21 Ocak, 2025
AYARIMIZ İNSAN
AYARIMIZ İNSAN
20 Ocak, 2025
DENİZLİ DALGA
DENİZLİ DALGA
içimde bir deniz uyur dalgalı
içimde bir deniz sevdalı
içimdeki deniz uyurken
gözlerin kaçar ya hani kazara
o zaman büyür içimdeki deniz
okyanus olur
seni de beni de yutar
boğuluruz
kurtuluruz
TAHİR SAKMAN
18 Ocak, 2025
16 Ocak, 2025
HOYDUR HOYDUR GEZME KONYALI TÜRKÜLER SENİ ÇAĞIRIYOR!
HOYDUR HOYDUR GEZME KONYALI TÜRKÜLER SENİ ÇAĞIRIYOR!
Orada bir kahvehane var… Kahvehanenin çok, çok
ötesinde…
Sıcak bir çay içerken türkü dinlediğimiz… Kahvehaneden çok bir sanat merkezi, bir âşıklar kahvesi gibi sazını eline alıp gelen… getirmeyen de duvardaki enstrümanlardan dilediğini alıp çalıyor, sorgusuz sualsiz, ama illaki edep…
Yıllardır
mücadelesini vermiştik aslında âşıklar yurdu dediğimiz şehrimizde neden yok
diye… sözler de verilmişti ama hepsi havada kaldı… kendiliğinden oluşan bir ortam.
Türküsü olanın gelip çaldığı, çığırdığı bir mekân…
Hani ne demişti Bozkır’ın tezenesi, o büyük usta Neşet Ertaş; “Kötü adamın türküsü olmaz, nerede bir türkü çağıran görürsen var, yanına otur!” Buradaki insanların da türküleri var, hepsi iyi insanlar, çekinmeden gidip yanlarına oturun size taze çayların yanında sıcak dostluklarını da ikram edeceklerdir.
Yaren Çay Evi’nden, bir diğer adıyla Yaren Sanat Evi’nden söz ediyorum… Şehrimizin yetiştirdiği solistlerden ve geçtiğimiz yıllarda kasetlerinden, şarkılarından bildiğimiz Ahmet Kurt kardeşimiz çalıp söylerken dinlemek kısmet oldu. Bağlamada Köy Hizmetleri’nden emekli Cemalettin Pekmezci abimiz, 75 yaşına rağmen hâlâ gençlik heyecanlarıyla İnce Çayır türküsünü çalıp söylerken, uduyla Rıfat Ali Aktaş ve ritimde Ahmet Kurt eşlik ettiler. Maziye gitmemek ne mümkün?
“Ezmeyinen ezmeyinen
Dert biter mi gezmeyinen
İl adamı gız mı verir
Hoydur hoydur gezmeyinen”
Konya
türkü asırlarından örnekler çalarlarken, o küçük ama yüreği büyük dükkân,
sanatın zenginliğiyle büyüdükçe, büyüyordu… bir gün tüm şehri içine alırsa hiç
şaşmayacağım.
Bu tür mekânlara o kadar çok ihtiyacımız var ki…
Ya
ben size ne söyleyeyim ki? Sizler kendi kültürünüze sahip çıkmazsanız,
türkülerinizi okumaktan imtina eder hale geldiyseniz?
Bu küçücük çay evi, o kadar çok büyük bir iş yapıyor ki, belki farkında bile değil! Duvarındaki saat bile vaktin müzik olduğunu hatırlatıyor!
Söyleyecek
türkün varsa, çalıp çığırmak istiyorsan veya müzik dinlemek istiyorsan, burası
tam size göre… Yolunuzu mutlaka düşürün merkez Öğretmen Evi’nin hemen
karşısında… ki türkülerimizin sesini duyarsanız zaten…
Hoydur
hoydur gezerken yolunu düşür Konyalı, türkülerimiz sizi çağırıyor!
