YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

18 Ocak, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM Ⅶ (DEMİRHANEYİ ZENGİNLETMEK)

 



O yıllara dair hatırlamadığım ama sanki hatırlıyormuş gibi hafızama takılan olaylar da var. Belki de anlatılanları sanki yaşamışım gibi hissetmemden kaynaklanıyor olabilir mi?

Büyük abim Raci Hakkı Sakman’ın, İzmir’de tanıştığı ve orada nişanlandığı Melahat yengemle Konya’da, sanırım Torrance’de evlendiğini ve şehrin ilk gece düğünlerinden olduğundan bahsederlerdi. Tarih, 10 Şubat 1962… Orkestra varmış… ama dans edecek pek fazla insan olmayınca abim bütün gece yorulmuş olmalı, pistin boş kalmaması adına…

Bir taksi hatırlıyorum hayal meyal ki o zamanlar Konya’da taksi müthiş bir olay… Morris miydi markası? Ona binip gitmiştik…

Raci abimi, Gülizar halam, babamdan gizli olarak, o yıllarda Konya’da olan askeri rüştiyenin (ortaokul) sınavlarına sokmuş. Babam sanat sahibi olmasını istemiş ve bir lokantaya çırak olarak vermiş… Raci abim çok zeki ve çalışkan bir insandı, sınavları kazanmış ama iş kayıt yaptırmaya gelince kıyamet kopmuş tabii…

Babam sanat öğrenmesi konusunda ısrar edince, halam yine gizlice abimi götürüp kaydını yaptırmış ve bu suretle babamın diyecek bir şeyi kalmamış.

Abim rüştiyeyi bitirdikten sonra Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ne devam etmiş. Liseyi birincilikle bitirdiğini söylerdi babam. Fakat gözünde çıkan renk körlüğü nedeniyle kurmay olamayacağı gerçeğiyle yüzleşince ve geri hizmete verileceğini öğrenince istifa etmiş…

Konya Belediyesi İmar Müdürlüğünde işe başlamış. Sonra belediye abim gibi birkaç kişiyi, Ankara’ya, üniversitede inşaat mühendisliği okumaları için yollamış.
Babam, abimin Ankara’da olduğunu düşünürken, İzmir’den gelen bir mektupla şaşırmış. Meğerse abim, bu hayatın onu cezbetmediğine inanmış olmalı ki yine babamdan habersiz Milli Eğitim’e öğretmen olmak için müracaat etmiş. Ankara’da, üniversitede inşaat mühendisliği okurken İzmir Bayraklı’ya (o dönemde köy) tayini çıkmış.

Tatillerde Konya’ya gelirlerdi. Tabii sadece o da değildi gelenler; bizim Muhacir Pazarı’ndaki ev, tatil zamanları tam bir karnaval havasına bürünür, ben de bayram ederdim. İki abim de gelirdi sonra Gülizar halam da gelirdi, eniştemiz Albay Raşit Bey’le…

Keşke hayat, hep yaz tatili olarak, öylece, orada donup kalsaydı…

Raci abimle Vedat abim, evin altındaki ahırda bulunan inekle danayı alıp Zindankale’de babamın satın aldığı bahçeye otlatmak için götürürlerdi. Dananın biri resmen deliydi ve Vedat abim elinden kaçırınca olanlar olmuş, saatlerce peşinden koşturmuştu…

Şimdiki Defterdarlık binasının tam karşısında olan bahçemiz cennetten bir köşe gibiydi. Sayısız meyve ağacını, babam bizzat kendi eliyle dikip, yetiştirmişti. Şimdiki Vatan Caddesi tarafından geçen şehir ırmağıyla yetinmemiş, bir de kuyu kazdırmıştı. Motoru çalıştırır, arkları düzenler ve gidermiş dükkâna… belli bir saatten sonra gelip suyun yönünü değiştirirmiş…

O zamanlar burada henüz ev yaptırmamıştı babam, bende abilerimle gelirdim, buralar Meram gibiydi.

Şimdi betona teslim oldu her şey… keşke öyle kalabilseydi veyahut biz hiç büyümeseydik, bu “imar” denilen, “kat” denilen kelimeler, lügatimize hiç girmeseydi… “Rant” neydi ki o yıllarda adı sanı bile yoktu, kim soktu bu kelimeleri hayatımıza?

Abim, babam gibi biraz sert adamdı, çok disiplinliydi. Yaz tatillerinde geldiği zaman bana kitaplar getirir, okumamı isterdi. Bir gün okumayı ihmal etmiş üstüne umursamaz tavırlar takınınca… tokadın sesi hâlâ kulaklarımda… tokadı yiyince yıldızları yakından görmüştüm, bu ilk ve son tokat olmuştu.

Ah Abicim, hayatta olsaydın yine her yaz gelip, yine tokat atsaydın da ben yine yıldızları saysaydım…

Ben daha dünyada yokken hatta Vedat abim de yokken… Babamın askeri bandoda Astsubay Başçavuşluğa kadar yükseldiği yıllarda, babamla birlikte çok gezmişler tabii… Babamın istifası sonrasında Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde bando kurduğu ve öğretmenlik yaptığı yıllarda Âşık Veysel’in o dönemde babamla arkadaş olmasını hatırlar ve Âşık Veysel’in kendisini çok sevdiğinden bahsederdi. (Onunla olan anılarını da belki bir gün yazarım.) 

