YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

19 Temmuz, 2023

ZAMANA AYAR VEREN USTALAR / KONYA SAATÇİLERİ (3)

Komşusu olan bir Rum'dan saatçiliği öğrenerek birçok usta yetiştiren İsmal Hakkı Kolat. Fotoğraf: İsmail Hakkı Kolat Koleksiyonu. 

 

ZAMANA AYAR VEREN USTALAR / KONYA SAATÇİLERİ (3)
 
Şehirde saat tamirciliğinin yayıldığı bir diğer kol ise Kolat ailesidir. Şehrin saat tarihinde iz bırakan diğer ustalarından İsmail Hakkı Kolat, Ahmet Kolat, Mustafa Kolat, Adil Kolat şehirdeki önemli saat ustaları arasındaki yerlerini almışlardır. Konya’da saat kültürünün yerleşmesine Kolat ailesinin çok önemli katkıları olmuştur. Üç kuşak saatçi yetiştiren bu ailede, günümüzde başka işlere yönelenler olduysa da zanaatı dedelerinden aldıkları ilk el ile onurla devam ettirenlerin olması, zanaatın sürmesi açısından da oldukça sevindiricidir.


1950 yılından bir askerlik hatırası; Ahmet Kolat... Fotoğraf: İsmail Hakkı Kolat Koleksiyonu.


Kolat ailesinde ilk saatçi olan merhum İsmail Hakkı Kolat’ın (1888-1952) mesleğe başlaması da oldukça ilginçtir. Aynı zamanda Hoca da olan merhum, Kapı Camisi’nin karşısında lokanta işletmektedir.  Yan dükkân komşusu saatçi bir Rum vatandaşımızdır ve oldukça samimidirler. Komşusu olan saatçi Rum, mübadele döneminde “aşçılığı bırak, ben sana, gitmeden saatçiliği öğreteyim” diye teklif de bulunur. Esasen saatçiliğe karşı özel bir ilgisi olan İsmail Hakkı usta teklifi kabul ederek saatçiliği öğrenir ve üç oğluna da ustalık eder. Böylece şehrimizde saat tamirciliğinin yayılmasına önemli katkısı olur.


Kolat Kardeşlerin bir dönem Saray Çarşısı girişindeki dükkânları... Fotoğraf: İsmail Hakkı Kolat Koleksiyonu.

 
Oğulları; Adil, Mehmet ve Ahmet Kolat’ı (1926-2016) saatçi olarak yetiştirir ve bu isimler dönemlerinde şehrimizde aranılan ustaların başında gelirler. Mesleklerini titizlikle sürdüren Kolat kardeşler, o dönemlerdeki ithalat sıkıntısı nedeniyle bazı saat parçalarının üretimini yapmaya teşebbüs ederek, paça yağından saat yağı üretmeye muvaffak olarak yurdun dört bir yanına bu yağı pazarlamışlardır. Sentetik yağlar çıkmadan önce saatçiler, saatleri yağlamak için kemik yağı kullanırlardı.   


Soldan sağa; 3. Halil Kolat, 5. Kerim Üzülmez, Fatih Çarşısı'ndaki dükkânda, yıl; 1970... Fotoğraf: İsmail Hakkı Kolat Koleksiyonu.


İsmail Hakkı Kolat ustanın oğulları; Adil Kolat oğlu Mustafa’ya, Mustafa Kolat oğlu Halil’e, Ahmet Kolat ise oğlu Erhan’a ustalık ederek zanaatı öğretmişlerdir. Mustafa Kolat oğlu Adil ve Semih’e, Halil Kolat oğlu Mehmet ve Melih’e öğretmişlerdir.  3. kuşak Kolatlardan; Adil, Semih ve Melih Kolat, zanaatlarını devam ettirmektedirler.


Halil Kolat'ın Fatih Çarşısı'ndaki dükkânı, yıl 1970... Fotoğraf: İsmail Hakkı Kolat Arşivi.


Saray Çarşısı’nın girişinde Kolat kardeşler dükkân açarak zanaatlarını sürdürürken, yan komşuları Şen Saatçi ismiyle çalışan Mukadder Nalçacı’nın dükkânını Mustafa Kolat devralarak çalışmalarını bir müddet burada sürdürmüştür.
 
Fatih Çarşısı girişinde zanaatı, Fatih Saatçilik ismiyle sürdüren Ahmet Kolat’ın oğlu Erhan ise sonraki yıllarda İstanbul’a gitmiştir. Genç yaşta hayatını kaybeden merhum Erhan Kolat’a rahmet dileriz.


Sol başta; genç yaşta kaybettiğimiz Erhan Kolat, Fatih Saatçilik ismiyle hizmet verdiği dükkânda. Fotoğraf: İsmail Hakkı Koleksiyonu.
 