TAHİR
SAKMAN
15 Ocak, 2025
AMA KONYA DAHA GÜZEL
AMA KONYA DAHA GÜZEL
Her
şehrin kendine has bir duruşu vardır…
Ülkemizin
her köşesi birbirinden güzel zenginliklerle dolu ve hepsi de kendine has
duruşuyla ön plana çıkar ve sizi yakaladığı yer de işte tam burasıdır…
Aradığınız
her neyse oradan vurur sizi şehirlerimiz. Her şehrin kendine has kurşunu vardır
ve bu kurşunun en azından birkaç tanesine yakalanmak kaçınılmazdır.
Mesela
İstanbul… Önce muhteşem ötesi eserler vurur sizi; hangisini saysanız eksik
kalır bir diğeri… Ayasofya, Süleymaniye, Sultan Ahmet ve daha nice saraylar,
yalılar ve doğal güzellikler…
Ben
Antalya’yı çok sevdim; denizi ve iklimi yakaladı beni ama… Turist bolluğuna ve
onların paradan kaynaklı tepeden bakma şımarıklıklarını hiç sevemedim hatta
yerleşme düşüncesine bile kapıldığım dönemlerde beni vazgeçiren onlar oldular.
Kendi
ülkelerinde bu kadar rahat gezemezken… her neyse konumuz bu değil…
Ama
Konya diyorum ki hani şu bildiğimiz Konya; İlyas’ın Kavakları, Mengene.
Sarıyakup, Kumköprü… Uluırmak, Paşalı Köprü, Müftü Gediği, Küllükbaşı…
Zindankale, Kayıklı Kahve, Alâaddin Tepesi… Onlarca tarihi eser de cabası…
Ama
ille de Zafer… Gençlik heyecanlarımızın vazgeçilmezi… Yumurta topuk
ayakkabılarla, karlı kış günlerinde onca soğuğa rağmen atletsiz giydiğimiz
naylon gömleğin üç düğmesi de illaki açık olacak… Kuyruklu İmpala gibi
yaylanarak yürüdüğümüz yıllar…
Uzun
saçlarımı savurarak geçtiğim Amele Pazarı…
Tuhaftır
bir yandan zaman zaman kaytarsak da camileri doldurduğumuz zamanlar…
Şehrin
o havası çok başkaydı… Siyasallaşmamıştık henüz…Bu da değil konumuz…
Şair
Yahya Kemal’in “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü” sevdiği gibi bendeniz de
her nereye gidersem Konya’ya dönüşü çok seviyorum.
Bu
şehri mübarek kılan bir havası vardır, her ne kadar kirletsek de… Her ne kadar
yeşilimiz olmasa da denizimiz olmasa da keşfedilmeyi bekleyen bir sır daima
sizi bekler bu şehirde. Ve bu şehir en ağır kurşunlarla vurur sizi …
Nerenizden
isterseniz oranızdan:
“Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı”
Bu şehrin derin bir ruhu vardır;
görebilene, duyabilene… Her ne kadar kavgamız sürse de şehirle… aslında şehirle
değil, şehirle kavga ne haddimize! Çatalhöyük’ten kopup gelen insanlık
serüveninin başladığı bu mübarek toprakların ruhundan payımıza ne düşmüşse… biz
onun kullarıyız…
Selçuklu
asırlarından bize miras kalan vakur bir duruştur, bir başkente yakışan bir
kararlılıkla…
Özümüz
Oğuz’dur, Türkmen’dir ama yetmez aynı zamanda siz neyseniz biz de size olan
hürmetimizden, sevgimizden siz oluruz; ayrılık, gayrılık bırakmayız paslı
sinelere cila oluruz…
Hz.
Pir’in nefesidir ayrılığı kaldıran, perdeleri yırtıp yetmiş iki millete ayna
olan… Eyvallah, Hu!
