31 Temmuz, 2022
27 Temmuz, 2022
BEKLETME YALNIZLIĞIMI
BEKLETME YALNIZLIĞIMI
yağmur mevsiminde gel
saçlarına yıldız
gözlerine mum koku
şafaklar döküldüğünde
erken gelme sakın
bekle
çürüsün yapraklar
kokunu unutsun rüzgâr
umutlar toprak olsun
dudakların eski şarkılar gibi
doldukça kadehime
yıllanmış şarap tadında
gecikerek sevdam gibi
renklerin sarıya çaldığında
ve kapını yağmurlar
güvercin kanatlarıyla çaktığında
üşümüşsen
ve tüketmişsen ömrünü gecelere
haydi bekletme yalnızlığımı
biraz daha
biraz daha geç gel
TAHİR SAKMAN
25 Temmuz, 2022
BİR TÜRKÜ BİR ÖYKÜ: DAĞLARA HANIM AYŞE’M
![]() |
©Fotoğraf: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman bir derleme esnasında... Soldan sağa; Selçuk Es, Mazhar Sakman'ın kızı Vesile, Mazhar Sakman, Kemal Koldaş... |
Bugünlerde bir türkü dolanıyor dilimde:
"Kap’ardına[1]
asa koymuş kazanı
Ben istemem
okuyanı yazanı
Ben isterim
meyhanede gezeni"
Tabii bu türkü dilinize dolanırsa Maşacı İmam’ı da hatırlarsınız. Dünün renkli Konya’sında nevi şahsına münhasır bir insan. Bu insanlara günümüzde rastlayabilmemiz mümkün değil.
Kaynak kişilerin ifadesiyle “Dağlara Hanım Ayşe’m” ismiyle bilinen türküyü onun yaktığı söylenir. Geçmiş dönemlerde kadınlar arasındaki eğlencelerde ve tekkelerde kullanılan bir çalgı aleti olan zilli maşa çaldığı da bize anlatılanlar arasındadır. Belki de bu durum, Maşacı İmam’ın tekke kültüründen geldiğini de gösteriyor olabilir. Konya oturaklarında zilli maşa kullanıldığını hiç duymadım, münhasır kullanımlar olmuş olabilir. Bir nevi ritim saz olan bu zilli maşa günümüzde kullanılmıyor.
Türkü yakma, o dönemlerde var olan bir ezgiye, söz döşeme şeklinde de olabildiği ve sıkça bu yola başvurulduğu için bu türkünün de öyle olduğunu tahmin ediyorum. Pek çok Konya türküsünde olduğu gibi bu türkü de meyhane temi sık kullanılmıştır, bunun da oturakların içeriğiyle ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Muhtemelen kaçak âşıkları anlatan bir türkünün oturak ortamlarına sözlerinin monte edilmesiyle oluşmuş olduğu intibaı uyandıran türkülerimizden bir tanesidir.
Türkünün hikâyesini yıllar önce yazmıştım, türkü dilime dolanınca tekrar yayımlama ihtiyacı hissettim:
DAĞLARA HANIM AYŞE’M[2]
Ekonomik sıkıntıların insanları
boğmadığı, iletişim araçlarının bulunmadığı, yalnız ve yalnız sevginin,
saygının, karşılıksız hoşgörünün gönüllerde yer tuttuğu, robotlaşmış tek düze
insanların bulunmadığı eski Konya’da nice renkli simalar yetişmişti... Hepsi de
kişilik sahibi, şahsiyetli, bir söyleyip bin düşündüren, coştuğu anda zaman ve
mekân tanımayan, gönül zengini sade kişilerdi.
İşte bunlardan biri de boz
bulanık bir Konya ikindisinde, Obruk yaylasında "yayan yapıldak"
uzaktan kavakları görünen Eşmekaya'ya, akşam olmadan varmak için var gücüyle
yürüyen, adeta uçan Maşacı İmam'dı!..
Maşacı İmam, medrese tahsilini,
muhabbete -olan düşkünlüğü yüzünden tamamlayamamış, ancak nefsini nezih saz ve
söz meclislerinde, oturak âlemlerinde terbiye etmişti. İnce Konya zekâsı burada
da kendini göstermiş ve ona "Maşacı İmam lakabını uygun görmüştü... Ha!..
