YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

21 Ocak, 2025

AYARIMIZ İNSAN


 

AYARIMIZ İNSAN
 
“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... Bu da gösterir ki zaman ve mekân, insanla mevcuttur” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde…
 
İnsanın olmadığı yerde ne zaman ne mekân ve tabii ki sanatın da sözünü etmek mümkün değil; her şey insanla…
 
Çırak yetiştiren son nesil saatçilerden olmalıyız, bizim kuşaktakiler. Bu açıdan şanslı da sayılabiliriz; çünkü en azından bir nesil daha saatleri ayarlayacak ustalar var, ya sonra?




 
Eskiden saatçiler zor çırak alırlardı, ince elerler, sık dokurlardı. Mesleğin ahlaki boyutu her zaman önde tutulurdu. Saatçi demek; güvenilir insan, özü, sözü doğru, zanaatkâr insan demekti. Bir kapalı kutunun içindeki dişliler, çarklar, vidalar vs. onlarca hatta bazı saatlerde yüzü aşkın parça bir ahenk içinde birbirleriyle oldukça uyumlu çalışırsa size zamanı gösterir… Saatçi de öyle olmalıydı; yaşamla uyum içinde, yaşamın bir parçası olduğunu unutmadan…
 
Zamanı göstermenin ötesinde size dünyanın sonlu olduğunu da hatırlatır…




 
Zamanı tamir eden ustalar, bu gerçeğin farkında oldukları için yaptıkları işin kutsal tarafını daima ön plana çıkarmak zorunda olduklarını hissederlerdi. Saatlerin elbette başka işlevleri de vardır; öncelikle bir mühendislik harikası olan saatler aynı zamanda zarifliğin de bir sembolüdür. Bu nedenle saatçi esnafı zanaatkârlığın da ötesine geçen sanatçı kişiliği olan naif insanlardır. Eğer çevrenizde bir saat ustası görürseniz onu inceleyin. Bu farkı göreceksiniz. Onlar toplumda saygıyı hak eden esnaflarımızın başında gelirler.
 
Bendeniz baba mesleği olan saatçiliği uzun yıllar sürdürdüm ama ekonomik koşullar ve “pilli” teknolojilerin gelişmesi nedeniyle mesleği bırakmak zorunda kalmıştım ama şimdi pişmanım. “Mesleğine hor bakan adam iyi olmaz” diyen merhum babam ne kadar haklıymış meğer bunu şimdilerde daha iyi anlıyorum.
 
Rahmetli Şemsi Yastıman, Türbe Caddesi’ndeki mütevazı dükkânımı onurlandırdığı bir gün sohbet esnasında beni işaret ederek “Hem sanatkâr hem zanaatkâr” demişti. Bu tanım tüm saatçiler için de geçerlidir: Onlar hem sanatkâr hem zanaatkâr olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
 
Dükkânımı boşaltırken el aletlerimi ve bazı malzemelere kıyamamış hepsini uzun yıllar saklamıştım. Şimdilerde eve kurduğum tezgâhta, koleksiyonumdaki saatlerin bakımını yaparken o eski günleri hatırlamanın hüznünü yaşasam da saatlerin tik takları beni bir başka dünyanın kapılarına kadar götürüyor.




 
Eskiden de öyle yapardım; saat tamirinden yorulduğum zamanlarda dükkânın kapısını kapatır kendimce şiirler okurdum. Bazen şiir bazen de köşe yazıları yazar mutlu olurdum. Bunca telaşenin arasında hepsine nasıl yetişirdim bilmiyorum.
 
O yıllarda köşe yazdığım gazetelerde daha özgürmüşüz, bunu şimdilerdeki gerginliklerden anlamak daha da kolaylaşıyor.   
 
Mekanik saatlerin de bir ruhu vardır eğer onu bir küstürürseniz çalıştırmanız daha bir zorlaşır. Çok dikkatli ve hassas olmalısınız, saat parçalarını severek, okşar gibi tutmalısınız, onlar sizin sevginizi hissetmeliler…




 
Küstürdüğüm saatlerden bir tanesi 400 günlük fanuslu bir iskelet saat… gönlünü almak bir ayımı aldı… ama sonunda barıştık…
 
Gündelik hayatın hay huyundan uzak, kendime saatlerden ve sanattan, şiirden bir fanus yapıp içine kapandım. Kim ne demiş, çok da umurumda değil… aslında çok umurumda ama… “Söylesem güç yetmez sussam işkence” demiştim 3. kitabıma ismini veren şiirimde… o zamanlar bunu dediysem, ya şimdilerde?
 
Ne demiştik; saatlerin de ruhu var… zamanın ruhu saatlerde, saatlerin ruhu insanlarda…
 
Tanpınar’ın dediği gibi: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır...
 
Ya ayarımız bozulmuşsa?..
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

20 Ocak, 2025

DENİZLİ DALGA


 

DENİZLİ DALGA
 
içimde bir deniz uyur dalgalı
içimde bir deniz sevdalı
içimdeki deniz uyurken
gözlerin kaçar ya hani kazara
o zaman büyür içimdeki deniz
okyanus olur
seni de beni de yutar
boğuluruz
kurtuluruz
 
TAHİR SAKMAN
  

16 Ocak, 2025

HOYDUR HOYDUR GEZME KONYALI TÜRKÜLER SENİ ÇAĞIRIYOR!


 

HOYDUR HOYDUR GEZME KONYALI TÜRKÜLER SENİ ÇAĞIRIYOR!


