YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Mart, 2024

ÇAT KAPI İFTAR

Alâaddin Köşkü'nün şimdi yerinde yeller esen koruyucu şemsiyesi... Fotoğraf; Tahir Sakman... 

 

ÇAT KAPI İFTAR
 
Nerede o eski ramazanlar falan demeyeceğim; çünkü her şey değişiyor ve asla insanın lehine değil...
 
Artık çok bencil bir dünyada yaşıyoruz ve bundan da birçoğumuz memnun...
 
Çocukluğumun ramazanları... klasik iftar davetlerini bilirsiniz; bamya çorbasıyla başlayan sonra dolmalar ama o dolmalar pirinçle değil de düğüyle yani ince bulgurla yapılacak... yaprak sarması, küçük küçük olursa serçe parmak gibi olursa makbulümdür!  Su böreği olmazsa zaten davet sayılmaz. Tavuk da haşlandıktan sonra tavada hafif kızartılacak, eh altına da illaki pilav pişirirsiniz değil mi, kuş üzümlü? Hazır tavuk haşlanmışken elbette suyuna da terbiyeli bir çorba zaten yapılır, doğaldır!
 
Mevsim yazsa ve Kumköprü balcanı da varsa orta yapılmazsa ayıpların büyüğü olur. Hem günah bile sayılır; mübarek taama eziyet etmeyin hakkıyla pişirin, maltızda, söndürme kömürüyle, imil imil 3-4 saat...
 
Bahçedeki tandırı da yaktıysanız elbet ekmek yaparsınız da şimdi o ekmekler tirit ister, et sulu... Üstüne de bir ekmek kadayıfı şöyle kaymaklısından, yaparsınız artık değil mi?
 
Vallahi sizin de işiniz zor...
 
Bir de çat kapı gidilen iftarlar vardı ki babamla ben çok severdik:
 
Topa... şimdi top da neyin nesi diyenler vardır, anlatmasam olmaz. Eski ramazanlarda iftarda ve sahurda kuru sıkı top atışı yapılırdı. Alâaddin Tepesi'nde top sesini duyunca iftar ederdik. Alâaddin Tepesi'ndeki ağaçların dalları top atışından sonra çul, çaput dolardı. Sille'de de top atılırdı ama onun sesini değil de ışığını görürdük; Zindankale'deki evimizin üst katından...
 
15 yıl kadar önce ramazan ayında Konya'ya bir deprem musallat olmuştu hem de hiç böylesini görmemiştik, sürekli sallanıyorduk. Bir iftar vaktinde top atılır atılmaz deprem oldu, iftarı unutup sokaklara atmıştık kendimizi. Aynı sahne sahurda da tekrarlanınca deprem topa bağlanmış ve o günden sonra şehirde top atılmaz olmuştu.
 
Çat kapı iftara dönersek iftara çeyrek saat kala evde yemek ne yapıldıysa sarıp sarmalayıp, bohçalara dürüp konu komşuya, yayan yapıldak veya velespitlerle hısım akrabaya gidilirdi. Böylece hem yemekler paylaşılır hem de habersiz gidildiği için ev sahibi masrafa sokulmaz ne varsa paylaşılırdı. Tabii habersiz gittiğiniz için evde de bulamayabilirdiniz ama onun da çözümü bir başka kapıya gitmekti...
 
Şimdi lokantalarda verilen gösterişli iftar davetleri samimiyetsiz ve çok itici geliyor bana...
 
Haydi, bu akşam çat kapı bir iftara gidin tabii böyle gidebileceğiniz bir kapı varsa... hepimiz kabuğumuza ve billur kulelere çekildik; bir enaniyet, bir gurur kibir...
 
/Ah aradığım Konya mazideki bir ilmiş/
 
Demiştim bir şiirimde... her geçen gün daha da uzaklaşıyorsun Konya... oysa senin kabahatin yok; insanlarına bir şeyler oldu...
 
Çat kapı iftar çok gerilerde kaldı ve sen Konya, ütopyalarla içimizde büyüyorsun her şeye rağmen, hâlâ...
 
Ve bir mısra yalnızlığında düşüyorsun yine kalbime:
 
/Alâaddin Köşkü gibi ıssızım şimdi/
 
TAHİR SAKMAN
 

30 Mart, 2024

AŞAMADIM BERGAMA'NIN BELİNDEN



AŞAMADIM BERGAMA'NIN BELİNDEN


 Babam Mazhar Sakman (1910-1994) söylüyor:


"Aşamadım Bergama'nın belinden / Kahve içerken fincan kaydı elimden"


Türküyü alırken çektiği ahlara dikkat...


Ah babacığım ah... keşke bizim de elimizden kayan fincan olsaydı... neler, neler kaydı elimizden...


