YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

17 Haziran, 2024

TANDIR EKMEĞİ


 

TANDIR EKMEĞİ
 
Geçtiğimiz Ramazan Bayramı öncesi de ekmeğe zam yapılmıştı ve tabii ki tandır ekmeği fiyatları da buna bağlı olarak 15 TL olmuştu… Bayram sonu bir baktık tandır ekmeğinin fiyatı 13 liraya düştü, çok sonraları tekrar 15 liraya çıktı, peki bu iki liralar bayram öncesi kimin cebine gitti ve dahası acaba nasıl yiyebildiler o parayı?
 
Bu bayramda yine bayram öncesi ekmeğe zam yapıldı ve tabii ki tandır ekmeğine de ve tandır ekmeğinin fiyatı 20 liraya çıktı… Malum Kurban Bayramı’nda Konyalılar ekmek salması yemeden duramazlar ve mecburen 20 liradan aldılar… Bayramdan sonra yine tandır ekmeğinin fiyatı düşecek mi, çok merak ediyorum? Bir de şu ekmeğe zam işini diyorum bayramlardan önce değil de bayramlardan sonra yapsanız olmuyor mu? Yani ihtimal vermiyorum; bizler asla böyle bir şey yapmayız ama sanki fırsatçılık yapılıyormuş gibi görünüyor! Yok, tövbe biz öyle şeyler yapmayız! Ne, yoksa yapar mıyız? Yok asla…
 
Neyse şimdi ekmek salması yiyeceksiniz ya, keyfinizi kaçırmayayım ama dikkat edin havalar çok sıcak dokunmasın?
 
Şimdiden söyleyeyim; kakırdağı da çok yemeyin, havalar biraz soğuyunca kakırdaklı börek yaptırın bizi de çağırın, çağırmazsanız hatırım kalır ona göre!
 
EN ÖNEMLİ NOT: Aslında bu yazı kakırdak ve ekmek salması üzerine olacaktı ama… havalar bir serinlesin o zaman kesin yazarım!
 
TAHİR SAKMAN



 

16 Haziran, 2024

KESİYORUM


 

KESİYORUM
 
Yalanı dolanı kesiyorum; aldatmayı, kazıklamayı kesiyorum; riyayı, suizannı, gıybeti, doğayı kirleten her türlü eylemi kesiyorum; olumsuz düşünceleri, sevgisiz yaşamayı kesiyorum…
 
"Can"ların değil; nefislerin kurban edildiği bayramlar diliyorum...
 
Bugüne kadar olduğu gibi; barış ve sevginin, yolumuzu sonsuza kadar aydınlatmasını seçiyor ve bu seçimimi kalbimle onaylıyor, sevgimle destekliyorum…
 
TAHİR SAKMAN
 

14 Haziran, 2024

KONYALI SEN BU DEĞİLSİN


 

KONYALI SEN BU DEĞİLSİN
 
Sana ne oldu Konya, ne ara bu kadar değiştin Konyalı?
 
Sokaklarında yürürken bile hüznün doruklarını yaşatıyorsun; o bildiğimiz, tattığımız, kokladığımız Konya çok gerilerde kalmış...
 
Bedesten'de adımlarım maziye gidiyor… yarınlarını nerede düşürdün Konya, kimlere kaptırdın Konyalı; hani senin o mütevazı tavırların, saygılı, kibar; müşteriyi velinimetin bilen esnafına ne oldu?
 
 Bu kadar değişimin izahı da yok, mizahı da... Ben de tutmuşum kısa pantolon giyip ayağımda sandalet omuzumda çanta... eee tabii kazık yemeye hazırsın kardeşim; seni ya turist sanacak ya da Almancı, göz ucuyla süzerken hangisi olduğunu kestirmeye çalışan esnaflar...
 
Bendeki de cahil cesareti... yanlarına dokuz salavat getirmeden girilir mi hiç? Adam usta... afra tafra onun işi... dünyada bir tek o biliyor, başka bilen yok... Arabanı bozarmış adamın suçu yok ki o usta, senin araban kötü ne yapsın... sen parayı ver, gerisini boş ver...
 
Her yerde karşımıza çıkıyorlar; nasılsa denetleyen meslek kuruluşları veya zabıta yok... pazarda bile kazıklanmak kaderimiz oldu: bir yanda 35 TL, iki adım ötede 15 TL, serbest piyasa deyip bir de gevrek gevrek gülüyorlar.
 
Sen bu değilsin Konya, Konyalı sen hiç değilsin!
 
Sanırım arızalı olan bizleriz... Her şeyini yıkıp tarihe gömdüğünüz mekânlar gibi bizleri de bir gömseniz rahatlayacaksınız...
 
TAHİR SAKMAN

12 Haziran, 2024

ŞEREFE


 ŞEREFE


-herkesle içilir şerefsizle içilmez-


şerefe kalkar kadehler
sevgiye kalkar muhabbete kalkar
insan olmanın erdemine
dostluğa barışa kalkar
bir tek
şerefsizliğe kalkmaz bu kadehler
haydi o zaman
şerefe

TAHİR SAKMAN

YAKIN TANDIRLARI TAHİR GELİYOR!


 

YAKIN TANDIRLARI TAHİR GELİYOR!
 
Sıcaklarla boğuşmaktan elim kaleme gitmiyor, belki de bunca yıldır yazmanın yorgunluğu belki de attığımız taşın yerine varmadığı düşüncesi...
 
Aslında esas olan yazmaktır benim için gerisi beni ilgilendirmez diyeceğim ama yaşadığımız toplumdaki her şey beni ilgilendirir hem de sizlerden daha çok...
 
Yazar duyarlılığı, şair aforizmaları deseniz de yazmanın vazgeçilmezliği bugünlerde biraz askıda kalmış gibi... Askıda ekmek olur da askıda şiir olma mı?
 
 
Etrafıma bakıyorum; Konya'ya... bir cam fanusun içinde geçmişin ihtişamına dalmış, ışıl ışıl... İyi uykular şehrim, uyumak sana yakışmazdı eskiden… Ovada sarı hüzünlerinden bereket fışkırıyor. Sille'de bir testici, ocağından çıkan dumanlara bakıp testilerin kimin toprağı olduğunu düşünüyor... kim bilir gelecekte kendi toprağından da bir testi… yapılacak mı?
 
Sorsalardı ona toprağından ne yapalım diye ne olmak isterdi acaba?
 
Ya size bayım, toprağınızdan ne yapalım?
 
Bir an testici olup ürperiyorum sonra elimi klavyede görünce rahatlıyorum...
 
