YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Mart, 2023

KONYA SEVDALISI BİR KONYA ÇOCUĞU: MEHMET GÜNDOĞDU

Mehmet Gündoğdu ve Kırkambar'daki editör yazısının başlığı...

 

Gerçek bir Konyalı görmek istiyorsanız eğer günlük hayatına bakınız; tavırlarına, insanlarla olan ilişkilerine ve daha da önemlisi maddi görünüşe mi yoksa içsel zenginliğine mi önem verdiğine bakınız…
 
Bu şehir, bağrında yetiştirdiği evlatlarıyla her zaman haklı olarak övünmüştür ama o evlatlar, hiçbir zaman kendilerini ön plana çıkarmadan, böbürlenmeden, şehir kültürüne hizmet etmeyi kendilerine asil bir görev olarak kabul etmişler ve bundan da her zaman onur duymuşlardır.
 
Onların ne makamla ne lakapla veya ne de akçe işleriyle hiçbir zaman işleri olmamış aksine bu yolda ceplerini bile boşaltmayı görev saymışlardır.
 
Onu ilk tanıdığımda… doğrusu biraz da hayal kırıklığı yaşamıştım; üzerindeki kıyafeti biraz harabati bir yaşam biçimini kabul ettiğini haykırıyordu, ufak tefek yapısı, gür bıyıklarıyla tam bir tezat teşkil ediyordu. Devrimci kişiliğinden ödün vermeden, mangal yüreğiyle şehir kültürüne önemli katkılar sağlayan bir adam…
 
12 Aralık 1998 Yeni Meram


Onu tanıdıkça iflah olmaz bir Konyaperest olduğunu anlamıştım. Konya’da bu formatta bir folklor sanat sayfası onun sayesinde önce Yeni Konya’da sonra Yeni Meram ve Yeni Gazete’de yayımlanmaya başlamıştı. Bazen haftalık bazen 15 günlük olarak “Kırkambar” ismiyle yayımlanan sayfa çok ilgi çekiyordu. Üşenmeden tek tek yazıları gerekirse gidip yazarların ellerinden alıyor ve onları yayımlamak için çabalıyordu.
 
Böyle tanışmıştık Mehmet Gündoğdu’yla… Şiirlerimin yeni yeni yayımlanmaya başladığı yıllar… Çok kahrımı çekti Mehmet… Yazım veya şiirim o hafta eğer yayımlanmamışsa, başının etini yemek asli görevimdi. Bana uzun yıllar tahammül etti… Bu arada ilk köşe yazılarımın Kırkambar’da yayımlandığını da söylemeliyim…
 
23 Aralık 1995 Yeni Konya


Mehmet, Ağaç İşleri Sanayii’ndeki dükkânında ağaçları yontmakla… aslında Kırkambar’da da benzer işler yaptığını söylemek mümkün… Hızar başında onu çalışırken görseniz, o yazıları yazanın, o sayfayı hazırlayanın, o olduğuna asla ihtimal vermezdiniz…
 
19 Şubat 1999 Yeni Meram


Kırkambar’dan ve gördüğü ilgiden ilham alarak şehirde benzer sayfalar yayımlanmaya başlasa da ben Kırkambar’daki samimiyeti hiçbirinde bulamadım. Kendi hazırladığım “öteki-sanat” isimli sayfada bile… gerçi öteki-sanat’ta adından da anlaşılacağı üzere başka bir şehrin, ötekileştirilen bir başka şehrin, sanatını ve hayatla olan kavgamızı, başkaldırılarımızı ve itirazlarımızı dile getiriyorduk.  
 
Sonra uzun yıllar köşe de yazdı Mehmet Gündoğdu… Tabii tüm yazılar yine Konya üzerineydi.
 
Sevgili dostumun bir başka özelliği ise dağcılıkla ciddi ilgilenmesiydi. Hafta sonları mutlaka gruplarla birlikte dağa tırmanırdı. Grupta artçılık onun göreviydi, geride kalanları, yorulanları toparlardı. Çay yapmak da onun göreviydi, dağlardaki o çayın tadına doyamazsınız hatta iddia ediyorum Mehmet Gündoğdu gibi bu şehirde çay demlemeyi sanat haline getiren ikinci bir kişi bulamazsınız. Çayın, demlenip demlenmediğini kontrol için kapağını açtığını hiç görmedim, açana da çok kızar, sanki çayın büyüsü bozulacak gibi gelirdi ona…
 
Onunla çok gezdik Sille’de… hatta bir gün sadece ikimiz Takkeli Dağ’a bile tırmanmıştık…
 
Şimdilerde dostum köşesine çekilmiş gibi dursa da birçok çalışmasının olduğunu biliyorum ama… biz ne ara bu duruma düştük? Bu şehrin bir evladına karşı neden bu kadar ilgisiz olabiliyoruz?
 
Beni aslında daha da çok üzen… Konya Ansiklopedisi’ne baktım geçen gün; bizim Mehmet Gündoğdu’yu aradım… Birçok madde yazmasına rağmen biyografisi yoktu, unutulmuş olmalı?


Ek cilde baktım orada da yoktu? Ansiklopediye maddeler yazan bir Konya sevdalısı dostumun biyografisine yer verilmemişti… Doğrusu çok şaşkınım. Bu yanlışın en kısa sürede düzeltilmesini umuyorum…
 
Mehmet Gündoğdu; şehrin kendisi gizleyen, reklamı sevmeyen, akçe işlerine dönüp bakmayan tam bir Konyaperest dostumdur. Onun şehir kültürüne yaptığı katkılar unutulmayacaktır. Arşivler, o ve onun gibi dostların unutulmasına asla izin vermeyecektir.
 
Mehmet’in şu ara biraz rahatsızlıkları var, umarım tez zamanda şifa bulur; çünkü o, bu şehrin öz evlatlarından ve öz sevdalılarından birisidir.
 
Kendi öz çocuklarını hatırla, unutma Konya; sen unutsan, ben unutturmam bilesin!..
 
