YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Temmuz, 2022

YAN MEDİTASYONU!

 


Tembellik meditasyonu yapıyorum... :) Önce yan gelip yatıyorum sonra öbür yan :) Her yan; bir yan... hangi yana yatarsam yatayım, aslında yan'ın yanında olduğumu fark ediyorum. Bu durumda Yan Gel Osman'a gerek kalmıyor sadece bir yan bulmam yetiyor... çünkü o yan, hangi yan olursa olsun, bir yan...


Gel de şimdi yanlardan yan beğenme!

TAHİR SAKMAN

27 Temmuz, 2022

BEKLETME YALNIZLIĞIMI


erken gelme, geç de gelme… hem gel, hem gelme… zamanın suskun olduğu yerlerden, aşk mevsimlerinden sürülmüş fidanlara döndüğünde… güneşle ay birlikte doğduğunda ve hiç batmadığında, aylardan aşk, yıllardan sevgi, günlerden tutku olduğunda, takvimler, yıllardan özgür olduğunda gelebilirsen… bekletme yalnızlığımı biraz daha, biraz daha geç gel...

BEKLETME YALNIZLIĞIMI

yağmur mevsiminde gel
saçlarına yıldız
gözlerine mum koku
şafaklar döküldüğünde
erken gelme sakın
bekle
       çürüsün yapraklar
kokunu unutsun rüzgâr
umutlar toprak olsun
dudakların eski şarkılar gibi
doldukça kadehime
yıllanmış şarap tadında
gecikerek sevdam gibi
renklerin sarıya çaldığında
ve kapını yağmurlar
güvercin kanatlarıyla çaktığında
üşümüşsen
ve tüketmişsen ömrünü gecelere
haydi bekletme yalnızlığımı
biraz daha
             biraz daha geç gel
 
TAHİR SAKMAN


25 Temmuz, 2022

BİR TÜRKÜ BİR ÖYKÜ: DAĞLARA HANIM AYŞE’M

©Fotoğraf: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman bir derleme esnasında... Soldan sağa; Selçuk Es, Mazhar Sakman'ın kızı Vesile, Mazhar Sakman, Kemal Koldaş...

 Bugünlerde bir türkü dolanıyor dilimde:

"Kap’ardına[1] asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"

Tabii bu türkü dilinize dolanırsa Maşacı İmam’ı da hatırlarsınız. Dünün renkli Konya’sında nevi şahsına münhasır bir insan. Bu insanlara günümüzde rastlayabilmemiz mümkün değil. 

Kaynak kişilerin ifadesiyle “Dağlara Hanım Ayşe’m” ismiyle bilinen türküyü onun yaktığı söylenir. Geçmiş dönemlerde kadınlar arasındaki eğlencelerde ve tekkelerde kullanılan bir çalgı aleti olan zilli maşa çaldığı da bize anlatılanlar arasındadır. Belki de bu durum, Maşacı İmam’ın tekke kültüründen geldiğini de gösteriyor olabilir. Konya oturaklarında zilli maşa kullanıldığını hiç duymadım, münhasır kullanımlar olmuş olabilir.  Bir nevi ritim saz olan bu zilli maşa günümüzde kullanılmıyor.

Türkü yakma, o dönemlerde var olan bir ezgiye, söz döşeme şeklinde de olabildiği ve sıkça bu yola başvurulduğu için bu türkünün de öyle olduğunu tahmin ediyorum. Pek çok Konya türküsünde olduğu gibi bu türkü de meyhane temi sık kullanılmıştır, bunun da oturakların içeriğiyle ilgili olduğunu söylemek mümkündür.

Muhtemelen kaçak âşıkları anlatan bir türkünün oturak ortamlarına sözlerinin monte edilmesiyle oluşmuş olduğu intibaı uyandıran türkülerimizden bir tanesidir.

Türkünün hikâyesini yıllar önce yazmıştım, türkü dilime dolanınca tekrar yayımlama ihtiyacı hissettim:


DAĞLARA HANIM AYŞE’M[2]

Ekonomik sıkıntıların insanları boğmadığı, iletişim araçlarının bulunmadığı, yalnız ve yalnız sevginin, saygının, karşılıksız hoşgörünün gönüllerde yer tuttuğu, robotlaşmış tek düze insanların bulunmadığı eski Konya’da nice renkli simalar yetişmişti... Hepsi de kişilik sahibi, şahsiyetli, bir söyleyip bin düşündüren, coştuğu anda zaman ve mekân tanımayan, gönül zengini sade kişilerdi.

