YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

25 Nisan, 2024

MEYHANE KÜLTÜRÜ İLE KONYA OTURAK KÜLTÜRÜ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÜZERİNE BİR DENEME


 


MEYHANE KÜLTÜRÜ İLE KONYA OTURAK KÜLTÜRÜ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÜZERİNE BİR DENEME
 
Sultan Alâaddin bir işret meclisinde, şiirini beğendiği Konyalı şair Nizami’ye “falanca köyü sana bağışladım” der. Şair elbette bu işe sevinir ve ertesi gün sultanın huzuruna çıkarak ihsanın kendisine verilmesini bekler. Sultan Alâaddin, şairle biraz dalga geçmek ister ve verdiği ihsan sözünü kast ederek, “Nizami, dün gece içkiyi fazla kaçırmış ve bir halt etmişiz” der. Nizami buna çok üzülse de cevap vermekte gecikmez: “Haşa Sultanım, asıl şimdi halt ettiniz…”
 
Osmanlı’nın talihsiz şehzadelerinden Cem Sultan’ın Konya Valiliği döneminde Meram bağlarındaki işret meclisleri meşhurdur. Keza Mevlâna’nın yaşadığı dönemlerde de Konya’da birçok meyhane olduğunu menkıbelerden öğreniyoruz. Alâaddin Tepesi’nin güneyinde yaşayan gayri Müslimlerin özellikle Rumların işlettiği meyhaneler bu bölgededir.


Kayıklı Kahve

 
Kayıklı Kahve Meydanı, ismini, bir kızlı kahvenin kayığa benzeyen mimarisinden almıştır. İsminden de anlaşılacağı üzere bu kahvelerde hanım sanatçılar boy göstermektedirler. İstanbul’dan gelen kanto sanatçıları, bu kızlı kahvelerde kanto söylemektedirler.  Kızlı kahvelerde adından da anlaşılacağı üzere çay, kahve servisi yapılmakta içki satılmamaktadır. Bugünkü müzikli kafelerin atası kızlı kahveler demek mümkündür. Halkın ince zekâsı müthiş bir yakıştırma ve rahat bir söyleyişle ismini bulmuştur: Kızlı Kahve…
 
İlk gençlik yıllarımda bedestenin Mevlâna Caddesi’ne çıkan dar sokaklarında küçük dükkânlarda tek tekçiler vardı… Esnaflar akşama doğru bu meyhanelere bir kaçamak yapıp ayaküstü iki tek atarlardı. Şehrin en meşhur meyhanesi Kimene Halil’in meyhaneleriydi. Birisi Meram’da birisi Mevlâna Caddesi’ndeydi. Camlarında “Derler, ne derler, ne derlerse desinler” yazılıydı. Yine aynı cadde üzerinde Bomonti Restoran vardı. Nebi Dayı’nın yeri ise meyhane kültürünün yaşandığı yerlerden biriydi ve şehirde oldukça popüler bir yerdi. Yine aynı bölgede yer alan müstesna yerlerden birisi de Sabriye Hanım’ın işletmeciliğini yaptığı Damla Restoran’dı…
 
O yıllardan aklımda yer eden meyhanelerden birisi de İstasyon’un karşısında küçük bir dükkândı. İlk meyhane derslerimi, o meyhanede almıştım. Henüz çok gençken meyhaneye selamsız girilmeyeceğini, nasıl kadeh kaldırılacağını, büyükler ilk kadehi kaldırmadan asla kadeh kaldırılmayacağını orada öğrenmiştim. O dönemin meyhane müşterileri boş konuşmazlar, gazeller okurlardı… Yaşımız itibariyle bize hep susmak düşerdi. O yılların rakısı da şimdiki gibi değildi daha ağırdı, müthiş bir anason kokusu, kapağı açar açmaz ortama yayılırdı. Şimdiki rakıların kokusu daha az ve içimi daha hafif.
 
İstanbul meyhane kültürünün şehrimizdeki yansımaları elbette bu kadar değildi; daha fazlası olduğunu o dönemin meyhane müdavimleri tarafından bilinmektedir.
 
