Biz asıl o zaman öldük…
Ne zaman ki toprağa sırtımızı döndük
ne zaman betona teslim olduk; işte biz, asıl o zaman öldük…
Ölmeden önce yani yaşıyorken; toprağın
cömertliğine sırtımızı dayadığımız zamanlar, bu kadar beton icat olmamıştı,
yollarımız asfaltla kaplanmamıştı; ayaklarımız toprağın kara bağrına basarken,
hepimiz bir şekilde bir şeyler üretiyorduk…
Elimize bir yarım somun ekmek alıp
biber mandalının başına çöktüğümüz zamanlar… sabahın çiyi düşmüş domatese
elimizi uzattığımız… hiç kokusunu aldınız mı o salatalığın? Tandırdan yeni
çıkmış ekmeğe yağ sürdünüz mü? Ananız, evin büyük kızı gibi salınarak gezen sarı kızın sütünü çekerken, süt
makinesinin kaymak akan tarafına uzattınız mı ekmeğinizi?
Dışarıda yağmur yağıyor… eskiden
yağmur yağdı mı bir koku yayılırdı; bahar gibi, yaşam gibi… şimdilerde yağmur
asfalta düşüyor sonrası kanalizasyon… suyu çekilen toprak kuruyor, bahçeler,
bağlar zaten bitmiş… daha ne kıyamet bekliyorsunuz ki, bundan daha büyük
kıyamet olabilir mi?
Envaiçeşit meyve ağaçlarımız vardı;
çeşit çeşit kayısılar vardı, elma yanak, şeker pare, aşılısı, aşısızı… vişneler
vardı, kirazlar vardı, vardı…
Elinizi uzattığınız anda doğanın
cömertliğini doyasıya yaşardık…
Armutlarımız vardı; hem de en
iyisinden… Yazlık, kışlık… yerlere dökülürdü de toplamaya üşenirdik, hatta
sitemler ederdik, bu kadar meyve verdiği için ağaca… Armutları toplar,
birbirine bağlar, tavana asardık ki kışın yiyelim…
Kış armudu diyorum hani şimdilerde
pazarlarda “Ankara armudu” diye satılandan… Biz Ankara armudu falan bilmezdik;
kış armuduydu bizim armutlarımız, eğer kazara boş bulunup, olmadan (hamken)
ısırırsanız dişinizi bile kırabilirdi ama kışın tavan arasından indirip,
sobanın yanı başında sıcaktan ciğeriniz yandığı zaman sulu sulu… yeri
sülalenize rahmet okuturdu…
Şimdi dört armuda 25 lira verince… o
yemediğim, toplamaktan bıktığım armut ağacından özürler diliyorum ama… armut
ağaçlarımız çoktan kesildi… toprağa çoktan beton döküldü, bir ağlamak kaldı
bize…
Sağımız beton, solumuz beton… şehir ırmaklarının yerini gözyaşlarımızdan yükselen feryatlar alırken… biliyorum; biz toprağın, ağaçların, avarların ahını aldık… Ayvalı Sokak’tan Sarıyakup’a dönerken çağlayan şehir ırmağının sevinç gözyaşlarının yerini hüzünler aldı şimdi… Şimdi Maliye Sarayı dediğiniz beton blokların hemen önünden geçen şehir ırmağında ıslanırdı bizim çocuk sevinçlerimiz… Şimdi… şimdi diye bir şey yok artık!
Şimdi kalkmışız, "armut şu kadar" diyoruz… hani Kızılderili şefin söylediği neydi:
“Beyaz adam, bir gün anlayacak
paranın…”
Biz hâlâ anlayamadık; betonun, insan
hayatına kast etmek olduğunu, toprağa düşmanlık olduğunu… “Armut piş, ağzıma
düş" olacak sandık her şeyi…
Armutlar düşüyor düşmesine de… o düşenler,
o armutlar değil…
Bizden başka hangi armut toprağa
sırtını döner ki?
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.