16 Ekim, 2022
BİR FİNCAN GÖKYÜZÜ (KALDI MI)
13 Ekim, 2022
MESKENİM DAĞLAR BAŞI
Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı
-MAZHAR SAKMAN-
Ne zamandır dilimde dolanıyor bu mısralar… bu dörtlüğü söylemeye
iten nasıl bir ruh halidir?
Her şeyden elini eteğini çekmiş, teslim olmuş, hayata elveda demeye hazır…
“Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı…”
Dağlar edebiyatımızda önemli bir yer tutar; ululuğun yanı sıra yalnızlığın, küskünlüğün de simgesidir ve tek başına bir dağ çok şey ifade eder. “Dağların başını mesken edinmişim artık gezmeye ihtiyacım kalmadı; yalnızlığım, tek başınalığım bana yeter” derken ikinci mısra bir tokat gibi patlıyor, Mazhar Sakman’ın büyülü kelimelerle örülü zengin dünyasından:
“Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı…”
“Zehir içtim dermana ihtiyacım yok…” yaşamın bir başka yüzünde, başka yaşamların neler
çektiğini kim bilebilir; çekenden başka… ve hayata bu kadar küsmek neyin
nesidir?
“Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a…”
“Ey tabip, artık ilaç kâr etmez, benim gerçeğim budur” derken her şeyi kabullenmiş harabati bir dervişin eyvallah
demesi gibi… oysa her derdin bir dermanı var… mı? Ya gönül derdinin ya
ayrılığın, hasretin?
“Hayfa ki uhibban Lokman’a hacet kalmadı…”
“Heyhat, dostlarım, yarenlerim; artık çağırmayın Lokman’ı, gerek kalmadı…” yaşam yapacağını yapmıştır ve geri dönüşü yoktur, girdiğimiz bu son dönemeçtir, çıkışı yok… bu kaçıncı hüzündür bilinmez ama bilinen; hüznün kalbimizde açtığı derin yaraların onulmaz olmasıdır…

Mazhar Sakman
Dörtlük, merhum babam Mazhar Sakman’a ait ve yazı da dünyaca
ünlü hattatlarımızdan Hüseyin Öksüz’ün hat çalışmalarına başladığı yıllardan
bir hatıra…

Ünlü hattat Hamit Aytaç’ın talebesi olan Hüseyin abi,
babamı çok sever, çok hürmet ederdi ve babam da onu çok severdi. Babam, ehli
dil insanlarla dostluk kurmasını çok severdi. Cahil insanlarla (buradaki cehalet
mektep, medrese değil elbet; anlayıştır, olgunluktur, idraktir) sohbet etmezdi.
Hüseyin abinin o dönemlerde Türbe Caddesi’nde, Aziziye
Camisi’nin karşısında “Şehir Eczanesi” ismiyle iş yeri vardı ve o iş
yeri ehli dil insanların uğrak yeriydi.

Hattat Hüseyin Öksüz.
Bağlama, kanun derken ney üfleyeceğimi söyledim babama o
da elimden tuttu Hüseyin abinin eczanesine götürdü. Hüseyin abiyle eczanenin
arkasına geçtik ve oradaki neylerin arasından deneyerek bir ney seçti ve nasıl
ses çıkarılacağını gösterdikten sonra “ses çıkarınca gel” dedi…

Tam bir ay uğraştım ses çıkarmayı becerdim ama… Neyi
götürdüm Hüseyin abiye ve “ses çıkardım ama bu bana göre değil” dediğimi
hatırlıyorum…
Büyük kızım Şule de öğrencilik yıllarında Hüseyin abinin
talebesi olmuş, hat çalışmış ama evlenince ara vermek zorunda kalmıştı.
Babamın böylesine güçlü dörtlüklerinin ve şiirlerinin
olduğunu doğrusu yıllar sonra öğrenecektim; bize hiç söylemezdi belki de
anlayamayacağımızı düşünmüş olmalıydı ama asıl etkenin kendini gizlemek
olduğunu varsayıyorum; çünkü babam gösterişi çok sevmeyen ve Anadolu / Konya
insanının mütevazı olmasından kaynaklandığını biliyorum.
