YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

22 Nisan, 2024

ŞEHRİN MANGAL SORUNSALI


 

ŞEHRİN MANGAL SORUNSALI
 
Şehrimizde yaşayan bir kısım halkımızın özellikle mangal yakma konusundaki sınır tanımama ısrarı nedeniyle birçok doğal alanı kaybediyoruz…
 
İnsan, yaşam alanlarını kendi eliyle yok eder mi, elcevap eder…
 
Yerköprü Şelalesi birkaç yıl önce felaket bir haldeydi, bu mangalcılar yüzünden… O dönemde şiirler yazmış, yazılar yayımlamıştım… Çok şükür belediye bu alanda mangalı yasakladı da dünyanın incilerinden bir tanesi olan şelale kurtuldu, kimden? Tabii ki mangalcılardan…
 
Şimdi Meram topun ağzında… zaten küçük bir alan kalmış yok etmediğimiz… şimdi son bir hamle ile onu da yok edeceğimiz günler yakındır… Meramdaki mesire yerleri bakımsızlıktan dökülüyor ve gözlerimizin önünde yok oluşa doğru hızla sürüklenirken bizler ne yapıyoruz? Tabii ki mangal yakıyoruz, kömürlerini, küllerini çimenlerin üzerine boca edip, plastik poşetlerimizi sağa sola savurup gidiyoruz…
 
Ne güzel değil mi? Tam da istediğimiz gibi…
 
Dereliler, Bulumyalılar, Çayırbağlılar ve daha nice yeşil alanlarıyla öne çıkan yerlerde yaşayanlar ne çekti sizden…




 
Şimdi de Altınapa Barajı’na el attınız, ne iyi ettiniz; şehrin üç beş aylık kalan suyunu da siz kirletin, yeter ki mangalınızda dumanlar tütsün!
 
Çitleri devirdiniz, tel örgüleri kestiniz, mangalı yaktınız… haydi diyelim oldu! Mangalın külünü niye suyun kenarına döküyorsunuz? Mangalın külünü suyun kenarına döktünüz, poşetlerinizi suya attınız, balığınızı tuttunuz… Oltanız kırılsın inşallah…
 
Elbette yetmez… Kola şişeleriniz, içki şişeleriniz… Ya hu içtiniz madem, madem ortaya attınız niye kırıp bin parçaya bölüp orada bırakıyorsunuz? Yangın çıkarsın diye mi? Hırsınız kime? Doğanın suçu sizin gibilere bağrında yer vermesi, beslemesi mi? Cam kırıklarıyla, külünüzle mi teşekkür ediyorsunuz doğaya? Mangalınız kırılsın inşallah!
 
Bağışlayın, sert mi oldu? Bence az bile… Yaşam hakkımıza el uzatanlara hafif gelir…




 
Meselâ Sille Seyir Tepesi… tertemiz, dumandan uzak, Gedavet rüzgârları altında şehrin nasıl bir betona büründüğünü… yok, o tarafa girmeyeceğim… Şehrin en güzel alanlarından bir tanesi, temiz bakımlı, mangalcılar yok… her yer pırıl pırıl… Doğanın nefesini ciğerlerinizde hissedebileceğiniz bir yer… Cehri tarlalarına villalar diktik, Sille’yi turizme açacağız derken tarihi dokuyu… Neyse, oraya da girmeyeceğim… Sille’de kurtarılmış bir mekândır, Sille Seyir Tepesi… Benim gibi düşünen Konyalılar, dumansız piknik yapmanın ne kadar çevre dostu olduğunu gösterip, yaşıyorlar orada…
 
En azından diyorum Meram’da mangalı yasaklayabilir belediye… Kala kala elimizde küçücük bir yer kaldı, onu bari kurtaralım dumancılardan… Meram’a gitmekten artık korkuyorum, Meram bizi terk etmeden, bütün şehir Meram’a sahip çıkmalı…
 
Konya’dan Meram’ı çıkarırsanız; düşünmesi bile acı…
 
TAHİR SAKMAN
 

21 Nisan, 2024

BİR AVUÇ SUYUMUZ KALDI KİRLETİN GİTSİN!


 

BİR AVUÇ SUYUMUZ KALDI KİRLETİN GİTSİN!
 
Bugün hava rüzgârlı da olsa çok güzeldi Konya’da… Pırıl pırıl bir gökyüzü, tüm davetkâr bakışlarıyla çağırır gibiydi…
 
Ve tabii ki biz de uyduk… Ne zamandır gitmediğim Altınapa Barajı’na doğru yollandım. Sadece ben değilmişim yollanan, Konya sanki akmış… Mangalını kapan, çayını demleyen, oltasını eline alan gelmiş; kimi çadır kurmuş kimi mangal yakmakla meşgul… Değirmenköy’e giden yol araç doluydu…
 
Her şey normal gibi gözükse de aslında hiç olmaması gereken bir şeyler vardı…
 
Barajın çevresi su koruma havzası ilan edilmişti… barajın çevresi çitlerle çevrilmişti, çünkü barajdan şehre su veriliyordu…
 
Çitin dışında mangal yapanlara sözümüz yok; çöplerini toplamadıkları, doğayı plastik poşetlerle kirletmeleri haricinde…
 
Çitler yer yer devrilmiş, tel örgüler kesilmiş ve baraj kenarında olta balıkçılığı yapan insanlar, hem de koca koca yasak levhalarına aldırmadan… beton çitleri aşıp mangal yapanlar, çadır kuranlar; bu suyun şehre içme suyu olarak verildiğini bilmiyor olsa gerek!
 
Bilselerdi; eminim beton çitleri devirip, tel örgüleri kesip zaten bir avuç kalan suyun içinde balık tutmaya kalkmazlardı… Sağlık mı dediniz, geçin geçin, bize bir şey olmaz…
 
Çok tuhaf olduk, kendi içme suyumuzu kendi ellerimizle kirletiyoruz…  
 
Denetim? Siz eğer halk olarak içme suyunuzu korumuyorsanız, denetim ne yapabilir ki?
 
