YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

18 Mayıs, 2025

AŞK YOKSA YAŞAM YOK




AŞK YOKSA YAŞAM YOK
 
Yorum: Tahir Sakman
Şiir: Tahir Sakman
Müzik: Doğan Zade
 
 
HAYAT ARA İSTASYON
 
/ayrılıklara çoğaldık seninle biz
bir tren ki bindirdiler biletsiz/


Hep kavgalıydık; ne seninle ne bir başkasıyla… Kavgamız, bütünüyle şehrin ufuklarına düşen toz/duman içindeki isli, paslı düşüncelerleydi. Cilalanmış sahte boyaları yüreğimizle kazıdığımız zaman bunu daha iyi anlıyorduk.
 
Boyalı ölülerin dünyasında kaç baharımız kaldı ki?
 
Kara trenler gibiydi belki… Dokuzun Beli’ni ağlayarak çıkmaya çalışırken, geride bıraktığı yaslı dumanları müjdeler gibi çığlıklar atardı. Her tren kalkışında ve her geri dönüşünde, içimizde sızlayan ayrılıkların ve kavuşmaların sesini bastırmaya çalışırdık. Her ayrılık bir kavuşma, her kavuşma bir ayrılıktı oysa.
 
Kavuşma mevsimi çoktan geçti, şimdi ayrılık mevsimi. İçimizdeki pasaportsuz duygular hazirandan eylüle göç ederken biliyorum; bu gidişin dönüşü yok. Sarı saçlarını Konya Ovası’na buğday denizi gibi serip gittin…
 
Seni, kaç kez sabaha düşen bir yıldıza tapar gibi karşılamıştım. İstasyonun her köşesine sinen ayrılıkların hüznünü ter kokulu hasretler örterken, kompartımanların penceresinde seni görünce, yaşama sevinçleriyle titreyen bir serçe gibi üşürdüm. Niye titrerdim ki? Oysa sen gelmiştin işte! Unutamadığım bir şey vardı; gelmiştin ama bir gün temelli gidecektin. Hem de yüreğimi ölü kuşlar gibi yorgun bırakarak. Çünkü dönüş vizen yoktu…
 
Çelik rayların isini gözlerimle yıkardım sana göstermeden. Bekleme salonlarında akmamaya direnen yaşları bir tek ben dizginlemezdim. Salardım hayata özgürce. Sevinçlerimi de, hüzünlerimi de en üst düzeyde yaşamanın vahşi keyfini çıkarırdım. İçimdeki pası/kiri boşaltırdım. Hayat sevinçlerini sunarken, acılara birikmenin bir anlamı yoktu. Boşaltırdım, boşalırdım…
 
İşte şehir, bütün gölgesiyle ayaktaydı. Seni götüren çelik raylar yüreğime paslı bıçaklar gibi sokulurken… Sokulduğu yetmemiş gibi, şehir hoyrat elleriyle çevirdikçe, çeviriyordu. 
 
Mitolojide, şehre musallat olan ve genç kızları yok eden ejderhanın modern çağ(!) sürümüne benzetirdim; seni götüren kara treni. Ejderhayı yok etmenin yolunu bulmuştu, antik çağdaki yürekli Konyalı… Şimdi, düşüncelerimize musallat olan, dahası pencerelerimizi pençeleriyle örtmeye çalışan, ağaçlarımızı kesip, yüreğimizde yumruk gibi beton yeşertmeye çalışanların karşısına, teknoloji(!) çağında hangi Konyalı dikilecekti?
Pencerelerimizdeki saksılar azaldıkça, azalan aslında kendimizdik. Biz ne zaman istasyonlarda sevinçlere çoğalacağız?
 
/şimdi göç zamanı
tüter hasretin dumanı/
 
“Tek gidiş Arifiye lütfen!”
 
