14 Nisan, 2025
TÜRKÜ HAZİNESİ MAZHAR SAKMAN
TÜRKÜ HAZİNESİ MAZHAR
SAKMAN
12 Nisan, 2025
YAZAMADIKLARIMIZ KANATIR İÇİMİZİ
YAZAMADIKLARIMIZ KANATIR
İÇİMİZİ
Ne zamandır yazmıyorum…
Yazdıklarımızdan çok;
yazamadıklarımızdır, içimizi acıtan…
Bizim gibi yaşantısını
yazmak üzerine kurmuş insanların yazacakları bir şeyler mutlaka vardır;
özellikle ülkemizde…
Susmak; gizli bir kabulleniş gibi görünse de asla öyle değildir; susmak, buz dağının görünen yüzü gibi; susmak, yanardağın için için patlayacağı günü beklemesi gibi… bazen günlerce, haftalarca gelmez ilham perileri sonra şiir olur, duygu olur akar bir nehir gibi… Yeter ki yüreğinizden sevgiler eksilmesin…
04 Nisan, 2025
SAATLER AĞLAYABİLİR
![]() |
Soldan sağa; merhum Ahmet Sami Kalaycı, Hüseyin Karadeli, Mehmet Emin Haksever. Fotoğraf; Tahir Sakman, Fatih Çarşısı, Konya, 20 Temmuz 2023... |
SAATLER AĞLAYABİLİR
“Âlimin ölümü, âlemin
ölümü” derler, ya bir zanaatkârın ölümü?
Yunusçamı olmalı:
Bir garip öldü diyeler/ Üç
gün sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin….
Ölüm bir şekilde yakamıza
yapışacak kaçışımız yok. Birkaç gün önce şehrimizin tanınmış saat tamirci
ustalarından Ahmet Sami Kalaycı abimizi kaybettik…
Bir saatçi aynı zamanda
bir sanatçıdır… yüzlerce parçadan meydana gelen o küçücük makinelere can
vermenin ötesinde zamana saygı duyulmasını sağlayan insanlardır saatçiler…
Onlar zanaatlarını icra ederken harap olmuş zamanları da tamir ederler.
Saatlerin hikâyelerini can
kulaklarıyla dinlerken teşhislerini koyarlar; koydukları teşhisler zamanın
ertelenemez kaygılarıdır ve onları giderirler önce… tıkır tıkır çalışan saatler
bir anlamda o ustaların hünerlerini fısıldarlar zamana ve bizlere sessizce…
O, ilerlemiş yaşına rağmen
saatlere can vermeye, nefes olmaya devam ediyordu… son nefesini de eminim bir
saate emanet vermiştir, ebediyete…
O koca usta artık aramızda
olmayacak ama ruh kattığı saatler onu anmaya devam edecekler tik taklarıyla…Şehrimizin
yüz akı ustalarından birisiydi ve yeri kesinlikle doldurulamayacak…
Eminim; cennette yine
saatleriyle haşır neşir olacak. Koca ustaya rahmet dilerken, ailesine ve şehrin saatçi
esnafına da baş sağlığı diliyorum. Saatlerin boynu bükük ve öksüz şimdi… saatler
ağlayabilir…
Zamana Ayar Veren Ustalar
/ Konya Saatçileri başlığıyla bir seri makale yayımlamıştım. 20 Temmuz 2023
tarihinde merhumu anlatmıştım, linkini paylaşıyorum:
https://tahirsakman.blogspot.com/2023/07/zamana-ayar-veren-ustalar-konya_20.html?fbclid=IwY2xjawJcfeZleHRuA2FlbQIxMAABHTzCTcIMweCThtaWr4u8TwWWC5oDS3rJX9mcmCQ7f3JhcFfjZL13HFzxpA_aem_QxcxgYbaph2AX7vKtHnVFQ
https://www.facebook.com/tahirsakman/posts/pfbid0dhVt3VMZU6TfrUhHmizEx5RcWN4dMMV4KuT1U8XSgHwc6sa4Tpt1DmitLCoEbVQNl
TAHİR SAKMAN
30 Mart, 2025
CANIM DEDEM
CANIM DEDEM
Dört kız çocuğu babası
olarak, kız çocuklarının ne kadar naif olduğunu çok iyi bilirim…
Onlar benim için olduğu kadar kız
çocuğu babası olanlar için de nadide bir çiçektir. Her biri size farklı dünyaların
kokularını sunar. Attıkları her adım, kurdukları her cümlede, eylemde bunu
görürsünüz ve içinizdeki sevgi büyür ve öyle bir hale gelir ki dünyayı, evreni
kucaklamış gibi olursunuz…
Kızlarımın, benim için
yazmanın ne demek olduğunu bildikleri için yazın dünyasına karşı özel bir
ilgileri her zaman olmuştur. Kimisi yazmayı denemiş hatta işi mizah dergisi
çıkaracak seviyeye bile götürenler çıkmıştır içlerinde.
Şimdilerde bunu torunlarım
üstlenmiş görünüyor.
Eskiden yılbaşlarında,
bayramlarda tebrikler yazardık. Yazdığınız zaman bir emek vardır, duygu vardır…
Ya şimdi öyle mi? Bir telefon… o da iyi aslında en azından sesini duyarsınız
ama ya mesaj… hem de Türkçeyi katlederek?