Ülkemizin
her yanı bir ayrı güzel ama Konya daha güzel… Vallahi de güzel, billahi de…
Biz
seni Konya’sın diye sevdik; şeksiz, gümansız… imanımız sanadır…
TAHİR
SAKMAN
14 Ocak, 2025
TİRİMİLLİ HAYATLARDA LÜLLÜM OLMAK!
TİRİMİLLİ HAYATLARDA LÜLLÜM OLMAK!
“Hanneme”,
“yanıgara”, “hoşududu”, gibi yöremizde çok kullanılan bazı kelimelerin
anlamının olmadığından daha önceleri söz etmiştim.
Halkımızın
ince zekâsının bir ürünü olan bu kelimelerin ahengidir belki de bunları
gündelik hayatımızda tutan… Bir tekerleme gibi Konyalının diline yerleşen bu
kelimelerin pek çoğunu şimdilerde kullananın kalmaması bir yana hatırlayanımız
hatta duyanımız bile kalmayacak bu gidişle…
Teknolojinin
en iyi yaptığı iştir hayatı dondurmak ve tekdüze hale getirmek. Önce
karıştırıyorlar sonra basitleştirmek için uğraşıyorlar.
Bu
günlerde dilime takılan bir kelime daha var; “tirimilli…”
İnce
eleyen, sık dokuyan, alıngan, havadaki buluttan nem kapan, bir netice alamayan
insanlar için de söylenir genelde… Bu tür kelimelerin aslında belli bir anlamı
yoktur; onun anlamını sarf ettiğiniz cümlede kendiniz koyarsınız.
Kelimenin
etimolojisini dil bilimciler araştırsın, biz işin dalga tarafındayız!
Diyorum
ki hangimizin hayatı tirimilli değil ki?
Bunca
yıldır tirimillilik yaparım hatta hep birlikte yaptığımız arkadaşlarımız da var;
yani bir şehrin ahalisini toptan tirimilli yapsak diyorum sonuç çıkar mı? Belki
de tirimilli çokluğundan işlerimiz rast gitmiyor, netice alamıyoruz?
Fotoğraf
çekiyorsunuz, video kaydediyorsunuz, ses kaydı yapıyorsunuz, kitaplar yazıyorsunuz,
sonuç; vallahi tirimilli…
Kayıt
yapılmamalı belki de… yaşadığımızın kanıtını bıraksak ne bırakmasak ne? Sonuç
tirimilli olduktan sonra…
“Hiç
de doğmamışa döndürdün beni” demiş Karacaoğlan…
Dağ
dere dolaştığımız yıllarda farkına varmıştım… Fotoğraf çekmekten etrafın
güzelliğini, anlamını kaçırıyorduk… Bin yıllardır seslenen bir eserin önünde
onun sesini duymayı, onu hissetmeyi bırakıp fotoğrafını çekip dondurmaya
çalışmak… oysa hayat donuk değil; hayat akıyor, akıyor görebiliyor musunuz?
Gülün
dalına konan arı kadar bile olamamaktır; gülü koklamak yerine makro çekim
yapacağım diye kıvranmak!
Hayatı
betimlemeye çalışmak, şiir söylemek mesela… hayatın kendisi zaten şiirken, şiir
söylerken hayatı kaçırmak!
Nasılsa
bir gün doğmamışa döneceğiz o zaman hayatın akışına kendimizi bırakıp yaşamanın
keyfine varmak doğru düşünce değil mi?
Ben
anladım; şimdi bu yazıyı biraz daha uzatırsam ahaliyle “lüllüm” olup “düdü
Memet” denilmek istemem ve ben bunu göze alacak kadar tirimilli değilim!
