11 Ağustos, 2022
10 Ağustos, 2022
TÜRK EDEBİYATI İSİMLER SÖZLÜĞÜ
Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü’nde bu fakir de (Derviş Ozan, Mehmet Tahir Sakman) yer almış. Oldukça hacimli bir eser. Böyle bir eseri hazırlamanın kolay olmayacağını bilenlerden olduğum için öncelikli olarak Üniversiteye ve tüm emeği geçenlere teşekkür ederim.
“Mutat olduğu üzere” mi desem
bilemedim ama daha öncede yer aldığım benzer eserlerde de olduğu gibi gerek
biyografim ve gerekse eserlerimin sayısı burada da eksik olarak yer almış.
Söz konusu eserde “Dünden Bugüne
Konya Oturakları, Aşk Yoksa Yaşam Yok, Aşk Gittiği Yere Kadar, Maria ve Kırmızı
Yazılar” isimli beş kitabım yer almış, oysa fakirin bunların haricinde; “Bir Hayat Yetmez, Konyalı Mazhar Sakman'dan Türküler,
Hasret Sevgiden Öte, Söylesem Güç Yetmez Sussam İşkence, Yasa dışı Aşk, Ramazan
Manileri, Leyla’dan Mevlâ’ya Cennete Yürüyüş” isimlerinde yedi kitabı daha var.
Bu kadar hacimli bir eserde
günceli yakalamanın zor olduğunun bilincinde olarak; edebiyatımıza böylesine
dev bir kaynak eser kazandırdıkları için tüm emeği geçenleri tekrar kutluyorum.
Ahmet Yesevi Üniversitesi’nin
hazırladığı bu dev esere dijital ortamda da ulaşmak isteyenler için link: http://teis.yesevi.edu.tr/anasayfa
Not: Eksik olarak yer alan
biyografim ve kitaplarım için Üniversite nezdinde bildirimde bulundum, en kısa
sürede, en azından dijital ortamda düzeltileceğini umuyorum.
TAHİR SAKMAN
09 Ağustos, 2022
PEŞİN PEŞİN ÖZÜR DİLEMEK!
19 Aralık 1998 yılında Yeni Meram gazetesindeki “Aynadaki Sesler”
isimli köşemde yazmıştım:
Şehrimizde bunca yıldır eksikliği hissedilmesine rağmen Konya türkülerini otantik
şekliyle okuyacak bir Konya halk türküleri korosunun gerekliliğinden
bahsetmiştim.
O dönemde konuyla ilgili çok yayım yaptığımı hatırlıyorum, her ne kadar
yerel yönetimlerde olmasa da Konya İl Kültür Müdürü Sayın Osman Siviloğlu
döneminde yerel sanatçılarımızla bir toplantı gerçekleştirerek bir koro kurulmuş
ancak topluluğu oluşturan arkadaşlarımızın beklentilerinin karşılanamaması
nedeniyle uzun ömürlü olamamıştı.
Geçmiş dönemlerde başarılı çalışmalar yapan Konya Halkevi’nde oluşturulan
korolar da Halkevi’nin kapatılması neticesi tarihin sayfalarına gömülmüştü.
Ama Konya türkülerine gönül veren arkadaşlarımızın varlığı her dönem kendini
göstermiş ata yadigârı, atalarımızın sesi, soluğu olan türkülerimizin gelecek kuşaklara
taşıma işini başarıyla üstlenmişlerdir.
Bu arkadaşlarımızdan bazıları dernekler kurarak çalışmalarını daha organize
bir şekilde sürdürmeye çalışmalarına rağmen yeterli ilgiyi hiçbir zaman görememişler,
kendi imkânlarıyla ve tamamen amatör heyecanlarla önemli başarılara imza
atmışlar, yurdun çeşitli yörelerinde yapılan yarışmalarda ilimizi başarıyla
temsil etmişler, birincilikler kazanmışlardır.
Peki, ilin veya kültürümüze sahip çıkması gerekenlerin ötesi; işi, görevi
bu olan insanların bundan haberi var mıdır?
Tabii ki vardır; mesela yıllardır bu arkadaşlarımıza bir salon tahsisi
yapılamadığından, sanayide, bu işlere meraklı bir Konyalının dükkânını tahsis
etmesiyle ancak çalışabilmektedirler. Bu mudur hak ettikleri?
Elbette budur…
Yıllardır yerel yönetimin başında olanların pek çoğundan söz alınmasına
rağmen bir türlü, bir salonu bırakın, bir oda tahsisi bile mümkün olamamıştır. Birçok
derneğe yer bulan yerel yönetimlerin, bu arkadaşlarımıza bir odayı ile çok
görmesi elbette manidardır!
