YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

23 Mart, 2022

DÜZ ÇİZGİ


 Hayat düz bir çizgi değildir…
 
Hayat; yürürken zikzaklar çizdiğiniz bir serüvendir… Bazen zirvede soluklanırsınız bazen diplerde nefesiniz kesilir. Hepsi sizin içindir; gülersiniz, ağlarsınız… aslında güldüren de sizsiniz kendinizi, ağlatan da!
 
Ne yaşamışsanız ne görmüşseniz ve ne kadar anı biriktirmişseniz hepsi sizinle birlikte un ufak olmaya mahkûmdur. Sonra adınız, düz bir çizgi üzerine yazılır…
 
Annemin kalp grafiğinden arta kalan kâğıda bakarken… düz bir çizgiye dönen annemin ömrü bir kâğıt parçasına sığarken, 83 yıllık bir ömrün hülasası gibi hüzünler saçıyordu…
 


Yaşantımız eninde sonunda bir çizgiye dönüyordu…
 
Bir ömrün sonunda çekilen düz bir çizgi… ömürlerimiz bu kadar ucuz muydu? Bir kâğıt parçasına sığacak kadar kısa mıydı?
 
Hüzünlerimiz çiçek açarken bahara, yeşermeyi unutacak mıydık?
 
Ah anacığım ah…
 
Sana yeterince sarılamadığımı, seni kefenin içinde ak kuşlar gibi görünce anladım… seni yeterince öpemediğimi, senin tüy gibi hafif bedenini toprağın bağrına emanet ederken anladım…
 
Oysa hasta da olsan, konuşmakta zorlansan da arkamızda bir dağ gibi duruyordun… geç de olsa anlıyor insan; her şeyin yalana döndüğünü, her şeyin bir aldatmaca olduğunu ama…
 
Yaşam sürüyor… bir gün bizleri de toprağa verecekler ki üzerimizde çiçekler açsın…
 
Bir döngü… ama bereket dolu… eskiler giderken yeniler hayata merhaba diyecek…
 
Ve bizler kardelenler gibi acıların/mutlulukların içinde açarken, kısa da olsa kendimize anlamlar katmak için, yaşadığımızı ispat etmek için ve bir gölgenin gölgesinde, gölgeler içinde bir gölge olarak ışığa koşacağız…
 
İşte o zaman gölgelerin aslında olmadığını; var olanın, ışık olduğunu anlayabileceğiz…
 
Ah anacığım ah, bedenini bu boyutta bıraktın…Bir daha seni görebilir miyim, bir daha sana sarılabilir miyim bilmiyorum anacağım ama ışık olarak varlığının yaşamın içinde sürdüğünü hissediyorum.
 
Ve bir gün bizler; tıpkı, bizden öncekiler gibi ışığa karışırken, ışığın her boyutta yaşadığını bilmenin huzuru sarıyor içimi…
 
Görebildiğimiz yaşam olsa da; ölüm de yaşamın karşı kıyıları… nerede durduğunu bilebilmek, karşının karşısını seçebilmek…
 
Tek yapabildiğim teselli aramak, işte hepsi bu…
 
 
ÖLÜM YAŞAM ERTESİ
 
ölüm dediğin yaşam ertesi
uyanmak gibi seraptan
bir düşten bir düşe konarak
ertelediklerimizle/ erteleyemediklerimizle
zoraki bir karede donmak
hepsi bu
 
hayatın son sesi
ölüm/ yaşam ertesi
 
TAHİR SAKMAN
 

19 Mart, 2022

ALÂADDİN TEPESİ’Nİ KURTARMAK

 

Hiç de mutsuz değilim ama umudum da yok olmak üzere…
 
Uzun yıllar üzerine şiirler söylemiştim, makaleler yazmıştım… Yetmemiş boy boy fotoğraflarla manşetlere taşımıştım ama…
 
Bu şehirdeki, tarihi yapıları koruma adına yapılan cinayetleri yazmıştım… pek çok insan da benim gibi düşünüyor ama güzide basınımız nedense bu konularda şimdi sus pus… Anlı şanlı, kültür, sanat denildiği zaman ortalıkta boy gösterenlerin de sesi çıkmıyor… Her neyse...
 