İşte bunlardan biri de boz bulanık bir Konya ikindisinde, Obruk yaylasında "yayan yapıldak" uzaktan kavakları görünen Eşmekaya'ya, akşam olmadan varmak için var gücüyle yürüyen, adeta uçan Maşacı İmam'dı!..

Maşacı İmam, medrese tahsilini, muhabbete -olan düşkünlüğü yüzünden tamamlayamamış, ancak nefsini nezih saz ve söz meclislerinde, oturak âlemlerinde terbiye etmişti. İnce Konya zekâsı burada da kendini göstermiş ve ona "Maşacı İmam lakabını uygun görmüştü... Ha!.. Size söylemeyi unuttum, dost meclislisinde zilli maşa çalardı... Geçim sıkıntısını biraz olsun hafifletmek için, ramazanlarda cerre çıkardı...

İşte o ramazanda imamlık yapmak için aradan yüzyıl geçmesine rağmen, anekdotları hâlâ canlı duran, valinin konağına atla gidecek kadar cesur; "söğe-söğe" zorla üzüm yedirecek kadar cömert, çeşme yaptıracak kadar iyiliksever "Cambaz Deli Osman Ağa" ya müracaat etmişti... Cambaz Deli Osman Ağa "hınzırlık" yapmamak kaydıyla o'nu Eşmekaya'ya, arkadaşı, Eşmekaya beylerinden Hacı Halit Bey'e gönderir.

Üç gündür yayan-yapıldak yol tepen Maşacı İmam, akşam namazı vakti Eşmekaya'ya girer. Ramazan arifesidir o gün. Tanışma, yemek ve kısa bir istirahatten sonra Maşacı İmam camiye gider ve o gün ilk teravih namazını kıldırır. Namazdan sonra İmam'ın döşeği serilir ve herkes odasına istirahate çekilir. Çekilir ya Maşacı İmam, konağın ihtişamından, hizmetkârlardan, yanaşmalardan rahatsız olmuştur. Birden aklına Kovanağzı’ndaki bağı, küçük odalı kerpiç evi gelir... "Keşke oturaydım yerimde" diye söylenir... Ya arkadaşları? Kim bilir hangi evde muhabbet etmektedirler. Aklına muhabbet gelir de Maşacı İmam'ın uykusu kaçmaz mı? Ne yapsa ne etse?.. Elin konağında da oturak tutamaz[3] ya! Hem kiminle tutacak? O koskoca adam, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi döşeğin içinde ağlamaklı dönüp dururken usulca kalkar... Pencerenin perdesini açar. İçerisi biraz aydınlanır gibi olur... Ses seda kesilmiş, el- ayak çekilmiştir... Yastığın altına koyduğu garip şekilli çıkınını açar ve gözü gibi baktığı, pırıl pırıl "zilli maşasını" çıkarır…

Pek çok değişik şekli olan zilli maşanın tekke versiyonu...

Elinde zilli maşayla yatağına giren Maşacı İmam, yorganı başına çeker. Artık coşmuştur. Zaman-mekân tanımaz. Usuldan usula zilli maşayı çalmaya başlar ve bir türkü tutturur.

"Kap’ardına asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"

Maşacı İmam türküye asılır da sesi yavaş çıkar mı? Artan zilli maşanın sesiyle kendi gür sesi, önce odasını sonra tüm konağı sarsar:

Dağlara Hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım mantıkasız[4] yerlere 

Kap’ardına asa koymuş eleği
Annesinin kömür gözlü meleği
Kocan yok da nerden aldın bebeği
 
Dağlara hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım mantıksız yerlere
 
Kap’ardına asa koymuş kalburu
Yayla kaymağına dönmüş baldırı
Bu dert beni iflâh etmez öldürü
 
Dağlara hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım mantıksız yerlere

Konaktakiler deprem oluyor zanneder! Deprem ya... Ancak, bu gönül depremidir, zaman-mekân tanımayan! Taaa... Selçuklu’dan beri biriken bir kültürün depremidir!.. Aşk dolu, sevgi dolu...