Söz konusu yazıda geçmiş dönemlerde Sille’de yetişen saz şairlerimize de
atıfta bulunmuş ve şehrimizde neden bir âşıklar kahvesinin olmayışını sormuştum
ki bu konuda da çok söyleyeceklerim var ama onu başka bir yazıya bırakıyorum.
Söz konusu yazı metnini aşağıda sunuyorum, okuduğunuz zaman geçen 24 yılda
bir arpa boyu bile olsun bir mesafe katetmediğimizi anlayacaksınız.
Yani kısaca Konya, değişen bir şey yok!
Bunun en büyük sorumlusu da tabii ki benim ve benim gibi şehir folkloru
için çırpınan bir avuç insandır. Galiba size bir özür borcum var Konya!
Kayda geçirmeye çalıştığım türküler ve yazdığım onca yazı için özür
dilerim…
Ama biz yine yazmaya, türkülerimizi çalıp söylemeye devam edeceğiz; onlar
için de şimdiden sizden özür dilerim…
Peşin peşin Konya, peşin peşin…
KONYA HALK TÜRKÜLERİ KOROSU
Vuslatının 725. yılı nedeniyle
düzenlenen Mevlâna Haftası’nda şehrimiz birçok kültür etkinliğine sahne oldu.
Dünyanın dört bin yanından gelen, Hz. Pir’in aşıkları şehrimizin manevi
havasının hissedilir derecede yoğunlaşmasına neden oldu. Yedi iklimin, şeş cihetin
gönül dostları, arifleri içimizde yeni çerağların yanmasına vesile oldu.
Daha önceleri birçok kez Konya türküleri
üzerindeki Mevlevi etkilerini yazmıştık. Şurası muhakkak ki; Konya türküleri
üzerinde Mevlevi etkileri olduğu kadar, Mevlevi müziğinde de daha doğrusu
Mevlevi tarikatının ilahi aşk yolunda müziği kullanmasında, Konya’daki müzik
hayatının da önemli bir rolü olduğu asla göz ardı edilmemelidir.
Rebaba bir kiriş [tel] ilave
edebilecek kadar müzik bilgisine sahip olan[1] Hz. Mevlâna, “Bana da şiir
söylemek gerek, hangi kumaşı alıyorlar, buna dikkat eder de onu alır, onu
satar, isterse matahların en aşağısı olsun. Bizim ilimizde, bizim toplumumuzda
şairlikten daha ayıp bir iş yoktu. O ilde kalsaydık onların yordamına uygun
ömür sürer, ders vermek, kitaplar meydana getirmek, öğüt verip vaaz etmek, zahitlikte
bulunmak, ibadetlere koyulmak gibi onların istedikleri şeylere sarılırdık.[2]” diyerek, Konya’da şiire
ve müziğe olan talebi ortaya koymuştur.
Selçuklu Konya’sında müziğe ilgi
o kadar fazladır ki, “nefir ve buk” gibi adlarla anılan madeni borunun Konya’da
icat edildiğini Evliya Çelebi nakletmektedir.[3] Düz bir boruyu büküp müzik
aleti yapan teknoloji, o günün batı dünyasında mevcut değildi. Batının trompet
isimli enstrümanına benzeyen, böyle bir müzik aletinin Selçuklu Konya’sında
yapılabilmiş olması, şehrimizdeki sanat potansiyelini ortaya koymaktadır.
“Mevlâna’nın hayatta iken, halkın
saza düşkünlüğünden faydalanmış olmak üzere meydan çalgılarına da sırasında baş
vurduğunu, bundan da davul zurnanın o zamanki Konya halkı arasında şimdi
olduğundan daha çok sevildiği ve coşkunluk amili olabildiği anlaşılıyor.
Keramat-ı Hazreti Mevlâna adlı eserde “Mevlâna’nın bir gün Sultan Rüknettin’e
halk üzerindeki intibalarını göstermek üzere nekkareler, nefir, küs, zuma
çaldırdığını ve ses üzerine halkın toplandığını” okuyoruz.[4]
Yine Selçuklu Konya’sında Hz.
Mevlâna, Ziyaettin Hanı’nda rakseden “Çengi Tavus” ismiyle tanınan oyuncu
kadının davetine “Davete icabet gerek” diyerek gitmiş ve daha sonraları Çengi
Tavus’u irşad ederek zamanın Rabia’sı mertebesine getirmiştir.[5] Ölümünden sonra üzerine
türbe yapılmış önemli ziyaret yerlerinden biri olmuştur.[6]
Görülüyor ki bu şehrin müzik ile
irtibatı çok eskilere dayanmaktadır. Geçmişte böylesine müzik ve kültür
potansiyeline sahip olan şehrimizde, günümüzde de bazı etkinlikler sürdürülse
de özellikle folklor alanında büyük bir organizasyon eksikliği göze
çarpmaktadır.
