SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ ÜZERİNE

SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ ÜZERİNE
Ahmet (Ergun) abiyle bizim tanışmamız
çok sonraları oldu…
Önce merhum babası Avukat Besim Ergun
amcayla, babamın Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânında sonra Sarıyakup Caddesi’ndeki
bağ evimizde yapılan oturaklarda tanıma onuruna eriştiğim insanlardan bir
tanesidir.
Besim amcanın; hoş sohbetini, güler yüzünü
ama illaki babama olan takılmalarından çok sevdim. Bir gün bizim evde yine
oturak düzenlenmişti. Kapı çalınınca açtım, gelen Besim amcaydı. Evin hayadına bile
adım atmadan pardösüsünün iç cebinden, gazete kâğıdına sarılı büyük rakı
şişesini çıkardı ve bağırdı; “Len Mazhar, bak şişeyi getirdim…”
Meğerse babam “şişeyi görmezsem kapıyı
açmam” diye takılmış. Tabii ki tanışıklıkları çok eski, Konya Muallim Mektebi’nden…
Onlar hatıraların arasında kaybolup giderken benim hafızama çok şey
kaydedildiğini çok sonraları anlayacaktım.
Doğrusu bu konuda oldukça şanslıyım.
Yazın hayatına adım atmama da “o sohbetler nedeniyledir” desem yeridir. Evimizin,
o mütevazı kerpiç odalarındaki sohbetlerin lezzetini kaybedince anladım. Ülkemizin
ve şehrimizin kalburüstü edebiyatçıları, müzisyenleri, folklorcuları ve hukukçularının
kültür, edebiyat, folklor üzerine konuşmaları benim için bir altyapı
oluşturmuştur.
Çok sonraları Besim amcanın rahmetli
olmasından sonra bu sohbetlere zaman zaman genç bir avukat olarak katılan Ahmet
abimizle tanışma fırsatımız oldu ama o daha çok babamla sohbet ederken ben yine
iyi bir dinleyici ve kaydediciydim…
İki ciltten oluşan, toplamda bin sayfayı
aşan kitapları elime alınca ilk aklıma gelen bunlar oldu.
Büyük boy (23,5x16) ebadında ve
oldukça kaliteli bir baskıyla şamua kağıtlara düşen harfler her ne kadar “Sosyal
Medya Günlükleri” ismini taşısa da çoğu sayfasında, sosyal medyanın ötesine
düşen bir başvuru kitabı olarak göze çarpıyor. Konuların tasnifi özenle
yapıldığı belli olan kitabın insanı yormadan konuya girmesi ve ana hatlarıyla
ortaya koyması, Ahmet abinin ne kadar entelektüel bir birikiminin olduğunu da
açıklıyor gibidir. Ayrıca kapağı da çok beğendiğimi ifade etmeliyim.
Dedesinden kendisine kalan Meram’daki
evinde yer aldığını bildiğimiz ciddi büyüklükteki kütüphanesinin yansımalarını
okurken, onunla birlikte keyifli bir geziye çıktığımızı da fark ediyoruz.
“Felsefi İnançlar ve Dinler, Yakın Siyasi
tarihimiz, Hukuk ve Hukuki Yorumlar” şeklinde düzenlenen ilk kitapta, Atatürkçü
bir dünya görüşüne sahip ve onun inkılaplarına bağlı bir hukukçunun özellikle
yakın tarihimize bakış açısı, değerlendirmelere ayrı bir önem katıyor. Bu
bağlamda söylenecek en önemli sözün, şehr-i Konya’nın kadim ailelerinden birine
mensup olmasıyla birlikte; kendini sürekli yenileyen, bilgiye doymayan ve bu
sayede aydınlık tuttuğu ufuklarını paylaşmasından başka bir şey değildir
aslında…
Ve pek çok yazısını sosyal medyadan
hatırlamakla birlikte kağıda, mürekkebe ve harflere dökülmüş düşüncelerin somut
olarak elinizde tutmanın heyecanını hissediyorsunuz…
Sosyal medyada yazılanları kitap haline
getirme fikri bende de oluşmuştu ama bendeniz ancak e-kitap olarak
yayımlayabildim. Korona günlerinde tefrika ettiğim "Öteki Şehrin Hikâyesi/
Korona Günlükleri" isimli çalışmayı umarım bu yıl fiziksel baskısıyla sizlerle
buluşturabilirim. Ahmet abi elini çabuk tuttu ve ne iyi etti ki okuduğumuz yazılarını
yeniden bizlere hatırlama fırsatı verdi.
İkinci kitabın konuları “Osmanlı
Türkçesi ve Türk Dili, Eğitim ve Kültür, Gastronomi Yemek ve İçki Kültürü,
Nostalji-İstanbul Hafızası, Konya Hafızası-Tiyatro” bölümlerini kapsıyor ve bu
konu başlıkları nedeniyle benim daha çok ilgimi çektiğini itiraf etmeliyim.
Şehrin köklü bir ailesine mensup olmanın
getirdiği avantajla ve kendisinde olan şahsi merakla öğrendiği Osmanlıcasını bu
ciltte konuşturmuş Ahmet abi… Edebiyatla olan ilgisini de bu sayede
öğreniyoruz. Bazen bir gazelin bazen bir dörtlüğün ruhunu size günümüz
Türkçesiyle aktarırken sanat zevkine de tanıklık ediyorsunuz.
