YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

25 Temmuz, 2022

BİR TÜRKÜ BİR ÖYKÜ: DAĞLARA HANIM AYŞE’M

©Fotoğraf: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman bir derleme esnasında... Soldan sağa; Selçuk Es, Mazhar Sakman'ın kızı Vesile, Mazhar Sakman, Kemal Koldaş...

 Bugünlerde bir türkü dolanıyor dilimde:

"Kap’ardına[1] asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"

Tabii bu türkü dilinize dolanırsa Maşacı İmam’ı da hatırlarsınız. Dünün renkli Konya’sında nevi şahsına münhasır bir insan. Bu insanlara günümüzde rastlayabilmemiz mümkün değil. 

Kaynak kişilerin ifadesiyle “Dağlara Hanım Ayşe’m” ismiyle bilinen türküyü onun yaktığı söylenir. Geçmiş dönemlerde kadınlar arasındaki eğlencelerde ve tekkelerde kullanılan bir çalgı aleti olan zilli maşa çaldığı da bize anlatılanlar arasındadır. Belki de bu durum, Maşacı İmam’ın tekke kültüründen geldiğini de gösteriyor olabilir. Konya oturaklarında zilli maşa kullanıldığını hiç duymadım, münhasır kullanımlar olmuş olabilir.  Bir nevi ritim saz olan bu zilli maşa günümüzde kullanılmıyor.

Türkü yakma, o dönemlerde var olan bir ezgiye, söz döşeme şeklinde de olabildiği ve sıkça bu yola başvurulduğu için bu türkünün de öyle olduğunu tahmin ediyorum. Pek çok Konya türküsünde olduğu gibi bu türkü de meyhane temi sık kullanılmıştır, bunun da oturakların içeriğiyle ilgili olduğunu söylemek mümkündür.

Muhtemelen kaçak âşıkları anlatan bir türkünün oturak ortamlarına sözlerinin monte edilmesiyle oluşmuş olduğu intibaı uyandıran türkülerimizden bir tanesidir.

Türkünün hikâyesini yıllar önce yazmıştım, türkü dilime dolanınca tekrar yayımlama ihtiyacı hissettim:


DAĞLARA HANIM AYŞE’M[2]

Ekonomik sıkıntıların insanları boğmadığı, iletişim araçlarının bulunmadığı, yalnız ve yalnız sevginin, saygının, karşılıksız hoşgörünün gönüllerde yer tuttuğu, robotlaşmış tek düze insanların bulunmadığı eski Konya’da nice renkli simalar yetişmişti... Hepsi de kişilik sahibi, şahsiyetli, bir söyleyip bin düşündüren, coştuğu anda zaman ve mekân tanımayan, gönül zengini sade kişilerdi.

İşte bunlardan biri de boz bulanık bir Konya ikindisinde, Obruk yaylasında "yayan yapıldak" uzaktan kavakları görünen Eşmekaya'ya, akşam olmadan varmak için var gücüyle yürüyen, adeta uçan Maşacı İmam'dı!..

Maşacı İmam, medrese tahsilini, muhabbete -olan düşkünlüğü yüzünden tamamlayamamış, ancak nefsini nezih saz ve söz meclislerinde, oturak âlemlerinde terbiye etmişti. İnce Konya zekâsı burada da kendini göstermiş ve ona "Maşacı İmam lakabını uygun görmüştü... Ha!.. Size söylemeyi unuttum, dost meclislisinde zilli maşa çalardı... Geçim sıkıntısını biraz olsun hafifletmek için, ramazanlarda cerre çıkardı...

İşte o ramazanda imamlık yapmak için aradan yüzyıl geçmesine rağmen, anekdotları hâlâ canlı duran, valinin konağına atla gidecek kadar cesur; "söğe-söğe" zorla üzüm yedirecek kadar cömert, çeşme yaptıracak kadar iyiliksever "Cambaz Deli Osman Ağa" ya müracaat etmişti... Cambaz Deli Osman Ağa "hınzırlık" yapmamak kaydıyla o'nu Eşmekaya'ya, arkadaşı, Eşmekaya beylerinden Hacı Halit Bey'e gönderir.