TAHİR SAKMAN

Mehmet Gündoğdu






 

29 Mart, 2023

“O ŞEHİR” YAYIMDA


“Kentler insanları öldürmek için inşa edilirler” diyor Charles Bukowski… oysa bizim şehirlerimiz vardı; sevgi dolu, sevinç dolu; yaşamı bir bütün olarak sevgiyle kucaklayan, bir ana gibi sarıp sarmalayan…
 
Şimdi ne yaptınız şehrime?
 
/o şehir ki konya’dır
umutlarımın kurdudur
yurtsuzluğumun yurdudur/
 
Ne ara düşürdüğünüz, bizi bu kadar umutsuzluğa? Bilirim şehrin hiç suçu yok; bütün kabahat sizin hayata müdahale ettiğini sanan, kendi doğrularını tek doğru gören düşüncelerinizde…
 
/yürümez bu şehir asırlardır aynı yerde
eski bir masaldır gözümde perde perde
duygularım serseri başıboştur hayaller
bulutların üstünde gezer
                                   yenilginin utancı
-iki oda bir mabeyn-
                               kerpiç evler/
 
Oysa çocuk düşlerimiz vardı, bizim de bir zamanlar:
 
/çemberim vardı benim
çevirirdim dünyayı sevgiye
ellerim gökler gibi büyükmüş
insanlar sandığımdan küçük
dünyanın çarkı tersine
 
/oysa çemberim doğru dönerdi/
 
 
Sonrası bir ütopyanın çöküşüydü, Moğol atlarının nallarından dökülen ateşlerden bir yangındı:
 
/alâaddin köşkü gibi ıssızım şimdi
moğol okları vurmuş yurdumu
kartal kanatları takkeli’de yorgun
yüreğim bastırılmış isyan
                                       geleceğim talan
aslında hiç olmadı
                            çemberim
                                          koca bir yalan/
 
Oysa asıl yıkan Moğol okları değildi:
 
/moğol okları dört nala dinlenir selçukya’da
yüreği paramparça ihanetle kol kola/
 
ve bir sultan
                   -alâaddin tepesi’nde-
gecikmiş gözyaşına
kayalı park’ta bilet yok
                  -biletin yoksa yürürsün- 
horasan’dan sedirler’e
 
ey şehir
           sen bilirsin/
 
O şehir… Yıllar yılı kavgamızın şehri, şiirimizin şehri… Bu şehre şiir yakışırdı her türlü… bazen dövüştük bazen seviştik ama bir tek şey var ki onu terk etmedik, vazgeçmedik ne şehirden ne şiirden, çünkü, bu şehre şiir yakışıyor…
 
Konya şiirimizdi… Konyaperest olmamız bizim, şehrin suçuydu…

Dayatmalara direndik, tek düze yaşamlara inat, hayatımıza renkler kattık, ebemkuşakları altında sadece sevdik…

 
Şehirle olan duygusal hesaplaşmalarla dolu şiirlerimi bu kitapta topladım; bazıları ilk kez yayımlanıyor. Geleceğin Konyalısına emanet… “Konya’sın Diye Sevdim” kitabım gibi bunu da e-kitap olarak indirip okuyabilirsiniz. Kim bilir, belki bir gün basılı olarak da görebilirim ama şartlara bakınca bize sıra gelmediğini görmek zor olmuyor… Yayımlarında şiirlerimi izinsiz kullanan kuruluşlar, iş kitaplarımı basmaya gelince yan çizmeyi iyi beceriyorlar…
 
Her neyse, ben zaten geleceğin Konyalısına söyledim bu şiirleri…


Dikkatinizi çekmiştir, peş peşe yayımlıyorum kitaplarımı… bunun çok da doğru olmadığını da biliyorum ama bilgisayarda tutmanın yanlışlığı da çok doğru değil, literatüre girsin istiyorum.  Sonrası yüreklere emanet… Şu an yayıma hazır 4 kitap daha var ve bu yıl hepsini yayımlamayı planlıyorum; Öteki Şehrin Hikâyesi, Konya ve Ötesi (2 cilt, toplam 1300 küsur sayfa) ve yayımlama konusunda kararsız kaldığım fantastik bir deneme olan Ergenekonya… 

 
https://tahirsakman.blogspot.com/ blog sayfamda TAHİR SAKMAN KİTAPLARI İNDİRME LİNKLERİ yazısına tıklarsanız açılan sayfadan bilgisayarınıza, tabletinize, telefonunuza ücretsiz indirebilirsiniz.


©Tahir Sakman, Konya-2023


ISBN 978-605-72565-1-5


Önemli Not: “o şehir” sadece pdf formatında dijital olarak yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında ticari amaçlarla izinsiz kullanılamaz. 


TAHİR SAKMAN





 

28 Mart, 2023

YAŞAM VE SEÇİMLERİMİZ

 


Girdiğiniz sokaktaki çukura düştünüz... Ertesi gün yine aynı sokağa girdiniz; bir başka sokağa sapabilirdiniz, aynı sokağa girdiniz aynı çukura düştünüz oysa üstünden atlayabilirdiniz, sağından geçebilirdiniz, solundan geçebilirdiniz. bunlar tamamen sizin seçiminiz...


Yaşam, önümüze çukurlar çıkarıyor; çukurdan çıkmayı ve bir daha düşmemeyi öğrenmemiz için... Öğrenmek de öğrenmemek de sizin seçiminiz...


TAHİR SAKMAN

 

 

27 Mart, 2023

“O ŞEHİR” ÇOK YAKINDA

 


Tıpkı Ozan Neruda’nın dediği gibi:
 
"Fakat şair, sadece biçim değildir, çevresini saran şeylere de ihtiyacı vardır. Eğer çevresinin havası şiirine giremezse, şiiri ölmüş demektir. O zaman şiiri soluk alamaz."
 
