MEYHANE KÜLTÜRÜ İLE KONYA OTURAK KÜLTÜRÜ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÜZERİNE BİR DENEME
MEYHANE KÜLTÜRÜ İLE KONYA
OTURAK KÜLTÜRÜ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÜZERİNE BİR DENEME
Sultan Alâaddin bir işret
meclisinde, şiirini beğendiği Konyalı şair Nizami’ye “falanca köyü sana
bağışladım” der. Şair elbette bu işe sevinir ve ertesi gün sultanın huzuruna
çıkarak ihsanın kendisine verilmesini bekler. Sultan Alâaddin, şairle biraz
dalga geçmek ister ve verdiği ihsan sözünü kast ederek, “Nizami, dün gece
içkiyi fazla kaçırmış ve bir halt etmişiz” der. Nizami buna çok üzülse de cevap
vermekte gecikmez: “Haşa Sultanım, asıl şimdi halt ettiniz…”
Osmanlı’nın talihsiz
şehzadelerinden Cem Sultan’ın Konya Valiliği döneminde Meram bağlarındaki işret
meclisleri meşhurdur. Keza Mevlâna’nın yaşadığı dönemlerde de Konya’da birçok
meyhane olduğunu menkıbelerden öğreniyoruz. Alâaddin Tepesi’nin güneyinde
yaşayan gayri Müslimlerin özellikle Rumların işlettiği meyhaneler bu
bölgededir.
|
Kayıklı Kahve
|
Kayıklı Kahve Meydanı,
ismini, bir kızlı kahvenin kayığa benzeyen mimarisinden almıştır. İsminden de
anlaşılacağı üzere bu kahvelerde hanım sanatçılar boy göstermektedirler.
İstanbul’dan gelen kanto sanatçıları, bu kızlı kahvelerde kanto
söylemektedirler. Kızlı kahvelerde
adından da anlaşılacağı üzere çay, kahve servisi yapılmakta içki
satılmamaktadır. Bugünkü müzikli kafelerin atası kızlı kahveler demek
mümkündür. Halkın ince zekâsı müthiş bir yakıştırma ve rahat bir söyleyişle
ismini bulmuştur: Kızlı Kahve…
İlk gençlik yıllarımda
bedestenin Mevlâna Caddesi’ne çıkan dar sokaklarında küçük dükkânlarda tek
tekçiler vardı… Esnaflar akşama doğru bu meyhanelere bir kaçamak yapıp ayaküstü
iki tek atarlardı. Şehrin en meşhur meyhanesi Kimene Halil’in meyhaneleriydi.
Birisi Meram’da birisi Mevlâna Caddesi’ndeydi. Camlarında “Derler, ne derler, ne
derlerse desinler” yazılıydı. Yine aynı cadde üzerinde Bomonti Restoran vardı.
Nebi Dayı’nın yeri ise meyhane kültürünün yaşandığı yerlerden biriydi ve
şehirde oldukça popüler bir yerdi. Yine aynı bölgede yer alan müstesna
yerlerden birisi de Sabriye Hanım’ın işletmeciliğini yaptığı Damla Restoran’dı…
O yıllardan aklımda yer
eden meyhanelerden birisi de İstasyon’un karşısında küçük bir dükkândı. İlk
meyhane derslerimi, o meyhanede almıştım. Henüz çok gençken meyhaneye selamsız
girilmeyeceğini, nasıl kadeh kaldırılacağını, büyükler ilk kadehi kaldırmadan
asla kadeh kaldırılmayacağını orada öğrenmiştim. O dönemin meyhane müşterileri
boş konuşmazlar, gazeller okurlardı… Yaşımız itibariyle bize hep susmak
düşerdi. O yılların rakısı da şimdiki gibi değildi daha ağırdı, müthiş bir
anason kokusu, kapağı açar açmaz ortama yayılırdı. Şimdiki rakıların kokusu
daha az ve içimi daha hafif.
İstanbul meyhane
kültürünün şehrimizdeki yansımaları elbette bu kadar değildi; daha fazlası
olduğunu o dönemin meyhane müdavimleri tarafından bilinmektedir.
