05 Nisan, 2022
RÜZGÂR ESTİ ÇİNİ DÜŞTÜ TAKKELER SAĞ OLSUN!
Oy çiniler çiniler
Mi acaba?
RamaZAM MÂNİLERİ 2022 (4)
Ağlıyorsun ne
diye
Zamlar bize
hediye
Halinize
şükredin
Dönmedik
Somali’ye
Karşıdaki deli
mi
Vermem size
elimi
Halimizi soran
yok
Zamlar büktü
belimi
Sizedir bu
sözlerim
Gün günümü
özlerim
Tadını bilen
var mı
Güllaç yolu
gözlerim
Millet ile
kaderim
Zam da olsa ben
yerim
Şu mübarek
günlerde
Su böreği
isterim
Vatandaşlar
pert oldu
Zamlar bize
dert oldu
Top atılır atılmaz
Orucumuz dört
oldu
TAHİR SAKMAN
04 Nisan, 2022
RamaZAM MÂNİLERİ 2022 (3)
Sizin cebiniz
dolmaz
Dünya size de
kalmaz
Oncası
yontulmuşken
Kazık yemesem
olmaz
Çarşıdan gelen
yâr mı
Zamlar bana
uyar mı
İftara gelir
isem
Yaprak sarması
var mı
Derdimiz çoktur
beyim
Halimiz poktur
beyim
Ne haddime söz
etmek
Cesaretim
yoktur beyim
Soğuk sular
içmedim
Çayır çimen
biçmedim
Köprüleri
sorarsan
Vallahi ben
geçmedim
Ne söylersem
suç oldu
Hem kolay hem
güç oldu
Davet edin
iftara
Orucumuz üç
oldu
TAHİR
SAKMAN
03 Nisan, 2022
RamaZAM Mânileri 2022 (2)
Umutları kim
aldı
Bu zamları kim
saldı
İreisin gününde
Şimdi ucuz ne
kaldı
Zamları sal
çayıra
Milleti kim
kayıra
Pastırmayla
bütündük
Şimdi nasıl
ayıra
Ne yapsın ki
ahali
Kimde bunun
vebali
Sucuk yoktur
düşümde
Pahalıdır
hayali
Benim yüzüm hep
aktır
Ne desem size haktır
Davul bile
çalamam
Korona var
yasaktır
Ah nesin de nesin
de
Püskül varmış
fesinde
Oruç bugün
ikidir
Zamların
gölgesinde
TAHİR SAKMAN
02 Nisan, 2022
RamaZAM Mânileri 2022 (1.1)
Aman diyeyim
aman
Oruç tutmak çok
yaman
Rahmetine
muhtacız
Hoş geldin ey
ramazan
Reva mıdır
yaşanan
Zamlardan yoktur
aman
Bu kadar zor
günümde
Çıktı geldi ramazan
Ah bu zaman bu
zaman
Kalmadı hiç
heyecan
Bunca zammın
altında
Niye geldin
ramazan
Ne pastırma ne
sucuk
Hayaller şimdi
uçuk
İftarda yoktur
diye
Ağlıyor bizim
çocuk
Sararıp
solacaktır
Göze yaş
dolacaktır
Bugün akşam
olursa
Oruç bir olacaktır
TAHİR SAKMAN
01 Nisan, 2022
RamaZAM Mânileri 2022 (1)
Bu ayda uslu
duran
Ramazan sonu
azan
Alışveriş
yaptın mı
Yarınki gün
ramazan
Gözlerimden yaş
aksa
Umutlarımı yaksa
Sofranıza
oturmam
Manda yoğurdu
yoksa
Sevgisizlik her
yerde
Şifa olurmuş
derde
Ömrümde hiç
yemedim
Kestane balı
nerde
Yaptıkları az
geldi
Sanma sakın yaz
geldi
Öncekiler yetmedi
Doğal gaza zam
geldi
Her fırsatta
soyulan
Uyan ey insan
uyan
Dolar bir lira
olmuş
İşte bugün bir Nisan
Neşemiz yok vay’dayız
Dertlerimi say’dayız
Bir Nisan
balığıdır
Bir bakmışın
aydayız
Yutuyor salkım
salkım
Ele verir o talkın
Yarınki gün
ramazan
Gece sahura
kalkın
Zam yapmadan ha
bir dur
N’olur Allah’ım
n’olur
Tutanlara bu sözüm
Yarın oruç bir
olur
TAHİR SAKMAN
23 Mart, 2022
DÜZ ÇİZGİ
Hayat düz bir çizgi değildir…
Hayat; yürürken zikzaklar çizdiğiniz bir serüvendir…
Bazen zirvede soluklanırsınız bazen diplerde nefesiniz kesilir. Hepsi sizin
içindir; gülersiniz, ağlarsınız… aslında güldüren de sizsiniz kendinizi, ağlatan
da!
