyeliler keyfini çıkarıyor. Konyalı büyük oranda Kültür Park’ı terk etmiş durumda.


Kültür Park ismi bana çok sıradan geliyor nedense… oysa Dede Bahçesi daha bir bizden, Konyalının kendi koyduğu isim ve daha da çok yakışıyor.


Yani diyorum ki Dede Bahçesi ismine geri mi dönsek? Tarihi bir anlamı olacak ve her söylenişinde dedelerimizin ruhları şad olacak, hatırlanacak gibi geliyor bana…


Bana bakmayın, ben zaten hep Dede Bahçesi diyorum. Çocukluğumda olduğu gibi yine buralardayım, günümün çoğunda Dede Bahçesi’nde hatıraları canlandırmanın peşindeyim.


Bir gün sizi de beklerim efendim!


Bir şiirimde /dede bahçesi’nde açan düşlerimdi/ akasyalarda kokan hasretim/ demiştim ve ben hâlâ Dede Bahçesi’nde açan düşlerimi büyütmenin peşindeyim ya siz?


Bir başka şiirimde ise /alâaddin tepesi'nde kayarken çocukluğum/ dede bahçesi’nde büyüdük sevdalara/ demiştim…


Büyüdük mü, tabii ki hayır, büyümeye de hiç niyetim yok; kış gelsin, kar yağsın Alâaddin Tepesi’nin, Dede Bahçesi'ne bakan tarafındaki yokuştan nasıl zılacağım bir görün!


TAHİR SAKMAN

Foto: T. Sakman


12 Ağustos, 2022

BİZİM OĞLAN VEYA EKMEĞİ YANINDAN ÇIRAK

Bizim oğlanlardan Tahir Sakman


Her şehirde vardır…


Her şehrin bir “bizim oğlanı” vardır…


Kafanızı kaldırıp bakarsanız çevrenizde görebilirsiniz onları yani bizim oğlanları...


Her işe… “hıyarım” diyenlere tuz olup koşarlar… her yerde onları görebilirsiniz ama onların asıl göründükleri yer; kültürdür, sanattır, edebiyattır… bunlar aynı zamanda gönüllüdürler; kendiliklerinden her işe “maydanoz” olmalarıyla da ünlüdürler…


Böyle olmalarına karşın bu bizim oğlanlar, en son akla gelenlerdir aynı zamanda; nasılsa bizim oğlandır, nasılsa ulaşmak kolaydır, nasılsa gönüllüdür ya… bir sırtını sıvazladık mı olur biter… oturduğumuz yerden bir seslensek koşar gelirler! Hazır kıtadırlar, “atları çakılı, tüfekleri sıkılı” 24 saat tetiktedirler, koşmak için bir ses beklerler!


Beklentileri yoktur kimseden… bu bizim oğlanlar akçe işleriyle(!) uğraşmadıklarından, ahali zanneder ki bu bizim olanlar, taş köküyle beslenmeyi de öğrenmişlerdir…


Kimseye eyvallahları da olmamıştır bugüne kadar, ki bundan sonra da hiç olmayacaktır!


Adınız çıkmıştır: bir kere bizim oğlan oldunuz mu dönüşü de yoktur ve herkes sizi, istediği gibi kullanabileceğini sanır… siz, onlar için ekmeği yanından çıraksınızdır artık ve siz, onlara ekmeği yanından çıraklık yaparken, size ekmeği yanından çıraklık yaptırdıkları için şükran duymanızı bile beklerler…


Sizin bir kalbiniz yoktur, siz kırılmazsınız, alınmazsınız; çünkü siz, bir bizim oğlansınız…


Nereden mi biliyorum tüm bunları?


Çünkü, ben de bir bizim oğlanım da ondan…


Bizim oğlanın notu: Daha yazacağım çok şey var ama şimdilik bu kadar…


TAHİR SAKMAN

  

11 Ağustos, 2022

BİR AĞAÇ BİR CAN


Nesin Vakfı'nın zeytinliğinden ne istediniz?


40 dönüm zeytinliği yakmışlar...


Biz ne ara bu hâle düştük?


Haydi diyelim ki vakfı beğenmediniz... zeytin ağacını da mı beğenmediniz?


Bu yakmak için bir sebep midir kuzum?