 Orada bir kahvehane var… Kahvehanenin çok, çok ötesinde…



Sıcak bir çay içerken türkü dinlediğimiz… Kahvehaneden çok bir sanat merkezi, bir âşıklar kahvesi gibi sazını eline alıp gelen… getirmeyen de duvardaki enstrümanlardan dilediğini alıp çalıyor, sorgusuz sualsiz, ama illaki edep…


Yıllardır mücadelesini vermiştik aslında âşıklar yurdu dediğimiz şehrimizde neden yok diye… sözler de verilmişti ama hepsi havada kaldı… kendiliğinden oluşan bir ortam. Türküsü olanın gelip çaldığı, çığırdığı bir mekân…



Hani ne demişti Bozkır’ın tezenesi, o büyük usta Neşet Ertaş; “Kötü adamın türküsü olmaz, nerede bir türkü çağıran görürsen var, yanına otur!” Buradaki insanların da türküleri var, hepsi iyi insanlar, çekinmeden gidip yanlarına oturun size taze çayların yanında sıcak dostluklarını da ikram edeceklerdir.



Yaren Çay Evi’nden, bir diğer adıyla Yaren Sanat Evi’nden söz ediyorum… Şehrimizin yetiştirdiği solistlerden ve geçtiğimiz yıllarda kasetlerinden, şarkılarından bildiğimiz Ahmet Kurt kardeşimiz çalıp söylerken dinlemek kısmet oldu. Bağlamada Köy Hizmetleri’nden emekli Cemalettin Pekmezci abimiz, 75 yaşına rağmen hâlâ gençlik heyecanlarıyla İnce Çayır türküsünü çalıp söylerken, uduyla Rıfat Ali Aktaş ve ritimde Ahmet Kurt eşlik ettiler. Maziye gitmemek ne mümkün?


“Ezmeyinen ezmeyinen
Dert biter mi gezmeyinen
İl adamı gız mı verir
Hoydur hoydur gezmeyinen”
 
Konya türkü asırlarından örnekler çalarlarken, o küçük ama yüreği büyük dükkân, sanatın zenginliğiyle büyüdükçe, büyüyordu… bir gün tüm şehri içine alırsa hiç şaşmayacağım.



Bu tür mekânlara o kadar çok ihtiyacımız var ki…


Ya ben size ne söyleyeyim ki? Sizler kendi kültürünüze sahip çıkmazsanız, türkülerinizi okumaktan imtina eder hale geldiyseniz?



Bu küçücük çay evi, o kadar çok büyük bir iş yapıyor ki, belki farkında bile değil! Duvarındaki saat bile vaktin müzik olduğunu hatırlatıyor!


Söyleyecek türkün varsa, çalıp çığırmak istiyorsan veya müzik dinlemek istiyorsan, burası tam size göre… Yolunuzu mutlaka düşürün merkez Öğretmen Evi’nin hemen karşısında… ki türkülerimizin sesini duyarsanız zaten…


Hoydur hoydur gezerken yolunu düşür Konyalı, türkülerimiz sizi çağırıyor!


TAHİR SAKMAN




15 Ocak, 2025

AMA KONYA DAHA GÜZEL


 

AMA KONYA DAHA GÜZEL


Her şehrin kendine has bir duruşu vardır…


Ülkemizin her köşesi birbirinden güzel zenginliklerle dolu ve hepsi de kendine has duruşuyla ön plana çıkar ve sizi yakaladığı yer de işte tam burasıdır…


Aradığınız her neyse oradan vurur sizi şehirlerimiz. Her şehrin kendine has kurşunu vardır ve bu kurşunun en azından birkaç tanesine yakalanmak kaçınılmazdır.


Mesela İstanbul… Önce muhteşem ötesi eserler vurur sizi; hangisini saysanız eksik kalır bir diğeri… Ayasofya, Süleymaniye, Sultan Ahmet ve daha nice saraylar, yalılar ve doğal güzellikler…


Ben Antalya’yı çok sevdim; denizi ve iklimi yakaladı beni ama… Turist bolluğuna ve onların paradan kaynaklı tepeden bakma şımarıklıklarını hiç sevemedim hatta yerleşme düşüncesine bile kapıldığım dönemlerde beni vazgeçiren onlar oldular.


Kendi ülkelerinde bu kadar rahat gezemezken… her neyse konumuz bu değil…


Ama Konya diyorum ki hani şu bildiğimiz Konya; İlyas’ın Kavakları, Mengene. Sarıyakup, Kumköprü… Uluırmak, Paşalı Köprü, Müftü Gediği, Küllükbaşı… Zindankale, Kayıklı Kahve, Alâaddin Tepesi… Onlarca tarihi eser de cabası…


Ama ille de Zafer… Gençlik heyecanlarımızın vazgeçilmezi… Yumurta topuk ayakkabılarla, karlı kış günlerinde onca soğuğa rağmen atletsiz giydiğimiz naylon gömleğin üç düğmesi de illaki açık olacak… Kuyruklu İmpala gibi yaylanarak yürüdüğümüz yıllar…


Uzun saçlarımı savurarak geçtiğim Amele Pazarı…


Tuhaftır bir yandan zaman zaman kaytarsak da camileri doldurduğumuz zamanlar…


Şehrin o havası çok başkaydı… Siyasallaşmamıştık henüz…Bu da değil konumuz…
Şair Yahya Kemal’in “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü” sevdiği gibi bendeniz de her nereye gidersem Konya’ya dönüşü çok seviyorum.