TAHİR SAKMAN

26 Mart, 2024

AYIN ÖDÜ KUŞUN SÜTÜ

 

AYIN ÖDÜ KUŞUN SÜTÜ
 
Ayın ödü, kuşun sütü… derlerdi eskiler, hani şimdi iftar sofralarınızı süsleyen…
 
Siz şimdi iftarlar veriyorsunuz anlı şanlı… bir tek ayın ödü kuşun sütü eksik… bunların ne anlama geldiğini inanın bilmiyorum… bilenler, bilmeyenlere anlatsın…
 
Elim yazmaya gitmiyor artık dünyanın iki yüzlülüğünü; bir yanda dindar olduğunu söyleyen bir dünya, bir yanda insani değerleri yücelttiğini söyleyen bir Batı Medeniyeti… yok, medeniyeti kalmamış sadece küçük harfle batı…
 
İftar ederken hiçbirimizin aklına gelmiyor, sahurda da gelmiyor… Gazze’de bombalar yağarken bir çocuğun çığlığını hiç kimse duymuyor… Gösterişli sofralardaki kaşık sesleri bastırıyor, masum çığlıkları…
 
Siz kaşığınızı sallarken, orada bir çocuk açlıktan…
 
Yazmanın da bir anlamı kalmıyor artık… birlikte paylaştığımız gökyüzünün altında çocuklar aç kalıyorsa, aç karınlarına kurşunlar… /Çocuklar öldürülmesin/ şeker de yiyebilsinler/ diyen Nazım’ın kulakları çınlasın; Gazze’de çocukların payına mermiler düştü… 


İçimizde büyümüyorsunuz; susmanın hafiflettiğini sanan hafifler…
 
TAHİR SAKMAN
 


KIZ ÇOCUĞU
 
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
 
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
 
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
 
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâğıt gibi yanan çocuk.
 
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
 
NAZIM HİKMET
 

21 Mart, 2024

AKUSTİK ŞARKILAR / İKİ KOCA ÇINAR


 

AKUSTİK ŞARKILAR / İKİ KOCA ÇINAR
 
Hani unuttuğumuz değerlerimiz vardı ya bizlerin; koşulsuz, bulutlar gibi ak, saf, tertemiz sevgilerimiz vardı ya bizim…
 
Hâlâ var; içimizde bir yerlerde kıpırdanan bir şeyler… bunu, sahnede iki ustanın yüreklerinden dökülen notalara eşlik ederken daha iyi anlıyoruz…
 
Hayatın zenginliğinden, sanatın yoksulluğu iyidir… Bu sözü abim müzisyen Vedat Sakman’dan duymuştum ilk… sahnede iki çınar; yüreklerimizde gökyüzüne doğru büyürlerken bir kez daha anladım…




 
Sadece ben değildim elbet bütün bir salon sanki bin yıllardır bir hasretin, umudun notaları eşliğinde kanat çırpıyorlardı… İnsan olmanın gereğini, kalplerimizde yeniden yeşerten iki koca ustaya, usta müzisyen Koray Hatipoğlu da eşlik ederken, gitarının sesleri, şehrin ufuklarına duyulmamış izler düşürüyordu.
 
Dün akşam mütevazı bir salonda; Bergüzar Gösteri Merkezi’nde İlhan Şeşen ile Vedat Sakman’ın klasikleşmiş “Akustik Hikâyeler” isimli konseri vardı… Konserden çok öte bir şeydi… Konya halkının gösterdiği ilgi, sanata olduğu kadar; sevgiye, dostluğa susamışlığını da gösteriyordu... Salonda olanları saran sevginin o müthiş enerjisi hepimizi büyüleyerek bir başka iklime kanat çırpmamıza vesile oldu…




 
İki saate yakın bir zaman diliminde koca çınarların, koca yüreklerini dinleme… onlara katılma mutluluğuna eriştik… ne kadar özlemişiz… gündelik yaşamın getirdiği daha doğrusu kendi hayatlarımızı ellerimizle zehirlediğimiz… duygu yoksulluğumuzu hatırlatan şarkılar yüzümüze çiçek çiçek dökülürken, her bir notada yıldızların seslerini içiyorduk; yaşama sevincinin kadehlerinden…
 
Bir sözü düzeltmem gerektiğini biliyorum:
 
Hayatın zenginliğinden sanatın zenginliği iyidir… Sanat öyle bir zenginliktir ki size her şeyi verir; en başka kendinizi size verir ve yaşamın nasıl güzelliklerle, sevgilerle dolu olduğunu anlatıverir bir çırpıda…




 
Dün akşamın Akustik Hikâyeleri hepimizin hayatına dokundu, yeni hikâyeler için yürekler kanatlandı… Onlar notalarını, şarkılarını değil; kalplerini sundular…
 