Vefatından sonra mezar taşına yazılmasını istediği
dörtlüğü bile bize değil; Udi Bestekâr Timur Alpsakarya’ya kendi el yazısıyla
emanet etmiş ve Timur abi bana getirmiş ve bizde mezar taşına yazdırmıştık:
Ol kadar mağmum seng-i mezârım acep nedendir
Şu hâk içre metfun olmuş yatan cânip bedendir
Sorma zâir pür melâl hâlini Hoca Mazhar’ın
Râh-ı
ebediyete zâr ü zâr ağlayıp gidendir
Bizim ailede şiir söyleme geleneği babaannemden gelmektedir. Babamın ne kadar şiiri var bilmiyorum ama bize ulaşan 10’a yakın şiir üzerinde de yakında bir çalışma yapmayı umuyorum hatta babamın Konya Muallim Mektebi yıllarından kalan; içinde beğendiği şairlerin şiirlerini eski Türkçeyle yazdığı bir cönkünü de paylaşmayı düşünüyorum.
Babamın bu ruh halini kısmen anlayabiliyorum; “babamla
birlikte geçirdiğim 37 yıl onun dünyasını kısmen anlamama neden oldu” desem
de babamı asıl şimdilerde daha iyi anlıyorum. Onu işrete düşüren ve hiçbir şeye
önem vermemesine neden olan saikler onun gibi sanatçı ve özgür bir ruhun; dar
bir çerçeveden, onu anlamaya düşünce dünyalarının izin vermeyecek bir çevreden
kendini soyutlamaya çalışmasıdır.
Türkülerin ötesinde iç dünyasında dinmeyen fırtınaların,
tükenmeyen özlemlerin, acıların ve anlaşılamaz olmanın verdiği hüznün ötesinde
bir yaşam biçimi kurmak kolay olmasa gerek…
Rumi 1397 tarihli (1981) altında Hüseyin Konevi olarak
imzası bulunan değerli hat sanatçımız Hüseyin Öksüz abiye bu mısraları sanatıyla
ölümsüzleştirdiği ve bu vesileyle bizlere ulaşmasına da vesile olduğu için
şükranlarımı sunarken, merhum babama da rahmetler diliyorum.
Ve kubbede baki kalan başka bir şey yok yarına; mısra mısra asılan efsunlu kelimelerden ve bu
kelimelerin ördüğü yaşamlardan başka:
Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı
Not: Hattın aslı kızım Şule'de; "dedemden ve hocamdan ölümsüz bir hatıra" diyerek saklıyor.
ÖNEMLİ NOT: Son mısradaki “Hey fakir” kelimesinin yanlış okunduğu belirterek beni uyaran Sayın Av. Ahmet Ergun ile Prof. Dr. Ahmet Yılmaz’a ilgileri ve uyarıları için teşekkür ederim. Ahmet Ergun abimiz kelimenin aslının “hayfakâr” olması gerektiği yönünde uyarırken Ahmet Yılmaz Hocam ise yazılış itibariyle doğru kelimenin “hayfa ki” olduğunu belirttiler. Ben de arada kaldım ama kelimeyi “hayfa ki” olarak düzelttim. Ayrıca Ahmet Ergun abimiz, dörtlükte "uhibban" (ki bunu ahibban olarak düzeltmiştim) olarak yer alan çevirinin de hatalı olduğunu kelimenin doğrusunun "huban" [güzeller, sevgililer] olduğunu belirtti. Ahmet Ergun ile Ahmet Yılmaz Hocama şükranlarımı sunarım.