Ahmet Kolat’ın bir diğer oğlu, benim de kolejden sınıf arkadaşım olan ve bir dönem dükkân komşum olan İsmail Hakkı (1958∞) ise saatçiliği tercih etmemiştir. Yabancı Diller Okulu’ndan mezun olduktan sonra ünlü bir beyaz eşya üreticisinin bayisi olmuş ve ayrıca sanayide motosiklet fabrikası kurarak şehrin istihdamına ve ticaretine katkı sağlamıştır. Konya Ticaret Odası üyeliğinde de bulunan İsmail Hakkı Kolat, Karatay Üniversitesi’nin kurulmasında da hizmetleri olmuş ve mütevelli heyetinde yer almıştır. Şair yönü de olan sevgili arkadaşıma hayırlı ömürler, Kolat ailesinden hayatta olmayanlara da rahmet diliyorum.


TAHİR SAKMAN


Kolat ailesinde nadir saatçi olmayanlardan, iş adamı, sanayici İsmail Hakkı Kolat. Fotoğraf: İsmail Hakkı Kolat Koleksiyonu...


 

 

 

18 Temmuz, 2023

ZAMANA AYAR VEREN USTALAR / KONYA SAATÇİLERİ (2)

Bendenizin Türbe Caddesi'ndeki saatçi dükkânında Mehmet Dikilitaş ile birlikte 1999 yılından bir hatıra. Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu.

ZAMANA AYAR VEREN USTALAR / KONYA SAATÇİLERİ (2)
 
Ben çıraklık dönemlerimde de hatırlıyorum; saatçiler, yanlarına çırak alırken oldukça nazlı ve titiz davranırlardı. O dönemlerde akçe kaygısından ziyade zanaat öğrenme tutkusu vardı.  Bu nedenle Ermeni ustanın yanında çalışmak ve zanaat öğrenmek için 10 lira verilmesini asla yadırgamıyor bilakis mesleğe duyulan üst düzey bir saygı olarak görüyorum.


Bedesten'in Hükümet Meydanı'na bakan tarafında olan Adil ustanın dükkânı. Bu küçük dükkânda şehre nice saatçi onarım ustaları yetişmiştir. Fotoğraf: Recai Kıcıkoğlu Koleksiyonu.



Süleyman Özselçuk’un oğulları Adil ve Kazım Özselçuk kardeşler, babalarından zanaatı öğrenerek hayatlarını bu işle kazanmışlardır. Kazım Özselçuk, Bedesten’de, Kebapçılar İçi’nde bir dükkânda çalıştıktan sonra İstanbul’a gitmiş, mesleğini orada devam ettirmiştir.



Koyu bir Konya İdmanyurdu taraftarı da olan Adil ustanın İdmanyurdu üyelik cüzdanı. Fotoğraf: Recai Kıcıkoğlu Koleksiyonu. 


Adil Özselçuk usta (1908-1957) ise şehrin en yetkin saatçi ustalarından biri olarak, Bedestenin Hükümet Meydanı’na bakan tarafında küçük merdiven altı bir dükkânda birçok kalfa yetiştirmiştir. Onun kalfaları da ustalarının geleneğini sürdürmüşlerdir. Bunlardan Mukadder Nalçacı, “Şen Saatçi” ismiyle Saray Çarşısı’na dükkân açmış, sonraları 1960’lı yıllarda Yunanistan’a göç kararı alan bir aileye ait olan Sirkeci’deki bir dükkânı devralmış ve işi İstanbul’a “Konyalı Saatçi” ismiyle taşımıştır. Aslen Malatyalı olan Ermeni vatandaşlarımızdan Kevork Nacaroğlu’ndan da 1988 yılında Nacar saatlerinin marka haklarını satın almışlardır.  Sonraki yıllarda Almanya’dan getirdiği makinelerle mekanik duvar saati üretse de pilli mekanizmaların yaygınlaşmasıyla üretimi durdurmuştur. Bugün sadece “Erben” marka bekçi saatleri üretmektedirler. Mukadder Nalçacı’nın ustası, Aziziye Camisi’nin karşısında dükkânı olan Saatçi Şıh olduğu da söylenmektedir. Bu da Saatçi Şıh’ın şehrin öncü saat ustaları arasında olduğunu göstermektedir.


Konya'nın en eski saatçi dükkânı olan Şen Saatçi, geçmiş zamanın ihtişamıyla zamana hâlâ ayar veriyor. Dükkânın önünde Necati Ercengiz görülüyor. Fotoğraf: T. Sakman. 

 

Saray Çarşısı’ndaki dükkânı ise önce Mustafa Kolat sonrasında ise Necati Ercengiz ve ortakları devralmış ve günümüze kadar aynı isimle şehrin saat piyasasına hizmet vermişlerdir. Uzun yılların birikimi sinen, şehrin saatçilik tarihine tanıklık etmiş dükkâna her girişimde, saatlerin ruhunu hissederim. Bugün ne zaman yolum çarşıya düşse, o mekanik saatlerin ihtişamlı günlerinin gizli bir çağrısına uyar gibi anıların büyüsüne kapılıp Şen Saatçi’ye uğrar, Necati Ercengiz abimizle geçmişi yad ederiz… Şehrin saat kültürüyle özdeş bir dükkân; her ne kadar bugün pilli mekanizmaların yaygınlaşması ve vahşi kapitalizmin “yenisini al” sloganını bir emir telakki edip, ucuz ama asla kalitesi olmayan pilli mekanizmalara yönelmeyi kendisine düstur edinenlerin çoğalmasıyla, yalnızlığına gömülmüş gibi dursa da şehrimizin en köklü müesseselerinden biri olmaya devam etmektedir.  
 