Sonra trenin çılgın sesi. Sonra “Haydi, kalkıyoruz”lar... Hareket Memurunun geceyi bıçak gibi ikiye bölen tiz düdüğü… Ayrılığa titreyen mendiller eskide kaldı. Artık mendiller titremiyor istasyonlarda, varsa yüreğinizi titretebilirsiniz…
 
Hayat, ara istasyondu. Kavuşmanın sevincini yaşadığımız gibi, ayrılığın acısını da yaşamalıydık. Ne eksi, ne fazla. Hepsini yaşadık.
 
Ey şehir, ey istasyon! Bütün betonlarınızı, bütün trenlerinizi salın üstüme! Yüreğime raylar döşedim sevdadan. “Hey makasçı, değiştir rayları!” Ben ki aşka yenilmişim, size yenilmem…
 
“Tek gidiş aşk lütfen!”
 
Şimdi göç zamanı. Hayatın açık olsun sevdiğim…
 
 
AŞK YOKSA YAŞAM YOK
 
/ayrılıklara çoğaldık seninle biz
bir tren ki bindirdiler biletsiz/
 
arıkören’de yörük akşamıydı
haberimiz yoktu bir şeyden
kıl çadırlar yıldızlara dönük
kara keçeler gökyüzüne serili
türkmen kocasıydı uzatan
kırbasından sevgileri 
içmesini bilemedik
içtikçe eksildik
eksildikçe içtik
topraktan duyduk en son
aşk yoksa hiçtik
 
dursuz duraksız koşulara koşulduk
dünü yakarak yarına yakılarak
bir istasyon gözlerindi
bir istasyon ellerin
hep rötarlıydık aşka
gelmekle gitmek arası savrulduk
bin parçamızı bırakarak
 
/şimdi göç zamanı
tüter hasretin dumanı/
 
güvercin sesli binlerce tren kalkar benden
hazirandan eylüle
binlerce gül binlerce sevda taşır
yüreğimde döşeli raylara
kan düşer
can düşer
tutup beli’nde nefesim
sonra unutulmuş ismi yok
tek ağaçlı bir istasyonda
gölgedir serilir
ne kaldıysa senden
anladım bir tek sana gitmez bu tren
 
tam makas değiştirecektik ray bitti
deniz küstü martılara
hey makinist gecenin sırtına yaz
bu tren limanlara sığmaz
 
ayrılıklarda eksildik
hasretin ateş gölgesine çakılı
anılar hüzünden bir ok
hayat ara istasyon
tek gidiş aşk
aşk yoksa yaşam yok
 
TAHİR SAKMAN
 
 


17 Mayıs, 2025

YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR



YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR


Seslendiren: Tahir Sakman
Şiir: Tahir Sakman
Beste: Doğan Zade


Neyle başlardı yaşam?
 
Ne çabuk unuttunuz? Her gün bir yerleri kanatıyorsunuz… yağmurunuz, rüzgârınız, mevsimleriniz bile kanıyor artık… Yaşamak adına yaşamı yok etmek için elinizden geleni yapmak boynunuza borç olmuş sanki?
 
Yaşam, sevgiyle başladı…
 
Dünyayı sevgililer, şairler, müzisyenler, sanatçılar idare etseydi; sevgilerin sınırsızlığı gibi ülkelerin de olmasaydı sınırları…
 
Bir elinizde çiçek olsaydı bir elinizde güvercin…
 
Sevgili Doğan Zade’nin bestesinin üzerine okumuştum bu şiirimi, yıllar önce… Yolumuz sevgiden geçmişti ve evrensel değerlerde buluşmuştuk Doğan’la… Şimdi o İzmir’de, memleketinde ama dostluğumuz baki… Yüreğine, emeğine sağlık Doğan…
 