En
iyisi ben kendi tirimilli dünyama geri döneyim…
TAHİR
SAKMAN
08 Ocak, 2025
TERZİ
TERZİ
/bütün suçlarınızı bize attınız
boğulduğunuz hayatı
bize dayattınız/
ne sizi tanırım ne yasanızı
sizin dünyanızda yaşamam da
bir ömür ki
sönük yıldızlar gibi
tıkıldığınız tasalara
güle güle
-son sürat-
ne tasınızı ne tasanızı
-hatta ve hatta-
tarağınızı
alın hepsini
ananız size pantolon diksin
TAHİR SAKMAN
(Arka Cepteki Dünya’dan)
01 Ocak, 2025
YAZARAK KOŞMAK HAYATA
YAZARAK KOŞMAK HAYATA
"Yaşamak yazmaktır" demiştim geçtiğimiz yılın ilk gününde ve bir yılın bilançosunu vermiştim.
Son yılda da yaşamaya yani yazmaya devam ettim... Blog sayfamda (www.tahirsakman.blogspot.com); şiir, eleştiri, inceleme, araştırma ve anılardan oluşan 131 makaleye imza atmışım. Bir önceki yıl yayımladığım 148 makaleye göre sayı biraz düşmüş olsa da yeni heyecanlarla yazmaya devam edeceğimi tahmin etmek zor olmasa gerek.
Blog sayfamda linklerini paylaştığım ve sayısı dokuzu bulan e-kitaplarımı bu yıl fiziksel olarak yayımlamayı planlıyorum. İki ciltlik "Konya ve Ötesi" isimli kitabımı da bu yıl yayımlayacağım. Ayrıca "Türkü Hazinesi Mazhar Sakman" isimli bir kitabım da çok yakında yayıma girecek.
Blog sayfamın gerek ülkemizde ve gerekse ülke dışında enteresan bir izleyici kitlesi olması beni şaşırtmaya devam ediyor. İstitastiklere baktığım zaman İzlanda gibi bir ülkeden bile okunuyor olmak oldukça enteresan. Tabii bunda yazılarımın kaynak niteliği taşımasının önemi büyük ve bu konuda mütevazı olmayacağım. Bu yazılar benim için gurur kaynağı olmaya devam ediyor.
Şehir kültürüne amatör heyecanlarla katkı yapmaya, elimizden geldiğince ve tabii ki gözlerimin izin verdiğince yazmaya devam edeceğim.
Konya gibi köklü bir kültüre sahip bir şehirde doğmak, yaşamak büyük ayrıcalıktır. Ayrıca sanatçı bir ailede, sanat ortamlarında büyümek, şehir kültürünün zenginliği içerisinde ve sanatın, kültürün özgür kulvarında koşmanın getirdiği heyecanı da bunlara eklerseniz aslında doğuştan ne kadar şanslı olduğum ortaya çıkmaktadır.
Yaşantım boyunca özgürlüğüm ve asiliğim... hayata sürekli başkaldırıp sorguladığım... hayat derken hayata değil aslında; klişeleşmiş, kalıplaşmış dayatmalara karşı bir duruştu benimki. Alışılmış kurulu düzenlerin rehavetine kapılanlardan beni anlamalarını beklemek abesliğine düşmeden yoluma devam etmenin mutluluğunu yaşamayı ve aynı bildiğiniz "Tahir" olarak yeni yılda da koşmayı sürdürmeyi diliyorum...
Hayatın sunduğu; yazarak koşmanın mutluluğunu hep birlikte sürdürmeyi seçiyorum...
TAHİR SAKMAN
31 Aralık, 2024
TAHİR(!) YILLAR
TAHİR(!) YILLAR
Bir yıl, bir yıl daha...
Bizler mütevazı insanlarız. Fakirin tavuğu tek tek yumurtlarmış o misal işte, yılda bir, birer birer... az olsun temiz olsun...
Aslında yıl mıl da yok, biz uydurmuşuz; neymiş efendim, dünya kendi etrafındaki dönüşünü tamamlayınca bir yıl oluyormuş...
Ya bizler? Kendi etrafımızda günde kaç kez dönüyoruz haberiniz var mı?