Denetim içinizde olmadıktan sonra!
 
Bir avuç suyumuz kaldı, kirletin gitsin!
 
TAHİR SAKMAN
 

15 Nisan, 2024

FOLKLOR VE AYIP

Konya türkülerinin önemli kaynak kişilerinden merhum Mazhar Sakman... Fotoğraf: Süleyman Şenel.

 

FOLKLOR VE AYIP
 
Folklorda ayıp olmaz… Bizler bunun okulunu okumadık, herhangi bir eğitimini de almadık ama ilk öğrendiğimiz şeydi…
 
Yıllar yılı amatörce ama profesyonel heyecanlarla derlemeler yapmaya çalıştık, fotoğraflar çektik, kayıtlar yaptık ve yaptıklarımızı toplumla paylaşma gereği duyduk ve ne duyduysak onu yazdık… Tüm bunları yapmak için bırakın para kazanmayı; cebimizden harcadık, zamanımızdan harcadık, ömrümüzden harcadık… Ve asla gocunmadık…
 
Ne unvanımız oldu ne titrimiz… bunların peşinde de koşmadık zaten amacımız şehir kültürüne Türk folkloruna bir parça olsun hizmet etmekti…
 
Konya türkü kültürünün enteresan bir yapısı vardır ve bu kültürün kaynağı da Konya oturaklarıdır. Oturaklarda yaşayan türkülerimiz günümüze intikal ederken elbette değişimlerden geçmiştir. Oturakta, türkü metinlerinin ortama göre okunması solistin inisiyatifinde olmuştur; ortama göre bazen bazı güfteler okunmamıştır ama bu güftelerin yok sayıldığı anlamını çıkarmaz aksine kıvrak ince bir zekâyı gösterir. Özellikle düğün çetnevir gibi özel toplantılarda bu her zaman böyle olmuştur. Halka açık olan yerlerde elbette bazı sözlerin okunmaması doğaldır.
 
Ancak bu kayıtları deşifre edip yazıya geçirirken, derlemecinin duyduğu gibi yazma zorunluluğu vardır ve bu bir anlamda derlemenin ilk şartıdır. Eğer “bu ayıp, bu günah” gibi düşüncelerle kendinizi sınırlarsanız Molla Kasım’dan bir farkınız kalmayacağı gibi yaptığınız iş derleme olmaktan çıkar. O zaman oturursunuz, masa başında size uyan sözler yazar yayımlarsınız ki o zaman da derlemenin bir anlamı kalmaz. Bırakın derlemeciyi hiçbir kimsenin türkü metinlerini değiştirmeye yetkisi yoktur.
 
Konya oturakları, üzerinde en çok tartışılan ve çoğu zaman üzeri örtülmeye çalışılan bir geleneğimizdir. Ve bu şehrin muhafazakâr yapısı yanında ortaya çıkan bir başka Konya’nın önemli bir müzik etkinliğidir. Oturakları, oturaklarda okunan türkülerimizi yok sayarsanız bu şehri anlamanız oldukça zorlaşacaktır. Konya oturakları ve türkülerine bu yüzle bakanlar elbette bundan rahatsız olacaklardır ve bu her zaman da böyle olmuştur. Oysa tüm bunlar folklorumuzun eşi olmayan verileridir.
 
Derlemeler, herhangi bir anlayışa göre yapılmaz… Bunun aksi, halkın söylediğine sansür uygulamak olur. Bu türküler ki bizim ecdadımızın söylediği türkülerdir; şehrin havasıdır, suyudur, bu toprağın sesidir bu türküler… Aksini yapmaya kalkarsanız; bunun adı, türkülerimize ihanetle eş anlamlı olacaktır.
 
Merhum babam, annesinden ve ninesinden türkü geçtiğini iftiharla söylerdi. Belki sizin dedeniz söylememiş olabilir ama bizim gibi Konyalılar söylemiştir; dedem söylemiştir, babam söylemiştir ötesi babaannem söylemiştir, babamın ninesi söylemiştir. Abim Vedat Sakman da zaman zaman söylemektedir. Ve ben de gücüm yettiğince söyleyemesem de derlemeler yapmaya ve duyduğum gibi yayımlamaya devam edeceğim…
 
Folklorda ayıp olmaz, asıl ayıp; türkü metinleri üzerine sansür uygulamaya kalkmakla olacaktır…
 
TAHİR SAKMAN

 

13 Nisan, 2024

DUMANDAN VE KOKUDAN BİR MERAM YARATMAK


 

DUMANDAN VE KOKUDAN BİR MERAM YARATMAK
 
/Meram Çayı gibi aktı gözlerim/ demiştim bir şiirimde…
 
Meram Çayı akmayalı çok oldu, yerine bir havuz yapılmıştı, şimdi o havuz ağlıyor artık… Bayramın son gününde Meram’a gidesim tuttu, başka nereye gidebiliriz ki? Hafızalarımızda yer eden sadece bizim değil; Evliya Çelebi’nin öve öve bitiremediği Meram bağları… ara ki bulasın!
 
/Meram yolunda/Heybe dalında/ diyen Konya türküsündeki gibi herkes Meram’a koşmuş ama tek farkla; heybeler dalda değil; mangallar bagajda…
 
Tavus Baba Türbesi’nin etrafı lalelerle çevrilmiş ve ortaya çıkan müthiş görüntü sizi başka iklimlere davet ederken…
 
Aydın Çavuş ve Tavus Baba kafeteryasının çevre düzenlemesi ve yolları düzgün sonrası felaket ötesi bir şey… Asıl felaketin ne olduğunu, mangal dumanları ve tavuk ızgara kokuları üzerinize bir kâbus gibi çökünce anlıyorsunuz ve adeta boğuluyorsunuz ve kaçmak için yoğun trafikte bir boşluk arıyorsunuz.
 