 
YAŞAM
 
yaşam sevgiyle başlar sevgiyle sürer
uzak yıldızlardan bir esinti gibi
bazen çok yakın
bazen biz kadar uzak
umutlar serpilir sevince koşarak
gözlerimiz dolsa da acıya
bir şeyler vardır içimizde
ellerimiz hep yeşile çalar
ve kurak topraklar gibi 
sevgiye muhtaç yüreğimiz
sonrası ateşten bir yağmur
yaşanır her mevsim
sonsuz bir bahar
söyleyin dostlar
bu dünyada sevmekten başka ne var
 
yaşam sevgiyle başlar sevgiyle sürer
ve asla bitmez hiçbir şey
ilk günkü saf ilk günkü gibi temiz
haydi artık haydi uzak kalmasın
sevgiyle birleşsin ellerimiz


Sevgili Doğan'ın besteleriyle diğer şiirlerimi dinlemek isteyenler için link:



https://youtube.com/playlist?list=PLDK1hqt0SKMkA9pPbjf_Ii9_EcjUHu8Ru&si=t7dRnqkiXKHuJOMu


https://www.youtube.com/playlist?list=PLDK1hqt0SKMkA9pPbjf_Ii9_EcjUHu8Ru


TAHİR SAKMAN
 
 


16 Mayıs, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 13 BAHÇELERDE MOR MENİ (TİNİMİNİ HANIM)




 MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 13 BAHÇELERDE MOR MENİ (TİNİMİNİ HANIM)
 
Bahçelerde mor meni
Verem ettin sen beni
Nasıl verem olmayım
İller [eller] sarıyor seni
 
Sevdanın en acı tarafı bu olmalı; sevip de kavuşamamak… Yurdumuzun birçok yöresinde okunan bu türküyü Mazhar Sakman yüreğinden kopan duygularla okuyor.
 
Merhum Sakman, yaşadığı dönemde gerek astsubaylığı döneminde ve gerekse Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptığı ve bando kurduğu dönemlerde ülkenin birçok yerini gezmiş bir sanatçımızdır. Bu nedenle repertuvarında Konya dışından da türküler bulunmaktadır. Bu varyant türküleri yorumlarken şehrin dokusuna da adapte etmiştir.
 
Bahçelerde mor meni (Tini mini Hanım…) Ülkemizin doğusundan batısına çok geniş bir yelpazede okunan türkülerimizden bir tanesidir.  
 
Hüznün bu kadar neşeye bürünüp aktarılması da bu türkümüze ait olmalı… Tin tin tinimini hanım… Bir hanımefendinin zarafetini başka nasıl bu kadar yalın anlatabilirsiniz ki? Tin tin tinimi hanım…
 
Bahçelerde mor meni
Verem ettin sen beni
Nasıl verem olmayım 
İller sarıyor seni
            Tin tin tinimini hanım
            [Ley ley ley tinimini hanım]
            Seni istiyor canım
                        Tin tin tinimini hanım
                        Tin tin tin tinimini hanım
                        Seni istiyor canım
 
Bahçelerde böğrülce
Oynar gelin görümce 
Oynasınlar bakalım 
Bir araya gelince
            Ley ley ley tinimini hanım
            [Tin tin tin tinimini hanım]
            Seni istiyor canım
                        Lây lây tinimini hanım
                        Seni istiyor canım
                       [Seni istiyor canım]
 
 
TAHİR SAKMAN
 
 



15 Mayıs, 2025

KORKU



KORKU
 
korkularımız var bizim el değmiş yaralardan azma
rüzgâra karşı bazen çoklukla insana yenik düşmüş
karayel gibi karabasanlarımız gecenin karasında
kalaylanmış korkular sunturlu cümlenin sonuna ekli
 
küçüktük biz tokat yiye yiye büyüdük
şu tokat anamdan bir tek o gül bitirdi
yarım sol yedik yarım sol hatırına
hey hey
 
güpegündüz korktuk
güneşten aydan vaydan
vay vay
         vay anam vay
                         kitaptan

emekten
emeksiz yemekten korkmadık bir
yat
    yat
        yatarak
 
hazırda ne varsa
ve ne kaldıysa elden
sat
    sat
        satarak
 

etrafımıza bakarak ama illa susarak
susturarak
susarsan susuz kalmazsın
dayarlar ağzına bir musluk
kana
      kana
            kanarak
susarak susturarak
sus
su
 
yazmazsan korkmazsın
yüzmezsen boğulmazsın
sak
     sak
          saksıya bak
dikkat et başına
düşmesin bir akıl
 
yaşamazsan -ki zaten hiç farkın yok-
ölmezsin sayın mevta
 
korkmuyor artık yaşamayanlar
 
TAHİR SAKMAN
 
 