Derken yanaşmalar Maşacı İmam'ın odasına dolarlar; bir de ne görseler? Yorganın altında sanki bir ince saz takımı muhabbet etmekte… Şaşkınlıkları geçince hemen Hacı Ali Bey'in oğlu Halit Bey'e koşarlar "Bey, Bey! İmam delirdi!"

Yukarıya çıkan Halit Bey durumu hemen anlar. Zaten o da az çok saz çalmaktadır. Anadolu insanı olur da çalmadan, çağırmadan durabilir mi? Anadolu insani gurbete gider de acısını dökmez mi? Ani bir karar veren Halit Bey, yanaşmalarına "sazını kapıp gelmelerini" söyler ve "oturak tutulur" Ta ki sahura kadar! Ta ki bayram namazına kadar... O ramazan, teravihten sahura kadar her gece muhabbet edilir. Esasen eski bir muhabbet ehli olan Hacı Ali Bey ses çıkarmaz, hoş görüyle karşılar. Hatta bazı geceler "kapı ardında" dinlediği de olur...

Ramazan hoş ve çabuk geçer. Maşacı İmam'a para, buğday ve esvap verirler. Gönlünü hoş tutarlar. Ayrıca Cambaz Deli Osman Ağa'nın, Maşacı İmam'ın "hınzırlığını" anlaması için" dört ayağı sekili, ağzı kilitli"[5] al bir at hediye ederler...

Kaynak kişilerin ifadesiyle tahmini 1910 yıllarında yetmiş yaşında ölen Maşacı İmam'ın doğum tarihi yaklaşık 1840 yıllarıdır. Türküyü yaptığında otuz yaşında olduğunu kabul edersek 1870'li yıllar karşımıza çıkar ki bu da türkünün en az yüz senelik olması demektir...

Ne dersiniz? Günümüzde böyle renkli kişiliğe sahip biri var mıdır? Hepsinin ruhu şad olsun! Âmin.

KAYNAKLAR:

1-MazharSakman, Mahalli Divan Sazı Sanatçısı (1910-1994)

2- M. Ali Apalı, Avukat (1325-1987)

3- Hüseyin Çağıllar, Kasap, Okur-Yazar (1330-?)

 

TAHİR SAKMAN

 

SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart).



[1] Kapı ardına.

[2] SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart).

[3] Konya müzik geleneğinin en önemli unsuru olan oturaklar, düzenleneceği zaman, “oturak tutalım” şeklinde de ifade edilirdi.

[4] Burada kastedilen “mantıkasız yerler”, kolluk kuvvetlerinin denetim alanının dışına çıkmayı ifade etmek olmalıdır.

[5] Ayakları ve ağzında benekler olan ata verilen isim.

23 Temmuz, 2022

BOZKIR DÜĞÜNÜ GİBİ YAŞAMAK

 

 

Foto: T. Sakman. Bozkır Kaşık Ekibi.

Geçtiğimiz hafta sonu bir düğüne katıldım…

Mehmet Ali Duran dostum oğlunu evlendirdi. Mehmet Ali’yi folklorla ilgili olanlar özellikle Bozkırlılar iyi bilirler, yıllardır Konya, Bozkır kültürüne arkadaşlarıyla birlikte hizmet ediyorlar. Her nerede Konya ile ilgili bir etkinlik görürseniz onlar mutlaka oradadırlar.

Bozkır, Konya’nın geniş coğrafyasının bir başka bölümünde Toros dağlarında yer alır, iklimi gibi insanı da serttir, merttir. Bozkır insanı çok çalışkandır, azimlidir. Kısıtlı imkânlar içerisinde ağacın, yeşilin, toprağın kıymetini onlardan iyi hiç kimse bilemez. Bir ağacın bir evi geçindireceğini o bölgenin insanı yüzyıllardır bilir. Her ne kadar yaşam mücadelelerine çoğu zaman gurbette devam etseler de kültürlerini asla unutmazlar.