Bizim nefes almamız şiir içindir ve şiirimiz baştan sona çevremizdir yani Konya’dır… “Kim öldürebilir ki şiiri” diyen büyük usta Neruda, ölümsüzlüğün de yolunu göstermiştir…
 
Şehirde ve şiirde ölmeyi seçtik; hayatımız şehirde, hayatımız şiirde geçti… Şehirsiz ve şiirsiz bir ânım olduysa tüm şiirlerimden ve şehrimden özür dilerim…
 
Bu şehre söylediğim şiirlerden… sitem dolu, kavga dolu ama illaki duygu dolu tam 42 şiir… bazılarını ilk defa okuyacaksınız… şehirle insanın duygu dolu hesaplaşmasına tanık olacaksınız…
 
Sevgili dostlar, geçtiğimiz günlerde “konya’sın diye sevdim” isimli bir kitabımla, şiir ve fotoğrafın kardeşliğinde sizleri bir gezintiye çıkarmıştım, bu defa farklı formattaki şiirlerle karşınıza “o şehir” ile çıkacak olmanın kıvancını yaşıyorum. 19. kitabımı “o şehir” ismiyle çok yakında sizlerle paylaşacağım…
 
Hepimizin bir o şehri vardır; benim için o şehir, bu şehirdir…
 
TAHİR SAKMAN


26 Mart, 2023

BİSİKLET ARKASI YAZILARI



Hep duvar yazısı veya kamyon arkası yazısı olacak değil ya… Bu da bisiklet arkası yazısı… hem de gözümüze girsin diye kocaman kocaman, neredeyse bisiklet kadar var…
 
TAHİR SAKMAN

İÇİMDEKİ ÇİÇEKLER


 

Her an, her şeyi geride bırakıyorum... ancak, bu geride bıraktıklarımdan ders çıkarmadığım ve geride bıraktığım tecrübeleri yok saydığım anlamında değildir; eğer öyle olsaydı, onlar her an yeniden karşıma çıkardı. Olumlu-olumsuz diye ayırmaya çalıştığım yaşam derslerinin ise ayrımını yapmanın hata olduğunu fark ettiğim ve geleni sevgiyle kabul ettiğim her an, yaşam yeniden taptaze bahar kokuları içinde yeşeriyor ve içimde çiçekler açıyor...


TAHİR SAKMAN





25 Mart, 2023

DAHA ÖTESİ SEVGİYLE DÖNÜŞMEK


Kendimizi o kadar yoruyoruz ki… bazen farkına bile varmadan içimizdeki şehirleri, öfke sellerimiz tarumar ediyor…
 
Son dönemlerde pek çoğumuz iç dünyamıza bakmayı unuttu… kendimize bakmak yerine hep başkalarının kusurlarını ön plana çıkarmakla geçti sayısız günler…
 
Haklısınız, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı insanları bunalttı… ve ne yazık ki bu tür işlerden sorumlu olması gerekenler ise halka adeta kulaklarını kapattı… hepimiz bir şekilde yalnızlaştık ve…
 
Kendi adıma yazıyorum; içimde öfke biriktirmişim ve bu öfke, döndü önce beni vurdu…
 
Halbuki çok iyi biliyordum tüm negatif duygular, en büyük zararı önce kendimize verirdi. Bir olumsuzluğu ne kadar çok konuşursam, o kadar çok büyüttüğüm gerçeğini unutmuştum. Negatiften beslenen varlıkları, duygu ve düşüncelerimizle büyüten aslında kendimiziz. 
 
Enerji bedenimizde farkında olmadan büyüttüğümüz bu negatif enerjiler, çevremizi sardıkça, içinden çıkılması zor bir sarmala girdiğimizi de fark etmemizi engelliyor.
 
Gandhi, Hindistan’ı bağımsızlığına kavuştururken pasif direnişi seçmişti. Ve o dönemin sembolü olan iplik çarkı (çıkrık), sabrı öğretmesi yanında ekonomik bir değer olarak Hindistan’da adeta yeniden hatırlandı.
 
Öfkesinin, kendisini ve ulusunu vurmasını belki de bu iplik çarkıyla önledi. Bir ülkenin, kumaş hegemonyasını yıkarken, kendi öz kaynaklarına dönmenin, üreterek direnmenin kıvancını yaşadı…
 
Yapmam gereken öfkelenmek değildi; o enerjiyi kontrol edip sevgiye dönüştürmekti… sevgiye dönüşmeyen enerjiler en sonunda kendimizi vurur ama çoğu zaman bunu bilmemize rağmen hep kaçırıyoruz. Dönüştürmek de yetmezdi; dönüştürdükten sonra da bütüne, tüm varlıklara katkısının olmasını, evrensel barışa, sevgiye, dostluğa hizmet etmesini sağlamaktı.
 
Senlik, benlik mevzular ve egolarımız yüzünden bozulan enerji dengemizin yerine gelmesi için eskisinden çok daha fazla efor sarf etmemiz gerekiyor. Her şeyin bir dönüşüm olduğunun farkına varmamıza rağmen bunu gündelik hayata uygulamakta her zaman zorlanıyoruz; çünkü, sistemin çarkları bizi buna zorlarken, ayakta kalmasının da buna bağlı olduğunu çok iyi biliyor. Bize düşen; sistemin çarklarını olumluya dönüştürmekti:
 
Öfkelerimizin, içimizdeki sevgilerin ışığını zayıflatmasına izin vermemeliyiz…
 
Reiki Masterim Berna Özcan Demir Hocamın olumlamaları, farkındalığımı o yöne çekti. Hocam şöyle diyordu son paylaşımında:
 
“Tartışmaları kazanma isteğimi serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Yenmek yerine hep birlikte kazanmayı seçiyorum.
 
İnsanları eleştirme isteğimi serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Eleştirmek yerine ilham olmayı ve desteklemeyi seçiyorum.
 
Her şeyi bilmem gerekli inancımı serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Bilmek yerine öğrenmeye devam etmeyi seçiyorum.
 
Haklı olma ihtiyacımı serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Haklı olmak yerine mutlu olmayı seçiyorum.
 
Mükemmel olma ihtiyacımı serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Mükemmel olmaya çabalamak yerine mükemmel hissetmeyi seçiyorum.”
 
Ve “bütüne katkı olsun” diyerek noktalıyor Berna Hocam… Bütünün hayrına yani sadece senin benim değil tüm varlıkların hayrına… Daha ötesi ne olabilir ki?
 