Bir de fırıldaklar var tabii... onlar kendi etraflarında değil de ikbal, menfaat yalakalığı yapıp çıkarlarının ve onlara aracı olacak olanların etrafında dönenler...
Bildiniz mi? Kafanızı kaldırın, etrafınızda o kadar çok var ki!
İnsanı merkeze koyup dönenler de var; sevginin, saygının, hoşgörünün, barışın ışığında dönenler var... Onların yolu, yolumdur.
Yeni yıl; tüm insanların sevginin, barış ışığında yürüdükleri, döndükleri yıl olsun. İnsanın insanı sömürmediği, çocukların ağlamadığı, anaların güldüğü. ..
Ekmek hakkının adilce bölüşüldüğü yıl olsun...
Sınırların kanla değil gülle çizildiği bir dünya olsun.
Büyük küçük, görünen görünmeyen, canlı cansız tüm varlıklar mutlu olsun. Kalbimdeki sevgileri tüm canlarla paylaşıyorum, herkes, her şey mutlu olsun.
Musmutlu yıllar... Ve tabii ki "tahir" yıllar!
TAHİR SAKMAN
24 Aralık, 2024
HER SENE MUTLAKA
HER SENE MUTLAKA
Ben bunu hep yaparım…
Yılda bir kere mutlaka alırım; hani “alışmış kudurmuştan beter olur” misali, mutlaka her sene alırım!
İnanın dostlar, şartlar ne
olursa olsun asla vazgeçmem hatta denilebilir ki benim hayatımın anlamı gibi
bir şey oldu bu. “İki elim kanda olsa” derler ya, onun gibi bir şey, hiç sekmez…
Hava şartları ne olursa olsun, ekonomik, siyasi vs. hiçbir şey beni bundan
alıkoyamaz, mutlaka her yıl…
Yağmur çok yağmış,
kuraklık olmuş, kar yağmış… hiç sorun olmaz, hiç aksatmam; bunca yıl hiç
sekmedi, mutlaka alırım. Kendimi bildim bileli, bende alışkanlık mı diyeyim
yoksa müptelası mı oldum… Her ne olduysa oldum ama her yıl mutlaka alırım,
vallahi de alırım, billahi de… Beni uzaktan da olsa tanıyan hatta hiç tanımayan
bile bilir bunu… Yılda bir kez alırım!
Orta Doğu’da savaş olsun
olmasın, dünya yansa, ay tutulsa yine de vazgeçmem… nasıl bir şeyse bu; tutku
desem değil, sevda desem hiç değil, yaşam gibi bir şey oldu benim için… İster
kızın ister hoşgörün, ben bunu yılda bir kere alırım…
Bu da benim zaafım,
yumuşak karnım, görmezden gelin ya da görün ne yapayım, istesem de istemesem de
bile diyemem; isteyerek, güle oynaya, severek, mutlulukla alırım. Korkunç bir
haz alırım. Aldığımdan ölmem ama bir gün alamazsam eminim mutlaka ölürüm, işte
asıl siz o zaman korkun…
Yaşadığımın ispatıdır, bir
yerlere çentik attığımın resmi vesikası gibidir… bunca yılın hatırı var;
almışım alacağım kadar bu yıl da almayayım demem, yine alırım…
Kaç yıldır aldığımı
unuttum, o kadar çok oldu ki artık saymaya üşeniyorum, milattan önce miydi ne,
başlayalı?
Ben her yıl 24 Aralık'ta… mutlaka bir
yaş alırım, her ne kadar bu yaş işleri yaş olsa da…
Her sene mutlaka…
TAHİR SAKMAN
21 Aralık, 2024
KİM YIKARSA YIKASIN
KİM YIKARSA YIKASIN
Bir süredir ilan
panolarında görüyoruz: Ölünce beni kim yıkayacak?
