YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

16 Ekim, 2022

BİR FİNCAN GÖKYÜZÜ (KALDI MI)



Abi, valla benim suçum yok! Bütün kabahat şu yıldızda... O yıldız öyle bakmasaydı, vallahi de billahi de ekmek, Kur’an çarpsın, iki gözüm önüme aksın; o yıldız gülmeseydi, tebessüm eden rüzgârların kenarında ağlamayacaktım. Gölgelerime bıçaklar sokup katilimi ihbar etmeyecektim. Kendimi adam yerine koyup adam gibi yaşamayacaktım. Bütün suç abi şu yıldızda; her gece yoluma çıkıp kanıma batırır ışıklarını. Öyle çok konuşur ki aslında hiç konuşmaz; susarken konuşur o. O dediysem o benim… Aslında siz de bensiniz; farkında mısınız? O yıldızı susturduğumda ben hiç konuşmuyor olacağım ve siz artık o yıldızın ışıklarında dans edeceksiniz, hayallerinizle... Hayal, hayalleriyle dans edecek!


Çok gülerim artık… Aslında gülen; gülünendir ve geceye düşerse ışıklarınız...
 
Şey hani diyorum ki bizde kalmamış da annem gönderdi; bir fincan ödünç gökyüzü verir misiniz?


Hatırlar mısınız?
 
Hani bir zamanlar; komşunun komşu olduğu zamanlar canım… komşuluğun ötesinde; can olduğu, derman olduğu zamanlar?
 
Evde eksik, gedik olduğu zaman tamamlayan, açık kapı gördüğü zaman örten komşuların dönemini? Eğer kokarsa yedi komşuya dağıtıldığı?
 
Ocakta yemek pişerken yağın yetmediği, çay içerken şekerin bittiği hatta eve misafir geldiği zaman kahvenin olmadığı… Sofrada ekmeğin yetmediği…
 
Ama ne gam; komşular vardı, komşu gibiydi hepsi de…
 
/Komşu gibi komşular vardı
Her derdimize koşardı/
 
Annem hemen elime bir fincan tutuşturur, komşuya yollardı…
 
“Hatice teyze bizde kalmamış da annem gönderdi…”
 
Sonra alınan misliyle bir vesile ile iade diyemem; çünkü karşılıksızdı her şey belki hediye veya paylaşmak daha doğru bir tanım olacak…
 
O geçtiğimiz yollar artık bize çok uzaklardan el sallarken, mazinin sisleri kulaklarımıza yeni şarkılar söylüyor…
 
Bırakın o komşuları, fincanların bile huyu değişti… kimisi büyüdü kimisi french press mahkûmları gibi…
 
Bir yüreğimiz kaldı geriye, bir de solumaya çalıştığımız hava, şimdilik bedava!
 
Ve bizler, gri bir gökyüzünün altında dünden kalan bir şarkı gibi elimizde kulpu kırık bir fincan ile dolanıyoruz, annemizden yadigâr kalan bir sesle:
 
“Şey hani diyorum ki bizde kalmamış da annem gönderdi; bir fincan ödünç gökyüzü verir misiniz?”
 

    
TAHİR SAKMAN

13 Ekim, 2022

MESKENİM DAĞLAR BAŞI


Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı
 
-MAZHAR SAKMAN-

 

Ne zamandır dilimde dolanıyor bu mısralar… bu dörtlüğü söylemeye iten nasıl bir ruh halidir?

Her şeyden elini eteğini çekmiş, teslim olmuş, hayata elveda demeye hazır…


“Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı…”


Dağlar edebiyatımızda önemli bir yer tutar; ululuğun yanı sıra yalnızlığın, küskünlüğün de simgesidir ve tek başına bir dağ çok şey ifade eder. “Dağların başını mesken edinmişim artık gezmeye ihtiyacım kalmadı; yalnızlığım, tek başınalığım bana yeter” derken ikinci mısra bir tokat gibi patlıyor, Mazhar Sakman’ın büyülü kelimelerle örülü zengin dünyasından:


“Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı…”


“Zehir içtim dermana ihtiyacım yok…” yaşamın bir başka yüzünde, başka yaşamların neler çektiğini kim bilebilir; çekenden başka… ve hayata bu kadar küsmek neyin nesidir?


“Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a…”


“Ey tabip, artık ilaç kâr etmez, benim gerçeğim budur” derken her şeyi kabullenmiş harabati bir dervişin eyvallah demesi gibi… oysa her derdin bir dermanı var… mı? Ya gönül derdinin ya ayrılığın, hasretin?