Adil ustanın kalfaları arasında; Uysal Saatçi Mehmet Dikilitaş, Osman Dinsel gibi şehrin en önemli ustalarını sayabiliriz. Adil ustanın kalfalarından olan Recai Kıcıkoğlu, saat tamirciliğini bırakmış gözlükçülüğe dönmüş keza Adil ustanın üçüncü kuşak torunları da gözlükçülük yapmaktadırlar. Adil ustanın 1967 yılındaki vefatını müteakip dükkânı devralan kalfası Recai Kıcıkoğlu mesleği devam ettirmiştir. Şehre mekanik saatlerin ayar makinesini ilk o getirmiş, şimdi geçmişten tatlı bir anı olarak kalan Konya Fuarı’nda, takribi 1974 yılında saatleri ayarlayarak büyük sükse yapmıştır.


Konya'ya mekanik saatlerin ayar makinesini ilk getiren Recai Kıcıkoğlu usta, Konya Fuarı'nda mekanik saatleri ayarlayarak büyük ilgi çekmiştir. Ayakta duran kardeşi Ruhi'nin genç yaşta vefatı, şehirdeki saat camiasını büyük üzüntüye boğmuştu. Rahmet diliyoruz. Fotoğraf: Recai Kıcıkoğlu Koleksiyonu. 

Şehirdeki önemli saat onarım ustalarından birisi de Uysal Saatçi ismiyle bilinen Mehmet Dikilitaş’tır (1926-2006). İyi bir saatçi ustası olması yanında müşterileriyle ilişkileri de oldukça samimidir. Şen şakrak, güler yüzlü bir yapıda olan Mehmet Dikilitaş, uzun yıllar Bedesten’de saat tamir ederek Konyalılara hizmet etmiştir. Yüzüne baktığınız zaman kalbindeki sevgileri hissetmemeniz mümkün değildir. Tam bir ahidir; yedi düvelle dost, tüm insanlarla kardeştir. İşini tam yapar karşılığını alır, parası olmayandan da dua ister, oldukça da hayırseverdir… Konya esnafının tam bir örneğidir o, dürüstlüğüyle de müşterilerinin her zaman takdirini kazanmıştır. Esasen o dönemlerde saatçilerde aranılan en önemli özellik dürüst olmasıydı. Benim çıraklık anılarım arasında çok yer eden Mehmet Dikilitaş, yetiştiremediği işleri bize yollar, babamla birlikte tamir ederdik.

Uysal Saatçi Mehmet Uysal, pilli mekanizmaların yaygınlaşmasıyla Bedesten’deki dükkânını oğlu Mustafa’ya bırakarak kendisi yan tarafta, üst kata taşınarak tamirciliğini sürdürmüştür. Bir sohbetimizde “eline pilli saat almadığını ve hiç pil takmadığını” gururlanarak söylemişti. Ustalığı nedeniyle haklı üne kavuşan Mehmet Uysal’ın mekanik mekanizmalara olan saygısını ve sevgisini en iyi anlatan bu duruşu olmalıdır. Babam Mazhar Sakman’ı çok sever ve sayar ona “Profesör, saat profesörü” diye hitap ederdi. Babamın Türbe Caddesi’nde açmış olduğu dükkân beklentilerini karşılamayınca arayışlara girer. Parası da yoktur, Mehmet Uysal imdada yetişir, sermaye ortaya koyar, emek babamdandır. Tevkifiye Caddesi’nde ortak dükkân açarlar. Masraflar çıktıktan sonra kârı paylaşırlar. Bir gün babam para vermeye gittiğinde Mehmet Uysal, “Tamam Profesör, sen devam et, ben verdiğim parayı aldım, dükkân senindir” diyerek büyük kadirşinaslık gösterir. Babam bunu her hatırlayışında minnet duygularını ifade etmekten çekinmezdi. İkisine de rahmet olsun… 


Bir gün dükkânının anahtarını babama verir, “Profesör, benim 15 dakikalık bir işim var, dükkâna bir bakıver” der gider. Babam kendi dükkânını bırakır Mehmet abinin dükkânına gider. Yarım saat geçer gelen yok, bir saat geçer gelen yok, akşam olur yine gelmez Mehmet Dikilitaş. Ertesi sabah babam kendi dükkânını açmaz Mehmet abinin dükkânını açar. Mehmet abinin müşterisi çoktur ayrıca kalfalar, çıraklar vardır, gece yarılarına kadar çalışır kendi dükkânını açmaz. O zamanlar yeni saat de satmaktadır Uysal Saatçi. “Para, yığıldı” derdi babam. Tam 15 gün sonra gelir Mehmet abi, 15 dakika, 15 gün olmuştur… 15 gün kendi dükkânını açmaz, arkadaşının, dostunun dükkânını açık tutar…
 
Böyle dostluklar, böyle insanlıklar çok mu geride kaldı? Neleri kaybettiğimizi bile hatırlamıyoruz şimdi…
 
TAHİR SAKMAN

 

17 Temmuz, 2023

ZAMANA AYAR VEREN USTALAR / KONYA SAATÇİLERİ (1)

Ahmet Eflaki Dede'nin Topkapı sarayında sergilenen el yapımı yüzde yüz Türk saati. İskelet saat tarzında imal edilen saatin üst tarafı Mevlevi sikkesini andırmakta ve üzerinde de hatla şu ifadeler yer almaktadır: "Muvakkiti cennet mekân Sultan Mahmud Han- Ahmet Eflâkî Dede El Mevlevî - Asitane"
Fotoğraf: Topkapı Sarayı Saat Koleksiyonu, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2012.