Şehrin kadim kültür geleneklerinden olan oturaklar ise meyhane kültürünün aksine kendi töresini kuran ve yaşatan bir etkinliğimizdir. Oturaklarda meyhanelerin aksine her türlü içki içilmez sadece rakı içilirdi. Oturaklarda rakı içilmesinin de elbette bir nedeni vardı ki bu neden şehrin mayasında var olan dini hassasiyetlere olan bir saygının ifadesi gibidir. Merhum babam da rakıdan başka içki içmez ve şöyle derdi: “Kur’an’da şarap haram kılınmıştır, rakı yoktur, bu nedenle ola ki Allah bizi affeder…” Şarap içenlerin bulduğu formül ise, şarabın içine bir çimdik tuz atmaktan ibarettir. Şaraba tuz konulduğu zaman şarap sirkeye dönmekte ve böylece yasak olmaktan çıktığı söylenmektedir.
 
Meyhane kültüründeki sözlü muhabbet, oturaklarda yerini müzikli dinletiye bırakır. Meyhanelerin aksine oturaklarda konuşulmaz, müzik dinlenirdi. Meyhanelerdeki yerinden sık kalkmanın hoş görülmediği durum oturaklarda da aynen muhafaza edilmiştir. Meyhanelerde eğer sofrada rakı varsa başka içki içmenin rakıya hakaret olacağı görüşü, oturaklarda zaten rakıdan başka içki içilmemesi nedeniyle aynen korunmuş demek mümkündür.
 
Oturaklarda rakı genellikle ince belli çay bardaklarına konularak sek veya suyla karıştırılarak içilirdi. Meyhanelerdeki rakıya buz koyma, oturaklarda görülmemektedir ki buzun rakıyı bozduğu kadim içiciler tarafından söylenmektedir.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki içki yasağı dönemlerinde oturaklara içki, kaçak rakı çekenler tarafından sağlanmaktadır. Uluırmak semtindeki bir rakı imalatçısının rakısı çok meşhurdur, bunu yanı sıra Akbaş ve Aksinne gibi hovarda yatağı olan mahallelerde de oldukça kolay bulunmaktaymış.
 
Meyhanelere belli bir yaşa gelmeden nasıl girilemezse, oturaklarda bu yaş sınırı daha da yukarılara çıkmaktadır. Mazhar Sakman gençken gittiği ve 12 telli çaldığı oturaklarda değil içki, sigara bile içmesine izin verilmediğinden ve sigara içmek için dışarı çıktığından söz ederdi.
 
Meyhane mutfağına baktığımız zaman balık, zeytinyağlılar ve yoğurtlu mezelerin ön plana çıktığını görürüz, oturak mutfağında ise yoğurt karşımıza hep çıksa da zeytinyağlı mezeler çok azdır, balık ise hiç yoktur. Esasen Konya oturaklarında şehir mutfağının ağır yemeklerini burada da karşımıza çıktığını görürüz. Kuzu tandır gibi ağır yemekler oturak mutfağının baş tacı yemekleri arasındadır.
 
Oturak mutfağı aynı zamanda düzenleyen hovardanın mali gücüyle de doğrudan orantılı olsa da çoğu zaman meze yerine rakı daima tercih sebebidir. Yine merhum babam bu konuda “bir liralık rakı içip sarhoş olacağım sonra yüz paralık kahve içip ayıkacağım mı?” derdi…
 
Belki de en büyük fark oturaklarda oyuncu kadınların sanatlarını icra etmeleridir.
 
Genel olarak baktığımız zaman İstanbul meyhanelerinde görülen adap ve erkân oturaklarda yerini daha bir ağırlığa bırakmış olarak karşımıza çıkar. Meyhanelerde ağlamak sızlamak, bağırıp çağırmak nasıl ayıpsa oturaklarda da öyledir, herkes kendi âlemindedir. Etrafı rahatsız edecek davranışlarda bulunulmaz. Meyhanelerde nasıl ki sarhoş olanlara içki verilmezse, oturaklarda da huzurun bozulacağı anlaşıldığı zaman “dağılalım da tekrar düzülelim” denilerek bir başka yerde buluşmak üzere dağılınır ve aralarında rahatsızlık veren kişi de bu suretle hatırı yıkılmadan ayıklanmış olurdu.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarında yasaklanan oturaklar her ne kadar günümüzde özellikle ova köylerinde yapılmaya çalışılsa da gelenekten oldukça uzak ve düzensiz olduğu görülmektedir. Şehirdeki oturaklar ise barana ismini alarak ve içki servisi kalkarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Meyhaneler ise özellikle 80’li yıllardan itibaren muhafazakârlığın artmasıyla birlikte gittikçe azalmıştır. Günümüzde faaliyet gösteren sayılı yerler ise dünün meyhane kültüründen oldukça uzak yerlerdir.
 
TAHİR SAKMAN
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.