Son dönemde izlediğim filmlerden bazıları hakkında yazmak
kaçınılmaz oldu benim için…
Bunlardan ilki “Rose Adası’nın İnanılmaz Hikâyesi” ismini
taşıyor. Statükolardan bıkan, özgür ve mucit ruhlu bir insanın, İtalyan
karasularının dışında yapay bir ada oluşturarak bağımsızlığını ilân etmesiyle
gelişen olayları anlatıyor.
Filmi izlerken, devletlerin zorba yapısını da ister istemez
sorgulamaya başlıyorsunuz: Size hizmet etmesi için seçtiğiniz insanların veya
kurduğunuz devletlerin zaman içerisinde “koruyuculuk” kavramı geliştirerek;
devleti, insanın / vatandaşın üzerinde bir yerlere çıkarmasını da gözler önüne
seriyor.
Eğer benim gibi statükoya karşı çıkan dahası kendi iç dünyanızda anarşist ruhlu,
her şeye karşı biriyseniz film tam size göre derim.
İkinci film bir belgesel, ismi “İyi Geceler Oppy…” 90
günlük bir görev için Mars’a gönderilen bir aracın 15 yıl güneş enerjisiyle
çalışmasını anlatıyor. Filmi izlerken zaman zaman araçla veya bir tür robot olan
ikizlerle, Oppy ile duygusal bir bağ geliştiriyorsunuz.
Belgeseli izlerken kıyas yapmanız ve sorular biriktirmeniz
kaçınılmaz oluyor. Bilim insanlarının neler yaptığına şaşırırken, dünyanın diğer
yarısında ise neleri konuştuğunuz aklınıza gelebilir. İnsanlığın bir tarafı Mars’ta
koloni kurmaya hazırlanırken bir diğer tarafının ne yaptığını, nelerle uğraştığını
üzülerek anımsayabilirsiniz.
Üçüncü film bizden; “Acıların Kadını Bergen…” Dördüncü film
ise yine sanatçı bir kadının hayatını konu alan bir film, ismi “Dilberay Küçük
Dev Kadın…”
İki filmde de tüm yaşantıları acıyla yoğrulan iki kadının acı
hikâyesi oldukça dramatize edilerek anlatılıyor, hüzne boğuluyorsunuz. Erkek egemen
bir toplum düzeninde kadının nasıl meta haline dönüştürüldüğünü ve sömürüldüğünü
görmenin gerçeği, yüzünüze bir şamar gibi iniyor. Bu iki film aynı zamanda
ülkemizde kadınlar üzerinde kurulan baskıyı ve sömürüyü de acı bir şekilde
anlatıyor.
Anlayışların, bakış açılarının kadın lehine ötesi insan
lehine, canlı lehine yaşam hakkının kutsallığı üzerine değişmediği sürece bu
acıların hepimizi bir gün boğabileceğini asla unutmamamız gerekiyor. Annelere kutsiyet
izafe ederken, eşlere de aynı hassasiyeti gösteremeyen toplumların, bu zulümle
ayakta durabileceğini sanmak safdillik olacaktır.
Ne yazık ki ülkemizde yaşanan on binlerce belki milyonlarca
dramlardan, insanlık suçlarından sadece ikisini anlatıyor film…
Bu iki filmi izlerken, yüreğinizde bir şeylerin koptuğunu
hissedeceksiniz ve bu insanların bizim toplum düzeni içinden çıktığını bir kez
daha anımsarken, gözlerinize, ismi duyulmamış milyonlarca kadının ızdırap dolu
yaşantısı dolacak ve milyonlarca kez, kadına zulmü reva gören zihniyete, insan
yerine koymayanlara haykırmak isteyeceksiniz:
Siz insan mısınız?
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.