 

ZAMANA AYAR VEREN USTALAR / KONYA SAATÇİLERİ (1)

 

Konya’nın ilk saatçileri diğer birçok zanaat dalında olduğu gibi gayrimüslim vatandaşlarımız olmalıdır. O dönemlerde dini kaygılardan veyahut yanlış yorumlardan dolayı özellikle saatçilik, kuyumculuk gibi zanaatlara insanımız mesafeli durmuştur. Oysa 16. yüzyılda Osmanlı saat ustaları tamamen el işçilikleriyle saat üretmeye başlamışlardı.

 

Osmanlı’da ilk rasathanenin kurucusu olan Takiyüddin bin Maruf, 1575 yılında saat yaptığı gibi nasıl yapılacağını da gösteren bir kitap yazmıştır. 1556 yılında El-Kevakibü’d-Dürriye fil-Bengamatü’d-Devriye, “Mekanik Saat Konstrüksiyonuna Dair En Parlak Yıldızlar” isimli bu kitapta, saat yapımı dönemin tekniğine göre ayrıntılı olarak anlatılmıştır… Rasathanenin topa tutularak yıkıldığını söylemeye gerek yok sanırım.

 

2012 yılında Topkapı Sarayı’nda açılan saat sergisinin kataloğu. Tektaş Saatçilik katkılarıyla Kültür Bakanlığı tarafından “Topkapı Sarayı Saat Koleksiyonu” ismiyle yayımlanmıştır.

Uzunca bir suskunluk döneminden sonra 19. yüzyılda saat yapımı çoğalmaya başlamıştır. Fransız saatlerinden ilham alarak Ahmet Gülşenî Dede, Ahmet Eflaki Dede, Süleyman Leziz, Şeyh Dede, Mehmet Şükrü, Derviş Yahya kendi başlarına yetersiz imkânlarla iskelet saat üretmeye muvaffak olmuşlardır. Bahsettiğimiz isimlerin dışında da kendi imkânlarıyla saat üreten başka ustalarımız da mevcuttur ancak bunların sayısı oldukça azdır ve ne yazık ki sanayileşemememiz nedeniyle toplu üretime hiçbir zaman geçememişlerdir.


Ahmet Gülşeni Dede'nin 1809 yılında yaptığı Destar-ı Mevlâna şeklindeki fanuslu iskelet saati. Saatin üzerinde "Muvakkit-i Sultan Mahmud Ahmet Gülşeni-ül  Mevlevi, sene 1224" yazılıdır. Fotoğraf: Zamanın Görünen Yüzü Saatler, YKY, 2009, İstanbul.

Ahmet Eflaki Dede, 1847 yılında ilk saatini yapmıştır. 1851 yılında Londra’da bu saati sergiledikten sonra Paris’e gitmiş, bir saat fabrikasında iki yıl çalıştıktan sonra saat yapımında kullanabileceği bir takım alet edevat ile birlikte 1853 yılında İstanbul’a geri dönmüştür. Bir lakabı da Saatçi Dede’dir… 11 adetle en çok saat üreten isimdir, eserleri Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir. 

 

Saat yapım ustalarının büyük bölümü Mevlevî dedesidir ve yaptıkları saatler iskelet saat tabir edilen saatlerdendir ki bu da tamamen Hz. Pir’in “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün” vecizesinden yola çıkarak, içimizin dışımızın aynı olduğunu göstermek amacı taşımaktadır. Ve bu saatlerin pek çoğu, işçilikleri nedeniyle günümüzde sanat eseri sayılmaktadır. Recep Gürgen ustanın ve ona kalfalık ederek saatçiliği öğrenen Şule Gürbüz’ün yıllarca gece gündüz bedelsiz çalışarak yeniden hayat verdiği bu saatler, Topkapı Sarayı’nda 2012 yılından itibaren sergilenmektedir.  

 

Çemberlitaşlı Mustafa Şem’i Pek (1870-1955), saat yapım ustalarımızın sonuncusudur. Kule saatleri alanında yoğunlaşan usta, İstanbul’un bazı semtlerindeki kule ve cephe saatlerinin yapımcısıdır. Atatürk’ün çabasıyla ülkemize yerleşen Alman teknisyenlerle de çalışma imkânı bulan bu ustamızın bazı duvar saatleri zaman zaman sergilenmekteyse de kule saatleri, pilli mekanizmalarla değiştirilmiş ve ustanın saatleri kaybolmuştur.