Ya hu öldünüz de iş
yıkamaya mı kaldı? Her nasılsa bir şekilde bir yıkayan bulunur… Asıl işiniz;
insanı hayattayken insanca yaşatmak olmalı… Öldükten sonra beni kim yıkayacak,
pöh…
“Ben varsam ölüm yoktur,
ben yoksam ölüm de yoktur” diyor Epikuros Usta…
Haydi büyükleri anladık da
gençleri, küçükleri korkutmanın, onların psikolojisini bozmanın ne âlemi var
ki? Neye hizmet ediyorsunuz?
Bu dünya boş, bu dünya
yalan… tüm hesaplarımızı öte taraf üzerine yapmaya kalkarsak; ortada ne
bilimsel düşünce kalır ne çalışmak… İnsanın tüm geleceğini “ölünce beni kim
yıkayacak” üzerine kurarsanız köle olmaya baştan mahkûmsunuz demektir.
Bu yüzden değil midir,
mini mini bir devletin, kocaman kocaman anlı şanlı petrollü devletlere kafa
tutması?
İnsanı nasıl yaşatırız,
nasıl refah seviyesini yükseltiriz, adil paylaşımı nasıl gerçekleştirebiliriz
bunu düşünmeliyiz. Çöplükten ekmek toplayan insanı belki de susturmanın bir
yoludur; ölünce beni kim yıkayacak!
Yaşarken, bu adam ne yiyip
içiyor diye düşünmediğiniz insanın, ölünce kimin yıkayacağını düşünmek!
Dünyası mamur olmayan bir
insanın ahireti nasıl mamur olur ki? Şu kısa hayatında bile gün yüzü görmemiş
bir insanın, sonsuz ebedi âlemdeki halini düşünemiyorum…
Boş verin bunları; ölünce
sizi birileri yıkar ortada kalmazsınız, siz asıl yaşamaya ve yaşatmaya bakın…
TAHİR SAKMAN
20 Aralık, 2024
KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
KONYA SOKAKLARI RENGÂRENK
Mevlâna anma törenleri
nedeniyle geçtiğimiz hafta şehrimiz eskisi kadar olmasa da yerli ve yabancı
turistlerin akınına uğradı.
Farklı coğrafyalardan ve
özellikle İran’dan gelen Mevlâna âşıkları, rengârenk giysileri ve davranışlarıyla
aslında bize hiç de yabancı olmayan ama nedense sürekli eleştirdiğimiz
davranışlarıyla renk kattılar.
Mistik dünyalarını şehrimizin
sokaklarında sergileyen bu insanlara olan yaklaşımımız çoğu kez eleştirel oldu.
Oysa Hz. Pir’in yaşadığı dönemde Anadolu’daki dervişlere bakarsak çok da farklı
olmadıklarını hatta Hz. Pir’in cezbeye geldiği anda zamana ve mekâna aldırmaksızın
sema yaptığını anlatır Mevlevî kaynakları…
Durum böyleyken bu
insanların davranışlarını hafife almayı doğru bulmuyorum.
Mistik düşüncelere kendini
adayan bu insanların, Hz. Pir’in asırlar öncesinden çağrısına yanıt olarak şehrimize
gelmelerinden daha onur verici ne olabilir ki?