Hafızam, yıllar öncesine kayıyor: Bir iftar davetinde dönemin Konya valisinin Meram’daki konutundayız… Çay sohbetinde konu, “Konya için öneriler”di…
 
Bendeniz her zamanki Don Kişotluğumla önerilerimi sunduktan sonra ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı; ileri mi gitmiştim… asla, az bile söylemiştim. Ama anlı şanlı kültür adamlarımız, gazetecilerimiz içten içe bana kızmışlardı, bunu hissedebiliyordum.
 
“Alâaddin Tepesi eğer bir Avrupa ülkesinde olsaydı değil etrafından tramvay geçirmek, bisiklet bile geçirmezlerdi” demiştim. 


Tramvayın ve etrafındaki ağır trafiğin tepeyi her yıl biraz daha göçürdüğünü görmüyor musunuz? Şimdilerde İplikçi Camisi’nin önünden geçen tramvayın, sekiz asırlık caminin duvarlarını çatlattığını da mı görmüyorsunuz? 


“Beş bin yıllık tarihi olan ve şehrin simgesi ve şehrin ilk yerleşim yeri olan tepeyi, otopark olarak kullanmanın üstelik belediyenin burada bilet kesmesinin ayıbını kim üstlenecek” demiştim. “Belediyenin parası yoksa aramızda para toplayalım da otopark olmaktan kurtaralım” demiştim.
 
Sadece, o dönem Konya Milletvekili olan Sayın Mustafa Kabakcı, “tepeyle ilgili olarak proje hazırlandığını ve yakında hayata geçirileceğini” söylemişti.


Önce orduevi taşındı, bu alana Konya Panoraması yapılacağı söylendi sonra ondan da vazgeçildi. Proje rafa kalktı, nedenini bilmiyoruz...
 
“Aman efendim, güzel efendim” şeklindeki şakşakçı yaklaşımlarla şehrin tarihi mekânlarına yapılan zulmü görmezden geliyoruz…
 
Önce köfteciler mekân tutmuştu, şükür temizlendi, otopark olmaktan da kurtarıldı.… sonra ağır granit döşediler ki tepe biraz daha çöksün… çim ektiler her gün suladılar… itirazlar oldu; “az su isteyen bitkiler ekilsin” diyenler oldu, dinlemediler…
 
Geçtiğimiz günlerde tepeye Kafem yapılacağını duymuş ve bir yazı da kaleme almıştım. Şehirdeki gazetelerden birinde bir özel haber yayımlandı. “Alâeddin Tepesi Kurtarılacak”mış…
 
Madde bağımlılarının mekânı olmuş, güvenlik endişeleri varmış… kurtarmak için Kafem yapılacakmış, büfeler yapılacakmış… Bu büfeler Alâaddin’in her yerine daha önce de yapılmıştı sonra sonuçlarını tüm Konyalı biliyor, gücün yıkmışlardı.
 
Madde bağımlıları varsa, güvenlik sorunu varsa bu emniyeti ilgilendirir. Böyle bir proje Alâaddin’in talana açık hale gelmesine neden olabilir.


Birkaç senedir hep yazıyorum; Alâaddin Köşkü’nün kalıntısını koruyan eski şemsiyenin yerine yapılan ucube için “Ucube Sultan Tekkesi” diye… Şimdi o ucubenin yerine yenisinin yapılması için uluslararası yarışma düzenlenecekmiş… İlahi belediye… Kendi mimarlarımız ne güne duruyor üstelik dünyaca ünlü mimarlarımız varken!
 
“Acaba” diyorum “kurtarılacak olan Alâaddin Tepesi mi? Yoksa inşaatçılar, betoncular, müteahhitler mi?”
 
Bu şehirdeki Anıtlar Kurumu, mimarlar, mühendisler, sanat tarihçileri ve konuyla ilgili olan tüm dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları müdahil olmak için tepenin yerle bir olmasını mı bekliyorlar?
 
Tepeye dokunmasanız, tarihi eserlere hiç dokunmasanız daha iyi korunacak… Lütfen ecdat yadigârlarına dokunmayın; bu, bu şehre yapabileceğiniz en büyük iyilik olacaktır, emin olun!
 
TAHİR SAKMAN

 








 

16 Mart, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM XVII (UZUN KIZLARIN ALİME)


Muhacir Pazarı yıllarında, çocukluğumu yaşadığım o yıllarda tanıyabildiğim ve hatırlayabildiğim her kim varsa onların gerçek Konyalı olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyorum.
 