Bu şehri mübarek kılan bir havası vardır, her ne kadar kirletsek de… Her ne kadar yeşilimiz olmasa da denizimiz olmasa da keşfedilmeyi bekleyen bir sır daima sizi bekler bu şehirde. Ve bu şehir en ağır kurşunlarla vurur sizi …


Nerenizden isterseniz oranızdan:


“Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı”
 
Bu şehrin derin bir ruhu vardır; görebilene, duyabilene… Her ne kadar kavgamız sürse de şehirle… aslında şehirle değil, şehirle kavga ne haddimize! Çatalhöyük’ten kopup gelen insanlık serüveninin başladığı bu mübarek toprakların ruhundan payımıza ne düşmüşse… biz onun kullarıyız…
 
Selçuklu asırlarından bize miras kalan vakur bir duruştur, bir başkente yakışan bir kararlılıkla…


Özümüz Oğuz’dur, Türkmen’dir ama yetmez aynı zamanda siz neyseniz biz de size olan hürmetimizden, sevgimizden siz oluruz; ayrılık, gayrılık bırakmayız paslı sinelere cila oluruz…





Hz. Pir’in nefesidir ayrılığı kaldıran, perdeleri yırtıp yetmiş iki millete ayna olan… Eyvallah, Hu!


Ülkemizin her yanı bir ayrı güzel ama Konya daha güzel… Vallahi de güzel, billahi de…


Biz seni Konya’sın diye sevdik; şeksiz, gümansız… imanımız sanadır…


TAHİR SAKMAN

14 Ocak, 2025

TİRİMİLLİ HAYATLARDA LÜLLÜM OLMAK!


 

TİRİMİLLİ HAYATLARDA LÜLLÜM OLMAK!


“Hanneme”, “yanıgara”, “hoşududu”, gibi yöremizde çok kullanılan bazı kelimelerin anlamının olmadığından daha önceleri söz etmiştim.


Halkımızın ince zekâsının bir ürünü olan bu kelimelerin ahengidir belki de bunları gündelik hayatımızda tutan… Bir tekerleme gibi Konyalının diline yerleşen bu kelimelerin pek çoğunu şimdilerde kullananın kalmaması bir yana hatırlayanımız hatta duyanımız bile kalmayacak bu gidişle…


Teknolojinin en iyi yaptığı iştir hayatı dondurmak ve tekdüze hale getirmek. Önce karıştırıyorlar sonra basitleştirmek için uğraşıyorlar.


Bu günlerde dilime takılan bir kelime daha var; “tirimilli…”


İnce eleyen, sık dokuyan, alıngan, havadaki buluttan nem kapan, bir netice alamayan insanlar için de söylenir genelde… Bu tür kelimelerin aslında belli bir anlamı yoktur; onun anlamını sarf ettiğiniz cümlede kendiniz koyarsınız.


Kelimenin etimolojisini dil bilimciler araştırsın, biz işin dalga tarafındayız!


Diyorum ki hangimizin hayatı tirimilli değil ki?


Bunca yıldır tirimillilik yaparım hatta hep birlikte yaptığımız arkadaşlarımız da var; yani bir şehrin ahalisini toptan tirimilli yapsak diyorum sonuç çıkar mı? Belki de tirimilli çokluğundan işlerimiz rast gitmiyor, netice alamıyoruz?


Fotoğraf çekiyorsunuz, video kaydediyorsunuz, ses kaydı yapıyorsunuz, kitaplar yazıyorsunuz, sonuç; vallahi tirimilli…


Kayıt yapılmamalı belki de… yaşadığımızın kanıtını bıraksak ne bırakmasak ne? Sonuç tirimilli olduktan sonra…


“Hiç de doğmamışa döndürdün beni” demiş Karacaoğlan…


Dağ dere dolaştığımız yıllarda farkına varmıştım… Fotoğraf çekmekten etrafın güzelliğini, anlamını kaçırıyorduk… Bin yıllardır seslenen bir eserin önünde onun sesini duymayı, onu hissetmeyi bırakıp fotoğrafını çekip dondurmaya çalışmak… oysa hayat donuk değil; hayat akıyor, akıyor görebiliyor musunuz?


Gülün dalına konan arı kadar bile olamamaktır; gülü koklamak yerine makro çekim yapacağım diye kıvranmak!


Hayatı betimlemeye çalışmak, şiir söylemek mesela… hayatın kendisi zaten şiirken, şiir söylerken hayatı kaçırmak!


Nasılsa bir gün doğmamışa döneceğiz o zaman hayatın akışına kendimizi bırakıp yaşamanın keyfine varmak doğru düşünce değil mi?


Ben anladım; şimdi bu yazıyı biraz daha uzatırsam ahaliyle “lüllüm” olup “düdü Memet” denilmek istemem ve ben bunu göze alacak kadar tirimilli değilim!


En iyisi ben kendi tirimilli dünyama geri döneyim…


TAHİR SAKMAN
 

08 Ocak, 2025

TERZİ


 

TERZİ
 
/bütün suçlarınızı bize attınız
boğulduğunuz hayatı
bize dayattınız/
 
ne sizi tanırım ne yasanızı
sizin dünyanızda yaşamam da
bir ömür ki
                sönük yıldızlar gibi
tıkıldığınız tasalara
                            güle güle
                                         -son sürat-
ne tasınızı ne tasanızı
                                 -hatta ve hatta-
tarağınızı
alın hepsini
 
ananız size pantolon diksin
 
TAHİR SAKMAN
 
(Arka Cepteki Dünya’dan)
 
 

 

01 Ocak, 2025

YAZARAK KOŞMAK HAYATA


 YAZARAK KOŞMAK HAYATA 


"Yaşamak yazmaktır" demiştim geçtiğimiz yılın ilk gününde ve bir yılın bilançosunu vermiştim. 