Organizasyon eksikliği diyorum,
çünkü şehrimizin folkloru o kadar zengindir ki başka hiçbir yörede bulamayacağınız
güzellikleri Konya folklorunda bulursunuz. Ancak bunları sanat kamuoyunun
alakasına sunacak bir yapılanma mevcut değildir.
Konya Büyükşehir Belediyesi’nin
ve diğer ilçe belediyelerinin kültür faaliyetleri konusunda ne kadar titiz
olduğu malumunuzdur. Büyükşehir Belediyesi’nin bir bandosu, bir mehter takımı
ve Türk tasavvuf musiki korosu olduğu ne kadar sevindiricisiyse Konya halk türküleri
topluluğunun olmayışı ise o kadar üzücüdür.
Gerçek sanatın halk sanatları
olduğunun bilincinde olarak, belediyemizden böyle bir topluluğun kurulmasına
önayak olmasını istemek en tabii hakkımızdır.
Konya türküleri on bin yıllık medeniyetin,
bin yıllık bir sentezin imbiğinden geçen sanat eserleridir. Konya türküleri
Türk-Anadolu türkülerinin klasikleridir. Türkülerimizi “oturak havaları” [burada
kastedilen, Konya oturakları değildir; âlemlerdir] olarak görmek yanlışların en
büyüğüdür. Türkülerimize sahip çıkmanın zamanı gelmiştir.
Nuri Cennet, Memduh Derin, Ahmet
Özdemir, Kemal Pekçağlar, Köksal Tosun Saim Kayhan, Muharrem Ezder, Osman
Erdem, İbrahim Pala, Yalçın Meydan, Mustafa Kazanova, Mehmet Yalçın ve daha
birçokları gibi Konya türkülerine gönül vermiş; ustalarından öğrendikleri gibi
“Gonya ağzıyla, Gonya tavrıyla” türkülerimizi yaşatmaya çalışan bir avuç halk
sanatçılarımızın kıymetini bilip, onları bir araya getirerek türkülerimizin
gelecek asırlarda da söylenmesi için Konya Halk Türküleri Topluluğu’nu kurmalıyız.
Bu şehirde yarım asra yakın, otuz
küsur yıldır Âşıklar Bayramı yapılır. (Yapan kişileri ve kuruluştan tenzih
ediyorum) ancak bir tane bile âşıklar kahvesi yoktur. Bu sizce, bir çelişkiyi
ifade etmiyor mu? Bu şehrin taşı toprağı âşıklar tarafından yoğrulmuştur.
Yalnızca Sille’de yüz dolayında saz şairi yetiştiğini bilmeyen yoktur. Geçmişte
şehrimizde bulunan üç adet âşıklar kahvesinin yerinde bugün yeller esmektedir.
Saz ile şiir söylemek kökü Orta
Asya’ya dayanan köklü bir geleneğimizdir, Onu yaşatmak boynumuzun borcu
olmalıdır.
Son söz: Folklor değerlerimize
bir sahip aranıyor!
TAHİR SAKMAN
08 Ağustos, 2022
NİYE?
Alanya’ya, Side’ye tatile gidebildiğimiz mutlu günlerimiz vardı…
Hayal kurardık o mutlu günlerimizde, emekli, yaşlı turistlere bakıp bakıp;
biz de emekli olunca buralarda denize karşı oturup martı sayacaktık, elimizde
buz gibi biralarla…
Sabah bankadaydım… sanki Alanya’daki emekli turistlere -belki turist demek
de yanlış çünkü pek çoğu artık ev sahibi- inat edercesine üç kuruş daha fazla
alabilmek için promosyon sırasında bekliyorlardı…
Kiminin beli bükülmüş kiminin dişi dökülmüş… o promosyona ihtiyaçları var, can simidi...
Bankadaki bütün memurlar neredeyse bununla uğraşıyorlardı… peki, bunun bir
kolayı yok mu? En azından aynı bankada promosyon güncellemeleri otomatik olarak
yapılsa da yaşlı, yorgun emeklilerimiz uğraşmasa, bu sayede memurlar da başka
işlerine baksa olmaz mı?
Olmaz…
Bu eziyeti çekmelisiniz, elin oğlu senin memleketinde senin hiç görmediğin
ve pek çoğumuzun asla göremeyeceği yerlerde keyif çatarken, sen, üç kuruş fazla
promosyon almak için sıra bekleyeceksin, niye?