Neyse ki torunlarım bana özel
hazırladıkları resimlerle veya satırlarla bu tebrik geleneğini sürdürüyorlar;
onlar da anlamış olmalı benim için yazmanın önemini…
Bu bayram da torunlarımdan
İnci… gerçekten bir inci, gerçek bir incinin zarafetinin de üzerinde…
Duygularını en yalın bir
biçimde yazmış:
“Canım Dedem, seni çok
seviyorum…”
Daha ne istersiniz ki? Bir
bayram sabahı defalarca, çok, çok uzun bir romanı tekrar tekrar okur gibi… “Canım
Dedem… Seni çok seviyorum…” “Canım”daki canı hissedebiliyor musunuz? Günlerdir
okuyorum, bitmeyen bir duygu şelalesinin altında gözlerim yüreğimi ıslatırken…
Dünyayı diyorum keşke
kadınlar idare etse, onların zarif duyguları hayatımızı şekillendirse… “Kadın
insandır, bizler insanoğlu” diyen Neşet Ertaş’a rahmet olsun. “Kadın Hak nurudur, sevgili değil; sanki yaratıcıdır yaratılmış değil.” diyen
Mevlâna da bu gerçeğe işaret etmiştir. Bir gün dünyayı
gerçekten kadınlar yönetecek midir? Tıpkı anaerkil dönemlerde olduğu gibi,
kadınların yönettiği bir dünyada yaşamanın nasıl bir şey olduğu tahmin etmek
zor değil:
Bir ana şefkatinde
yaşamayı kim istemez?
Ben de sizleri çok
seviyorum canım torunlarım… Sevgi dolu bir dünyayı biz kuramadık, size barış
dolu bir dünya bırakamadık ama umarım sizler kurarsınız, umudum sizlerde…
Gerçek bayram; insanın insanı
sömürmediği, sevginin hakim olduğu bir dünyada olmalı…
TAHİR SAKMAN
21 Mart, 2025
ALIŞTIRMAYIN BİZİ BÖYLE ŞEYLERE
ALIŞTIRMAYIN BİZİ BÖYLE
ŞEYLERE
Doktorlarımız, yüz akımız…
Eşimin ameliyatı nedeniyle
Necmeddin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahlarından Doç. Dr. Alper
Varman’ı tanıdım. Güler yüzüyle zaten şifa dağıtıyor desem hiç de abartı
olmayacak… Öncelikle marifetli elleriyle eşimin ameliyatını başarıyla gerçekleştiren
Doç. Dr. Alper Varman’a ve tüm ameliyat ekibine teşekkür ederim.
Bu kez çok da alışık
olmadığımız… hatta bu duruma şımardığımızı falan da söylemeliyim yine abartısız…
Hemşiresiyle, doktoruyla inanılmaz
bir çabayla çalışan bir hastane… Bu üniversite hastanesine bir şeyler olmuş,
her şey tıkır tıkır saat gibi işliyor.
Olmuyor böyle, bize
yazacak, eleştirecek bir şey bırakmamışınız, teessüf ederim!
Neyini yazayım ki; her
taraf tertemiz, servislerde yataklar, çarşaflar kar gibi… Herkes size yardımcı
olmak için uzun uzun anlatıyor…
Yok, bu kadarı vallahi
fazla… Alıştırmayın bizi böyle şeylere…
TAHİR SAKMAN
03 Mart, 2025
DEĞİŞMEZ
DEĞİŞMEZ
Hayatımız ters orantılı
sanki… Ramazan ayında bu daha da çok ortaya çıkıyor.
Oruçtan kastın; az
yiyerek, az tüketerek, nefsi dizginleyerek, fakir fukarayı anlamamız olduğu
söylenir…
Ama nedense, hep birlikte
hurraaa… çarşı, pazar saldırırız… Gelsin; pastırmalar, sucuklar, tahinler
vs… Aslında çoğu zaman aldığımız ürünler
(şimdilerde yanından bile geçemesek de…)
Haydi biraz alışverişi
keselim de görsünler, o, ramazan geldi diye zam üstüne zam yapanlar…
Etiketleri, faturaları biraz kontrol etse ilgili kurumlar zaten buna cesaret de
edemezler ama…
Her şeyi ters anlıyoruz;
oruç tutun, az yiyin denildiği zaman “iki öğüne beş öğün sığdırın, tıka basa
yiyin” anlıyoruz…
Vicdanlarımızda da bir
sorun var sanki… Vicdanlarımızı etiketlerimize yansıtmadıkça, alışverişlerimizde
hakem yapmadıkça… daha çok ramazan feryat ederiz ve hiçbir şey değişmez
maalesef ülkemizde; çünkü, senelerdir aynı şeyler yazılır, çizilir ama
değişmez, kaderimizdir…
Kanıksamış olmalıyız; hani
bir ramazan fiyatlar düşse sanırım çok şaşıracağız ve ramazan gelmemiş henüz
diyeceğiz…
Yok, sakın şaşırtmayın
bizi, kalbimiz dayanmaz, alıştık bir kere, zamlara devam…
TAHİR SAKMAN
01 Mart, 2025
GÜZEL İNSANLAR GÜZEL RAMAZANLAR
GÜZEL İNSANLAR GÜZEL
RAMAZANLAR
Şimdi ne yazayım size? Eski
ramazanları mı?
Eski ramazanlardan artık
söz etmenin çok da önemli olmadığını bu yıl iyice anladım… Her şey tabii ki
değişiyor da mesele o değil!
Eskiden ramazanlarda,
ramazan mânileri söylerdim. En son RamaZamname’yi söylemiştim… Eh, bu hayata da
bunu söylemek gerekir. Arşivinizde yoksa blog sayfamdan e-kitap olarak
indirebilirsiniz; çünkü gelecekte insanlar, bizim neler çektiğimizi bunu
okuyarak hem de gülerek anlayabilecekler… umarım!
Eskiden… keşke eskimeselerdi;
bir hoşgörü vardı. Bir sevgi seli vardı, akardı… O topun atılması bile başlı
başına bir olaydı; biri Alaattin’de biri Sille’de… Sofra başlarında, oruçlu
oruçsuz herkes huşu ile beklerken kalplerimizdeki sevgi, ilahi bir rahmetle
birleşirdi sanki…
Siyasallaşmamıştık; iftar
sofraları görgüsüzce gösteriş için kurulmuyordu; hiç kimse ellerinde sefertası,
yanında fotoğrafçılarla kapıları çakmıyordu…
Ne anlatayım ki size?