Ne yaşamışsanız ne görmüşseniz ve ne kadar anı
biriktirmişseniz hepsi sizinle birlikte un ufak olmaya mahkûmdur. Sonra adınız,
düz bir çizgi üzerine yazılır…
Annemin kalp grafiğinden arta kalan kâğıda bakarken… düz
bir çizgiye dönen annemin ömrü bir kâğıt parçasına sığarken, 83 yıllık bir ömrün
hülasası gibi hüzünler saçıyordu…
Yaşantımız eninde sonunda bir çizgiye dönüyordu…
Bir ömrün sonunda çekilen düz bir çizgi… ömürlerimiz bu
kadar ucuz muydu? Bir kâğıt parçasına sığacak kadar kısa mıydı?
Hüzünlerimiz çiçek açarken bahara, yeşermeyi unutacak
mıydık?
Ah anacığım ah…
Sana yeterince sarılamadığımı, seni kefenin içinde ak
kuşlar gibi görünce anladım… seni yeterince öpemediğimi, senin tüy gibi hafif bedenini
toprağın bağrına emanet ederken anladım…
Oysa hasta da olsan, konuşmakta zorlansan da arkamızda
bir dağ gibi duruyordun… geç de olsa anlıyor insan; her şeyin yalana döndüğünü,
her şeyin bir aldatmaca olduğunu ama…
Yaşam sürüyor… bir gün bizleri de toprağa verecekler
ki üzerimizde çiçekler açsın…
Bir döngü… ama bereket dolu… eskiler giderken yeniler
hayata merhaba diyecek…
Ve bizler kardelenler gibi acıların/mutlulukların
içinde açarken, kısa da olsa kendimize anlamlar katmak için, yaşadığımızı ispat
etmek için ve bir gölgenin gölgesinde, gölgeler içinde bir gölge olarak ışığa
koşacağız…
İşte o zaman gölgelerin aslında olmadığını; var olanın,
ışık olduğunu anlayabileceğiz…
Ah anacığım ah, bedenini bu boyutta bıraktın…Bir daha
seni görebilir miyim, bir daha sana sarılabilir miyim bilmiyorum anacağım ama ışık
olarak varlığının yaşamın içinde sürdüğünü hissediyorum.
Ve bir gün bizler; tıpkı, bizden öncekiler gibi ışığa
karışırken, ışığın her boyutta yaşadığını bilmenin huzuru sarıyor içimi…
Görebildiğimiz yaşam olsa da; ölüm de yaşamın karşı
kıyıları… nerede durduğunu bilebilmek, karşının karşısını seçebilmek…
Tek yapabildiğim teselli aramak, işte hepsi bu…
ÖLÜM YAŞAM
ERTESİ ölüm dediğin
yaşam ertesiuyanmak gibi
seraptanbir düşten bir
düşe konarakertelediklerimizle/
erteleyemediklerimizlezoraki bir
karede donmakhepsi bu hayatın son
sesiölüm/ yaşam
ertesi TAHİR SAKMAN
ÖLÜM YAŞAM
ERTESİ
19 Mart, 2022
ALÂADDİN TEPESİ’Nİ KURTARMAK
Hiç de mutsuz değilim ama umudum da yok olmak üzere…
Uzun yıllar üzerine şiirler söylemiştim, makaleler
yazmıştım… Yetmemiş boy boy fotoğraflarla manşetlere taşımıştım ama…
Bu şehirdeki, tarihi yapıları koruma adına yapılan
cinayetleri yazmıştım… pek çok insan da benim gibi düşünüyor ama güzide
basınımız nedense bu konularda şimdi sus pus… Anlı şanlı, kültür, sanat denildiği
zaman ortalıkta boy gösterenlerin de sesi çıkmıyor… Her neyse...