O eski insanların dünyası oldukça farklıydı; hayata bakışlarının, sanat anlayışlarının günümüzden bile oldukça ileride olduğunu görmek, bana oldukça şaşırtıcı gelmiştir. Hele hele günümüz insanlarının sanki o insanların torunları olduklarını inkâra varan tavırları karşısında üzülmemek elde değil!
 
O yılların sanat dolu Konya’sı… Halkevlerinin kuruluşuna falan daha çok var… Savaşlardan yorgun çıkan ama umudunu ve istiklalini hiçbir zaman yitirmemiş halkın; bu azminin, bu direnişinin arkasında Konya kadınlarının olduğu asla unutulmamalıdır. Türkülerimiz onların sesleriyle doludur.
 
İki oğlunu, kocasını hatta damadını askere yollayan bir kahraman Konya kadını, efsaneleşen ismiyle “Alim Hoca…” Uluırmak’ta Maraş Sokak’ta yaşayan Uzun Kızların Alime Hanım… Zeynel Abidin Hocadan icazetli Alim Hoca… Gürül gürül akan, kabına sığmayan bir sesle söylediği şiirleri tüm Konya’yı saran Alim Hoca…
 
Kadir Mevla’m defterime bak derse
Yerle göğün arasına çık derse
Cürmü isyan günahıma çok derse
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Aklar düştü benim siyah saçıma
Ben ağlarım günahıma suçuma
Koyacaklar kara toprak içine
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Kadir Mevla’m Arafat’a varırsa
Yüzüm kara beni anda görürse
Beratımı sol elime verirse
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Başka şiirlerinin de olduğunu ve bunları besteleyerek kadınlara okuduğunu bildiğimiz Alim Hoca’nın o yıllarda “vay dayısı“ diye bilinen ve çok sevilen bir şiiri daha varmış. Bu şiiri Abidin amcadan dinlemiş ve bir yerlere kaydetmiştim ama bulamadım, umarım bir gün bulurum.
 
Babam Mazhar Sakman’ın oturaklarda birlikte çalıp söyledikleri “Çolak Abidin” lakaplı Abidin Özlüoğlu’nun ninesidir Alim Hoca… Abidin amcayı çok severdim. Bizim Sarıyakup’taki bağ evimizde düzenlenen gecelerden hatırlıyorum ayrıca evi de bize yakındı, komşuyduk. Sabaha kadar yerinden hiç kıpırdamaz, iki dizinin üstünde oturur, cümbüşünden dökülen yanık seslere yüreğini koyardı. Cura da çalarmış Abidin amca ama sonra cümbüşte karar kılmış, sanırım o yıllarda köy düğünlerine çok gitmelerinin bir etkisiydi bu, çünkü cümbüşün sesi çok çıkardı. Babam bazen söyler, tarak takardı cümbüşe ve böylece sesi biraz daha düşerdi. Babası Alişan, seferberlikte askere gitmiş ve şehit olmuştu. Babaannesi Alim Hoca büyütmüştü, Abidin amcayı… Sessiz, bir o kadar da neşe dolu bir insandı.
 
Bir Konya türküsü vardır hani bilirsiniz, Menteşeli…. Bu türküyü Alim Hoca’nın yaktığı söylenir.
 
Şaşırdınız mı? Bir kadın hoca türkü yakıyor… Bu Konya sanki masallarda kalmış gibi, sanki gökyüzünde ebemkuşaklarının üstünde bir yerlerde unutulmuş…
 
Alim Hoca, askere, vatana armağan ettiklerinin arkasından söylemiş bir seher vakti… Muğlalı (Menteşeli) olan temel dibi komşuna hitaben içini dökmüş:
 
Menteşeli Menteşeli
Deli oldum aşka düşeli
Üç yıl oldu yâr gideli
Kaldım evlerde yalınız
 
Derviş olsam giysem hırka
Kimsem yok ki versem arka
Gönderdiler Şam’a Şark’a
Çekilmez derdim yalınız
 
Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı
Kaldım evlerde yalınız
 
Evleri var yüksek bodam
Nerde kaldı benim kocam
Ak sakallı garip babam
Çekilmez derdim yalınız
 
Loras’tan[1] bir bulut ağdı
Sulu sepen karlar yağdı
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız
 
Asker yolu ikidir iki
Giydikleri potin teki
Benim guzum gelmez mi ki
Kaldım evlerde yalınız
 
İbrişimin telden midir
Muhabbetin candan mıdır
Bu ayrılık senden midir
Kaldım evlerde yalınız
 
Neler yitirmişiz meğerse neler, içim yanıyor ve bir kez daha o bulutlar gibi temiz yürekli dünün Konyalısına minnet ve şükranlarımı sunuyorum…
 
(Bu türküyle ilgili olarak geniş bilgi için bakınız:
SAKMAN, M. Tahir, Konyalı Mazhar Sakman’dan Türküler, Konya İl Kültür Müdürlüğü, 1999, Konya.
SAKMAN, M. Tahir, Dünden Bugüne Konya Oturakları, Milenyum Yayınları, 2001 İstanbul.)