Bozkır folkloru, Konya folklorunun bir parçası olsa da Konya türküleri, yörede oynanan kaşık oyunlarının ritmine ayak uydurur ki bu çok enteresandır; figürlerin veya kaşık ritimlerinin türkülere ayak uydurması beklenirken Bozkır’da bu tam tersi gibidir. Türküler, kaşıkların cazibeli ritmine kapılır gider…   

Konya oturaklarında erkeklerin oynamama gibi bir adetleri vardır. Oturakların yazılı olmayan töresinde erkekler değil oyuncu kadınlar türkülere zille veya kaşıkla eşlik ederler. Bu nedenle olsa gerektir ki oynayan erkeğe de iyi gözle bakılmadığını biliyoruz. Kaynak kişilerin ifadeleriyle belli bir olgunluğa erişmemiş kişilerin oturaklara girememesi bunun bir başka ifadesi gibidir.

Peki, ya gençlerin düzenlediği zamah / çetnevir gibi gecelerde gençler oynamıyor muydu? Bu soruya doğrusu hayır diyebilmek oldukça zordur; muhtemelen gençler eğlencenin büyüsüne kapılıp oyuncu kadın varsa bile mutlaka oynamış olmalılar diye düşünüyorum.

Bozkır’ın kaşık oyunları çok meşhurdur ancak şehrin folklorik konulara yeterince ilgi göstermemesi sonucu bu geleneği geleceğe taşımanın bütün yükü birkaç ekibin sırtına yüklenmiş gibidir. Hatta öyle ekipler vardır ki babadan oğula bir miras gibi aktarılarak kaşık oyunları yaşatılmıştır. Bozkır Yazdamı kaşık ekibini yıllar önce bir programda tanımış ve baba ile oğulun aynı ekipte kaşıklarıyla konuşmalarına şahit olmuştum.

Bozkır gibi iklimi ve insanının sert olduğu bir coğrafyada erkeklerin kaşıklarla oynaması aslında beni hep şaşırtmıştır. Belki de adam boyu karın eksik olmadığı uzun kış gecelerinde bölge insanının nefes aldığı bir penceredir kaşık oyunları…

Koreografları kayıt altına alınmış mıdır bilmiyorum ama bildiğim Bozkır kaşık oyunlarına kimsenin sahip çıkmadığıdır.  Eğer yeterince sahip çıkabilseydik ciddi anlamda Konya’nın bir başka yönünü de ortaya koymuş olabilecektik. Benim gözlemlediğim; şehirde yapılan etkinliklerde bu insanlara sahne vermekte çok cimri davranıldığıdır. Şehrin bütün kurumları bu insanlara sahip çıkmalıdır özellikle belediyeler yaptıkları tüm etkinliklerde, şehrin tanıtım günlerinde bu insanlara sahne vermekte çok cömert olmalıdır.

Şehrimizde yapılan festivallerde bu insanlarımız neden çağrılmaz anlamak mümkün değildir. Konyalı, sen kendi kültürüne sahip çıkmazsan kim sahip çıkacaktır? Şunu unutma ki seni Konyalı yapan bu kültürdür!

Foto: T. Sakman

Mehmet Ali dostumuzun düğününe geri dönersek, tam bir Bozkır düğünü olduğu hemen göze çarptı; kaşığı eline alan sahnedeydi, yediden yetmişe Bozkır ekibinin yorumladığı kıvrak ezgilere sahnede eşlik ederek doyasıya eğlendiler. Kaşık oyunlarında, kaşıkları kırmak âdettendir, sahne, kaşıkların kırık ama mutlu görüntüleriyle doldu. Sevgili Mehmet Ali de yöresel kıyafetlerini giyerek sahnede yer aldı. Videosunu izlemek isteyenler için link:

https://drive.google.com/file/d/1o7lsHaZ-iw1CK0CGIO0-YFnueHXSIn2o/view?usp=sharing 

Videoda Bozkır ekibi, merhum babam Mazhar Sakman’ın sık okuduğu Kabak türküsünün bir varyantını seslendirirken, coşkun nağmelerine yerel kıyafetlerle sanatçılarımız zarif figürleriyle anlamlı katkılar sağlıyorlar.

O gece, ben de çok eğlendim, ne zamandır böyle eğlenmemiştim, bir başka dünyanın kapılarını açmamıza vesile olan Bozkır ekibindeki sanatçı dostlarımız; Keman Necdet Yüksel, ut İbrahim Tunç, ritim Osman Yüksel, oyuncular Mehmet Ali Duran, Ahmet Yüksel ve Ahmet Cihan’ı sanatlarından ötürü kutluyorum. Genç evliler Elif ile Mustafa’ya da Bozkır düğünü gibi bir yaşam diliyorum.