Sufiler için İbn Arabi “Vaktin Oğulları” der… Sabır taşını elbet duymuşsunuzdur, Mevlâna Müzesi’nde görmüşsünüzdür, bir derviş bütün bir ömrünü bunu yontmakla geçirir ve tüm ömrü bununla geçermiş… tıpkı bunun gibi bu Dedelerin de büyük çoğunluğu yaşamları boyu tek saat yapmışlar, saatlerin seslerini virtleriyle birleştirme yolunu seçmişler.


Zamanın Görünen Yüzü Saatler, YKY Yayımları, 2009, İstanbul.

 

Sonrası maalesef yok… Oysa gelişen teknolojiyle birlikte seri üretimler yapabilmeliydik… Saat yapan ülkenin uzaya gidebileceği gerçeğinden hareketle, bir anlamda zamana hükmetmenin ve zamanın ötesine geçmenin de bir yoludur. Bunca Mevlevi Dedesinin saate, merakın ötesinde bir önem vermesi bundan olmalıdır. İnce mühendislik ve işçilikle üretilen saatler günümüzde artık nostaljinin de ötesine taşınmaktadırlar.

 

Şehrimize dönersek şehrin ilk saatçileri gayrimüslim vatandaşlardır. Şehirde ilk Türk saatçisi olarak Süleyman Özselçuk ismi öne çıkmaktadır. Şehirdeki Ermeni bir vatandaşımıza 10 TL vererek yanında zanaatı öğrendiği bilinmektedir. Daha sonra iki oğlunu da saatçi ustası yaparak şehirde saatçiliğin yaygınlaşmasına önemli katkı sağlamıştır.


TAHİR SAKMAN



 

15 Temmuz, 2023

ATATÜRK’Ü ANLATMAK



ATATÜRK’Ü ANLATMAK
 
Bunu çok düşünmüşümdür: Atatürk’ün çağdaş uygarlık yolunu benimseyen ve bu yolda; Atatürk ilke ve inkılaplarını anlatmayı ve korumayı kendine amaç edinen kaç tane STK var acaba?
 
Ya şehrimizde? Atatürk’ün çok sevdiği ve sağlığında en çok geldiği hatta babalığını bile seçtiği şehrimizde, Atatürk’le ilgili yılda kaç program yapılıyor dersiniz? Millî bayramlarımız da olmasa adını bile anmayacağız neredeyse…
 
Bir ulusa bağımsızlığını kazandıran, emperyal devletlere baş kaldırarak tüm sömürülen milletlere örnek olan ve Türklük bilincini yeniden hatırlatan Atatürk’ü, beylik laflarla mı geçiştireceğiz?
 
Atatürk’ün kurduğu parti olan CHP bile şehrimizde Atatürk’ün adının anıldığı, ilke ve inkılaplarının geniş kitlelerin katılımıyla anlatıldığı kaç etkinlik yapmış, bilen var mı, ya gören?
 
Eğer Atatürkçü Düşünce Derneği de olmasa… iyi ki şimdi Hüsnü Bozkurt gibi bir genel başkanı var da farkını, dün olduğu gibi bugün de hemen ortaya koyuyor…
 
Atatürk’ü anlatmamız gerek… Atatürk’ün; 1930’ların dünyasına sığmayacak kadar büyük bir lider olduğunu, öngörülerinin nasıl gerçekleştiğini ve nasıl bir deha olduğunu anlatmamız gerek ve tabii ki bunu STK’lar yapmalı…
 
Atatürk’ün emanetine sahip çıkacak yeni dernekler kurulmalı; özellikle çocuklarımıza, gençlerimize yönelik kültür, sanat faaliyetleri yapılmalı… Meydanlar; Atatürk isminin yüreklerimizden volkan gibi taşarak inlediğine şahit olmalı… Atatürkçü düşünceyi sindirmiş bilim adamlarımızı halkımızla buluşturmalıyız. Sanayide, camide, tarlada… ülkemizin her karış toprağında adım atmadığımız bir santim bile yer kalmamalı.
 
Nasıl ki Atatürk, her zaman halkın içinde yaşamışsa, nasıl ki kısa ömründe çok büyük işler başarmışsa… biz de yapabiliriz; Atatürk’ün 10. Yıl Nutkunda “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir” dediği gibi Cumhuriyetimizin nice yüzyıllara erişmesi için Atatürk’ü anlatmamız gerek…
 
Zaman; tatlı su Atatürkçülüğünü, slogan Atatürkçülüğünü bırakma zamanıdır; onlarca, yüzlerce Atatürkçü dernekler, vakıflar kurup anlatmalıyız; Türk’ün çağdaş uygarlık yolundaki mücadelesini… Emperyalizme karşı duruşunu, sadece ve sadece Türk istiklalini düşündüğünü…
 
Sokak sokak, ev ev gezmeli; bire bir insanımıza Atatürk’ün kim olduğunu hatırlatmalı, bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Başta Nutuk olmak üzere Atatürk’ü, Millî Mücadele’yi anlatan kitapları ücretsiz dağıtmalıyız. Her eve bir bayrak, her eve bir Nutuk hediye edebilmeliyiz…
 
Yüce Atatürk’ün yolu, yolumuzdur; başka bir yol bilmiyorum…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

14 Temmuz, 2023

HAVA ŞEHİTLERİ ANITI


Aslında yazmasam mı, bilemedim?
 