Hafızam, yıllar öncesine kayıyor: Bir iftar davetinde dönemin Konya
valisinin Meram’daki konutundayız… Çay sohbetinde konu, “Konya için öneriler”di…
Bendeniz her zamanki Don Kişotluğumla önerilerimi sunduktan sonra ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı; ileri mi gitmiştim… asla, az bile
söylemiştim. Ama anlı şanlı kültür adamlarımız, gazetecilerimiz içten içe bana kızmışlardı, bunu
hissedebiliyordum.
“Alâaddin Tepesi eğer bir Avrupa ülkesinde olsaydı
değil etrafından tramvay geçirmek, bisiklet bile geçirmezlerdi” demiştim.
Tramvayın ve etrafındaki ağır trafiğin tepeyi her yıl biraz daha göçürdüğünü görmüyor musunuz? Şimdilerde İplikçi Camisi’nin önünden geçen tramvayın, sekiz asırlık caminin duvarlarını çatlattığını da mı görmüyorsunuz?
“Beş bin yıllık tarihi olan ve şehrin simgesi
ve şehrin ilk yerleşim yeri olan tepeyi, otopark olarak kullanmanın üstelik
belediyenin burada bilet kesmesinin ayıbını kim üstlenecek” demiştim. “Belediyenin
parası yoksa aramızda para toplayalım da otopark olmaktan kurtaralım” demiştim.
Sadece, o dönem Konya Milletvekili olan Sayın Mustafa Kabakcı, “tepeyle ilgili olarak proje hazırlandığını ve yakında hayata geçirileceğini”
söylemişti.
Önce orduevi taşındı, bu alana Konya Panoraması yapılacağı söylendi sonra ondan da vazgeçildi. Proje rafa kalktı, nedenini bilmiyoruz...
“Aman efendim, güzel efendim” şeklindeki şakşakçı
yaklaşımlarla şehrin tarihi mekânlarına yapılan zulmü görmezden geliyoruz…
Önce köfteciler mekân tutmuştu, şükür temizlendi,
otopark olmaktan da kurtarıldı.… sonra ağır granit döşediler ki tepe biraz daha
çöksün… çim ektiler her gün suladılar… itirazlar oldu; “az su isteyen bitkiler
ekilsin” diyenler oldu, dinlemediler…
Geçtiğimiz günlerde tepeye Kafem yapılacağını duymuş ve
bir yazı da kaleme almıştım. Şehirdeki gazetelerden birinde bir özel
haber yayımlandı. “Alâeddin Tepesi Kurtarılacak”mış…
Madde bağımlılarının mekânı olmuş, güvenlik endişeleri
varmış… kurtarmak için Kafem yapılacakmış, büfeler yapılacakmış… Bu büfeler Alâaddin’in
her yerine daha önce de yapılmıştı sonra sonuçlarını tüm Konyalı biliyor, gücün
yıkmışlardı.
Madde bağımlıları varsa, güvenlik sorunu varsa bu
emniyeti ilgilendirir. Böyle bir proje Alâaddin’in talana açık hale gelmesine neden olabilir.
Birkaç senedir hep yazıyorum; Alâaddin Köşkü’nün kalıntısını
koruyan eski şemsiyenin yerine yapılan ucube için “Ucube Sultan Tekkesi” diye…
Şimdi o ucubenin yerine yenisinin yapılması için uluslararası yarışma
düzenlenecekmiş… İlahi belediye… Kendi mimarlarımız ne güne duruyor üstelik
dünyaca ünlü mimarlarımız varken!
“Acaba” diyorum “kurtarılacak olan Alâaddin Tepesi mi?
Yoksa inşaatçılar, betoncular, müteahhitler mi?”
Bu şehirdeki Anıtlar Kurumu, mimarlar, mühendisler,
sanat tarihçileri ve konuyla ilgili olan tüm dernekler, vakıflar, meslek
kuruluşları müdahil olmak için tepenin yerle bir olmasını mı bekliyorlar?
Tepeye dokunmasanız, tarihi eserlere hiç dokunmasanız
daha iyi korunacak… Lütfen ecdat yadigârlarına dokunmayın; bu, bu şehre yapabileceğiniz
en büyük iyilik olacaktır, emin olun!
TAHİR SAKMAN
16 Mart, 2022
SİZE RAĞMEN YAŞADIM XVII (UZUN KIZLARIN ALİME)
Muhacir Pazarı yıllarında, çocukluğumu yaşadığım o yıllarda
tanıyabildiğim ve hatırlayabildiğim her kim varsa onların gerçek Konyalı
olduğunu şimdilerde daha iyi anlıyorum.