Neler kaybettiğimizi mi? Etrafınıza bir bakın; insanların birbirlerine bakışlarına
bakın, hitaplarına bakın, alışverişlerindeki adaba bakın? Kılık kıyafetlerine,
davranışlarına bakın anlarsınız… Şimdilerde özlenen, beklenen ne varsa eski
zamanlarda hayatın olağan akışı içerisinde yer alıyordu ve doğaldı… Hani şöyle
olsa, böyle olsa diyorsunuz ya, eskiden o dediklerinizin hepsi zaten vardı,
yitirdik…
Babam, ramazandan önce
ağzını yıkar, ramazan bitene kadar içmezdi. Günde iki cüz okurdu ki ramazan
bitince iki kere hatim indirmiş olurdu. Enteresan mı buldunuz? Daha da
enteresanı beni hep dindar ahbaplarına yollardı: Konya İslam Enstitüsü’nde
Dinler Tarihi dersi veren Av. Hayri Bolay, dini müzik üzerine eserleri bulunan
Doktor Ali Kemal Belviranlı, Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nin kurucusu ve
Müdürü Lütfi İkiz, ilk aklıma gelenler…
Küçücük bir çocuktum, bu
insanlar beni ciddiyetle karşılarına alır sohbet eder, anlatırlardı… İnsanların yaşam tarzlarına kimse
karışmazdı, dayatma diye bir şey, mahalle baskısı diye bir şey duymamıştık. Yaşam
biçimleri farklı olan insanlar birbirlerine daima hürmet ederlerdi.
Sonra hep beraber
siyasileştik… Sen oldu, ben oldu… İnananlar, inanmayanlar… iş o dereceye vardı
ki aynı evin içinde evlat, babaya söz eder oldu. Dava vardı ve kutsaldı… Hatta
öyle ki dava, dinin önüne geçmişti… Dava için bazı şeyler göz ardı edilir
olmuştu.
Bize neler yaptılar neler…
Oysa biz hep birlikte
mutluyduk, yarım somunu paylaşırdık iftar sofralarında… Herkes kendi yolunda
yürürdü, birbirimizin ayıbını aramazdık, açık kapı varsa örterdik… Din,
gerçekten Allah’ındı… Kula laf düşmezdi, kul kendini hâşâ yaratıcı yerine koyup
hüküm vermezdi… İnsanlar birbirine yardım ederken meşrebine bakmazdı, insan
olması yeterdi.
Mevlâna, Sadrettin Konevî,
Nasrettin Hoca, Yunus Emre, Hacı Veyiszade gibi insanları yetiştiren bu
topraklara sonradan siyaset musallat oldu… ve olanlar oldu…
Şimdilerde uyanmaya
başladık… mı? Günde beş vakit ezanların gürül gürül okunduğu ülkemizde eksik olan neydi ki? Ezan mı yoktu yoksa oruç mu tutamıyorduk? Zekat
verdiniz de karışan mı vardı?
Hatırladığım; eski
ramazanlardan sadece sevgiydi, kardeşlikti… attıkları adımların altında bir
karınca olabilir endişesiyle huşu içinde yürüyen insanlar… İnandıklarıyla
yaşantıları bir olan insanlar… Her ne yapıyorsa, gösterişe yer vermeyen
insanlar... İnsanlar inançlarında gerçekten samimiydiler.
Bu insanları alınlarındaki
nurdan tanırdınız…
Ah, Konya ah! Nurumuz
gitti, narımız mı geldi?
Ah, o güzel insanlar… güzel
atlara binip gittiler ama hâlâ içimizde özlemleri var ve bir gün geri gelecekler;
eminim…
TAHİR SAKMAN
28 Şubat, 2025
BAMYA ÇORBASINA KESİLMEK
BAMYA ÇORBASINA KESİLMEK
Kadınlar Pazarı kim, biz
kim… “Bamya fiyatları mı” dedi birisi? Sormayın!
Ben sormak gafletinde
bulundum: Tam cevap verecekti ki, bir adam koşarak geldi sanırım patron,
öbürünün cevap vermesine meydan vermeden 4 bin dedi, dört bin, yazıyla da… hem
vallaha hem billaha… hatta tallaha…
Sonra döndü “şu var” dedi,
“3500…” Çorum’un bamya borsasından falan söz etti ki ben hiç duymamıştım,
cahilliğimden utandım yüz gram aldım, utancımı bastırmak için… 400 lira…
Balon almış çocuk
sevinçleriyle gidiyordum ki… yan dükkânda gözüme ilişti ve yine sormak
gafletinde bulundum… “3500” dedi… aldığım bamyaya baktım bir de o bamyaya
aynısı değilse de tıpkısı…
Artık coşmuştum “ver iki
yüz gram” demişim… Hatırladığım en son şey 700 lira… önceki de 400, etti mi
size bin yüz…
Madem bamya çorbasından
söz ettik şimdi Hacı Veyiszade merhumun sünnetinden söz etmesek olmaz: Malum
bamya çorbası Konya’da düğünlerin de vazgeçilmezidir. Sofraya kaynar olarak
gelir ve Konyalı olmayanlar hele bir de metal kaşıkla hemen dalarsa yandığının
resmidir…
Hacı Veyiszade bamya
çorbası gelince hem sıcaklığını düşürmek için hem de yağını biraz seyreltmek
için bir bardak su dökermiş… Siz de öyle yapın Konyalı olmayanlar, ağzınız
yanmasın. Bakın, “dimedi dimeyin…”
Ramazanın iftar
sofralarında bamya çorbası olmazsa, eksik kalır bir yanı, öbür yanı da su
böreği… daha bunun kasap tarafı da var; kuşbaşısı var, içine az kuyruk yağı
doğramazsanız yine olmaz… Mübarek kuyruk yağı şöle (şöyle değil) deryalarda
dolanan gemiler gibi bamyanın üzerinde dolanmazsa… ı-ıh, olmaz!