Alâaddin Tepesi... çocukluğumun gizemli bir o kadar da korka korka, gizli gizli, eteklerinde üçüncü sigarası içtiğimiz yer... kendimizi Selçuklu Sultanı yerine koyup kafamızın döndüğü... ah bu sıcaklar...
 
Ah bu sıcaklar... toprağımdan dümbelek mi yapsalar... Vallahi kafanızı şişiririm, zinhar olmaz!
 
Bardak yapıp Takkacı Pınarı'ndan buz gibi... o su beni kandırmaz beyim!
 
Testi yapsalar vallahi hiç olmaz; içimde ne varsa sızdırırım...
 
Şarap çanağı desen bir ömür sürdü serhoşluğum...
 
Başımda bir kârhane dumanı...
 
Tandır yapsalar bak işte ona yakışırım; yandığımız yetmez biraz daha yanalım...
 
Ben ki:

 

Aşk oduna yandır beni
Tandırlara döndür beni
İstemem ben cennetini  
Cehennemde söndür beni

 

Demişim... daha ne gam; yakın tandırları hey, Tahir geliyor, hem de Deli Tahir!
 
TAHİR SAKMAN


SİLLE TÜRKÜSÜ
 
            /şu sille’den dün gece geçtim
            acı tatlı sular içtim
            nazlı yârden vaz mı geçtim/
 
alaca karanlıkta başlar
ekmek telâşı sille’de
gelinler kızlar hamur yoğurur
delikanlılar çamur
karşılıklı tüter dumanlar
bir tandırdan bir testi ocaklarından
önce boğuk sonra inceden inceye
sanki diyemediğini
dumanlar yazıverecekmiş gibi mahcup
 
            /şu sille’nin minaresi kiremit
            ben aşkından ölüyorum kerem it/
 
yüreklerin ateşi
bir tandıra gömülür
bir testi ocağına
 
testiler sürer ocağa
ekmekler yapıştırır tandıra
öpülesi ak eller
anamın eli bacımın eli yârimin eli
 
yüreklerin ateşinde pişer
testiler çömlekler ekmekler
 
burcu burcu bir koku
sarar sille’yi
ocaktan mıdır tandırdan mıdır
yürekten midir bilinmez
düşmeler olur kavrulan yürekler gibi
bir çömlek iner tandıra
 
        /şu sille’nin minaresi mercandan
        sen doldur da ben içeyim fincandan/
 
gün uzar gölgeler uzar
küllenen ateşler eşelenir
tandırda sudur ısınan
ocaklarda yürek
aş için baş için
 
bir sille türküsüne
coşkun konya tezenesi atılır
artık dünya bir pula satılır
 
            /şu sille’nin koyunları kuzular
            kuzular da anasını arzular
            kadir mevlâm kara yazmış yazılar/


TAHİR SAKMAN

11 Haziran, 2024

ATATÜRK OLMAK ZOR


 

ATATÜRK OLMAK ZOR
 
57 yıllık ömrüne; 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap sığdır ve bir ülkeyi yeniden küllerinden var et sonra hayatında hiç kitap okumamış insanlar seni eleştirme cesareti göstersin…
 
Zaten okusalardı Nutuk’u, okusalar öğrenselerdi Kuvayı Milliye'yi, elini ayağını öpmek için seni ararlardı… sen öptürmezdin ama ararlardı yine de…
 
İlginç olan da Atatürk’e dil uzatmaya kalkanlar; inançlarını referans göstermeye çalışıyorlar oysa Atatürk bu ülkede ibadethanelerin açık kalmasını, ezanların okunmasını, işgalden kurtarıp sağlamış, Diyaneti kurarak ilk İmam Hatip okullarını açmış bir liderdir. Sen özgür bir vatanda namazını rahatça kılasın diye göğsünü siper etmiştir.
 
Yunan ordusu Bursa’yı işgal edince Venizelos’un oğlu Yüzbaşı Sofokles Osman Gazi’nin mezarına giderek fotoğraf çektirmiş ve “Kalk Osman kalk da memleketini kurtar” diyebilme cesaretini göstermiştir. O Bursa’yı ve Osman Gazi’nin türbesini kurtaran da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür…
 
Bakıyorum; dünyadan haberi olmayan, tek bildiği birkaç basma kalıp yalan ve iftiralarla Cumhuriyet’e ve Atatürk’e saydırmaya çalışıyor…
 
Seni adam yerine bu Cumhuriyet ve Atatürk koymuştur, haberin var mı? Atatürk seni ve senin gibilerini kula kul olmaktan kurtarıp yurttaş yapmıştır. Şimdi konuşabiliyorsan ve Konya’dan İzmir’e gitmek için hiç kimseden izin almıyorsan bunu Atatürk’e borçlusun… cahilsin, bilseydin konuşmazdın zaten…
 
Sen evde rahat döşeğinde keyif çatıp ümmetçilik oynarken Atatürk ve silah arkadaşları düşmanın karşısına dikilmiş Türk’ün gücünü dünyaya bir kez daha göstermiştir.
 
Atatürk’ten Yunan rahatsızdır; İngiliz rahatsızdır, Fransız, İtalyan rahatsızdır ve nedeni bellidir…
 
Senin rahatsızlığının nedenini bir türlü çözemiyorum…
 

TAHİR SAKMAN

09 Haziran, 2024

KONYA HALK TÜRKÜLERİ KONSERİ



KONYA HALK TÜRKÜLERİ KONSERİ

8 yıl önce... Konya türkülerinden bir demet sunmuş bazı türkülerimizin hikâyelerini ve tarihçelerini hatırlatmıştık. 

Konya türküleri için kaynak niteliği taşıyan bu konseri arşivinize kazandırmanızı öneririm...

Bu konser bir daha yapılır mı? Bu soruyu kendime bile sormaya cesaretim de umudum da kalmadı artık...

Güzel günlerde yaşamışız...

TAHİR SAKMAN

07 Haziran, 2024

KONYA, KONYA MI?


 

KONYA, KONYA MI?

O Konya çok gerilerde kaldı; saklı düşlerimizin en mahrem yerinde iğde dalına asılan türkülerimize döndü her şey…. Ne koruma altına alabildik ne yangında ilk kurtarılacakların listesine dâhil edebildik. Topyekûn bir şehri, uydurduklarımıza uydurmak için çabaladık; kendi uydurduklarımıza bile inanmadan, başkalarının inanmasını bekledik hep!