Hoca Hasan Camisi'nin minaresine yapılanlardan sonra… Alâaddin Köşkü'nü zaten biliyorsunuz … Kız Öğretmen Okulu binasına diyeceğimiz yok çok güzel oldu ama ya verilen isim? Eğitim camiamıza binlerce öğretmen yetiştirmiş köklü bir kurumun binasına, anılarına, yetiştirdiği öğretmenlere hiç mi saygımız yok? Köklü bir eğitim kurumuna yıllarca ev sahipliği yapmış bir binaya "Taş Bina" denilmesinden sonra gözüm iyice korktu...
 
İplikçi Camisi’nin duvarlarında gün geçtikçe büyüyen çatlakların fotoğraflarını defalarca paylaştım… Caddedeki ağır trafik yükü yetmemiş, tramvay tam gaz devam… Alâaddin Tepesi de öyle… Tarihi Tepe’yi döner kavşak olarak kullanmak hani ecdat diye mangalda kül bırakmadığınız insanlara yapabileceğiniz en büyük saygısızlık değil midir?
 
Defalarca yazdım hatta yıllardır; Tepe’nin etrafındaki ağır trafik yükünün yanı sıra tramvaylar Tepe’ye zarar vermekte, yığma Tepe’nin çöküşünü, sık sulama ile birlikte hızlandırmaktadır.
 
Acaba bunu da yazmasa mıyım, elimizi sürmesek daha mı iyi olur acaba?






 
1936 yılında Alâaddin Tepesi'nde, Tayyare (Hava) Şehitleri bir diğer adıyla İstiklal Savaşı Şehitleri anıtı, 5. Kolordu Komutanı Korgeneral Cemal Cahit Toydemir tarafından şehitlerimizin anısını diri tutmak amacıyla yaptırılmış.










 
Geçtiğimiz günlerde Tepe'de dolanırken gözüme çarptı; anıt yer yer dökülmeye başlamış, gövdesinde ve sütunundaki hasarlar, bakımsız hâli… gözlerim doldu bir an… şehitlerimiz aklıma geldi…



 
Neyse ben yazdım… Aslında 1936 yılında anıta yazılmış:
 
“TÜRK ÇOCUĞU: SENİN VE YURDUN İÇİN CAN VEREN ULU ŞEHİTLERİNİ UNUTMA”




 
Ben unutmadım; umarım siz de unutmazsınız!
 
Şehitlerimizin ruhu şad olsun…
 
TAHİR SAKMAN
 

08 Temmuz, 2023

SAATLERİ KÜSTÜRMEK


 

SAATLERİ KÜSTÜRMEK
 
Bu keyfi hiçbir yerde bulmadım…
 
Koleksiyonumda melül mahzun ve bir gün çalışmayı bekleyen masa saati veya seyahat saati…



 
Rakamlarından Osmanlı dönemlerinde üretildiği açık, menşeini bilmiyorum ama o dönemlerde bu tür saatleri sıklıkla Fransızlar yapıyor. Nereden bakarsanız 150 yıla yakın… Laternalı, sizi müzik çalarak uyandırıyor. Müzik ne çalıyor bilmiyorum ama bunların bir de “Katip” çalanları vardı…



 
Bayram arifesinde sökmüştüm… zil çarkı tam ortadan kırılmış, paslar, küfler ve bir köşede unutulmuşluğun, zamana tik taklarla ses verememenin hüznü…




 
Emin değildim çalışacağından ama çok istedim. Çarkı kaynakla kurtardım, montajını yaptım tamam oldu derken… keskin bir ses, çarkı yeniden ikiye böldü hem de bu sefer tüm parçalarını dağıttı…
 
Bütün bir gece çarkı yeniden toplayıp ona yeniden fener yapmakla uğraştım. Sevgiyle inat ettim: Merhum babam Mazhar Sakman, “saatleri küstürme” derdi, “onlara sevgiyle yaklaş, parçalarını okşar gibi tut, incitme” derdi…



 
Anladım ki bizim saat küsmüştü… Bütün bir gece onu yeniden derledim, topladım, gönlünü aldım. Yatmaya giderken ortalık ağarmıştı ama benim de yüzüm ağarmıştı… saat tam 5.30’du…
 
Bu kadar uğraştan sonra yeniden hayata döndüm sanki saatle…
 
Saatleri, saatlerinizi küstürmeyin, onlar sizin zamanınıza tanıklık ediyorlar, şahidinizdir onlar…



 
Şimdi keyifle karşısında çay içiyorum… Tik takları hayatın sesine eşlik ediyor.
 
Unutmayın; saati küstürmek demek, zamanı küstürmek demektir…
 
TAHİR SAKMAN



07 Temmuz, 2023

YALIN AYAK VERGİSİ

  


Buna da şükür; artık her gün yeni bir vergiyle, zamla uyanıyoruz…
 
Biz uyurken yapıyorlar…
 
Bir öneri hatta iki öneri de benden olsun, bakın bu kıyağımı unutmayın ha!
 
Şimdi Motorlu Taşıtlar Vergisi tekrar alınacak ya, bu tekrardan da tekrar vergisi alınmalı, vallahi almazsanız hatırım kalır!
 