O eski insanların dünyası oldukça farklıydı; hayata bakışlarının, sanat
anlayışlarının günümüzden bile oldukça ileride olduğunu görmek, bana oldukça
şaşırtıcı gelmiştir. Hele hele günümüz insanlarının sanki o insanların torunları
olduklarını inkâra varan tavırları karşısında üzülmemek elde değil!
O yılların sanat dolu Konya’sı… Halkevlerinin kuruluşuna falan daha çok
var… Savaşlardan yorgun çıkan ama umudunu ve istiklalini hiçbir zaman
yitirmemiş halkın; bu azminin, bu direnişinin arkasında Konya kadınlarının
olduğu asla unutulmamalıdır. Türkülerimiz onların sesleriyle doludur.
İki oğlunu, kocasını hatta damadını askere yollayan bir kahraman Konya
kadını, efsaneleşen ismiyle “Alim Hoca…” Uluırmak’ta Maraş Sokak’ta yaşayan Uzun
Kızların Alime Hanım… Zeynel Abidin Hocadan icazetli Alim Hoca… Gürül gürül
akan, kabına sığmayan bir sesle söylediği şiirleri tüm Konya’yı saran Alim Hoca…
Kadir Mevla’m defterime bak derse
Yerle göğün arasına çık derse
Cürmü isyan günahıma çok derse
Eyvah bana yazık bana vay bana
Aklar düştü benim siyah saçıma
Ben ağlarım günahıma suçuma
Koyacaklar kara toprak içine
Eyvah bana yazık bana vay bana
Kadir Mevla’m Arafat’a varırsa
Yüzüm kara beni anda görürse
Beratımı sol elime verirse
Eyvah bana yazık bana vay bana
Başka şiirlerinin de olduğunu
ve bunları besteleyerek kadınlara okuduğunu bildiğimiz Alim Hoca’nın o yıllarda
“vay dayısı“ diye bilinen ve çok sevilen bir şiiri daha varmış. Bu şiiri Abidin
amcadan dinlemiş ve bir yerlere kaydetmiştim ama bulamadım, umarım bir gün
bulurum.
Babam Mazhar Sakman’ın oturaklarda birlikte çalıp söyledikleri “Çolak Abidin”
lakaplı Abidin Özlüoğlu’nun ninesidir Alim Hoca… Abidin amcayı çok severdim. Bizim
Sarıyakup’taki bağ evimizde düzenlenen gecelerden hatırlıyorum ayrıca evi de
bize yakındı, komşuyduk. Sabaha kadar yerinden hiç kıpırdamaz, iki dizinin
üstünde oturur, cümbüşünden dökülen yanık seslere yüreğini koyardı. Cura da
çalarmış Abidin amca ama sonra cümbüşte karar kılmış, sanırım o yıllarda köy
düğünlerine çok gitmelerinin bir etkisiydi bu, çünkü cümbüşün sesi çok çıkardı.
Babam bazen söyler, tarak takardı cümbüşe ve böylece sesi biraz daha düşerdi. Babası
Alişan, seferberlikte askere gitmiş ve şehit olmuştu. Babaannesi Alim Hoca
büyütmüştü, Abidin amcayı… Sessiz, bir o kadar da neşe dolu bir insandı.
Bir Konya türküsü vardır hani bilirsiniz, Menteşeli…. Bu türküyü Alim
Hoca’nın yaktığı söylenir.
Şaşırdınız mı? Bir kadın hoca türkü yakıyor… Bu Konya sanki masallarda
kalmış gibi, sanki gökyüzünde ebemkuşaklarının üstünde bir yerlerde unutulmuş…
Alim Hoca, askere, vatana armağan ettiklerinin arkasından söylemiş bir
seher vakti… Muğlalı (Menteşeli) olan temel dibi komşuna hitaben içini dökmüş:
Menteşeli Menteşeli
Deli oldum aşka düşeli
Üç yıl oldu yâr gideli
Kaldım evlerde yalınız
Derviş olsam giysem hırka
Kimsem yok ki versem arka
Gönderdiler Şam’a Şark’a
Çekilmez derdim yalınız
Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı
Kaldım evlerde yalınız
Evleri var yüksek bodam
Nerde kaldı benim kocam
Ak sakallı garip babam
Çekilmez derdim yalınız
Loras’tan[1]
bir bulut ağdı
Sulu sepen karlar yağdı
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız
Asker yolu ikidir iki
Giydikleri potin teki
Benim guzum gelmez mi ki
Kaldım evlerde yalınız
İbrişimin telden midir
Muhabbetin candan mıdır
Bu ayrılık senden midir
Kaldım evlerde yalınız
Neler yitirmişiz meğerse neler, içim yanıyor ve bir kez daha o bulutlar
gibi temiz yürekli dünün Konyalısına minnet ve şükranlarımı sunuyorum…
(Bu türküyle ilgili olarak geniş bilgi için bakınız:
SAKMAN, M. Tahir, Konyalı Mazhar Sakman’dan Türküler, Konya İl Kültür
Müdürlüğü, 1999, Konya.