“Hayfa ki uhibban Lokman’a hacet kalmadı…”


“Heyhat, dostlarım, yarenlerim; artık çağırmayın Lokman’ı, gerek kalmadı…” yaşam yapacağını yapmıştır ve geri dönüşü yoktur, girdiğimiz bu son dönemeçtir, çıkışı yok… bu kaçıncı hüzündür bilinmez ama bilinen; hüznün kalbimizde açtığı derin yaraların onulmaz olmasıdır…


Mazhar Sakman


Dörtlük, merhum babam Mazhar Sakman’a ait ve yazı da dünyaca ünlü hattatlarımızdan Hüseyin Öksüz’ün hat çalışmalarına başladığı yıllardan bir hatıra…


Ünlü hattat Hamit Aytaç’ın talebesi olan Hüseyin abi, babamı çok sever, çok hürmet ederdi ve babam da onu çok severdi. Babam, ehli dil insanlarla dostluk kurmasını çok severdi. Cahil insanlarla (buradaki cehalet mektep, medrese değil elbet; anlayıştır, olgunluktur, idraktir) sohbet etmezdi.


Hüseyin abinin o dönemlerde Türbe Caddesi’nde, Aziziye Camisi’nin karşısında “Şehir Eczanesi” ismiyle iş yeri vardı ve o iş yeri ehli dil insanların uğrak yeriydi.  


Hattat Hüseyin Öksüz.


Bağlama, kanun derken ney üfleyeceğimi söyledim babama o da elimden tuttu Hüseyin abinin eczanesine götürdü. Hüseyin abiyle eczanenin arkasına geçtik ve oradaki neylerin arasından deneyerek bir ney seçti ve nasıl ses çıkarılacağını gösterdikten sonra “ses çıkarınca gel” dedi…


Tam bir ay uğraştım ses çıkarmayı becerdim ama… Neyi götürdüm Hüseyin abiye ve “ses çıkardım ama bu bana göre değil” dediğimi hatırlıyorum…  


Büyük kızım Şule de öğrencilik yıllarında Hüseyin abinin talebesi olmuş, hat çalışmış ama evlenince ara vermek zorunda kalmıştı. 


Babamın böylesine güçlü dörtlüklerinin ve şiirlerinin olduğunu doğrusu yıllar sonra öğrenecektim; bize hiç söylemezdi belki de anlayamayacağımızı düşünmüş olmalıydı ama asıl etkenin kendini gizlemek olduğunu varsayıyorum; çünkü babam gösterişi çok sevmeyen ve Anadolu / Konya insanının mütevazı olmasından kaynaklandığını biliyorum.


Vefatından sonra mezar taşına yazılmasını istediği dörtlüğü bile bize değil; Udi Bestekâr Timur Alpsakarya’ya kendi el yazısıyla emanet etmiş ve Timur abi bana getirmiş ve bizde mezar taşına yazdırmıştık:


Ol kadar mağmum seng-i mezârım acep nedendir
Şu hâk içre metfun olmuş yatan cânip bedendir
Sorma zâir pür melâl hâlini Hoca Mazhar’ın
Râh-ı ebediyete zâr ü zâr ağlayıp gidendir 


Bizim ailede şiir söyleme geleneği babaannemden gelmektedir. Babamın ne kadar şiiri var bilmiyorum ama bize ulaşan 10’a yakın şiir üzerinde de yakında bir çalışma yapmayı umuyorum hatta babamın Konya Muallim Mektebi yıllarından kalan; içinde beğendiği şairlerin şiirlerini eski Türkçeyle yazdığı bir cönkünü de paylaşmayı düşünüyorum.


Babamın bu ruh halini kısmen anlayabiliyorum; “babamla birlikte geçirdiğim 37 yıl onun dünyasını kısmen anlamama neden oldu” desem de babamı asıl şimdilerde daha iyi anlıyorum. Onu işrete düşüren ve hiçbir şeye önem vermemesine neden olan saikler onun gibi sanatçı ve özgür bir ruhun; dar bir çerçeveden, onu anlamaya düşünce dünyalarının izin vermeyecek bir çevreden kendini soyutlamaya çalışmasıdır.


Türkülerin ötesinde iç dünyasında dinmeyen fırtınaların, tükenmeyen özlemlerin, acıların ve anlaşılamaz olmanın verdiği hüznün ötesinde bir yaşam biçimi kurmak kolay olmasa gerek…


Rumi 1397 tarihli (1981) altında Hüseyin Konevi olarak imzası bulunan değerli hat sanatçımız Hüseyin Öksüz abiye bu mısraları sanatıyla ölümsüzleştirdiği ve bu vesileyle bizlere ulaşmasına da vesile olduğu için şükranlarımı sunarken, merhum babama da rahmetler diliyorum.


Ve kubbede baki kalan başka bir şey yok yarına;  mısra mısra asılan efsunlu kelimelerden ve bu kelimelerin ördüğü yaşamlardan başka:


Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı


Not: Hattın aslı kızım Şule'de; "dedemden ve hocamdan ölümsüz bir hatıra" diyerek saklıyor.