Bütün emekliler “niye” diye sorduklarında düzelecek her şey…
Niye?
Not: Fotoğrafa bakıp hayal kurmak serbesttir!
TAHİR SAKMAN
04 Ağustos, 2022
“TOSUN” YAZMIYOR ARTIK!
Kültür Park’a giderken çekiniyorum…
Sadece Kültür Park’a da değil ya Zafer ya Alâaddin Tepesi? Onların da çok
bir farkı kalmadı…
Yani yolda yürürken gençlerin birbirlerine olan küfürlerini duymaktan… Hatta
genç kızlarımızın, benim burada yazamayacağım küfürleri aleni hem de bağıra
bağıra etmelerinden onlar adına ben utanıyorum, yüzüm kızarıyor… "erkekleri geride bırakıyorlar" demek abartı olmayacak...
Aziz Nesin’in bir öyküsünü okumuştum yıllar önce; “… koduğum” başlıklı… Ve
öyküde en çok kullandığımız kelimenin, bu iki kelime olduğunu
yazmıştı üstat…
Ah bir de şimdi görse, gençlerin kültürümüze olan katkılarını!
Eskiden bizim bildiğimiz bir “Tosun edebiyatı” vardı ve onun da kendine
göre bir mahremiyeti!.. Şimdi o Tosun sokağa çıkmış durumda, her yerde boy
gösteriyor ve işin kötüsü sanki alışmaya mı başladık ne?
Vallahi duymadığım, yakası açılmamış küfürler ortalığa saçılıyor ve daha da
kötüsü gayet normalmiş gibi davranıyorlar. Zaman zaman ikaz ediyorum “gençler; evinizde,
annenizin yanında böyle mi konuşuyorsunuz” diyorum susuyorlar ama biliyorum bakışları
“sana ne” diyor…
Muhafazakâr bir insan değilim… gençlerin birçok davranışını anlamasam da onaylıyorum
ama bu başka bir şey; önce edep…
Toplum içinde nasıl konuşulması gerektiğini ben mi
öğreteceğim?
Girdim ilim meclisine
Eyledim kıldım talep
Dediler ilim geride
İlla edep illa edep
Diyen Yunus’a ne zaman kulak
verebileceğiz ve ne zaman şehrin sokaklarını küfür duymadan gezebileceğiz?
TAHİR SAKMAN
03 Ağustos, 2022
İNSANDIR YAPAR
birçok şeyi anlayamadım
şu kısa ömrümde
sömürüyü yalanı talanı
bir de savaşı
insanın insana kastını
sığabilirdi oysa
ömrümüze bir çiçeğin kokusu
anlam doluydu görene
hayatın rengi dokusu
karanlığa kaydı gözlerimiz
yıldız dolu düşleri göremedik
yeşertmek varken
umutları soldurduk
cehenneme çevirip dünyayı
dualara cennet doldurduk
artık şüphem kalmadı
yaparsa insan yapar
ve silinmez izleri
üzgünüm dostlar
anlayamadım sizleri
TAHİR SAKMAN
31 Temmuz, 2022
YAN MEDİTASYONU!
Tembellik meditasyonu yapıyorum... :) Önce yan gelip yatıyorum sonra öbür yan :) Her yan; bir yan... hangi yana yatarsam yatayım, aslında yan'ın yanında olduğumu fark ediyorum. Bu durumda Yan Gel Osman'a gerek kalmıyor sadece bir yan bulmam yetiyor... çünkü o yan, hangi yan olursa olsun, bir yan...
Gel de şimdi yanlardan yan beğenme!
TAHİR SAKMAN
27 Temmuz, 2022
BEKLETME YALNIZLIĞIMI
BEKLETME YALNIZLIĞIMI
yağmur mevsiminde gel
saçlarına yıldız
gözlerine mum koku
şafaklar döküldüğünde
erken gelme sakın
bekle
çürüsün yapraklar
kokunu unutsun rüzgâr
umutlar toprak olsun
dudakların eski şarkılar gibi
doldukça kadehime
yıllanmış şarap tadında
gecikerek sevdam gibi
renklerin sarıya çaldığında
ve kapını yağmurlar
güvercin kanatlarıyla çaktığında
üşümüşsen
ve tüketmişsen ömrünü gecelere
haydi bekletme yalnızlığımı
biraz daha
biraz daha geç gel
TAHİR SAKMAN
25 Temmuz, 2022
BİR TÜRKÜ BİR ÖYKÜ: DAĞLARA HANIM AYŞE’M
![]() |
©Fotoğraf: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman bir derleme esnasında... Soldan sağa; Selçuk Es, Mazhar Sakman'ın kızı Vesile, Mazhar Sakman, Kemal Koldaş... |
Bugünlerde bir türkü dolanıyor dilimde:
"Kap’ardına[1]
asa koymuş kazanı
Ben istemem
okuyanı yazanı
Ben isterim
meyhanede gezeni"
Tabii bu türkü dilinize dolanırsa Maşacı İmam’ı da hatırlarsınız. Dünün renkli Konya’sında nevi şahsına münhasır bir insan. Bu insanlara günümüzde rastlayabilmemiz mümkün değil.