SAKMAN, M. Tahir, Dünden Bugüne Konya Oturakları, Milenyum Yayınları,
2001 İstanbul.)
TAHİR SAKMAN
[1] Konya’nın batısında bir dağ.
15 Mart, 2022
FOTOĞRAFTAKİ TIRLAMA!
Bir fotoğraf anlatır bazen…
Bir fotoğraf; bir fotoğraftan daha öte bir şeydir
hatta “bazen” değildir; her zaman en çok şeyi anlatandır, sessiz soluksuz…
Yer Konya… Kültür Park’ın önü, saat 10.30… Hafif kar
atıyor, hava soğuk mu soğuk…
Bir kaşık sesi çınlıyor etrafta bir de arada bir
duyulan “vay aman” nidası…
İnsanlar gülmekle üzülmek arası tereddüde düşüyorlar…
kimisi kafasını çevirip gidiyor kimisi “cık cık” yapıyor…
Kimi de belki benim gibi “tırlatma” sırasının
kendisine gelmesini bekliyor…
Orta yaşlarda bir adam, elinde Konya kaşığı dilindeki Konya
türküsünün nağmeleri eşliğinde coşkuyla oynuyor…
Bu kadar pahalılık, bu kadar çaresizlik… kaderimiz
olmamalıydı…
Susturulmuş bir toplum olma yolunda hızla ilerlerken…
tek düze düşünen, tek tip insanların olduğu bir ülkeye dönüşmemeliyiz!
Okumuş, aydın insanlarımızın hedef tahtasına
oturtulduğu bir ülke olmamalıyız!
Cehaletin prim yapmasına izin vermemeliyiz!
Hep birlikte tükete tükete bir şey bırakmadık ülkede…
En son insanlarımız kalmıştı… tırlatmaya ne kaldı?
TAHİR SAKMAN
13 Mart, 2022
SİZE RAĞMEN YAŞADIM XVI (SAZ ÇALAN HACI TEYZE)
Baba ninem Rahime Hanım iş kadını olmasından mıdır nedir bilemem ama zamanına göre çok cesur ve atak bir hanım olduğunu yaşantısından da anlamak mümkün.
Babam Mazhar Sakman’ın gençlik yılları… Oturak âlemlerinin yasaklandığı yıllar… Bir gece oturakta basılırlar. Babamın ilk çalgısı lavtadır ama o da bir oturak baskınında el konulur, suç aleti diyerek müsadere edilir. Bu vesileyle babama Vesile ninem ut alır fakat babamın gözü sazdadır ve böylelikle saz çalmaya başlar.
Torununun oturakta basıldığını ve karakola götürüldüğünü haber alan Rahime Hanım karakola koşar… Komiserin odasında babamın sazını görünce geri verilmeyeceğini bildiğinden “anaa benim saz burada n’arar ki” diyerek sazı eline alır ve kapıdan çıkarken komiser “Hacı teyze sen saz mı çalıyorsun” diyerek gülmeye başlar ve bu sayede sazı kurtarırlar.
Sonrası hâkim huzurudur. Babam değil sorulara yanıt vermek; ayakta durmakta bile zorlanmaktadır. Hâkimse ısrarla “neredeydiniz, ne yapıyordunuz” gibi sorularla sıkıştırmaktadır. Rahime Hanım dayanamayarak hâkime, “görmüyon mu hâkim bey adam cenaze” der… hâkim bu müdahaleye çok güler ve bu sayede kurtulduğunu anlatırdı babam.
Babam Rahime ninesinden Nizamlar türküsünü geçtiğini söylerdi. Bu türkü çok eski bir türküdür. Türkü metinine baktığınız zaman bugün bile içimizi acıtmaktadır.