ÖNEMLİ NOT: Son mısradaki “Hey fakir” kelimesinin yanlış okunduğu belirterek beni uyaran Sayın Av. Ahmet Ergun ile Prof. Dr. Ahmet Yılmaz’a ilgileri ve uyarıları için teşekkür ederim. Ahmet Ergun abimiz kelimenin aslının “hayfakâr” olması gerektiği yönünde uyarırken Ahmet Yılmaz Hocam ise yazılış itibariyle doğru kelimenin “hayfa ki” olduğunu belirttiler. Ben de arada kaldım ama kelimeyi “hayfa ki” olarak düzelttim. Ayrıca Ahmet Ergun abimiz, dörtlükte "uhibban" (ki bunu ahibban olarak düzeltmiştim) olarak yer alan çevirinin de hatalı olduğunu kelimenin doğrusunun "huban" [güzeller, sevgililer] olduğunu belirtti. Ahmet Ergun ile Ahmet Yılmaz Hocama şükranlarımı sunarım.

TAHİR SAKMAN


 

12 Ekim, 2022

HARAM

bahardı 
arkası yazdı
kıştan önce bir sevda vardı


kuşlar uçardı
gökyüzü sen
yalnızca renginle dolardı


güneşti
baştan başa mehtaptı
ve ağladıkça sevda yağardı


ne günlerdi ömrüm
baştan sona tozpembe
saçlarından dolunaya sarkardı


ağlamak ne
unutmak nasıldır
kanmayın aşka hepsi masaldı


hüzün müydü
yoksa avunmak mı geçenle
ne yapsan boş hepsi dünde kaldı


hayat
bir sevdiğim vardı
yağmurlu bir gün elimden aldı


unutursam yüzünü kusura bakma
kaç ömürlük bu hasret
içimde kaldı


sensiz yaşamak mı
bir zamanlar
haramdı


TAHİR SAKMAN


08 Ekim, 2022

FAHRİYE ÖĞRETMENİM VEYA HAYATA ÇOĞALMAK


Ne zaman baksam bir yıldız kayar
Bilmem kara toprak ne zaman doyar
Saftı öğretmenim yirmi dört ayar
Devrin daim olsun Fahriye Sayar
 
Birer birer eksiliyoruz…


Şehrin aydın insanları, yarına olan mesajlarını sunduktan sonra… Ama o asla eksilmedi; çünkü yetiştirdiği binlerce öğrencisi, Atatürk’ün yolunda yürürken hep onu anacaklar…


“Ne zaman unutsam adını / Ölüm gelir vurur tokadını” demiştim…


Dostlar birer birer gökyüzüne bir kandil gibi…. Fahriye öğretmenim bir kandil gecesi sır oldu…


Yaprak yaprak düştük ağla sonbahar
Sormaya korkarım sırada kim var
Binlerce öğrencin sana minnettar
Gerçeğe sır oldu Fahriye Sayar
 
Onu önce kızlarımın müdüresi olmasıyla tanıdım, sonra Zeki Beştepe dostumun kurduğu Çağdaş Sanat Evi’ndeki şiir akşamlarından… O, çok sevdiği Ümit Yaşar Oğuzcan’ın duygu dolu şiirlerini okurdu ve gözleri dalar giderdi… Vakitsiz sır olan oğlunun özlemlerindeydi hep… Sonra yardım faaliyetlerinden…


En son Zafer’de görmüştüm; “Tahircim, organizasyonu sen yap da toplanalım, şiir okuyalım” demişti… Kabahat bende…


Hep yarınlara ertelerken hayatı, şiir beklemezdi ki…


Bilirim gittiğin yer sonsuz bahar
Işığınla çiçek çiçek açacaklar
Gül kokularıyla taşacak mezar
İsmin kalbimizde Fahriye Sayar
 
Huzur içinde, nurlar içinde ol Sevgili Öğretmenim… Rahmet sana olsun, binlerce öğrencin gibi biz dostların da seni unutmayacağız; her şiir okuyuşumuzda, şiir gibi saf, sevgi dolu kalbini hatırlayacağız…


TAHİR SAKMAN
 


 

07 Ekim, 2022

BİR HAYAT YETMEZ



Bir giz var içimde nicedir saklı

Kıpır kıpır bir şey çözemediğim

Düş onunla güzel gerçek yasaklı

Gün ışıdığında sezemediğim

 

Yaşanmaya hasret nice duygular

Bir hayat yetmez ki kaçtı uykular

Ağıtlar düzerek ağlaşır sular

Bir avuç yeşile bezemediğim

 

Arzularım güne tutsak mı şimdi

Peki ordaki ben söyleyin kimdi

Belki de bir masal belki resimdi

Elimde fırçayla gezemediğim

 