TAHİR SAKMAN
12 Ekim, 2022
HARAM
bahardı
arkası yazdı
kıştan önce bir sevda vardı
kuşlar uçardı
gökyüzü sen
yalnızca renginle dolardı
güneşti
baştan başa mehtaptı
ve ağladıkça sevda yağardı
ne günlerdi ömrüm
baştan sona tozpembe
saçlarından dolunaya sarkardı
ağlamak ne
unutmak nasıldır
kanmayın aşka hepsi masaldı
hüzün müydü
yoksa avunmak mı geçenle
ne yapsan boş hepsi dünde kaldı
hayat
bir sevdiğim vardı
yağmurlu bir gün elimden aldı
unutursam yüzünü kusura bakma
kaç ömürlük bu hasret
içimde kaldı
sensiz yaşamak mı
bir zamanlar
haramdı
TAHİR SAKMAN
08 Ekim, 2022
FAHRİYE ÖĞRETMENİM VEYA HAYATA ÇOĞALMAK
Ne zaman baksam bir yıldız kayar
Bilmem kara toprak ne zaman doyar
Saftı öğretmenim yirmi dört ayar
Devrin daim olsun Fahriye Sayar
Birer birer
eksiliyoruz…
Şehrin aydın insanları,
yarına olan mesajlarını sunduktan sonra… Ama o asla eksilmedi; çünkü
yetiştirdiği binlerce öğrencisi, Atatürk’ün yolunda yürürken hep onu anacaklar…
“Ne zaman unutsam
adını / Ölüm gelir vurur tokadını” demiştim…
Dostlar birer birer
gökyüzüne bir kandil gibi…. Fahriye öğretmenim bir kandil gecesi sır oldu…
Yaprak yaprak düştük ağla sonbahar
Sormaya korkarım sırada kim var
Binlerce öğrencin sana minnettar
Gerçeğe sır oldu Fahriye Sayar
Onu önce kızlarımın
müdüresi olmasıyla tanıdım, sonra Zeki Beştepe dostumun kurduğu Çağdaş Sanat Evi’ndeki
şiir akşamlarından… O, çok sevdiği Ümit Yaşar Oğuzcan’ın duygu dolu şiirlerini
okurdu ve gözleri dalar giderdi… Vakitsiz sır olan oğlunun özlemlerindeydi hep… Sonra
yardım faaliyetlerinden…
En son Zafer’de
görmüştüm; “Tahircim, organizasyonu sen yap da toplanalım, şiir okuyalım”
demişti… Kabahat bende…
Hep yarınlara
ertelerken hayatı, şiir beklemezdi ki…
Bilirim gittiğin yer sonsuz bahar
Işığınla çiçek çiçek açacaklar
Gül kokularıyla taşacak mezar
İsmin kalbimizde Fahriye Sayar
Huzur içinde, nurlar
içinde ol Sevgili Öğretmenim… Rahmet sana olsun, binlerce öğrencin gibi biz
dostların da seni unutmayacağız; her şiir okuyuşumuzda, şiir gibi saf, sevgi
dolu kalbini hatırlayacağız…
TAHİR SAKMAN
07 Ekim, 2022
BİR HAYAT YETMEZ
Bir giz var içimde nicedir saklı
Kıpır kıpır bir şey
çözemediğim
Düş onunla güzel
gerçek yasaklı
Gün ışıdığında
sezemediğim
Yaşanmaya hasret
nice duygular
Bir hayat yetmez ki
kaçtı uykular
Ağıtlar düzerek
ağlaşır sular
Bir avuç yeşile
bezemediğim
Arzularım güne
tutsak mı şimdi
Peki ordaki ben
söyleyin kimdi
Belki de bir masal
belki resimdi
Elimde fırçayla
gezemediğim
Tatmadım doymadım
neydi ki o an
Yaşamadım desem
acımaz zaman
İçimde heyecan hey
Derviş Ozan
Bir türlü başını
ezemediğim
Bu şiirin benim için
anlamı oldukça büyük… Yıl 1999 ilk kitabıma ismini veren şiirim bu…
Koşma tarzı şiirleri
Derviş Ozan mahlasıyla söylediğim yıllardan… Derviş Ozan şiirlerine bugün
baktığım zaman ne kadar yalın ne kadar saf olduğunu görebiliyorum. Her türlü
kaygıdan uzak rahat bir söyleyiş; yeri geldiği zaman sert yeri geldiği zaman yağmur
yüklü bir bulut gibi sevgi dolu…
Kapak fotoğrafı Cahit Sağlık abimize ait olan kitapta, şiirlerimin
yanı sıra -o dönemde kendimce bağlama çalıyordum- bestelediğim dokuz türkünün
notası da yer alıyor.
En son yirmi kadar
kitap ayırmıştım ama bulamıyorum… Rampalı’ya haber bıraktım gelirse benim için
alacaklar. Şimdi dostlardan şunu rica ediyorum, elinde Bir Hayat Yetmez’den
fazla olan varsa bana verebilir mi?
