Konya’nın yerli Romanları üzerine
henüz bir araştırma yapılmadı, onların kökeni neresidir bilmiyorum ama meslek
sahibi olduklarını özellikle sıcak demircilik yaptıklarını biliyorum. Onları
ayırt etmek zaten imkânsız gibi bir şeydi tamamen asimile olmuşlardı.
Babaannemin Akbaş Mahallesi’ndeki
evinin çevresinde yaşayanlar vardı, söylemeseler asla bilemezdiniz. İşlerinde
güçlerinde, çevreleriyle uyumlu insanlardı. Zanaatlarıyla, insanlıklarıyla
kendilerini kabul ettirmişlerdi.
Hatta o kadar ki Konya’nın eski
Romanlarına, eski Konyalılar “bizim Romanlar” diyerek ne kadar benimsediklerini
göstermişlerdir. Bunlardan şimdi kim kalmıştır bilemiyorum ama Konya’nın kadim
zamanlarından gelen kültür mozaiğine ayrı bir renk kattıklarını düşünüyorum.
Babam bu evi satın alınca, (Muhacir
Pazarı, Selimiye Mahallesi Çaldıran Sokak) eski Kız Öğretmen Okulu’nun (Şems-i
Tebrizi Mahallesi) oradaki kira evinden buraya taşınmışız. Affedersiniz, yerel
söylem böyleydi o zamanlar “Gavur evi” olduğunu söylerlerdi de ben anlamazdım… Muhtemelen
mübadelede giden Rumlardan kalma bir evdi.
Ama çok sevmiştim; cümle
kapısından içeri girince geniş sayılabilecek bir hayat karşılardı sizi… Hayadın
sağında tuvalet vardı, o zamanlar Konya evlerinde tuvaletler hep dışarıda
olurdu.
Zeminin biraz altında kalacak
şekilde, yarı bodrumda, hayvanlar için ahır vardı, üst katta da bizim ev…
Cümle kapısının tam karşısında
bir merdivenle çıkardık eve… Geniş bir tahtaboştan içeri girerdik. Antrenin
sağında geniş bir misafir odası ki misafir olmadığı zamanlarda girmek cesaret
isterdi benim için… Antrenin solundaki ilk oda benim odamdı…
İnsanın ailesi ve komşularının
çoğunluğu müzisyen olunca… Vedat abime ve babam Mazhar Sakman’a özenmiş
olmalıyım ki tahtaboşta ve tahtaboşun önündeki ahşaptan yapılma, balkonumsu çıkmanın
üstüne çıkarak, elimde ütü kordonuyla konserler verirdim.
Damda pencere…
Sizin evinizde damda pencere var
mı? Benim vardı; geceler boyu yıldızları seyrederek uyurdum. Kim bilir, belki
de şair olmama sebep o damdaki penceredir?
Teknoloji bu kadar gelişti… bütün
evlerin damlarına pencere yapsalar… ve yalnızca gökyüzüne açılsa tüm
pencereler? Apartmanların tavanlarına bakmaktan sıkılmadınız mı?
Gökyüzüne açılan bir pencereniz
yoksa… heyecanınız, sevinciniz… nereye gizlediniz?
Yazın mutlaka dam yuvaklanırdı… Eşeklerle
çorak (toprak) getirirler, dama serilir sonra tuz atarlar, yuvakla
sertleştirilirdi… değilse kar yağdı mı ev de esnaf dükkânına döner “akmazsa
damlardı…”
Kar yağdığı günler, kocaman
kocaman kürekleriyle dam küreyicileri dolaşırdı ki akmasa bile damların
kürenmesi gerekirdi, sonuçta toprak dam, o ağırlığı kaldıramayabilirdi.
Bir de omuzlarına aldıkları uzun
sopanın ucunda sallanan, geniş kapları olan yoğurtçular vardı, pek severdim… O
lezzetler kaldı mı? Bir de mâniler söyleyerek geçen dondurmacılar…
Ah o kadar param olsaydı da o
dondurmaların hepsini satın alıp mahallemizin tüm çocuklarına armağan etseydim…
Roma dondurmasıymış… O yıllarda Maraş dondurmasından haberimiz yoktu… Eskimo
dondurmasını bilirdik ama! O buzdan bir lezzet patlamasıydı, hâlâ arıyorum; heyhat,
giden çoktan gitmiş…
Pamuk şekercileri unutursam eksik
kalır… Üç tekerlekli bisikletin ön kısmında camekan içinde bir düzenek… Altta
yanan gaz ocağı ve üzerine serpilen toz şekerleri… sonrası rengarenk
bulutlardan bir düş; siz hangisini alırdınız, 10 kuruşa?