Size söylemeyi unuttum, dost meclislisinde zilli maşa çalardı... Geçim
sıkıntısını biraz olsun hafifletmek için, ramazanlarda cerre çıkardı...
İşte o ramazanda imamlık yapmak
için aradan yüzyıl geçmesine rağmen, anekdotları hâlâ canlı duran, valinin
konağına atla gidecek kadar cesur; "söğe-söğe" zorla üzüm yedirecek
kadar cömert, çeşme yaptıracak kadar iyiliksever "Cambaz Deli Osman
Ağa" ya müracaat etmişti... Cambaz Deli Osman Ağa "hınzırlık"
yapmamak kaydıyla o'nu Eşmekaya'ya, arkadaşı, Eşmekaya beylerinden Hacı Halit
Bey'e gönderir.
Üç gündür yayan-yapıldak yol
tepen Maşacı İmam, akşam namazı vakti Eşmekaya'ya girer. Ramazan arifesidir o gün.
Tanışma, yemek ve kısa bir istirahatten sonra Maşacı İmam camiye gider ve o gün
ilk teravih namazını kıldırır. Namazdan sonra İmam'ın döşeği serilir ve herkes
odasına istirahate çekilir. Çekilir ya Maşacı İmam, konağın ihtişamından,
hizmetkârlardan, yanaşmalardan rahatsız olmuştur. Birden aklına Kovanağzı’ndaki
bağı, küçük odalı kerpiç evi gelir... "Keşke oturaydım yerimde" diye
söylenir... Ya arkadaşları? Kim bilir hangi evde muhabbet etmektedirler. Aklına
muhabbet gelir de Maşacı İmam'ın uykusu kaçmaz mı? Ne yapsa ne etse?.. Elin
konağında da oturak tutamaz[3] ya! Hem kiminle tutacak? O
koskoca adam, oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi döşeğin içinde ağlamaklı
dönüp dururken usulca kalkar... Pencerenin perdesini açar. İçerisi biraz
aydınlanır gibi olur... Ses seda kesilmiş, el- ayak çekilmiştir... Yastığın
altına koyduğu garip şekilli çıkınını açar ve gözü gibi baktığı, pırıl pırıl
"zilli maşasını" çıkarır…
![]() |
Pek çok değişik şekli olan zilli maşanın tekke versiyonu... |
Elinde zilli maşayla yatağına
giren Maşacı İmam, yorganı başına çeker. Artık coşmuştur. Zaman-mekân tanımaz.
Usuldan usula zilli maşayı çalmaya başlar ve bir türkü tutturur.
"Kap’ardına asa koymuş kazanı
Ben istemem okuyanı yazanı
Ben isterim meyhanede gezeni"
Maşacı İmam türküye asılır da sesi yavaş çıkar mı? Artan
zilli maşanın sesiyle kendi gür sesi, önce odasını sonra tüm konağı sarsar:
Dağlara
Hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıkasız[4]
yerlere
Kap’ardına asa
koymuş eleği
Annesinin
kömür gözlü meleği
Kocan yok da
nerden aldın bebeği
Dağlara
hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıksız yerlere
Kap’ardına
asa koymuş kalburu
Yayla
kaymağına dönmüş baldırı
Bu dert beni
iflâh etmez öldürü
Dağlara
hanım Ayşe’m köylere
Köyler bizi
kabul etmez şehirlere
Biz kaçalım
mantıksız yerlere
Konaktakiler deprem oluyor
zanneder! Deprem ya... Ancak, bu gönül depremidir, zaman-mekân tanımayan!
Taaa... Selçuklu’dan beri biriken bir kültürün depremidir!.. Aşk dolu, sevgi
dolu...
Derken yanaşmalar Maşacı İmam'ın
odasına dolarlar; bir de ne görseler? Yorganın altında sanki bir ince saz
takımı muhabbet etmekte… Şaşkınlıkları geçince hemen Hacı Ali Bey'in oğlu Halit
Bey'e koşarlar "Bey, Bey! İmam delirdi!"