Tatmadım doymadım neydi ki o an

Yaşamadım desem acımaz zaman

İçimde heyecan hey Derviş Ozan

Bir türlü başını ezemediğim

 

Bu şiirin benim için anlamı oldukça büyük… Yıl 1999 ilk kitabıma ismini veren şiirim bu…

Koşma tarzı şiirleri Derviş Ozan mahlasıyla söylediğim yıllardan… Derviş Ozan şiirlerine bugün baktığım zaman ne kadar yalın ne kadar saf olduğunu görebiliyorum. Her türlü kaygıdan uzak rahat bir söyleyiş; yeri geldiği zaman sert yeri geldiği zaman yağmur yüklü bir bulut gibi sevgi dolu…

Kapak fotoğrafı Cahit Sağlık abimize ait olan kitapta, şiirlerimin yanı sıra -o dönemde kendimce bağlama çalıyordum- bestelediğim dokuz türkünün notası da yer alıyor.

En son yirmi kadar kitap ayırmıştım ama bulamıyorum… Rampalı’ya haber bıraktım gelirse benim için alacaklar. Şimdi dostlardan şunu rica ediyorum, elinde Bir Hayat Yetmez’den fazla olan varsa bana verebilir mi?

Kitabın yeni baskısını cesur bir yayımcı çıkana kadar en azından şimdilik yapma imkânımız yok, bu nedenle kitabı yeniden düzenleyerek pdf formatında dijital ortamlarda okunmak üzere paylaşıma açıyorum. Dileyen bilgisayarına / telefonuna indirebilir, ücretsizdir…

İlk olarak 1999 yılında fiziksel olarak yayımlanan bu kitap, baskısının bitmesi nedeniyle pdf formatında dijital olarak yeniden yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler ve türküler, tanıtım amacıyla alınacak kısa alıntılar dışında, ticari amaçlarla izinsiz kullanılamaz.

Blog sayfamdaki www.tahirsakman.blogspot.com E-KİTAP İNDİRME yazısına tıklarsanız açılan sayfada linki görebilirsiniz.

Keyifli okumalar dilerim.

Tüm hayatımız şiirler kadar saf kalabilseydi…

TAHİR SAKMAN




 

 

06 Ekim, 2022

KEMİKLE SÖYLEŞİ VE FEYZİ HALICI İLE BİR ANI



KEMİKLE SÖYLEŞİ


İki kürek toprak altında yerin
Belli ki dertlerin sıkıyor kemik
Duyduğu coştuğu hayal günlerin
Düşüyle topraktan çıkıyor kemik
 
Hangi gül yüzlünün eli koluydun
Kim bilir nasıl da etle doluydun
İçtin şerbetini ecele uydun
Peşine canları takıyor kemik
 
Şimdi bildim seni pek de zengindin
Buluttan toprağın altına indin
Dün mü yok gibiydin bugün silindin
Lâfı boğazımı tıkıyor kemik
 
Kıyametin koptu hesapta mısın
Yücelerden yüce hitapta mısın
Söyle kemik söyle azapta mısın
Cehennem odunu yakıyor kemik
 
Hayatım sırattır ince mi ince
Ha bugün ha yarın sıra gelince
Derviş Ozan der ki Hakk’ı bilince
İçimdeki putu yıkıyor kemik
 
Nedendir bilmiyorum gençlik yıllarımda içimde bir ölüm korkusu hep vardı…


Ölmekten miydi bu korku yoksa yaşayamamanın verdiği bir telaş mıydı?..


Şimdilerde hiç korkmuyorum; belki de ona yaklaşmanın verdiği ve bunca yıl hayatı dibine kadar yaşamanın verdiği bir dinginliktir…


İnsan yaklaştıkça daha bir cesur oluyor, tıpkı Hz. Pir’in gazelindeki gibi:


“Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, aya, batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar hapis gibi görünür amma canın kurtuluşudur o.
Hangi tohum, yere ekildi de bitmedi; ne diye insan tohumunda da böyle bir şüpheye düşmüyorsun yani?”


Yukarıdaki şiiri, Üçler Mezarlığı'nda gördüğüm ve beni ürperten bir kemiğe hitaben söylemiştim, sonra üstat Feyzi Halıcı’ya gittim. O dönemlerde merhum Feyzi abi, Konya Kültür ve Turizm Derneği’nin Türbe Önü’ndeki dernek binasına sık gitmeye çalışır, söylediğim şiirleri ilk ona okurdum ve o da beni sabırla dinlerdi… Dernek binası benim gibi genç ozanların toplanma yeriydi. Rahmet olsun…


Şiiri dinleyen Feyzi abi, koltuğundan doğrulup “edebiyatımızda, kemikle yapılan bir söyleşi şiirini ilk defa duyuyorum" demişti. Tabi benim ne kadar mutlu olduğumu anlatmama gerek yoktur sanırım.