Bütünün en yüksek hayrına; yenmek yerine hep birlikte kazanmayı, eleştirmek yerine ilham olmayı, bilmek yerine olmayı, haklı olmak yerine mutlu olmayı, mükemmel olmak yerine mükemmel hissetmeyi seçiyorum. Ve bu seçimimi sevgimle destekliyor, kalbimle onaylıyorum.
 
TAHİR SAKMAN








 

24 Mart, 2023

TOPRAĞA SIRTINI DÖNEN ARMUTLAR!




Biz asıl o zaman öldük…

 
Ne zaman ki toprağa sırtımızı döndük ne zaman betona teslim olduk; işte biz, asıl o zaman öldük…
 
Ölmeden önce yani yaşıyorken; toprağın cömertliğine sırtımızı dayadığımız zamanlar, bu kadar beton icat olmamıştı, yollarımız asfaltla kaplanmamıştı; ayaklarımız toprağın kara bağrına basarken, hepimiz bir şekilde bir şeyler üretiyorduk…
 
Elimize bir yarım somun ekmek alıp biber mandalının başına çöktüğümüz zamanlar… sabahın çiyi düşmüş domatese elimizi uzattığımız… hiç kokusunu aldınız mı o salatalığın? Tandırdan yeni çıkmış ekmeğe yağ sürdünüz mü? Ananız, evin büyük kızı gibi salınarak gezen sarı kızın sütünü çekerken, süt makinesinin kaymak akan tarafına uzattınız mı ekmeğinizi?
 
Dışarıda yağmur yağıyor… eskiden yağmur yağdı mı bir koku yayılırdı; bahar gibi, yaşam gibi… şimdilerde yağmur asfalta düşüyor sonrası kanalizasyon… suyu çekilen toprak kuruyor, bahçeler, bağlar zaten bitmiş… daha ne kıyamet bekliyorsunuz ki, bundan daha büyük kıyamet olabilir mi?
 
Envaiçeşit meyve ağaçlarımız vardı; çeşit çeşit kayısılar vardı, elma yanak, şeker pare, aşılısı, aşısızı… vişneler vardı, kirazlar vardı, vardı…
 
Elinizi uzattığınız anda doğanın cömertliğini doyasıya yaşardık…
 
Armutlarımız vardı; hem de en iyisinden… Yazlık, kışlık… yerlere dökülürdü de toplamaya üşenirdik, hatta sitemler ederdik, bu kadar meyve verdiği için ağaca… Armutları toplar, birbirine bağlar, tavana asardık ki kışın yiyelim…
 
Kış armudu diyorum hani şimdilerde pazarlarda “Ankara armudu” diye satılandan… Biz Ankara armudu falan bilmezdik; kış armuduydu bizim armutlarımız, eğer kazara boş bulunup, olmadan (hamken) ısırırsanız dişinizi bile kırabilirdi ama kışın tavan arasından indirip, sobanın yanı başında sıcaktan ciğeriniz yandığı zaman sulu sulu… yeri sülalenize rahmet okuturdu…
 
Şimdi dört armuda 25 lira verince… o yemediğim, toplamaktan bıktığım armut ağacından özürler diliyorum ama… armut ağaçlarımız çoktan kesildi… toprağa çoktan beton döküldü, bir ağlamak kaldı bize…
 

Sağımız beton, solumuz beton… şehir ırmaklarının yerini gözyaşlarımızdan yükselen feryatlar alırken… biliyorum; biz toprağın, ağaçların, avarların ahını aldık… Ayvalı Sokak’tan Sarıyakup’a dönerken çağlayan şehir ırmağının sevinç gözyaşlarının yerini hüzünler aldı şimdi… Şimdi Maliye Sarayı dediğiniz beton blokların hemen önünden geçen şehir ırmağında ıslanırdı bizim çocuk sevinçlerimiz… Şimdi… şimdi diye bir şey yok artık!


Şimdi kalkmışız, "armut şu kadar" diyoruz… hani Kızılderili şefin söylediği neydi:
 
“Beyaz adam, bir gün anlayacak paranın…”
 
Biz hâlâ anlayamadık; betonun, insan hayatına kast etmek olduğunu, toprağa düşmanlık olduğunu… “Armut piş, ağzıma düş" olacak sandık her şeyi…
 
Armutlar düşüyor düşmesine de… o düşenler, o armutlar değil…
 
Bizden başka hangi armut toprağa sırtını döner ki?
 
TAHİR SAKMAN

 







23 Mart, 2023

IŞIĞIN YERİ!

 


"Şair, ışığın yerini göstermek zorunda" diyor Ozan Pablo Neruda... biz şanslı bir milletiz bu konuda; ışığın yerini gösteren Pir Sultan'dan, Dadaloğlu'na, Nazım Hikmet'e ve Mahzuni Şerif'e uzanan bir çizgide, birçok şairimiz 'ışığı alnında ilk hisseden' olmuş, kaynağını göstermiştir.


"Şairlik mesleğinin kötüye kullanıldığı da olur elbette. Öylesine çok yeni şair ve yeni yetişme kadın şair ortaya çıkmış ki, yakında hepimiz şair olacağız ve okur hiç kalmayacak. Okur aramak için yakında keşif heyetleriyle yola çıkmak, çöllerden geçmek ya da uzay gemileriyle evreni bir baştan öte başa dolaşmak gerekecek"


"İnsanın en eski eğilimi şiirdir. Dini törenler ve dualar şiirden doğdu. Dinlerin çekirdeğinde de şiir vardır. Şair bunu doğanın belirtileriyle bildi. İlk çağlarda bu Tanrı görevini korumak için rahip dediler kendilerine. Günümüzün şairi ise, şiirini haklı göstermek için, sokağın ve insan yığınlarının kendisine uzattığı belgeyi benimsiyor. Günümüz halkçı şairi din adamlarının en eskisidir. Eski zamanlarda karanlıklarla anlaşma yapardı. Günümüzdeyse ışığın yerini göstermek zorunda."


-Ozan Neruda-

TEŞEKKÜR EDERİM

 


Bu sabah doktora gittim, boğazımın “kötü” olduğunu söyledi ama önceki günlere karşı çok çok daha iyiyim. Ateşim çıksa da eksilen bir periyotta azalmaya başladı.
 
