![]() |
©Fotoğraf: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman bir derleme esnasında... Soldan sağa; Selçuk Es, Mazhar Sakman'ın kızı Vesile, Mazhar Sakman, Kemal Koldaş... |
Bugünlerde bir türkü dolanıyor dilimde:
"Kap’ardına[1]
asa koymuş kazanı
Ben istemem
okuyanı yazanı
Ben isterim
meyhanede gezeni"
Tabii bu türkü dilinize dolanırsa Maşacı İmam’ı da hatırlarsınız. Dünün renkli Konya’sında nevi şahsına münhasır bir insan. Bu insanlara günümüzde rastlayabilmemiz mümkün değil.
Kaynak kişilerin ifadesiyle “Dağlara Hanım Ayşe’m” ismiyle bilinen türküyü onun yaktığı söylenir. Geçmiş dönemlerde kadınlar arasındaki eğlencelerde ve tekkelerde kullanılan bir çalgı aleti olan zilli maşa çaldığı da bize anlatılanlar arasındadır. Belki de bu durum, Maşacı İmam’ın tekke kültüründen geldiğini de gösteriyor olabilir. Konya oturaklarında zilli maşa kullanıldığını hiç duymadım, münhasır kullanımlar olmuş olabilir. Bir nevi ritim saz olan bu zilli maşa günümüzde kullanılmıyor.
Türkü yakma, o dönemlerde var olan bir ezgiye, söz döşeme şeklinde de olabildiği ve sıkça bu yola başvurulduğu için bu türkünün de öyle olduğunu tahmin ediyorum. Pek çok Konya türküsünde olduğu gibi bu türkü de meyhane temi sık kullanılmıştır, bunun da oturakların içeriğiyle ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Muhtemelen kaçak âşıkları anlatan bir türkünün oturak ortamlarına sözlerinin monte edilmesiyle oluşmuş olduğu intibaı uyandıran türkülerimizden bir tanesidir.
Türkünün hikâyesini yıllar önce yazmıştım, türkü dilime dolanınca tekrar yayımlama ihtiyacı hissettim:
DAĞLARA HANIM AYŞE’M[2]
Ekonomik sıkıntıların insanları
boğmadığı, iletişim araçlarının bulunmadığı, yalnız ve yalnız sevginin,
saygının, karşılıksız hoşgörünün gönüllerde yer tuttuğu, robotlaşmış tek düze
insanların bulunmadığı eski Konya’da nice renkli simalar yetişmişti... Hepsi de
kişilik sahibi, şahsiyetli, bir söyleyip bin düşündüren, coştuğu anda zaman ve
mekân tanımayan, gönül zengini sade kişilerdi.
İşte bunlardan biri de boz
bulanık bir Konya ikindisinde, Obruk yaylasında "yayan yapıldak"
uzaktan kavakları görünen Eşmekaya'ya, akşam olmadan varmak için var gücüyle
yürüyen, adeta uçan Maşacı İmam'dı!..
Maşacı İmam, medrese tahsilini,
muhabbete -olan düşkünlüğü yüzünden tamamlayamamış, ancak nefsini nezih saz ve
söz meclislerinde, oturak âlemlerinde terbiye etmişti. İnce Konya zekâsı burada
da kendini göstermiş ve ona "Maşacı İmam lakabını uygun görmüştü... Ha!..
Size söylemeyi unuttum, dost meclislisinde zilli maşa çalardı... Geçim
sıkıntısını biraz olsun hafifletmek için, ramazanlarda cerre çıkardı...
İşte o ramazanda imamlık yapmak
için aradan yüzyıl geçmesine rağmen, anekdotları hâlâ canlı duran, valinin
konağına atla gidecek kadar cesur; "söğe-söğe" zorla üzüm yedirecek
kadar cömert, çeşme yaptıracak kadar iyiliksever "Cambaz Deli Osman
Ağa" ya müracaat etmişti... Cambaz Deli Osman Ağa "hınzırlık"
yapmamak kaydıyla o'nu Eşmekaya'ya, arkadaşı, Eşmekaya beylerinden Hacı Halit
Bey'e gönderir.
Üç gündür yayan-yapıldak yol
tepen Maşacı İmam, akşam namazı vakti Eşmekaya'ya girer. Ramazan arifesidir o gün.