Yukarıya çıkan Halit Bey durumu
hemen anlar. Zaten o da az çok saz çalmaktadır. Anadolu insanı olur da çalmadan,
çağırmadan durabilir mi? Anadolu insani gurbete gider de acısını dökmez mi? Ani
bir karar veren Halit Bey, yanaşmalarına "sazını kapıp gelmelerini"
söyler ve "oturak tutulur" Ta ki sahura kadar! Ta ki bayram namazına
kadar... O ramazan, teravihten sahura kadar her gece muhabbet edilir. Esasen
eski bir muhabbet ehli olan Hacı Ali Bey ses çıkarmaz, hoş görüyle karşılar.
Hatta bazı geceler "kapı ardında" dinlediği de olur...
Ramazan hoş ve çabuk geçer.
Maşacı İmam'a para, buğday ve esvap verirler. Gönlünü hoş tutarlar. Ayrıca Cambaz
Deli Osman Ağa'nın, Maşacı İmam'ın "hınzırlığını" anlaması için"
dört ayağı sekili, ağzı kilitli"[5] al bir at hediye
ederler...
Kaynak kişilerin ifadesiyle
tahmini 1910 yıllarında yetmiş yaşında ölen Maşacı İmam'ın doğum tarihi
yaklaşık 1840 yıllarıdır. Türküyü yaptığında otuz yaşında olduğunu kabul
edersek 1870'li yıllar karşımıza çıkar ki bu da türkünün en az yüz senelik
olması demektir...
Ne dersiniz? Günümüzde böyle renkli kişiliğe sahip biri var
mıdır? Hepsinin ruhu şad olsun! Âmin.
KAYNAKLAR:
1-MazharSakman,
Mahalli Divan Sazı Sanatçısı (1910-1994)
2- M. Ali Apalı,
Avukat (1325-1987)
3- Hüseyin
Çağıllar, Kasap, Okur-Yazar (1330-?)
TAHİR SAKMAN
![]() |
SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni Gazete/Cönk, (10 Mart). |
[1] Kapı ardına.
[2] SAKMAN, M. Tahir (1999), “Dağlara Hanım Ayşe’m”, Yeni
Gazete/Cönk, (10 Mart).
[3] Konya müzik geleneğinin en önemli unsuru olan
oturaklar, düzenleneceği zaman, “oturak tutalım” şeklinde de ifade edilirdi.
[4]
Burada kastedilen “mantıkasız yerler”, kolluk kuvvetlerinin
denetim alanının dışına çıkmayı ifade etmek olmalıdır.
[5]
Ayakları ve ağzında benekler olan ata verilen
isim.
23 Temmuz, 2022
BOZKIR DÜĞÜNÜ GİBİ YAŞAMAK
![]() |
Foto: T. Sakman. Bozkır Kaşık Ekibi. |
Geçtiğimiz hafta sonu bir düğüne katıldım…
Mehmet Ali Duran dostum oğlunu evlendirdi. Mehmet Ali’yi folklorla ilgili
olanlar özellikle Bozkırlılar iyi bilirler, yıllardır Konya, Bozkır kültürüne
arkadaşlarıyla birlikte hizmet ediyorlar. Her nerede Konya ile ilgili bir
etkinlik görürseniz onlar mutlaka oradadırlar.
Bozkır, Konya’nın geniş coğrafyasının bir başka bölümünde Toros dağlarında
yer alır, iklimi gibi insanı da serttir, merttir. Bozkır insanı çok
çalışkandır, azimlidir. Kısıtlı imkânlar içerisinde ağacın, yeşilin, toprağın
kıymetini onlardan iyi hiç kimse bilemez. Bir ağacın bir evi geçindireceğini o
bölgenin insanı yüzyıllardır bilir. Her ne kadar yaşam mücadelelerine çoğu
zaman gurbette devam etseler de kültürlerini asla unutmazlar.
Bozkır folkloru, Konya folklorunun bir parçası olsa da Konya türküleri, yörede
oynanan kaşık oyunlarının ritmine ayak uydurur ki bu çok enteresandır; figürlerin
veya kaşık ritimlerinin türkülere ayak uydurması beklenirken Bozkır’da bu tam
tersi gibidir. Türküler, kaşıkların cazibeli ritmine kapılır gider…
Konya oturaklarında erkeklerin oynamama gibi bir adetleri vardır.