Kaynak kişilerin ifadesiyle “Dağlara Hanım Ayşe’m” ismiyle bilinen türküyü onun yaktığı söylenir. Geçmiş dönemlerde kadınlar arasındaki eğlencelerde ve tekkelerde kullanılan bir çalgı aleti olan zilli maşa çaldığı da bize anlatılanlar arasındadır. Belki de bu durum, Maşacı İmam’ın tekke kültüründen geldiğini de gösteriyor olabilir. Konya oturaklarında zilli maşa kullanıldığını hiç duymadım, münhasır kullanımlar olmuş olabilir. Bir nevi ritim saz olan bu zilli maşa günümüzde kullanılmıyor.
Türkü yakma, o dönemlerde var olan bir ezgiye, söz döşeme şeklinde de olabildiği ve sıkça bu yola başvurulduğu için bu türkünün de öyle olduğunu tahmin ediyorum. Pek çok Konya türküsünde olduğu gibi bu türkü de meyhane temi sık kullanılmıştır, bunun da oturakların içeriğiyle ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Muhtemelen kaçak âşıkları anlatan bir türkünün oturak ortamlarına sözlerinin monte edilmesiyle oluşmuş olduğu intibaı uyandıran türkülerimizden bir tanesidir.
Türkünün hikâyesini yıllar önce yazmıştım, türkü dilime dolanınca tekrar yayımlama ihtiyacı hissettim:
DAĞLARA HANIM AYŞE’M[2]
Ekonomik sıkıntıların insanları
boğmadığı, iletişim araçlarının bulunmadığı, yalnız ve yalnız sevginin,
saygının, karşılıksız hoşgörünün gönüllerde yer tuttuğu, robotlaşmış tek düze
insanların bulunmadığı eski Konya’da nice renkli simalar yetişmişti... Hepsi de
kişilik sahibi, şahsiyetli, bir söyleyip bin düşündüren, coştuğu anda zaman ve
mekân tanımayan, gönül zengini sade kişilerdi.
İşte bunlardan biri de boz
bulanık bir Konya ikindisinde, Obruk yaylasında "yayan yapıldak"
uzaktan kavakları görünen Eşmekaya'ya, akşam olmadan varmak için var gücüyle
yürüyen, adeta uçan Maşacı İmam'dı!..
Maşacı İmam, medrese tahsilini,
muhabbete -olan düşkünlüğü yüzünden tamamlayamamış, ancak nefsini nezih saz ve
söz meclislerinde, oturak âlemlerinde terbiye etmişti. İnce Konya zekâsı burada
da kendini göstermiş ve ona "Maşacı İmam lakabını uygun görmüştü... Ha!..
Size söylemeyi unuttum, dost meclislisinde zilli maşa çalardı... Geçim
sıkıntısını biraz olsun hafifletmek için, ramazanlarda cerre çıkardı...
İşte o ramazanda imamlık yapmak
için aradan yüzyıl geçmesine rağmen, anekdotları hâlâ canlı duran, valinin
konağına atla gidecek kadar cesur; "söğe-söğe" zorla üzüm yedirecek
kadar cömert, çeşme yaptıracak kadar iyiliksever "Cambaz Deli Osman
Ağa" ya müracaat etmişti... Cambaz Deli Osman Ağa "hınzırlık"
yapmamak kaydıyla o'nu Eşmekaya'ya, arkadaşı, Eşmekaya beylerinden Hacı Halit
Bey'e gönderir.
Üç gündür yayan-yapıldak yol
tepen Maşacı İmam, akşam namazı vakti Eşmekaya'ya girer. Ramazan arifesidir o gün.
