YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

06 Ocak, 2022

SİZE RAĞMEN YAŞADIM Ⅳ (DAMDAKİ PENCERE)

 



Konya’nın yerli Romanları üzerine henüz bir araştırma yapılmadı, onların kökeni neresidir bilmiyorum ama meslek sahibi olduklarını özellikle sıcak demircilik yaptıklarını biliyorum. Onları ayırt etmek zaten imkânsız gibi bir şeydi tamamen asimile olmuşlardı.

Babaannemin Akbaş Mahallesi’ndeki evinin çevresinde yaşayanlar vardı, söylemeseler asla bilemezdiniz. İşlerinde güçlerinde, çevreleriyle uyumlu insanlardı. Zanaatlarıyla, insanlıklarıyla kendilerini kabul ettirmişlerdi.

Hatta o kadar ki Konya’nın eski Romanlarına, eski Konyalılar “bizim Romanlar” diyerek ne kadar benimsediklerini göstermişlerdir. Bunlardan şimdi kim kalmıştır bilemiyorum ama Konya’nın kadim zamanlarından gelen kültür mozaiğine ayrı bir renk kattıklarını düşünüyorum.

Babam bu evi satın alınca, (Muhacir Pazarı, Selimiye Mahallesi Çaldıran Sokak) eski Kız Öğretmen Okulu’nun (Şems-i Tebrizi Mahallesi) oradaki kira evinden buraya taşınmışız. Affedersiniz, yerel söylem böyleydi o zamanlar “Gavur evi” olduğunu söylerlerdi de ben anlamazdım… Muhtemelen mübadelede giden Rumlardan kalma bir evdi.

Ama çok sevmiştim; cümle kapısından içeri girince geniş sayılabilecek bir hayat karşılardı sizi… Hayadın sağında tuvalet vardı, o zamanlar Konya evlerinde tuvaletler hep dışarıda olurdu.

Zeminin biraz altında kalacak şekilde, yarı bodrumda, hayvanlar için ahır vardı, üst katta da bizim ev…

Cümle kapısının tam karşısında bir merdivenle çıkardık eve… Geniş bir tahtaboştan içeri girerdik. Antrenin sağında geniş bir misafir odası ki misafir olmadığı zamanlarda girmek cesaret isterdi benim için… Antrenin solundaki ilk oda benim odamdı…

İnsanın ailesi ve komşularının çoğunluğu müzisyen olunca… Vedat abime ve babam Mazhar Sakman’a özenmiş olmalıyım ki tahtaboşta ve tahtaboşun önündeki ahşaptan yapılma, balkonumsu çıkmanın üstüne çıkarak, elimde ütü kordonuyla konserler verirdim.

Damda pencere…

Sizin evinizde damda pencere var mı? Benim vardı; geceler boyu yıldızları seyrederek uyurdum. Kim bilir, belki de şair olmama sebep o damdaki penceredir?

Teknoloji bu kadar gelişti… bütün evlerin damlarına pencere yapsalar… ve yalnızca gökyüzüne açılsa tüm pencereler? Apartmanların tavanlarına bakmaktan sıkılmadınız mı?

Gökyüzüne açılan bir pencereniz yoksa… heyecanınız, sevinciniz… nereye gizlediniz?

Yazın mutlaka dam yuvaklanırdı… Eşeklerle çorak (toprak) getirirler, dama serilir sonra tuz atarlar, yuvakla sertleştirilirdi… değilse kar yağdı mı ev de esnaf dükkânına döner “akmazsa damlardı…”

Kar yağdığı günler, kocaman kocaman kürekleriyle dam küreyicileri dolaşırdı ki akmasa bile damların kürenmesi gerekirdi, sonuçta toprak dam, o ağırlığı kaldıramayabilirdi.

Bir de omuzlarına aldıkları uzun sopanın ucunda sallanan, geniş kapları olan yoğurtçular vardı, pek severdim… O lezzetler kaldı mı? Bir de mâniler söyleyerek geçen dondurmacılar…

Ah o kadar param olsaydı da o dondurmaların hepsini satın alıp mahallemizin tüm çocuklarına armağan etseydim… Roma dondurmasıymış… O yıllarda Maraş dondurmasından haberimiz yoktu… Eskimo dondurmasını bilirdik ama! O buzdan bir lezzet patlamasıydı, hâlâ arıyorum; heyhat, giden çoktan gitmiş…

Pamuk şekercileri unutursam eksik kalır… Üç tekerlekli bisikletin ön kısmında camekan içinde bir düzenek… Altta yanan gaz ocağı ve üzerine serpilen toz şekerleri… sonrası rengarenk bulutlardan bir düş; siz hangisini alırdınız, 10 kuruşa?