Sanki bir kabustan uyanmış gibi şaşkınım… hayata yeni bir şevkle sarılmayı özlemiş olmalıyım. Umutlarımız her zaman gökyüzü…
 
Reiki Masterim Berna Hocama enerji desteği ve ilgileri için teşekkürlerimi sunarım. Bu arada rahatsızlığım nedeniyle geçmiş olsun dilekleriyle beni güçlendiren tüm dostlara da teşekkür ederim.
 
Dünya ana tek bir bedendir… Hepimiz onun çocuklarıyız; birimizin rahatsızlığı hepimizi etkiler… Sevgiyle sarıldığımız sürece, tüm enerjilerimiz her zaman şifa olacaktır.
 
Sevgili bedenim:
 
Bu boyuttaki yolculuğumda, seni bırakacağım zamana kadar, bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim, seni çok seviyorum ve seninle çok mutluyum…
 
Tüm varlıkların mutlu olmasını seçiyorum, görünen görünmeyen, büyük küçük, canlı cansız, tüm varlıklar mutlu olsun. Kalbimdeki sevgileri tüm varlıklarla paylaşıyorum. Bu seçimimi sevgiyle destekliyor, kalbimle onaylıyorum, tüm varlıklar mutlu olsun…
 
TAHİR SAKMAN
 

22 Mart, 2023

ÇÖPTEKİ “ADAMLAR”

 

Bu tür görüntüleri, fotoğrafları çok görmüştüm ama hiç bu kadar beni vuran olmamıştı…
 
Partiniz, pırtınız, meşrebiniz, inancınız beni hiç ilgilendirmiyor hele hele bunu da gördükten sonra hiç…
 
Yarın için iftar hazırlıklarına, davet edeceğiniz insanların listelerini hazırlamaya başladınız ya… vallahi, hiç mi hiç hükmü yok!
 
Yer Konya… eminim yurdun pek çok yerinde de aynı görüntüleri içleri acıyarak izleyen insanlar olmuştur…
 
İçim hiç bu kadar parçalanmamıştı, hiç bu kadar dağılmamıştım:
 
Akşamüzeri, bir marketin önü… yaşlı bir adam; saçı sakalı birbirine karışmış, kıyafet dersen perişan… elinde uzun bir tel, çöp bidonunun içine sokuyor… telin ucuna takılan meyveleri bir kenara koyuyor… yüzünde bir umut, bir parça mutluluk… bense, bin parçayım…
 
Ağlamak zor gelir bazen ama ağlamak yetmez…
 
Acın halinden anlayacaksınız değil mi?
 
Bak Konya, bu insan, bu yaşta çöp karıştırıyorsa bu hepimizin suçudur; eğer biz o kadar çok yemeseydik, ona da kalacaktı!
 
"Haberim yoktu" demeyeceksin, "görmedim, tanısaydım" demeyeceksin... Görmek zorundasın, bilmek zorundasın!
 
Eğer bir insan, çöpten geçinmeye çalışıyorsa… Bilmem kaç milyonluk şehrin haberi yoksa...
 
Haydi artık dağılabiliriz:
 
Yürüdüğünüz yol, her neyse size kalsın...
 
Not: Rahatsızlığım nedeniyle şu an ateşler içindeyim ama beni asıl yakan çöpteki adam oldu...
 
TAHİR SAKMAN

SEVGİLİ BEDENİM!

 

Böyle bir boğaz ağrısı görmedim… Neredeyse beş gündür paso yatıyorum; bir ateş basıyor saçma sapan rüyalar görüyorum… Boğazıma bakıyorum bir şey yok gibi ama iş yutkunmaya gelince kıyamet kopuyor…
 
İçmediğim antibiyotik, grip hapı, bitki çayı; sıkmadığım burun spreyi, yapmadığım gargara kalmadı…
 
Yani korona olduğum zaman bile bu kadar zorlanmamıştım…
 
Sevgili boğazım ve sevgili bedenim…
 
Kendime güveniyor bedenimi seviyorum; hepinizi sevgiyle kucaklıyorum. Bana işaret ettiğiniz gibi tüm dikkatim sizlerde, bunca yıl birlikte yürümekten son derece mutluyum.
 
Bana gösterdiğiniz kendi gerçekliğimi anladım ve beni yavaşlattığınız için teşekkür ederim. Benim, sizlerden birinin, en küçük bir enerji akışındaki aksamada bile huzurlu olmam mümkün değildir. Bu nedenle, bütünün en yüksek hayrına, boğaz çakramdaki enerji akışını yavaşlatan tüm negatif duygu ve düşünceleri ve farkında olmadan çalıştırdığım tüm olumsuz programları iptal ediyorum. Yerine sevginin muhteşem ışığını koyuyorum; hemen şimdi, olması gerektiği gibi...
 
Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim…
 
TAHİR SAKMAN

17 Mart, 2023

ÇEKİN ELİNİZİ ALÂADDİN’DEN!

Foto: T. Sakman

30 Temmuz 2019 ve 19 Eylül 2019 tarihlerinde “Ucube Sultan Tekkesi”; 10 Mart 2022’de “Alâaddin Tepesi’ne Dokunmayın” ve 19 Mart 2022 tarihinde ise “Alâaddin Tepesi’ni Kurtarmak” isimli yazılar kaleme almış ve sosyal medyada paylaşmıştım. Aslında 2000’li yılların başlarından başlayarak köşe yazdığım gazetelerde de tarihi tepenin kullanımıyla ilgili onlarca yazı kaleme almıştım.
 
Yani diyorum ki elinizi sürmeseniz tarihi eserlerimize, vallahi daha iyi korunacak!
 