Oturakların yazılı olmayan töresinde erkekler değil oyuncu kadınlar türkülere
zille veya kaşıkla eşlik ederler. Bu nedenle olsa gerektir ki oynayan erkeğe de
iyi gözle bakılmadığını biliyoruz. Kaynak kişilerin ifadeleriyle belli bir olgunluğa
erişmemiş kişilerin oturaklara girememesi bunun bir başka ifadesi gibidir.
Peki, ya gençlerin düzenlediği zamah / çetnevir gibi gecelerde gençler
oynamıyor muydu? Bu soruya doğrusu hayır diyebilmek oldukça zordur; muhtemelen
gençler eğlencenin büyüsüne kapılıp oyuncu kadın varsa bile mutlaka oynamış
olmalılar diye düşünüyorum.
Bozkır’ın kaşık oyunları çok meşhurdur ancak şehrin folklorik konulara
yeterince ilgi göstermemesi sonucu bu geleneği geleceğe taşımanın bütün yükü birkaç
ekibin sırtına yüklenmiş gibidir. Hatta öyle ekipler vardır ki babadan oğula
bir miras gibi aktarılarak kaşık oyunları yaşatılmıştır. Bozkır Yazdamı kaşık
ekibini yıllar önce bir programda tanımış ve baba ile oğulun aynı ekipte
kaşıklarıyla konuşmalarına şahit olmuştum.
Bozkır gibi iklimi ve insanının sert olduğu bir coğrafyada erkeklerin kaşıklarla
oynaması aslında beni hep şaşırtmıştır. Belki de adam boyu karın eksik olmadığı
uzun kış gecelerinde bölge insanının nefes aldığı bir penceredir kaşık oyunları…
Koreografları kayıt altına alınmış mıdır bilmiyorum ama bildiğim Bozkır kaşık
oyunlarına kimsenin sahip çıkmadığıdır. Eğer
yeterince sahip çıkabilseydik ciddi anlamda Konya’nın bir başka yönünü de
ortaya koymuş olabilecektik. Benim gözlemlediğim; şehirde yapılan etkinliklerde
bu insanlara sahne vermekte çok cimri davranıldığıdır. Şehrin bütün kurumları
bu insanlara sahip çıkmalıdır özellikle belediyeler yaptıkları tüm etkinliklerde,
şehrin tanıtım günlerinde bu insanlara sahne vermekte çok cömert olmalıdır.
Şehrimizde yapılan festivallerde bu insanlarımız neden çağrılmaz anlamak
mümkün değildir. Konyalı, sen kendi kültürüne sahip çıkmazsan kim sahip
çıkacaktır? Şunu unutma ki seni Konyalı yapan bu kültürdür!
![]() |
Foto: T. Sakman |
Mehmet Ali dostumuzun düğününe geri dönersek, tam bir Bozkır düğünü olduğu
hemen göze çarptı; kaşığı eline alan sahnedeydi, yediden yetmişe Bozkır
ekibinin yorumladığı kıvrak ezgilere sahnede eşlik ederek doyasıya eğlendiler. Kaşık
oyunlarında, kaşıkları kırmak âdettendir, sahne, kaşıkların kırık ama mutlu görüntüleriyle
doldu. Sevgili Mehmet Ali de yöresel kıyafetlerini giyerek sahnede yer aldı. Videosunu
izlemek isteyenler için link:
https://drive.google.com/file/d/1o7lsHaZ-iw1CK0CGIO0-YFnueHXSIn2o/view?usp=sharing
Videoda Bozkır ekibi, merhum babam Mazhar Sakman’ın sık okuduğu Kabak
türküsünün bir varyantını seslendirirken, coşkun nağmelerine yerel kıyafetlerle
sanatçılarımız zarif figürleriyle anlamlı katkılar sağlıyorlar.
O gece, ben de çok eğlendim, ne zamandır böyle eğlenmemiştim, bir başka
dünyanın kapılarını açmamıza vesile olan Bozkır ekibindeki sanatçı dostlarımız; Keman
Necdet Yüksel, ut İbrahim Tunç, ritim Osman Yüksel, oyuncular Mehmet Ali Duran,
Ahmet Yüksel ve Ahmet Cihan’ı sanatlarından ötürü kutluyorum. Genç evliler Elif
ile Mustafa’ya da Bozkır düğünü gibi bir yaşam diliyorum.
