YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

11 Ocak, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM Ⅴ (KAVAKLARDAN GÖKYÜZÜNE)



 



Çocukluğumun o günleri müstesna günlermiş; günümüzdeki olumsuzlukları görünce bunu daha iyi anlıyorum.

Evvela “güven” diye bir şey vardı… Bir şeylerden korkmazdık, komşular kollar, gözetirdi ki zaten öyle şeylere gerek kalmazdı.

Muhacir Pazarı’nda, pazar kurulan alanın doğu yönünde Söylemez’in Konağı vardı… Halkın “Söylemez Sultan” ismini verdiği bu zat ile ilgili olarak anlatılanlar çoğu zaman şehir efsanesinden öteye gitmiyor.

[Şeyh Fazıl Hüseyin Efendi ismindeki bu zat ile ilgili olarak daha detaylı bilgi isteyenler için: KÜÇÜKDAĞ, Yusuf (1999), “Söylemez”, Yeni Gazete/Cönk, (7 Nisan).]

Konuşmuyormuş… ermiş vs. … Oysa adamcağız Hindistan’dan gelmiş ve tek kelime Türkçe bilmiyor, konuşsa ne olacak?

Neyse konumuz bu değil; Söylemez Sultan’ın konağının yan tarafları yani Larende Caddesi’nin [Sahipata Cad.] yan tarafı, bugün Etnografya Müzesi’nin olduğu tarafta ağaç pazarı vardı…

Uzun uzun, göğe doğru yükselen bir anıt gibiydi ağaçlar ve bu alan ağaçlardan oluşan labirentlerle doluydu. Buralarda biz korkmadan gece yarılarına kadar saklambaç oynardık. Öyle karışıktı ki bazen saklandığımız yeri bir daha bulmamız mümkün olmazdı. Gizli geçitler, dehlizler… masallardan öte bir yere açılan bir kapıydı bizim için. Gizem doluydu.

Çoğunluğu kavaklardan oluştuğu için o kavakların kendine has kokusu hâlâ sanki dünmüş gibi burnumda tüter. Biz çocuklar sanki kavaklara tırmanıp gökyüzüne ulaşmanın heyecanını yaşardık… Adrenalin?

Kötülük nedir bilmediğimiz için aklımıza bile gelmezdi. O küçük yaşımıza rağmen korkmadan nasıl oynardık? Bu, mahallemizin verdiği bir güven duygusu olmalıydı…

Şimdi bakıyorum; herkes sitelerin içine, kendilerini neredeyse hapsetmişler; kendi evlerine bile güvenliğin izni olmadan giremiyorlar! Bir tek pasaport sormadıkları kaldı!

Biz çocuklar çok mutluyduk; çünkü özgürdük… gökyüzü, her gün bizi kendine çağırırdı ve biz de bu çağrıya kulak verir, koşardık yalın ayaklarımızla…

Evimizin bodrumunda inek, dana eksik olmazdı… Dışarıya süt satmadığımız gibi dışarıdan da peynir yoğurt vs. satın almazdık, yediğimiz her şey kendi üretimimiz ve doğaldı.

O yıllarda birçok Konya evi böyleydi, herkes üretirdi. Şimdi artık o günler çok gerilerde kaldı hepimiz tüketiyoruz…

Hayvanların mayısları gübreleri haliyle evin hayatında (avlusunda) birikirdi…

Bir gün sabahın erken saatlerinde, babam bir misafir getirdi eve… Bizim hayada girince derin derin nefesler çekti ve özlem dolu bir sesle şöyle dediğini hatırlıyorum: “Ohh, özlemişim; mis gibi tezek kokusunu…”

Meğerse babamın arkadaşı ünlü bir bağlama sanatçısıymış ki o yıllarda tanımayan yoktu.

TRT Ankara Radyosu saz sanatçılarından olan Ahmet Gazi Ayhan, o sabah kahvaltıyı bizimle birlikte yaptı sonraki günlerde eşi ünlü türkücümüz Yıldız Ayhan’ı da getirmişti.

O yıl ve daha sonraki yıllarda, Ahmet Gazi Ayhan ve eşini çok sık görecektik. İstasyondaki Kelleci Celal Mercan’ın işlettiği kır gazinosunda her yıl programa gelirlerdi. Yıldız Ayhan o yılların flaş ismiydi, Konya’ya geldiği zaman olay olur, gazinoda yer bulmak zorlaşırdı.

Konya’nın ilk aile gazinosuydu sanırım. (Bu konsepte başka da olmadı.) Kelleci lakabı, istasyonda önceleri kelle sattığı için verilmiş, sonra bu bahçeyi kiralamış ve şehrin yaz akşamlarına bir soluk getirmiş.

istasyonda önceleri kelle satarmış sonra bu bahçeyi kiralamış ve şehrin yaz akşamlarına bir soluk getirmiş.

“İstasyon Gar Aile Bahçesi” ismiyle hizmet veren bu işletmeye, kimler gelmezdi ki… O yılların popüler sanatçıların tamamını buradan dinlemek imkânına kavuşurdu Konyalı.

Biz de annemle birlikte çok giderdik, Babam işte olduğu için annemle ikimiz giderdik. Bir keresinde Yıldız Ayhan’ın davetlisi olarak gitmiş, ön masalardan birine oturmuştuk. Yıldız Hanım o gece sahnede ailemizden bahsedip beni ve annemi onore etmişti. Bugün, böyle gidebileceğiniz bir yer yok sanırım. Bahçe ikiye bölünmüştü ama isteyen karışık da oturabilirdi. Bir tarafta erkekler diğer tarafta aileler… İçki servisi de yapılıyordu.

Ahmet Gazi Ayhan, Gar Aile Bahçesi’ndeki programını bitirdikten sonra babamın çalıştığı gazinoya gider, orası da kapandıktan sonra bir Konya evinde yapılan oturaklara misafir olurlarmış, babamla birlikte. Konya’da olduğu müddetçe neredeyse günün yarısını birlikte geçirirlerdi.

Usta bir bağlama sanatçısı olan merhum, babamla birlikte Konya türkülerini geçerlermiş. Babam ona birçok türkü verdiğini söylerdi.

Yıllar sonra TRT’de yayımlanan Can Etili’nin hazırladığı “Türkü Defteri” isimli programın çekimleri için Kemal Koldaş’la birlikte bizim eve gelen Yıldız Ayhan o günleri yad etmişti.  

Ahmet Gazi Ayhan ve eşi Yıldız Ayhan sır oldular, babam ve Kemal Koldaş da…

Ama biliyoruz ki tıpkı şairin dediği gibi “Baki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…”

Onun için bize düşen hâlâ nefesimiz varken; “Avazeyi bu âleme Davut gibi sal”maktan ibaret…

Şehrin semaları; sesinizi bir gün yansıtacaktır, eminim…

TAHİR SAKMAN



Mazhar Sakman, Yıldız Ayhan "Fırın Üstünde Fırın" türküsünü birlikte seslendiriyorlar:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.