Hani Kur’an’da ismi geçen üç meyveden bir tanesi olan zeytinin ağacına da mı düşmansınız?


Her beğenmediğinizi böyle yakacak mısınız?


Bizim geleneğimizde yeşil bir can asla yakılmaz; "yakmak, Allah'a mahsus" denilirdi.
Ağacı yakacak kadar...  ne oldu bize böyle?


/bir ağaç bir can
 bir can bir orman
 yeşertilir yürekle
 saygıdır sevgidir
 insanın olduğu yerde/
 
TAHİR SAKMAN

10 Ağustos, 2022

TÜRK EDEBİYATI İSİMLER SÖZLÜĞÜ

 


Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü’nde bu fakir de (Derviş Ozan, Mehmet Tahir Sakman) yer almış. Oldukça hacimli bir eser. Böyle bir eseri hazırlamanın kolay olmayacağını bilenlerden olduğum için öncelikli olarak Üniversiteye ve tüm emeği geçenlere teşekkür ederim.

“Mutat olduğu üzere” mi desem bilemedim ama daha öncede yer aldığım benzer eserlerde de olduğu gibi gerek biyografim ve gerekse eserlerimin sayısı burada da eksik olarak yer almış.

Söz konusu eserde “Dünden Bugüne Konya Oturakları, Aşk Yoksa Yaşam Yok, Aşk Gittiği Yere Kadar, Maria ve Kırmızı Yazılar” isimli beş kitabım yer almış, oysa fakirin bunların haricinde;  “Bir Hayat Yetmez, Konyalı Mazhar Sakman'dan Türküler, Hasret Sevgiden Öte, Söylesem Güç Yetmez Sussam İşkence, Yasa dışı Aşk, Ramazan Manileri, Leyla’dan Mevlâ’ya Cennete Yürüyüş” isimlerinde yedi kitabı daha var.

Bu kadar hacimli bir eserde günceli yakalamanın zor olduğunun bilincinde olarak; edebiyatımıza böylesine dev bir kaynak eser kazandırdıkları için tüm emeği geçenleri tekrar kutluyorum.

Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin hazırladığı bu dev esere dijital ortamda da ulaşmak isteyenler için link: http://teis.yesevi.edu.tr/anasayfa

Not: Eksik olarak yer alan biyografim ve kitaplarım için Üniversite nezdinde bildirimde bulundum, en kısa sürede, en azından dijital ortamda düzeltileceğini umuyorum.

TAHİR SAKMAN


09 Ağustos, 2022

PEŞİN PEŞİN ÖZÜR DİLEMEK!



19 Aralık 1998 yılında Yeni Meram gazetesindeki “Aynadaki Sesler” isimli köşemde yazmıştım:

Şehrimizde bunca yıldır eksikliği hissedilmesine rağmen Konya türkülerini otantik şekliyle okuyacak bir Konya halk türküleri korosunun gerekliliğinden bahsetmiştim.

O dönemde konuyla ilgili çok yayım yaptığımı hatırlıyorum, her ne kadar yerel yönetimlerde olmasa da Konya İl Kültür Müdürü Sayın Osman Siviloğlu döneminde yerel sanatçılarımızla bir toplantı gerçekleştirerek bir koro kurulmuş ancak topluluğu oluşturan arkadaşlarımızın beklentilerinin karşılanamaması nedeniyle uzun ömürlü olamamıştı.

Geçmiş dönemlerde başarılı çalışmalar yapan Konya Halkevi’nde oluşturulan korolar da Halkevi’nin kapatılması neticesi tarihin sayfalarına gömülmüştü.

Ama Konya türkülerine gönül veren arkadaşlarımızın varlığı her dönem kendini göstermiş ata yadigârı, atalarımızın sesi, soluğu olan türkülerimizin gelecek kuşaklara taşıma işini başarıyla üstlenmişlerdir.

Bu arkadaşlarımızdan bazıları dernekler kurarak çalışmalarını daha organize bir şekilde sürdürmeye çalışmalarına rağmen yeterli ilgiyi hiçbir zaman görememişler, kendi imkânlarıyla ve tamamen amatör heyecanlarla önemli başarılara imza atmışlar, yurdun çeşitli yörelerinde yapılan yarışmalarda ilimizi başarıyla temsil etmişler, birincilikler kazanmışlardır.