Kitabın yeni
baskısını cesur bir yayımcı çıkana kadar en azından şimdilik yapma imkânımız
yok, bu nedenle kitabı yeniden düzenleyerek pdf formatında dijital ortamlarda
okunmak üzere paylaşıma açıyorum. Dileyen bilgisayarına / telefonuna indirebilir,
ücretsizdir…
İlk olarak 1999
yılında fiziksel olarak yayımlanan bu kitap, baskısının bitmesi nedeniyle pdf
formatında dijital olarak yeniden yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel
olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler ve türküler,
tanıtım amacıyla alınacak kısa alıntılar dışında, ticari amaçlarla izinsiz
kullanılamaz.
Blog sayfamdaki www.tahirsakman.blogspot.com E-KİTAP İNDİRME
yazısına tıklarsanız açılan sayfada linki görebilirsiniz.
Keyifli okumalar
dilerim.
Tüm hayatımız şiirler kadar saf kalabilseydi…
TAHİR SAKMAN
06 Ekim, 2022
KEMİKLE SÖYLEŞİ VE FEYZİ HALICI İLE BİR ANI
KEMİKLE SÖYLEŞİ
İki kürek toprak altında yerin
Belli ki dertlerin sıkıyor kemik
Duyduğu coştuğu hayal günlerin
Düşüyle topraktan çıkıyor kemik
Hangi gül yüzlünün eli koluydun
Kim bilir nasıl da etle doluydun
İçtin şerbetini ecele uydun
Peşine canları takıyor kemik
Şimdi bildim seni pek de zengindin
Buluttan toprağın altına indin
Dün mü yok gibiydin bugün silindin
Lâfı boğazımı tıkıyor kemik
Kıyametin koptu hesapta mısın
Yücelerden yüce hitapta mısın
Söyle kemik söyle azapta mısın
Cehennem odunu yakıyor kemik
Hayatım sırattır ince mi ince
Ha bugün ha yarın sıra gelince
Derviş Ozan der ki Hakk’ı bilince
İçimdeki putu yıkıyor kemik
Nedendir bilmiyorum gençlik yıllarımda içimde bir ölüm
korkusu hep vardı…
Ölmekten miydi bu korku yoksa yaşayamamanın verdiği bir
telaş mıydı?..
Şimdilerde hiç korkmuyorum; belki de ona yaklaşmanın
verdiği ve bunca yıl hayatı dibine kadar yaşamanın verdiği bir dinginliktir…
İnsan yaklaştıkça daha bir cesur oluyor, tıpkı Hz. Pir’in
gazelindeki gibi:
“Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, aya,
batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar hapis gibi
görünür amma canın kurtuluşudur o.
Hangi tohum, yere ekildi de bitmedi; ne diye insan
tohumunda da böyle bir şüpheye düşmüyorsun yani?”
Yukarıdaki şiiri, Üçler Mezarlığı'nda gördüğüm ve beni ürperten bir kemiğe hitaben söylemiştim, sonra üstat Feyzi Halıcı’ya
gittim. O dönemlerde merhum Feyzi abi, Konya Kültür ve Turizm Derneği’nin Türbe
Önü’ndeki dernek binasına sık gitmeye çalışır, söylediğim şiirleri ilk ona
okurdum ve o da beni sabırla dinlerdi… Dernek binası benim gibi genç ozanların
toplanma yeriydi. Rahmet olsun…
Şiiri dinleyen Feyzi abi, koltuğundan doğrulup “edebiyatımızda, kemikle yapılan bir söyleşi şiirini ilk defa duyuyorum" demişti. Tabi benim ne
kadar mutlu olduğumu anlatmama gerek yoktur sanırım.
Bu şiirin yer aldığı ve Bir Hayat Yetmez
ismini taşıyan bu kitabımın baskısı bitti, bu nedenle dijital olarak yakında
sizlerin paylaşımına açacağım ki bu şehr-i Konya’nın bir köşesinde sesimiz
yadigâr kalsın…
TAHİR SAKMAN
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. Feyzi Halıcı, Tahir Sakman ile Konya Kültür ve Turizm Derneği'nde... |
05 Ekim, 2022
"ÇIKIP ÇIKIP GELME" BESTELENDİ
04 Ekim, 2022
MANZUM BEKTAŞİ FIKRALARI VE RAMAZAN DAVULU 2017 LİNKİ
Şimdi var mı bilmiyorum ama yazdığım yıllarda Bektaşi fıkraları manzum hale getirilmemişti. Üstün bir zekâ ürünü olduğuna hiç şüphe bırakmayacak şekilde mesajını insanları kırmadan veren bu fıkralar aynı zamanda yaşadığımız coğrafyanın da engin hoşgörüsünü simgelemektedir.