Şimdi feryat etmek neye yarar ki? Kültürden, sanattan, edebiyattan anladıklarınıza bakıyorum şimdi boş, boş… siz de benimle bakıyorsunuz; eminim. Bir enkaz yığınının son kalıntılarını da yakmak için birlikte bir kibrit arıyoruz!

Yok ettiğiniz her şeyde siz vardınız aslında… farkına varmak farkındalığınız yoktu, yoktu sahip çıkılması gerekenin siz olduğunuzu bilmenin başka bir yolu!

Kalabalıklara karıştınız; kalabalıkların kabalığında perçinlenen küfürlere kulağınızı tıkasanız da nafileydi bayım nafile; hani,

/Aynaya baktım çıralar yaktım/ diyen bir Konya türküsünün ezgileri arasında nafile oldunuz…

Ne yaptınız benim şehrime? Şiirlerime yazmaya kıyamadığım şehrime ne yaptınız?

Ah Seyit abi ah; hani “şehri çalmasınlar diyerek yıllardır Konya’dan hiç çıkmadım diyordun”, sen mi çaldırdın yoksa Seyit Abi!

Şimdi bana kim verebilir ki, gazel suyu içmenin keyfini, üzerinden sırıkla atlarken düştüğüm ırmaklar nerede? Bu yüzden annemden yediğim tokatlar bile güzeldi Konya! Ya sokaklarında özgürce çelik çomak oynadığım günlerimi kim kaldırdı yüklüklere?

Siz kendinizi beton kutulara hapsederken benim çocukluğum; komşu bağlardan, bahçelerden erik çalarak geçti… siz şimdi güvenlik izin verirse evinize girebiliyorsunuz!

/Bülbül konmuş sarayına Konya’nın/ siz şimdi bu türküyü de bilmezsiniz, hem bilseniz ne olacak ki, ne sarayınız kaldı ne okuyacak bülbülünüz…

“Hadi len ordan” demek geçiyor içimden…

Konya, Konya değil artık…


TAHİR SAKMAN

02 Haziran, 2024

BİR BÜYÜK İNSAN: ŞEMSİ YASTIMAN

Şemsi Yastıman, Meslek Destanı 


BİR BÜYÜK İNSAN: ŞEMSİ YASTIMAN


Merhum Şemsi abi tanımaktan onur duyduğum insanlardan bir tanesi... Zeki, nüktedan, sevgi dolu; yanındayken içinizin kıpır kıpır ettiği müthiş bir insandı... Meram'da babamın da bulunduğu bir oturakta horozları öttürmüştük...


Bir gün detaylı yazmalıyım ki benim için derslerle doluydu; kadehler boşalırken muhabbet gönüllere sebil edilmişti... 


Gecenin etkisi bende ertesi gün devam etmiş ve "Saki" isimli şiiri yazmama vesile olmuştu:


Saki sunar destiyle şarabı al iç deyu

Bu ab-ı hayat bu neş'e bu ilaç deyu

Bir katre yut ki dalasın deryalara

Bin hikmete ram olup bir sualden kaç deyu


Şiirin devamı "Bir Hayat Yetmez" isimli şiir kitabımda. Kitabın baskısı yok ama e-kitap olarak indirmek isterseniz ana sayfamda linki var...


Şemsi abiye rahmetler olsun...


TAHİR SAKMAN

26 Mayıs, 2024

FUTBOL OLSUN


 

FUTBOL OLSUN

 

Bugün futbolda kıyamet Konya’da kopacak…

 

Konyasporlu ve Galatasaraylı olarak bu maçı izleyeceğim ama tabii ki önce yaşadığım şehrin, üzerine şiirler söylediğim, kitaplar yazdığım şehrin bir insanı olarak, Konyaperest biri olarak önceliğim tabii ki Konyaspor olacak…

 

Bugün kayıtsız şartsız Konyasporluyum…

 

Birtakım söylentilere mahal bırakmadan, iki takımın da çıkıp babalar gibi top oynamasını istiyorum ama bakalım futbolun ilahları ne diyecek? Şans faktörü futbolda önemlidir bunu da bir kenara yazmak gerekir.

 

Gönlüm iki yanımın da sevinmesini istiyor ama futbol bu; son düdük çalmadan her şey olabilir!

 

Tek istediğim temiz bir maç olsun ne Konyaspor’un ne Galatasaray’ın ayak oyunlarına ihtiyacı yok; topumuzu oynayalım düşeceksek, düşelim, şampiyon olacaksak olalım veya olmayalım ama onurumuzu yitirmeden… Onurumuz her şeyden daha önemlidir.

 

Ben iki takımın da kıran kırana bir maç izleteceğine ve iki takımın da adına yaraşır bir futbol ortaya koyarak; futbolun, futboldan çok daha öte bir şey olduğunu göstereceğine inanıyorum.

 

Sonucu her ne olursa olsun; bu yılın maçıdır. Tüm ülkenin bu maça kilitlendiğini ve tarihi bir maç olacağını ve iki güzide kulübün futbolcularından masörüne, yöneticilerinden, taraftarlarına varıncaya kadar bunun bilincinde olarak futbolun güzelliklerine yakışır bir şekilde mücadele edeceklerine inanıyorum.

 

E haydi o zaman futbol olsun!

 

TAHİR SAKMAN

 

 

23 Mayıs, 2024

UYUTTUĞUNUZ İNSANLIK OLMASIN!


UYUTTUĞUNUZ İNSANLIK OLMASIN!
 
Dünyayı parsellemişiz, gözümüz de doymuyor!
 
Sanki dünya sadece bize aitmiş gibi davranıyoruz; bencilce kendimizden başka canlıların da dünya üzerinde yaşama hakkı olduğunu unutuveriyoruz...
 
Neymiş efendim, barınaklarda sahiplendirilemeyen hayvanları uyutacaklarmış… uyutmak ne kadar masumca değil mi? Şuna açık açık “öldüreceğiz” diyemiyorlar! Savaşları katliamları düşünürsek… susuyorum ve korkuyla ürperiyorum…
 
İnsanın yaşam serüveninde ona binlerce yıl hizmet etmiş; köpekleri, kedileri şimdi büyük büyük taş yığınlarından şehirler kurup onlara ihtiyacımız ortadan kalkınca uyutmak yani öldürmek!
 
Aslında koyunları, kuzuları, sığırları, tavukları vs. kesip kesip / öldürüp yiyen bizler değil miyiz? Ha öldürmüşünüz ha kesmişiniz ha uyutmuşunuz…
 
Uyuttuğunuz insanlık olmasın?
 