Peki, ilin veya kültürümüze sahip çıkması gerekenlerin ötesi; işi, görevi bu olan insanların bundan haberi var mıdır?

Tabii ki vardır; mesela yıllardır bu arkadaşlarımıza bir salon tahsisi yapılamadığından, sanayide, bu işlere meraklı bir Konyalının dükkânını tahsis etmesiyle ancak çalışabilmektedirler. Bu mudur hak ettikleri?

Elbette budur…

Yıllardır yerel yönetimin başında olanların pek çoğundan söz alınmasına rağmen bir türlü, bir salonu bırakın, bir oda tahsisi bile mümkün olamamıştır. Birçok derneğe yer bulan yerel yönetimlerin, bu arkadaşlarımıza bir odayı ile çok görmesi elbette manidardır!

Söz konusu yazıda geçmiş dönemlerde Sille’de yetişen saz şairlerimize de atıfta bulunmuş ve şehrimizde neden bir âşıklar kahvesinin olmayışını sormuştum ki bu konuda da çok söyleyeceklerim var ama onu başka bir yazıya bırakıyorum.

Söz konusu yazı metnini aşağıda sunuyorum, okuduğunuz zaman geçen 24 yılda bir arpa boyu bile olsun bir mesafe katetmediğimizi anlayacaksınız.

Yani kısaca Konya, değişen bir şey yok!

Bunun en büyük sorumlusu da tabii ki benim ve benim gibi şehir folkloru için çırpınan bir avuç insandır. Galiba size bir özür borcum var Konya!

Kayda geçirmeye çalıştığım türküler ve yazdığım onca yazı için özür dilerim…

Ama biz yine yazmaya, türkülerimizi çalıp söylemeye devam edeceğiz; onlar için de şimdiden sizden özür dilerim…

Peşin peşin Konya, peşin peşin…

 

KONYA HALK TÜRKÜLERİ KOROSU

Vuslatının 725. yılı nedeniyle düzenlenen Mevlâna Haftası’nda şehrimiz birçok kültür etkinliğine sahne oldu. Dünyanın dört bin yanından gelen, Hz. Pir’in aşıkları şehrimizin manevi havasının hissedilir derecede yoğunlaşmasına neden oldu. Yedi iklimin, şeş cihetin gönül dostları, arifleri içimizde yeni çerağların yanmasına vesile oldu.

Daha önceleri birçok kez Konya türküleri üzerindeki Mevlevi etkilerini yazmıştık. Şurası muhakkak ki; Konya türküleri üzerinde Mevlevi etkileri olduğu kadar, Mevlevi müziğinde de daha doğrusu Mevlevi tarikatının ilahi aşk yolunda müziği kullanmasında, Konya’daki müzik hayatının da önemli bir rolü olduğu asla göz ardı edilmemelidir.

Rebaba bir kiriş [tel] ilave edebilecek kadar müzik bilgisine sahip olan[1] Hz. Mevlâna, “Bana da şiir söylemek gerek, hangi kumaşı alıyorlar, buna dikkat eder de onu alır, onu satar, isterse matahların en aşağısı olsun. Bizim ilimizde, bizim toplumumuzda şairlikten daha ayıp bir iş yoktu. O ilde kalsaydık onların yordamına uygun ömür sürer, ders vermek, kitaplar meydana getirmek, öğüt verip vaaz etmek, zahitlikte bulunmak, ibadetlere koyulmak gibi onların istedikleri şeylere sarılırdık.[2]” diyerek, Konya’da şiire ve müziğe olan talebi ortaya koymuştur.

Selçuklu Konya’sında müziğe ilgi o kadar fazladır ki, “nefir ve buk” gibi adlarla anılan madeni borunun Konya’da icat edildiğini Evliya Çelebi nakletmektedir.[3] Düz bir boruyu büküp müzik aleti yapan teknoloji, o günün batı dünyasında mevcut değildi. Batının trompet isimli enstrümanına benzeyen, böyle bir müzik aletinin Selçuklu Konya’sında yapılabilmiş olması, şehrimizdeki sanat potansiyelini ortaya koymaktadır.