Bektaşi fıkralarını nazma çekerken özüne ve özellikle son vurucu sözlerinin orijinal olarak kalması için azami gayret sarf ettim. Ayrıca 2017 yılında Konya’da bir
gazetede yayımlanan Ramazan Davulu 2017 başlıklı ramazan mânilerini de kitaba
ekledim.
Meraklıları ve araştırmacıların istifadesine pdf formatında sunuyorum, ücretsiz
indirme linki https://tahirsakman.blogspot.com/ blog
sayfamdadır. Ana sayfamdaki SAYFALAR bölümünde yer alan E-KİTAP İNDİRME yazısına tıkladıktan sonra
açılan sayfada linki göreceksiniz.
Bu kitap, sadece pdf formatında dijital ortamlarda okunmak üzere hazırlanmıştır. Bu nedenle fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yazarın izni olmadan kullanılamaz.
ISBN: 978-625-00-0943-7
Keyifli okumalarınız olsun…
TAHİR SAKMAN
03 Ekim, 2022
ÇIKIP ÇIKIP GELME
Acılarda ara
beni bulursun
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
Yeni bir aşkta
teselli olursun
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
Yağmur sonrası
gökkuşaklarıyla
Gecelerin soğuk
bıçaklarıyla
Sevdaların
sıcak kucaklarıyla
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
Anılarım saklı
hepsi derinde
Gecelerin gizli
kuytu yerinde
Bugün gelme
sakın hatta yarın da
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
Yaşananlar
bitti yoktur eyvahım
Gücenmedim sana
kalmadı ahım
Hatırlatma
dünde kalsın günahım
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
Kuşlarla uçarak
hatta yel olup
Gözündeki yaşla
coşan sel olup
Sitemlerim sana
bana el olup
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
Arama sorma
yollarıma durma
Eskisi gibi
gözlerinle vurma
Dayanmaz kalbim
beni fazla yorma
Çıkıp çıkıp
gelme gelme n'olursun
TAHİR SAKMAN
TÜRKÜLERE SUSMAK YAKIŞMAZ
Müzik susarsa; yaşam susar, insan susar, sen susarsın...
Oysa biz susmayı değil; notalarla yüreklere seslenmek istemiştik...
İnadına müzik değil:
Yaşamak için, hissetmek için, barış için, insanlık için her şeye rağmen müzik...
Unutma müzik susarsa, sen susarsın...
TAHİR SAKMAN
02 Ekim, 2022
TANRIM
Tanrım ezelden mi karaydı yazım
Yoksa karalayıp bozan ben miyim
Visalin umarken Âdem cennette
Bir günah işleyip azan ben miyim
Sade bir nefeslik sürüp dünyaya
Cennet hayâliyle yaşarız güya
Bir yalan yüz ile koşup dergâha
Gönüllerde mezar kazan ben miyim
Yarattın da bizi kemikten etten
Suçumuz neydi ki kovdun cennetten
Nefis verdin gözler döndü şehvetten
Melekler bahar da hazan ben miyim
İçimizdeki bu ölüm korkusu
Bilinmeze doğru ebet yolcusu
Nedir kabirdeki azap sorgusu
Gül taşan mezardan sızan ben miyim
Derviş Ozan der ki bağışla Tanrım
Sen yarın da varsın ben senle varım
Sen ne duyurursan onu duyarım
Söyleyen sensin de yazan ben miyim
TAHİR SAKMAN (Derviş Ozan)
22 Eylül, 2022
KONYA VE ÖTESİ
Bu sevincin tarifi yok… en azından benim için!
