Soldan sağa; Cenap Kendi, Kazım Şalvarcı, Mazhar Sakman. Sarıyakup Caddesi'ndeki bağ evimizdeki bir oturakta... (Fotoğraf: Tahir Sakman Koleksiyonu.)
HER ŞEY
YAŞANIRKEN GÜZEL
Dün mü çok
renkliydi yoksa bugün mü renksiziz? Dünün koşturmacaları mı güzeldi yoksa
bugünün rehaveti mi?
Şöyle bir
hafızamı yokladığımda yani getir götür, kurye işleri yokken… Çok değil; 80’li,
90’lı hatta 2000’li yıllar… o kadar uzak değil aslında belki dün belki dünden
kısa…
Alışverişlerimiz
bile sayılı dükkânlardan yapılırdı; marketler henüz icat edilmemişti…
Ne
zaman ramazan gelse elimizde kap kacak Aziziye Camii’nden Kadınlar Pazarı’na
giderken, Kayıklı Kahve Meydanı’na bakan Çöğenlerin dükkânına gider sıraya
girerdik, tahin almak için. Pastırmalar Üçyıldız’dan… Bugün bu dükkânlar,
ikinci hatta üçüncü kuşak tarafından çalıştırılıyor; aynı disiplin aynı güven
ve aynı kalite…
Kadınlar
Pazarı’na bir koşu giderdim, elimde on lirayla… Babamın kadeh arkadaşına,
babamın selamını söylerdim Kasap Kara Ahmet (yoksa Kara Mustafa mıydı?) amcaya…
Yarım kilo biftek hazırlardı, yumuşak yerinden döver, üzerine de tuz kekik
ekerdi. Eğer ikindin üzeriyse mutlaka mangal yanardı dükkânda ve bir kenarda ufak
ufak çaktırmadan demlenirdi. Mangaldaki pişmiş etten de biraz vermeyi ihmal
etmezdi hiç. Çok iri yarı bir adamdı ama yüreği… yufka yürekliydi. Yüzü bugünkü
gibi aklımda, aklımda kalan nadir insanlardan bir tanesi. Çalışırken başındaki
fötr şapkayı asla çıkarmazdı, kravatsa zaten banko… Kadınlar Pazarı’nda
kravatlı kasap… Haydi, şimdi gidin de arayın belki bulursunuz… Şimdilerde
geçtim esnafı; kravat takan, takım elbiseli, pırıl pırıl ayna gibi boyalı ayakkabı
giyen, traşlı memur bile hatta çok üzgünüm öğretmen bile görmekte çok
zorlanıyoruz.
Kazım
amcanın İstanbul Caddesi’ndeki dükkânı, Şehir Bakkaliyesi (https://www.facebook.com/photo?fbid=7435781596538591&set=gm.8041403962537726&idorvanity=2851206081557566),
(Fotoğraf: Yaşar Barışık Koleksiyonu) |
İstanbul Caddesi’nde Şalvarcı Kazım amcanın “Şehir Bakkaliyesi” vardı. Ekmek kadayıfları mutlaka ondan alınırdı. Kazım amca aynı zamanda kanun çalardı. Uzun kış gecelerinde bizim Sarıyakup’taki bağ evimizi kanunundan çıkan zarif nağmelerle şenlendirirdi. Oldukça mütevazı ve sessiz bir adamdı. Kanunu gibi kendisi de çok kibar bir adamdı. Rahmetli olunca oğlu Vedat abi dükkânı uzun süre işletti sonra onun da erken bir ölüm yakasına yapışınca dükkân kapandı… Şehrin simge dükkânlarındandı… O da aklımda kravatlı olarak kalmış…
Aziziye Camii’nin karşısında Şehir Eczanesi… Hattat Hüseyin (Öksüz) abinin dükkânıydı. Babamla bir gün eczaneye gitmiştik. Eczanenin arkasına geçtik bana bir ney seçti ve nasıl üflemem gerektiğini gösterdi ve “ses çıkarınca bana gel” dedi. Ben bir ay uğraştıktan sonra o sesi çıkardım ama pes etmiştim; neyi götürüp Hüseyin abiye geri verdim… Hüseyin abiyle babam çok iyi dosttular, babama çok saygı duyar ve çok severdi. Aslında iki ayrı dünyanın insanıydılar ama onları ortak noktada birleştiren sanat ve müzik aşkı olmalıydı. Hüseyin abiye babam dörtlükler getirir o da üşenmez onları hatla yazardı ve acemilik örnekleriydi, arşivimde onları hâlâ saklarım.