Son yılda da yaşamaya yani yazmaya devam ettim... Blog sayfamda (www.tahirsakman.blogspot.com); şiir, eleştiri, inceleme, araştırma ve anılardan oluşan 131 makaleye imza atmışım. Bir önceki yıl yayımladığım 148 makaleye göre sayı biraz düşmüş olsa da yeni heyecanlarla yazmaya devam edeceğimi tahmin etmek zor olmasa gerek.  

Blog sayfamda linklerini paylaştığım ve sayısı dokuzu bulan e-kitaplarımı bu yıl fiziksel olarak yayımlamayı planlıyorum. İki ciltlik "Konya ve Ötesi" isimli kitabımı da bu yıl yayımlayacağım. Ayrıca "Türkü Hazinesi Mazhar Sakman" isimli bir kitabım da çok yakında yayıma girecek. 

Blog sayfamın gerek ülkemizde ve gerekse ülke dışında enteresan bir izleyici kitlesi olması beni şaşırtmaya devam ediyor.  İstitastiklere baktığım zaman İzlanda gibi bir ülkeden bile okunuyor olmak oldukça enteresan. Tabii bunda yazılarımın kaynak niteliği taşımasının önemi büyük ve bu konuda  mütevazı olmayacağım. Bu yazılar benim için gurur kaynağı olmaya devam ediyor. 

Şehir kültürüne amatör heyecanlarla katkı yapmaya, elimizden geldiğince ve tabii ki gözlerimin izin verdiğince yazmaya devam edeceğim. 

Konya gibi köklü bir kültüre sahip bir şehirde doğmak, yaşamak büyük ayrıcalıktır. Ayrıca sanatçı bir ailede, sanat ortamlarında büyümek, şehir kültürünün zenginliği içerisinde ve sanatın, kültürün  özgür kulvarında koşmanın getirdiği heyecanı da bunlara eklerseniz aslında doğuştan ne kadar şanslı olduğum ortaya çıkmaktadır. 

Yaşantım boyunca özgürlüğüm ve asiliğim... hayata sürekli başkaldırıp sorguladığım... hayat derken hayata değil aslında; klişeleşmiş, kalıplaşmış dayatmalara karşı bir duruştu benimki. Alışılmış kurulu düzenlerin rehavetine kapılanlardan beni anlamalarını beklemek abesliğine düşmeden yoluma devam etmenin mutluluğunu yaşamayı ve aynı bildiğiniz "Tahir" olarak yeni yılda da koşmayı sürdürmeyi diliyorum... 

Hayatın sunduğu; yazarak koşmanın mutluluğunu hep birlikte sürdürmeyi seçiyorum... 

TAHİR SAKMAN



31 Aralık, 2024

TAHİR(!) YILLAR



TAHİR(!)  YILLAR

Bir yıl, bir yıl daha...

Bizler mütevazı insanlarız. Fakirin tavuğu tek tek yumurtlarmış o misal işte, yılda bir, birer birer...  az olsun temiz olsun...

Aslında yıl mıl da yok, biz uydurmuşuz; neymiş efendim, dünya kendi etrafındaki dönüşünü tamamlayınca  bir yıl oluyormuş...

Ya bizler? Kendi etrafımızda günde kaç kez dönüyoruz haberiniz var mı?

Bir de fırıldaklar var tabii... onlar kendi etraflarında değil de ikbal, menfaat yalakalığı yapıp çıkarlarının ve onlara aracı olacak olanların etrafında dönenler... 

Bildiniz mi? Kafanızı kaldırın, etrafınızda o kadar çok var ki!

İnsanı merkeze koyup dönenler de var; sevginin, saygının, hoşgörünün, barışın ışığında dönenler var... Onların yolu, yolumdur.

Yeni yıl; tüm insanların sevginin, barış ışığında yürüdükleri, döndükleri yıl olsun.  İnsanın insanı sömürmediği, çocukların ağlamadığı, anaların güldüğü. ..

Ekmek hakkının adilce bölüşüldüğü yıl olsun... 

Sınırların kanla değil gülle çizildiği bir dünya olsun.  

Büyük küçük, görünen görünmeyen, canlı cansız tüm varlıklar mutlu olsun. Kalbimdeki sevgileri tüm canlarla paylaşıyorum, herkes, her şey mutlu olsun.

Musmutlu yıllar... Ve tabii ki "tahir" yıllar!

TAHİR SAKMAN

24 Aralık, 2024

HER SENE MUTLAKA


HER SENE MUTLAKA
 
Ben bunu hep yaparım…
 
Yılda bir kere mutlaka alırım; hani “alışmış kudurmuştan beter olur” misali, mutlaka her sene alırım!
 
İnanın dostlar, şartlar ne olursa olsun asla vazgeçmem hatta denilebilir ki benim hayatımın anlamı gibi bir şey oldu bu. “İki elim kanda olsa” derler ya, onun gibi bir şey, hiç sekmez… Hava şartları ne olursa olsun, ekonomik, siyasi vs. hiçbir şey beni bundan alıkoyamaz, mutlaka her yıl…
 
Yağmur çok yağmış, kuraklık olmuş, kar yağmış… hiç sorun olmaz, hiç aksatmam; bunca yıl hiç sekmedi, mutlaka alırım. Kendimi bildim bileli, bende alışkanlık mı diyeyim yoksa müptelası mı oldum… Her ne olduysa oldum ama her yıl mutlaka alırım, vallahi de alırım, billahi de… Beni uzaktan da olsa tanıyan hatta hiç tanımayan bile bilir bunu… Yılda bir kez alırım!
 