Böyle bir konser bir daha olur mu bilemiyorum ama… iki koca çınarın sahnede dalları gökyüzüne doğru yükselirken zaman bizim için çiçeklerle dolu bir bahardı artık…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

18 Mart, 2024

BU BİR İFTAR YAZISIDIR


 

BU BİR İFTAR YAZISIDIR
 
Bu bir iftar yazısıdır…
 
Hepimiz biliriz ki oruç tutsun tutmasın, ramazan ayı gelince her evde mutlaka iftar sofraları kurulur, başında beklenir… Bu yazıyı iftar sofrasının başında beklerken de tekrar okumanızı dilerim:
 
Sofranızı bütçenize uygun hatta bütçenizi aşan yiyeceklerle donattınız ya… gözünüz dumanı üstünde, nar gibi kızarmış yumurtalı, susamlı pidede… Sen top bir atılsa diye beklerken Gazze’de bir çocuk ya top atılırsa diye korkudan iliklerine kadar titriyor…
 
Gazze’de bir çocuk, biraz önce atılan bombaların yıktığı ve dumanlar tüten bir evin altında yaşam savaşı veriyor… Duman altı! Nargile dumanı değil bu, sence neyin dumanı?
 
Ülkemizden giden gıda maddeleri, zalimlere enerji verirken… Gazze’de bir çocuk açlığa direniyor… Açken kim, kimdir?
 
Sen şimdi iftar topu atılınca sofraya saldıracak halde hazır kıta beklerken… Zalimlerin kıtaları çoktan saldırıya geçtiler bile… Gazze’de bir çocuk; bir tarafta mermiler, bir tarafta açlık, hangisini seçerdiniz?
 
O merminin çeliği hangi ülkeden? Haberli misiniz; dikenli teller… hani üzeri jiletli, dikenli telleri hangi ülkeden alıyor bu zalimler? Sen sofrada jilet gibi keskin bıçağınla pastırma, sucuk doğrarken… Gazze’de çocukları doğrayanlara bir sözün de mi yok?
 
Haydi, doğrasana ne duruyorsun?
 
Tatlısından tuzlusuna… şişler, kebaplar… Meclis lokantasında dana çökertme kebabı 55 liraymış… Gazze’de canları çökertiyorlar, gözünde bir damla yaş var mı, varsın emanet olsun?
 
Tıkınıyor musun? Hâlâ tıkınmaya iştahın kaldı mı? Gazze’de insanlık ölümlere tıkılıyor…
 
O sofraya elini uzattığın zaman en azından aklına getir; getir ki lokmalar boğazından geçmesin, çünkü Gazze’de, Filistinli çocuklar, boğazlarından bir lokma geçmediği için ölüyor…
 
Çocuklar ölmüyor; insanlık ölüyor…
 
Haydi aç orucunu sen, Gazze’de çocuklar, sahura kalkmadan, iftar etmeden gece gündüz oruçlu ve birileri onların kanıyla besleniyor ve sen iftarda orucunu açacaksın öyle mi?
 
Haydi o zaman afiyet olsun… götür, iyi götür sonra da dua et; o canlarını veren çocuklar için…
 
En azından için rahatlar, nasılsa orucunu tuttun… ama sen yine de dua et; o çocuklar öbür tarafta karşına çıkmasın…
 
TAHİR SAKMAN
 


AĞIRDAN HAFİFLER
 
-Bombalanan hastanede yaşamları çalınan Filistinli çocuk yüreklerin anısına-
 
ağır susmalarımız var bizim
kuytu kelimelerin hıncında
şafaklar can korkusudur
gökyüzünde çocuk şarkılar
 
ağır susmalarımız var bizim
mermi işlemez balonlarımıza
tutsaktır oyunlarımız kan revan
kaçımız kaç yaşı görmeden
 
ağır susmalarımız var bizim
kelimelere yetmez gücümüz
emperyal oyunların ebesi yok
kiminiz sağır kiminiz kör
 
ağır susmalarımız var bizim
sustukça tokattan beter
bir diyemediniz kahpe geceye
yeter ulan yeter
 
ağır susmalarımız var bizim
kıyametten öteye hesaplar
iki yüzlü bıçaklar -insan hakları, yaşam hakkı, hak, hukuk, guguk, cart, curt-
bağrımızda gül açıyor misketler
 
ağır susmalar
ağır insanlık
ağır susmalar
 
hepinize yeter susmalarımız
çocuk yüreğimiz size de yeter
 
TAHİR SAKMAN
  
 

15 Mart, 2024

ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER

 

ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER
 
Şiirin her türlüsünü görmüştük ama böyle araba anahtarına fırt diye çıkıversen diye yazılanı, vallahi de yok literatürde billahi de… Bu nasıl bir deha olmalı ki, anahtarı fırt diye çıkartan bir şiir attırmış…
 
Yok abi, ben bundan sonra şiir yazmayacağım, ne haddime… Bütün şiirlerimden, kitaplarımdan özür diliyorum…
 
TAHİR SAKMAN

BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ


 BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ


Merhum Çetin Altan’ın “Şeytanın gör dediği” isimli bir köşesi vardı, bizim kuşak çok iyi bilir…


Şimdi Çetin Altan’ın şeytanı bugünlerde bana musallat oldu galiba, sürekli şunu gör, bunu gör diyor… Hani ramazanda şeytanlar bağlanır derler ya benim şeytan tam tersine çözülmüş olmalı…


Vallahi benim hiç suçum yok; bütün kabahat o şeytanda!