Ya kuzum, illa mangal yakmak zorunda mısınız? Çam kokularını bile bastıracak kadar havayı kirleten bu aşkınız ne zaman bitecek?  Meram, mangalcılara teslim edildi de haberimiz mi yok? Altınızda arabanız var gidin uygun alanlarda yakın…
 
Maalesef yoğun duman ve kokudan duramadım. Meram Köprüsü’nün etrafında biraz nefes alayım desem de ne mümkün? Çaydan geriye kalan havuzun kirli suları sırıtırken, bu sefer söylediğim şiirdeki akan benim değil Meram Çayı’nın gözleriydi… Meram Hamamı, börekçiden kurtulmuş yenilenmeye tabi tutuluyor, bu çok sevindirici…
 
Lunapark gürültüsü… köfte dumanları ve süpürülmeyi unutulmuş çevre…
 
Bu görüntüleri, bu kirliliği Meram hak etmiyor… ama biz çoktan hak ediyoruz hatta daha fazlasını!
 
Ve kokudan ve dumandan bir Meram yarattık hep beraber, ne kadar övünsek azdır şimdi; haydi doldurun bagajlarınıza mangalları, doğru Meram’a…
 
TAHİR SAKMAN






12 Nisan, 2024

ŞEYTAN ŞEKERİ

 


ŞEYTAN ŞEKERİ
 
Çok uzak değildi aslında… biz unutmasaydık, yitirmeseydik bazı şeyleri!
 
Önce evlerimiz, bağlarımız, bahçelerimiz talan olurcasına yok edildi sonra onlarla birlikte hatta en başta hatıralarımız, kimliklerimiz…
 
Siz böylece olduğunuzu mu sanıyorsunuz yoksa? Oysa nelerden geçip gelmiştik buralara… çok uzak gibi gelen yakınlardan… kulaklarımız kör, gözlerimiz sağır olmasaydı görebilecek, duyabilecektik…
 
Şimdi bir peynir şekeriniz bile yok artık, neyin bayramı bu o zaman?
 
Çocuklara bakıyorum; ellerinde renkli kâğıtlar (çöp olacak) israf abideleri gibi parlıyor… şeytan şekerimiz vardı, horoz şekerimiz vardı…
 
Siz kilosunu bilmem kaç yüz liraya alırken ve misafire tutarken başınız göğe eriyor? Sahi böyle mi hissediyorsunuz? Oysa bizim peynir şekerlerimiz ne kadar da mütevazı ne kadar da bizdendi… şimdi onu bile bizden çaldınız ve hoyratça ve saygısızca sanki Mevlâna şekerciymiş gibi Mevlâna şekeri dediniz…
 
Para şimdi yeni dinimiz…
 
Ne kadar çok paranız varsa o kadar çok dindar, kâğıtlı şekeriniz ne kadar çok parlarsa o kadar çok bayram…
 
Merhum babam, “hadi len ordan” derdi… şimdi onu bile unuttuk; diyemiyoruz…
 
TAHİR SAKMAN




10 Nisan, 2024

BUGÜN BAYRAM (MI)

 


BUGÜN BAYRAM (MI)
 
Bugün bayram… gerçekten bayram mı?
 
Dünya kan ve ateşe boğulmuşken, hem de siyasal İslamcı olduklarını iddia edenlerin, çocuklara kurşun sıkan bir ülkeyle olan münasebetleri…
 
Ümmetçiyiz diyerek, çelik satmak, petrol satmak, ne için? O çeliğin, o petrolün nerelerde kullanılacağını düşünemediniz mi?
 
Bugün bayram… Gazze’de çocuklar öldürülürken / açlıktan ölürken iftar etmek, sahura kalkmak? Neyin bayramıdır bu?
 
İçiniz, dışınıza bir çıksaydı, bir görünebilseydi ki artık görünüyor… Siyasal İslam bitmiştir, Amerikan oyunları, emperyal oyunlar tükenmiştir… Tükenmiş midir? Uyanırsak tarihin tozlu raflarına gömülecek, az kaldı…
 
Haydi, şimdi gidin, çocuklar öldürülürken bayramlaşın!..
 
TAHİR SAKMAN
 

 

BUGÜN BAYRAM (MI)
 
/bugün bayram
filistin suriye arakan / kan
gözyaşı değil akan / kan
her yerde katliam
insan cani / dünya kan
sahipsiz yurtsuz doğu türkistan/
 
bugün bayram
erken kalkmayın çocuklar
dünya ateş dünya kan
hepsini vurdular
ne uçurtma kaldı
ne gökyüzünde balon
 
bugün bayram
sakın kalkmayın çocuklar
filistin’de yaşıtlarınız uyanmadıkça
israil misketleriyle oynuyorlar
haberleri yoktu savaş ne bomba ne
tek bildikleri hayal kurmaktı / özgür olmaktı
bir de ölmekti/
silahlar niye patlardı umutların üstüne
 
/bugün bayram
filistin suriye arakan / kan
gözyaşı değil akan / kan
coğrafyalar mazlum
her yerde katliam
insan cani / dünya kan
sahipsiz yurtsuz doğu türkistan/
 
 
bugün bayram
siz kalkarsanız belki kalkacak çocuklar
ey büyükler / medeniler / tanklılar / tüfekliler
yüreğinizdeki ağır azabın sesine tıkamazsanız
kulaklarınızı / gözlerinizi kapatmazsanız ölüme
çocuklar yine oynayabilir / kardeş kardeş
ırkı rengi dili dini çocuk gibi saf olmalı insanın
o zaman dünya gerçekten yaşanacak
ve çocuk mezarları balonlarla ayağa kalkacak
 
bugün bayram
haydi kalkın
kalkabilirseniz bu ağır yükün altından
 
/bugün bayram
filistin suriye arakan / kan
gözyaşı değil akan / kan
her yerde katliam
insan cani / dünya kan
sahipsiz yurtsuz doğu türkistan/
 