“Mevlâna’nın hayatta iken, halkın saza düşkünlüğünden faydalanmış olmak üzere meydan çalgılarına da sırasında baş vurduğunu, bundan da davul zurnanın o zamanki Konya halkı arasında şimdi olduğundan daha çok sevildiği ve coşkunluk amili olabildiği anlaşılıyor. Keramat-ı Hazreti Mevlâna adlı eserde “Mevlâna’nın bir gün Sultan Rüknettin’e halk üzerindeki intibalarını göstermek üzere nekkareler, nefir, küs, zuma çaldırdığını ve ses üzerine halkın toplandığını” okuyoruz.[4]

Yine Selçuklu Konya’sında Hz. Mevlâna, Ziyaettin Hanı’nda rakseden “Çengi Tavus” ismiyle tanınan oyuncu kadının davetine “Davete icabet gerek” diyerek gitmiş ve daha sonraları Çengi Tavus’u irşad ederek zamanın Rabia’sı mertebesine getirmiştir.[5] Ölümünden sonra üzerine türbe yapılmış önemli ziyaret yerlerinden biri olmuştur.[6]

Görülüyor ki bu şehrin müzik ile irtibatı çok eskilere dayanmaktadır. Geçmişte böylesine müzik ve kültür potansiyeline sahip olan şehrimizde, günümüzde de bazı etkinlikler sürdürülse de özellikle folklor alanında büyük bir organizasyon eksikliği göze çarpmaktadır.

Organizasyon eksikliği diyorum, çünkü şehrimizin folkloru o kadar zengindir ki başka hiçbir yörede bulamayacağınız güzellikleri Konya folklorunda bulursunuz. Ancak bunları sanat kamuoyunun alakasına sunacak bir yapılanma mevcut değildir.

Konya Büyükşehir Belediyesi’nin ve diğer ilçe belediyelerinin kültür faaliyetleri konusunda ne kadar titiz olduğu malumunuzdur. Büyükşehir Belediyesi’nin bir bandosu, bir mehter takımı ve Türk tasavvuf musiki korosu olduğu ne kadar sevindiricisiyse Konya halk türküleri topluluğunun olmayışı ise o kadar üzücüdür.

Gerçek sanatın halk sanatları olduğunun bilincinde olarak, belediyemizden böyle bir topluluğun kurulmasına önayak olmasını istemek en tabii hakkımızdır.

Konya türküleri on bin yıllık medeniyetin, bin yıllık bir sentezin imbiğinden geçen sanat eserleridir. Konya türküleri Türk-Anadolu türkülerinin klasikleridir. Türkülerimizi “oturak havaları” [burada kastedilen, Konya oturakları değildir; âlemlerdir] olarak görmek yanlışların en büyüğüdür. Türkülerimize sahip çıkmanın zamanı gelmiştir.

Nuri Cennet, Memduh Derin, Ahmet Özdemir, Kemal Pekçağlar, Köksal Tosun Saim Kayhan, Muharrem Ezder, Osman Erdem, İbrahim Pala, Yalçın Meydan, Mustafa Kazanova, Mehmet Yalçın ve daha birçokları gibi Konya türkülerine gönül vermiş; ustalarından öğrendikleri gibi “Gonya ağzıyla, Gonya tavrıyla” türkülerimizi yaşatmaya çalışan bir avuç halk sanatçılarımızın kıymetini bilip, onları bir araya getirerek türkülerimizin gelecek asırlarda da söylenmesi için Konya Halk Türküleri Topluluğu’nu kurmalıyız.

Bu şehirde yarım asra yakın, otuz küsur yıldır Âşıklar Bayramı yapılır. (Yapan kişileri ve kuruluştan tenzih ediyorum) ancak bir tane bile âşıklar kahvesi yoktur. Bu sizce, bir çelişkiyi ifade etmiyor mu? Bu şehrin taşı toprağı âşıklar tarafından yoğrulmuştur. Yalnızca Sille’de yüz dolayında saz şairi yetiştiğini bilmeyen yoktur. Geçmişte şehrimizde bulunan üç adet âşıklar kahvesinin yerinde bugün yeller esmektedir.

Saz ile şiir söylemek kökü Orta Asya’ya dayanan köklü bir geleneğimizdir, Onu yaşatmak boynumuzun borcu olmalıdır.