TAHİR SAKMAN





 

22 Mayıs, 2024

HER ŞEY YAŞANIRKEN GÜZEL

Soldan sağa; Cenap Kendi, Kazım Şalvarcı, Mazhar Sakman. Sarıyakup Caddesi'ndeki bağ evimizdeki bir oturakta... (Fotoğraf: Tahir Sakman Koleksiyonu.)


HER ŞEY YAŞANIRKEN GÜZEL
 
Dün mü çok renkliydi yoksa bugün mü renksiziz? Dünün koşturmacaları mı güzeldi yoksa bugünün rehaveti mi?
 
Şöyle bir hafızamı yokladığımda yani getir götür, kurye işleri yokken… Çok değil; 80’li, 90’lı hatta 2000’li yıllar… o kadar uzak değil aslında belki dün belki dünden kısa…
 
Alışverişlerimiz bile sayılı dükkânlardan yapılırdı; marketler henüz icat edilmemişti…
 
Ne zaman ramazan gelse elimizde kap kacak Aziziye Camii’nden Kadınlar Pazarı’na giderken, Kayıklı Kahve Meydanı’na bakan Çöğenlerin dükkânına gider sıraya girerdik, tahin almak için. Pastırmalar Üçyıldız’dan… Bugün bu dükkânlar, ikinci hatta üçüncü kuşak tarafından çalıştırılıyor; aynı disiplin aynı güven ve aynı kalite…
 
Kadınlar Pazarı’na bir koşu giderdim, elimde on lirayla… Babamın kadeh arkadaşına, babamın selamını söylerdim Kasap Kara Ahmet (yoksa Kara Mustafa mıydı?) amcaya… Yarım kilo biftek hazırlardı, yumuşak yerinden döver, üzerine de tuz kekik ekerdi. Eğer ikindin üzeriyse mutlaka mangal yanardı dükkânda ve bir kenarda ufak ufak çaktırmadan demlenirdi. Mangaldaki pişmiş etten de biraz vermeyi ihmal etmezdi hiç. Çok iri yarı bir adamdı ama yüreği… yufka yürekliydi. Yüzü bugünkü gibi aklımda, aklımda kalan nadir insanlardan bir tanesi. Çalışırken başındaki fötr şapkayı asla çıkarmazdı, kravatsa zaten banko… Kadınlar Pazarı’nda kravatlı kasap… Haydi, şimdi gidin de arayın belki bulursunuz… Şimdilerde geçtim esnafı; kravat takan, takım elbiseli, pırıl pırıl ayna gibi boyalı ayakkabı giyen, traşlı memur bile hatta çok üzgünüm öğretmen bile görmekte çok zorlanıyoruz.


Kazım amcanın İstanbul Caddesi’ndeki dükkânı, Şehir Bakkaliyesi (https://www.facebook.com/photo?fbid=7435781596538591&set=gm.8041403962537726&idorvanity=2851206081557566), (Fotoğraf: Yaşar Barışık Koleksiyonu)


 
İstanbul Caddesi’nde Şalvarcı Kazım amcanın “Şehir Bakkaliyesi” vardı. Ekmek kadayıfları mutlaka ondan alınırdı. Kazım amca aynı zamanda kanun çalardı. Uzun kış gecelerinde bizim Sarıyakup’taki bağ evimizi kanunundan çıkan zarif nağmelerle şenlendirirdi. Oldukça mütevazı ve sessiz bir adamdı. Kanunu gibi kendisi de çok kibar bir adamdı. Rahmetli olunca oğlu Vedat abi dükkânı uzun süre işletti sonra onun da erken bir ölüm yakasına yapışınca dükkân kapandı… Şehrin simge dükkânlarındandı… O da aklımda kravatlı olarak kalmış…
 
Aziziye Camii’nin karşısında Şehir Eczanesi… Hattat Hüseyin (Öksüz) abinin dükkânıydı. Babamla bir gün eczaneye gitmiştik. Eczanenin arkasına geçtik bana bir ney seçti ve nasıl üflemem gerektiğini gösterdi ve “ses çıkarınca bana gel” dedi. Ben bir ay uğraştıktan sonra o sesi çıkardım ama pes etmiştim; neyi götürüp Hüseyin abiye geri verdim… Hüseyin abiyle babam çok iyi dosttular, babama çok saygı duyar ve çok severdi. Aslında iki ayrı dünyanın insanıydılar ama onları ortak noktada birleştiren sanat ve müzik aşkı olmalıydı. Hüseyin abiye babam dörtlükler getirir o da üşenmez onları hatla yazardı ve acemilik örnekleriydi, arşivimde onları hâlâ saklarım.
 
Hüseyin abi, babamın ağdalı Osmanlıca konuşmalarını, beyitler okumasını ve tabii ki sazından çıkan nağmeleri ve nota bilgisine hayrandı. O zamanlar çok gençti, sonra eczaneyi bıraktı kendini hat sanatına adadı. Yıllar sonra büyük kızım onun hat öğrencisi olacaktı… Hüseyin abiyle olan hatıralarım arasında yer eden bir şey daha var ki aslında hatırladıkça hep üzülürüm; babam ona çok eski, tahta bir tambur hediye etmişti. Hüseyin abi çok sevinmişti. Bakım yapılması ve tellerinin değişmesi için bir ustaya vermişlerdi ama tamburu bir daha almak mümkün olamadı, kaybolmuş! O usta kimdi bilmiyorum ama bugün bile aklıma geldikçe çok üzülürüm, çok güzel bir tamburdu.
 
Hüseyin abi bugün artık dünyaca ünlü bir hattatımız, duruşunu hiç bozmadı; o hâlâ Aziziye Camisi’nin karşısındaki bir eczacı mütevazılığıyla şehir kültürüne hizmet etmeye devam ediyor şehrimizin, yüz akı insanlarından…
Tevkifiye Caddesi’ndeki çıraklık günlerimde öğle yemekleri katıkçıdandı… Paşa yemeği favorimdi; soğan kabuğuyla pişmiş yumurtayı biraz zeytinyağının üzerine doğrar, somunla yerdik. Bazen helva ekmek yanına zeytin… O nasıl lezzetti, şimdi hepsi hayal oldu o lezzetlerin.
 