Bu şiirin yer aldığı ve Bir Hayat Yetmez ismini taşıyan bu kitabımın baskısı bitti, bu nedenle dijital olarak yakında sizlerin paylaşımına açacağım ki bu şehr-i Konya’nın bir köşesinde sesimiz yadigâr kalsın…


TAHİR SAKMAN

 

Foto: T. Sakman Arşivi. Feyzi Halıcı, Tahir Sakman ile Konya Kültür ve Turizm Derneği'nde...

 

05 Ekim, 2022

"ÇIKIP ÇIKIP GELME" BESTELENDİ


Dün bir şiir paylaşmıştım; "Çıkıp Çıkıp Gelme" isimli... ve şiiri aynı zamanda sevgili dostum müzisyen Doğan Zade'ye de yollamıştım ki bugün...
Sevgili Doğan ile bizim dostluğumuz çok eskilere dayanır; kendisi Konya'da Güzel Sanatlar Lisesi'nde öğretmenken bazı şiirlerimi bestelemişti.
Bu şiirimi de çok beğenmiş ve "sabah güneş doğarken İzmir'de" diyor; "vapurda imbatların ürpertileri ve martıların çığlıkları arasında notalar dökülmeye başladı..."
Ve demosunu dinledim çok beğendim, tam Doğan'ın tarzı; hayata gülerek bakan yaşam sevinçleriyle dolu...
Önümüzdeki günlerde, aranjesi yapılacak ve stüdyo kaydı gerçekleşecek. O zaman Doğan Zade'nin bu bestesini sizlerle paylaşabileceğim....
Yüreğine sağlık Doğan...
TAHİR SAKMAN


 

04 Ekim, 2022

MANZUM BEKTAŞİ FIKRALARI VE RAMAZAN DAVULU 2017 LİNKİ

 


Şimdi var mı bilmiyorum ama yazdığım yıllarda Bektaşi fıkraları manzum hale getirilmemişti. Üstün bir zekâ ürünü olduğuna hiç şüphe bırakmayacak şekilde mesajını insanları kırmadan veren bu fıkralar aynı zamanda yaşadığımız coğrafyanın da engin hoşgörüsünü simgelemektedir.

Bektaşi fıkralarını nazma çekerken özüne ve özellikle son vurucu sözlerinin  orijinal olarak kalması için azami gayret sarf ettim. Ayrıca 2017 yılında Konya’da bir gazetede yayımlanan Ramazan Davulu 2017 başlıklı ramazan mânilerini de kitaba ekledim.

Meraklıları ve araştırmacıların istifadesine pdf formatında sunuyorum, ücretsiz indirme linki  https://tahirsakman.blogspot.com/ blog sayfamdadır. Ana sayfamdaki SAYFALAR bölümünde yer alan E-KİTAP İNDİRME yazısına tıkladıktan sonra açılan sayfada linki göreceksiniz.

Bu kitap, sadece pdf formatında dijital ortamlarda okunmak üzere hazırlanmıştır. Bu nedenle fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yazarın izni olmadan kullanılamaz.

ISBN: 978-625-00-0943-7

Keyifli okumalarınız olsun…

TAHİR SAKMAN









03 Ekim, 2022

ÇIKIP ÇIKIP GELME

 

 

 Acılarda ara beni bulursun
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
Yeni bir aşkta teselli olursun
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
 
Yağmur sonrası gökkuşaklarıyla
Gecelerin soğuk bıçaklarıyla
Sevdaların sıcak kucaklarıyla
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
 
Anılarım saklı hepsi derinde
Gecelerin gizli kuytu yerinde
Bugün gelme sakın hatta yarın da
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
 
Yaşananlar bitti yoktur eyvahım
Gücenmedim sana kalmadı ahım
Hatırlatma dünde kalsın günahım
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
 
Kuşlarla uçarak hatta yel olup
Gözündeki yaşla coşan sel olup
Sitemlerim sana bana el olup
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
 
Arama sorma yollarıma durma
Eskisi gibi gözlerinle vurma
Dayanmaz kalbim beni fazla yorma
Çıkıp çıkıp gelme gelme n'olursun
 
TAHİR SAKMAN

 


TÜRKÜLERE SUSMAK YAKIŞMAZ

 

 
Müzik susarsa; yaşam susar, insan susar, sen susarsın...

Oysa biz susmayı değil; notalarla yüreklere seslenmek istemiştik...

İnadına müzik değil:

Yaşamak için, hissetmek için, barış için, insanlık için her şeye rağmen müzik...

Unutma müzik susarsa, sen susarsın...