Neyse ben en azından bamya
kısmını hallettim, bir sonraki ayda kasaba uğrarım… Niye olacak canım kesilmek
için…
TAHİR SAKMAN
26 Şubat, 2025
KADINLAR PAZARI RÜYASI
KADINLAR PAZARI RÜYASI
Malum mübarek ramazan ayı
geldi çattı… Adettendir; Kadınlar Pazarı’na gittim, gözlerime inanamadım:
Bütün esnaflar tertemiz
önlükler giymişler, yetmemiş bütün dükkânların ışıl ışıl olması bir yana bütün
gıda maddeleri de pırıl pırıl. O dışarıda, kapı önlerinde aldığımız küflü
peynirler bile soğutmalı tezgahlara ihtimamla konulmuş, sanki sarraf vitrinindeki
altınlar gibi kurum kurum kuruluyor… Camekanlarda çok aradım ama tozun zerresini
bile bulmak mümkün değil…
O canım sakız gibi, kar
gibi yoğurtlar, siyah zümrüt gibi zeytinler, kayısı kuruları vitrinlerde, ağzı
açık hiçbir şey yok… Benim ağzım açık kalmış sadece; hayretten…
Esnaflar kapı önlerinde
size asılmıyorlar, içeri yönelirseniz sizi buyrunlarla karşılıyorlar; bir güler
yüz bir güler yüz, hoş geldiniz efendimler gırla… Yani almasam ayıp olur diyorsunuz
ve alıyorsunuz…
Fiyatlar da oldukça makul;
hani o geçmiş senelerdeki gibi “ramazan bereketi” deyip sakalını sıvazlayan esnaflar
gitmiş yerine müşteriye yardımcı olmak için çırpınan, oldukça kanaatkâr, hani o
özlediğimiz kibar esnaflar gelmiş. Çok şaşırdım, çok…
Ama olmuyor ki? Biz böyle
alışmamıştık; en azından insan biraz azarlar müşteriyi, değil mi ama?
Unutursam vallahi ayıp
olacak; esnafların hepsi de mi sakal tıraşı olur, yapma ya birader? İçlerinde
hiç mi yok; sakal tıraşı olmamış, özensiz bir kıyafetle işe gelen? Yok efendim,
yok, bu esnaflara bir haller olmuş…
O yerlerde sürünen
kasaların içinde tavuk dedikleri parçalar falan kalkmış ortadan. Böyle hijyenik
bir ortamı ancak hastanelerde bulabilirsiniz, buna kefilim… Kötü kokular… ayıp
oluyor burası mis kokuyor mis!
Zabıtalar derseniz zaten
dolanıp duruyorlar ve daha şikayet olmadan faturaları ve etiketleri gözden
geçirip, satışa sunulan gıda maddelerinin sağlık koşullarına uygunluğunu an be
an takip ediyorlar. Gözlerim yaşardı…
Esasen zabıtaya ne hacet; vicdandan
daha büyük, daha etkili bir kolluk olabilir mi? Tabii ki olamaz ve bu Kadınlar
Pazarı da bunun ispatı değilse nedir? Esnaflar; vicdanlarını zabıta yapmışlar…
Rüyada mıyım sormayın; vallahi
de rüya gibiydi, billahi de…
Ama unutmayın; rüyalar da
bir gün gerçek olabilir… de… ya Kadınlar Pazarı?
NOT: Yazıda bahsi geçen
mekânların ve pazarların gerçek pazarlarla isim benzerliğinden başka ortak bir
yönü yoktur. Yazı tamamen hayal ürünü olup gerçeklerle isim benzerliğinden
başka hiçbir alakası yoktur.
TAHİR SAKMAN
21 Şubat, 2025
ACINIZ NERELİ
ACINIZ NERELİ
gelen
giden adı üstünde göç pazarı
bir
tarafı kafkas’tır bir tarafı rumeli
takasa
verilmiş hayatlar
soramam
size acınız nereli
selanik’ten
gelmiş dedesi
ne
oralıdır ne buralı
papuç
değil a be kuzum
gökyüzü
boyar bir kanadı yaralı
Bu Muhacir Pazarı, Anadolu’nun
yazgısını anlatır kestirmeden…
Adı üstünde Muhacir
Pazarı; burada hayatlar pazarlanmış, hikâyeler unutulsa da bazı acılar hep taze…
Dünün, hüzünlü Roman neşesi el ayak çekmiş… başka mevzular yaralıyor şimdi…
Oturduğumuz evin gökyüzüne
açılan bir penceresi vardı; oradan, gece yıldızlara bakarak uyurdum.
Samanyolunu düşlermişim ki… şiirlerim hep yıldız dolu. Kar yağdığı zamanlar beyaza
bürünürdü her yer, tertemiz olurdu… Evimizin -özür dilerim- “gavur evi”
olduğunu söylerlerdi, mübadelede gitmiş olmalılar. Yazın, babam damda hazır
duran dam yuvağı ile tuz serperek damı sertleştirmeye çalışırdı, olmadı çevre
köylerden eşeklerle gelen çorak toprağı dama serdirir sonra yuvaklanırdı ki
dam akmasın…
Aktığı zaman çok hoşuma
giderdi; “esnaf dükkânı, akmasa damlar” derdi babam, altına tenekeden yapılma
helva leğenini koyarken… Eskiden çöğen helvaları bakkallarda leğen içinde
satılırdı ve helva bitince tenekesi de ayrı satılırdı…
O leğene damlayan suların
sesi, mahallemizden eksik olmayan müzik sesi gibiydi. Belki de o ses, helvadan
geriye kalan lezzetti… Ne helvanız kaldı ne müziğiniz…
Alt katta ahır vardı…
İneklerimiz vardı ve evin hayadı mayıs dolardı ve tabii ki tezekler… Merdivenle
çıkılan bir tahtaboşumuz vardı, yaz geceleri nefes aldığımız ve ütü kordonuyla
bendenizin türküler söylediği… Vedat abim darbuka çalardı ve babamla birlikte
akşamları babam gazinoya gitmeden önce kısa bir fasıl geçerlerdi… (Vedat abimi keşfettiler ama beni bir türlü keşfedemediler. Sanattan anlamıyorlar!) Ahmet Gazi
Ayhan, bir sabah babamla oturaktan gelmişlerdi: Derin nefesler eşliğinde “tezek
kokusuna hasret kalmışım” dediğini de hatırlıyorum.