Son söz: Folklor değerlerimize bir sahip aranıyor!

TAHİR SAKMAN



[1] Gazimihal, Mahmut Ragıp, Konya’da Musiki, Ankara, 1947.

[2] Mevlâna, Fihi Ma Fih (16.3 bölüm)

[3] Gazimihal, a.g.e.

[4] Gazimihal, a.g.e.

[5] Kabaklı, Ahmet, Mevlâna, Toker Yayınları, İstanbul, 1977.

[6] Meram’daki Tavus Baba Türbesi.

08 Ağustos, 2022

NİYE?


 Alanya’ya, Side’ye tatile gidebildiğimiz mutlu günlerimiz vardı…

Hayal kurardık o mutlu günlerimizde, emekli, yaşlı turistlere bakıp bakıp; biz de emekli olunca buralarda denize karşı oturup martı sayacaktık, elimizde buz gibi biralarla…

Sabah bankadaydım… sanki Alanya’daki emekli turistlere -belki turist demek de yanlış çünkü pek çoğu artık ev sahibi- inat edercesine üç kuruş daha fazla alabilmek için promosyon sırasında bekliyorlardı…

Kiminin beli bükülmüş kiminin dişi dökülmüş… o promosyona ihtiyaçları var, can simidi...

Bankadaki bütün memurlar neredeyse bununla uğraşıyorlardı… peki, bunun bir kolayı yok mu? En azından aynı bankada promosyon güncellemeleri otomatik olarak yapılsa da yaşlı, yorgun emeklilerimiz uğraşmasa, bu sayede memurlar da başka işlerine baksa olmaz mı?

Olmaz…

Bu eziyeti çekmelisiniz, elin oğlu senin memleketinde senin hiç görmediğin ve pek çoğumuzun asla göremeyeceği yerlerde keyif çatarken, sen, üç kuruş fazla promosyon almak için sıra bekleyeceksin, niye?

Bütün emekliler “niye” diye sorduklarında düzelecek her şey…

Niye?

Not: Fotoğrafa bakıp hayal kurmak serbesttir!

TAHİR SAKMAN 



04 Ağustos, 2022

“TOSUN” YAZMIYOR ARTIK!

 

Kültür Park’a giderken çekiniyorum…


Sadece Kültür Park’a da değil ya Zafer ya Alâaddin Tepesi? Onların da çok bir farkı kalmadı…


Yani yolda yürürken gençlerin birbirlerine olan küfürlerini duymaktan… Hatta genç kızlarımızın, benim burada yazamayacağım küfürleri aleni hem de bağıra bağıra etmelerinden onlar adına ben utanıyorum, yüzüm kızarıyor… "erkekleri geride bırakıyorlar" demek abartı olmayacak...


Aziz Nesin’in bir öyküsünü okumuştum yıllar önce; “… koduğum” başlıklı… Ve öyküde en çok kullandığımız kelimenin, bu iki kelime olduğunu yazmıştı üstat…

Ah bir de şimdi görse, gençlerin kültürümüze olan katkılarını!


Eskiden bizim bildiğimiz bir “Tosun edebiyatı” vardı ve onun da kendine göre bir mahremiyeti!.. Şimdi o Tosun sokağa çıkmış durumda, her yerde boy gösteriyor ve işin kötüsü sanki alışmaya mı başladık ne?


Vallahi duymadığım, yakası açılmamış küfürler ortalığa saçılıyor ve daha da kötüsü gayet normalmiş gibi davranıyorlar. Zaman zaman ikaz ediyorum “gençler; evinizde, annenizin yanında böyle mi konuşuyorsunuz” diyorum susuyorlar ama biliyorum bakışları “sana ne” diyor…  


Muhafazakâr bir insan değilim… gençlerin birçok davranışını anlamasam da onaylıyorum ama bu başka bir şey; önce edep…


Toplum içinde nasıl konuşulması gerektiğini ben mi öğreteceğim? 


Girdim ilim meclisine
Eyledim kıldım talep
Dediler ilim geride
İlla edep illa edep
 
Diyen Yunus’a ne zaman kulak verebileceğiz ve ne zaman şehrin sokaklarını küfür duymadan gezebileceğiz?
 
TAHİR SAKMAN