İlyas Ağa’nın dükkânına gider, sıraya girerdik az kuru fasulye, az pilav veya az kavurma yemek için… az dediğime bakmayın şimdiki porsiyonlardan büyüktü. İlyas amca bir gün kızmış, o gülen yüzüyle serzenişte bulunuyordu, yüksek sesle: “Bu ne len! Az guru, az pilav, çok ekmek!” gülmekten yerlere yatmıştık, rahmet olsun… Şimdi aynı dükkân, kuru fasulye ve kavurma satmaya devam ediyor; İlyas Usta’nın oğlu ve kalfası işletiyor; Anadolu Lokantası…
 
Araboğlu Makası’nda o zamanlar kelle satan lokantalar vardı, sadece orası değildi elbette ama onlarınki meşhurdu. Öğlenleri velespitle gider, sıcak sıcak alır getirirdim ki bu aynı zamanda ziyafet demekti… Şimdi hiç canım çekmiyor!
 
O dönemin Konya lokantalarında tencere yemekleri revaçtaydı ve çok çeşitliydi, şimdi?
 
Sabahları yaptırdığımız yağ somunları… Edeci’nin Ahmet derlerdi… Mahkeme Hamamı’nın köşesindeydi ve günümüzde torunları tarafından işletiliyor. Onun yaptığı, o nar gibi pideleri unutmak ne mümkün? 
 
Bedesten’in Hükümet Meydanı’na bakan tarafında Kenanlar Pastanesi, umarım ismini doğru hatırlıyorumdur… Konya’nın bunaltıcı ağustos sıcaklarında onun dondurmasıyla serinlerdik, gerçek bir dondurmaydı, tadı hâlâ damağımda kaldığı için şimdi hiçbir dondurmayı beğenemiyorum. 
 
Bizler dünlerde yaşamaktan vazgeçemedik; sanırım şimdinin gençleri de gelecekte aynı duyguları yaşayacaklar ve gözleri dolarak yaşamın rüzgârlarına direnmenin yersiz olduğunu anlayacaklar.
 
Her şey, her şeyi yeniden hatırlatıyor sanki… Bir gün bizler, tıpkı bizden öncekiler gibi hiç yaşamamış gibi olacağız; sesimiz şehr-i Konya’nın bir taraflarında unutulmuş eski bir replik gibi kalacak ama onu da duysa belki anlayamayacak şehr-i Konyalı...
 
Her şey yaşanırken güzel; hatırlarken değil! Hatırladıkça acıyorsunuz, kanıyorsunuz…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

09 Mayıs, 2024

HIZIR'DAN GEÇTİK HINZIR GELMESİN YETER!

 

Çaldıran Sokak, 2022... Foto: T. Sakman 

HIZIR'DAN GEÇTİK HINZIR GELMESİN YETER!
 
Çok renkli bir çocukluğumuz vardı… Çok renkli giysilerimiz yoktu belki ama düşlerimizle renklendirdiğimiz, gökkuşakları altında gezindiğimiz bir dünyamız vardı…
 
Oyuncak, giysi vs. almanın imkânsızlığından değildi çoğu zaman; aileler tutumluydu, çocuklara sınırsız imkânlar sunmazlardı şimdiki gibi… Genel kanı çocukların terbiyesinde olumsuz etki yaratma ihtimaliydi; çocuk şımarmamalı, duracağı yeri bilmeliydi. Şimdiki gibi her istediği yapılan çocuğun doyumsuz bir hâle gelmesi ve adeta histeri krizine girmesi gibi bir durum söz konusu bile değildi.
 
Oyuncaklarımızı bile biz kendimiz yapardık; gazoz kapaklarını çamurla doldurur… hani şimdi çocuklar “taso” diyorlar ya öyle oynardık. Kapak bedava, çamur bedava ama oyun pahalıydı; gazoz kapaklarımızı üttürmek istemezdik.
 
Şimdiki çocukların bence en büyük sorunu, “ütmeyi / ütülmeyi” bilmemek!
 
Billalarımızı (bilyelerimizi) ütülürsek, kayısı çekirdekleri sermayemiz olurdu, nasılsa bağlarımız kayısı ağacı doluydu; bizde yoksa komşuda…


Bazılarımız bilyalı (rulman) tahta arabalar yapardı veya yaptırırdı... Dönemin Mercedes'i kesinlikle onlardı... Ama itmeden gitmezdi ya birisi sizi itecekti ya da yokuş aşağı gidecektiniz ki, şehirde tek yokuş Larende Caddesi'ndeydi. Bir üçüncü yol da ellerinizle kendi kendinizi ittirmekti.
 
Kavak ağacından düdük yapardık… şimdi bile hayret ediyorum… Topaç diyorlar ya, o fırçaları nasıl çevirirdik… ben çok ütülürdüm fırçada…
 
Soba tellerinden araba yapardık… İnce minare, yedi kiremit, birdirbir… “ikidir iki” deyince tilkinin neyi olduğunu da siz anlayın artık! Uzuneşek, harmanbiş, çelik çomak… İlle de çelik çomak; kafamız, gözümüz yarılırdı bazen… O çeliği tutmasak sanki kıyamet kopacaktı, çeliği bir kaçırırsak dünyada yaşam bitecekti sanki… Ceketimizi ters giyerdik; çeliği tutarken ellerimiz acımasın diye… sonra dünyayı kurtaran bir kahraman edasıyla dolanırdık tabii ki çeliği yakaladıktan sonra.
 
Dokuztaş, beştaş… Beştaşı müthiş oynardım, cark curk? Bunu da bilmezseniz diyeceğim ama şimdi öyle bir kuruyorlar ki cark curku, vallahi bizim pabuçlarımız çoktan dama atıldı!
 
Top mahallelerimize girmeden favori oyunlarımızdı bunlar. Önce yakan top ama daha çok kızlar oynardı bu oyunu, biz futbol… Sokaklar bizim sahalarımızdı; ben Metin Oktay olurdum, abim Vedat Sakman kaleci Varol, ne şeref! Abim tatillerde Konya’ya geldiği zamanlar Çaldıran Sokak’ta beni de kaleci yapmak için çalıştırırdı. O zamanlar abim İzmir’de Göztepe’nin alt yapısında kaleciydi sonra talihsiz bir şekilde kolu kırılınca bırakmak zorunda kaldı...


Abim Vedat Sakman'ın ortaokul yıllarından bir hatıra... Foto: T. Sakman Koleksiyonu.

Mahalle maçları yapardık kıran kırana… gazoz alacak paramız olmasa da yine iddiaya girerdik kazanma umuduyla… Sarıyakup’ta, Topraklık Mahallesi’nin çocuklarıyla maç yapmıştık. İnanılmaz çekişmeli geçmişti. Bizden fiziksel olarak çok güçlü olmalarına rağmen teknik olarak çok geriydiler. Maç, 2-1 bitmiş, bendeniz de bir gol atmıştım ama şimdi hatırlayamıyorum yenmiş miydik?
 