Ecdadımız diye övünüyorsunuz ya hani Osmanlıcılık oynuyorsunuz ya bari bir şeyi de düzgün yapın… Ecdadınız nerede siz nerede? Eskiden ramazanlarda minarelerin arasına mahya yapılırdı…


Mahya deyip geçmeyin lütfen, gerçekten bir zanaattı, sanattı, gerçek bir sanat eseriydi onlar. İki minare arasına; vinç yok, merdiven yok, halatlarla kandilleri gerip her akşam onları yakmak kolay mı sanıyorsunuz? Rüzgârı, yağmuru hiç hesaba katmıyorum bile…


Ya şimdi yaptığımız işe bakın; hani dün "Ramazana Girmek" başlıklı bir paylaşımımda bahsetmiştim ya, gerçek bir sanat eseri olmalı! İki boruyu bük, iki de Çin malı led lamba döşedin mi alsana “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” …


Bu mu sizin mahyanız? Hem de 21. yüzyılda hele hele Konya’ya bunu mu yakıştırdınız?


Ah bu şeytan… şairi havalar mahvetmişti beni de bu şeytan mahvedecek…


TAHİR SAKMAN

14 Mart, 2024

RAMAZANA GİRMEK


 RAMAZANA GİRMEK


Nereden baksan tam bir mühendislik harikası!..


Kim, nasıl düşündüyse ayakta alkışlamak lazım!.. Epey bir ARGE çalışması yapıldığı, beş on mühendisin üzerinde kafa yorduğu kesin de bizim gibi cahiller anlamaz efendim, nerede bunu anlayacak kafa?


Ben iki tanesini gördüm, başka var mı bilmiyorum… Biri Kültür Park’ın girişinde diğeri Zafer’de… Şimdi burada ne oluyor? Efendim, altından geçiyorsunuz, ramazan ayına giriş yapmış oluyorsunuz, ne kadar ince bir düşünce…


Düşünce ince de… iftar fiyatlarına baktım, bayağı bir kalın geldi; kişi başı en ucuzu 239 TL, onda da karnınızın doyacağı şüpheli… Şimdi bu harika eserlerin yerine birkaç garibana… yapıyoruz demeyin, daha çok yapardınız…


Bu şeytan yok mu bu şeytan, hep aklıma getiriyor… İstanbul’da Kent Lokantaları varmış kişi başı 40 lira verince, etlisiyle sütlüsüyle…


Bizim de sağ olsunlar belediyelerimiz kafe türü yerler açtılar, hepsinin var… Karatay’ın fiyatları nasıl bilmiyorum ama diğerleri piyasa düzeyinde… ben derim ki bu açtığınız kafelerde Konyalı gidip iftar edebiliyor mu? Belediyede çalışan asgari ücretli insanlar ailesini alıp bir iftara götürebiliyor mu? Götüremiyorsa çekin ipini gitsin…


Kim götürüyor? Parası olan… Çekin ipini gitsin… Halkın parasıyla yaptığınız yerlere halk gidemiyorsa…


Tövbe, tövbe… Mübarek günlerde şu şeytanın yaptığına bak; vallahi benim suçum yok, hepsi şeytandan!..


TAHİR SAKMAN

13 Mart, 2024

KAŞINMAK


 KAŞINMAK


Söylenecek çok şey var ama söylenecek bir şey kaldı mı?


Hayat pahalı diyorsunuz, kızıyorsunuz… hayatı kimin pahalı hale getirdiğini anlamak mı istemiyorsunuz yoksa işinize mi gelmiyor? Siz de nemalanıyorsanız sorun yok! Mesela; 3’e alıp 13’e satanlardansanız veya 3-5 ballı maaş alanlardansanız size zaten hiç sözüm yok!


Kibirle halka tepeden bakıp… söz seçime gelince yer sofrasında iftar edenlerdenseniz, haşa efendim sümme haşa size söz söylemek ne haddimize!