TAHİR SAKMAN













[1] Konya’nın batısında bir dağ.

15 Mart, 2022

FOTOĞRAFTAKİ TIRLAMA!


Bir fotoğraf anlatır bazen…
 
Bir fotoğraf; bir fotoğraftan daha öte bir şeydir hatta “bazen” değildir; her zaman en çok şeyi anlatandır, sessiz soluksuz…
 
Yer Konya… Kültür Park’ın önü, saat 10.30… Hafif kar atıyor, hava soğuk mu soğuk…
 
Bir kaşık sesi çınlıyor etrafta bir de arada bir duyulan “vay aman” nidası…
 
İnsanlar gülmekle üzülmek arası tereddüde düşüyorlar… kimisi kafasını çevirip gidiyor kimisi “cık cık” yapıyor…
 
Kimi de belki benim gibi “tırlatma” sırasının kendisine gelmesini bekliyor…
 
Orta yaşlarda bir adam, elinde Konya kaşığı dilindeki Konya türküsünün nağmeleri eşliğinde coşkuyla oynuyor…
 
Bu kadar pahalılık, bu kadar çaresizlik… kaderimiz olmamalıydı…
 
Susturulmuş bir toplum olma yolunda hızla ilerlerken… tek düze düşünen, tek tip insanların olduğu bir ülkeye dönüşmemeliyiz!
 
Okumuş, aydın insanlarımızın hedef tahtasına oturtulduğu bir ülke olmamalıyız!
 
Cehaletin prim yapmasına izin vermemeliyiz!
 
Hep birlikte tükete tükete bir şey bırakmadık ülkede…
 
En son insanlarımız kalmıştı… tırlatmaya ne kaldı?

TAHİR SAKMAN

13 Mart, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM XVI (SAZ ÇALAN HACI TEYZE)

 

Baba ninem Rahime Hanım iş kadını olmasından mıdır nedir bilemem ama zamanına göre çok cesur ve atak bir hanım olduğunu yaşantısından da anlamak mümkün.


Babam Mazhar Sakman’ın gençlik yılları… Oturak âlemlerinin yasaklandığı yıllar… Bir gece oturakta basılırlar. Babamın ilk çalgısı lavtadır ama o da bir oturak baskınında el konulur, suç aleti diyerek müsadere edilir. Bu vesileyle babama Vesile ninem ut alır fakat babamın gözü sazdadır ve böylelikle saz çalmaya başlar.


Torununun oturakta basıldığını ve karakola götürüldüğünü haber alan Rahime Hanım karakola koşar… Komiserin odasında babamın sazını görünce geri verilmeyeceğini bildiğinden “anaa benim saz burada n’arar ki” diyerek sazı eline alır ve kapıdan çıkarken komiser “Hacı teyze sen saz mı çalıyorsun” diyerek gülmeye başlar ve bu sayede sazı kurtarırlar.


Sonrası hâkim huzurudur. Babam değil sorulara yanıt vermek; ayakta durmakta bile zorlanmaktadır. Hâkimse ısrarla “neredeydiniz, ne yapıyordunuz” gibi sorularla sıkıştırmaktadır. Rahime Hanım dayanamayarak hâkime, “görmüyon mu hâkim bey adam cenaze” der… hâkim bu müdahaleye çok güler ve bu sayede kurtulduğunu anlatırdı babam.

Babam Rahime ninesinden Nizamlar türküsünü geçtiğini söylerdi. Bu türkü çok eski bir türküdür. Türkü metinine baktığınız zaman bugün bile içimizi acıtmaktadır. 


Türkü, Feyzi Halıcı’ya göre, Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilip yerine kurulan Nizamı Cedit askerlerini anlatmaktadır. Ve bu olay üzerine Konya’da baş gösteren Kadı Abdurrahman Paşa olayı üzerine yakılmış olabileceğini söylerdi.