Üç gündür yayan-yapıldak yol tepen Maşacı İmam, akşam namazı vakti Eşmekaya'ya girer. Ramazan arifesidir o gün. Tanışma, yemek ve kısa bir istirahatten sonra Maşacı İmam camiye gider ve o gün ilk teravih namazını kıldırır. Namazdan sonra İmam'ın döşeği serilir ve herkes odasına istirahate çekilir. Çekilir ya Maşacı İmam, konağın ihtişamından, hizmetkârlardan, yanaşmalardan rahatsız olmuştur. Birden aklına Kovanağzı’ndaki bağı, küçük odalı kerpiç evi gelir... "Keşke oturaydım yerimde" diye söylenir... Ya arkadaşları? Kim bilir hangi evde muhabbet etmektedirler. Aklına muhabbet gelir de Maşacı İmam'ın uykusu kaçmaz mı? Ne yapsa ne etse?.. Elin konağında da oturak tutamaz[3] ya! Hem kiminle tutacak? O koskoca adam, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi döşeğin içinde ağlamaklı dönüp dururken usulca kalkar... Pencerenin perdesini açar. İçerisi biraz aydınlanır gibi olur... Ses seda kesilmiş, el- ayak çekilmiştir... Yastığın altına koyduğu garip şekilli çıkınını açar ve gözü gibi baktığı, pırıl pırıl "zilli maşasını" çıkarır…

Pek çok değişik şekli olan zilli maşanın tekke versiyonu...

Elinde zilli maşayla yatağına giren Maşacı İmam, yorganı başına çeker. Artık coşmuştur. Zaman-mekân tanımaz. Usuldan usula zilli maşayı çalmaya başlar ve bir türkü tutturur.

"Kap’ardına asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"

Maşacı İmam türküye asılır da sesi yavaş çıkar mı? Artan zilli maşanın sesiyle kendi gür sesi, önce odasını sonra tüm konağı sarsar:

Dağlara Hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım mantıkasız[4] yerlere 

Kap’ardına asa koymuş eleği
Annesinin kömür gözlü meleği
Kocan yok da nerden aldın bebeği
 
Dağlara hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım mantıksız yerlere
 
Kap’ardına asa koymuş kalburu
Yayla kaymağına dönmüş baldırı
Bu dert beni iflâh etmez öldürü
 
Dağlara hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım mantıksız yerlere

Konaktakiler deprem oluyor zanneder! Deprem ya... Ancak, bu gönül depremidir, zaman-mekân tanımayan! Taaa... Selçuklu’dan beri biriken bir kültürün depremidir!.. Aşk dolu, sevgi dolu...

Derken yanaşmalar Maşacı İmam'ın odasına dolarlar; bir de ne görseler? Yorganın altında sanki bir ince saz takımı muhabbet etmekte… Şaşkınlıkları geçince hemen Hacı Ali Bey'in oğlu Halit Bey'e koşarlar "Bey, Bey! İmam delirdi!"

Yukarıya çıkan Halit Bey durumu hemen anlar. Zaten o da az çok saz çalmaktadır. Anadolu insanı olur da çalmadan, çağırmadan durabilir mi? Anadolu insani gurbete gider de acısını dökmez mi? Ani bir karar veren Halit Bey, yanaşmalarına "sazını kapıp gelmelerini" söyler ve "oturak tutulur" Ta ki sahura kadar! Ta ki bayram namazına kadar... O ramazan, teravihten sahura kadar her gece muhabbet edilir. Esasen eski bir muhabbet ehli olan Hacı Ali Bey ses çıkarmaz, hoş görüyle karşılar. Hatta bazı geceler "kapı ardında" dinlediği de olur...

Ramazan hoş ve çabuk geçer. Maşacı İmam'a para, buğday ve esvap verirler. Gönlünü hoş tutarlar. Ayrıca Cambaz Deli Osman Ağa'nın, Maşacı İmam'ın "hınzırlığını" anlaması için" dört ayağı sekili, ağzı kilitli"[5] al bir at hediye ederler...

Kaynak kişilerin ifadesiyle tahmini 1910 yıllarında yetmiş yaşında ölen Maşacı İmam'ın doğum tarihi yaklaşık 1840 yıllarıdır. Türküyü yaptığında otuz yaşında olduğunu kabul edersek 1870'li yıllar karşımıza çıkar ki bu da türkünün en az yüz senelik olması demektir...

Ne dersiniz? Günümüzde böyle renkli kişiliğe sahip biri var mıdır? Hepsinin ruhu şad olsun! Âmin.

KAYNAKLAR:

1-MazharSakman, Mahalli Divan Sazı Sanatçısı (1910-1994)

2- M. Ali Apalı, Avukat (1325-1987)

3- Hüseyin Çağıllar, Kasap, Okur-Yazar (1330-?)

 

TAHİR SAKMAN

 

SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart).



[1] Kapı ardına.

[2] SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart).

[3] Konya müzik geleneğinin en önemli unsuru olan oturaklar, düzenleneceği zaman, “oturak tutalım” şeklinde de ifade edilirdi.

[4] Burada kastedilen “mantıkasız yerler”, kolluk kuvvetlerinin denetim alanının dışına çıkmayı ifade etmek olmalıdır.

[5] Ayakları ve ağzında benekler olan ata verilen isim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.