Sokaklarda oynarken, topu rakibe vermemek için arabaların altında kalmayı bile göze almışlığımız vardır hatta bir keresinde bendeniz, o zamanlar Muhacir Pazarı’nda oturduğumuz yıllarda… Selimiye Mahallesi, Çaldıran Sokak… Çaldıran Sokak yerinde ama Selimiye Mahallesi gitmiş, Sahipata Mahallesi gelmiş... Çaldıran Sokak'ta topa öyle bir dalmışım ki üzerimden ekmek arabasının atları ve tekerleri geçince uyandım…
 
Ekmek dağıtan bir arabaydı, acaba diyorum, Ekmekçi Hayık mıydı üzerimden geçen?   
 
Tam bir hafta yatmış, yerimden kalkamamıştım. Merhum anam, babamın korkusuyla “yüklükten düştü” demiş… Yüklüğü bilirsiniz değil mi?


Dünün evlerinde baş tacı olan İstanbul süpürgesi...

Bize her zaman şenlikti… Ütü kordonu mikrofon, İstanbul süpürgesi sazımdı, hem çalar hem söylerdim. Şimdi kimseler öyle söyleyemiyor! En büyük destekçim de merhum halamdı, beni “tahta boşta” (tahta boşu da bilmiyorsanız ne diyeyim size?) ciddiyetle dinler, alkışlardı ve “ne olacak işte çalgıcı sülalesi, bu da çalgıcı olacak… “  derdi…


Elvis Presley'in dünyayı kasıp kavurduğu yıllarda Vedat Sakman... Foto: T. Sakman Koleksiyonu.

Çalgıcı olamadım ama abim oldu çok şükür, aile geleneğimizi müziğin farklı bir dalında olsa da sürdürüyor.
 
Devricedit Mahallesi… Onu da yok ettiniz… Ferhuniye oldu, tabii ki size yetmedi; Cem Sultan Caddesi’nden ayırıp Battalaziz Sokak dediniz. Her kimse bu Battalaziz, kimse tanımıyor, çok meşhur olmalı! Bahçemizin arkasından geçen şehir ırmağı üzerinden sırıkla atlardık, heyecan bedava, adrenalin tavan…
 
Saklambaç… “Önüm arkam, sağım solum, ebe, sobe… Vallahi bir gün hepinizi sobeleyeceğim, görürsünüz siz!
 
Mesela bir hıdrellez günü… Kapıya kim gelirse boş çevrilmezdi evde ne varsa… Ya gelen Hızır’sa derdi anam… Hızır hikâyeleri anlatılırdı, asla tükenmeyen un küplerinden, yağ, şeker taşan içi sırlı küplerden… (şimdi o küpleri görünce Roma zamanından kalan antikalar sanıyorsunuz, çok hazin!) Ne kadar kullanırsan kullan; eğer o gün eve Hızır gelmiş ve sizden bir şey almışsa, o her neyse asla bitmezdi… “Hızır elini basmış” derlerdi.
 
Merhum babam, “Hızır’ın en büyük alameti, bastığı yerlerin hemen yeşermesiymiş “derdi… Ben sokakta yürüyenlerin arkasından gider, tozlu sokakların yeşermesini ve bir mucizeye tanıklık etmeyi umardım. Tırnağı da olmazmış… çok uzun bir dönem insanların tırnağı var mı yok mu ona bakmıştım…
 
Bahçesi olanlar komşularla birlikte bahçede, bağda toplanır; koca koca kadınlar, yakan top oynarlardı, börekler açılırdı… sanki o gün ayrı bir özgürlük günüydü kadınlar için; baharın tüm neşesini üzerlerinde taşırlardı.
 
Meram bu işlerin toplanma yeriydi; nerede bir ağaç varsa, herkes orada hıdrellez kutlardı. İçki içenler de olurdu ama asla çevreye rahatsızlık vermezlerdi. Saz çalanlar, demlenenler Meram’ın kuytularında eksik olmazdı.
 
Eski bir Şaman kültürüne dayanan bu geleneğin İslamileştirilmesinden sonra kökeninin dini hassasiyetlere dayandırıldığı bir günde, alkol tüketilmesini hiç anlayamazdım zaten. Sanki fırsat gibiydi bu tür günler. Nasıl bir hoşgörü ortamı varsa o günlerde… Bugün bunu anlamakta çok zorlanıyoruz.
 
Babam ve arkadaşları mutlaka bir yerlerde oturak düzenlerlerdi, hıdrellez günü evde olduğunu hiç hatırlamam. Biz annemle, hiçbir şey yapamazsak bile Meram otobüsüne biner çift bilet atarak hiç inmeden gidip gelirdik…


O yıllarda mevsimler kaymamıştı henüz ama yine de bazen geçici bir yağmur bazen çok sıcak olurdu hatta nadir de olsa kar bile görmüşlüğümüz vardır. Her ne olursa olsun Konyalı asla vazgeçmezdi hıdrellez kutlamasından...
 
Hızır’la İlyas, senede bir kere, bugün buluşup bereket dağıtırlarmış… Artık buluşmuyorlar: O günlerde, Hızır gerçekten vardı; her şey bereketliydi, bolluk her yanımızı sarmıştı… Şimdilerde Hızır bizleri çoktan terk etmişe ve Hızır’dan çok hınzırlar kapımızı çalmışa benziyor.
 
Sabah ilk işim sokağa çıkıp bakacağım; tırnağı olmayan bir insan veya adımlarının arkasında yeşil çimen bırakan var mı diye…  Heyhat, her yer asfalt olmuş, Hızır gelse bile asfalta yeşilden bir iz bırakması ne mümkün?
 
Artık razıyız, geçtik Hızır’dan; yeter ki hınzırlar kapımıza uğramasın!
 