1800’lü yılların başlarında Konya’da, “Kadı Abdurrahman Paşa” adında astığı astık, kestiği kestik bir kadı varmış. Zulümden ve baskıdan bıkan halk, İstanbul’a müracaatla kadıyı, Konya’dan aldırmaya muvaffak olmuşlar. Fakat bu uzun sürmemiş. Padişah II. Mahmut, Kadı Abdurrahman Paşa’yı tekrar Konya’ya göndermiş. Gözünü kin ve intikam bürüyen Kadı Abdurrahman Paşa, bir ramazan günü, “kaldırılması” için şikâyette bulunan, şehrin ileri gelenlerinden yüz elli kişiyi iftara davet etmiş.


Davete gelenleri boğduran kadı, bu sefer adamlarını şehre, halkın üzerine salmış. Zaten bıkan halk silahlanarak, Koç Bekir Ağa idaresinde direnmiş. (Koç Bekir Ağa 1799 yılında Akka’ya, Cezzar Ahmet Paşa’ya yardım olarak Konya’dan giden kuvvetlerin kumandanıdır. Akka’da büyük yararlılığı görülen Koç Bekir Ağa’nın, halkın üzerinde büyük nüfuzu vardır. Kendisi aynı zamanda yeniçeri tuğsuz veziridir.) Kanlı çatışmalardan sonra kadı, Koç Bekir Ağa’ya yalvararak, Konya’ya bir daha gelmeyeceğine dair yeminler ederek şehirden kaçmış. Ama yolda, Tekkeli aşiretinden Mustafa Bey’in eline düşünce öldürülmüş. Olay üzerine Âşık Şem’i’nin iki destanı vardır. (Kaynak: Halıcı, Feyzi, Âşık Şem’i Hayatı ve Şiirleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 531, 1000 Temel Eser Dizisi: 95, 1982, Ankara)


Türküde geçen “mali gülü” kelimesi Mazhar Sakman’a göre mali hülya, Feyzi Halıcı’ya göre ise malın gözü deyiminin bozulmuş şeklidir. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na göre ikisi de değildir. Seyit Küçükbezirci’ye göre ise, kaypak (hafif) anlamındadır.  Her üç yorumun da sonucu aynıdır ve Nizam-ı Cedit askerlerini hafife almaktadır. (Kaynak: Sakman, Mehmet Tahir, Konyalı Mazhar Sakman’dan Türküler, Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, s. 170, 1999, Konya)


Bu türkünün, Mazhar Sakman’ın bant kaydından deşifre ettiğim metni şöyle:


ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ İSKAMBİL OYNAR

                      (NİZAMLAR)


Üç güzel oturmuş iskambil oynar
İskambil üstüne guşlar mı gonar 
İnsan sevdiceğine böyle mi yanar
       A benim zülf-i siyahım ebrû hilâlım
       Südünen mi beslemiş annen gar beyazım
                   Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
                   Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar


Gışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına bilmem nesi var
Bir çift gondurası bir de fesi var
       Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
       Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
 
Gışlanın önünde sıra söğütler   
Oturmuş binbaşı asker öğütler   
Cepheden mi gelir onca yiğitler
[Cepheye mi gidiyor onca yiğitler]
       A benim zülf-i siyahım ebrû hilâlım
       Südünen mi beslemiş annen gar beyazım
                   Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
                   Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar


Gül ezerler gül ezerler   
Gülü tabağa dizerler   
Güzeli candan severler  
       Akabinde düştü gönül
       Yârden ayrılması güçtür
       [Akabinde düştü gönül
       Yârden ayrılması güçtür]
 
Gül guruttum gül guruttum   
Yârin sinesinde uyuttum   
Yâr söyledi ben unuttum
       Akabinde düştü gönül
       Yârden ayrılması güçtür
       [Akabinde düştü gönül
       Yârden ayrılması güçtür]
 
Aynı türkü Mazhar Sakman’ın türkü defterinde ise şu şekilde yazılıdır;
 
Üç güzel oturmuş iskambil oynar
İskambil üstüne kuşlar mı konar
İnsan sevdiğine böyle mi yanar
       Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
       Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
                   A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
                   Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
 
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasına bilmem nesi var
Bir çift kundurası bir de fesi var
       Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
       Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
                   A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
                   Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
 