Orta Doğu’da savaş olsun olmasın, dünya yansa, ay tutulsa yine de vazgeçmem… nasıl bir şeyse bu; tutku desem değil, sevda desem hiç değil, yaşam gibi bir şey oldu benim için… İster kızın ister hoşgörün, ben bunu yılda bir kere alırım…
 
Bu da benim zaafım, yumuşak karnım, görmezden gelin ya da görün ne yapayım, istesem de istemesem de bile diyemem; isteyerek, güle oynaya, severek, mutlulukla alırım. Korkunç bir haz alırım. Aldığımdan ölmem ama bir gün alamazsam eminim mutlaka ölürüm, işte asıl siz o zaman korkun…
 
Yaşadığımın ispatıdır, bir yerlere çentik attığımın resmi vesikası gibidir… bunca yılın hatırı var; almışım alacağım kadar bu yıl da almayayım demem, yine alırım…
 
Kaç yıldır aldığımı unuttum, o kadar çok oldu ki artık saymaya üşeniyorum, milattan önce miydi ne, başlayalı?
 
Ben her yıl 24 Aralık'ta… mutlaka bir yaş alırım, her ne kadar bu yaş işleri yaş olsa da…
 
Her sene mutlaka…
 
TAHİR SAKMAN
 
 


 

21 Aralık, 2024

KİM YIKARSA YIKASIN

 

KİM YIKARSA YIKASIN
 
Bir süredir ilan panolarında görüyoruz: Ölünce beni kim yıkayacak?
 
Ya hu öldünüz de iş yıkamaya mı kaldı? Her nasılsa bir şekilde bir yıkayan bulunur… Asıl işiniz; insanı hayattayken insanca yaşatmak olmalı… Öldükten sonra beni kim yıkayacak, pöh…
 
“Ben varsam ölüm yoktur, ben yoksam ölüm de yoktur” diyor Epikuros Usta…
 
Haydi büyükleri anladık da gençleri, küçükleri korkutmanın, onların psikolojisini bozmanın ne âlemi var ki? Neye hizmet ediyorsunuz?
 
Bu dünya boş, bu dünya yalan… tüm hesaplarımızı öte taraf üzerine yapmaya kalkarsak; ortada ne bilimsel düşünce kalır ne çalışmak… İnsanın tüm geleceğini “ölünce beni kim yıkayacak” üzerine kurarsanız köle olmaya baştan mahkûmsunuz demektir.
 
Bu yüzden değil midir, mini mini bir devletin, kocaman kocaman anlı şanlı petrollü devletlere kafa tutması?
 
İnsanı nasıl yaşatırız, nasıl refah seviyesini yükseltiriz, adil paylaşımı nasıl gerçekleştirebiliriz bunu düşünmeliyiz. Çöplükten ekmek toplayan insanı belki de susturmanın bir yoludur; ölünce beni kim yıkayacak!
 
Yaşarken, bu adam ne yiyip içiyor diye düşünmediğiniz insanın, ölünce kimin yıkayacağını düşünmek!
 
Dünyası mamur olmayan bir insanın ahireti nasıl mamur olur ki? Şu kısa hayatında bile gün yüzü görmemiş bir insanın, sonsuz ebedi âlemdeki halini düşünemiyorum…
 
Boş verin bunları; ölünce sizi birileri yıkar ortada kalmazsınız, siz asıl yaşamaya ve yaşatmaya bakın…
 
TAHİR SAKMAN
 

20 Aralık, 2024

KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK

 


KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
 
Mevlâna anma törenleri nedeniyle geçtiğimiz hafta şehrimiz eskisi kadar olmasa da yerli ve yabancı turistlerin akınına uğradı.
 
Farklı coğrafyalardan ve özellikle İran’dan gelen Mevlâna âşıkları, rengârenk giysileri ve davranışlarıyla aslında bize hiç de yabancı olmayan ama nedense sürekli eleştirdiğimiz davranışlarıyla renk kattılar.
 
Mistik dünyalarını şehrimizin sokaklarında sergileyen bu insanlara olan yaklaşımımız çoğu kez eleştirel oldu. Oysa Hz. Pir’in yaşadığı dönemde Anadolu’daki dervişlere bakarsak çok da farklı olmadıklarını hatta Hz. Pir’in cezbeye geldiği anda zamana ve mekâna aldırmaksızın sema yaptığını anlatır Mevlevî kaynakları…
 
Durum böyleyken bu insanların davranışlarını hafife almayı doğru bulmuyorum.
 
Mistik düşüncelere kendini adayan bu insanların, Hz. Pir’in asırlar öncesinden çağrısına yanıt olarak şehrimize gelmelerinden daha onur verici ne olabilir ki?
 
Uzun yıllarını mistik bir dünyanın içinde geçirmiş biri olarak gerek Uzak Doğu ve gerekse İslam tarikatlarının / yollarının aslında özünde çok da farklı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Tasavvuf insanın özüne hitap eder ve eşyanın hakikatine, varlığın birliğine ulaştırmaktır amacı. Amaç da değildir aslında; çünkü, amaç da insanı yoldan alıkoyar…


Amerikalı, Reiju Masterim Don Becket ile birlikte...