Eve giderken, kulaklarımda sanki babamın sesi yankılanıyordu:
/Kabağı da boynuma takarım
Hovardayı gözden çakarım
Senin gibi Konyalıyı
Alır gider pazarlarda satarım/
Kim bilir, belki de “senin gibi Konyalıyı”
derken geleceğe bir mesaj vermişti…
TAHİR SAKMAN
![]() |
Foto: T. Sakman. Mehmet Ali Duran yerel kıyafetlerle sahnede... |
22 Temmuz, 2022
…GÖZLERİMİN FERİ DE YOK…
eski bir gramofonda çalan taş plaktaki bir hikâyeydi bizimki…
yorgun yıllardan arta kalan bir hüzün sinsice beklerken, mutluluğa geç
yakalanmanın telaşı belki… belki ölü zamanların uyandırması geceyi; tıpkı, bir
ömrü bir geceye sığdırmanın sevinci belki acısı…
/sensiz sokakların vurgunuyum/
kendimi geziyorum; sensizliğin orta yerinde çarelerimi yıldızlara
ısmarlamış, ellerimde deniz yıldızlarından fal bakarken… antik bir pas
sarıyor…
/yılgın saatlerin ölü vakitlerinde
yitirilmiş düşlerin zamansız
kuytularındayım/
dip vakitlerindeydik zamanın ne sen
bilebilirdin ne ben… esrik aşkların sırlarla dolu dünyasını aralamak mıydı
düşümüz? ânın büyüsüne kapılmaktı yaşam oysa hem de sana rağmen bana rağmen…
aşk; ikimize rağmendi…
/gözlerimin feri de yok/
hangi ışıktı bilmiyorduk; bizi zamanın
ötelerinden çeken… bir yalnızlık mıydı yoksa çok mu kalabalıktık? bedenimden
taşan bir ürperti, geceye ter düşürürken, çoktan kaybolmuştuk sokaklarımızda…
/sokaklar beni geziyor şimdi
kaldırımlarım ezilmiş paslı hüzünlerle
dolu
yorgunum sadece dargın değilim anla/
nefesim karışırken, bin yılların ötesine
kopup gelen, hep yeniden yazılmak mıydı hayat, yarım hikâyelere hep yeniden?
güneş renkli saçlarını savururken yalnızlığıma çoğalıyor hicranın… bekleyiş,
kendisi olmak gibi…
/birkaç bin yıl daha beklerim
sonrası toprağa emanet
bir tek gözlerin duruyor canlı bir de
gelmeyişlerin/
adem’den beri beklemiştim… gelme… ki beklemenin vahşi doruklarında kan kusan gecelere feryat olmanın izini süreyim…
/haydi ört hüzünleri bana maviler sana
kalsın/
TAHİR SAKMAN
21 Temmuz, 2022
BUGÜN GÜNLERDEN KONYASPOR
Bugün maçımız var…
Gerçi hangi gün olmadı ki? Hayatla maçımızın olmadığı bir gün olmadı ki! En
büyük maçımız ise kendimizle olan maçtı…
Yıllar öncesine kayıyor gözlerim…. Hani sahaya tavuk saldığımız yıllara… ne
mücadeleler olmuştu, maçlar kıran kırana geçiyordu. Maalesef şimdi olmayan,
hoyratça yıkılan Atatürk Stadyumu’nda sabah saatlerinde sıraya girdiğimiz
günler, sonra güneşin, karın, yağmurun altında saatlerce beklemek…
Derdimiz neydi bilmiyorum ki? Ama bildiğim Konyaspor aşkıydı… Bir kaleci
Fethi vardı, bugün bile öyle bir kaleci yok… Topu öyle şimdikiler gibi
tokatlamazdı, havada üç takla atar öyle yakalar, yüreğimiz ağzımıza gelirdi. Eğer maçtan önce gol yemeyeceğim
derse asla yemezdi… Sonra Aytekin, yattığı yerden üç metre sıçrardı…
Nacili, Muhtarlı, Mahmutlu kadrolar efsaneydi bizim için… Hele Mahmut’un
bir lakabı vardı şimdi yazmayayım ayıp olur ama şunu söyleyeyim ki çok
kiloluydu ve o cüsseyle nasıl koşardı anlayamazdık…
O dönemlerde iş yerim vardı ve
bizler Konya esnafı olarak maça gidelim, gitmeyelim pazartesi ve salı günleri dükkân
önlerinde, ellerimizde Konya gazeteleriyle maç kritikleri yapar, teknik direktörün yapamadığı kadroyu yeniden
kurardık! Cuma gününe kadar başka
şeylerden konuşur sonra tekrar başlardık.