Kışlanın önünde sıra söğütler
Oturmuş binbaşı asker öğütler
Cepheye mi gidiyor onca yiğitler
       Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
       Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
                   A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
                   Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
 
Kışlanın önünde sıralı selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Sılada bıraktım bir saçı telli
       Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
       Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
                   A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
                   Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım


Padişah II. Abdülhamit döneminde, araştırmalar yapmak için Osmanlı ülkesine gelen, halk bilimci ve Türkolog, Macar İgnacz Kunos’un Varna’da derlediği bir türkünün sözleri Nizamlar türküsünün sözleriyle büyük benzerlik göstermektedir. (Kunos, İgnacz, Türk Halk Edebiyatı, Tercüman 1001 Temel eser, 1978) Kim bilir asker âşığın sazıyla sözüyle taşıdığı bu türkü, İ. Kunos’un bildirdiğine göre, yasak olmasından dolayı gizli saklı okunmakta imiş. Ayrıca bu sözlerle okunan pek çok türkü vardır. İ. Kunos’un Varna’da derlediği bu türkünün Nizamlar türküsüne benzeyen güftesi şöyle:


Saray önünde sıra söğütler
Oturmuş binbaşı asker öğütler
Bu kavgada ölen baba yiğitler
 
Kışlanın önünde bir uzun servi
Kimimiz nişanlı kimimiz evli
Sılada bıraktım ben bir saçı telli


Türkünün ezgisi de oldukça dokunaklıdır sanki Viyana önlerinde başlayan bir süreçte Türk’ün makus talihini anlatmaktadır. Bu türküyü ne zaman dinlesem iliklerime kadar titrerim. Konya oturak repertuvarında önemli bir yere sahip olan bu türküyü günümüzde çok okuyan da kalmadı. Korkarım ki hayatta olan mahalli sanatçılarımızdan sonra kimse de okumayacak; sanki böyle bir türkü yokmuş, bu türküyü ceddimiz yakmamış, okumamış gibi hafızalarımızdan tamamen silinecek…


Ne yaptın sen Konya, dününü hatırlamaktan korkacak ne yaptın?


TAHİR SAKMAN

 


10 Mart, 2022

ALÂADDİN TEPESİ’NE DOKUNMAYIN!


 

Ecdat yadigârı eserlere dokunmasanız diyorum, siz onlara dokunmasanız inanın daha iyi korunacak!

Tarih, 12 Temmuz 2000… Yeni Gazete’de yazdığım yıllar; manşetten vermişiz tepenin halini ve sormuşuz “Alâaddin Tepesi’ni kim kurtaracak?” diye… Sayfa arkadaşım Ali Işık ile birlikte tepe üzerine yazmışız… Sonraki günlerde yine yazmışım, “Alâaddin Köfte Cumhuriyeti” diye…
 
Sonra tepeyi otopark olarak kullanmanın ayıbını yıllarca üzerimizde taşıdık… Sonra birileri geldi tarihin üzerine ucuz Çin granitlerini döşedi, sandılar ki tepe böyle güzelleşecek!
 
Sonra Alâaddin Köşkü’nün yıpranan şemsiyesinin değiştirilmesi geldi gündeme… Bir ucube yapı çıktı ortaya; şehrin yüz akı tarihi bir tepeyle dalga geçer gibi…
 
“Ucube Sultan Tekkesi” dedim defalarca yazı paylaştım sosyal medyada…  
 
Konya’nın ilk yerleşim yeri, beş bin yıllık bir geçmişe sahip ve şehrin sembolü olmuş bir tepeye şimdi ne yapsak beğenirsiniz?
 
Kafem yapılacakmış… Konya Büyükşehir Belediyesi ihaleye çıkmış. Koca şehirde yer bulamadınız mı? Tarihe kafe yapmak kimin aklıysa…
 
Abiler, ablalar Alâaddin’e dokunmayın; lütfen, şehrin tarihine, kültürüne ihanet etmek istemiyorsanız, dokunmayın, mümkünse elinizi sürmeyin! Daha iyi korunacağından hiç şüpheniz olmasın…
 
TAHİR SAKMAN




 