Türkü, Feyzi Halıcı’ya göre, Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilip yerine kurulan Nizamı Cedit askerlerini anlatmaktadır. Ve bu olay üzerine Konya’da baş gösteren Kadı Abdurrahman Paşa olayı üzerine yakılmış olabileceğini söylerdi.
1800’lü yılların başlarında Konya’da, “Kadı Abdurrahman Paşa” adında astığı astık, kestiği kestik bir kadı varmış. Zulümden ve baskıdan bıkan halk, İstanbul’a müracaatla kadıyı, Konya’dan aldırmaya muvaffak olmuşlar. Fakat bu uzun sürmemiş. Padişah II. Mahmut, Kadı Abdurrahman Paşa’yı tekrar Konya’ya göndermiş. Gözünü kin ve intikam bürüyen Kadı Abdurrahman Paşa, bir ramazan günü, “kaldırılması” için şikâyette bulunan, şehrin ileri gelenlerinden yüz elli kişiyi iftara davet etmiş.
Davete gelenleri boğduran kadı, bu sefer adamlarını şehre, halkın üzerine salmış. Zaten bıkan halk silahlanarak, Koç Bekir Ağa idaresinde direnmiş. (Koç Bekir Ağa 1799 yılında Akka’ya, Cezzar Ahmet Paşa’ya yardım olarak Konya’dan giden kuvvetlerin kumandanıdır. Akka’da büyük yararlılığı görülen Koç Bekir Ağa’nın, halkın üzerinde büyük nüfuzu vardır. Kendisi aynı zamanda yeniçeri tuğsuz veziridir.) Kanlı çatışmalardan sonra kadı, Koç Bekir Ağa’ya yalvararak, Konya’ya bir daha gelmeyeceğine dair yeminler ederek şehirden kaçmış. Ama yolda, Tekkeli aşiretinden Mustafa Bey’in eline düşünce öldürülmüş. Olay üzerine Âşık Şem’i’nin iki destanı vardır. (Kaynak: Halıcı, Feyzi, Âşık Şem’i Hayatı ve Şiirleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 531, 1000 Temel Eser Dizisi: 95, 1982, Ankara)
Türküde geçen “mali gülü” kelimesi Mazhar Sakman’a göre mali hülya, Feyzi Halıcı’ya göre ise malın gözü deyiminin bozulmuş şeklidir. Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na göre ikisi de değildir. Seyit Küçükbezirci’ye göre ise, kaypak (hafif) anlamındadır. Her üç yorumun da sonucu aynıdır ve Nizam-ı Cedit askerlerini hafife almaktadır. (Kaynak: Sakman, Mehmet Tahir, Konyalı Mazhar Sakman’dan Türküler, Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, s. 170, 1999, Konya)
Bu türkünün, Mazhar Sakman’ın bant kaydından deşifre ettiğim metni şöyle:
ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ İSKAMBİL OYNAR
(NİZAMLAR)
Üç güzel oturmuş iskambil
oynar
İskambil üstüne guşlar mı
gonar
İnsan sevdiceğine böyle mi
yanar
A benim zülf-i siyahım ebrû hilâlım
Südünen mi beslemiş annen gar beyazım
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
Gışlanın önünde redif sesi
var
Bakın çantasına bilmem
nesi var
Bir çift gondurası bir de
fesi var
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
Gışlanın önünde sıra
söğütler
Oturmuş binbaşı asker
öğütler
Cepheden mi gelir onca
yiğitler
[Cepheye mi gidiyor onca
yiğitler]
A benim zülf-i siyahım ebrû hilâlım
Südünen mi beslemiş annen gar beyazım
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
Gül ezerler gül
ezerler
Gülü tabağa dizerler
Güzeli candan severler
Akabinde düştü gönül
Yârden ayrılması güçtür
[Akabinde düştü gönül
Yârden ayrılması güçtür]
Gül guruttum gül
guruttum
Yârin sinesinde
uyuttum
Yâr söyledi ben unuttum
Akabinde düştü gönül
Yârden ayrılması güçtür
[Akabinde düştü gönül
Yârden ayrılması güçtür]
Aynı türkü Mazhar
Sakman’ın türkü defterinde ise şu şekilde yazılıdır;
Üç güzel oturmuş iskambil
oynar
İskambil üstüne kuşlar mı
konar