TAHİR SAKMAN
 

 


09 Nisan, 2024

MERAM AŞKINA



MERAM AŞKINA
 
Geçtiğimiz günlerde uzun zamandır gitmediğim Meram’a gittim… Keşke gitmeseydim…
 
Evliya Çelebi’den beri öve öve bitiremediğimiz, üzerine şiirler söylediğimiz, öyküler yazdığımız Meram’ın pür melal hali içimi acıttı. Elimizde zaten kala kala küçük bir alan kaldı, onu da gerek bizlerin hor kullanımı ve gerekse yaşadığımız yoğun kuraklık nedeniyle sarılara bürünmesi elbette üzücü ama…
 
Özellikle Gümüştepe’ye giden yolların bakımsız ve çukurlarla dolmasına da mı bir çare bulamıyoruz? Şu kadar yol yaptık, asfalt döktük diyenleri arıyor gözlerimiz ister istemez. Meram, Konya’nın son akciğeri... mangal yapılmasını bile önleyemezken yeşil dokuyu nasıl muhafaza edebileceğiz ki?
 
Sille Seyir Terası örnek bir alan oldu Konya için… Meram’dan vaz mı geçtik yoksa kimse gelmesin mi isteniyor? Bana uyar ama arada bir de olsa nefes almak istiyoruz! Şehrin kirli havasından kaçıp sığındığımız Meram’ın acilen bakıma ihtiyacı olduğu açıkça görülebiliyor. Meram’ın ünü şehrin önüne geçmişken daha titiz olmamız gerekmez mi?
 
Hüzün, kalbimi sarmıştı ki üzerime doğru koşan köpeklerin sesiyle kendime geldim… Bir sürü köpek koşarak geliyordu ve iki tanesi oldukça iriydi. Korkmamak tabii ki mümkün değildi; korkmak ne ki hem de çok korktum. Köpek saldırısından korunmanın tek yolunun hareketsiz kalmak veya çömelmek olduğunu bildiğimden hiç hareket etmedim. Köpekler birkaç metre önümde durup havladıktan sonra geri döndüler. Eğer kaçsaydım peşime takılıp ısırabilirlerdi. Bu arada bacaklarım titredi.
 
Hayvanların yaşam alanlarına el koyduk, dünya sadece bizimmiş gibi davrandığımız için köpeklere kızamıyorum ama Meram’daki köpek nüfusunun da oldukça arttığını görmeden gelemeyiz. Köpeklerin büyük çoğunluğu düğmeli ama içlerinde düğmesizlerin de olması, gelen yaz günü için endişelenmemize yol açıyor.
 
Meram için yıllardır yazdığımız yazıların ana konusu mangalcılardır… Meram’da mangal acilen yasaklanmalı ve Meram bakıma alınmalıdır. Artan hayvan popülasyonuna da bir çare bulmak gerekmektedir.
 
Bize de kalan şiir söylemektir artık:

 

MERAM AŞKINA
 
bir damla suyunda bin hayat vardır
şifadır içilir meram aşkına
yaşam gedavettir ölüme kefen
burada biçilir meram aşkına
 
yüce mevlâna’yı getirip yâda
bülbüller seherde gelir feryada
uzaklarda değil cennet burada
kevserler saçılır meram aşkına
 
hakikati söyler sözün doğrusu
tavus ana sırdır hakk’ın yolcusu
sırat değil dostum meram köprüsü
sevgiyle geçilir meram aşkına
 
ateşbaz veli cana bereket
sadreddin konevî toprağa rahmet
kızlar kayası’nda sen de niyet et
kapılar geçilir meram aşkına
 
bu yeşil toprak hakk’a derviştir
meram çayı sebil hayat vermiştir
hâl sahibi bilir meram ermiştir
perdeler açılır meram aşkına
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

 

01 Nisan, 2024

SEÇİM/GEÇİM NOTLARI


 

SEÇİM/GEÇİM NOTLARI
 
Aslında beklenen oldu...
 
Gurur ve kibir saltanatları her zaman yıkılmaya mahkûmdur. Halka rağmen bir şey yapacağını sananlar her zaman yanılırlar.
 
Kendilerine oy vermeyenleri; terörist, din düşmanı, ajan olarak görmenin yanılgısını gösterdi seçmen ve bir kez daha demokrasimiz kazanırken, parlamenter sisteme olan özlemini de dile getirdi.
 
CHP, uzun yıllar sonra psikolojik üstünlüğü ele geçirirken, geçen seçimlerde yaptığı hatalardan ciddi dersler aldığını da gösterdi. Halkımız; asıl ittifakın tabanda olduğunu gösterirken, bu sefer asla taşkınlık yoktu, olmaması için de yerinde uyarılar yapıldı:
 
"Bu bir zafer değildir; zafer savaşta olur” dediler, "parti rozetimi çıkardım, hizmete başlıyorum" dediler... ceketini çıkardı kollarını sıvadı ve halk için çalışmanın nasıl olacağının kararlılığını gösterdiler bir kez daha... Asla sarhoşluğa düşmediler; bilakis bu sorumluluğun farkında olarak halka, verdikleri güvenden dolayı teşekkür ettiler… Ayrımcı değil; birleştirici olmanın peşine düştüler.
 
AKP, kalesi gibi gördüğü Konya'da, büyükşehirde kazanmış gibi gözükse de ciddi oy kayıpları yaşadı. Kesin olmayan sonuçlara baktığımızda; %70'lerden, %47'lere düşmek, kazanmak değildir; tam tersine, koltuğun ciddi anlamda sallandığını gösterir. Merkez ilçelerin dışında CHP oldukça başarılı sonuçlar alırken aynı çalışmaları merkez ilçelerde ve büyükşehirde yapmış olsaydı durum elbette daha farklı olabilirdi; çünkü büyükşehir ve merkez ilçe adaylarının ismini bile bilmiyoruz. Tabii yerel basının AKP aşkı ve CHP haberlerine yer vermeme tutumunu da göz ardı etmemek gerekir.
 