14 Mayıs, 2025

BAŞ OLMADIKLAR BURADA MISINIZ? MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 12 KARABİBER AŞ OLMAZ (KARABİBER)


 

BAŞ OLMADIKLAR BURADA MISINIZ?


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 12 KARABİBER AŞ OLMAZ (KARABİBER)
 
Bunca yıldır millilerle haşır neşirim…
 
Konya’da, Konya türkülerine verilen isimdir, milli… Çocukluğumdan beri millilerle iç içeyim… Eskiden müzisyenler arasında yerel türkülerimizi çalıp söyleyenlere de “millici” denilirdi… Merhum Sakman millici olmasının yanı sıra sanat müziği eserlerini de icra ederdi. Gazinolarda fasıl açtığı dönemlerde yaylı tamburuyla eşlik ederdi eserlere…O çok yönlü bir sanatçımızdı.
 
Konya türkülerinin çalıp söylenmesinde en önemli tavırlar arasında kanun sanatçısı Gökmen Hasan Hüseyin Ağa’nın tavrıdır ve buna Gökmen usulü / ekolü denilmektedir. Sille usulü de önemli tavırlarımız arasındadır. Aslında yapı ustası olan Gökmen Hasan Hüseyin Ağa, iri yarı bir adamdır ve o kocaman elleriyle kanun çalarken ustalığıyla herkesin hayranlığını kazanan bir sanatçımızdır. Mezarı, Hacı Fettah Mezarlığı’ndadır.
 
“Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya’nın”
 
Bir diğer adıyla “Aksaray Develisi” diye de bilinen türküyü onun yaktığını söylerdi merhum Sakman… Kesik İnce Çayır türküsünün serbest usullü kısmında (Kaymakam Kızı) müziğin sustuğu ve es verildiği bir kısım vardır; buradaki esi, türkünün hikâyesinde geçen vali yaverini (Kaymakam) anma maksadıyla Gökmen Hasan Hüseyin Ağa’nın koyduğu söylenmektedir. Başka hiçbir türküde böyle bir saygı duruşu diyebileceğimiz bir bölüm yoktur; Konya türküsü hariç… (Kesik Çayır türküsünün hikâyesini ilerleyen bir zaman diliminde sizlerle de paylaşmayı umuyorum.)  
 
Mazhar Sakman, Konya Öğretmen Okulu’nda yatılı okurken geceleri okuldan kaçıp Gökmen Hasan Hüseyin Ağa’nın da bulunduğu oturaklara gidermiş. Ve bir gün Gökmen Ağa, Sakman’a bakıp “Sarı oğlan da iyi saz çalacak” dediğini babamdan dinlemiştim. O dönemin oturaklarında saygı ve edep ön plandadır. Mazhar Sakman, büyüklerin yanında sigara içmemek için dışarı çıktığını anlatırdı…  
 
Doğal olarak; Çopur İsmail, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa, Mühürcünün Tahir gibi ustaların meclisinde çalıp söylemiş olan Sakman da onların geleneğini devam ettirmiştir… Eski kayıtları dinlerken bir şeyi çok bariz bir şekilde tespit ettim:
 
Her ne kadar Sakman, Gökmen usulünü devam ettirse de tavrındaki farklılıklar hemen göze çarpmaktadır.   
 