Eve giderken, kulaklarımda sanki babamın sesi yankılanıyordu:

/Kabağı da boynuma takarım

Hovardayı gözden çakarım

Senin gibi Konyalıyı

Alır gider pazarlarda satarım/

 

Kim bilir, belki de “senin gibi Konyalıyı” derken geleceğe bir mesaj vermişti…

 

TAHİR SAKMAN

 

Foto: T. Sakman. Mehmet Ali Duran yerel kıyafetlerle sahnede...




22 Temmuz, 2022

…GÖZLERİMİN FERİ DE YOK…


 eski bir gramofonda çalan taş plaktaki bir hikâyeydi bizimki…

yorgun yıllardan arta kalan bir hüzün sinsice beklerken, mutluluğa geç yakalanmanın telaşı belki… belki ölü zamanların uyandırması geceyi; tıpkı, bir ömrü bir geceye sığdırmanın sevinci belki acısı…

/sensiz sokakların vurgunuyum/

kendimi geziyorum; sensizliğin orta yerinde çarelerimi yıldızlara ısmarlamış, ellerimde deniz yıldızlarından fal bakarken… antik bir pas sarıyor…

/yılgın saatlerin ölü vakitlerinde

yitirilmiş düşlerin zamansız kuytularındayım/

 

dip vakitlerindeydik zamanın ne sen bilebilirdin ne ben… esrik aşkların sırlarla dolu dünyasını aralamak mıydı düşümüz? ânın büyüsüne kapılmaktı yaşam oysa hem de sana rağmen bana rağmen… aşk; ikimize rağmendi…

 

/gözlerimin feri de yok/

 

hangi ışıktı bilmiyorduk; bizi zamanın ötelerinden çeken… bir yalnızlık mıydı yoksa çok mu kalabalıktık? bedenimden taşan bir ürperti, geceye ter düşürürken, çoktan kaybolmuştuk sokaklarımızda…

 

/sokaklar beni geziyor şimdi

kaldırımlarım ezilmiş paslı hüzünlerle dolu

yorgunum sadece dargın değilim anla/

 

nefesim karışırken, bin yılların ötesine kopup gelen, hep yeniden yazılmak mıydı hayat, yarım hikâyelere hep yeniden? güneş renkli saçlarını savururken yalnızlığıma çoğalıyor hicranın… bekleyiş, kendisi olmak gibi…

 

/birkaç bin yıl daha beklerim

sonrası toprağa emanet

bir tek gözlerin duruyor canlı bir de gelmeyişlerin/

 

adem’den beri beklemiştim… gelme… ki beklemenin vahşi doruklarında kan kusan gecelere feryat olmanın izini süreyim…

 

/haydi ört hüzünleri bana maviler sana kalsın/

 

TAHİR SAKMAN

 

  

21 Temmuz, 2022

BUGÜN GÜNLERDEN KONYASPOR

Bugün maçımız var…


Gerçi hangi gün olmadı ki? Hayatla maçımızın olmadığı bir gün olmadı ki! En büyük maçımız ise kendimizle olan maçtı…


Yıllar öncesine kayıyor gözlerim…. Hani sahaya tavuk saldığımız yıllara… ne mücadeleler olmuştu, maçlar kıran kırana geçiyordu. Maalesef şimdi olmayan, hoyratça yıkılan Atatürk Stadyumu’nda sabah saatlerinde sıraya girdiğimiz günler, sonra güneşin, karın, yağmurun altında saatlerce beklemek…


Derdimiz neydi bilmiyorum ki? Ama bildiğim Konyaspor aşkıydı… Bir kaleci Fethi vardı, bugün bile öyle bir kaleci yok… Topu öyle şimdikiler gibi tokatlamazdı, havada üç takla atar öyle yakalar, yüreğimiz ağzımıza gelirdi. Eğer maçtan önce gol yemeyeceğim derse asla yemezdi… Sonra Aytekin, yattığı yerden üç metre sıçrardı…


Nacili, Muhtarlı, Mahmutlu kadrolar efsaneydi bizim için… Hele Mahmut’un bir lakabı vardı şimdi yazmayayım ayıp olur ama şunu söyleyeyim ki çok kiloluydu ve o cüsseyle nasıl koşardı anlayamazdık…


 O dönemlerde iş yerim vardı ve bizler Konya esnafı olarak maça gidelim, gitmeyelim pazartesi ve salı günleri dükkân önlerinde, ellerimizde Konya gazeteleriyle maç kritikleri yapar, teknik direktörün yapamadığı kadroyu yeniden kurardık!  Cuma gününe kadar başka şeylerden konuşur sonra tekrar başlardık.


