ACINIZ NERELİ

ACINIZ NERELİ
gelen
giden adı üstünde göç pazarı
bir
tarafı kafkas’tır bir tarafı rumeli
takasa
verilmiş hayatlar
soramam
size acınız nereli
selanik’ten
gelmiş dedesi
ne
oralıdır ne buralı
papuç
değil a be kuzum
gökyüzü
boyar bir kanadı yaralı
Bu Muhacir Pazarı, Anadolu’nun
yazgısını anlatır kestirmeden…
Adı üstünde Muhacir
Pazarı; burada hayatlar pazarlanmış, hikâyeler unutulsa da bazı acılar hep taze…
Dünün, hüzünlü Roman neşesi el ayak çekmiş… başka mevzular yaralıyor şimdi…
Oturduğumuz evin gökyüzüne
açılan bir penceresi vardı; oradan, gece yıldızlara bakarak uyurdum.
Samanyolunu düşlermişim ki… şiirlerim hep yıldız dolu. Kar yağdığı zamanlar beyaza
bürünürdü her yer, tertemiz olurdu… Evimizin -özür dilerim- “gavur evi”
olduğunu söylerlerdi, mübadelede gitmiş olmalılar. Yazın, babam damda hazır
duran dam yuvağı ile tuz serperek damı sertleştirmeye çalışırdı, olmadı çevre
köylerden eşeklerle gelen çorak toprağı dama serdirir sonra yuvaklanırdı ki
dam akmasın…
Aktığı zaman çok hoşuma
giderdi; “esnaf dükkânı, akmasa damlar” derdi babam, altına tenekeden yapılma
helva leğenini koyarken… Eskiden çöğen helvaları bakkallarda leğen içinde
satılırdı ve helva bitince tenekesi de ayrı satılırdı…
O leğene damlayan suların
sesi, mahallemizden eksik olmayan müzik sesi gibiydi. Belki de o ses, helvadan
geriye kalan lezzetti… Ne helvanız kaldı ne müziğiniz…
Alt katta ahır vardı…
İneklerimiz vardı ve evin hayadı mayıs dolardı ve tabii ki tezekler… Merdivenle
çıkılan bir tahtaboşumuz vardı, yaz geceleri nefes aldığımız ve ütü kordonuyla
bendenizin türküler söylediği… Vedat abim darbuka çalardı ve babamla birlikte
akşamları babam gazinoya gitmeden önce kısa bir fasıl geçerlerdi… (Vedat abimi keşfettiler ama beni bir türlü keşfedemediler. Sanattan anlamıyorlar!) Ahmet Gazi
Ayhan, bir sabah babamla oturaktan gelmişlerdi: Derin nefesler eşliğinde “tezek
kokusuna hasret kalmışım” dediğini de hatırlıyorum.
Yaşım çok küçüktü ama
hatıralarım o kadar çok büyük ki…
Çaldıran Sokak’ın üst
tarafında kahvehaneler vardı, müzisyenlerin iş bağladığı ve boş zamanlarında
vakit öldürdüğü. Geceleri papyon kravatla sahneye çıkan müzisyenleri burada günlük
kıyafetlerle görmek sizi şaşırtabilirdi. Hamallık da yaparlardı, boyacılık da…
Kimisi Kayalı Park’taki PTT’nin yanında sıralanır, ayakkabı boyardı. Burası tam
bir açık hava lostra salonu gibiydi… Oysa onlar gökyüzünü boyayan insanlardı…
Tatar Camisi… Mahallede Tatar
göçmenler de vardı, halamın bana aktardığına göre (ki halam Tatar’dı, dedemin
ikinci eşinden olan kızıydı) burada yaşayan Tatarlar, Kafkas göçmeniydi…
Halamın akrabaları burada otururdu ve halam yaz tatilinde geldiği zaman bizim
eve ziyarete gelirlerdi.
Çok renkli bir mahalleydi
bizimki… Tatarlar, Romanlar ve çevre köylerden yazın taşınıp kışı burada
geçiren köylüler…
Merhum babam Mazhar Sakman’ın
okuduğu türkü gibiydi her şey:
/Gamayı vurdum yere
Yıkılaydı ganlı dere
Çağır sorun anneme
Benim vatanım nere/
Bu türküyü Muhacir Pazarı’yla
özdeşleştiririm her nedense… Sahi, benim vatanım nere?
Muhacir Pazarı’nın yazgısı
çok değişmedi… Önce Tatarlar gitti sonra Romanlar… köylüler çok önce
gitmişlerdi ve bizim gibi Konyalılar… Şimdilerde Suriyeli sığınmacılar bir ışık arıyor.
Anadolu’nun yazgısı vurulmuş Muhacir Pazarı’na… Gidenler, gelenler… göç göç
üstüne, sürüyor…
Göç; göç üstüne sürüyor ve
Muhacir Pazarı geleceğe ışık olmanın, umut olmanın telaşıyla badanalı evlerde
yaşama karışıyor… Müziğin sesi eksilse de hâlâ sevgiyle, inceden bir gırnata
sesi yüreğinizin kapılarını aralamaya devam ediyor.
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.