Azarlanan, horlanan ve beş yıla yakın bir süredir hayat pahalılığı ile inleyen halkın; emeklinin, işçinin ve işsizler ordusunun, güçlerinin farkına varmasının da bir tescili olarak görmek mümkün bu sonuçları...
 
Yirmi küsur yıldır iktidarda olanların hâlâ yapacağız edeceğiz demelerine seçmen, sandıklarda şimdiye kadar neden yapmadınız diyerek yanıt vermiştir.
 
CHP, uzun yıllar sonra halka yeniden umut olmuştur.
 
TAHİR SAKMAN

31 Mart, 2024

ÇAT KAPI İFTAR

Alâaddin Köşkü'nün şimdi yerinde yeller esen koruyucu şemsiyesi... Fotoğraf; Tahir Sakman... 

 

ÇAT KAPI İFTAR
 
Nerede o eski ramazanlar falan demeyeceğim; çünkü her şey değişiyor ve asla insanın lehine değil...
 
Artık çok bencil bir dünyada yaşıyoruz ve bundan da birçoğumuz memnun...
 
Çocukluğumun ramazanları... klasik iftar davetlerini bilirsiniz; bamya çorbasıyla başlayan sonra dolmalar ama o dolmalar pirinçle değil de düğüyle yani ince bulgurla yapılacak... yaprak sarması, küçük küçük olursa serçe parmak gibi olursa makbulümdür!  Su böreği olmazsa zaten davet sayılmaz. Tavuk da haşlandıktan sonra tavada hafif kızartılacak, eh altına da illaki pilav pişirirsiniz değil mi, kuş üzümlü? Hazır tavuk haşlanmışken elbette suyuna da terbiyeli bir çorba zaten yapılır, doğaldır!
 
Mevsim yazsa ve Kumköprü balcanı da varsa orta yapılmazsa ayıpların büyüğü olur. Hem günah bile sayılır; mübarek taama eziyet etmeyin hakkıyla pişirin, maltızda, söndürme kömürüyle, imil imil 3-4 saat...
 
Bahçedeki tandırı da yaktıysanız elbet ekmek yaparsınız da şimdi o ekmekler tirit ister, et sulu... Üstüne de bir ekmek kadayıfı şöyle kaymaklısından, yaparsınız artık değil mi?
 
Vallahi sizin de işiniz zor...
 
Bir de çat kapı gidilen iftarlar vardı ki babamla ben çok severdik:
 
Topa... şimdi top da neyin nesi diyenler vardır, anlatmasam olmaz. Eski ramazanlarda iftarda ve sahurda kuru sıkı top atışı yapılırdı. Alâaddin Tepesi'nde top sesini duyunca iftar ederdik. Alâaddin Tepesi'ndeki ağaçların dalları top atışından sonra çul, çaput dolardı. Sille'de de top atılırdı ama onun sesini değil de ışığını görürdük; Zindankale'deki evimizin üst katından...
 
15 yıl kadar önce ramazan ayında Konya'ya bir deprem musallat olmuştu hem de hiç böylesini görmemiştik, sürekli sallanıyorduk. Bir iftar vaktinde top atılır atılmaz deprem oldu, iftarı unutup sokaklara atmıştık kendimizi. Aynı sahne sahurda da tekrarlanınca deprem topa bağlanmış ve o günden sonra şehirde top atılmaz olmuştu.
 
Çat kapı iftara dönersek iftara çeyrek saat kala evde yemek ne yapıldıysa sarıp sarmalayıp, bohçalara dürüp konu komşuya, yayan yapıldak veya velespitlerle hısım akrabaya gidilirdi. Böylece hem yemekler paylaşılır hem de habersiz gidildiği için ev sahibi masrafa sokulmaz ne varsa paylaşılırdı. Tabii habersiz gittiğiniz için evde de bulamayabilirdiniz ama onun da çözümü bir başka kapıya gitmekti...
 
Şimdi lokantalarda verilen gösterişli iftar davetleri samimiyetsiz ve çok itici geliyor bana...
 
Haydi, bu akşam çat kapı bir iftara gidin tabii böyle gidebileceğiniz bir kapı varsa... hepimiz kabuğumuza ve billur kulelere çekildik; bir enaniyet, bir gurur kibir...
 
/Ah aradığım Konya mazideki bir ilmiş/
 
Demiştim bir şiirimde... her geçen gün daha da uzaklaşıyorsun Konya... oysa senin kabahatin yok; insanlarına bir şeyler oldu...
 
Çat kapı iftar çok gerilerde kaldı ve sen Konya, ütopyalarla içimizde büyüyorsun her şeye rağmen, hâlâ...
 
Ve bir mısra yalnızlığında düşüyorsun yine kalbime:
 
/Alâaddin Köşkü gibi ıssızım şimdi/
 
TAHİR SAKMAN
 

30 Mart, 2024

AŞAMADIM BERGAMA'NIN BELİNDEN



AŞAMADIM BERGAMA'NIN BELİNDEN


 Babam Mazhar Sakman (1910-1994) söylüyor:


"Aşamadım Bergama'nın belinden / Kahve içerken fincan kaydı elimden"


Türküyü alırken çektiği ahlara dikkat...


Ah babacığım ah... keşke bizim de elimizden kayan fincan olsaydı... neler, neler kaydı elimizden...