TAHİR SAKMAN
 

08 Mayıs, 2024

KÖR TALİH


 KÖR TALİH

/dünyanın en talihsiz ağacıyım ben
dallarımda yeşerdi sonsuza üç fidan/

TAHİR SAKMAN

07 Mayıs, 2024

ÜÇ GÜVERCİN UÇAR


 ÜÇ GÜVERCİN UÇAR


‘darağacında üç fidan’***
sonsuzluğa çiçek verdi üç can


‘darağacında üç fidan’
durdu dünya ağladı zaman


‘darağacında üç fidan’
her yer sömürü her yer talan


‘darağacında üç fidan’
özgürlük dedi üç adam


‘darağacında üç fidan’
umutlar şimdi bahardan


/üç güvercin uçar milletimin bahtına/


***N. BEHRAM

TAHİR SAKMAN

06 Mayıs, 2024

BAHARDILAR


 BAHARDILAR
 
Umudum sende çocuğum
Aydınlıktır yarınlar
Güneşin kucağında
Yok olur karanlıklar
 
Yeşerse de darağacı
Özgürlüktür tutkumuz
Sevgi barış türkümüz
Denizler dolu ufkumuz
 
Bahardı dikti başları
Yürüdüler sonsuza
Üç arkadaştılar
Yazıldılar yıldıza
 
Deniz Yusuf Hüseyin
Bir destandan kalanlar
Yarım kalmaz bu türkü
Nicesini çağırıyor analar
 
TAHİR SAKMAN
 
 

02 Mayıs, 2024

SES


 

SES
 
bir bayrak kalkar ufuklara
bir bayrak yarınlara
bir bayrak yeniden binlerce doğacak
 
ülkemden yayılsın isterim
kuş sesleri çocuk sesleri
dalga dalga gümbür gümbür türküler
 
yasaksız notalar söylesin
sesim var insanlar için
bu ülke bu dünya hepimizin
 
/bir bayrak kalkarsa ufuklara
gölgesi düşecektir mutlaka yarınlara/
 
TAHİR SAKMAN

25 Nisan, 2024

MEYHANE KÜLTÜRÜ İLE KONYA OTURAK KÜLTÜRÜ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÜZERİNE BİR DENEME


 


MEYHANE KÜLTÜRÜ İLE KONYA OTURAK KÜLTÜRÜ ARASINDAKİ FARKLILIKLAR ÜZERİNE BİR DENEME
 
Sultan Alâaddin bir işret meclisinde, şiirini beğendiği Konyalı şair Nizami’ye “falanca köyü sana bağışladım” der. Şair elbette bu işe sevinir ve ertesi gün sultanın huzuruna çıkarak ihsanın kendisine verilmesini bekler. Sultan Alâaddin, şairle biraz dalga geçmek ister ve verdiği ihsan sözünü kast ederek, “Nizami, dün gece içkiyi fazla kaçırmış ve bir halt etmişiz” der. Nizami buna çok üzülse de cevap vermekte gecikmez: “Haşa Sultanım, asıl şimdi halt ettiniz…”
 
Osmanlı’nın talihsiz şehzadelerinden Cem Sultan’ın Konya Valiliği döneminde Meram bağlarındaki işret meclisleri meşhurdur. Keza Mevlâna’nın yaşadığı dönemlerde de Konya’da birçok meyhane olduğunu menkıbelerden öğreniyoruz. Alâaddin Tepesi’nin güneyinde yaşayan gayri Müslimlerin özellikle Rumların işlettiği meyhaneler bu bölgededir.


Kayıklı Kahve

 
Kayıklı Kahve Meydanı, ismini, bir kızlı kahvenin kayığa benzeyen mimarisinden almıştır. İsminden de anlaşılacağı üzere bu kahvelerde hanım sanatçılar boy göstermektedirler. İstanbul’dan gelen kanto sanatçıları, bu kızlı kahvelerde kanto söylemektedirler.  Kızlı kahvelerde adından da anlaşılacağı üzere çay, kahve servisi yapılmakta içki satılmamaktadır. Bugünkü müzikli kafelerin atası kızlı kahveler demek mümkündür. Halkın ince zekâsı müthiş bir yakıştırma ve rahat bir söyleyişle ismini bulmuştur: Kızlı Kahve…
 
İlk gençlik yıllarımda bedestenin Mevlâna Caddesi’ne çıkan dar sokaklarında küçük dükkânlarda tek tekçiler vardı… Esnaflar akşama doğru bu meyhanelere bir kaçamak yapıp ayaküstü iki tek atarlardı. Şehrin en meşhur meyhanesi Kimene Halil’in meyhaneleriydi. Birisi Meram’da birisi Mevlâna Caddesi’ndeydi. Camlarında “Derler, ne derler, ne derlerse desinler” yazılıydı. Yine aynı cadde üzerinde Bomonti Restoran vardı. Nebi Dayı’nın yeri ise meyhane kültürünün yaşandığı yerlerden biriydi ve şehirde oldukça popüler bir yerdi. Yine aynı bölgede yer alan müstesna yerlerden birisi de Sabriye Hanım’ın işletmeciliğini yaptığı Damla Restoran’dı…
 
O yıllardan aklımda yer eden meyhanelerden birisi de İstasyon’un karşısında küçük bir dükkândı. İlk meyhane derslerimi, o meyhanede almıştım. Henüz çok gençken meyhaneye selamsız girilmeyeceğini, nasıl kadeh kaldırılacağını, büyükler ilk kadehi kaldırmadan asla kadeh kaldırılmayacağını orada öğrenmiştim. O dönemin meyhane müşterileri boş konuşmazlar, gazeller okurlardı… Yaşımız itibariyle bize hep susmak düşerdi. O yılların rakısı da şimdiki gibi değildi daha ağırdı, müthiş bir anason kokusu, kapağı açar açmaz ortama yayılırdı. Şimdiki rakıların kokusu daha az ve içimi daha hafif.
 
İstanbul meyhane kültürünün şehrimizdeki yansımaları elbette bu kadar değildi; daha fazlası olduğunu o dönemin meyhane müdavimleri tarafından bilinmektedir.
 
Şehrin kadim kültür geleneklerinden olan oturaklar ise meyhane kültürünün aksine kendi töresini kuran ve yaşatan bir etkinliğimizdir. Oturaklarda meyhanelerin aksine her türlü içki içilmez sadece rakı içilirdi. Oturaklarda rakı içilmesinin de elbette bir nedeni vardı ki bu neden şehrin mayasında var olan dini hassasiyetlere olan bir saygının ifadesi gibidir. Merhum babam da rakıdan başka içki içmez ve şöyle derdi: “Kur’an’da şarap haram kılınmıştır, rakı yoktur, bu nedenle ola ki Allah bizi affeder…” Şarap içenlerin bulduğu formül ise, şarabın içine bir çimdik tuz atmaktan ibarettir. Şaraba tuz konulduğu zaman şarap sirkeye dönmekte ve böylece yasak olmaktan çıktığı söylenmektedir.
 