Yaklaşık olarak üzerinde bir yıldır çalıştığım “Konya ve Ötesi” ismini verdiğim ve hacmi nedeniyle (1. cilt 643, 2. cilt 662 sayfa; toplamda 1305 sayfa) iki cilt olarak hazırladığım kitaplar yayıma hazır hâle geldi. 1. cilt, 6 bölümde yer alan (Sarıyakup Caddesi’nde Yaşam Sanatı, Sarıyakup Yazıları, Türbe Caddesi’nde Yaşam Sanatı, Atatürk’ün İzinde, Mevlâna & Sufizm & Ezoterizm, İnsanlar & Mekânlar & Kitaplar) toplam 218 makaleden oluşuyor. 2. kitap ise 7 bölümde (Yemek Kültürü, Ve Ötesi, Söyleşiler, Türkülerdeki Konya, Şehir ve İnsan, öteki-sanat, Tahir Sakman Bibliyografyası) yer alan 123 makaleden oluşuyor.
Ayrıca bu
yılın ramazanında; ekonomik krizlerden mülhem bir kelime oyunuyla RamaZAM
Mânileri 2022 ismiyle sosyal medyada ve blog sayfamda yayımladığım mânileri
de bir kitapçık olarak hazırladım.
Yazmak ayrı bir tutkudur… Konyaperestlik ise ayrı bir tutku… Ömrümüzü
verdiğimiz / ömür veren şehre bir vefa borcudur bu; Konya’nın taşına toprağına
âşık olmaktan öte bir duygudur…
Belki bizimki bir ütopya… özlediğimiz / aradığımız belki bir başka Konya;
Selçuklu asırlarından, yalın, sevgi ve hoşgörünün harman edildiği, sanatın, kültürün
çırıl çırıl sebil edildiği…
Ne kadar ileriyiz… ne kadar geriyiz demek belki daha doğru olacak;
ceddim Selçuklu'nun eserlerine bakıyorum, doğayla uyum içerisinde, taşın hamur
gibi yoğrulduğu ihtişamlı ama asla kibirli olmayan eserlere… bir de şimdiki
beton yığınlarına…
40 yıla yaklaşan yazarlık serüvenimde, çeşitli mecralarda yayımlanmış
yazılarımdan (siyasi yazılar hariç) bir seçki hazırladım. Konya ve Ötesi;
şehrin sanat ve kültürünü, insanlarını, mekânlarını, anlatıyor. Serin bir
dolunay vaktinde Meram’da bülbül sesleriyle avunan bir şairin sitemlerini… ve
bozkır ayazında; Orta Asya steplerinden rüzgâr kanatlarıyla kopup, ecdadımın
sesini yansıtan türküleri yeniden söylemenin heyecanlarıyla dolu dolu… Ve olabildiğince fotoğraflarla bir kaynak
oluşturmaya çalıştım. Kitabın sonuna ise bir Tahir Sakman Bibliyografyası
ekledim, geleceğin olası araştırmacıları için…
Bu bir yaşantının hülasasıdır; ömrümüzü boşa geçirmediğimizin ve kimseye eyvallahımızın
olmadığının; sadece şehrin, sanatına ve kültür mirasına karşı boynumuzun kıldan
ince olduğunun hikâyesidir.
Şanslı günlerimizde basılan 12 kitabıma ilave olarak basılmayı bekleyen 6
kitabıma 3 kitap daha eklendi ve böylece basılmayı bekleyen eserlerimin sayısı 9’a
ulaştı…
Konya’dan başka bir şey söylemedim, yazmadım… O Konya; hatıralarımızı
süslerken, eserlerimizi geleceğe emanet etmekten başka yolumuz yok…
Önümüzdeki günlerde, günün dijital modasına uyarak; 9 kitabımı e-kitap ve
pdf formatında ISBN numarası alarak dijital mecralarda yayımlamayı umuyorum. Ayrıca
önümüzdeki aylarda iki veya üç kitap daha hazırlamayı planlıyorum; tezgâhta
bekliyor…
Naçizane şehrin kültür hayatına karınca kararınca hizmet ettiğim sayılırsa,
perestliğiyle onur duyduğum şehre karşı bir nebze de olsa görevini yapmış
insanların huzuru içinde olacağım / öleceğim.
Konya bizi hatırlar mı dersiniz?
Şahap Uzluk, Mahmut Sural, Selçuk Es, Namık Ayas, Muhtar Bedir, İhsan
Hınçer, Mehmet Önder, Fuat Önder, Celalettin Kişmir, Feyzi Halıcı, Mehdi
Halıcı, Rıdvan Bülbül, İhsan Kayseri, Hasan Özönder, Yalçın Dikilitaş, Nevzat
Küçükerdoğan, Koray Ekener, Ümit Necati Pancı, Panos Özararat, Ahmet Ziya Özkul, M.