Bir dönem köfteciler istila etmişti sonra otopark olarak kullanılıyordu; şükür vazgeçildi… Ağır iş makinaları çıkarılıp tepeye granit döşendi! Sonra bir baktık kazılar yapılmaya başlandı ama ne kazı! Yıllardır kaz, kaz bitmez…
 
Ne buldular bilmiyoruz, her yıl bir iki ay çalışma yapılırken son yıllarda o da kesildi, üzerine branda çekilip öylece kendi haline bırakıldı. Bizans’tan kaldığı söylenen hazine efsaneleri de şehirde yayıldı gitti böylece. Bu arada Alâaddin Köşkü’nün son kalıntılarını koruyan ve gayet estetik olan şemsiye yıktırıldı ve yerine hiç kimsenin beğenmediği ucube bir yapı konduruldu… Tabii harcanan paralar boşa gitti…
 
Foto: T. Sakman


Tepe’ye, Konyalı sahip çıktı. Şimdi yeni bir proje çıktı ortaya… Atam Selçuklu’nun mimarisine ne kadar uygun olduğunu daha tam detay göremediğimiz için bilemiyorum… Proje güzel olabilir, mimarı ehliyetli, başarılı olabilir sözümüz yok; sözümüz, tarihi tepeye uyumlu olmasıdır. İlk bakışta gördüğümüz, modern çizgiler taşıyan proje, tepeye ne kadar uyumlu olabilir, iyi düşünmek gerek? Bu konuda Konya Mimarlar Odası’na büyük görevler düştüğü kesin, onların fikri önemli.
 
Yeni Proje


Ucube yapı yıktırılıp mevcut çelik muhafaza camla kaplanılsa eminim güzel olacaktır veya eski şemsiyeyi yerine koyunuz lütfen. Şehrin bir dönem simgesi olan şemsiye tepeyle bütünleşmiş ve doğal bir görünüme sahipti.
 
Bir yanlışı düzeltelim derken bir başka yanlışa meydan vermeyelim; çünkü başka Alâaddin Tepesi yok. Tepe, şehrin en eski yerleşim yeri olmasının ötesinde şehrin en önemli simgesidir… Zaten etrafından geçen ağır trafik yükünün yanı sıra tramvaylar yeterince tepeye zarar veriyor, çok su isteyen bitkilerin yoğunluğu da ayrı bir soru işareti…
 
İplikçi Camii de aynı durumda; ağır trafik yetmezmiş gibi bir de tramvay geçti, duvarlarındaki çatlaklar bağırıyor, duyan var mı?
 
Hoca Hasan Camii yenilemeye tabi tutulduktan sonra minaresinin üzerine giydirilen başlığın Selçuklu mimarisiyle alakası veya Anadolu’da bir başka örneği var mı?
 
Kız Öğretmen Okulu… Yenilendi, adı değişti; yazarken utanıyorum, “Taş Bina” oldu… Yanlıştan dönülmesini bekliyoruz…
 
Lütfen tarihi eserlerimize, ecdat yadigârı eserlerimize dokunmayınız… Hele hele Alâaddin Tepesi’nin etrafından bile geçmeyiniz!
 
TAHİR SAKMAN



16 Mart, 2023

BETON AŞKINA



        /Ruhumuz satılmış özler tükendi
        Nice ocak söndü közler tükendi
        Ulusça gömüldük beton altına
        İçimiz donuyor sözler tükendi/
 
hangi söz anlatır
hangi acı daha büyük
beton aşkına gömdünüz ülkemi
rantçı siyasetçi ikbalci
cahil cühela yandaş yalaka
 
bir ülke düşünün / yatıyor
betonla koyun koyuna
 
ve sizler döşeklerinizde
ellerinizde sıcak akçeler
koyun koyuna
 
biz yıkılmayız halkız
ülkemizi giyinir
kalkarız yeniden
ve korkulur
milletin sessizliğinden
 
TAHİR SAKMAN
 



 

15 Mart, 2023

konya’sın diye sevdim İNDİRME LİNKİ


 “Bir şiir silahlar altındaki bir şehir gibidir” diyor Bukowski… Peki, ya bir ömrü, şiirle, şehre adamak nicedir?
 
Mısra mısra gezerken, şehrin sokaklarıydı aslında bizi gezen… ve her köşesinde karşımıza çıkmak için fırsat kollayan duygular… Ceddim Selçuklu’dan beridir yanan bir ateşin, Türkmen atlılarının vurgun olduğu bir düşün yansımasıdır. Bir Türkmen gelinidir bazen, bazen bir Bizans kızının kal’a kapısını açması gibi gökyüzüne açılan sevdadır, yalın… Moğol oklarıdır yangınlarım; sema sema ayaklarım yerden kesilir, gökyüzünde uçan bir derviştir… ama illaki Konya’dır, Konyalıdır:
 
/sanki bir başka dünyalıdır/
 
Bir şehri sevmekten öte bir şeydir Konyaperestlik… konya’sın diye sevdim:
 

/alâaddin tepesi'nde kayarken çocukluğum
dede bahçesi’nde büyüdük sevdalara
üşüyen ellerindi yüreğimi yakan
bozkır ayazında alev
meram'da gedavettin
serin türkülerin kanatlarında çırıl çırıldık
uçmuştuk en son yalnızlığımıza
üçler'de kalbi kırık bir taş
musalla’da buruk fatiha
ve gözümüzde sıra bekleyen
birkaç damla yaş
kaderimiz kederimiz olmadı
ne seninle ne sensiz
çünkü sevmiştim yönsüz/

 

Sonrası yarı düş yarı gerçekti:

 

/ben seni konya’sın diye sevdim
selçuklu kartalı gibi bakardın hani
gümüş gecelerin koynundan sabaha
bir yanın mağrur bir yanın mahcup
kim bilir hangi düşlerin efendisiydin/

 

Ama bir kere şehir sıyrılmıştı kınından:

 

/kınından sıyrılmıştı atlılar
atlılar ki cehennemden baktılar
atlılar o gün canlar yaktılar/                          
 

Her şey tersine döndü ya:

 

/ulu tengri gök şamanları unuttu
bir ateş ki
          döküldü moğol nallarından
                              kıvılcım kıvılcım
ateşe boğuldu her yan
kargılar duman duman sardı
selçukya şimdi kan
dönmezdi
                  döndü tersine
deveran / deveran / deveran/

 

“konya’sın diye sevdim”, bu benim dijital olarak yayımladığım 6. kitabım. Böylece kitap sayım fiziki olarak yayımlanmış kitaplarla birlikte 18’e çıkarken önümüzdeki günlerde yeni kitaplarımı da sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.