Şehrin kadim kültür
geleneklerinden olan oturaklar ise meyhane kültürünün aksine kendi töresini
kuran ve yaşatan bir etkinliğimizdir. Oturaklarda meyhanelerin aksine her türlü
içki içilmez sadece rakı içilirdi. Oturaklarda rakı içilmesinin de elbette bir
nedeni vardı ki bu neden şehrin mayasında var olan dini hassasiyetlere olan bir
saygının ifadesi gibidir. Merhum babam da rakıdan başka içki içmez ve şöyle
derdi: “Kur’an’da şarap haram kılınmıştır, rakı yoktur, bu nedenle ola ki Allah
bizi affeder…” Şarap içenlerin bulduğu formül ise, şarabın içine bir çimdik tuz
atmaktan ibarettir. Şaraba tuz konulduğu zaman şarap sirkeye dönmekte ve
böylece yasak olmaktan çıktığı söylenmektedir.
Meyhane kültüründeki sözlü
muhabbet, oturaklarda yerini müzikli dinletiye bırakır. Meyhanelerin aksine
oturaklarda konuşulmaz, müzik dinlenirdi. Meyhanelerdeki yerinden sık kalkmanın
hoş görülmediği durum oturaklarda da aynen muhafaza edilmiştir. Meyhanelerde
eğer sofrada rakı varsa başka içki içmenin rakıya hakaret olacağı görüşü,
oturaklarda zaten rakıdan başka içki içilmemesi nedeniyle aynen korunmuş demek
mümkündür.
Oturaklarda rakı
genellikle ince belli çay bardaklarına konularak sek veya suyla karıştırılarak
içilirdi. Meyhanelerdeki rakıya buz koyma, oturaklarda görülmemektedir ki buzun
rakıyı bozduğu kadim içiciler tarafından söylenmektedir.
Cumhuriyetin ilk
yıllarındaki içki yasağı dönemlerinde oturaklara içki, kaçak rakı çekenler
tarafından sağlanmaktadır. Uluırmak semtindeki bir rakı imalatçısının rakısı
çok meşhurdur, bunu yanı sıra Akbaş ve Aksinne gibi hovarda yatağı olan
mahallelerde de oldukça kolay bulunmaktaymış.
Meyhanelere belli bir yaşa
gelmeden nasıl girilemezse, oturaklarda bu yaş sınırı daha da yukarılara
çıkmaktadır. Mazhar Sakman gençken gittiği ve 12 telli çaldığı oturaklarda
değil içki, sigara bile içmesine izin verilmediğinden ve sigara içmek için dışarı
çıktığından söz ederdi.
Meyhane mutfağına
baktığımız zaman balık, zeytinyağlılar ve yoğurtlu mezelerin ön plana çıktığını
görürüz, oturak mutfağında ise yoğurt karşımıza hep çıksa da zeytinyağlı
mezeler çok azdır, balık ise hiç yoktur. Esasen Konya oturaklarında şehir
mutfağının ağır yemeklerini burada da karşımıza çıktığını görürüz. Kuzu tandır
gibi ağır yemekler oturak mutfağının baş tacı yemekleri arasındadır.
Oturak mutfağı aynı
zamanda düzenleyen hovardanın mali gücüyle de doğrudan orantılı olsa da çoğu
zaman meze yerine rakı daima tercih sebebidir. Yine merhum babam bu konuda “bir
liralık rakı içip sarhoş olacağım sonra yüz paralık kahve içip ayıkacağım mı?”
derdi…
Belki de en büyük fark
oturaklarda oyuncu kadınların sanatlarını icra etmeleridir.
Genel olarak baktığımız
zaman İstanbul meyhanelerinde görülen adap ve erkân oturaklarda yerini daha bir
ağırlığa bırakmış olarak karşımıza çıkar. Meyhanelerde ağlamak sızlamak,
bağırıp çağırmak nasıl ayıpsa oturaklarda da öyledir, herkes kendi âlemindedir.
Etrafı rahatsız edecek davranışlarda bulunulmaz. Meyhanelerde nasıl ki sarhoş
olanlara içki verilmezse, oturaklarda da huzurun bozulacağı anlaşıldığı zaman
“dağılalım da tekrar düzülelim” denilerek bir başka yerde buluşmak üzere
dağılınır ve aralarında rahatsızlık veren kişi de bu suretle hatırı yıkılmadan
ayıklanmış olurdu.
Cumhuriyetin ilk
yıllarında yasaklanan oturaklar her ne kadar günümüzde özellikle ova köylerinde
yapılmaya çalışılsa da gelenekten oldukça uzak ve düzensiz olduğu
görülmektedir. Şehirdeki oturaklar ise barana ismini alarak ve içki servisi
kalkarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Meyhaneler ise özellikle 80’li yıllardan
itibaren muhafazakârlığın artmasıyla birlikte gittikçe azalmıştır. Günümüzde
faaliyet gösteren sayılı yerler ise dünün meyhane kültüründen oldukça uzak
yerlerdir.
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.