 
Reiju eğitimi ve masterliğimi aldığım Amerikalı masterim / üstadım vardı; Don Becket… Konya’yı derken aslında Mevlâna’yı merak ettiğini söyleyince şehrimize davet etmiştim. Tesadüfe bakın ki o gün Amerikalı Mevlevî şeyhi Kabir Helminski’de şehrimizdeydi. Onları sevgili dostum Mevlevî ve rehber Üzeyir Özyurt’un Mevlâna Alanı’ndaki evinde tanıştırdım. Sonra yatsı namazı için kalkıldı… Masterim de bize katılmak istediğini işaret edince bana bakarak birlikte abdest aldık ve sonra namaza durduk…


Soldan sağa; Reiju Master Don Becket, Mevlevî Dedesi Nadir Karnıbüyük, Tahir Sakman, Mevlevî Şeyhi Amerikalı Kabir Helminski ve muhterem eşi... 


 
Dinler / inançlar bir aracıdır; nihai sonuç değildir.
 
İnsanlar neye inanırsa inansın veya isterse inanmasın bizim sorunumuz olmamalıdır. Asıl sorun inandığı düşünceleri size zorla empoze etmeye kalkmasıdır.
 
İçlerinde geçirdiğim uzun yıllar, Uzak Doğu disiplinleri dahil öğrendiğim tek şey hoşgörü ve sevgidir… Bu da Hz. Pir’in düşünce dünyasının temel taşıdır.
 
Sokaklarımızda rengârenk giysi ve davranışlarıyla şehrimize canlılık getiren bu insanların aslında bize hatırlattığı en önemli şey sevgiden başka bir şey değildir…
 
Ki bu da Hz. Pir’in bize, tüm insanlığa emanetinden başka bir şey değildir…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

12 Aralık, 2024

DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)

DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)


/ne zaman unutsam adını

ölüm gelir vurur tokadını/


demişim Seyit abiyi sonsuza uğurlarken…


Sonra eklemişim:


/bir dost gider dünya gider

dünya ne ki  konya gider/


Bir şehri koşulsuz sevmenin… aslında koşulsuz sevilen ne bir şehirdir ne bir mekân; o ulaşılamayan esrik bir sevgili gibi hasretiyle yanmanın marifetinde dökülen gözyaşıdır…


O hayalden öteye düşen bir sevgilidir; gözleri Samanyolu’dur, elleri ay ışığı…


Kimsecikler göremedi aslında; o, içinde yanan bir ütopyanın gönüllü kurbanı oldu…


Aranılan hangi Konya’ydı dersiniz?


Moğol vurgunu yemiş bir şehirden arta kalanlar… Sanat, edebiyat, kültür, folklor; illaki folklor, halkın… Konyalının bağrına ateş döken kelimelerden oluşan türküler…


"Emmiler emmiler Türkmen emmiler

Uzun entarili salma yenliler"


Kimdi bu emmiler, kimdi bu uzun entarili salma yenliler?


Tıpkı türküdeki gibi bir ütopyaydı bizim sevdamız; tıpkı Seyit abinin sevdası gibi baştan sona hayale dönen, gerçeğin hayale döndüğü, hayalin gerçeği yendiği bir ütopya bu…


Bu Konya hangi Konya?


Ne sizin gerçeğiniz ne bizim düşlerimiz… hepsi bir yalanın peşinde koşan vahşi taylar gibi… ne gözleriniz görebildi ne biz anlatabildik; bu Konya, Selçuklu’nun, Türkmenlerin yasıyla büyüyen, gecelerini oturakların çırıl çırıl türkülerinde harman edip savurmasıyla teselli aradığı şehir…


O şehir… “O şehir” demiştim naçizane:


/o şehir ki konya’dır

umutlarımın kurdudur

yurtsuzluğumun yurdudur/


Dokunmasınlar istedik sadece… düşlerimize, ütopyalarımıza dokunmasınlar istemiştik…


Selçuklu kültürünü aradık… Gevale Kal’ası düşerken… düşen Türkmen başlarıydı hey Konyalı! Yasını bile tutamadığımız… Oğuzlardı, bildiniz mi?


Boynumuzda Fatih’in fermanı… 


Sonrası bir suskunluktu… yüzyıllar sustu sonra bin yıllara mı geldi sıra?


"Kaleden kaleye urgan gererler

Atları çayırda yayan gezerler"


Yayan yapıldak yollara düştük… adım adım, santim santim aradığımız Selçuklu asırlarından bir esintiydi… 


Oysa biz çoktan gömülmüştük:


/kartal kanatlarımı 

gömsem de sokaklarına

yine de sana yenilmemişimdir/


Yenilmedik Seyit abi… Yenilsek de yenilmedik; sen, sırlı dağların efsunuyla büyüttüğün çiçeklerin kokularını bir tütsü gibi kokladıkça ve sundukça hayata hep yeniden… bize eskimek yakışmaz Seyit abi!


Türkmen emmilerin avazesi dolduruyor kulaklarımı ve ben sensiz, Gevale’de düşen Oğuz başlarının yasını tutarken, Miryokefalon’da sevinç yumağına dönüyor; içim cihana sığmıyor lakin Konya’ya sığıyor, çok garip:


/bir dost gider dünya gider

dünya ne ki  konya gider/


Dünyadan geçmişiz belki ama Konya’dan asla, asla Seyit abi asla, o emmilerin atları çayırlarda… Orta Asya steplerinden kopup gelen rüzgârlar bir gün yine esecek!