TAHİR SAKMAN

26 Mart, 2024

AYIN ÖDÜ KUŞUN SÜTÜ

 

AYIN ÖDÜ KUŞUN SÜTÜ
 
Ayın ödü, kuşun sütü… derlerdi eskiler, hani şimdi iftar sofralarınızı süsleyen…
 
Siz şimdi iftarlar veriyorsunuz anlı şanlı… bir tek ayın ödü kuşun sütü eksik… bunların ne anlama geldiğini inanın bilmiyorum… bilenler, bilmeyenlere anlatsın…
 
Elim yazmaya gitmiyor artık dünyanın iki yüzlülüğünü; bir yanda dindar olduğunu söyleyen bir dünya, bir yanda insani değerleri yücelttiğini söyleyen bir Batı Medeniyeti… yok, medeniyeti kalmamış sadece küçük harfle batı…
 
İftar ederken hiçbirimizin aklına gelmiyor, sahurda da gelmiyor… Gazze’de bombalar yağarken bir çocuğun çığlığını hiç kimse duymuyor… Gösterişli sofralardaki kaşık sesleri bastırıyor, masum çığlıkları…
 
Siz kaşığınızı sallarken, orada bir çocuk açlıktan…
 
Yazmanın da bir anlamı kalmıyor artık… birlikte paylaştığımız gökyüzünün altında çocuklar aç kalıyorsa, aç karınlarına kurşunlar… /Çocuklar öldürülmesin/ şeker de yiyebilsinler/ diyen Nazım’ın kulakları çınlasın; Gazze’de çocukların payına mermiler düştü… 


İçimizde büyümüyorsunuz; susmanın hafiflettiğini sanan hafifler…
 
TAHİR SAKMAN
 


KIZ ÇOCUĞU
 
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
 
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
 
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
 
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâğıt gibi yanan çocuk.
 
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
 
NAZIM HİKMET
 

21 Mart, 2024

AKUSTİK ŞARKILAR / İKİ KOCA ÇINAR


 

AKUSTİK ŞARKILAR / İKİ KOCA ÇINAR
 
Hani unuttuğumuz değerlerimiz vardı ya bizlerin; koşulsuz, bulutlar gibi ak, saf, tertemiz sevgilerimiz vardı ya bizim…
 
Hâlâ var; içimizde bir yerlerde kıpırdanan bir şeyler… bunu, sahnede iki ustanın yüreklerinden dökülen notalara eşlik ederken daha iyi anlıyoruz…
 
Hayatın zenginliğinden, sanatın yoksulluğu iyidir… Bu sözü abim müzisyen Vedat Sakman’dan duymuştum ilk… sahnede iki çınar; yüreklerimizde gökyüzüne doğru büyürlerken bir kez daha anladım…




 
Sadece ben değildim elbet bütün bir salon sanki bin yıllardır bir hasretin, umudun notaları eşliğinde kanat çırpıyorlardı… İnsan olmanın gereğini, kalplerimizde yeniden yeşerten iki koca ustaya, usta müzisyen Koray Hatipoğlu da eşlik ederken, gitarının sesleri, şehrin ufuklarına duyulmamış izler düşürüyordu.
 
Dün akşam mütevazı bir salonda; Bergüzar Gösteri Merkezi’nde İlhan Şeşen ile Vedat Sakman’ın klasikleşmiş “Akustik Hikâyeler” isimli konseri vardı… Konserden çok öte bir şeydi… Konya halkının gösterdiği ilgi, sanata olduğu kadar; sevgiye, dostluğa susamışlığını da gösteriyordu... Salonda olanları saran sevginin o müthiş enerjisi hepimizi büyüleyerek bir başka iklime kanat çırpmamıza vesile oldu…




 
İki saate yakın bir zaman diliminde koca çınarların, koca yüreklerini dinleme… onlara katılma mutluluğuna eriştik… ne kadar özlemişiz… gündelik yaşamın getirdiği daha doğrusu kendi hayatlarımızı ellerimizle zehirlediğimiz… duygu yoksulluğumuzu hatırlatan şarkılar yüzümüze çiçek çiçek dökülürken, her bir notada yıldızların seslerini içiyorduk; yaşama sevincinin kadehlerinden…
 
Bir sözü düzeltmem gerektiğini biliyorum:
 
Hayatın zenginliğinden sanatın zenginliği iyidir… Sanat öyle bir zenginliktir ki size her şeyi verir; en başka kendinizi size verir ve yaşamın nasıl güzelliklerle, sevgilerle dolu olduğunu anlatıverir bir çırpıda…




 
Dün akşamın Akustik Hikâyeleri hepimizin hayatına dokundu, yeni hikâyeler için yürekler kanatlandı… Onlar notalarını, şarkılarını değil; kalplerini sundular…
 
Böyle bir konser bir daha olur mu bilemiyorum ama… iki koca çınarın sahnede dalları gökyüzüne doğru yükselirken zaman bizim için çiçeklerle dolu bir bahardı artık…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

18 Mart, 2024

BU BİR İFTAR YAZISIDIR


 

BU BİR İFTAR YAZISIDIR
 
Bu bir iftar yazısıdır…
 
Hepimiz biliriz ki oruç tutsun tutmasın, ramazan ayı gelince her evde mutlaka iftar sofraları kurulur, başında beklenir… Bu yazıyı iftar sofrasının başında beklerken de tekrar okumanızı dilerim:
 
Sofranızı bütçenize uygun hatta bütçenizi aşan yiyeceklerle donattınız ya… gözünüz dumanı üstünde, nar gibi kızarmış yumurtalı, susamlı pidede… Sen top bir atılsa diye beklerken Gazze’de bir çocuk ya top atılırsa diye korkudan iliklerine kadar titriyor…
 
Gazze’de bir çocuk, biraz önce atılan bombaların yıktığı ve dumanlar tüten bir evin altında yaşam savaşı veriyor… Duman altı! Nargile dumanı değil bu, sence neyin dumanı?
 
Ülkemizden giden gıda maddeleri, zalimlere enerji verirken… Gazze’de bir çocuk açlığa direniyor… Açken kim, kimdir?
 
Sen şimdi iftar topu atılınca sofraya saldıracak halde hazır kıta beklerken… Zalimlerin kıtaları çoktan saldırıya geçtiler bile… Gazze’de bir çocuk; bir tarafta mermiler, bir tarafta açlık, hangisini seçerdiniz?
 