TAHİR SAKMAN 

02 Ekim, 2022

TANRIM




Tanrım ezelden mi karaydı yazım
Yoksa karalayıp bozan ben miyim
Visalin umarken Âdem cennette
Bir günah işleyip azan ben miyim
 
Sade bir nefeslik sürüp dünyaya
Cennet hayâliyle yaşarız güya
Bir yalan yüz ile koşup dergâha
Gönüllerde mezar kazan ben miyim
 
Yarattın da bizi kemikten etten
Suçumuz neydi ki kovdun cennetten
Nefis verdin gözler döndü şehvetten
Melekler bahar da hazan ben miyim
 
İçimizdeki bu ölüm korkusu
Bilinmeze doğru ebet yolcusu
Nedir kabirdeki azap sorgusu
Gül taşan mezardan sızan ben miyim
 
Derviş Ozan der ki bağışla Tanrım
Sen yarın da varsın ben senle varım
Sen ne duyurursan onu duyarım
Söyleyen sensin de yazan ben miyim


TAHİR SAKMAN (Derviş Ozan)
 

22 Eylül, 2022

KONYA VE ÖTESİ


 

Bu sevincin tarifi yok… en azından benim için!

Yaklaşık olarak üzerinde bir yıldır çalıştığım “Konya ve Ötesi” ismini verdiğim ve hacmi nedeniyle (1. cilt 643, 2. cilt 662 sayfa; toplamda 1305 sayfa) iki cilt olarak hazırladığım kitaplar yayıma hazır hâle geldi. 1. cilt, 6 bölümde yer alan (Sarıyakup Caddesi’nde Yaşam Sanatı, Sarıyakup Yazıları, Türbe Caddesi’nde Yaşam Sanatı, Atatürk’ün İzinde, Mevlâna & Sufizm & Ezoterizm, İnsanlar & Mekânlar & Kitaplar) toplam 218 makaleden oluşuyor. 2. kitap ise 7 bölümde (Yemek Kültürü, Ve Ötesi, Söyleşiler, Türkülerdeki Konya, Şehir ve İnsan, öteki-sanat, Tahir Sakman Bibliyografyası) yer alan 123 makaleden oluşuyor. 

Ayrıca bu yılın ramazanında; ekonomik krizlerden mülhem bir kelime oyunuyla RamaZAM Mânileri 2022 ismiyle sosyal medyada ve blog sayfamda yayımladığım mânileri de bir kitapçık olarak hazırladım.


Yazmak ayrı bir tutkudur… Konyaperestlik ise ayrı bir tutku… Ömrümüzü verdiğimiz / ömür veren şehre bir vefa borcudur bu; Konya’nın taşına toprağına âşık olmaktan öte bir duygudur…

Belki bizimki bir ütopya… özlediğimiz / aradığımız belki bir başka Konya; Selçuklu asırlarından, yalın, sevgi ve hoşgörünün harman edildiği, sanatın, kültürün çırıl çırıl sebil edildiği…

Ne kadar ileriyiz… ne kadar geriyiz demek belki daha doğru olacak; ceddim Selçuklu'nun eserlerine bakıyorum, doğayla uyum içerisinde, taşın hamur gibi yoğrulduğu ihtişamlı ama asla kibirli olmayan eserlere… bir de şimdiki beton yığınlarına…

40 yıla yaklaşan yazarlık serüvenimde, çeşitli mecralarda yayımlanmış yazılarımdan (siyasi yazılar hariç) bir seçki hazırladım. Konya ve Ötesi; şehrin sanat ve kültürünü, insanlarını, mekânlarını, anlatıyor. Serin bir dolunay vaktinde Meram’da bülbül sesleriyle avunan bir şairin sitemlerini… ve bozkır ayazında; Orta Asya steplerinden rüzgâr kanatlarıyla kopup, ecdadımın sesini yansıtan türküleri yeniden söylemenin heyecanlarıyla dolu dolu…  Ve olabildiğince fotoğraflarla bir kaynak oluşturmaya çalıştım. Kitabın sonuna ise bir Tahir Sakman Bibliyografyası ekledim, geleceğin olası araştırmacıları için…

Bu bir yaşantının hülasasıdır; ömrümüzü boşa geçirmediğimizin ve kimseye eyvallahımızın olmadığının; sadece şehrin, sanatına ve kültür mirasına karşı boynumuzun kıldan ince olduğunun hikâyesidir.  