Malum türkülerimiz oturak türküleridir, oturaklarda vücut bulmuş oradan günümüze intikal etmiştir… Nereden geldiği bilinmez bir anlayışla türkülerimiz günümüzde oldukça hızlı çalınmaktadır. Bu da türkülerimizdeki ince nağmelerin kaybolmasına neden olmaktadır. Ezgiyi duymanız, hissetmeniz zorlaşmaktadır. Türküde verilmek istenen duygular kaybolmaktadır. Sakman’ın birlikte çaldığı müzisyenleri zaman zaman uyararak “Peşinizden atlı mı kovalıyor, yavaş” dediğine sıkça şahit olmuş biriyim.
 
Sakman’ın kayıtlarını dinlerken ustalarından öğrendiği gibi türküleri daha ağır ve sakin çaldığı görülmekle birlikte yorum kattığı ve kendi ekolünü geliştirdiğini de söylemek doğru bir tespit olacaktır… Çiftleme tezgene (tezene) atarken sazından dökülen nağmelere kulağınızı kapatmak ne mümkün…
 
Bastığı her perdenin hissiyatını yüreğinde hissetmeden parmağını kaldırmayan bir sanatçıydı o… Çaldığı her nota; yüreğinden dökülen bir parçanın feryadıydı sanki…
 
Paylaştığımız Karabiber türküsünün sözlerinde yine Konyalının ruh halini görmek de çok zor değil:
 
Karabiber aş olmaz
Bundan ince kaş olmaz
Bundan ince kaş olsa
Huvardalar [hovardalar] baş olmaz
 
Ay doğar ensesine
Uyandım yâr sesine
Konya’da üç güzel
Huvardanın nesine
 
Bir başka dörtlükte de şöyle diyor:
 
Karabiber aş m’olur
Bundan ince kaş m’olur
Bundan ince kaş olsa
Konyalılar baş m’olur
 
Baş olmadığımız(!) galiba bundandır…
 
Baş olmazın; Konya ağzında en kısa şekliyle zapt edilemez, baş edemeyiz, tutulamaz anlamlarını taşıdığını söylemeye gerek var mı, Konyalılar?  
 
Sahi kaç kişi kaldık? Baş olmadıklar, burada mısınız?..
 
TAHİR SAKMAN
 
 


12 Mayıs, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 11Oy tepeler (Kenan'ım)- Karşı karşı yaptır...




MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 11 OY TEPELER TEPELER (KENAN’IM) - KARŞI KARŞI YAPTIRALIM HANLARI
 
Mazhar Sakman’ın ses kayıtlarında bugün iki türkü yayımlıyorum. İlki Kenan’ım ismiyle de bilinen Oy Tepeler Tepeler ile Karşı Karşı Yaptıralım Hanları…
 
Bizdeki kayıtta ilk türküyü oldukça kısa okuyan Mazhar Sakman diğer türküye geçmiş, bu nedenle kesmedik ve bu şekilde yayımlamayı uygun bulduk.
 
Karşı Karşı Yaptıralım hanları isimli türküyü merhum Rıza Konyalı, merhum Sakman’dan derlemiş ve plağa okumuştur.
 
TAHİR SAKMAN


10 Mayıs, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 10 Cezayir (Enstrümantal)





MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 10 CEZAYİR (ENSTRÜMANTAL)
 
Çok enteresan…
 
Çok uzaklardan, Akdeniz’in bir ucundan Konya’ya… Muhtemelen asker âşıklar tarafından taşınmış olmalı… Cezayir…
 
Barbaros Hayreddin Paşa tarafından 1516 yılında fethedilen Cezayir, 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edilir. Fransız askeri bandosu Cezayir’e girerken bir marş çalar… Yas havası olarak yüreğimize işler…
 
Konya oturaklarında, Konya’nın 12 tellisine adapte edilip çalınır uzun yıllar sonra bir dönem yasaklandığını anlatır merhum Mazhar Sakman ama Konyalının yüreğinde derin yaralar açmıştır, gizli saklı da olsa okunur ve günümüze ulaşır.
 