Tanışma, yemek ve kısa bir istirahatten sonra Maşacı İmam camiye gider ve o gün
ilk teravih namazını kıldırır. Namazdan sonra İmam'ın döşeği serilir ve herkes
odasına istirahate çekilir. Çekilir ya Maşacı İmam, konağın ihtişamından,
hizmetkârlardan, yanaşmalardan rahatsız olmuştur. Birden aklına Kovanağzı’ndaki
bağı, küçük odalı kerpiç evi gelir... "Keşke oturaydım yerimde" diye
söylenir... Ya arkadaşları? Kim bilir hangi evde muhabbet etmektedirler. Aklına
muhabbet gelir de Maşacı İmam'ın uykusu kaçmaz mı? Ne yapsa ne etse?.. Elin
konağında da oturak tutamaz[3] ya! Hem kiminle tutacak? O
koskoca adam, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi döşeğin içinde ağlamaklı
dönüp dururken usulca kalkar... Pencerenin perdesini açar. İçerisi biraz
aydınlanır gibi olur... Ses seda kesilmiş, el- ayak çekilmiştir... Yastığın
altına koyduğu garip şekilli çıkınını açar ve gözü gibi baktığı, pırıl pırıl
"zilli maşasını" çıkarır…
![]() |
Pek çok değişik şekli olan zilli maşanın tekke versiyonu... |
Elinde zilli maşayla yatağına
giren Maşacı İmam, yorganı başına çeker. Artık coşmuştur. Zaman-mekân tanımaz.
Usuldan usula zilli maşayı çalmaya başlar ve bir türkü tutturur.
"Kap’ardına asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"
Maşacı İmam türküye asılır da sesi yavaş çıkar mı? Artan
zilli maşanın sesiyle kendi gür sesi, önce odasını sonra tüm konağı sarsar:
Dağlara
Hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıkasız[4]
yerlere
Kap’ardına asa
koymuş eleği
Annesinin
kömür gözlü meleği
Kocan yok da
nerden aldın bebeği
Dağlara
hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıksız yerlere
Kap’ardına
asa koymuş kalburu
Yayla
kaymağına dönmüş baldırı
Bu dert beni
iflâh etmez öldürü
Dağlara
hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıksız yerlere
Konaktakiler deprem oluyor
zanneder! Deprem ya... Ancak, bu gönül depremidir, zaman-mekân tanımayan!
Taaa... Selçuklu’dan beri biriken bir kültürün depremidir!.. Aşk dolu, sevgi
dolu...
Derken yanaşmalar Maşacı İmam'ın
odasına dolarlar; bir de ne görseler? Yorganın altında sanki bir ince saz
takımı muhabbet etmekte… Şaşkınlıkları geçince hemen Hacı Ali Bey'in oğlu Halit
Bey'e koşarlar "Bey, Bey! İmam delirdi!"
Yukarıya çıkan Halit Bey durumu
hemen anlar. Zaten o da az çok saz çalmaktadır. Anadolu insanı olur da çalmadan,
çağırmadan durabilir mi? Anadolu insani gurbete gider de acısını dökmez mi? Ani
bir karar veren Halit Bey, yanaşmalarına "sazını kapıp gelmelerini"
söyler ve "oturak tutulur" Ta ki sahura kadar! Ta ki bayram namazına
kadar... O ramazan, teravihten sahura kadar her gece muhabbet edilir. Esasen
eski bir muhabbet ehli olan Hacı Ali Bey ses çıkarmaz, hoş görüyle karşılar.
Hatta bazı geceler "kapı ardında" dinlediği de olur...
Ramazan hoş ve çabuk geçer.
Maşacı İmam'a para, buğday ve esvap verirler. Gönlünü hoş tutarlar. Ayrıca Cambaz
Deli Osman Ağa'nın, Maşacı İmam'ın "hınzırlığını" anlaması için"
dört ayağı sekili, ağzı kilitli"[5] al bir at hediye
ederler...
Kaynak kişilerin ifadesiyle
tahmini 1910 yıllarında yetmiş yaşında ölen Maşacı İmam'ın doğum tarihi
yaklaşık 1840 yıllarıdır. Türküyü yaptığında otuz yaşında olduğunu kabul
edersek 1870'li yıllar karşımıza çıkar ki bu da türkünün en az yüz senelik
olması demektir...
Ne dersiniz? Günümüzde böyle renkli kişiliğe sahip biri var
mıdır? Hepsinin ruhu şad olsun! Âmin.
KAYNAKLAR:
1-MazharSakman,
Mahalli Divan Sazı Sanatçısı (1910-1994)
2- M. Ali Apalı,
Avukat (1325-1987)
3- Hüseyin
Çağıllar, Kasap, Okur-Yazar (1330-?)
TAHİR SAKMAN
![]() |
SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart). |
[1] Kapı ardına.
[2] SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni
Gazete/Cönk, (10 Mart).
[3] Konya müzik geleneğinin en önemli unsuru olan
oturaklar, düzenleneceği zaman, “oturak tutalım” şeklinde de ifade edilirdi.
[4]
Burada kastedilen “mantıkasız yerler”, kolluk kuvvetlerinin
denetim alanının dışına çıkmayı ifade etmek olmalıdır.
[5]
Ayakları ve ağzında benekler olan ata verilen
isim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.