09 Mart, 2022

OLMASIN AMA YIKMASINLAR



OLMASIN AMA YIKMASINLAR
 
zafer’in kaldırımları gibi olsun
sürekli yenilensin aşkımız
 
sonra camlı köşk’e bakmasın bir yanı
eski hatıralar ezilmesin
kalmasın patlayan camların altında
 
belediye sarayı gibi yıkılmasın
tenis kort vardı bir zamanlar hani
stadyumda yükselirdi isyanımız
velodromda hayallerimiz koşardı
velespit sonraki iş
 
mevlâna çarşısı gibi olmasın ama
sağlam dururken yıkılmasın
eski sevdalar eski toprak gibidir
yıkmadığınız ne kaldı
 
kerpiç evlerde duygularım vardı
ak toprakla sıvalı duvarları
türüm türüm yaşam kokardı
çelenlerinde her bahar
çiçek açar umut damlardı
 
şunun şurasında iki bahar görecektik
toz duman savrulduk maziye
yıkılınca yadigârlar
resetlendi mi hafızalar
 
akyokuş’ta da bir sinsi duman
olmasın ama yıkmasınlar
yıkmasınlar hatıralarımızı
 
unutulmak olmasın bahtımız
zafer’in kaldırımları gibi olsun
sürekli yenilensin aşkımız
 
TAHİR SAKMAN
 


 

06 Mart, 2022

ANKARA NOTLARI (TEK ÇAREMİZ ATATÜRK)

 



Geçtiğimiz hafta Ankara’daydım…

Muhteşem bir kar yağışı karşıladı bizi, hava soğuk ama oksijen doluydu sonra… sonrası ciğerlerimize bayram... 

Bir zamanlar Ankara’nın havası solunamaz haldeydi, Konya’nın ise tertemiz… Şimdi roller değişti ve sormaya korkuyoruz; “Ankara’nın havası nasıl bu kadar temizlendi, Konya’nın havası nasıl bu kadar kirlendi” diye…

Yanıtsız sorular… günde binlerce insanın kullandığı Zafer’in çilekeş kaldırımları… üzerine şiirler söylediğim kaldırımlar… Salgın dönemi kapanmalarından başlayarak son iki yıldır sürekli yenilenme halinde… öyle yenileniyor ki sürekli eskiyor! Adama sormazlar mı, “bir Zafer’in kaldırımlarını düzgün yapamıyorsanız, şehri nasıl idare edeceksiniz?”

Geçtim Ankara’ya… yağan kara anında müdahale etmek için ekipler tetikte yol kenarlarında bekliyorlar… Ankara’nın en dik yeri sanırım, Yüce Atatürk’ü karşıladıkları Dikmen sırtlarına bile araçlar korkusuzca çıkabiliyorlar… Başkan Mansur Yavaş… hiç de “yavaş” değil…

Konya’ya da bir Mansur Yavaş, gereklinin ötesi şart oldu!

Hayat inanılmaz derecede zorlaşmaya başladı, geçim sıkıntısı burada da insanların gündeminde ilk sırada… “Mansur Başkan ekmeğe uzun süre zam yapmadı” diyorlar… (Şimdi nette gördüm; yeni, 2 TL olmuş.)

Konya’daki fiyatları geçtim hemen aklıma kalite geliyor, üzülüyorum… Buğday ambarında kalitesiz ekmek yemek Konyalının kaderi mi? Evet, kaderi! Öyle olmasaydı; ta çocukluğumdan beri aynı mevzu dolaşır mıydı, bu topraklarda?..

Akaryakıta zam geliyormuş, seviniyorum; dün, ucuza doldurmuştum! Sonra bir daha, bir daha… Gaz pedalına küsüyorum…

Başkentte yaşamak daha da zor… Ev kiraları, ateşten öte… İnsanlar çaresiz… Tek çare evden dışarı çıkmamak. 

Tek çare Ata’ya sığınıyorum… Sessiz ve ürpertili bir huzur kaplıyor beni Yüce Atatürk’ün huzurunda… Orada olması bile millete güven ve umut veriyor; geleceğimi nasıl şekillendirmem gerektiğini çiziyor ufuklara...

Türk Ulusunu görüyorum çoluk çocuk orada, gözleri yaşlı ama cıvıl cıvıl… Umut dolu…

Anıt Kabir Müzesi’nde bir harita; ülkenin parçalanmış hâli içimi burkarken Ata’mın şimşek çakan gözlerinden ateş alan namlular görüyorum… Düşmanın hâli perişan, Yunan denize yakışmış…

Bir yanımı Yörük Aliler sarıyor, bir yanımı Kara Fatmalar…

“Tek çare” diyorum; Tek çaremiz, Atatürk…

TAHİR SAKMAN