Elma şekercileri… ya şeytan
şekercileri? Horozlu ister miydiniz? İyi de bunların hepsi para tuzağı… oysa
biz çocuktuk; para da ne? Hayatımıza hiç sokmasaydınız da biz o sokaklarda
masum masum oynasaydık…
Ne istediniz bizden?
Top oynuyorduk bir gün iyi
hatırlıyorum; Çaldıran Sokak bize top sahasıydı… O kadar dalmışım ki beni
uyarmaya çalışan sesleri tribünlerde yapılan tezahürat sanmışım… Atlı ekmek
arabası üzerimden geçti… Ekmekçi Hayık mıydı bilmiyorum? Ama bir hafta on gün
ayağa kalkamadığımı biliyorum. Annem babama yüklükten düştüğümü söylemiş…
Yüklüğü bilirsiniz değil mi?
Bilenler, bilmeyenlere anlatsın!
Şimdi evlerinizde ne yüklüğünüz
var ne ağzı açığınız…
Belki de o yüzdendir ağzımız açık
baktığımız…
Babam saatçi dükkânını kapatıp
eve gelir, akşam yemeğinden sonra çaldığı gazinoya gitmeden önce çeyrek saat
kestirirdi. Uyanınca Vedat abimle kısa bir süre meşk ederlerdi. Vedat abim
darbukayla eşlik ederdi…
Vedat abim (benim kadar olmasa
da) çok yakışıklıydı. İzmir’den sömestri ve yaz tatillerinde Konya’ya geldiği
zaman dünyalar benim olurdu. Mahallemizin kızlarını da ayrı bir heyecan
sarardı. Bir komşunun, sarışın bir kızı vardı. Abime tutkundu biliyorum ama
abimin planlarında evlilik yoktu o yıllarda… O dönemlerde Göztepe alt yapısında
kaleciydi fakat talihsiz bir şekilde kolu kırılınca spor hayatı bitmişti.
Beni de kaleci yapacaktı,
çalıştırırdı. Çaldıran sokakta top oynardık. Akşamları ise babamın velespitine
biner gezmelere giderdik.
Düşünüyorum, bunca yıldır Vedat
abimle hiçbir olumsuz anım olmadı. Ayrı bir dünyanın bir başka insanıdır. Yüreğindeki
sevgileri herkesle paylaşmayı seven bir yapıdadır. O, müziğinin büyülü dünyasına
kendini kaptırmıştı…
Önce bateri çaldı sonra gitar ve
solist olarak uzun yıllar İzmir’de çalıştı ve besteleriyle kendine haklı bir
yer edindi. Eserleri Türk pop müziğinin klasikleri arasına girerken ailemizin
yüz akı oldu.
Onun şarkıları yaşanmış bir hayatın,
notalarla, hüzünlü bir dansıdır. Kadim bir şehirden geriye kalan anıların,
yeniden harman olup geleceğe sunulmasıdır. Zaten tüm yaşantımız da bunun için
değil midir?
Vedat Abimin, Karma
Ortaokulu'ndaki müzik öğretmeninin abime "sen müzisyen olacaksın"
şeklindeki öngörüsü tutmuştu.
Vedat abim ilkokulu Altın
Çeşme’de, ortaokulu ise Karma Ortaokulu’nda okudu. Lise yılları İzmir’de, Ticaret
Lisesi’nde geçti… “Keşke” derdim “abim hep Konya’da olsa, tatil bitmese, abim
gitmese…”
Hepimiz bir şekilde hayatın
rüzgârları önünde savruluyoruz. Bu süreçte önemli olanın hayatlara dokunmak
olduğunu biliyorum; kimin hayatına, kendinizinki de dâhil olmak üzere nasıl
dokunduğunuzdur; sizi, siz yapan…
Bizler Sakmanlar olarak;
babaannemden payımıza düşen bir sanat geleneğini, farklı versiyonlarıyla da
olsa günümüze taşırken, Konya, her zaman kök saldığımız toprak olarak her zaman
başımızın tacı olmuştur.
Her ne kadar, bendeniz “şehirle”
hep kavgalı gibi görünsem de ki birçok şiirimde buna vurgu yapmışımdır; aslında
kavgamız, sanatsız, tek düze bir yaşam dayatmalarınadır.
Hayatın tüm renklerini
kucaklamamıza engel olmaya çalışanlaradır, itirazımız.
Şimdilerde ancak düşlerimizi
süsleyen ve bizlerin bir zaman tüm ihtişamıyla yaşadığı/bildiği/gördüğü Konya’ya
olan özlemdir.
“Size rağmen yaşadım” derken, “o
size” rağmendir…
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.