Bu durum, o dönemlerde yazdığım Türbe Caddesi Şiirleri isimli şiirlerime bile yansımıştı:


/mevzular güne göre
pazartesi salı konyaspor
çarşamba perşembe pahalılık işsizlik
cuma cumartesi işler hep turistik
pazarları tatil yok hepsi nöbetçi
saatiniz mi bozuk işte saatçi/
 
Kara kartallar bugün Avrupa kupalarındaki ilk sınavına çıkarken bütün şehrin kalbi orada atacak.
 
Bugün günlerden Konyaspor… Bugün hepimiz bir kartalız…
 
Bu şiir de benden Konyaspor’a yadigâr olsun:
 
    KONYASPOR MARŞI
 
Konyaspor engelleri aşacak
Nice nice kupalara koşacak
Kara kartal yeşil beyaz renkleri
On bir fişek sahalara taşacak
           
Kalbimizde içimizde sen Konya
Sazımızda sözümüzde sen Konya
Uzan uzan kupaları topla gel
Taraftarın omuzunda sen Konya
 
Engelleri hep beraber aşarız
Nice nice kupalara koşarız
Konyaspor gönlümüzde sen varsın
Başarınla bizler mutlu yaşarız
 
Konyaspor engelleri ezecek
Yüce ismi dilden dile gezecek
Dört mevsimde çiçek çiçek taraftar
İsmini en yükseklere dizecek
 
TAHİR SAKMAN

 

20 Temmuz, 2022

ŞİMDİ ORTA(!) ZAMANI


 

Şimdi tatil zamanı ya…

Herkes tatil fotoğraflarını ve oralarda yediklerini vs. paylaşıyorlar, bu bana gösteriş gibi gelmiyor; çünkü en azından dostlarım için biliyorum ki onlar bu paylaşımları yaparken gösteriş için yapmıyorlar, sadece böyle bir dünyanın olduğunu ve bu dünyanın nimetlerinden herkesin faydalanma hakkı olduğunu anlatmak ve bu sayede uyanmanızı sağlamak için olduğunu biliyorum…

Uyanır mıyız, hiç sanmıyorum sadece iç geçirerek bakarız o kadar. Genlerimize işlemiş olan kadercilik ve razı gelmenin, cennet hayalleri kurarak teselli olmanın kurbanlarıyız belki…

Hizmet etsin diye seçtiklerimizin başımıza efendi olmalarına nasıl razı oluyoruz bir türlü anlayamıyorum zaten…

Neyse burayı geçelim… her yıl birkaç rutinim vardır; en azından birer kere mutlaka yaptığım…

Birisi ekmek salması… bu sene yapamadık… sonra “orta (bütümet)” var, “balcanlı tirit” var… “en azından onları yapabilirim” dedim…

Konyalılar bilirler özelikle Kumköprü patlıcanıyla yapılırsa pek makbuldür… gerçi Kumköprü’de bahçe kalmadı ki… neyse şükür ki Karaaslan henüz var ve geçtiğimiz pazar günü Muhacir Pazarı’ndaki pazardan Karaaslan patlıcanı aldım…

Öyle eskiden olduğu gibi söndürme kömürüyle imil imil maltızda pişirmek lazım ama apartman hayatı malum, tek yapabildiğimiz kısık ateşte pişirmek…

Bendeniz sonradan gurme(!) olduğum için kusurumu bağışlayın tarifini yazacak falan değilim ama “bu dünyadan orta yemeden göçüp gitmeyin” derim… Kuzu kaburgadan yapmak âdettendir ama bendeniz çok yağlı olmasın diye boyundan yapıyorum.  Patlıcanı az, eti çok olmalı, benim formülüm bir kilo patlıcana iki kilo… Tabii az da olsa tereyağı ilave etmelisiniz…

Böyle bir lezzet dünyada görülmemiştir… İlla orta yapacaksınız diye de bir kaide yok yeter ki yerli patlıcan olsun, musakka da yapabilirsiniz, inanın ortanın lezzetine yakın olacaktır.