Sonra yalın ayak vergisi alınmalıdır, nasıl mı?
 
MTV’yi sadece aracı olandan alıyorsunuz, ya aracı olmayanlar ne yapsın, onları bu zevkten mahrum bırakmaya hakkınız var mı? Sosyal adaleti sağlamak bakımından, bakın burası çok önemli, yayalardan da vergi almalısınız…
 
Adını da ben buldum iyi mi: Yalın ayak vergisi…
 
Bizim Konya’da benim gibi çulsuzlara “yalın ayak” diyerek hafiften çakarlar…
 
Hem bir deyimi hatırlamış oluruz hem de vergi dünyamıza katkı…
 
Nasılsa yalın ayakların sayısı gittikçe çoğalıyor…
 
TAHİR SAKMAN

MERAM’DA ÇİMLERİ YAKMAK

Bu çimlerin üzerinde hangi vicdan sahibi mangal yakabilir ki?


MERAM’DA ÇİMLERİ YAKMAK
 
Meram; Konya’nın gözbebeği, akciğeri… Meram; şehre her gelenin mutlaka ününden dolayı görmek istediği dahası gidip en azından nefes aldığı bir alan…
 
Evliya Çelebi’nin öve öve bitiremediği… Şimdi görse ne derdi, çok merak ediyorum?
 
Mesire alanında kurban etlerinin parçalanmasını görseydi mesela… mesela; et parçalamaktan, kemik kırmaktan geçtim, işkembe temizleyenini görseydi mesela… Yetersiz lavabolardan yayılan kokuların, çam kokularını nasıl bastırdığını mesela…
 
Sonra mangalcıları görseydi… Meram’da mangal yakılmasını yasaklamak için neyi bekliyor yerel yönetimler bilmiyorum… Duman, duman üstüne… Hafta sonları özellikle cesaretiniz varsa bir gidin Meram’a!
 
İçim sızladı; daha dün ekilen çimlerin üzerinde nasıl mangal yakılabilir ki? Hiç mi insafınız kalmadı, merhamet duygunuza ne oldu? Kültürümüzde yeşil yakılmaz, siz hangi kültüre aitsiniz ki çimlerin üzerinde ateş yakıyorsunuz?   
 
Bayramda sadece şehirdeki görüntüler değildi içimizi acıtan; sen ta Alanya’ya git, orda burda eğlen sonra kaldırımda sız, yat… Tabii ki yetmezdi, çöplerinizi de ulu orta atmalıydınız! Bari arabalarınızın plakasını değiştirseydiniz!
 
Şehir insanını artık tanımakta çok zorlanıyorum…

 

/bir ok düşer hasretten yana
burası selçukya burası konya
ariftir insanı hu sırrı taşır
bu şehir sanki evren
sanki bir başka dünyalıdır
konya bugün
             bir kez daha selçukyalıdır
 
ah kalbim ah şehrim vurdular seni/
 

demiştim bir şiirimde…
 
Ah kalbim, ah şehrim bir kez daha vurmak yetmedi, her gün binlerce kez vurdular seni…
 
TAHİR SAKMAN
 
Meram'da hayata tutunmaya çalışan bir can...

06 Temmuz, 2023

IŞIK ADAM

IŞIK ADAM
 
Uzun yıllar önce okullu kırdığım dönemlerde şimdi Devlet Tiyatrosu olan binada Konya İl Halk Kütüphanesi vardı ve ben her okulu kırışta oraya gider Aziz Nesin'in kitaplarını okurdum.
 
Bu okulu kırma işini bir ara abartmış, tam bir ay okula gitmemiştim. Her sabah okula gider gibi evden çıkar doğru kütüphaneye, Aziz Nesin'in kitaplarına koşardım. Neredeyse tüm kitaplarını okumuştum. Kitapları veren memurun bana kötü kötü bakışlarını saymazsak her şey yolundaydı…
 
İnsanımıza çok şey sundu büyük Usta… Onu da yakmaya kalkmıştık ama o bir şekilde kurtulmuştu.
 
Bedenini bırakalı 28 yıl olsa da o hâlâ eserleriyle aramızda ve öngörüleri her geçen gün teyit ediliyor…
 
Işıklar da uyu büyük Usta…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

KONYA'NIN ÜNLÜ MÜZİSYENLERİ TRT ÇEKİMİNDE


 Konya'nın ünlü müzisyenleri bir arada... Pek çoğu aramızda yok. TRT kaydı, Elimizden Obamızdan isimli program çekimleri... Yıl 1983 veya 84 olmalı...


Hani bugün Angaranın bağları diye okuduğunuz türkü var ya onun aslını okuyorlar...

Siz türkülerinize sahip çıkmazsanız...

TAHİR SAKMAN



SİLLE SEYİR TEPESİ


 

SİLLE SEYİR TEPESİ
 
Bugün günlerden Sille Seyir Tepesi...
 
Bana göre Selçuklu Belediyesi'nin yaptığı en iyi iş... Tertemiz bir hava, oldukça bakımlı çimler, kameriyeler ve çamlar içinde...