Din istismarından bıkmadınız mı? Ya hu arkadaş bana ne senin dininden? Ben, adil misin, halkın yaşantısını kolaylaştırıyor musun, adaletle… sabahlara kadar namaz kıl, bütün yıl oruç tut… ya da tam tersi… hiç umurumda olmaz; beni ilgilendiren sosyal adaletin sağlanması, hayatın idame ettirilebilir hale gelmesi, refahın artması… eğitimin seviyesine, toplumdaki ahlakın çöküşüne hiç girmiyorum bile…


Kızmayın efendiler, emekliler, aç yatıp gücün kalkanlar, kızmayın; bunu siz istiyorsunuz… kaşınan sizsiniz ve sizi bir güzel kaşıyorlar…


Not: Yukarıdaki fotoğrafa sırtınıza dayayıp kaşınabilirsiniz, ücretsiz hediyemdir!


TAHİR SAKMAN

12 Mart, 2024

ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!


 

ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!
 
Konya’da bir süredir şehrin muhtelif kavşaklarında trafik işaret levhalarının altına monte edilmiş yazılar dikkatimi çekiyor:
 
“Çocuklarına Gazze’yi Anlat”
 
Bu o kadar kolay olmasa gerek; insanlığın öldüğü bir coğrafyadan söz etmek kolay mı? Çocukların açlıktan ölmesine neden olan bir ülke ile ticari bağlarınız hâlâ üst düzeydeyse bunu nasıl anlatacağız çocuklarımıza?
 
Miting meydanlarında savurmak kolay… tohumunuzu oradan alıyorsanız, sizin verdiğiniz dolarlar Gazze’ye mermi olarak dönmüyor mu? 
 
Adları veya halklarının büyük bölümünün Müslüman olduğu ülkeler; Lahey Adalet Divanı’na şikâyet eden Güney Afrika kadar duyarlılık gösterebildi mi, sadece onlar mı, ya insanlık?
 
Dünyanın pek çok yerinde Gazze'de yapılanları soykırım olarak niteleyip insanlar seslerini duyururken ya hükümetler? İngiltere, Fransa gibi ülkeler Filistin için pasif eylem yapmayı bile suç saymadı mı?
 
En son Oskar ödül töreninde bile protesto edildi soykırım…
 
Sadece Gazze mi? Ya Uygur Türklerinin uğradığı soykırım? Şurada burnumuzun dibinde Iraklı Türkmen soydaşlarımız, onları anlatmayacak mıyız?
 
Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken… akşam iftarda ne yediniz? Yiyebildiniz mi, boğazınızdan geçti mi? O çocukların boğazından geçen lokma değildi; çaresizlikti, yalnızlıktı, insanlığın çifte standartlığıydı…
 
Onları aslında açlık öldürmedi; onları dünyanın sessizliği ya da ses çıkarırmış gibi yapması öldürdü…
 
Haydi şimdi gidin de sahurunuzu yapın lokmalar nasıl boğazınızdan geçecekse?
 
TAHİR SAKMAN

 

İNSANLIK AĞARMAZ
 
-filistinli çocuklara-
 
el aksa ağarır gün ağarmaz
harem’de sabah yoktur
filistin sürgündür kendine
 
ve çocuklar ebabil kuşları
yürekleri büyük
taşları daha da büyük
ağır mı ağır yüreğimde
batı şeria’da el halil’de gazze’de
çocuk taşlar duadır/ gökyüzünde
 
duvarların ardında saklı
insanlık kan revan
utançtır esarettir umutlar yasaklı
filistinli yaşamak keskin bir bıçak
ağır müslümanlar ağır uykularda
oysa güvercindir çocuklar uyumaz
özgürlük türküsüdür yalın ayak
hasretle titreşen derin sularda
 
kubbet-üs sahra ağarır
insanlık ağarmaz
muallak taşı gibi duygular ayakta
 
bir mermi ilişir gözüme
adresi belli değil
bir silah patlar
insanlık öldü mü ne
 
ezanlar ağarır gün ağarmaz
özgürlüktür barıştır yükselir yücelerde
filistinli çocukların erişeceği yerde
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

11 Mart, 2024

ÇORUMLU KOVBOY SEFER KARAKAŞ


 

ÇORUMLU KOVBOY SEFER KARAKAŞ
 
İnsanlar vardır; her şeyleriyle hayata tavır koyan…
 
Tavır derken aslında tavır koydukları hayat değildir; çünkü bilirler ki hayat her zaman doğru söyler, hayatın yanlışı olmaz… Onların tavır koydukları; statükodur, hayatı paylaşmak yerine tekeline alıp diğer insanlara yaşam hakkı tanımayanlaradır, doğayı tahrip etmek için ellerinden geleni yapanlaradır, insan olduğunu unutanlaradır bu tavır…
 
Yani toplumun bozuk düzen tarafınadır tavır koydukları… ve tavırlarını, farklılıklarını ortaya koyarak yaparlar.
 