               

Tabii ki diğer kitaplarım gibi bu da basılamayacak…

Şanslı günlerimizde basılan 12 kitabıma ilave olarak basılmayı bekleyen 6 kitabıma 3 kitap daha eklendi ve böylece basılmayı bekleyen eserlerimin sayısı 9’a ulaştı…

Konya’dan başka bir şey söylemedim, yazmadım… O Konya; hatıralarımızı süslerken, eserlerimizi geleceğe emanet etmekten başka yolumuz yok…



Önümüzdeki günlerde, günün dijital modasına uyarak; 9 kitabımı e-kitap ve pdf formatında ISBN numarası alarak dijital mecralarda yayımlamayı umuyorum. Ayrıca önümüzdeki aylarda iki veya üç kitap daha hazırlamayı planlıyorum; tezgâhta bekliyor…

Naçizane şehrin kültür hayatına karınca kararınca hizmet ettiğim sayılırsa, perestliğiyle onur duyduğum şehre karşı bir nebze de olsa görevini yapmış insanların huzuru içinde olacağım / öleceğim.

Konya bizi hatırlar mı dersiniz?

Şahap Uzluk, Mahmut Sural, Selçuk Es, Namık Ayas, Muhtar Bedir, İhsan Hınçer, Mehmet Önder, Fuat Önder, Celalettin Kişmir, Feyzi Halıcı, Mehdi Halıcı, Rıdvan Bülbül, İhsan Kayseri, Hasan Özönder, Yalçın Dikilitaş, Nevzat Küçükerdoğan, Koray Ekener, Ümit Necati Pancı, Panos Özararat, Ahmet Ziya Özkul, M. Ali Apalı, Sefa Odabaşı, Seyit Küçükbezirci ilk aklıma gelenler… Onları ne kadar hatırlıyorsa(!) bu şehir; eminim bizi de o kadar hatırlayacaktır…

Ama ne onların ne de bendenizin böyle bir kaygısı ve beklentisi yok; ne yaptıysak Konyaperestliğimizden yaptık…

Kalbim / şiirlerim ve kitaplarım artık sana emanet; şehir…

TAHİR SAKMAN










06 Eylül, 2022

AYNI YERDE OLMADIĞIMIZA İNANIYORUM!

 

Vedat Sakman bir sahne çalışmasında ünlü sanatçı Leman Sam ile birlikte...

 

Dün “Tacize Uğramak” başlığıyla bir yazı paylaşmış ve serzenişlerde bulunmuş yapılan bir fikri tacizden bahisle sitemlerimi yazmıştım.

Beni üzen bu olaya, telif haklarına son derece önem vermesi gereken bir kamu kuruluşunun da dahil olması üzüntümüzün kat be kat artmasına neden olmuştu…

Gözlerim bir an maziye kaydı, hafızamda çağrışımlar oluştu…

Yıl 1994 … Babamın ölümünden bir ay sonra Abim Vedat Sakman ve orkestrası "Özürlü Çocukları Koruma Derneği" yararına sadece Ankara-Konya arası aracının benzin parasını alarak (başka bir ücret almamışlardır) bir konser verirler…   

Konser sonrası şehrin ünlü okullarından birinin [ismi bende mahfuz] öğretmenleri veya yetkili kişileri abimi okulun mezuniyet gününe çağırırlar. Abim Vedat Sakman, bağlı olduğu ajansı işaret eder.

Bundan sonrası… sanki benim bunca yıl sonra yaşadıklarımın bir başka versiyonudur. Geçen bunca yıldan sonra bazı şeylerin değiştiğine, sanata, sanatçıya, edebiyatçıya saygı duyulması gerektiğinin öğrenildiğine inanmak istiyorum.

Yoksa hâlâ aynı yerde miyiz? Böyle olmadığına inanıyorum ama… 

İsterseniz sözü olayı anlattığım 12 Aralık 1998 tarihli Yeni Meram gazetesindeki köşe yazıma bırakayım:

12 Aralık 1998 tarihli Yeni Meram gazetesindeki yazım...


“İLLA…” VEDAT SAKMAN

Son dönemde yetişen, hemşehrisi olmakla övündüğümüz pop [aslında doğrusu müzisyen olmalıdır; çünkü pop, popüler çok çabuk değişebilir ama Vedat Sakman gibi gerçek müzisyenler popüler değil kalıcı eser üretirler] müzik sanatçılarımızdan birisi de Vedat Sakman'dır... Ünlü folklorcu Mazhar Sakman’ın oğlu olan Vedat Sakman, 1949 yılında Konya'da dünyaya gelmiştir. Uzun yıllar İzmir ve İstanbul sahnelerinin aranılan bir ismi olan hemşehrimiz son yıllarda yaptığı bestelerle dikkatleri üzerine çekmiştir.

1987 yılında “Bana Bana” isimli bestesiyle, İsviçre’nin Lozan kentinde yapılan Eurovision şarkı yarışmasında; Arzu Ece, Hazal Selçuk ve Sarper Semiz ile birlikte ülkemizi başarıyla temsil etmiştir. [Orkestra şefi Timur Selçuk'tur.]