İnsan sevdiğine böyle mi
yanar
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
Kışlanın önünde redif sesi
var
Bakın çantasına bilmem
nesi var
Bir çift kundurası bir de
fesi var
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
Kışlanın önünde sıra
söğütler
Oturmuş binbaşı asker
öğütler
Cepheye mi gidiyor onca
yiğitler
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
Kışlanın önünde sıralı
selvi
Kimimiz nişanlı kimimiz
evli
Sılada bıraktım bir saçı
telli
Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar
Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar
A benim zülf-i siyâhım kâş-ı kemânım
Südünen mi beslemiş annen kardan beyazım
Padişah II. Abdülhamit döneminde, araştırmalar yapmak için Osmanlı ülkesine gelen, halk bilimci ve Türkolog, Macar İgnacz Kunos’un Varna’da derlediği bir türkünün sözleri Nizamlar türküsünün sözleriyle büyük benzerlik göstermektedir. (Kunos, İgnacz, Türk Halk Edebiyatı, Tercüman 1001 Temel eser, 1978) Kim bilir asker âşığın sazıyla sözüyle taşıdığı bu türkü, İ. Kunos’un bildirdiğine göre, yasak olmasından dolayı gizli saklı okunmakta imiş. Ayrıca bu sözlerle okunan pek çok türkü vardır. İ. Kunos’un Varna’da derlediği bu türkünün Nizamlar türküsüne benzeyen güftesi şöyle:
Saray önünde sıra söğütler
Oturmuş binbaşı asker
öğütler
Bu kavgada ölen baba
yiğitler
Kışlanın önünde bir uzun
servi
Kimimiz nişanlı kimimiz
evli
Sılada bıraktım ben bir
saçı telli
Türkünün ezgisi de oldukça dokunaklıdır sanki Viyana önlerinde başlayan bir süreçte Türk’ün makus talihini anlatmaktadır. Bu türküyü ne zaman dinlesem iliklerime kadar titrerim. Konya oturak repertuvarında önemli bir yere sahip olan bu türküyü günümüzde çok okuyan da kalmadı. Korkarım ki hayatta olan mahalli sanatçılarımızdan sonra kimse de okumayacak; sanki böyle bir türkü yokmuş, bu türküyü ceddimiz yakmamış, okumamış gibi hafızalarımızdan tamamen silinecek…
Ne yaptın sen Konya, dününü hatırlamaktan korkacak ne yaptın?
TAHİR SAKMAN
10 Mart, 2022
ALÂADDİN TEPESİ’NE DOKUNMAYIN!
Ecdat yadigârı eserlere dokunmasanız diyorum, siz onlara dokunmasanız inanın daha iyi korunacak!
Tarih, 12 Temmuz 2000… Yeni Gazete’de yazdığım yıllar;
manşetten vermişiz tepenin halini ve sormuşuz “Alâaddin Tepesi’ni kim
kurtaracak?” diye… Sayfa arkadaşım Ali Işık ile birlikte tepe üzerine yazmışız…
Sonraki günlerde yine yazmışım, “Alâaddin Köfte Cumhuriyeti” diye…
Sonra tepeyi otopark olarak kullanmanın ayıbını yıllarca
üzerimizde taşıdık… Sonra birileri geldi tarihin üzerine ucuz Çin granitlerini
döşedi, sandılar ki tepe böyle güzelleşecek!
Sonra Alâaddin Köşkü’nün yıpranan şemsiyesinin
değiştirilmesi geldi gündeme… Bir ucube yapı çıktı ortaya; şehrin yüz akı tarihi
bir tepeyle dalga geçer gibi…
“Ucube Sultan Tekkesi” dedim defalarca yazı paylaştım
sosyal medyada…
Konya’nın ilk yerleşim yeri, beş bin yıllık bir
geçmişe sahip ve şehrin sembolü olmuş bir tepeye şimdi ne yapsak beğenirsiniz?
Kafem yapılacakmış… Konya Büyükşehir Belediyesi
ihaleye çıkmış. Koca şehirde yer bulamadınız mı? Tarihe kafe yapmak kimin
aklıysa…
Abiler, ablalar Alâaddin’e dokunmayın; lütfen, şehrin
tarihine, kültürüne ihanet etmek istemiyorsanız, dokunmayın, mümkünse elinizi
sürmeyin! Daha iyi korunacağından hiç şüpheniz olmasın…
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)