Yaşım çok küçüktü ama
hatıralarım o kadar çok büyük ki…
Çaldıran Sokak’ın üst
tarafında kahvehaneler vardı, müzisyenlerin iş bağladığı ve boş zamanlarında
vakit öldürdüğü. Geceleri papyon kravatla sahneye çıkan müzisyenleri burada günlük
kıyafetlerle görmek sizi şaşırtabilirdi. Hamallık da yaparlardı, boyacılık da…
Kimisi Kayalı Park’taki PTT’nin yanında sıralanır, ayakkabı boyardı. Burası tam
bir açık hava lostra salonu gibiydi… Oysa onlar gökyüzünü boyayan insanlardı…
Tatar Camisi… Mahallede Tatar
göçmenler de vardı, halamın bana aktardığına göre (ki halam Tatar’dı, dedemin
ikinci eşinden olan kızıydı) burada yaşayan Tatarlar, Kafkas göçmeniydi…
Halamın akrabaları burada otururdu ve halam yaz tatilinde geldiği zaman bizim
eve ziyarete gelirlerdi.
Çok renkli bir mahalleydi
bizimki… Tatarlar, Romanlar ve çevre köylerden yazın taşınıp kışı burada
geçiren köylüler…
Merhum babam Mazhar Sakman’ın
okuduğu türkü gibiydi her şey:
/Gamayı vurdum yere
Yıkılaydı ganlı dere
Çağır sorun anneme
Benim vatanım nere/
Bu türküyü Muhacir Pazarı’yla
özdeşleştiririm her nedense… Sahi, benim vatanım nere?
Muhacir Pazarı’nın yazgısı
çok değişmedi… Önce Tatarlar gitti sonra Romanlar… köylüler çok önce
gitmişlerdi ve bizim gibi Konyalılar… Şimdilerde Suriyeli sığınmacılar bir ışık arıyor.
Anadolu’nun yazgısı vurulmuş Muhacir Pazarı’na… Gidenler, gelenler… göç göç
üstüne, sürüyor…
Göç; göç üstüne sürüyor ve
Muhacir Pazarı geleceğe ışık olmanın, umut olmanın telaşıyla badanalı evlerde
yaşama karışıyor… Müziğin sesi eksilse de hâlâ sevgiyle, inceden bir gırnata
sesi yüreğinizin kapılarını aralamaya devam ediyor.
TAHİR SAKMAN
19 Şubat, 2025
MUHACİR PAZARI’NDA ROMAN AKŞAMLARI
MUHACİR PAZARI’NDA ROMAN
AKŞAMLARI
şehir ışıklarını döküyor
geceye
binlerce ampul patlıyor
için için
kaç hikâye yaşanıyor kim
bilir
kaçaklar dolaşıyor sinsi
sinsi
bir sevgili arıyor
kaldırımlar
buz tutan yürekler umarsız
koşuyor kendisiz
karanlıklara
vitrinler gibi aydınlık
değil oysa
çevirme var ilerde belli
hangi çağa kaçsam
yakalanmam
kendimin olmadığı bir yer ve
sensiz
sirenler çalıyor bir
şafakta
belli belirsiz bir uzakta
kalemim gökyüzünde
direniyor
aklım uzakta gönlüm
tuzakta
şehir ışıklarını
söndürürken
yazgın sana dönüyor ve
isyanın
bir şeyler patlıyor yine
yeni bir yangın ve içinde
sen
dilsizdir oysa neler
görmüştür anlatamaz
zafer’e çıkan tüm
sokaklarda eksiktir yaşam
isyan kokar ve masum
olmayan aşklardan
geriye kalandır korkak bir
gözyaşı
muhacir pazarı’nda roman
akşamları
tasasız geçen günlerin
acısı saklıdır
park sineması’nda matine
varsa
halimizi oynar iki film
acıklıdır
gırnatanın sesi bölerken
uykuları
pandelacı mahmur kadehlere
gizlenmiş
meloş abla’nın kahkahası
duyulmuyor
kemancı deli demir
uyandırır duyguları
kim kaçmış geceye kim
çaldıran sokak'ta bir
çocuk
gündüz hamal gece müzisyen
notalara sığmaz şarkıları
bir çocuktum ben hep çocuk
gökyüzüne açılırdı
pencereler
tatar camisi’nde salalar
verilmiş
çorak damlı evlerde
yırtılmış perdeler
camlı köşk de yıkıldı
heyhat
bir alâattin kaldı bir de
ben
selçukya’dan emanet
dede bahçesi’ne gömülen
bu şehir hep böyledir
eskiden de yanardı
hikâyeler vardı suskun ve
anlatılmamış
yeter ki bir ışık düşsün
kuytu köşelere
ne anlatırsan anlat bu
kaldırımlar kanardı
/hey sen yalnız adam
sil her şeyi yaz yeni
baştan/
TAHİR SAKMAN
18 Şubat, 2025
SONSUZA IŞIK PARLATMAK VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER
SONSUZA IŞIK PARLATMAK
VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER
Her şey bir masal gibi
geliyor şimdi…
Dünün sisleri aralandıkça,
yüreğimi basan ateşler yakıyor dünümü, yarınımı… Emir Seyfettin Karasungur Türbesi’nin
duvarına oturmuşum, ellerim titriyor, yüreğim pır pır… Vedat abim Lubitel
makinenin basmış deklanşörüne…
Yaşantımın ikinci
kilometre taşlarından birisi ve yaşama yine devam demişim… Bir süre kirada
oturmuşuz; sanırım babaannem Vesile Hanım ile annem arasında bir sıkıntı olmuş
ve kiraya çıkmak zorunda kalmışız. Kız Öğretmen Okulu’nun arka tarafında Emir
Seyfettin Karasungur Türbesi civarında… Bir kadın vardı Yaşar teyze… Beni
ısırırdı, öylesine korkmuştum ki ondan… Meğerse o, beni küfrettirmek için
ısırırmış… O küfrü şimdi yazamam… (Bir ara kulağınıza fısıldarım.)