Şimdi fotoğrafını paylaşmasam olmayacak yani musakkasını yapabilirsiniz, yerli patlıcanın kilosunu 10 TL’ye aldım… Fotoğraftaki patlıcanı önce yemelere kıyamadım sonra doyamadım… Tabii fotoğraftaki yemek, “ortası” alınmış hâli…

Afiyet olsun… Haa… bu arada somun ekmekle banıp yemelisiniz; değilse lezzeti kaçırabilirsiniz ona göre, “dimedi, dimeyin!"

Geçtiğimiz yıl yine bu ayda pek muhterem Balcan Efendi’ye maniler düzmüştüm, okumak isteyenler için link:

https://www.facebook.com/tahirsakman/posts/pfbid0v6NznNuowX91L4B7xzMfkC9C1hSdX3Zy4N5b9EWvcDTznK1oJ3NSJZGzhhovXiwTl

TAHİR SAKMAN



18 Temmuz, 2022

ZIKKIM YE!


 

Başka yerde de var mı bilmiyorum ama Konya’da çok meşhur bir söz vardır; zıkkım ye

Çok acıkanlara veya doymayanlara söylenir; zıkkım ye…

Bu sözün bir de zıkkımın kökünü ye şeklinde söyleneni vardır ki o çok vahimdir.

Konya metropol bir şehre dönüşürken birçok değerimizi yitirdiğimiz gibi bu deyimleri de unutmaya başladık. Bu sözleri anasından duymamış bir Konyalı düşünemiyorum. Hepimizin ortak hafızasının bir yerlerine kazınmış olan bu sözün ne anlama geldiğini Konyalılar bilir de bilmeyenler için yazalım istedim…

Zıkkımın kökünü ye aslında iyi bir temenni değildir; çünkü buradaki zıkkım, zakkumun kendisidir ve kökü oldukça acı ve zehirlidir. Burayı geçelim, bize lazım olan öbür zıkkımdır:

Sokakta oyunlar oynadığımız, kimseden korkmadığımız o mutlu, sakin, hoşgörülü, dünün homojen Konya’sında acıktığımız zaman hepimiz evlerimize koşar anamıza acıktığımızı söylerdik ve çoğunlukla aldığımız cevap zıkkım ye olurdu…

Durun hemen öyle kötü düşünmeyin; bu zıkkım, sizin bildiğiniz zıkkımlardan değil…

Çoğumuzun evinde olan ve hane halkı gibi bakılan, sevilen, sarı kızların sütünden, analarımızın o maharetli, nurlu elleriyle yapılan gerçek organik yoğurda baharatlar eklenirdi. Karabiber, kırmızıbiber, kekik hatta nane, tuz… Zeytinyağı da ekleyebilirsiniz. Tabii eğer bahçenizde ceviz ağacı varsa ceviz de ilave edebilirsiniz… sonra varsa tandır ekmeği yoksa yarım veya çeyrek çarşı ekmeği ortasından ikiye kesilir, bu zıkkım sürülürdü…


Bir lezzet patlaması yaşardık. Elimizde zıkkımlarla yarım kalan oyunlarımıza dönerdik…

Hani canım çekti bir an ama artık cesaret istiyor… yoğurdun kilosu kaç para haberiniz var mı kuzum?

Artık zıkkım bile yiyemiyoruz!

Eğer bensiz yapar da yerseniz vallahi hatırım kalır ona göre… Fakire de haber edin sizin ellerinizi, benim ayaklarımı bağlayalım da size, zıkkım nasıl yenirmiş itina ile göstereyim!

TAHİR SAKMAN



16 Temmuz, 2022

GÖNÜL SIZIMIN BAM TELLERİ

Tayyar Yıldırım-Tahir Sakman birlikte...