Aslında bu kitap, birkaç yıl önce hazırdı, teklif ettiğimiz şehrin bazı kurumlarından olumsuz yanıt alınca bir kenarda kalmıştı. Sonra yeniden ele aldım; baştan sona yeni bir düzenlemeyle uzun uğraşlardan sonra yayıma hazır hâle getirdim… Şiirlerde geçen mekânların fotoğraflarıyla bir bütün oluşturmaya çalıştım. Kaynağı belirtilmemiş fotoğrafların çekimi bendenize aittir. Yıllar yılı çektiğim fotoğrafların yanı sıra arşivimde bulunan fotoğraflardan faydalandım. Bu yönüyle, bir şehre söylenmiş ve fotoğraflarla bezenmiş böyle kitap hacminde başka bir örneği var mı bilmiyorum. Fotoğraf seçiminin, arşivimde bulunan bin civarındaki fotoğrafın içinden 199 tanesini seçmenin zorluğunu tahmin edersiniz sanırım. Konya üzerine söylediğim şiirler daha fazla olmasına rağmen bu kitapta format gereği 63 şiir yer alıyor, diğer şiirleri de bir başka kitapta yayımlayacağım.


Yaşantım boyunca zaman zaman kavgalı olsam da (aslında kavgamız şehirle değildi) hiçbir zaman Konyaperestliğimden ödün vermeden, toprağına baş koyduğum şehre, bir gün bedenimi emanet edeceğim şehre, peşin ödenen bir vefa borcuydu bu… Umarım bu topraklar, tüm bunları göz önünde bulundurarak bağrında bize de yer verme lütfunda bulunur.


Gönül tabii ki isterdi fiziki olarak basılsın ama…


Artık şiirlerim şehre emanet:

 

/ben seni konya’sın diye sevdim
aya eleni uykularından uyanırken
şeytan köprüsü’nde yalın
mormi camisi’nde yankıydı sesin
zamanın kör kuyularında /
                              unutmadım sevdim/

 

https://tahirsakman.blogspot.com/ blog sayfamda TAHİR SAKMAN KİTAPLARI İNDİRME LİNKLERİ yazısına tıklarsanız açılan sayfadan bilgisayarınıza, tabletinize, telefonunuza ücretsiz indirebilirsiniz.

©Tahir Sakman, Konya-2023
 
Önemli Not: “konya’sın diye sevdim” sadece pdf formatında dijital olarak yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler ve fotoğraflar; tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında ticari amaçlarla izinsiz kullanılamaz. Kaynağı belirtilmeyen fotoğrafların çekimi Tahir Sakman tarafından gerçekleştirilmiş bazı fotoğraflar ise Tahir Sakman’ın özel arşivinden alınmıştır.


ISBN 978-605-72565-0-8


TAHİR SAKMAN






14 Mart, 2023

MERAM’DAKİ SON ASMA YAPRAĞINA SORUN!


Sevgili Kemal Soylu aramasaydı bu yazı olmayacaktı aslında…
 
Dün bir paylaşım yapmış, eski arkadaşlarımdan şair Abidin Küçükavcılar’dan söz etmiştim ki telefonum çaldı, arayan Kemal’di…
 
“Üstat” diyordu “iyi ki varsın da bizlere unuttuğumuz eski dostları hatırlatıyorsun. Abidin, hep söylerdi; bizi de bir hatırlayan olur mu diye…”
 
Ah Kemal ah… O günler, bizim büyülü dünyamızın bir parçasıydı ve tabii ki “dostlarımız bu dünyanın en iyi, en saf insanlarıydı” desem hiç de abartı olmayacak. Eskiden vefa diye bir duygumuz vardı bizim ve asla meşrep, düşünce farkı ve çıkar gözetmeden “birbirimize nasıl destek olabiliriz”in hesabını yapardık.
 
Bizler, bizden önceki nesillere saygımızı sunar, onlar da bizlere sevgilerini gösterirlerdi. Yazın hayatımızı onların hoş sohbetleriyle renklendirir ayrıca o sohbetlerden de dağarcığımız hep dolu olarak dönerdik…
 
Sonra bir şeyler oldu… önce siyaset, keskin hatlarla çizgiler çekmeye başladı, sonra yandaşlık icat oldu… halbuki hepimiz aynıydık?
 
Hepimiz; şehrin tozlu sokaklarında “harmanbiş” oynayarak, “çelik çomak” sallayarak, bellerimizi kırarcasına “uzun eşek” ve boyumuzun ölçüsünü aldığımız “birdir bir” oynayarak aynı duyguları paylaşmıştık. Gazoz kapaklarına doldurduğumuz çamurların izi hâlâ ellerimizde dünün nişanesi gibi duruyor… Billa (bilye) oynarken kazandığımız kayısıların acı çekirdeklerinin tadı, bugünün hileli balını geride bırakırken… oysa hepimizin bahçesinde boy boy kayısı ağaçları varken… yok, olmaz illaki oyunda üteceksin!
 
Hayat öyle bir üttü ki bizleri… hepimiz bir yöne savrulduk.
 
Şimdi Kemal soruyor; “bizi de yazan olur mu” diye…
 
İlahi Kemal, arkamızdan kem söz etmesinler razıyım; varsın unutsunlar… Kim bilir belki de “kurtulduk” diyen bile çıkabilir! Ne gam, yaşarken umurumda olmadı da öldükten sonra mı olacak?”
 
Ki bu şehir aykırı yaşamların tam merkezidir… ejderhayı öldüren o ilk Konyalıdan beri nice birbirine zıt hayatlar, bu şehirde kesişmiştir. Bir yanda sufiler vardır şehrin mayasında, bir yanda âşıklar; kimisi ilahi aşka vurmuş kendini, kimisi bir “kaş-ı keman” hayalin peşine takmış ömrünü…
 
Ama bir şey var ki Allah için; kendimizle olan kavgayı hep diri tuttuk… sığındığımız şiirin kanatları bizi başka diyarlara götürdü; yalnızlığımız bile çok kalabalıktı… Ejderhayı öldüren o ilk Konyalıdan sonra kendimiz nice ejderhalar yarattık, haberimiz bile olmadı çoğundan…
 
Biz kendimizi hatırlıyoruz ya; gerisi ne gam Kemal ne gam… Biz yalnız gecelerin koynunda sabahlara kadar dolaştığımız şehrin ara sokaklarında bulduk kendimizi…
 
İnanmayan Zafer’in kaldırımlarına sorsun, bir de Meram’da ağlayan son asma yaprağına taktığımız mısralara…
 
Gerisi gökyüzü… zaten hepimizin…
 
TAHİR SAKMAN




 

13 Mart, 2023

“BİR GENÇ ŞAİR” ABİDİN KÜÇÜKAVCILAR

 


Bir zamanlar… çok değil; şunun şurasında 40-50 yıl öncesi… Evrenin yaşına bakarsanız hiçbir şey.
 