Bugüne kadar; Müzisyen, Kapılar, Sevgileri Unutmadık isimli üç adet kaset yapmıştır. Jazz-rock tarzındaki müziğiyle müzikseverlere dostluk ve barış mesajları sunan sanatçımız, birçok televizyon dizisinin de müziğini bestelemiştir. Bunlardan; başrolünü Şevval Sam’ın (Tekin) oynadığı “Feride” ile Türkan Şoray ve Şener Şen’in başrolünü paylaştığı, şu an ATV televizyonunda yayında olan “İkinci Bahar” dizi filmleri en tanınmış olanlarıdır.

Son yıllarda sahne çalışmalarından ziyade beste ve aranje çalışmalarına ağırlık veren Vedat Sakman, müzik dünyasında aranılan bir isim olmuştur...

Bu yılın başlarında piyasaya sürülen; Zühal Olcay’ın “İhanet” isimli kasetindeki bestelerin çoğu Vedat Sakman’a aittir. Müzik direktörlüğünü de Vedat Sakman’ın yaptığı bu kasette hiçbir ticari kaygı düşünülmeden salt sanat için, müzik için uğraş vermiştir.

Zuhal Olcay’ın berrak sesiyle okuduğu şarkılar, size sevgi ve barış dolu bir dünyanın kapılarını aralayıveriyor.

Geçen ay piyasaya çıkan, Leman Sam’ın “İLLA” isimli kasetindeki şarkıların çoğu yine hemşehrimiz Vedat Sakman’a ait. Leman Sam’ın müzik direktörlüğünü de yapan Vedat Sakman, bu kasette çok önemli bestelere imzasını atmıştır. Ünlü söz yazarı Mehmet TEOMAN’ın sözlerini yazdığı “İlla” isimli şarkı şimdiden listeleri zorlamaktadır. Yine aynı kasette Mehmet, Kandili, Sarılsam üşür müsünüz, Her neyse isimli şarkılar dikkat çekmektedir. Leman Sam’ın o nefis sesi ve harika yorumuyla, Vedat Sakman’ın duygu yüklü besteleri birleşince; alıp başınızı ötelerde bir yerlere gidiyorsunuz...

Eğer kısmet olursa bir dahaki kasete Leman Sam bir Konya türküsü okuyacaktır. Tam 18 dilde folk şarkı okuyabilen ünlü sanatçının Konya türküsü okuması folklorumuz için sevindiricidir. Türkülerimizi otantik şekliyle korumamızın yanı sıra aranje edilip gençlerimize dinletebilmek çok önemlidir. Hatta bu şekilde dünyaya dinletebilmemiz bile söz konusudur. Müziğin evrensel boyutunda, bir Konya türküsünün zarif ve kıvrak ezgilerini dünyaya ancak bu şekilde dinletmemiz mümkün olacaktır.

Böylesine önemli bir sanatçımızdır Vedat Sakman. Bunları size niye anlatıyorum? Vedat Sakman’a yapılan bir saygısızlıktan bahsetmek istiyorum!

Radyo Net ve Kâmil Ahat arkadaşımızın organizesinde “Özürlü Çocukları Koruma Derneği" yararına, 23 Ekim 1994 günü Devlet Tiyatrosu Salonu’nda Vedat Sakman bir konser verir. Vedat Sakman ve orkestrası arabalarının (Konya Ankara arası) benzin parasına çıkmıştır bu konsere. Başkaca bir para almamıştır. Daha sonra Konya’da ünlü bir resmi okulun öğretmenleri, Vedat Sakman’a okullarının mezuniyet gününde bir program yapması için teklif götürürler. Doğal olarak Vedat Sakman profesyonel bir sanatçı olduğunu ve ajansıyla görüşmeleri gerektiğini bildirir. Daha sonra sanatçımız telesekreterinden bir mesaj alır. Seslerinden Konya’dan gelen öğretmenler olduğunu anlar, şok olur. “Ülen gidi Gonya’dan gittin de adam mı oldun?” Ve daha ağıza alınmayacak küfürler, hakaretler...

Böyle bir sanatçıyı kaç yılda yetiştiriyoruz? Böyle kaç tane sanatçımız var? Hiç düşündünüz mü? HolIanda’da bir şarkısı iki kere çalınan Vedat Sakman’a telif ücretini gönderen zihniyete bakın, bir de okulun mezuniyet gününde sahneye çıkmak için ücret istedi diye hakaret eden zihniyete bakın!

Konya’yı ben tenzih ediyorum, ama birkaç kendini bilmezin yaptığı hakaret ayıpların büyüğüdür. Değil bir hemşehrimize hiçbir sanatçıya yapılacak bir davranış değildir.

Umarım ki bu yazıyı onlar da okurlar ve bir sanatçıya, bir insana yaptıkları saygısızlığın utancıyla başlarını öne eğerler...

TAHİR SAKMAN