Her şeyleriyle onları yaşamın ta içinde görürsünüz; giyimleriyle, dinledikleri müzikleriyle, duruşlarıyla hemen fark edersiniz… Yüreklerinde taşıdıkları insan ve doğa sevgisini öylesine bir yüklerler ki enerjilerine, size hemen bir tebessüm olarak döner, içinizi ısıtır. İyi ki bu insanlardan içimizde sayıları az da olsa çokça var. Çokça diyorum çünkü onların az olması bile aslında çokluktur…
 
Bu insanlardan bir tanesi de dün antika pazarında tanışma fırsatı bulduğum Çorumlu Kovboy lakaplı, emekli sınıf öğretmeni Sefer Karakaş’tır. Üzerindeki kıyafeti, gür bıyıkları ve sevecen bir ses tonuyla sizi hemen yakınına çeker. Onunla yaptığımız kısa sohbette, Konya’ya tarım fuarı için geldiğini ve gitmeden antika pazarını da gezmek istediğini söyledi. 70 yaşına rağmen dimdik bir çınar gibiydi… 


Özellikle İtalyan yapımı mahmuzlu çizmelerine bayıldım. Başındaki tüylü fötr şapka biraz Bavyera çağrışımları yapsa da şapkayı tamamlayan gözlük, sevgi dolu bakışlarını gizleyemiyordu. Yakası işlemeli gömlek ve metal fularıyla, kabaralı kemeri, çantası ve sarkan zincirleriyle her ne kadar bir yanıyla da bir rakçıyı veya merhum Cem Karaca’yı andırıyorsa da o bir Çorumlu şehir kovboyuydu…
 
Yüreğim ona çok çabuk ısındı ve günün anısına da bu fotoğraf düştü geleceğe yadigâr…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

10 Mart, 2024

ŞEHRİN GEZGİN YÜREĞİ ZEKİ OĞUZ


 

ŞEHRİN GEZGİN YÜREĞİ ZEKİ OĞUZ
 
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz kadim dostlarımdan Zeki Oğuz için bir panel düzenlendi. Doğrusu şaşırmadım diyemem; çünkü bizim böyle adetlerimiz yoktur. Kendi değerlerimize sırtımızı dönmekle övünülecek derecede mutlu bile oluruz.




 
Panelde ilk olarak söz alan merhumun kızı Şafak Çakır, oldukça duygusal bir konuşma yaptı ve babasıyla olan anılarından söz ederken birçoğuna şahit olmanın hüznü sardı kalbimi… Sevgili Şafak, babasıyla uzun yıllar dağ, dere, tepe gezdiğinden onu anlatacak insanların başında gelmesi tabiidir.




 
Sevgili Ahmet Gögercin dostum da Zeki Oğuz’u anlatırken; onun edebi kişiliğini, karakterini bir bilim adamına yakışır şekilde objektif olarak anlattı. Uzun yıllar o da Zeki Oğuz’la hemhal olmasına rağmen duygusallığa düşmeden anlatması aslında Zeki’nin nasıl önemli bir değerimiz olduğunu yeniden hatırlattı…




 
Diğer konuşmacılar da Zeki Oğuz’un farkla yönlerini ele alarak onunla olan hatıralarını aktardılar. Toplantı oldukça verimli geçti, yanı başımızda hayattayken değerini bilemediğimiz Zeki Oğuz’un aslında kim olduğunun altını kalın harflerle bir kez daha çizdiler. Merhum Oğuz’un yerelliği çoktan aştığını, ulusal bazda bir değerimiz olduğunu hatırlatırlarken de bu alanda yapılması gereken çalışmalar için de temennilerde ve önerilerde bulundular.
 
Salon doluydu, buna çok sevindim ama yerel yönetimlerden, şehrin kültür birimlerinden, kültür diye çırpındıklarını söyleyen kuruluşlardan, derneklerden en azından bir çiçek yollama nezaketini göstermelerini beklerdim. Kurucusu olduğu fotoğraf derneklerinin, yıllarca emek verdiği basın camiasından böyle bir jesti, bir vefa örneği olarak göstermesini beklerdim.
 
Böylesine önemli bir paneli düzenleyen Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Konya Şubesi’ne, panelistler; Prof. Dr. Ahmet Gögercin, Prof. Dr. Abdullah Harmancı, Doç. Dr. Muammer Ulutürk ve Şafak Çakır’a, şehir kültürü adına ne kadar teşekkür etsek az olacaktır.  
 
Umudumuz odur ki yitirdiğimiz diğer değerlerimizi de akademisyenlerimizin çok yönlü ele almasıyla hatta yitirmeden hatırlamanın yanında şehir kültür mirasının geleceğe taşınmasında da önemli rol almasına vesile olmasıdır. Hani şu kadar üniversitemiz var diye övünürken karşılığını da beklemek hakkımız olmalıdır.
 