O merminin çeliği hangi ülkeden? Haberli misiniz; dikenli teller… hani üzeri jiletli, dikenli telleri hangi ülkeden alıyor bu zalimler? Sen sofrada jilet gibi keskin bıçağınla pastırma, sucuk doğrarken… Gazze’de çocukları doğrayanlara bir sözün de mi yok?
 
Haydi, doğrasana ne duruyorsun?
 
Tatlısından tuzlusuna… şişler, kebaplar… Meclis lokantasında dana çökertme kebabı 55 liraymış… Gazze’de canları çökertiyorlar, gözünde bir damla yaş var mı, varsın emanet olsun?
 
Tıkınıyor musun? Hâlâ tıkınmaya iştahın kaldı mı? Gazze’de insanlık ölümlere tıkılıyor…
 
O sofraya elini uzattığın zaman en azından aklına getir; getir ki lokmalar boğazından geçmesin, çünkü Gazze’de, Filistinli çocuklar, boğazlarından bir lokma geçmediği için ölüyor…
 
Çocuklar ölmüyor; insanlık ölüyor…
 
Haydi aç orucunu sen, Gazze’de çocuklar, sahura kalkmadan, iftar etmeden gece gündüz oruçlu ve birileri onların kanıyla besleniyor ve sen iftarda orucunu açacaksın öyle mi?
 
Haydi o zaman afiyet olsun… götür, iyi götür sonra da dua et; o canlarını veren çocuklar için…
 
En azından için rahatlar, nasılsa orucunu tuttun… ama sen yine de dua et; o çocuklar öbür tarafta karşına çıkmasın…
 
TAHİR SAKMAN
 


AĞIRDAN HAFİFLER
 
-Bombalanan hastanede yaşamları çalınan Filistinli çocuk yüreklerin anısına-
 
ağır susmalarımız var bizim
kuytu kelimelerin hıncında
şafaklar can korkusudur
gökyüzünde çocuk şarkılar
 
ağır susmalarımız var bizim
mermi işlemez balonlarımıza
tutsaktır oyunlarımız kan revan
kaçımız kaç yaşı görmeden
 
ağır susmalarımız var bizim
kelimelere yetmez gücümüz
emperyal oyunların ebesi yok
kiminiz sağır kiminiz kör
 
ağır susmalarımız var bizim
sustukça tokattan beter
bir diyemediniz kahpe geceye
yeter ulan yeter
 
ağır susmalarımız var bizim
kıyametten öteye hesaplar
iki yüzlü bıçaklar -insan hakları, yaşam hakkı, hak, hukuk, guguk, cart, curt-
bağrımızda gül açıyor misketler
 
ağır susmalar
ağır insanlık
ağır susmalar
 
hepinize yeter susmalarımız
çocuk yüreğimiz size de yeter
 
TAHİR SAKMAN
  
 

15 Mart, 2024

ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER

 

ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER
 
Şiirin her türlüsünü görmüştük ama böyle araba anahtarına fırt diye çıkıversen diye yazılanı, vallahi de yok literatürde billahi de… Bu nasıl bir deha olmalı ki, anahtarı fırt diye çıkartan bir şiir attırmış…
 
Yok abi, ben bundan sonra şiir yazmayacağım, ne haddime… Bütün şiirlerimden, kitaplarımdan özür diliyorum…
 
TAHİR SAKMAN

BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ


 BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ


Merhum Çetin Altan’ın “Şeytanın gör dediği” isimli bir köşesi vardı, bizim kuşak çok iyi bilir…


Şimdi Çetin Altan’ın şeytanı bugünlerde bana musallat oldu galiba, sürekli şunu gör, bunu gör diyor… Hani ramazanda şeytanlar bağlanır derler ya benim şeytan tam tersine çözülmüş olmalı…


Vallahi benim hiç suçum yok; bütün kabahat o şeytanda!


Ecdadımız diye övünüyorsunuz ya hani Osmanlıcılık oynuyorsunuz ya bari bir şeyi de düzgün yapın… Ecdadınız nerede siz nerede? Eskiden ramazanlarda minarelerin arasına mahya yapılırdı…


Mahya deyip geçmeyin lütfen, gerçekten bir zanaattı, sanattı, gerçek bir sanat eseriydi onlar. İki minare arasına; vinç yok, merdiven yok, halatlarla kandilleri gerip her akşam onları yakmak kolay mı sanıyorsunuz? Rüzgârı, yağmuru hiç hesaba katmıyorum bile…


Ya şimdi yaptığımız işe bakın; hani dün "Ramazana Girmek" başlıklı bir paylaşımımda bahsetmiştim ya, gerçek bir sanat eseri olmalı! İki boruyu bük, iki de Çin malı led lamba döşedin mi alsana “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” …


Bu mu sizin mahyanız? Hem de 21. yüzyılda hele hele Konya’ya bunu mu yakıştırdınız?


Ah bu şeytan… şairi havalar mahvetmişti beni de bu şeytan mahvedecek…


TAHİR SAKMAN

14 Mart, 2024

RAMAZANA GİRMEK


 RAMAZANA GİRMEK


Nereden baksan tam bir mühendislik harikası!..


Kim, nasıl düşündüyse ayakta alkışlamak lazım!.. Epey bir ARGE çalışması yapıldığı, beş on mühendisin üzerinde kafa yorduğu kesin de bizim gibi cahiller anlamaz efendim, nerede bunu anlayacak kafa?


