YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

18 Şubat, 2025

SONSUZA IŞIK PARLATMAK VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER


 

SONSUZA IŞIK PARLATMAK VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER
 
Her şey bir masal gibi geliyor şimdi…
 
Dünün sisleri aralandıkça, yüreğimi basan ateşler yakıyor dünümü, yarınımı… Emir Seyfettin Karasungur Türbesi’nin duvarına oturmuşum, ellerim titriyor, yüreğim pır pır… Vedat abim Lubitel makinenin basmış deklanşörüne…
 
Yaşantımın ikinci kilometre taşlarından birisi ve yaşama yine devam demişim… Bir süre kirada oturmuşuz; sanırım babaannem Vesile Hanım ile annem arasında bir sıkıntı olmuş ve kiraya çıkmak zorunda kalmışız. Kız Öğretmen Okulu’nun arka tarafında Emir Seyfettin Karasungur Türbesi civarında… Bir kadın vardı Yaşar teyze… Beni ısırırdı, öylesine korkmuştum ki ondan… Meğerse o, beni küfrettirmek için ısırırmış… O küfrü şimdi yazamam… (Bir ara kulağınıza fısıldarım.)
 
Annem, yağ kızartırken gazocağında, kızgın yağa elimi batırmışım… Sol bileğimde hâlâ izini taşırım. Doktor çok kızmış anneme, “senin elin yansaydı” demiş… Yaşamaya devam demişim yine…
 
Sonra Garipler’de… Bildiniz mi? Vatan Caddesi’nin İhsaniye tarafı… Nedense oraya Garipler denilirdi. Kim bilir, belki de o dönemlerde garip gureba insanların oturduğu bir yerdi?   Adalhan’ın karşısında şimdiki Barış Apartmanı’nın olduğu yerde Romanlar çadır kurup tel gerer, cambazlar gösteri yaparlardı. Bir gün tahtabacakla yapılan gösteriyi izleyip çok korkmuştum.
 
Anneannemin evi Garipler’deydi… Şimdiki Petek Pastanesi’nin oralarda bir yerde, patika gibi bir yerden geçilirdi, ev arka tarafta iki katlı bir evdi. Evin arka tarafından şehir ırmağı geçerdi ve üzerinden sırıkla atlardık…
 
Anneannem Sultan Hanım, dominant bir kadındı, tüm aileyi toplardı… Hatta bu yönüyle anaerkil bir aile demek bile mümkündü. Rahmet olsun. Soğuk kış günlerinde gittiğimiz zaman dönüş saatine yakın uyuma numarası yapardım ki orada kalayım… Yine öyle yaptım. Babamla bisikletle geldiğimiz için beni ve annemi taşımak oldukça zordu.
 
Herkes gidince ben uyandım tabii… Anneannem üst katta sobayı yakmış beni yatırmıştı ki…Genzimi bir şeyler yakıyordu, gözlerim yaşarıyordu. Uyumaya çalışsam da ne mümkün, kalktım odanın içinde bir tur attım, tekrar yattım… Işığı yakmak hiç aklıma gelmemişti.
 
Anneannem ayak sesimi duymuş… Hayatım kurtulmuştu, yine yaşama devam diyecektim. Anneannem yukarı gelip ışığı yakınca… Bir faciadan kurtulmuştum. Dumandan göz gözü görmüyordu, Beni kaldırdı hemen, pencereleri açtı… Soba tutuşmamış, tütmüş her yeri duman sarmıştı.
 
O evde, annemin babalığı Yusuf dedem ne hikâyeler anlatırdı, üç gece bitmezdi… Portakalların kokusu evi sarardı, ben, özellikle cin peri hikâyelerini dinlerken bir yerlere sokulurdum… Nasıl bir bereketti, alın teriydi ki bütün aileyi ağırlardı… Bütün bir kış o evde misafir eksik olmazdı. Yusuf dedem, un fabrikasında çalışırdı, hamallık yapardı, aslen Erzurumluydu, Konya’ya gelmiş ve anneannemin ikinci eşi olmuştu.
 
Adil enişte vardı… O gecelerde pişmaniye çekerdi. Yapı ustasıydı, anneannemin kız kardeşinin eşiydi. Babam anlatır, gülerdik hep birlikte: Bir gün duvar yapmışlar, akşam yevmiye almaya giderken ameleye “duvara dayan” demiş, Adil enişte… Parayı almışlar, hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken duvar göçmüş… Mübalağa olduğu kesin ama çok gülerdik, Adil enişte dahil…
 
Bu sefer yer Sarıyakup Caddesi’ndeki bağ evimiz… Küçük bir banyomuz vardı ama pek kullanılmazdı. Anam beni kocaman bir leğene oturtur, yıkardı. Gözüme sabun kaçınca bağırırsam sumsuğu da yerdim. Ah anacığım, o sumsuklarını bir daha yesem…
 
Kış günüydü… anam odun sobasından aldığı kömürleri mangala doldurmuştu, ben üşümeyeyim diye… Bol sumsuklu yıkanma faslı sonrasında kendimi kaybetmişim… O yıllarda öyle hemen doktora koşmak yoktu, tedavi evde başlar ve devam ederdi. Keskin bir sirke kokusuyla gözümü açtım. Anam, turşunun suyunu bardağa doldurmuş bana içirmeye çalışıyordu… Ölseydim, şimdi kim hatırlardı ki? Mezarımı derin kazarlar mıydı? Pardon çok arabesk oldu…Son satırı yok saydım.
 
 
Rüya gibi günlermiş meğer… ben kilometre taşlarını atlayarak geçmiştim o günlerde ve yaşama merhaba demişim hep yeniden…
 
Zaman ne getirecek; karşıma çıkacak olan yeni kilometre taşlarını geçebilecek miyim, bilmiyorum ama yaşam serüvenim beni nereye çekecek olursa olsun, hazır olduğumu hissediyorum.
 
Bunca yıllık yaşantım, bir rüya gibiydi; rüya içinde rüya… Yaşadıklarım, hayal miydi yoksa hayal ettiklerimi mi yaşadım bilmiyorum ama artık fark etmiyor. Bu benim hayatımdı ve şehrin hafızasında bir satırlık bir yer tutabilmenin telaşıydı belki beni yaşama bağlayan… Onca hay huyun içinde Konyalı gibi, Selçukyalı gibi yaşadım…
 
Asırlar yürürken, şehrin ışıkları yine parlayacak sonsuza… Ve nice Konyalı, o ışıkları parlatmaya devam edecek…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.