Tanışma, yemek ve kısa bir istirahatten sonra Maşacı İmam camiye gider ve o gün
ilk teravih namazını kıldırır. Namazdan sonra İmam'ın döşeği serilir ve herkes
odasına istirahate çekilir. Çekilir ya Maşacı İmam, konağın ihtişamından,
hizmetkârlardan, yanaşmalardan rahatsız olmuştur. Birden aklına Kovanağzı’ndaki
bağı, küçük odalı kerpiç evi gelir... "Keşke oturaydım yerimde" diye
söylenir... Ya arkadaşları? Kim bilir hangi evde muhabbet etmektedirler. Aklına
muhabbet gelir de Maşacı İmam'ın uykusu kaçmaz mı? Ne yapsa ne etse?.. Elin
konağında da oturak tutamaz[3] ya! Hem kiminle tutacak? O
koskoca adam, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi döşeğin içinde ağlamaklı
dönüp dururken usulca kalkar... Pencerenin perdesini açar. İçerisi biraz
aydınlanır gibi olur... Ses seda kesilmiş, el- ayak çekilmiştir... Yastığın
altına koyduğu garip şekilli çıkınını açar ve gözü gibi baktığı, pırıl pırıl
"zilli maşasını" çıkarır…
![]() |
Pek çok değişik şekli olan zilli maşanın tekke versiyonu... |
Elinde zilli maşayla yatağına
giren Maşacı İmam, yorganı başına çeker. Artık coşmuştur. Zaman-mekân tanımaz.
Usuldan usula zilli maşayı çalmaya başlar ve bir türkü tutturur.
"Kap’ardına asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"
Maşacı İmam türküye asılır da sesi yavaş çıkar mı? Artan
zilli maşanın sesiyle kendi gür sesi, önce odasını sonra tüm konağı sarsar:
Dağlara
Hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıkasız[4]
yerlere
Kap’ardına asa
koymuş eleği
Annesinin
kömür gözlü meleği
Kocan yok da
nerden aldın bebeği
Dağlara
hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıksız yerlere
Kap’ardına
asa koymuş kalburu
Yayla
kaymağına dönmüş baldırı
Bu dert beni
iflâh etmez öldürü
Dağlara
hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıksız yerlere
Konaktakiler deprem oluyor
zanneder! Deprem ya... Ancak, bu gönül depremidir, zaman-mekân tanımayan!
Taaa... Selçuklu’dan beri biriken bir kültürün depremidir!.. Aşk dolu, sevgi
dolu...
Derken yanaşmalar Maşacı İmam'ın
odasına dolarlar; bir de ne görseler? Yorganın altında sanki bir ince saz
takımı muhabbet etmekte… Şaşkınlıkları geçince hemen Hacı Ali Bey'in oğlu Halit
Bey'e koşarlar "Bey, Bey! İmam delirdi!"
Yukarıya çıkan Halit Bey durumu
hemen anlar. Zaten o da az çok saz çalmaktadır. Anadolu insanı olur da çalmadan,
çağırmadan durabilir mi? Anadolu insani gurbete gider de acısını dökmez mi? Ani
bir karar veren Halit Bey, yanaşmalarına "sazını kapıp gelmelerini"
söyler ve "oturak tutulur" Ta ki sahura kadar! Ta ki bayram namazına
kadar... O ramazan, teravihten sahura kadar her gece muhabbet edilir. Esasen
eski bir muhabbet ehli olan Hacı Ali Bey ses çıkarmaz, hoş görüyle karşılar.
Hatta bazı geceler "kapı ardında" dinlediği de olur...
Ramazan hoş ve çabuk geçer.
Maşacı İmam'a para, buğday ve esvap verirler. Gönlünü hoş tutarlar. Ayrıca Cambaz
Deli Osman Ağa'nın, Maşacı İmam'ın "hınzırlığını" anlaması için"
dört ayağı sekili, ağzı kilitli"[5] al bir at hediye
ederler...
Kaynak kişilerin ifadesiyle
tahmini 1910 yıllarında yetmiş yaşında ölen Maşacı İmam'ın doğum tarihi
yaklaşık 1840 yıllarıdır. Türküyü yaptığında otuz yaşında olduğunu kabul
edersek 1870'li yıllar karşımıza çıkar ki bu da türkünün en az yüz senelik
olması demektir...
Ne dersiniz? Günümüzde böyle renkli kişiliğe sahip biri var
mıdır? Hepsinin ruhu şad olsun! Âmin.
KAYNAKLAR:
1-MazharSakman,
Mahalli Divan Sazı Sanatçısı (1910-1994)
2- M. Ali Apalı,
Avukat (1325-1987)
3- Hüseyin
Çağıllar, Kasap, Okur-Yazar (1330-?)
TAHİR SAKMAN
![]() |
SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart). |
[1] Kapı ardına.
[2] SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni
Gazete/Cönk, (10 Mart).