O naifliğiyle, yaşanmışlıklarını da anlatır;
yerel tarihin ötesine geçerek, kişisel tarihinden, yaşam serüvenindeki
hatıralarından da söz eder. Üzerindeki kruvaze takımın duble paçasından tutunuz,
bazen kravatıyla bazen de papyonuyla, şapkasıyla nerede durduğunu da işaret
eder. Karşınızda modern bir Bektaşi gibi duran bu adam sanki o pos bıyıklarının
her bir ucuna taktığı yaşamın güzelliklerini size anlatmak için çırpınır. Siz
ne kadar özenle giyinseniz de yanında durduğunuz anda tüm özenlerinizin boşa
olduğunu hatırlatır. Sizi sevgiyle kucaklayan gözlerinin içinde, bir çift
güvercin saflığıyla bakan bir adam, her zaman size saygıyı, sevgiyi yeniden
şekillendirerek öğretir gibidir.
Ama o hâlâ bir Konyalıdır, asla bundan
taviz vermez… Şehrin tanınmış yazarlarını, şairlerini, gazetecilerini veyahut
sıradan insanların hayatlarını yansıtır bazen yazılarında. O aristokrat bir görüntü
çizse de… ilk tanıdığınızda bu fikrinizden hemen vazgeçersiniz; çünkü o, bizden
biridir… İkinci kitapta tüm bunları daha sıcak hissedersiniz.
Şehrin; kültürü, sanatı, folkloru ve
anıları ikinci kitapta yer bulurken, şehirle ilgili önemli bir kaynak haline
gelmiştir. Gastronomiye olan özel ilgisi -her entelektüel gibi- kitaba Konya
yemeklerinin tarifi olarak girmiştir ki okurken o nefis yemeklerin rayihası
eminim burnunuzda tütecektir…
Eleştiri… eleştirmek kolaydır önemli
olan böyle bir eseri meydana getirecek bilgi birikimine ve cesaretine sahip
olmaktır; “İnsan bilgisi kadar düşünür, merakı kadar öğrenir, öğrendiği kadar
fikir sahibi olur, cesareti kadar ifade eder” diyor Ahmet abi ve devam ediyor, Nietzsche’nin
dediği gibi “Kendinden hiç söz etmemek soylu bir ikiyüzlülüktür” tuzağına asla
düşmüyor. Fikirlerine herkesin katılmamasını da hoş karşılar ve her zaman tartışmaktan
yanadır ama bir şartı vardır: Kütüphanesi’nde asılı olan şu veciz sözle bütünleşmiş
gibidir, Ahmet abi: “Lütfen okumadıysanız tartışmayalım…”
Şehrin kişilerinden söz ederken merhum
babamla olan dostluğundan bahisle iki fotoğrafa da yer vermiştir; “Saatçi Mazhar
Sakman” başlıklı yazısında… Her ne kadar fotoğraf altı yazıları karışsa da
maksat hasıl olmuştur. Bendenize ait “Konya Oturakları” kitabı ile ilgili
yazısını görmek de sürpriz oldu benim için.

Çok az da olsa alıntı yaptığı yazılar da
var kitapta, örnek vermek gerekirse bendenizin yazdığı “Folklor ve Ayıp”
başlıklı bir makalemi de kitaba alması beni çok duygulandırdı. Kitabın
içindekiler bölümünde makalenin yer almaması da kitapta gördüğümüz çok ender bir
tashih hatası, “zarfın değil mazrufun” kıymetli olduğunu bildiğimizden önemsiz
bir ayrıntı olarak göze çarpıyor.
Uzun seneler okunacak ve geleceğe
bırakılabilecek en güzel miras olarak hafızalarımızda daima yer tutacak bir
eser üzerine yazı yazmanın zorluğunu takdir edersiniz; Ahmet abi gibi şehir
ortalamasının çok üzerinde bir bilgi birikimine sahip bir insanın kaleminden
dökülen satırlar, şehir kültürünün yaşanmış canlı bir abidesi gibi her zaman
yolumuza ışık tutacaktır.
Ahmet abi çok önemli bir işi başarırken kendisine
söyleyecek tek sözümüz yazmaya devam olabilir; sen yaz ki Ahmet abi, bizler de
okuyalım…
“Bilmediğini bilmenin” erdemini
açıklarken “İnsanın çok az şey bildiğini fark edebilmesi için çok şey bilmesi
gerekir; çok bilmeden, çok az şey bildiğimizi fark edemezsiniz.” diyor Ahmet
abi…
Kitaplar; insanın cehaletini ortaya
çıkarır, bu yüzdendir belki az okuduğumuz veya hiç okumadığımız… Okumadıkça her
şeyi biliyorsunuz; ne güzel bir şeydir cehalet, her şeyi bilirsiniz!
Okudukça, cehaletimi ortaya çıkaran
satırların arasına gizliyorum kendimi… Ve onunki kadar fiyakalı olmasa da
şapkamı çıkarıyorum, Sosyal Medya Günlükleri’nin önünde saygıyla…
Ahmet abi, ne yaptın sen?
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.