KERPİÇ EVLERİN ŞANLI DİRENİŞİ

KERPİÇ
EVLERİN ŞANLI DİRENİŞİ
Bizim
asıl sıkıntımız ne biliyor musunuz?
Hani
eskiye özentimiz var ya, ah vah ettiğimiz! Önce elbirliğiyle yok ettik sonra
şöyleydi böyleydi diye konuşuyoruz… Yok ederken neredeydiniz beyim?
Sizi,
o anlı şanlı günlerden silah zoruyla mı getirdiler, kendinizin hiç mi katkısı
yok, hepimiz sütten çıkmış ak kaşık mıyız? Kerpiç evlerin şanlı direnişlerini
birlikte kırmadık mı? Önce o evleri, içindeki yaşanmışlıklara bakmadan,
hatıraları bir kalemde silen bizler değil miyiz?
Kata
çıktık… katlanmak olduğunu çok sonraları öğrenecektik oysa…
Şimdi
hangimiz gider katları bırakıp? El cevap, hiçbirimiz… ama ah vah etmeye
bayılırız yani yeni deyimle “nostalji” yaparız, arkası gelmez… en cesurumuz,
bir yerlerde bir arsa bulup veya köyümüz varsa arada bir gidip mangal yakıp
geliriz o kadar…
Sonra
yine başlarız; kalorifer peteğine sırtımızı verip soba yaktığımız günleri
hatırlamaya… Eğer torun torba
sahibiysek, ballandıra ballandıra anlatma yarışına gireriz…
Soba
kurmayı gençler elbette bilmez ama bizler âlâsını biliriz…
Her
yıl, ağustosun 15’inden sonra odun kömür stoklandıktan sonra ekim ayının
sonlarına doğru soba telaşesi başlardı. Boru ne kadar uzun olursa, duman evin
içinde ne kadar dolaşırsa o kadar verimli olacağından cambazlıklar da başlardı…
Eğreti merdivenlerin, sandalyelerin üzerinde borular, dirsekler birbirine doğru
geçirilir ve arada bir soba teliyle sarılarak hatta tavana çiviyle asılarak
desteklenirdi. Baca bağlantısı yapılmadan önce mutlaka bir gazete kâğıdı
yakılarak bacanın çekişine bakılırdı. Aslında tam bir eğlenceydi… Sizi bilmem
ama ben çok eğlenirdim…
Elimiz
yüzümüz kara olurdu ama… ama o kara, günümüzün karaları yanında hiç kalırdı, o
kesin…
Sonra
gelsin soba keyifleri… eğer bir de kuzine kurmuşsanız en kolayı fırınında
patates pişirmekti… Hani kumpir diyerek, bir ton para verip alıyorsunuz ya,
işte onun babası bu kuzinenin fırınında pişen patatestir. Kuzine yoksa düz
sobanın üzerinde de aynı lezzeti alabilirsiniz… Tabi kuzinenin üzerinde
yemekler imil imil pişerken (mesela kuru fasulye) fırınında da tel kadayıf
kızartılırdı… Ayrıca üzerinde boy boy güğümler… Aşım suyu, başım suyu
mevzuları!
Ama
asıl zirve kestane patlatılıncaydı…
Kalorifer
peteklerinin üzerinde kestane… fiyatını söylemeye gerek var mı, var mı
cesaretiniz bir kilo kestane almaya… Yılbaşı da yakın ne güzel olur değil mi?
(Bu soru bizim yaştakilere!)
Eğri
oturup doğru konuşalım artık hiçbirimiz, o evlere geri dönemeyiz ama çenemiz de
hiç durmaz!
Babaannem
Vesile Hanım’ın Akbaş Mahallesi’ndeki (şimdi Sahipata Mahallesi olmuş!) kerpiç
evleri yüz yıl ayakta kaldı… Çelenleri sağlamsa, su almazsa kerpiç evler
betondan sağlam ve aynı zamanda ekonomik… (Çatıdan üzerinize yağan hasır
parçaları da ikramiye!..) Peki, şimdi “haydi bir kerpiç ev yapıp, oturalım”
desem, kimse gitmez…
Peki
bunca nostalji nereye gitti?
Galiba
yaş aldıkça çenemiz düşüyor ve kendimize mevzu arıyoruz… Durum bundan ibaret…
/direnir kerpiç evler
damları baharda yeşil
-ve kışın naylon
kaplıdır-
boyunları bükükse de çocukların
sedirler altın kalplidir/
demiştim
“Sedirler” başlıklı şiirimde… kerpiç evlerin direndiği kadar bizler direnemedik
ve yenildik beton kutulara…
Şimdi
kalkmışız, beton ve demir yığını çok katlı kutuların içinde nostalji yapıyoruz;
asıl nostaljinin yakında kendimiz olacağını hiç aklımıza getirmeden…
TAHİR
SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.