Annem, yağ kızartırken gazocağında,
kızgın yağa elimi batırmışım… Sol bileğimde hâlâ izini taşırım. Doktor çok kızmış
anneme, “senin elin yansaydı” demiş… Yaşamaya devam demişim yine…
Sonra Garipler’de…
Bildiniz mi? Vatan Caddesi’nin İhsaniye tarafı… Nedense oraya Garipler
denilirdi. Kim bilir, belki de o dönemlerde garip gureba insanların oturduğu bir
yerdi? Adalhan’ın karşısında şimdiki Barış Apartmanı’nın
olduğu yerde Romanlar çadır kurup tel gerer, cambazlar gösteri yaparlardı. Bir
gün tahtabacakla yapılan gösteriyi izleyip çok korkmuştum.
Anneannemin evi Garipler’deydi…
Şimdiki Petek Pastanesi’nin oralarda bir yerde, patika gibi bir yerden geçilirdi,
ev arka tarafta iki katlı bir evdi. Evin arka tarafından şehir ırmağı geçerdi
ve üzerinden sırıkla atlardık…
Anneannem Sultan Hanım, dominant
bir kadındı, tüm aileyi toplardı… Hatta bu yönüyle anaerkil bir aile demek bile
mümkündü. Rahmet olsun. Soğuk kış günlerinde gittiğimiz zaman dönüş saatine
yakın uyuma numarası yapardım ki orada kalayım… Yine öyle yaptım. Babamla
bisikletle geldiğimiz için beni ve annemi taşımak oldukça zordu.
Herkes gidince ben uyandım
tabii… Anneannem üst katta sobayı yakmış beni yatırmıştı ki…Genzimi bir şeyler
yakıyordu, gözlerim yaşarıyordu. Uyumaya çalışsam da ne mümkün, kalktım odanın
içinde bir tur attım, tekrar yattım… Işığı yakmak hiç aklıma gelmemişti.
Anneannem ayak sesimi
duymuş… Hayatım kurtulmuştu, yine yaşama devam diyecektim. Anneannem yukarı
gelip ışığı yakınca… Bir faciadan kurtulmuştum. Dumandan göz gözü görmüyordu,
Beni kaldırdı hemen, pencereleri açtı… Soba tutuşmamış, tütmüş her yeri duman
sarmıştı.
O evde, annemin babalığı Yusuf
dedem ne hikâyeler anlatırdı, üç gece bitmezdi… Portakalların kokusu evi sarardı,
ben, özellikle cin peri hikâyelerini dinlerken bir yerlere sokulurdum… Nasıl
bir bereketti, alın teriydi ki bütün aileyi ağırlardı… Bütün bir kış o evde
misafir eksik olmazdı. Yusuf dedem, un fabrikasında çalışırdı, hamallık
yapardı, aslen Erzurumluydu, Konya’ya gelmiş ve anneannemin ikinci eşi olmuştu.
Adil enişte vardı… O
gecelerde pişmaniye çekerdi. Yapı ustasıydı, anneannemin kız kardeşinin eşiydi.
Babam anlatır, gülerdik hep birlikte: Bir gün duvar yapmışlar, akşam yevmiye
almaya giderken ameleye “duvara dayan” demiş, Adil enişte… Parayı almışlar,
hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken duvar göçmüş… Mübalağa olduğu kesin ama çok
gülerdik, Adil enişte dahil…
Bu sefer yer Sarıyakup
Caddesi’ndeki bağ evimiz… Küçük bir banyomuz vardı ama pek kullanılmazdı. Anam
beni kocaman bir leğene oturtur, yıkardı. Gözüme sabun kaçınca bağırırsam
sumsuğu da yerdim. Ah anacığım, o sumsuklarını bir daha yesem…
Kış günüydü… anam odun
sobasından aldığı kömürleri mangala doldurmuştu, ben üşümeyeyim diye… Bol
sumsuklu yıkanma faslı sonrasında kendimi kaybetmişim… O yıllarda öyle hemen
doktora koşmak yoktu, tedavi evde başlar ve devam ederdi. Keskin bir sirke
kokusuyla gözümü açtım. Anam, turşunun suyunu bardağa doldurmuş bana içirmeye
çalışıyordu… Ölseydim, şimdi kim hatırlardı ki? Mezarımı derin kazarlar mıydı?
Pardon çok arabesk oldu…Son satırı yok saydım.
Rüya gibi günlermiş meğer…
ben kilometre taşlarını atlayarak geçmiştim o günlerde ve yaşama merhaba
demişim hep yeniden…
Zaman ne getirecek; karşıma çıkacak olan yeni kilometre taşlarını geçebilecek miyim,
bilmiyorum ama yaşam serüvenim beni nereye çekecek olursa olsun, hazır olduğumu
hissediyorum.
Bunca yıllık yaşantım, bir
rüya gibiydi; rüya içinde rüya… Yaşadıklarım, hayal miydi yoksa
hayal ettiklerimi mi yaşadım bilmiyorum ama artık fark etmiyor. Bu benim
hayatımdı ve şehrin hafızasında bir satırlık bir yer tutabilmenin telaşıydı
belki beni yaşama bağlayan… Onca hay huyun içinde Konyalı gibi, Selçukyalı gibi
yaşadım…
Asırlar yürürken, şehrin
ışıkları yine parlayacak sonsuza… Ve nice Konyalı, o ışıkları parlatmaya devam
edecek…
TAHİR SAKMAN
17 Şubat, 2025
SOKAK ARASINDA TOP OYNAMAK
SOKAK ARASINDA TOP OYNAMAK
Sokak aralarında top
oynamanın tadını şimdiki nesil bilmez sanırdım, yanılmışım…
Bazen bir at arabası geçer
üstünüzden, bazen fayton ama maç durmaz; maç durursa hayat dururdu sanki… O
naylon toplar patlayıncaya kadar… Ben en çok Metin Oktay olurdum, bir yanım hep
kraldı…
Selimiye Mahallesi...
