YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

09 Mayıs, 2024

HIZIR'DAN GEÇTİK HINZIR GELMESİN YETER!

 

Çaldıran Sokak, 2022... Foto: T. Sakman 

HIZIR'DAN GEÇTİK HINZIR GELMESİN YETER!
 
Çok renkli bir çocukluğumuz vardı… Çok renkli giysilerimiz yoktu belki ama düşlerimizle renklendirdiğimiz, gökkuşakları altında gezindiğimiz bir dünyamız vardı…
 
Oyuncak, giysi vs. almanın imkânsızlığından değildi çoğu zaman; aileler tutumluydu, çocuklara sınırsız imkânlar sunmazlardı şimdiki gibi… Genel kanı çocukların terbiyesinde olumsuz etki yaratma ihtimaliydi; çocuk şımarmamalı, duracağı yeri bilmeliydi. Şimdiki gibi her istediği yapılan çocuğun doyumsuz bir hâle gelmesi ve adeta histeri krizine girmesi gibi bir durum söz konusu bile değildi.
 
Oyuncaklarımızı bile biz kendimiz yapardık; gazoz kapaklarını çamurla doldurur… hani şimdi çocuklar “taso” diyorlar ya öyle oynardık. Kapak bedava, çamur bedava ama oyun pahalıydı; gazoz kapaklarımızı üttürmek istemezdik.
 
Şimdiki çocukların bence en büyük sorunu, “ütmeyi / ütülmeyi” bilmemek!
 
Billalarımızı (bilyelerimizi) ütülürsek, kayısı çekirdekleri sermayemiz olurdu, nasılsa bağlarımız kayısı ağacı doluydu; bizde yoksa komşuda…


Bazılarımız bilyalı (rulman) tahta arabalar yapardı veya yaptırırdı... Dönemin Mercedes'i kesinlikle onlardı... Ama itmeden gitmezdi ya birisi sizi itecekti ya da yokuş aşağı gidecektiniz ki, şehirde tek yokuş Larende Caddesi'ndeydi. Bir üçüncü yol da ellerinizle kendi kendinizi ittirmekti.
 
Kavak ağacından düdük yapardık… şimdi bile hayret ediyorum… Topaç diyorlar ya, o fırçaları nasıl çevirirdik… ben çok ütülürdüm fırçada…
 
Soba tellerinden araba yapardık… İnce minare, yedi kiremit, birdirbir… “ikidir iki” deyince tilkinin neyi olduğunu da siz anlayın artık! Uzuneşek, harmanbiş, çelik çomak… İlle de çelik çomak; kafamız, gözümüz yarılırdı bazen… O çeliği tutmasak sanki kıyamet kopacaktı, çeliği bir kaçırırsak dünyada yaşam bitecekti sanki… Ceketimizi ters giyerdik; çeliği tutarken ellerimiz acımasın diye… sonra dünyayı kurtaran bir kahraman edasıyla dolanırdık tabii ki çeliği yakaladıktan sonra.
 
Dokuztaş, beştaş… Beştaşı müthiş oynardım, cark curk? Bunu da bilmezseniz diyeceğim ama şimdi öyle bir kuruyorlar ki cark curku, vallahi bizim pabuçlarımız çoktan dama atıldı!
 
Top mahallelerimize girmeden favori oyunlarımızdı bunlar. Önce yakan top ama daha çok kızlar oynardı bu oyunu, biz futbol… Sokaklar bizim sahalarımızdı; ben Metin Oktay olurdum, abim Vedat Sakman kaleci Varol, ne şeref! Abim tatillerde Konya’ya geldiği zamanlar Çaldıran Sokak’ta beni de kaleci yapmak için çalıştırırdı. O zamanlar abim İzmir’de Göztepe’nin alt yapısında kaleciydi sonra talihsiz bir şekilde kolu kırılınca bırakmak zorunda kaldı...


Abim Vedat Sakman'ın ortaokul yıllarından bir hatıra... Foto: T. Sakman Koleksiyonu.

Mahalle maçları yapardık kıran kırana… gazoz alacak paramız olmasa da yine iddiaya girerdik kazanma umuduyla… Sarıyakup’ta, Topraklık Mahallesi’nin çocuklarıyla maç yapmıştık. İnanılmaz çekişmeli geçmişti. Bizden fiziksel olarak çok güçlü olmalarına rağmen teknik olarak çok geriydiler. Maç, 2-1 bitmiş, bendeniz de bir gol atmıştım ama şimdi hatırlayamıyorum yenmiş miydik?
 
Sokaklarda oynarken, topu rakibe vermemek için arabaların altında kalmayı bile göze almışlığımız vardır hatta bir keresinde bendeniz, o zamanlar Muhacir Pazarı’nda oturduğumuz yıllarda… Selimiye Mahallesi, Çaldıran Sokak… Çaldıran Sokak yerinde ama Selimiye Mahallesi gitmiş, Sahipata Mahallesi gelmiş... Çaldıran Sokak'ta topa öyle bir dalmışım ki üzerimden ekmek arabasının atları ve tekerleri geçince uyandım…
 
Ekmek dağıtan bir arabaydı, acaba diyorum, Ekmekçi Hayık mıydı üzerimden geçen?   
 