Konya toprağında, Toroslarda adım adım gezen Zeki’nin yürüyüşü; edebi kişiliği ve eserleriyle geleceğe doğru sürüyor… eminim ki öbür tarafta da doğaya olan yürüyüşü sevgiyle devam ediyor…
 
Ruhun şad olsun sevgili Zeki, birlikte yürüdüğümüz yollar bir gün dile gelecektir…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

09 Mart, 2024

AKYOKUŞ ŞEYSİ


 

AKYOKUŞ ŞEYSİ
 
Bazen bir yemek, yemekten çok öte duygular çağrıştırır… Belleğinizde ne varsa yelken açar, size karşı, size rağmen savaşırcasına…
 
Mekânlar taşır geleceğe duygularımızı, onları yok ederseniz veya şeklini değiştirmeye kalkarsanız aslında değişenin, değişmekten öte yok ettiğinizin kendiniz olduğunun farkına varırsınız…
 
Varır mısınız?
 
Bir şiirimde /akyokuş’u aşk yokuşu yapmıştın/ yas yokuşu yapmak boynumun borcu/ demiştim… Benden önce davranmışlar! Üzerine şiirler söylediğimiz Akyokuş, gençlik heyecanlarımızın zirve mekânıydı…
 
Dahası, şaka gibi gelecek şimdi eğer bir Murat 124 alacaksanız ilk önce Akyokuş’a vurulur, çekişine bakılırdı… Öksüre öksüre çıkarken ne keyif alırdık... Şimdiki arabaların haberi bile olmuyor.


Şimdi şey demişler dilim varmıyor "Akyokuş Kasrı" demeye, Akyokuş şeysi… sanki Türkçe bir kelime bulamamış gibi… Aklıma geldi hani Kız Öğretmen Okulu'na dediğiniz gibi “Taş Bina” deseydiniz ya? Akyokuş’u, yeşil yokuş yapacaktık olmadı size “Taş Bina” verelim gibi oldu bu iş…



Bina, mimari olarak neyi yansıtıyor anlayamadım ama etrafına doğrusu güzel granitler, taşlar döşemişler, eskiden yeşil alan mı vardı? Taş bahçenin cam kenarlarından şehri Konya’yı izleyebilirsiniz; bir taştan bir başka taşlara… Yaz akşamlarının değişmez mekânlarından biri olacağı kesin bu taş bahçenin…
 
Yüreğimiz dökülüyor…
 
Binanın içi güzel tefriş edilmiş, şehir lüks bir restoran kazanmış. Girişte sizi görevli karşılayıp elinde telsizle yer durumunu soruyor… sanki kılığımıza bakar gibi geldi bana bu uygulama. Bir an bizi “goca gonduralı Gonyalıyız” diye almayacak sandım…  
 
Masalar oldukça düzenli, garsonlar kibar ve güler yüzlü, şehre özgün çok yemek bulabilirsiniz ve fiyatlar makul düzeyde… (Makul derken dışarıda yemek yemenin artık çok cesaret istediğini ve lüks olduğunu hepimiz öğrendik artık.)  Personel sayısının yetersiz olduğu göze çarpıyor, yemek olmasa da çay gelene kadar soğuyor.
 
Binanın pencereleri daha büyük yapılsaydı veya komple cam yapılsaydı, manzara duvarlarla kapatılmazdı diye aklıma şeytan getiriyor işte… Şehrin manzarasını eskiden daha iyi görüyorduk şimdi engellenmiş belki de taş binaları görmeyelim diye, olamaz mı?




 
Yemek paylaşmayı sevmem ama bu yazı bir restoran yazısı olunca… Tirit söyledim, çok zarif Selçuklu motiflerini ve çinilerini andıran bir tabakta geldi. Porsiyon biraz küçük gibi görünse de yeterli. Tereyağının kokusu alıp götürüyor sizi ama kullanılan dana eti biraz sertti… ben beğendim… (Şehirde çok daha güzellerini yapan lokantaların olduğunu da söylemeliyim.) Şimdi siz fiyatlarını da sorarsınız; tirit 300 TL, etli ekmek 160, fırın kebabı 275, bamya çorbası 140, ızgaralar 250-300 arası… su fiyatına çok takıldım; 1,5 litrelik su 25 TL ki tüm masalarda yarısı içilmiyor, israf… Çaylar da artık şirketten olsun…
 
Asıl sürprizi çıkışta yaşadım; otopark ücretliymiş 20 TL, bingo… birkaç yüz metre ilerde ücretsiz olanı da varmış… Otoparkın yetmeyeceği belli, lavaboların da… Bu arada rezervasyonsuz gitmeyin bence çünkü inanılmaz bir rağbet var. Sevindiğim şeylerin başında da otobüs seferleri konulması yani aracı olmayanlar da gidebilecek…   