şimdilerde Sahip Ata olmuş, Çaldıran Sokak’ta top oynuyordum, sokakta değil
sanki gökyüzünde… Bir atın nallarını yakından gördüm ve tekerlerini… 5-6
yaşlarında olmalıyım, bende öyle bir yer etmiş ki dün gibi hatırlıyorum…
Vedat abimin bana
öğrettiği gibi kalecilik yapmıyordum; çünkü ben artık Metin Oktay’ım, Varol da
başkası olsun, bu seferlik…
Gol atacaktım… ama araba
izin vermedi… Ekmek arabası, o yıllarda mahallelerde ekmek satan arabalar.
Şehirdeki en meşhur ekmek satıcısı Hayık amca vardı ama ben hatırlayamıyorum, o
muydu üzerimden geçen?
O olsaydı eğer yani Ekmekçi
Hayık amca olsaydı kesin beni o halde bırakmazdı sonra ziyaretime gelir hâl
hatır sorardı… Çünkü o başka bir Konyalıydı; yüreği sevgi dolu, insanı insan
olduğu için seven bir can, toprağına bağlı…
Bir hafta evde yattım,
ayağa kalkamadım; annem, babama “yüklükten düştü” demiş… Şimdi siz yani gençler
yüklüğü de bilmezsiniz, hem nereden bileceksiniz ki sizin hiç yüklüğünüz
olmamıştır, haklısınız… Annenize sorun, yok o da bilmez, en iyisi ninenize
sorun o size anlatır…
İnsan hayatında kilometre
taşları vardır, yol sapağı gibi; bir yanı yaşama devamdır öbür yanı malum…
Hayatımdaki ilk kilometre
taşıydı bu benim, yaşamı seçmişim…
Haber izlerken… iki çocuk,
hayali voleybol oynuyor… ilginç değil mi? Aslında onlar gökyüzünde oynuyorlar;
en saf halleriyle… arabaların arasında kendilerine bir cennet yaratmışlar belli
ki…
Sizin yasaklarınız
umurlarında değil; betonlarınızla işgal ettiğiniz o sokaklarda fidanlar
yeşeriyor… Yarınlar yemyeşil, bizimki bir umut…
Bir moto kurye çocukların
saf dünyasının kapılarını aralıyor ve gidip top satın alıp hediye ediyor… Çocuklar
sevinç yumağı… Gözlerinizi kapatın ve hayal edin; çocukların sevincini anlatmak
mümkün değil…
Hâlâ umut var biliyor
musunuz?
Hem de her şeye rağmen;
size rağmen, bize rağmen… Bu çocuklar var olduğu müddetçe, hayal kurdukça…
adımlarını bulutlara doğru attıkça; umutsuzluğa asla yer olmayacak ülkemde… Gazi
Mustafa Kemal Atatürk gibi, umutlarımız hep var olacak…
Haydi çocuklar;
smaçlarınız, geleceğimizin teminatı olacak…
TAHİR SAKMAN
13 Şubat, 2025
KIRIN KAŞIKLARINIZI
KIRIN KAŞIKLARINIZI
Haberleri izliyorum…
Haberler mi beni izliyor
yoksa ben mi haberleri… İçim parçalanıyor… Bir anne, çocuğunu balıkçı tezgâhından uzaklaştırmaya çalışıyor, paramparça…
Bir çocuk ağlayınca
kıyamet kopmuyorsa; sevsinler bu dünyanın adaletini, sevsinler bilmem kaç
milyar insanın, içi boş felsefe dolu kelimelerini, şiirlerini, öykülerini…
Neye yararsınız siz? İçinizi
parçalamıyorsa bir çocuğun ağlaması?
Haber devam ediyor, benim
de içimin parçalanması:
Balıkçının da içi
parçalanmış olmalı ki çocuğa bir balık veriyor, çocuk kucaklıyor sıkı sıkı…
sanki balıkçı cayar da geri isterse vermem der gibi…O masum gözlerindeki hüzün
yerini bir anda sonsuz bir sevince bırakıyor, sarılıyor balığa; balık da
neredeyse boyu kadar var çocuğun…
Koşarak gidiyor, koşarak…
Umutlarım koşuyor o
çocukla, paramparça yüreğim kendini toparlamaya çalışırken…
Haber… ah, bu haberler… Bu
haberleri kapatın; görmeyelim, duymayalım ki rahat edelim…
Bir bakkal; geçmiş zaman
bakkalı gibi, mahalle de öyle zaten… Başkentte, nasıl göreceksiniz ki,
göremezsiniz ama haberciler görmüş:
Taneyle çocuk bezi
satıyorlar… Kuru fasulye 7,5 lira olunca türkü yakanlar, çocuk bezinin taneyle
satıldığını duyunca eminim buna da türkü yakacaklardır: Beste var zaten,
sözleri eksik… Düğüm düğüm boğazlarımızda…
Diyemediklerimizi kim
diyecek?
Çocuklar ağlarsa, bir
çocuğun gözünden düşen yaşlar alev olup bu dünyayı yakmazsa…
Katlarınız, arabalarınız
ve cüzdanlarınızdan dökülen… Kırın kaşıklarınızı…
Bir topun peşinde koştuğunuz kadar çocuklarınızın peşinde koşmuyorsanız... gol mü, penaltı mı, konuştuğunuz kadar ağlayan çocukları konuşmuyorsanız, kırın kaşıklarınızı...