Merhum Sakman bunu enstrümantal olarak çalardı ısrarla ve “bu bir marş derdi, bizim yas havamız” derdi…
 
“Çelenleri mermer taşlı Cezayir
Güzelleri hilal kaşlı Cezayir”
 
Diye başlayan sözlerle de okunmuştur Konya oturaklarında… Çelen biliyorsunuz; Konya’da topraktan yığma veya kerpiç duvarların üzerine çalı, çırpı yatırıp üzerine çamur sererek yapılan örtüye verilen isim… Cezayir elbette sıcaktır ve çelenleri mermer olacaktır ama güzellerin hilal kaşlı olması… Belki de hilal, aslında bayrağımızdaki hilaldir, özlenen aslında odur; Cezayir’in tekrar hilal altında olmasıdır…
 
Türkü deyip asla geçmeyin, neler anlatıyor neler…
 
TAHİR SAKMAN


09 Mayıs, 2025

KALK AYAĞA VAKTİDİR

 



KALK AYAĞA VAKTİDİR
 
kim verebilir bana kim
hayatın verdiğinden başka
bazen hüzün bazen tebessüm
ama en çok da mutluluk
 
yanlışların toplamıdır hayat
ve çıkardığımız derslerin
çarpımıdır mutluluk
 
bir yoldur mesela dostlukla yürünen
gözlerimiz ufuklarda olmalı sürekli
aydınlık bizim içindir sevgi de
düş dediğimiz yarınların gerçeği
 
kim verebilir bana kim
sonsuz bir huzuru
doğaya karıştığım zaman
zerremden taşan yaşamı

en büyük eseridir insanın gülümse
sıcak bir el uzat merhaba de
güneş o kadar uzak değil
bir ateş yak gönlünde
 
an bizimdir biriktir ki çoğalsın
çocuklarla yıldızlara tutunarak
güvercin ol bazensiz nedensiz
uçur hayallerini koş gökyüzüne
 
kim verebilir bana kim
dünlerde sakladığımı
yarınlarım düş değil/
unuttuklarımdır
ve peşi sıra hatırladıklarım
 
kim verebilir bana kim deme
kendinden başkası değildir
 
kalk ayağa vaktidir
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 


08 Mayıs, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 09 ÇIKTIM KOZAN’IN DAĞINA (KOZANOĞLU-KOZAN DAĞI)



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 09 ÇIKTIM KOZAN’IN DAĞINA (KOZANOĞLU-KOZAN DAĞI)
 
Konya oturaklarında okunan varyant türkülerimizden bir tanesi Kozan Dağı… Bu kayıtta Mazhar Sakman türkünün uzun sözlerinin büyük bölümünü okuyor.
 
Geçmiş dönemlerde gece gündüz devam eden ve günlerce diyerek ifade edebileceğimiz bir zaman diliminde süren oturaklarda aynı türkünün okunmamasına özen gösteren müzisyenler, türkü metinlerinin hepsini okumuşlardır.
 
Zaman içindeki eklentilerle çoğalan bu türkü metinleri aslında halkımızın konuya karşı geliştirdiği bir duyarlılıktır. Çukurova’da geçen bir olaya yakılan bir türkünün Konya oturaklarında bu kadar sahiplenilmesinin altında yatan neden haksızlığa karşı halkın bir duruşu olarak açıklamak da mümkün… Türküyü, babaannem Hacı Vesile Sakman’dan bile çok dinlemiştim ki bu bile, türkünün şehrin hafızasındaki yerini göstermektedir.
 
Konya oturaklarının vazgeçilmezi olan türkünün, çalınmasının ısrarla istendiğine çok şahit olmuştum. Türkü, Konya oturaklarının uzantısı olan barana gecelerinde de okunmaktadır.
 
TAHİR SAKMAN
 


06 Mayıs, 2025

HIDRELLEZ VE BİR TÜRKÜ: SU GELİR TAŞA DEĞER (ELMALI)




HIDRELLEZ VE BİR TÜRKÜ: SU GELİR TAŞA DEĞER (ELMALI)
 
Eskiden hıdrellez mi vardı?...
 