/dünya ne ki konya gider/


Sen gidersin Seyit abi, Konya gider…


TAHİR SAKMAN

 

06 Aralık, 2024

BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ


 

BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ
 
Yeri geldi kavga ettik; kavga ettiğimizin aslında kendimiz olduğunu bilmeden…
 
İçimizde kopan fırtınaları şehre bağladık ve şehir insanının gittikçe kozmopolit bir hale gelen yaşantısına bakıp… oysa şehrin ne günahı var ki?
 
Günahkâr olan, şehre yüklediğimiz anlamlardı; günahlarımızın cürmümüzü bile aşmasına bakmadan!




 
En güzel kavgamızı yine bu şehre verdik; yaşam adına, özlemlerimiz adına ve geçmişin değil aslında dünden bakıp geleceğin kavgasını verdik… En güzel şiirlerimizi bu şehrin hayallerimizdeki karşılığına söyledik; belki bir gün anlık bile olsa sevmekten vazgeçme düşüncesine kapılma korkusuyla…




 
Selçuklu’nun kadim zamanlarına adadık umutlarımızı… Moğol yangınları şehre yas düşürürken Sultan Alâaddin’in imdadını duyduk Kösedağ’dan… Sultanül Ulema şehrin ufuklarında belirdiğinde, Hz. Mollayı Rum’un nefesini tuttuk; avuçlarımızda ateş tutar gibi…




 
Yüreklerimiz ne zaman yangın ertesine dönse; taşına, toprağına sinen isimsiz dervişlerin sema sema tapşırmalarına susadık; kalbimiz, şehrin kalbine gömülürken…
 
Konya’nın antik çağlarından kopup gelen ikonaların izini sürerken bir baktık ki medusa her yerimizi istila… Bir Konyalı ah ederse, çavgın sazlar dile gelmez mi?
 
Şu Konya’dır asıl benim vatanım
Gel Konyalı iki kadeh atalım
 
Şehrin ruhu, ruhumuza yön verirken… bir ütopya da olsa Selçukyalı olmanın gururu:


Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler
 
Başka yerde yaşamak değil bu; Konya’nın özüne, sözüne, sazına dökülüp gelen bir aşkın tezahürü… Ne o bizsiz ne biz onsuz… Bizsiz belki olur ama… şehri kim yazar, kim söyler destanını… Mahbub Efendi:
 
Ser encamı dillim eylesem tahrir
Nüsha-i kübraya derkenar olmaz
Ahvalimi bir bir eylesem takrir
Yazan katiplerde iktidar olmaz




 
Sonrası laf-ü güzaftır… Kavgamız ne kadar yamansa o kadar sevmişizdir biz bu şehri… bilek güreşi tutar gibi yürek güreşi tutmuşuz asırlar öncesinden:
 
Kara biber aş olmaz
Bundan ince kaş olmaz
Bundan ince kaş olsa
Konyalılar baş olmaz
 
Biz “baş” olmadık… bastığınız toprağın zerresinde gizlenmekti muradımız:
 
Peşkir aldım direkten
Bir ah çektim yürekten
Ben bu dertten iy’olmam
Hekim gelse Frenk’ten
 
Bu sevdayı yüreğinde taşıyan bilir; tozlu sokaklarını arşınlarken, kaldırımların jilet yüzünde yatan bilir; ayazını ömrüne katan bilir… Ah, Şem’i Baba ah:
 
Bülbülden bir nida… güllerimizi solduramayacaklar; bu şehrin sevdası bir kuru lafa sığmaz, sizin aklınız da almaz… Nasıl ki Şems’i, Mevlâna’yı almadığı gibi…
 
Ama… “yüreğiniz almaz” demedim… henüz!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

05 Aralık, 2024

BİZİM KONYA VEYAHUT GEÇMİŞE SAYGI


 

BİZİM KONYA VEYAHUT GEÇMİŞE SAYGI
 
Modern hayat beraberinde birçok sorunu da getiriyor özellikle şehirleşmenin yoğun olduğu illerde…
 
Trafik kargaşası, hayat pahalılığı, ulaşım vs. … Bunların hepsini yaşayarak zaten görüyoruz. Sorunun çözümü aslında çok da zor değil; özellikle ulaşımda ama bunun planlamasını önceden yapıp tedbir alırsanız ve kaynaklarınızı doğru kullanırsanız…
 
Geçmişe dayalı bir yaşam kurmak isteseniz de zaten mümkün değil ama geçmişi size hatırlatacak tarihi eserlerin, ecdat yadigârlarının, yoğun şehirleşme nedeniyle de tahrip edilmesine de razı olmamalıyız.
 
Yani trafiği rahatlatacak diye… Yıllar önceydi; Avrupa’nın en büyük döner kavşağı diye lanse edilip Alâaddin Tepesi’ni döner kavşak olarak kullanmaya başlamıştık. O zamanlar bu kadar ağır bir trafik yükü elbette yoktu. Tramvayın döneceği bir yer bulamayınca… Farkında mısınız, koskoca Konya Ovası’na sığamadık!
 
Her yıl gittikçe artan ağır trafik yükünün yanına tramvayı da ekleyince…. Alâaddin zarar görmeye başladı, Alâaddin Camisi’nin portalındaki çökmeler vs. … Buna yeşil çimlerin sulanmasını da eklerseniz… Zaman zaman caminin restorasyona alınmasıyla şimdilik kurtarıyoruz ama nereye kadar? Tarihi tepenin etrafındaki eserlerin durumu da çok farklı değil; Karatay Medresesi, İnci Minare hepsi tehdit altında…




 
Tarihi eserlerin böylesine yoğun olarak bulunduğu bir bölgenin etrafından değil tramvay ve ağır trafik yükünün geçirilmesi, bisiklet trafiğine bile izin vermenin ecdat yadigârlarını gözden çıkarmakla eş anlamlı olduğunu düşünüyorum.
 