Ali Apalı, Sefa Odabaşı, Seyit Küçükbezirci ilk aklıma gelenler… Onları ne
kadar hatırlıyorsa(!) bu şehir; eminim bizi de o kadar hatırlayacaktır…
Ama ne onların ne de bendenizin böyle bir kaygısı ve beklentisi yok; ne
yaptıysak Konyaperestliğimizden yaptık…
Kalbim / şiirlerim ve kitaplarım artık sana emanet; şehir…
TAHİR SAKMAN
06 Eylül, 2022
AYNI YERDE OLMADIĞIMIZA İNANIYORUM!
Vedat Sakman bir sahne çalışmasında ünlü sanatçı Leman Sam ile birlikte... |
Dün “Tacize Uğramak” başlığıyla bir yazı paylaşmış ve serzenişlerde bulunmuş yapılan bir fikri tacizden bahisle sitemlerimi yazmıştım.
Beni üzen bu olaya, telif haklarına son derece önem vermesi gereken bir
kamu kuruluşunun da dahil olması üzüntümüzün
kat be kat artmasına neden olmuştu…
Gözlerim bir an maziye kaydı, hafızamda çağrışımlar oluştu…
Yıl 1994 … Babamın ölümünden bir ay sonra Abim Vedat Sakman ve orkestrası "Özürlü Çocukları Koruma Derneği" yararına sadece Ankara-Konya arası aracının benzin
parasını alarak (başka bir ücret almamışlardır) bir konser verirler…
Konser sonrası şehrin ünlü okullarından birinin [ismi bende mahfuz] öğretmenleri veya yetkili
kişileri abimi okulun mezuniyet gününe çağırırlar. Abim Vedat Sakman, bağlı
olduğu ajansı işaret eder.
Bundan sonrası… sanki benim bunca yıl sonra yaşadıklarımın bir başka
versiyonudur. Geçen bunca yıldan sonra bazı şeylerin değiştiğine, sanata, sanatçıya,
edebiyatçıya saygı duyulması gerektiğinin öğrenildiğine inanmak istiyorum.
Yoksa hâlâ aynı yerde miyiz? Böyle olmadığına inanıyorum ama…
İsterseniz sözü olayı anlattığım 12 Aralık 1998 tarihli Yeni Meram gazetesindeki
köşe yazıma bırakayım:
12 Aralık 1998 tarihli Yeni Meram gazetesindeki yazım... |
“İLLA…” VEDAT SAKMAN
Son dönemde yetişen, hemşehrisi olmakla övündüğümüz pop [aslında doğrusu müzisyen olmalıdır; çünkü pop, popüler çok çabuk değişebilir ama Vedat Sakman gibi gerçek müzisyenler popüler değil kalıcı eser üretirler] müzik
sanatçılarımızdan birisi de Vedat Sakman'dır... Ünlü folklorcu Mazhar Sakman’ın
oğlu olan Vedat Sakman, 1949 yılında Konya'da dünyaya gelmiştir. Uzun yıllar
İzmir ve İstanbul sahnelerinin aranılan bir ismi olan hemşehrimiz son yıllarda
yaptığı bestelerle dikkatleri üzerine çekmiştir.
1987 yılında “Bana Bana” isimli bestesiyle, İsviçre’nin Lozan kentinde
yapılan Eurovision şarkı yarışmasında; Arzu Ece, Hazal Selçuk ve Sarper Semiz
ile birlikte ülkemizi başarıyla temsil etmiştir. [Orkestra şefi Timur Selçuk'tur.]
Bugüne kadar; Müzisyen, Kapılar, Sevgileri Unutmadık isimli üç adet kaset
yapmıştır. Jazz-rock tarzındaki müziğiyle müzikseverlere dostluk ve barış
mesajları sunan sanatçımız, birçok televizyon dizisinin de müziğini
bestelemiştir. Bunlardan; başrolünü Şevval Sam’ın (Tekin) oynadığı “Feride” ile
Türkan Şoray ve Şener Şen’in başrolünü paylaştığı, şu an ATV televizyonunda
yayında olan “İkinci Bahar” dizi filmleri en tanınmış olanlarıdır.