Meyhane kültüründeki sözlü muhabbet, oturaklarda yerini müzikli dinletiye bırakır. Meyhanelerin aksine oturaklarda konuşulmaz, müzik dinlenirdi. Meyhanelerdeki yerinden sık kalkmanın hoş görülmediği durum oturaklarda da aynen muhafaza edilmiştir. Meyhanelerde eğer sofrada rakı varsa başka içki içmenin rakıya hakaret olacağı görüşü, oturaklarda zaten rakıdan başka içki içilmemesi nedeniyle aynen korunmuş demek mümkündür.
 
Oturaklarda rakı genellikle ince belli çay bardaklarına konularak sek veya suyla karıştırılarak içilirdi. Meyhanelerdeki rakıya buz koyma, oturaklarda görülmemektedir ki buzun rakıyı bozduğu kadim içiciler tarafından söylenmektedir.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki içki yasağı dönemlerinde oturaklara içki, kaçak rakı çekenler tarafından sağlanmaktadır. Uluırmak semtindeki bir rakı imalatçısının rakısı çok meşhurdur, bunu yanı sıra Akbaş ve Aksinne gibi hovarda yatağı olan mahallelerde de oldukça kolay bulunmaktaymış.
 
Meyhanelere belli bir yaşa gelmeden nasıl girilemezse, oturaklarda bu yaş sınırı daha da yukarılara çıkmaktadır. Mazhar Sakman gençken gittiği ve 12 telli çaldığı oturaklarda değil içki, sigara bile içmesine izin verilmediğinden ve sigara içmek için dışarı çıktığından söz ederdi.
 
Meyhane mutfağına baktığımız zaman balık, zeytinyağlılar ve yoğurtlu mezelerin ön plana çıktığını görürüz, oturak mutfağında ise yoğurt karşımıza hep çıksa da zeytinyağlı mezeler çok azdır, balık ise hiç yoktur. Esasen Konya oturaklarında şehir mutfağının ağır yemeklerini burada da karşımıza çıktığını görürüz. Kuzu tandır gibi ağır yemekler oturak mutfağının baş tacı yemekleri arasındadır.
 
Oturak mutfağı aynı zamanda düzenleyen hovardanın mali gücüyle de doğrudan orantılı olsa da çoğu zaman meze yerine rakı daima tercih sebebidir. Yine merhum babam bu konuda “bir liralık rakı içip sarhoş olacağım sonra yüz paralık kahve içip ayıkacağım mı?” derdi…
 
Belki de en büyük fark oturaklarda oyuncu kadınların sanatlarını icra etmeleridir.
 
Genel olarak baktığımız zaman İstanbul meyhanelerinde görülen adap ve erkân oturaklarda yerini daha bir ağırlığa bırakmış olarak karşımıza çıkar. Meyhanelerde ağlamak sızlamak, bağırıp çağırmak nasıl ayıpsa oturaklarda da öyledir, herkes kendi âlemindedir. Etrafı rahatsız edecek davranışlarda bulunulmaz. Meyhanelerde nasıl ki sarhoş olanlara içki verilmezse, oturaklarda da huzurun bozulacağı anlaşıldığı zaman “dağılalım da tekrar düzülelim” denilerek bir başka yerde buluşmak üzere dağılınır ve aralarında rahatsızlık veren kişi de bu suretle hatırı yıkılmadan ayıklanmış olurdu.
 
Cumhuriyetin ilk yıllarında yasaklanan oturaklar her ne kadar günümüzde özellikle ova köylerinde yapılmaya çalışılsa da gelenekten oldukça uzak ve düzensiz olduğu görülmektedir. Şehirdeki oturaklar ise barana ismini alarak ve içki servisi kalkarak sürdürülmeye çalışılmaktadır. Meyhaneler ise özellikle 80’li yıllardan itibaren muhafazakârlığın artmasıyla birlikte gittikçe azalmıştır. Günümüzde faaliyet gösteren sayılı yerler ise dünün meyhane kültüründen oldukça uzak yerlerdir.
 
TAHİR SAKMAN
 

24 Nisan, 2024

NOTLAR


 

NOTLAR
 
 
• Atatürk'süz bir Türkiye düşünemiyorum, o bizim çimentomuz, geleceğimizin teminatı… Hiç kimse yüreğimizdeki bu sevgiyi söküp alamaz. Bu ülke, onun ve silah arkadaşlarının sayesinde kuruldu ve onun ilkeleriyle sonsuza uzanacak.
 
• 104 yıl önce ileriyi gören bir komutan, bir deha, o Atatürk… Saçma sapan konuşanları ciddiye almıyoruz… Ülke kurtaran, özgür bir vatan kuran ve çağdaş bir ülke yaratan bir insanın aleyhinde konuşmak için bir neden göremiyorum…
 
• Yüce Meclisimizin açılışının bir başka deyişle; hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete geçmesinin 105. yılını çocukluğumdaki gibi meydanlarda kutlamayı diliyorum. Evlerin, iş yerlerin bayraklarla donatıldığı 23 Nisanları özlemedik desem yalan olur; koskoca Şefikcan Caddesi’nde saysan 10 bayrak ya çıkar ya çıkmazdı ama bunun ihmalden kaynaklandığını düşünüyorum…
 
• Maçtan önce İstiklal Marşı’mızı büyük bir coşkuyla okuyan Amedspor taraftarı göğsümüzü kabartırken, birlik ve beraberliğimizin ne kadar önemli olduğunun da mesajını verdi…
 
• Konyaspor… aslında doğru teşhisi Kasımpaşa maçından sonra Kasımpaşa’nın teknik direktörü koymuştu: “Ben göreve geldiğimde Konya’nın altındaydık şimdi üstündeyiz… Konya eğer oyununu futbol oynamak üzerine kursaydı buralarda olmazdı…” Futbol takımları, futbol oynamak için kurulur. Kasımpaşa teknik direktörünün ne kadar doğru söylediğini son Alanya maçında gördük… Birinin çıkıp dobra dobra şunu sorması gerekiyor: “Futbol oynamayacaksanız veya bilmiyorsanız futbol takımında işiniz ne?”
 
• Bir bu eksikti, o da açılmış şükür, zikir kursu açılmış… Girişimciyi kutluyorum, para kazanmanın yolunu bulmuş! Sırada ne var dersiniz; namaz kursu, oruç kursu… Bir de “dini, insanların istismarından kurtarmanın yolları” diye bir kurs açılsa?


   Zafer’de soruyor bir TV kanalı; ıstakoz yediniz mi? İlahi, biz Konyalılar olarak ıstakozsuz günümüz geçmez; bir gün yemezsek bir gün mutlaka, Konya denizinde tutar taze taze yeriz hem de etli ekmeğin yanında garnitür niyetine…

 
TAHİR SAKMAN