Uzun yıllarını mistik bir
dünyanın içinde geçirmiş biri olarak gerek Uzak Doğu ve gerekse İslam
tarikatlarının / yollarının aslında özünde çok da farklı olmadığını rahatlıkla
söyleyebilirim. Tasavvuf insanın özüne hitap eder ve eşyanın hakikatine,
varlığın birliğine ulaştırmaktır amacı. Amaç da değildir aslında; çünkü, amaç
da insanı yoldan alıkoyar…
Amerikalı, Reiju Masterim Don Becket ile birlikte... |
Soldan sağa; Reiju Master Don Becket, Mevlevî Dedesi Nadir Karnıbüyük, Tahir Sakman, Mevlevî Şeyhi Amerikalı Kabir Helminski ve muhterem eşi... |
12 Aralık, 2024
DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)
DÜNYA NE Kİ KONYA GİDER (SEYİT ABİ)
/ne zaman unutsam adını
ölüm gelir vurur tokadını/
demişim Seyit abiyi sonsuza uğurlarken…
Sonra eklemişim:
/bir dost gider dünya gider
dünya ne ki konya gider/
Bir şehri koşulsuz sevmenin… aslında koşulsuz sevilen ne bir şehirdir ne bir mekân; o ulaşılamayan esrik bir sevgili gibi hasretiyle yanmanın marifetinde dökülen gözyaşıdır…
O hayalden öteye düşen bir sevgilidir; gözleri Samanyolu’dur, elleri ay ışığı…
Kimsecikler göremedi aslında; o, içinde yanan bir ütopyanın gönüllü kurbanı oldu…
Aranılan hangi Konya’ydı dersiniz?
Moğol vurgunu yemiş bir şehirden arta kalanlar… Sanat, edebiyat, kültür, folklor; illaki folklor, halkın… Konyalının bağrına ateş döken kelimelerden oluşan türküler…
"Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler"
Kimdi bu emmiler, kimdi bu uzun entarili salma yenliler?
Tıpkı türküdeki gibi bir ütopyaydı bizim sevdamız; tıpkı Seyit abinin sevdası gibi baştan sona hayale dönen, gerçeğin hayale döndüğü, hayalin gerçeği yendiği bir ütopya bu…
Bu Konya hangi Konya?
Ne sizin gerçeğiniz ne bizim düşlerimiz… hepsi bir yalanın peşinde koşan vahşi taylar gibi… ne gözleriniz görebildi ne biz anlatabildik; bu Konya, Selçuklu’nun, Türkmenlerin yasıyla büyüyen, gecelerini oturakların çırıl çırıl türkülerinde harman edip savurmasıyla teselli aradığı şehir…
O şehir… “O şehir” demiştim naçizane:
/o şehir ki konya’dır
umutlarımın kurdudur
yurtsuzluğumun yurdudur/
Dokunmasınlar istedik sadece… düşlerimize, ütopyalarımıza dokunmasınlar istemiştik…
Selçuklu kültürünü aradık… Gevale Kal’ası düşerken… düşen Türkmen başlarıydı hey Konyalı! Yasını bile tutamadığımız… Oğuzlardı, bildiniz mi?
Boynumuzda Fatih’in fermanı…
Sonrası bir suskunluktu… yüzyıllar sustu sonra bin yıllara mı geldi sıra?
"Kaleden kaleye urgan gererler
Atları çayırda yayan gezerler"
Yayan yapıldak yollara düştük… adım adım, santim santim aradığımız Selçuklu asırlarından bir esintiydi…
Oysa biz çoktan gömülmüştük:
/kartal kanatlarımı
gömsem de sokaklarına
yine de sana yenilmemişimdir/
Yenilmedik Seyit abi… Yenilsek de yenilmedik; sen, sırlı dağların efsunuyla büyüttüğün çiçeklerin kokularını bir tütsü gibi kokladıkça ve sundukça hayata hep yeniden… bize eskimek yakışmaz Seyit abi!
Türkmen emmilerin avazesi dolduruyor kulaklarımı ve ben sensiz, Gevale’de düşen Oğuz başlarının yasını tutarken, Miryokefalon’da sevinç yumağına dönüyor; içim cihana sığmıyor lakin Konya’ya sığıyor, çok garip:
/bir dost gider dünya gider
dünya ne ki konya gider/
Dünyadan geçmişiz belki ama Konya’dan asla, asla Seyit abi asla, o emmilerin atları çayırlarda… Orta Asya steplerinden kopup gelen rüzgârlar bir gün yine esecek!
/dünya ne ki konya gider/
Sen gidersin Seyit abi, Konya gider…
TAHİR SAKMAN