Bu durum, o dönemlerde yazdığım Türbe Caddesi Şiirleri isimli şiirlerime bile
yansımıştı:
/mevzular güne göre
pazartesi salı konyaspor
çarşamba perşembe pahalılık işsizlik
cuma cumartesi işler hep turistik
pazarları tatil yok hepsi nöbetçi
saatiniz mi bozuk işte saatçi/
Kara kartallar bugün Avrupa kupalarındaki
ilk sınavına çıkarken bütün şehrin kalbi orada atacak.
Bugün günlerden Konyaspor… Bugün hepimiz
bir kartalız…
Bu şiir de benden Konyaspor’a yadigâr
olsun:
KONYASPOR
MARŞI
Konyaspor
engelleri aşacak
Nice
nice kupalara koşacak
Kara
kartal yeşil beyaz renkleri
On
bir fişek sahalara taşacak
Kalbimizde
içimizde sen Konya
Sazımızda
sözümüzde sen Konya
Uzan
uzan kupaları topla gel
Taraftarın
omuzunda sen Konya
Engelleri
hep beraber aşarız
Nice
nice kupalara koşarız
Konyaspor
gönlümüzde sen varsın
Başarınla
bizler mutlu yaşarız
Konyaspor
engelleri ezecek
Yüce
ismi dilden dile gezecek
Dört
mevsimde çiçek çiçek taraftar
İsmini
en yükseklere dizecek
TAHİR
SAKMAN
20 Temmuz, 2022
ŞİMDİ ORTA(!) ZAMANI
Şimdi tatil zamanı ya…
Herkes tatil fotoğraflarını ve oralarda yediklerini vs. paylaşıyorlar, bu
bana gösteriş gibi gelmiyor; çünkü en azından dostlarım için biliyorum ki onlar
bu paylaşımları yaparken gösteriş için yapmıyorlar, sadece böyle bir dünyanın
olduğunu ve bu dünyanın nimetlerinden herkesin faydalanma hakkı olduğunu anlatmak
ve bu sayede uyanmanızı sağlamak için olduğunu biliyorum…
Uyanır mıyız, hiç sanmıyorum sadece iç geçirerek bakarız o kadar. Genlerimize
işlemiş olan kadercilik ve razı gelmenin, cennet hayalleri kurarak teselli
olmanın kurbanlarıyız belki…
Hizmet etsin diye seçtiklerimizin başımıza efendi olmalarına nasıl razı
oluyoruz bir türlü anlayamıyorum zaten…
Neyse burayı geçelim… her yıl birkaç rutinim vardır; en azından birer kere mutlaka
yaptığım…
Birisi ekmek salması… bu sene yapamadık… sonra “orta (bütümet)” var, “balcanlı
tirit” var… “en azından onları yapabilirim” dedim…
Konyalılar bilirler özelikle Kumköprü patlıcanıyla yapılırsa pek makbuldür…
gerçi Kumköprü’de bahçe kalmadı ki… neyse şükür ki Karaaslan henüz var ve
geçtiğimiz pazar günü Muhacir Pazarı’ndaki pazardan Karaaslan patlıcanı aldım…
Öyle eskiden olduğu gibi söndürme kömürüyle imil imil maltızda pişirmek
lazım ama apartman hayatı malum, tek yapabildiğimiz kısık ateşte pişirmek…
Bendeniz sonradan gurme(!) olduğum için kusurumu bağışlayın tarifini
yazacak falan değilim ama “bu dünyadan orta yemeden göçüp gitmeyin” derim… Kuzu
kaburgadan yapmak âdettendir ama bendeniz çok yağlı olmasın diye boyundan
yapıyorum. Patlıcanı az, eti çok olmalı,
benim formülüm bir kilo patlıcana iki kilo… Tabii az da olsa tereyağı ilave etmelisiniz…
Böyle bir lezzet dünyada görülmemiştir… İlla orta yapacaksınız diye de bir kaide yok yeter ki yerli patlıcan olsun, musakka da yapabilirsiniz, inanın ortanın lezzetine yakın olacaktır.