 Sosyal medyada şiirlerini görüyordum, ortak dostlarımız vardı ama henüz tanışmamıştık…

Özellikle taşlamaları vardı, sertti…

Gençken hepimiz şiir söyleriz ama yaş kemale ermeye başladığı zaman aslında heyecanlar bir nebze olsun dinmeye başladığı, dinginleşmeye başladığımız yaşlarda şiir susmaya başlar… Denemeye, öyküye romana yöneliriz…

Ama Tayyar Yıldırım şiir söylemekten vazgeçmeyenlerden…

Hele hele insan militarist bir yapıdan geliyorsa şiir onun için daha da zor olmalı ama Tayyar Yıldırım bunun böyle olmadığının tam aksini ispat edercesine mısra mısra duygularını açığa çıkarıyor. Tabii ki bu aynı zamanda asker bir millet olan biz Türklere mahsus bir durum; çünkü dünyada Türk askeri kadar duygusal, insancıl, barışçıl bir asker henüz görülmemiştir.

Bu açıdan baktığınız zaman onun şiirleri daha bir anlam kazanıyor.

Şiirleri teknik açıdan düzenli, kafiye ve ayak sıkıntısı olmayan ve sürekli kendini yenileyerek yeni ayaklar bulmanın hassasiyeti içerisinde olduğunu hissedebiliyorsunuz.

Geleneksel veznimizle söylediği şiirlerde, kendini tekrar etmeyen rahat bir söyleyiş tarzı var. Tüm şairler / ozanlar gibi onun da bu bozuk düzene söyleyeceği çok şey var.


Fakirhanemizde yapılan bir sohbet nedeniyle tanışma fırsatı bulduğumuz Tayyar Yıldırım, Gönül Sızımın Bam Telleri Şiirlerim ismini verdiği kitabını lütfetme nezaketinde bulundular ki benim için tüm şiir kitapları kutsaldır, onun kitabını da kutsal bir emanet hediye edilmenin sevinciyle gönül kütüphanemin nadide bir yerine koydum.


Sayfaları çevirdikçe Tayyar Yıldırım’ın büyülü dünyasının kapılarını aralama fırsatı bulurken, çivisi çıkmış dünyaya mısra mısra, altın harflerle çivi çakmanın heyecanına ve gayretine şahit oldum.

Alma Aklımı isimli şiirinde:

Bir aklım kalmıştı onu da alıp

Bilinmez yerlere götürme yolcu

Bağlıyız aşk ile koparma bizi

Yaşama azmimi bitirme yolcu

 

Derken, bir şair sözünün nasıl akıl alacağına tanıklık etmenin kıvancını yaşadım ama bir şiiri var ki… geçmiş günlerin içimizde yer ettiği hüzünlere eşlik eden ışığın türküsü gibi düşen bir şiir var ki… ben o şiiri çok sevdim. Gaz Lambası ismini taşıyan şiir şöyle:

 

Çağlar ötesinden titredi alev,

Işıttı dünyamı, nura döndürdü.

Zamana yenildi, girdi mahzene,

Karardı fitili, sırra döndürdü.

 

Lambanın camları ince belliydi,

Başıma gelecek dünden belliydi,

Bir çember kuşaklı, siyah şallıydı

Gayrı erişilmez, yara döndürdü.

 

Sırtında aynası, haznesi camdan,

Öyle güzeldi ki, dillere destan.

"Üf! " dedi aleve, çıktı odamdan

Genişti mekânım, dara döndürdü.

 

Ahşaptan sehpası, zarif mi zarif,

Anlatamaz onu tasvir ve tarif

Davet etsem tekrar etmiyor teşrif

Hasreti kalbimi kora döndürdü.

 

Dalarım hayale giderim düne,

Yıllar öncesine gittim ben yine.

Ben bakardım, o da bakardı bana

Ne yazık ki şimdi köre döndürdü.

 

Her şeyi onunla birlikte gitti.

Anılar, sevdalar yok oldu, bitti.

Aklıma geldikçe, gözümde tüttü.

‘Ah!’ edip, yandırdı nara döndürdü.

 

Şiirin eksik olmasın, sevgili Tayyar, seni, yeni kitaplarında okumayı diliyorum; şiirin ışıklı dünyası, ah edip andığın gaz lambasının binlercesini yeniden yakacaktır… ve bu şehrin semalarında; tıpkı, senden önceki şairlerin mısralarından dökülen aydınlıklar yarınlarımıza umutla dolacaktır…

TAHİR SAKMAN