Tabii ki bu yetmezdi… Tramvay, Mevlâna Caddesi’nin ortasından geçirildi ve Selçuklu asırlarının şahidi, Hz. Pir’in ders verdiği İplikçi Camisi de bu ağır trafik yükünden nasibini almaya başladı.


Daha önce de birkaç kez dile getirmiştim… İplikçi Camisi’nin duvarındaki çatlakların büyüdüğünü bir ben mi görüyorum acaba?




 
Ne kadar yenilemeye tabi tutsanız… O tramvay, o ağır trafik yükü oradan geçtiği sürece tarihi eserlerin geleceğini görmek zor değil…
 
Elbette Konya gelişsin, elbette toplu taşıma araçları yaygınlaşsın… Tramvay geçirecekseniz, tarihi dokuya zarar vermeden yeni yollar açmalısınız, projeler geliştirmelisiniz. Şimdilik Mevlâna Türbesi’ne ve Selimiye Camisi’ne bir zarar vermiyor gibi görünebilir tramvay ama ya gelecekte? Onarılamaz hasarlar açıldıktan sonra mı tedbir alacağız?
 
Konya’yı seviyorsanız… gerçekten seviyorsanız, şehrin geleceğine yatırım yaparken geçmişine de saygı duymak zorundasınız…
 
Geçmişi olmayan, Selçuklu asırlarından iz taşımayan bir Konya, bizim Konya’mız değildir…
 
TAHİR SAKMAN
 

03 Aralık, 2024

goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR YERİNE


 

goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR YERİNE
 
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından bir kampanya yürütülüyor. Kampanyada kullanılan özdeyiş (hani motto diyorsunuz ya; motto değil özdeyiş…) kültürel bir eleştiriye de zemin hazırlamasına neden oluyor…
 
Uzunca bir zamandır gerek internet ortamında gerekse şehirdeki ilan panolarında hatta otobüs ve tramvayların dış yüzeylerini kaplayan ilanlar görüyoruz: goKonya…
 
Go, İngilizcede gitmek anlamında… Yani Konya’ya gidin veya gidiyorum anlamında kullanılıyor sanırım bu özdeyiş, goKonya…
 
Ah, bu yabancı dil merakımız… Kendi lisanını umursamayıp başka lisanlarda özdeyiş arayan dünyadaki tek milletiz sanırım…
 
Türkçe gibi eşsiz bir dile sahipken yapıyoruz hem de bunu!
 
Yurt dışında yayımlayacaksanız elbette goKonya uygun ama ya yurt içinde? Konya’da, Türkiye’de İngilizce özdeyişle tanıtım yapmak da neyin nesi? Neyin reklamını yaptığınızın farkında mısınız?
 
GoKonya yerine gelKonya deseniz daha iyi olmaz mı? Hz. Pir’in çağrısına da uygun olur. Veyahut gezKonya, görKonya da diyebilirsiniz? Daha başka özdeyişler elbette üretilebilir; goKonya’yı da yurt dışında kullanabilirsiniz…
 
Türkçemize sahip çıkmak her Türk vatandaşının görevidir, kamu kurumlarından da bunu bekliyoruz… Selçuklu asırlarına başkentlik etmiş olan kadim şehrimizin belediyesinden daha duyarlı olmasını bekliyoruz.
 
Tabii sadece bu da değil; hatırlarsanız Kız Muallim Mektebi restore edildikten sonra “Taş Bina” ismiyle kullanıma açılmasını da daha önce defalarca yazmıştık (benden başka konuya duyarlı vatandaşlarımız da yazdı) hatta Kız Öğretmen Okulu mezunları, Başkanla da görüştü ama sonuç? Sonuç sıfır, otur yerine!
 
Selçuklu ecdadımızın bir eseri olan Hoca Hasan Camisi’nin restorasyon sonrası minaresindeki değişikliği de yazmıştık, şehir kültürüne duyarlı arkadaşlarımızla birlikte… Sonuç sıfır, otur yerine!
 
Keza önceleri halkın yaz akşamlarında nefes aldığı Konya Fuar’ı kapatıldıktan sonra Kültür Park ismiyle faaliyetini sürdüren ve günümüzde daha çok Suriyeli sığınmacıların buluşma noktası olan mevcut alanın asıl ismi olan “Dede Bahçesi” olması yönünde de daha önceleri yazmıştık…
 
Tarihi bir bahçe olan Dede Bahçesi sadece parkın içindeki kafeteryanın hizmet alanı olarak değil de tüm parkı kapsamasını ve park isminin “Dede Bahçesi” olarak aslına rücu edilmesini bekliyoruz ama… Sonuç sıfır, otur yerine!
 
İplikçi Camii’nin duvarındaki çatlak her geçen gün daha da büyüyor, haberiniz var mı? Daha önce de yazmıştık; sonuç sıfır, otur yerine!

Siz oturabilirsiniz ama ben oturmayacağım; hep ayakta ve sıfır almaya devam edeceğim...
 
En azından goKonya ile ilgili sonucun sıfır olmamasını diliyorum…
 
TAHİR SAKMAN