Ben iki tanesini gördüm, başka var mı bilmiyorum… Biri Kültür Park’ın girişinde diğeri Zafer’de… Şimdi burada ne oluyor? Efendim, altından geçiyorsunuz, ramazan ayına giriş yapmış oluyorsunuz, ne kadar ince bir düşünce…


Düşünce ince de… iftar fiyatlarına baktım, bayağı bir kalın geldi; kişi başı en ucuzu 239 TL, onda da karnınızın doyacağı şüpheli… Şimdi bu harika eserlerin yerine birkaç garibana… yapıyoruz demeyin, daha çok yapardınız…


Bu şeytan yok mu bu şeytan, hep aklıma getiriyor… İstanbul’da Kent Lokantaları varmış kişi başı 40 lira verince, etlisiyle sütlüsüyle…


Bizim de sağ olsunlar belediyelerimiz kafe türü yerler açtılar, hepsinin var… Karatay’ın fiyatları nasıl bilmiyorum ama diğerleri piyasa düzeyinde… ben derim ki bu açtığınız kafelerde Konyalı gidip iftar edebiliyor mu? Belediyede çalışan asgari ücretli insanlar ailesini alıp bir iftara götürebiliyor mu? Götüremiyorsa çekin ipini gitsin…


Kim götürüyor? Parası olan… Çekin ipini gitsin… Halkın parasıyla yaptığınız yerlere halk gidemiyorsa…


Tövbe, tövbe… Mübarek günlerde şu şeytanın yaptığına bak; vallahi benim suçum yok, hepsi şeytandan!..


TAHİR SAKMAN

13 Mart, 2024

KAŞINMAK


 KAŞINMAK


Söylenecek çok şey var ama söylenecek bir şey kaldı mı?


Hayat pahalı diyorsunuz, kızıyorsunuz… hayatı kimin pahalı hale getirdiğini anlamak mı istemiyorsunuz yoksa işinize mi gelmiyor? Siz de nemalanıyorsanız sorun yok! Mesela; 3’e alıp 13’e satanlardansanız veya 3-5 ballı maaş alanlardansanız size zaten hiç sözüm yok!


Kibirle halka tepeden bakıp… söz seçime gelince yer sofrasında iftar edenlerdenseniz, haşa efendim sümme haşa size söz söylemek ne haddimize!


Din istismarından bıkmadınız mı? Ya hu arkadaş bana ne senin dininden? Ben, adil misin, halkın yaşantısını kolaylaştırıyor musun, adaletle… sabahlara kadar namaz kıl, bütün yıl oruç tut… ya da tam tersi… hiç umurumda olmaz; beni ilgilendiren sosyal adaletin sağlanması, hayatın idame ettirilebilir hale gelmesi, refahın artması… eğitimin seviyesine, toplumdaki ahlakın çöküşüne hiç girmiyorum bile…


Kızmayın efendiler, emekliler, aç yatıp gücün kalkanlar, kızmayın; bunu siz istiyorsunuz… kaşınan sizsiniz ve sizi bir güzel kaşıyorlar…


Not: Yukarıdaki fotoğrafa sırtınıza dayayıp kaşınabilirsiniz, ücretsiz hediyemdir!


TAHİR SAKMAN

12 Mart, 2024

ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!


 

ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!
 
Konya’da bir süredir şehrin muhtelif kavşaklarında trafik işaret levhalarının altına monte edilmiş yazılar dikkatimi çekiyor:
 
“Çocuklarına Gazze’yi Anlat”
 
Bu o kadar kolay olmasa gerek; insanlığın öldüğü bir coğrafyadan söz etmek kolay mı? Çocukların açlıktan ölmesine neden olan bir ülke ile ticari bağlarınız hâlâ üst düzeydeyse bunu nasıl anlatacağız çocuklarımıza?
 
Miting meydanlarında savurmak kolay… tohumunuzu oradan alıyorsanız, sizin verdiğiniz dolarlar Gazze’ye mermi olarak dönmüyor mu? 
 
Adları veya halklarının büyük bölümünün Müslüman olduğu ülkeler; Lahey Adalet Divanı’na şikâyet eden Güney Afrika kadar duyarlılık gösterebildi mi, sadece onlar mı, ya insanlık?
 
Dünyanın pek çok yerinde Gazze'de yapılanları soykırım olarak niteleyip insanlar seslerini duyururken ya hükümetler? İngiltere, Fransa gibi ülkeler Filistin için pasif eylem yapmayı bile suç saymadı mı?
 
En son Oskar ödül töreninde bile protesto edildi soykırım…
 
Sadece Gazze mi? Ya Uygur Türklerinin uğradığı soykırım? Şurada burnumuzun dibinde Iraklı Türkmen soydaşlarımız, onları anlatmayacak mıyız?
 
Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken… akşam iftarda ne yediniz? Yiyebildiniz mi, boğazınızdan geçti mi? O çocukların boğazından geçen lokma değildi; çaresizlikti, yalnızlıktı, insanlığın çifte standartlığıydı…
 
Onları aslında açlık öldürmedi; onları dünyanın sessizliği ya da ses çıkarırmış gibi yapması öldürdü…
 
Haydi şimdi gidin de sahurunuzu yapın lokmalar nasıl boğazınızdan geçecekse?
 
TAHİR SAKMAN

 

İNSANLIK AĞARMAZ
 
-filistinli çocuklara-
 
el aksa ağarır gün ağarmaz
harem’de sabah yoktur
filistin sürgündür kendine
 
ve çocuklar ebabil kuşları
yürekleri büyük
taşları daha da büyük
ağır mı ağır yüreğimde
batı şeria’da el halil’de gazze’de
çocuk taşlar duadır/ gökyüzünde
 
duvarların ardında saklı
insanlık kan revan
utançtır esarettir umutlar yasaklı
filistinli yaşamak keskin bir bıçak
ağır müslümanlar ağır uykularda
oysa güvercindir çocuklar uyumaz
özgürlük türküsüdür yalın ayak
hasretle titreşen derin sularda
 
kubbet-üs sahra ağarır
insanlık ağarmaz
muallak taşı gibi duygular ayakta
 
bir mermi ilişir gözüme
adresi belli değil
bir silah patlar
insanlık öldü mü ne
 
ezanlar ağarır gün ağarmaz
özgürlüktür barıştır yükselir yücelerde
filistinli çocukların erişeceği yerde
 
TAHİR SAKMAN