[3] Konya müzik geleneğinin en önemli unsuru olan
oturaklar, düzenleneceği zaman, “oturak tutalım” şeklinde de ifade edilirdi.
[4]
Burada kastedilen “mantıkasız yerler”, kolluk kuvvetlerinin
denetim alanının dışına çıkmayı ifade etmek olmalıdır.
[5]
Ayakları ve ağzında benekler olan ata verilen
isim.
23 Temmuz, 2022
BOZKIR DÜĞÜNÜ GİBİ YAŞAMAK
![]() |
Foto: T. Sakman. Bozkır Kaşık Ekibi. |
Geçtiğimiz hafta sonu bir düğüne katıldım…
Mehmet Ali Duran dostum oğlunu evlendirdi. Mehmet Ali’yi folklorla ilgili
olanlar özellikle Bozkırlılar iyi bilirler, yıllardır Konya, Bozkır kültürüne
arkadaşlarıyla birlikte hizmet ediyorlar. Her nerede Konya ile ilgili bir
etkinlik görürseniz onlar mutlaka oradadırlar.
Bozkır, Konya’nın geniş coğrafyasının bir başka bölümünde Toros dağlarında
yer alır, iklimi gibi insanı da serttir, merttir. Bozkır insanı çok
çalışkandır, azimlidir. Kısıtlı imkânlar içerisinde ağacın, yeşilin, toprağın
kıymetini onlardan iyi hiç kimse bilemez. Bir ağacın bir evi geçindireceğini o
bölgenin insanı yüzyıllardır bilir. Her ne kadar yaşam mücadelelerine çoğu
zaman gurbette devam etseler de kültürlerini asla unutmazlar.
Bozkır folkloru, Konya folklorunun bir parçası olsa da Konya türküleri, yörede
oynanan kaşık oyunlarının ritmine ayak uydurur ki bu çok enteresandır; figürlerin
veya kaşık ritimlerinin türkülere ayak uydurması beklenirken Bozkır’da bu tam
tersi gibidir. Türküler, kaşıkların cazibeli ritmine kapılır gider…
Konya oturaklarında erkeklerin oynamama gibi bir adetleri vardır.
Oturakların yazılı olmayan töresinde erkekler değil oyuncu kadınlar türkülere
zille veya kaşıkla eşlik ederler. Bu nedenle olsa gerektir ki oynayan erkeğe de
iyi gözle bakılmadığını biliyoruz. Kaynak kişilerin ifadeleriyle belli bir olgunluğa
erişmemiş kişilerin oturaklara girememesi bunun bir başka ifadesi gibidir.
Peki, ya gençlerin düzenlediği zamah / çetnevir gibi gecelerde gençler
oynamıyor muydu? Bu soruya doğrusu hayır diyebilmek oldukça zordur; muhtemelen
gençler eğlencenin büyüsüne kapılıp oyuncu kadın varsa bile mutlaka oynamış
olmalılar diye düşünüyorum.
Bozkır’ın kaşık oyunları çok meşhurdur ancak şehrin folklorik konulara
yeterince ilgi göstermemesi sonucu bu geleneği geleceğe taşımanın bütün yükü birkaç
ekibin sırtına yüklenmiş gibidir. Hatta öyle ekipler vardır ki babadan oğula
bir miras gibi aktarılarak kaşık oyunları yaşatılmıştır. Bozkır Yazdamı kaşık
ekibini yıllar önce bir programda tanımış ve baba ile oğulun aynı ekipte
kaşıklarıyla konuşmalarına şahit olmuştum.
Bozkır gibi iklimi ve insanının sert olduğu bir coğrafyada erkeklerin kaşıklarla
oynaması aslında beni hep şaşırtmıştır. Belki de adam boyu karın eksik olmadığı
uzun kış gecelerinde bölge insanının nefes aldığı bir penceredir kaşık oyunları…
Koreografları kayıt altına alınmış mıdır bilmiyorum ama bildiğim Bozkır kaşık
oyunlarına kimsenin sahip çıkmadığıdır. Eğer
yeterince sahip çıkabilseydik ciddi anlamda Konya’nın bir başka yönünü de
ortaya koymuş olabilecektik. Benim gözlemlediğim; şehirde yapılan etkinliklerde
bu insanlara sahne vermekte çok cimri davranıldığıdır. Şehrin bütün kurumları
bu insanlara sahip çıkmalıdır özellikle belediyeler yaptıkları tüm etkinliklerde,
şehrin tanıtım günlerinde bu insanlara sahne vermekte çok cömert olmalıdır.