Abim, uzun yıllar o köyde öğretmenlik yaptı.  Çok disiplinliydi. Daha sonra İzmir Bornova Yetiştirme Yurdu’na müdür olarak atandı. Burada da uzun yıllar görev yaptıktan sonra özel sektöre transfer oldu ve Alsancak’ta bulunan Özel Ümit Anaokulu ve İlkokulu’na müdür oldu.

Bir yaz tatili dönüşünde Konya Gar’ında, İzmir posta trenini beklerlerken…

Rahmetli babaannem, babamın ordudaki görevi nedeniyle gezdiği yıllarda Konya’ya trenle geldiği bir gün “Demirhaneyi siz zenginlettiniz” demiş… “Demirhane” sözüne hâlâ gülerim. Çok doğru bir kelime; demirhane…

TDK’nin yapamadığını bazen Anadolu’nun saf insanı yapar; yerel kültürüyle kelimeleri yoğurur ve öyle şeyler söyler ki… mesela battı çıktı… şimdi alt geçit diyorlar ya… her ne kadar battı çıktının biraz muzır bir tarafı olsa da çok doğru bir kelime; batıyorsunuz sonra çıkıyorsunuz, yalan mı?

O yıllarda özellikle ailelerin tercihi hep trenden yanaydı. Güvenli olmasının yanı sıra ekonomikti de… tek sorun 24 saatte Basmane Gar’ına varmasıydı ki o dönemin şartlarına göre normal hatta hızlı bile sayılabilirdi. Bir seferinde ben de gitmiştim; Basmane’de indiğimde, yüzüm kara trenin isiyle kaplanmıştı…  Çok şükür yüzümüze başka bir kara bulaşmadı…    

Bir de acı acı öten bir düdüğü vardı ki… insanın içine işlerdi ve benim işlemişki yıllar sonra Derviş Ozan olduğum yıllarda “Tren” ismini verdiğim şiiri söylemiştim:

Acı acı öten tren düdüğü
Bir anda geçmişe götürdü beni
Alıp da sılamdan gurbet iline
Atıp bir kenarda yitirdi beni
 
Dokuzun belini yavaş tırmandı
Duman duman başı göğe dayandı
Kimi garip daldı kimi uyandı
İsli beşiklerde yatırdı beni
 
Kimi işe gider kimi doktora
Üçüncü mevkide herkes fukara
El kara yüz kara gurbet kapkara
Onulmaz dertlere batırdı beni
 
Raylar ki bir zaman umut yoluydu
Bazen neşe bazen keder doluydu
Katar katar derdi canında duydu
Aşk dolu kadehtim bitirdi beni
 
Derviş Ozan der ki duyguluydun sen
Titrek mendillere korkuluydun sen
Hem şarkılı sazlı türkülüydün sen
Muavin (!) kendime getirdi beni
 
Abim, aklında olan ama söyleyip, söylememekte tereddüt ettiği bir düşünceyi açar; babama, Ege Üniversitesi akşam bölümünde (paralı) hukuk okumak istediğini ve maddi destek de bulunup, bulunamayacağını sorar…

Babam lafı hiç ikilemez, hukukçu olmasını istemez… abim, bu sefer eczacılık fakültesini önerir ve babam sevinçle bunu kabul eder. Abim, dört yıl boyunca gündüzleri Alsancak’ta okulda görev yaparken, geceleri de fakülteye devam eder ve eczacı olur.

O dönemler, babamın maddi durumunun bozulmaya başladığı yıllar olmasına rağmen beni de Özel Hastaş Koleji’ne yazdırırlar ki iki okulun yıllık ücretini ödemek bir hayli zor olsa gerek…

Abim 35 yaşından sonra eczacı olur, İzmir Gültepe’de eczane açar… çevresinde çok sevilir, çok tutulur ve İzmir’de mal, mülk sahibi olur. Raci abimi, 2000 yılının 30 Kasım’ında kaybettik. Melahat yengem, uzun yılar abimin hasretiyle ve anılarıyla yaşadı. 20 Ekim 2020 yılında o da abimin yanına çok sevdiği Raci’sinin yanına uçtu… eminim ikisi de şimdi aşklarının yeni bir dönemini birlikte yaşıyorlardır. İkisi de ışıklar içinde olsun…

Hayat, yaşayanlar için hep umut vadederken, yitirdiklerimizi anmak ve hatıralarını yaşatmak da bize düşüyor.

Çoğu zaman anlam arayışlarına girdiğimiz hayatı aslında güzelleştirenin anılarımız olduğunu ve hayatın anı biriktirmekten ibaret olduğunu da görebiliyor insan…

Ne kadar güzel anılarınız varsa, o kadar güzel bir hayatınız olmuş demektir bir anlamda ama en önemlisi yaşadığınız bu hayatın, “ne kadarını kendiniz için yaşadığınız” gerçeğine verebileceğiniz yanıtın, olup, olmamasında gizlidir yaşantınız…

Unutmayınız; hayat her zaman aynı sorularla gelmiyor, sizin nasıl yaşadığınızdır asıl soru ve sorunun kendisi ve bu sorunun yanıtı da sizden başkası olmayacaktır…

Hatıraların ışığında yaşıyor insan; hatıralarınızı yitirdiğiniz gün, yitip giden, kendinizsiniz…

TAHİR SAKMAN


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.