Şimdi fotoğrafını paylaşmasam olmayacak yani musakkasını yapabilirsiniz,
yerli patlıcanın kilosunu 10 TL’ye aldım… Fotoğraftaki patlıcanı önce yemelere
kıyamadım sonra doyamadım… Tabii fotoğraftaki yemek, “ortası” alınmış hâli…
Afiyet olsun… Haa… bu arada somun ekmekle banıp yemelisiniz; değilse
lezzeti kaçırabilirsiniz ona göre, “dimedi, dimeyin!"
Geçtiğimiz yıl yine bu ayda pek muhterem Balcan Efendi’ye maniler
düzmüştüm, okumak isteyenler için link:
https://www.facebook.com/tahirsakman/posts/pfbid0v6NznNuowX91L4B7xzMfkC9C1hSdX3Zy4N5b9EWvcDTznK1oJ3NSJZGzhhovXiwTl
TAHİR SAKMAN
18 Temmuz, 2022
ZIKKIM YE!
Başka yerde de var mı bilmiyorum ama Konya’da çok meşhur bir söz vardır; zıkkım ye…
Çok acıkanlara veya doymayanlara söylenir; zıkkım ye…
Bu sözün bir de zıkkımın kökünü ye şeklinde söyleneni vardır ki o
çok vahimdir.
Konya metropol bir şehre dönüşürken birçok değerimizi yitirdiğimiz
gibi bu deyimleri de unutmaya başladık. Bu sözleri anasından duymamış bir
Konyalı düşünemiyorum. Hepimizin ortak hafızasının bir yerlerine kazınmış olan
bu sözün ne anlama geldiğini Konyalılar bilir de bilmeyenler için yazalım
istedim…
Zıkkımın kökünü ye aslında iyi bir temenni değildir; çünkü
buradaki zıkkım, zakkumun kendisidir ve kökü oldukça acı ve zehirlidir. Burayı
geçelim, bize lazım olan öbür zıkkımdır:
Sokakta oyunlar oynadığımız, kimseden korkmadığımız o mutlu, sakin,
hoşgörülü, dünün homojen Konya’sında acıktığımız zaman hepimiz evlerimize koşar
anamıza acıktığımızı söylerdik ve çoğunlukla aldığımız cevap zıkkım ye
olurdu…
Durun hemen öyle kötü düşünmeyin; bu zıkkım, sizin bildiğiniz zıkkımlardan
değil…
Çoğumuzun evinde olan ve hane halkı gibi bakılan, sevilen, sarı kızların sütünden, analarımızın o maharetli, nurlu elleriyle yapılan gerçek organik yoğurda baharatlar eklenirdi. Karabiber, kırmızıbiber, kekik hatta nane, tuz… Zeytinyağı da ekleyebilirsiniz. Tabii eğer bahçenizde ceviz ağacı varsa ceviz de ilave edebilirsiniz… sonra varsa tandır ekmeği yoksa yarım veya çeyrek çarşı ekmeği ortasından ikiye kesilir, bu zıkkım sürülürdü…
Hani canım çekti bir an ama artık cesaret istiyor… yoğurdun kilosu kaç para
haberiniz var mı kuzum?
Artık zıkkım bile yiyemiyoruz!
Eğer bensiz yapar da yerseniz vallahi hatırım kalır ona göre… Fakire de
haber edin sizin ellerinizi, benim ayaklarımı bağlayalım da size, zıkkım nasıl
yenirmiş itina ile göstereyim!