Tam bir hafta yatmış, yerimden kalkamamıştım. Merhum anam, babamın korkusuyla “yüklükten düştü” demiş… Yüklüğü bilirsiniz değil mi?


Dünün evlerinde baş tacı olan İstanbul süpürgesi...

Bize her zaman şenlikti… Ütü kordonu mikrofon, İstanbul süpürgesi sazımdı, hem çalar hem söylerdim. Şimdi kimseler öyle söyleyemiyor! En büyük destekçim de merhum halamdı, beni “tahta boşta” (tahta boşu da bilmiyorsanız ne diyeyim size?) ciddiyetle dinler, alkışlardı ve “ne olacak işte çalgıcı sülalesi, bu da çalgıcı olacak… “  derdi…


Elvis Presley'in dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda Vedat Sakman... Foto: T. Sakman Koleksiyonu.

Çalgıcı olamadım ama abim oldu çok şükür, aile geleneğimizi müziğin farklı bir dalında olsa da sürdürüyor.
 
Devricedit Mahallesi… Onu da yok ettiniz… Ferhuniye oldu, tabii ki size yetmedi; Cem Sultan Caddesi’nden ayırıp Battalaziz Sokak dediniz. Her kimse bu Battalaziz, kimse tanımıyor, çok meşhur olmalı! Bahçemizin arkasından geçen şehir ırmağı üzerinden sırıkla atlardık, heyecan bedava, adrenalin tavan…
 
Saklambaç… “Önüm arkam, sağım solum, ebe, sobe… Vallahi bir gün hepinizi sobeleyeceğim, görürsünüz siz!
 
Mesela bir hıdrellez günü… Kapıya kim gelirse boş çevrilmezdi evde ne varsa… Ya gelen Hızır’sa derdi anam… Hızır hikâyeleri anlatılırdı, asla tükenmeyen un küplerinden, yağ, şeker taşan içi sırlı küplerden… (şimdi o küpleri görünce Roma zamanından kalan antikalar sanıyorsunuz, çok hazin!) Ne kadar kullanırsan kullan; eğer o gün eve Hızır gelmiş ve sizden bir şey almışsa, o her neyse asla bitmezdi… “Hızır elini basmış” derlerdi.
 
Merhum babam, “Hızır’ın en büyük alameti, bastığı yerlerin hemen yeşermesiymiş “derdi… Ben sokakta yürüyenlerin arkasından gider, tozlu sokakların yeşermesini ve bir mucizeye tanıklık etmeyi umardım. Tırnağı da olmazmış… çok uzun bir dönem insanların tırnağı var mı yok mu ona bakmıştım…
 
Bahçesi olanlar komşularla birlikte bahçede, bağda toplanır; koca koca kadınlar, yakan top oynarlardı, börekler açılırdı… sanki o gün ayrı bir özgürlük günüydü kadınlar için; baharın tüm neşesini üzerlerinde taşırlardı.
 
Meram bu işlerin toplanma yeriydi; nerede bir ağaç varsa, herkes orada hıdrellez kutlardı. İçki içenler de olurdu ama asla çevreye rahatsızlık vermezlerdi. Saz çalanlar, demlenenler Meram’ın kuytularında eksik olmazdı.
 
Eski bir Şaman kültürüne dayanan bu geleneğin İslamileştirilmesinden sonra kökeninin dini hassasiyetlere dayandırıldığı bir günde, alkol tüketilmesini hiç anlayamazdım zaten. Sanki fırsat gibiydi bu tür günler. Nasıl bir hoşgörü ortamı varsa o günlerde… Bugün bunu anlamakta çok zorlanıyoruz.
 
Babam ve arkadaşları mutlaka bir yerlerde oturak düzenlerlerdi, hıdrellez günü evde olduğunu hiç hatırlamam. Biz annemle, hiçbir şey yapamazsak bile Meram otobüsüne biner çift bilet atarak hiç inmeden gidip gelirdik…


O yıllarda mevsimler kaymamıştı henüz ama yine de bazen geçici bir yağmur bazen çok sıcak olurdu hatta nadir de olsa kar bile görmüşlüğümüz vardır. Her ne olursa olsun Konyalı asla vazgeçmezdi hıdrellez kutlamasından...
 
Hızır’la İlyas, senede bir kere, bugün buluşup bereket dağıtırlarmış… Artık buluşmuyorlar: O günlerde, Hızır gerçekten vardı; her şey bereketliydi, bolluk her yanımızı sarmıştı… Şimdilerde Hızır bizleri çoktan terk etmişe ve Hızır’dan çok hınzırlar kapımızı çalmışa benziyor.
 
Sabah ilk işim sokağa çıkıp bakacağım; tırnağı olmayan bir insan veya adımlarının arkasında yeşil çimen bırakan var mı diye…  Heyhat, her yer asfalt olmuş, Hızır gelse bile asfalta yeşilden bir iz bırakması ne mümkün?
 
Artık razıyız, geçtik Hızır’dan; yeter ki hınzırlar kapımıza uğramasın!
 
TAHİR SAKMAN
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.