Yok, ben vazgeçtim sizinle
uğraşamam ama bir çocuğun gözündeki yaş sizi yakar, kırın kaşıklarınızı…
TAHİR SAKMAN
07 Şubat, 2025
ZAMANA İHANET ETMEK
![]() |
Kapanmadan önceki son fotoğrafta Necati Ercengiz, sanki mazinin ihtişamlı günlerine hüzünlü bir bakış atarken... Fotoğraf; T. Sakman |
ZAMANA İHANET ETMEK
Şimdi tarih oldu…
Gözümüzün önünde, bizim vefasızlığımıza
baka baka…
Sizi bilmem ama ben bazı
mekânları çok önemsiyorum… Müzelerin nasılsa bir koruyucuları var,
kütüphanelerin de ama ya zanaatkârların? Yıllarca hizmet ettiği; iş ürettiği,
aş ürettiği ve zanaat icra ettiği…
![]() |
Zamana meydan okumak yerine zamanla uyumlu çalışmanın sırrını keşfeden Mustafa Yavuz usta, şehrin en yaşlı saatçisi olarak zamana ayar vermeyi sürdürüyor. Fotoğraf; T. Sakman |
![]() |
Bedesten'in Hükümet Meydanı'na bakan
tarafında olan Adil ustanın dükkânı. Bu küçük dükkânda şehre nice saatçi
onarım ustaları yetişmiştir. Fotoğraf: Recai Kıcıkoğlu Koleksiyonu. |
Şehirde marka olmuş, simge
olmuş mekânları yaşatmak zor olmamalı… onların hatıraları, tezgâhlarına sinen
ustalık hikâyeleri eminim bize seslenmek için fırsat ararken… Bizlere, birer
birer kapanan bu dükkânları hüzünle izlemek kalıyor…
Şen Saatçi, ülkemizin
saatçilik piyasasında önemli bir yeri olan ve “Konyalı Saatçi” ismiyle zaman
piyasasında haklı bir yer edinen ailenin ilk nesil saatçisi olan Mukadder
Nalçacı tarafından 1950’li yıllarda kurulmuştur. Ailenin işlerini İstanbul’da
sürdürme kararından sonra önce Mustafa Kolat sonra Necati Ercengiz ve ortakları
devralarak 2023 yılının sonuna kadar mesleği ve Şen Saatçi ismini onurla taşımışlardır.
Şehirde ciddi bir marka
olan Şen Saatçi’yi yazarken Necati (Ercengiz) abi ile olan sohbetimizde dükkânı kapatma
kararı aldıklarını ama o zamanlar bunu yazmamamı istemişti. Aradan birkaç ay
geçmişti ki Şen Saatçi tabelasının indirildiğini görünce şok olmuştum. Bir
devrin sonu gibi gelmiş, kendi dükkânımı kapatmış gibi üzülmüştüm.
Oysa bu tür yerler ne
olursa olsun yaşamalıydı; şehrin simge dükkânlarının kapanmasına mani
olmalıydık, izin vermemeliydik…
Şehirde eskiye dair ne
varsa hızla yok ederken… hafızamızı yok ediyoruz farkında mısınız?
![]() |
Mazhar Sakman, Tevkifiye Caddesi'nde şimdi mazi olan dükkânında. Fotoğraf; T. Sakman Koleksiyonu. |
Ustalar sadece saat tamirini
değil, insanların gözü gibi baktığı ve hatıralarının baş köşesinde yer eden
saatlerin önemini çıraklarına aktarırken aslında iyi ahlakı ve insana; saygıyı,
sevgiyi de öğretirler. Zamana hürmeti olmayan bir saatçiyi ben bugüne kadar
görmedim. Zamanı ince ince işlerlerken, bu dünyanın aslında sonlu olduğunu, işleyen
zamana saatlerle birlikte insan ömrünün eşlik ettiğini her zaman hatırlatırlar.
Eğer çevrenizde bir saat tamircisi varsa bilin ki o, yaptığı paha biçilmez
tamirin, hayatlarımıza dokunan zamanların ustasıdır…
Mazhar Sakman’ın Tevkifiye
Caddesi’ndeki, Mehmet Dikilitaş’ın Bedesten’deki, Adil Özselçuk ustanın Hükümet
Meydanı’ndaki dükkânları kapanırken sessiz sedasız… Tik takların sesi
duyulmazsa… Zamana ihanet ediyoruz…
![]() |
Şehrin yetkin ustalarından soldan sağa; Ahmet Sami Kalaycı, Hüseyin Karadeli, Mehmet Emin Haksever. Fotoğraf; T. Sakman |
![]() |
Tahir Sakman'ın Türbe Caddesi'ndeki iş yerinde, sol başta merhum Uysal Saatçi Mehmet Dikilitaş. Fotoğraf; T. Sakman. |
06 Şubat, 2025
O BENİM KIZ ABİMDİR
O BENİM KIZ ABİMDİR
ağzına sakızdır kahpe dünya
çiğner/ yalanı dolanı/ sevmez
sevdi mi allah’ına dek sever
ay’a renk verir aynasındaki ışık/ hüzün
yıkamaz/ yıkarsa yalan yıkar
bir de kahpelikler
o benim kız abimdir
harbiden kızdır
içinde bir çocuk koşar
saklandığı bahçeden kalabalık türkülere/
sevinçten kelebeklere/ uçurtmadır
yüreği vardır kimse anlamaz/ istemez zaten
savurur saçlarını/ rüzgârı bile yalnız eser
yağmuru acıya çalar/ umutları renksiz
o benim kız abimdir
yıldız taşır gecelere/ siz göremezsiniz
gündüzlere güneş döker
görseniz de göremezsiniz/
yaşamın nefesini/ zamanın geçersizliğini
yitik ülkedir yalnızca mehtaba açık
ağlarken ağlayan gülerken gülen
o benim kız abimdir
direnir erkek gibi yazgısına/ ak kâğıttır kara kalemdir
kadın olmanın onuruna
bilir ki hayat yaşanmak içindir
ve başında bir kep/ hayata dönük
isterdim/ sizin de kız abiniz olsun
belki/ belkisiz/ isterseniz olabilir/ yüreği herkese yeter
insan olmak hep almak değildir
çoğu kez de vermek gerek
sadece benim kız abim değil ki/ herkesindir
verir herkese/ yıldızlardan topladığı çiçekleri
güneşine serperek
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)