Elma şekercileri… ya şeytan şekercileri? Horozlu ister miydiniz? İyi de bunların hepsi para tuzağı… oysa biz çocuktuk; para da ne? Hayatımıza hiç sokmasaydınız da biz o sokaklarda masum masum oynasaydık…

Ne istediniz bizden?

Top oynuyorduk bir gün iyi hatırlıyorum; Çaldıran Sokak bize top sahasıydı… O kadar dalmışım ki beni uyarmaya çalışan sesleri tribünlerde yapılan tezahürat sanmışım… Atlı ekmek arabası üzerimden geçti… Ekmekçi Hayık mıydı bilmiyorum? Ama bir hafta on gün ayağa kalkamadığımı biliyorum. Annem babama yüklükten düştüğümü söylemiş…

Yüklüğü bilirsiniz değil mi? Bilenler, bilmeyenlere anlatsın!

Şimdi evlerinizde ne yüklüğünüz var ne ağzı açığınız…

Belki de o yüzdendir ağzımız açık baktığımız…

Babam saatçi dükkânını kapatıp eve gelir, akşam yemeğinden sonra çaldığı gazinoya gitmeden önce çeyrek saat kestirirdi. Uyanınca Vedat abimle kısa bir süre meşk ederlerdi. Vedat abim darbukayla eşlik ederdi…

Vedat abim (benim kadar olmasa da) çok yakışıklıydı. İzmir’den sömestri ve yaz tatillerinde Konya’ya geldiği zaman dünyalar benim olurdu. Mahallemizin kızlarını da ayrı bir heyecan sarardı. Bir komşunun, sarışın bir kızı vardı. Abime tutkundu biliyorum ama abimin planlarında evlilik yoktu o yıllarda… O dönemlerde Göztepe alt yapısında kaleciydi fakat talihsiz bir şekilde kolu kırılınca spor hayatı bitmişti.

Beni de kaleci yapacaktı, çalıştırırdı. Çaldıran sokakta top oynardık. Akşamları ise babamın velespitine biner gezmelere giderdik.

Düşünüyorum, bunca yıldır Vedat abimle hiçbir olumsuz anım olmadı. Ayrı bir dünyanın bir başka insanıdır. Yüreğindeki sevgileri herkesle paylaşmayı seven bir yapıdadır. O, müziğinin büyülü dünyasına kendini kaptırmıştı…

Önce bateri çaldı sonra gitar ve solist olarak uzun yıllar İzmir’de çalıştı ve besteleriyle kendine haklı bir yer edindi. Eserleri Türk pop müziğinin klasikleri arasına girerken ailemizin yüz akı oldu.

Onun şarkıları yaşanmış bir hayatın, notalarla, hüzünlü bir dansıdır. Kadim bir şehirden geriye kalan anıların, yeniden harman olup geleceğe sunulmasıdır. Zaten tüm yaşantımız da bunun için değil midir?

Vedat Abimin, Karma Ortaokulu'ndaki müzik öğretmeninin abime "sen müzisyen olacaksın" şeklindeki öngörüsü tutmuştu.

Vedat abim ilkokulu Altın Çeşme’de, ortaokulu ise Karma Ortaokulu’nda okudu. Lise yılları İzmir’de, Ticaret Lisesi’nde geçti… “Keşke” derdim “abim hep Konya’da olsa, tatil bitmese, abim gitmese…”

Hepimiz bir şekilde hayatın rüzgârları önünde savruluyoruz. Bu süreçte önemli olanın hayatlara dokunmak olduğunu biliyorum; kimin hayatına, kendinizinki de dâhil olmak üzere nasıl dokunduğunuzdur; sizi, siz yapan…

Bizler Sakmanlar olarak; babaannemden payımıza düşen bir sanat geleneğini, farklı versiyonlarıyla da olsa günümüze taşırken, Konya, her zaman kök saldığımız toprak olarak her zaman başımızın tacı olmuştur.

Her ne kadar, bendeniz “şehirle” hep kavgalı gibi görünsem de ki birçok şiirimde buna vurgu yapmışımdır; aslında kavgamız, sanatsız, tek düze bir yaşam dayatmalarınadır.

Hayatın tüm renklerini kucaklamamıza engel olmaya çalışanlaradır, itirazımız.

Şimdilerde ancak düşlerimizi süsleyen ve bizlerin bir zaman tüm ihtişamıyla yaşadığı/bildiği/gördüğü Konya’ya olan özlemdir.

“Size rağmen yaşadım” derken, “o size” rağmendir…

TAHİR SAKMAN









 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.