Hüseyin abi, babamın ağdalı Osmanlıca konuşmalarını, beyitler okumasını ve tabii ki sazından çıkan nağmeleri ve nota bilgisine hayrandı. O zamanlar çok gençti, sonra eczaneyi bıraktı kendini hat sanatına adadı. Yıllar sonra büyük kızım onun hat öğrencisi olacaktı… Hüseyin abiyle olan hatıralarım arasında yer eden bir şey daha var ki aslında hatırladıkça hep üzülürüm; babam ona çok eski, tahta bir tambur hediye etmişti. Hüseyin abi çok sevinmişti. Bakım yapılması ve tellerinin değişmesi için bir ustaya vermişlerdi ama tamburu bir daha almak mümkün olamadı, kaybolmuş! O usta kimdi bilmiyorum ama bugün bile aklıma geldikçe çok üzülürüm, çok güzel bir tamburdu.
Hüseyin abi bugün artık dünyaca ünlü bir hattatımız, duruşunu hiç bozmadı; o hâlâ Aziziye Camisi’nin karşısındaki bir eczacı mütevazılığıyla şehir kültürüne hizmet etmeye devam ediyor şehrimizin, yüz akı insanlarından…
Tevkifiye Caddesi’ndeki çıraklık günlerimde öğle yemekleri katıkçıdandı… Paşa yemeği favorimdi; soğan kabuğuyla pişmiş yumurtayı biraz zeytinyağının üzerine doğrar, somunla yerdik. Bazen helva ekmek yanına zeytin… O nasıl lezzetti, şimdi hepsi hayal oldu o lezzetlerin.
İlyas Ağa’nın dükkânına gider, sıraya girerdik az kuru fasulye, az pilav veya az kavurma yemek için… az dediğime bakmayın şimdiki porsiyonlardan büyüktü. İlyas amca bir gün kızmış, o gülen yüzüyle serzenişte bulunuyordu, yüksek sesle: “Bu ne len! Az guru, az pilav, çok ekmek!” gülmekten yerlere yatmıştık, rahmet olsun… Şimdi aynı dükkân, kuru fasulye ve kavurma satmaya devam ediyor; İlyas Usta’nın oğlu ve kalfası işletiyor; Anadolu Lokantası…
Araboğlu Makası’nda o zamanlar kelle satan lokantalar vardı, sadece orası değildi elbette ama onlarınki meşhurdu. Öğlenleri velespitle gider, sıcak sıcak alır getirirdim ki bu aynı zamanda ziyafet demekti… Şimdi hiç canım çekmiyor!
O dönemin Konya lokantalarında tencere yemekleri revaçtaydı ve çok çeşitliydi, şimdi?
Sabahları yaptırdığımız yağ somunları… Edeci’nin Ahmet derlerdi… Mahkeme Hamamı’nın köşesindeydi ve günümüzde torunları tarafından işletiliyor. Onun yaptığı, o nar gibi pideleri unutmak ne mümkün?
Bedesten’in Hükümet Meydanı’na bakan tarafında Kenanlar Pastanesi, umarım ismini doğru hatırlıyorumdur… Konya’nın bunaltıcı ağustos sıcaklarında onun dondurmasıyla serinlerdik, gerçek bir dondurmaydı, tadı hâlâ damağımda kaldığı için şimdi hiçbir dondurmayı beğenemiyorum.
Bizler dünlerde yaşamaktan vazgeçemedik; sanırım şimdinin gençleri de gelecekte aynı duyguları yaşayacaklar ve gözleri dolarak yaşamın rüzgârlarına direnmenin yersiz olduğunu anlayacaklar.
Her şey, her şeyi yeniden hatırlatıyor sanki… Bir gün bizler, tıpkı bizden öncekiler gibi hiç yaşamamış gibi olacağız; sesimiz şehr-i Konya’nın bir taraflarında unutulmuş eski bir replik gibi kalacak ama onu da duysa belki anlayamayacak şehr-i Konyalı...
Her şey yaşanırken güzel; hatırlarken değil! Hatırladıkça acıyorsunuz, kanıyorsunuz…
TAHİR SAKMAN