Şehrimizde yapılan festivallerde bu insanlarımız neden çağrılmaz anlamak
mümkün değildir. Konyalı, sen kendi kültürüne sahip çıkmazsan kim sahip
çıkacaktır? Şunu unutma ki seni Konyalı yapan bu kültürdür!
![]() |
Foto: T. Sakman |
Mehmet Ali dostumuzun düğününe geri dönersek, tam bir Bozkır düğünü olduğu
hemen göze çarptı; kaşığı eline alan sahnedeydi, yediden yetmişe Bozkır
ekibinin yorumladığı kıvrak ezgilere sahnede eşlik ederek doyasıya eğlendiler. Kaşık
oyunlarında, kaşıkları kırmak âdettendir, sahne, kaşıkların kırık ama mutlu görüntüleriyle
doldu. Sevgili Mehmet Ali de yöresel kıyafetlerini giyerek sahnede yer aldı. Videosunu
izlemek isteyenler için link:
https://drive.google.com/file/d/1o7lsHaZ-iw1CK0CGIO0-YFnueHXSIn2o/view?usp=sharing
Videoda Bozkır ekibi, merhum babam Mazhar Sakman’ın sık okuduğu Kabak
türküsünün bir varyantını seslendirirken, coşkun nağmelerine yerel kıyafetlerle
sanatçılarımız zarif figürleriyle anlamlı katkılar sağlıyorlar.
O gece, ben de çok eğlendim, ne zamandır böyle eğlenmemiştim, bir başka
dünyanın kapılarını açmamıza vesile olan Bozkır ekibindeki sanatçı dostlarımız; Keman
Necdet Yüksel, ut İbrahim Tunç, ritim Osman Yüksel, oyuncular Mehmet Ali Duran,
Ahmet Yüksel ve Ahmet Cihan’ı sanatlarından ötürü kutluyorum. Genç evliler Elif
ile Mustafa’ya da Bozkır düğünü gibi bir yaşam diliyorum.
Eve giderken, kulaklarımda sanki babamın sesi yankılanıyordu:
/Kabağı da boynuma takarım
Hovardayı gözden çakarım
Senin gibi Konyalıyı
Alır gider pazarlarda satarım/
Kim bilir, belki de “senin gibi Konyalıyı”
derken geleceğe bir mesaj vermişti…
TAHİR SAKMAN
![]() |
Foto: T. Sakman. Mehmet Ali Duran yerel kıyafetlerle sahnede... |
22 Temmuz, 2022
…GÖZLERİMİN FERİ DE YOK…
eski bir gramofonda çalan taş plaktaki bir hikâyeydi bizimki…
yorgun yıllardan arta kalan bir hüzün sinsice beklerken, mutluluğa geç
yakalanmanın telaşı belki… belki ölü zamanların uyandırması geceyi; tıpkı, bir
ömrü bir geceye sığdırmanın sevinci belki acısı…
/sensiz sokakların vurgunuyum/
kendimi geziyorum; sensizliğin orta yerinde çarelerimi yıldızlara
ısmarlamış, ellerimde deniz yıldızlarından fal bakarken… antik bir pas
sarıyor…
/yılgın saatlerin ölü vakitlerinde
yitirilmiş düşlerin zamansız
kuytularındayım/
dip vakitlerindeydik zamanın ne sen
bilebilirdin ne ben… esrik aşkların sırlarla dolu dünyasını aralamak mıydı
düşümüz? ânın büyüsüne kapılmaktı yaşam oysa hem de sana rağmen bana rağmen…
aşk; ikimize rağmendi…
/gözlerimin feri de yok/
hangi ışıktı bilmiyorduk; bizi zamanın
ötelerinden çeken… bir yalnızlık mıydı yoksa çok mu kalabalıktık? bedenimden
taşan bir ürperti, geceye ter düşürürken, çoktan kaybolmuştuk sokaklarımızda…
/sokaklar beni geziyor şimdi
kaldırımlarım ezilmiş paslı hüzünlerle
dolu
yorgunum sadece dargın değilim anla/
nefesim karışırken, bin yılların ötesine
kopup gelen, hep yeniden yazılmak mıydı hayat, yarım hikâyelere hep yeniden?
güneş renkli saçlarını savururken yalnızlığıma çoğalıyor hicranın… bekleyiş,
kendisi olmak gibi…
/birkaç bin yıl daha beklerim
sonrası toprağa emanet
bir tek gözlerin duruyor canlı bir de
gelmeyişlerin/
adem’den beri beklemiştim… gelme… ki beklemenin vahşi doruklarında kan kusan gecelere feryat olmanın izini süreyim…
/haydi ört hüzünleri bana maviler sana
kalsın/
TAHİR SAKMAN