SONSUZA IŞIK PARLATMAK VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER

SONSUZA IŞIK PARLATMAK
VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER
Her şey bir masal gibi
geliyor şimdi…
Dünün sisleri aralandıkça,
yüreğimi basan ateşler yakıyor dünümü, yarınımı… Emir Seyfettin Karasungur Türbesi’nin
duvarına oturmuşum, ellerim titriyor, yüreğim pır pır… Vedat abim Lubitel
makinenin basmış deklanşörüne…
Yaşantımın ikinci
kilometre taşlarından birisi ve yaşama yine devam demişim… Bir süre kirada
oturmuşuz; sanırım babaannem Vesile Hanım ile annem arasında bir sıkıntı olmuş
ve kiraya çıkmak zorunda kalmışız. Kız Öğretmen Okulu’nun arka tarafında Emir
Seyfettin Karasungur Türbesi civarında… Bir kadın vardı Yaşar teyze… Beni
ısırırdı, öylesine korkmuştum ki ondan… Meğerse o, beni küfrettirmek için
ısırırmış… O küfrü şimdi yazamam… (Bir ara kulağınıza fısıldarım.)
Annem, yağ kızartırken gazocağında,
kızgın yağa elimi batırmışım… Sol bileğimde hâlâ izini taşırım. Doktor çok kızmış
anneme, “senin elin yansaydı” demiş… Yaşamaya devam demişim yine…
Sonra Garipler’de…
Bildiniz mi? Vatan Caddesi’nin İhsaniye tarafı… Nedense oraya Garipler
denilirdi. Kim bilir, belki de o dönemlerde garip gureba insanların oturduğu bir
yerdi? Adalhan’ın karşısında şimdiki Barış Apartmanı’nın
olduğu yerde Romanlar çadır kurup tel gerer, cambazlar gösteri yaparlardı. Bir
gün tahtabacakla yapılan gösteriyi izleyip çok korkmuştum.
Anneannemin evi Garipler’deydi…
Şimdiki Petek Pastanesi’nin oralarda bir yerde, patika gibi bir yerden geçilirdi,
ev arka tarafta iki katlı bir evdi. Evin arka tarafından şehir ırmağı geçerdi
ve üzerinden sırıkla atlardık…
Anneannem Sultan Hanım, dominant
bir kadındı, tüm aileyi toplardı… Hatta bu yönüyle anaerkil bir aile demek bile
mümkündü. Rahmet olsun. Soğuk kış günlerinde gittiğimiz zaman dönüş saatine
yakın uyuma numarası yapardım ki orada kalayım… Yine öyle yaptım. Babamla
bisikletle geldiğimiz için beni ve annemi taşımak oldukça zordu.
Herkes gidince ben uyandım
tabii… Anneannem üst katta sobayı yakmış beni yatırmıştı ki…Genzimi bir şeyler
yakıyordu, gözlerim yaşarıyordu. Uyumaya çalışsam da ne mümkün, kalktım odanın
içinde bir tur attım, tekrar yattım… Işığı yakmak hiç aklıma gelmemişti.
Anneannem ayak sesimi
duymuş… Hayatım kurtulmuştu, yine yaşama devam diyecektim. Anneannem yukarı
gelip ışığı yakınca… Bir faciadan kurtulmuştum. Dumandan göz gözü görmüyordu,
Beni kaldırdı hemen, pencereleri açtı… Soba tutuşmamış, tütmüş her yeri duman
sarmıştı.
O evde, annemin babalığı Yusuf
dedem ne hikâyeler anlatırdı, üç gece bitmezdi… Portakalların kokusu evi sarardı,
ben, özellikle cin peri hikâyelerini dinlerken bir yerlere sokulurdum… Nasıl
bir bereketti, alın teriydi ki bütün aileyi ağırlardı… Bütün bir kış o evde
misafir eksik olmazdı. Yusuf dedem, un fabrikasında çalışırdı, hamallık
yapardı, aslen Erzurumluydu, Konya’ya gelmiş ve anneannemin ikinci eşi olmuştu.
Adil enişte vardı… O
gecelerde pişmaniye çekerdi. Yapı ustasıydı, anneannemin kız kardeşinin eşiydi.
Babam anlatır, gülerdik hep birlikte: Bir gün duvar yapmışlar, akşam yevmiye
almaya giderken ameleye “duvara dayan” demiş, Adil enişte… Parayı almışlar,
hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken duvar göçmüş… Mübalağa olduğu kesin ama çok
gülerdik, Adil enişte dahil…
Bu sefer yer Sarıyakup
Caddesi’ndeki bağ evimiz… Küçük bir banyomuz vardı ama pek kullanılmazdı. Anam
beni kocaman bir leğene oturtur, yıkardı. Gözüme sabun kaçınca bağırırsam
sumsuğu da yerdim. Ah anacığım, o sumsuklarını bir daha yesem…
Kış günüydü… anam odun
sobasından aldığı kömürleri mangala doldurmuştu, ben üşümeyeyim diye… Bol
sumsuklu yıkanma faslı sonrasında kendimi kaybetmişim… O yıllarda öyle hemen
doktora koşmak yoktu, tedavi evde başlar ve devam ederdi. Keskin bir sirke
kokusuyla gözümü açtım. Anam, turşunun suyunu bardağa doldurmuş bana içirmeye
çalışıyordu… Ölseydim, şimdi kim hatırlardı ki? Mezarımı derin kazarlar mıydı?
Pardon çok arabesk oldu…Son satırı yok saydım.
Rüya gibi günlermiş meğer…
ben kilometre taşlarını atlayarak geçmiştim o günlerde ve yaşama merhaba
demişim hep yeniden…
Zaman ne getirecek; karşıma çıkacak olan yeni kilometre taşlarını geçebilecek miyim,
bilmiyorum ama yaşam serüvenim beni nereye çekecek olursa olsun, hazır olduğumu
hissediyorum.
Bunca yıllık yaşantım, bir
rüya gibiydi; rüya içinde rüya… Yaşadıklarım, hayal miydi yoksa
hayal ettiklerimi mi yaşadım bilmiyorum ama artık fark etmiyor. Bu benim
hayatımdı ve şehrin hafızasında bir satırlık bir yer tutabilmenin telaşıydı
belki beni yaşama bağlayan… Onca hay huyun içinde Konyalı gibi, Selçukyalı gibi
yaşadım…
Asırlar yürürken, şehrin
ışıkları yine parlayacak sonsuza… Ve nice Konyalı, o ışıkları parlatmaya devam
edecek…
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.