80’li yılların son bölümlerinde bir şiir telaşımız vardı; telaşımız diyorum, çünkü öylesine heyecanlıydık ki… Bir ara evlerde toplanıp kendi kendimize şiir okuyorduk. Derviş Ozan mahlasıyla şiir söylediğim yıllar... Duran Çölcü, Nesrin Erkan, Muammer Atal, Mehmet Genç, Hasan Atçeken, ressam Mehmet Kendi, ilk aklıma gelenler. Bir de Abidin Küçükavcılar vardı; saf, temiz… kalbindeki tüm duyguları şiire vermişti. Ülkenin dört bir yanındaki sanat-edebiyat dergilerine şiir yollardı; adını sanını hiç duymadığımız dergilerin sayfalarında, gazetelerin şiir köşelerinde adını görürdük ve pek çoğunun da temsilciliğini yapardı. Bu temsilcilik çoğunlukla fahri olduğu için ciddi geçim sıkıntısı çekerdi ama çok da önemsemezdi. Babasından kalan maaşla annesiyle birlikte yaşamaya çalışıyordu.
 
   
                           



Elinden hiç düşürmediği şiir defteriyle gezer, herkese şiir okurdu… Sonra antolojiler çıkardı; 1982, 1983 ve 1984 yıllarında Konya Şairler Antolojisi yayımladı. O yıllardan baktığımız zaman bu antolojilerin kıymetini çok bilememişiz. Oysa şimdi ne kadar önemli bir iş yapmış Abidin… 1984 yılındaki antolojiye ben de katılmıştım ayrıca 1985 yılında Türkiye isimli sanat-edebiyat dergisinin çıkardığı antolojiye de katılmıştım.
 


Abidin sonraları bir gazete çıkarmaya teşebbüs etti ve çıkardı da ama ömrü tek günlük oldu… “Kent Kılavuz” isimli tabldot boy gazeteyi yaşatamadı, kim sponsor olmuştu, şimdi hatırlayamıyorum.
 
Zaman zaman Konya Kültür ve Turizm Derneği’nin Türbe Önü’ndeki bürosuna gider Feyzi Halıcı abimize şiirlerimizi okurduk, o da sabırla bizi dinlerdi… Bir keresinde Âşık Nuri Şahinoğlu hepimize tek tek, irticali dörtlükler söylemişti; “o da bir genç şair olmuş” ayaklı… Kendimizin, dünyanın en büyük şairi olduğumuz yönündeki sarsılmaz fikrimizi savunur, bu toplumun bizi anlamadığını, bir gün anlayacağına karar verirdik. Ne kadar safmışız meğer!
 
O dönemlerde en büyük lüksümüz daktiloyla yazmaktı ama… daktilo İmam Hatip Lisesi Edebiyat öğretmeni olan can dostum Ahmet Ziya Özkul’da vardı ve bazen ondan ödünç alırdım; şiirlerimi daktiloyla yazmak için…
 
Bendenizin Türbe Caddesi’ndeki iş yerime gelirdi Abidin ve saatlerce sohbet ederdik. Koray Ekener, Nesrin Erkan, Hidayet Çakır, Ahmet Ziya Özkul, Karamanlı Ozan İsa Oğuz, Fethi Kadıoğlu, Sefil Turgut ve daha niceleri… Şiir; tek dünyamız, tek sığınağımızdı… Abidin, nerede bir şiiri çıkmışsa o gazetenin, derginin kupürünü saklardı. Onu sürekli postanede görmeniz mümkündü; ya şehrimizdeki gazeteleri, şiirleri çıkan arkadaşlara yollardı ya da kendi şiirlerini bıkmadan, ülkenin dört bir yanındaki sanat-edebiyat dergilerine, gazetelerin şiir köşelerine yollardı. “Cebindeki bütün parayı PTT’ye verirdi” demek en doğru bir tanımlama olacak…
 
Sevgili Abidin Küçükavcılar, önce evlendi sonra Antalya’ya taşındı… Zaman zaman haberleşiyorduk, Antalya’da, sanat ortamının zenginliğinden, sahilde düzenlenen şiir akşamlarından söz ederdi ve tabii bizim de içimiz giderdi. Sonra irtibatımız koptu ve bir gün acı haberini aldık… Genç yaşında meşum bir hastalığın pençesine düşmüştü. Rahmet olsun…


Kemal Soylu anlatıyor; bürosuna ziyarete gitmiş Abidin… “şiir yazmıyor” diye eşini boşayacağını söylemiş… tabii bu işin şakası olmasının yanı sıra şiirin onun hayatındaki önemini anlatan en iyi anekdot olur sanırım…
 
O günlerden kaç kişi kaldık… pek çoğumuzu şiir bıraktı, kimimizse yolculuğuna devam ediyor, o günlerin heyecanıyla… O günlerde hep “genç şairdik”; bu genç şairlik yakıştırmasını önceleri yaşımıza bağlardım… çok sonraları anladım; ismi duyulmamış veya acemilik anlamında olduğunu… Ama hâlâ öyleyim, hep genç şair olarak kalmayı çok seviyorum.
 
Şimdilerde artık genç şairlere rastlamak çok zor… Hepsi üstat… ama olsun, yeter ki şiir söylensin; çünkü, bu gök kubbenin altında mısralar düştükçe yüreklere hâlâ insanlık için umudumuz var demektir…
 
Şiir yaşantımızdı ve hâlâ öyledir ve onun içindir; bu genç kalmamız!
 
TAHİR SAKMAN