TAHİR SAKMAN
16 Temmuz, 2022
GÖNÜL SIZIMIN BAM TELLERİ
![]() |
Tayyar Yıldırım-Tahir Sakman birlikte... |
Sosyal medyada şiirlerini görüyordum, ortak dostlarımız vardı ama henüz tanışmamıştık…
Özellikle taşlamaları vardı, sertti…
Gençken hepimiz şiir söyleriz ama yaş kemale ermeye başladığı zaman aslında
heyecanlar bir nebze olsun dinmeye başladığı, dinginleşmeye başladığımız
yaşlarda şiir susmaya başlar… Denemeye, öyküye romana yöneliriz…
Ama Tayyar Yıldırım şiir söylemekten vazgeçmeyenlerden…
Hele hele insan militarist bir yapıdan geliyorsa şiir onun için daha da zor
olmalı ama Tayyar Yıldırım bunun böyle olmadığının tam aksini ispat edercesine
mısra mısra duygularını açığa çıkarıyor. Tabii ki bu aynı zamanda asker bir
millet olan biz Türklere mahsus bir durum; çünkü dünyada Türk askeri kadar
duygusal, insancıl, barışçıl bir asker henüz görülmemiştir.
Bu açıdan baktığınız zaman onun şiirleri daha bir anlam kazanıyor.
Şiirleri teknik açıdan düzenli, kafiye ve ayak sıkıntısı olmayan ve sürekli
kendini yenileyerek yeni ayaklar bulmanın hassasiyeti içerisinde olduğunu
hissedebiliyorsunuz.
Geleneksel veznimizle söylediği şiirlerde, kendini tekrar etmeyen rahat bir
söyleyiş tarzı var. Tüm şairler / ozanlar gibi onun da bu bozuk düzene
söyleyeceği çok şey var.
Fakirhanemizde yapılan bir sohbet nedeniyle tanışma fırsatı bulduğumuz
Tayyar Yıldırım, Gönül Sızımın Bam Telleri Şiirlerim ismini verdiği
kitabını lütfetme nezaketinde bulundular ki benim için tüm şiir kitapları
kutsaldır, onun kitabını da kutsal bir emanet hediye edilmenin sevinciyle gönül
kütüphanemin nadide bir yerine koydum.
Alma Aklımı isimli şiirinde:
Bir aklım kalmıştı onu da alıp
Bilinmez yerlere götürme yolcu
Bağlıyız aşk ile koparma bizi
Yaşama azmimi bitirme yolcu
Derken, bir şair sözünün nasıl akıl alacağına tanıklık etmenin kıvancını
yaşadım ama bir şiiri var ki… geçmiş günlerin içimizde yer ettiği hüzünlere
eşlik eden ışığın türküsü gibi düşen bir şiir var ki… ben o şiiri çok sevdim. Gaz
Lambası ismini taşıyan şiir şöyle:
Çağlar ötesinden titredi alev,
Işıttı dünyamı, nura döndürdü.
Zamana yenildi, girdi mahzene,
Karardı fitili, sırra döndürdü.
Lambanın camları ince belliydi,
Başıma gelecek dünden belliydi,
Bir çember kuşaklı, siyah şallıydı
Gayrı erişilmez, yara döndürdü.
Sırtında aynası, haznesi camdan,
Öyle güzeldi ki, dillere destan.
"Üf! " dedi aleve, çıktı
odamdan
Genişti mekânım, dara döndürdü.
Ahşaptan sehpası, zarif mi zarif,
Anlatamaz onu tasvir ve tarif
Davet etsem tekrar etmiyor teşrif
Hasreti kalbimi kora döndürdü.
Dalarım hayale giderim düne,
Yıllar öncesine gittim ben yine.
Ben bakardım, o da bakardı bana
Ne yazık ki şimdi köre döndürdü.
Her şeyi onunla birlikte gitti.
Anılar, sevdalar yok oldu, bitti.
Aklıma geldikçe, gözümde tüttü.
‘Ah!’ edip, yandırdı nara döndürdü.
Şiirin eksik olmasın, sevgili Tayyar, seni, yeni kitaplarında okumayı
diliyorum; şiirin ışıklı dünyası, ah edip andığın gaz lambasının binlercesini
yeniden yakacaktır… ve bu şehrin semalarında; tıpkı, senden önceki şairlerin
mısralarından dökülen aydınlıklar yarınlarımıza umutla dolacaktır…
TAHİR SAKMAN