Bu Akyokuş şeysi yapılırken ciddi bir yeşil alan tahribata uğramış. Aşağı taraflarda, eskiden piknik yaptığımız birkaç kameriye kalmış yine kullanılabilecek mi bilmiyorum… Burada yan yana iki bina var; biri sanırım nikah salonu olarak kullanılacakmış bu Akyokuş şeysinde…
 
Eski halini, hatıralarımızı hatırlamazsak güzel… Ah Konya, seni, anılarımızı unutalım diye sürekli değiştiriyorlar, bunun vebalini kim verecek? Anılarımız bir köşede ağlarken… yıldızları kucakladığımız günler çok gerilerde kaldı. Bir ışık seliyle, yüreklerimizde biriken yaşları gizlemeye çalışır gibi bakıyor şehre . 


 
Şimdi bize kalan galiba gitme vaktidir Konya… Hatıralarımızı toplayıp çekip gideceğimiz güne kadar sen hâlâ bizim ütopyalarımızda sevdiğimiz Konya’sın, Selçukya’sın…
 
Kaç kişi kaldıysak…
 
TAHİR SAKMAN
 

  

03 Mart, 2024

MASALLAR


 

MASALLAR


bir şiir düşer bir gün yorgun düş yağmurlarına
yeşermez olmuştur umutların her şey geçtir
kalem yazmak istemez kırgındır uçları
heyecan dinmiş aşk bitmiştir
 
kendine aldanırsın hazırsın zaten kandırırsın
bir kez daha dünlerle yarınları inanmasan da
kırılan kalbin olsa kolaydı belki ama ya sevdan
yaşamın boşluğuna düşmüş gibi kalırsın
 
yapayalnız çabalarsın ellerin kısa kalır
yetişemezsin hızına dünyanın ayakların sessiz
kelepçeler sular beynini yaktığın yılların acısı
çökme zamanıdır bir köşede ağlar gibi masallar
 
azat edince ömrünü
işte budur senden geriye kalacaklar
 
TAHİR SAKMAN
 
 

01 Mart, 2024

TALEP ENFLASYONU

 

TALEP ENFLASYONU
 
 İzlemekten asla usanmadık…
 
Biz bu filmi daha kaç kez izleyeceğiz? Osmanlı diye diye Osmanlı’nın son dönemlerine döndük sanki… Dağ gibi yığılan dış borçlar, hayat pahalılığı…
 
Bir de talep enflasyonu varmış yeni öğrendim:
 
Bugün yarından ucuz diye ihtiyacın olan veya olmayan şeyleri ikişer ikişer almak diye özetliyorlar… Peyniri biraz ucuz mu gördün hemen bir kilo daha al, tuvalet kağıdında indirim varmış iki paket al… Sabun, deterjan al, al… Nasılsa yarın daha pahalı olacak…
 
Arz talep dengesi zaten kısıtlı olan üretimi daha da yetersiz hale getiriyor. AVM’ler de bunu körüklüyor. “Fırsat, kaçırma, al hemen al, üç daha al, beş daha al…”
 
Oysa biraz daha dengeli alışveriş yapsak, bazı şeylerden fedakârlık yapsak en azından bu sayede vurgun yapanların önünü kesebiliriz belki…
 
Piyasa tamamen kontrol dışı, ipin ucu kaçmış durumda sadece gıdada değil her sektörde yaşanan bu… tamamen insafına kalıyorsunuz; herkes birbirine bakıp zam yapıyor. Döşemeci; kaportacıya gittim azıcık bir yeri düzeltti bin lira istedi diyor kendi işçiliğine zam yapıyor. Tesisatçı evinizin muhitine göre işçiliğine değer biçiyor. 
 
Emlak piyasasını ise hiç sormayın… Tam bir facia tam bir spekülasyon merkezi… Emlakçılar mı yoksa mülk sahipleri mi, fiyatları katlayıveriyorlar…
 
Ucuz ekmek kuyruğundakiler… Yüzde bilmem kaç büyümüşüz! Etiketlere bakınca anlıyoruz kimlerin büyüdüğünü…
 
Kuyruklar büyüdükçe; sosyal adalet, adil paylaşım gibi kavramlar küçülüyor. Yoktu böyle şeyler, bugün gördüm bir lokanta askıda yemek yazısı asmış… Şimdi sevinelim mi insanımız ne kadar yardımsever diye yoksa insanımız neden temel yaşam standartlarını karşılayamıyor diye üzülelim mi?
 
Ramazan yakın; şimdi adını bereket paketi koymuşlar, iki paket makarna, bir kilo ayçiçeği yağı, ucuzundan biraz pirinç, şeker vs… Bunları dağıtıp vicdanımızı rahatlatacağız ve bizler de ne kadar iyiliksever olduğunuz için size minnettar kalacağız…
 
Öyle mi?
 
TAHİR SAKMAN