Son yıllarda sahne çalışmalarından ziyade beste ve aranje çalışmalarına
ağırlık veren Vedat Sakman, müzik dünyasında aranılan bir isim olmuştur...
Bu yılın başlarında piyasaya sürülen; Zühal Olcay’ın “İhanet” isimli
kasetindeki bestelerin çoğu Vedat Sakman’a aittir. Müzik direktörlüğünü de
Vedat Sakman’ın yaptığı bu kasette hiçbir ticari kaygı düşünülmeden salt sanat
için, müzik için uğraş vermiştir.
Zuhal Olcay’ın berrak sesiyle okuduğu şarkılar, size sevgi ve barış dolu
bir dünyanın kapılarını aralayıveriyor.
Geçen ay piyasaya çıkan, Leman Sam’ın “İLLA” isimli kasetindeki şarkıların
çoğu yine hemşehrimiz Vedat Sakman’a ait. Leman Sam’ın müzik direktörlüğünü de
yapan Vedat Sakman, bu kasette çok önemli bestelere imzasını atmıştır. Ünlü söz
yazarı Mehmet TEOMAN’ın sözlerini yazdığı “İlla” isimli şarkı şimdiden listeleri
zorlamaktadır. Yine aynı kasette Mehmet, Kandili, Sarılsam üşür müsünüz, Her
neyse isimli şarkılar dikkat çekmektedir. Leman Sam’ın o nefis sesi ve harika
yorumuyla, Vedat Sakman’ın duygu yüklü besteleri birleşince; alıp başınızı
ötelerde bir yerlere gidiyorsunuz...
Eğer kısmet olursa bir dahaki kasete Leman Sam bir Konya türküsü okuyacaktır.
Tam 18 dilde folk şarkı okuyabilen ünlü sanatçının Konya türküsü okuması
folklorumuz için sevindiricidir. Türkülerimizi otantik şekliyle korumamızın
yanı sıra aranje edilip gençlerimize dinletebilmek çok önemlidir. Hatta bu
şekilde dünyaya dinletebilmemiz bile söz konusudur. Müziğin evrensel boyutunda,
bir Konya türküsünün zarif ve kıvrak ezgilerini dünyaya ancak bu şekilde
dinletmemiz mümkün olacaktır.
Böylesine önemli bir sanatçımızdır Vedat Sakman. Bunları size niye
anlatıyorum? Vedat Sakman’a yapılan bir saygısızlıktan bahsetmek istiyorum!
Radyo Net ve Kâmil Ahat arkadaşımızın organizesinde “Özürlü Çocukları
Koruma Derneği" yararına, 23 Ekim 1994 günü Devlet Tiyatrosu Salonu’nda
Vedat Sakman bir konser verir. Vedat Sakman ve orkestrası arabalarının (Konya
Ankara arası) benzin parasına çıkmıştır bu konsere. Başkaca bir para
almamıştır. Daha sonra Konya’da ünlü bir resmi okulun öğretmenleri, Vedat
Sakman’a okullarının mezuniyet gününde bir program yapması için teklif
götürürler. Doğal olarak Vedat Sakman profesyonel bir sanatçı olduğunu ve
ajansıyla görüşmeleri gerektiğini bildirir. Daha sonra sanatçımız
telesekreterinden bir mesaj alır. Seslerinden Konya’dan gelen öğretmenler
olduğunu anlar, şok olur. “Ülen gidi Gonya’dan gittin de adam mı oldun?” Ve daha
ağıza alınmayacak küfürler, hakaretler...
Böyle bir sanatçıyı kaç yılda yetiştiriyoruz? Böyle kaç tane sanatçımız
var? Hiç düşündünüz mü? HolIanda’da bir şarkısı iki kere çalınan Vedat Sakman’a
telif ücretini gönderen zihniyete bakın, bir de okulun mezuniyet gününde
sahneye çıkmak için ücret istedi diye hakaret eden zihniyete bakın!
Konya’yı ben tenzih ediyorum, ama birkaç kendini bilmezin yaptığı hakaret
ayıpların büyüğüdür. Değil bir hemşehrimize hiçbir sanatçıya yapılacak bir
davranış değildir.
Umarım ki bu yazıyı onlar da okurlar ve bir sanatçıya, bir insana
yaptıkları saygısızlığın utancıyla başlarını öne eğerler...
TAHİR SAKMAN