 
Manzara özellikle akşam... akşam diyorum; çünkü şehrin çok az bir alanı yeşil görünüyor, gerisi kırmızı damlı beton... Buradan bakınca nasıl bir beton kuşakla çevrildiğimizi rahatlıkla görebiliyoruz.



 
Akyokuş, kasr(!) inşaatı nedeniyle kapalı olunca burası oldukça rağbet görüyor. İnsanlar piknik yapıyor, çay içiyor, gecenin serin rüzgârları ki abartmıyorum akşamları üşürsünüz... Battaniye getirseniz yeridir.



 
Lavabolar medeniyet göstergesidir; Seyir Tepesi çoktan alkışı hak ediyor. Tuvalet kâğıdı, peçeteler, sabunlar, tertemiz ve hiç koku yok... 
 
Darısı Meram'ın başına desek mi?
 
Haydi diyelim o zaman: Zaten Meram, küçüle küçüle bir şey kalmadı. Evliya Çelebi görse şimdi kesin yazdıklarından feragat ederdi... Lavaboların yetersizliği bir yana, bakımsızlığı ve kokudan girilememesi ayrı bir olay... Büyükşehir, bu konuda Selçuklu'yu örnek almalı...



 
Sille Seyir Terası'nda mangal yasak... dumansız piknik yapmanın keyfine varırsınız. Galiba tek sorun, yoğun tercih nedeniyle otoparkın yetmemesi... "Lütfen aracınızı sarı çizgilerin arasına park ediniz" anonsunu duyunca koptum resmen, park etmeyi de mi beceremiyoruz?
 
Neyse, ben keyfime bakıyorum, siz de sıcaktan börtlediğiniz zaman çayınızı da demleyin veya akşam yemeğinizi yüklenin Sille Seyir Tepesi'ne gelin...



 
Bu fakiri de çağırmayı unutmayın sonra vallaha gücenirim...
 
TAHİR SAKMAN

 

03 Temmuz, 2023

BİR SAAT BİR CAN

 

-Bu bir saatin tamir yazısı değildir; bu, bir canın hayata döndürülmesinin hikâyesidir.-


Bu bir masa saati… onu farklı kılan bana çok ilginç gelen kasasını güzelleştiren üstündeki Viking gemisini sembolize eden şeklidir… yetmedi; laternalı masa saati çok gördüm ama böylesini ilk kez gördüm; onu özel kılan, saatin üstündeki üç adet çana, dört ayrı tokmakla vurarak müzikle uyandırmasıdır.

 

Görüntüsü çok ilgimi çektiğinden, uzun, çok uzun yıllar önce, kalfalık dönemlerimde bu saati tamir etmeye kalkmıştım ama merhum babam Mazhar Sakman “Uğraşma oğlum, sen onu yapamazsın” demişti. Doğrusu içerlemiştim de…
 
Yıllar sonraydı, bu sefer ses çıkarmadı… Saati çalışır hâle getirdim ama sanırım babam beğenmemişti… (Laf aramızda ben de çok beğenmemiştim.) Sonra bir köşede unutuldu gitti… Ta ki geçtiğimiz haftaya kadar…
 
Masa saatlerimin durduğu raftan indirdim, söktüm… Ama ne uğraştım geceli gündüzlü…
 
/metal yorgunu bendeki zaman
Yer bitirir bütün vidalarımı durmadan/
 
Demiştim bir şiirimde, saati sökünce bu şiiri hatırladım… Metal yorgunuydu, zemberekleri özelliğini kaybetmeye başlamıştı ki yenisi de bulunmuyordu. Esasen, muhtemelen merhum babam daha önce zil zembereği tam ortadan kırılmasına rağmen perçin yaparak hayata tutunmasını sağlamıştı saatin. Bu sefer zemberek başka yerden kırılmaz mı?

Gecenin bir yarısı, babamın geçenlerde bahsettiğim ispirto ocağını yaktım, zembereğin suyunu aldıktan sonra eğe ile açarak tulumba çarkı tırnağına sarılmasını sağladım. Sonra baştan sonra birkaç kez temizlik, bütün paslar, küfler…
 
Pandülünü düzelttim, aksının kütleşen uçlarını yağ taşında ve Çekoslavak taşında düzelttim.  Saatin ilk tik taklarını duyunca değmeyin keyfime, hani kalbe şok uygulayan doktorların sevinci gibiydi hissettiklerim. Uğraşlarım boşa gitmemiş, bir can hayata yeniden dönmüş tik taklarla zamanı yeniden selamlıyordu…



Üretim yılı ve menşei hakkında bir bilgim yok; ancak tahminime göre bir Alman saati, belki de İngiliz’dir… Osmanlı Roma rakamlı kadranı, onun Osmanlı döneminde üretildiğini gösteriyor. Artık o, Türk zamanlarının hizmetinde…
 
Keşke bu saatleri biz üretebilseydik… O zaman üzendeki sembol Viking gemisi değil; Türk kadırgası olurdu…


 
Yeniden rafına kaldırmadan önce birkaç gün daha sesiyle terapi yapıp kalp ritmimi düzenleyeceğim… sonra Viking gemisine binip ver elini huzur ülkesi…
 
Bir saat aslında bir saat değil; zaman kulvarında yürüyen hikâyemizdir…
 
TAHİR SAKMAN