Tabii ki vardı; hem de ne hıdrellezler… Yani Meram, Meram’ken… Meram betona boğulmadan önce, Meram; Meram diye bildiğiniz Meram Köprüsü, Tavus Baba, Aydın Çavuş ve Gümüştepe’den ibaret olmadığı zamanlar…
 
Çok uzakta da değil aslında, çocukluğumdan hatırımda kalanlar, Meram’ı nasıl elbirliğiyle yok ettiğimizin hüznünü hatırlatıyor bana… ve tabii ki bizim yaşımızdakilere…
 
Hani Evliya Çelebi’nin öve öve bitiremediği bağlar, Âşık Şem’i’nin “Var Meram üzre sefası Konya’nın” dediği bahçeler şimdi uzak bir geçmişten kalan buruk bir hatıradan öteye gitmiyor.
 
Ne pekmeziniz kaynıyor ne gazel suyu içiyorsunuz artık… Çaylarınız kurudu, bağlarınız talan oldu ve bir avuç rantiyecinin cebine girerken Meram… Ne çok ağladı biliyor musunuz?
 
“Meram Çayı gibi aktı gözlerim” demiştim bir şiirimde… artık gözlerim de akmıyor Meram Çayı’nın kuruduğu gibi… Elimiz neye değdiyse…
 
Tam iki kere kar yağdığını hatırlıyorum hıdrellez gününde… ama hıdrellez keyfimiz asla ertelenmemişti…
 
Konya hıdrellez gününde bağlara, bahçeler hassaten Meram’a akar. Biraz kuytu köşelerde saz çalanlara, tam takım gelip oturak yapanlara bile rastlayabilirdiniz… Konya türkülerinin coşkunluğu gibi insanımız da öylesine coşardı… Resmi tatil değildi ama işler yavaşlardı, öğleden sonraları kepenklerin indiğine şahit olurdunuz sıkça…
 
Sanki gizli bir anlaşmanın gereği gibi mutlaka bir şekilde kutlanırdı hıdrellez… Ben hıdrellez günlerinde Hızır’ın nişanesi olarak bastığı yerlerin yeşerdiğini bildiğimden insanların arkalarında bıraktığı izlere bakardım, yeşeren var mı diye… Aslında bir tenakuzu da beraberinde getirirdi hıdrellez; dini temalı bir günün eğlenceye dönüşümünü neyle izah edebilirdiniz bilmem… sanki cenneti Meram’da, bağlarda, bahçelerde bulmanın coşkusu daha çok ön plana çıkar gibi…
 
Hanımlar, beyler mutlaka bir köşede toplanıp muhtelif eğlencelerle günü değerlendirirlerdi…
 
“Hatırla…
Bir acı baharda
Hıdrellez günü Meram’da
Bağ puştalarında
Güller uyanmış
Meram yeşile boyanmış
Genç kızlar genç erkekler
Kıpır kıpır yürekler
Umutlar bağlanmış Hızır’a”
 
Demiştim uzun yıllar öncesi “Meram’da Aşk” isimli şiirimde… Meram denildiği zaman sizi bilmem ama benim aklıma aşk gelir, sevda gelir, tıpkı; bir başka şiirimde olduğu gibi:
 
MERAM AŞKINA
 
bir damla suyunda bin hayat vardır
şifadır içilir meram aşkına
yaşam gedavettir ölüme kefen
burada biçilir meram aşkına
 
yüce mevlâna’yı getirip yâda
bülbüller seherde gelir feryada
uzaklarda değil cennet burada
kevserler saçılır meram aşkına
 
hakikati söyler sözün doğrusu
tavus ana sırdır hakk’ın yolcusu
sırat değil dostum meram köprüsü
sevgiyle geçilir meram aşkına
 
ateşbaz veli cana bereket
sadreddin konevî toprağa rahmet
kızlar kayası’nda sen de niyet et
kapılar geçilir meram aşkına
 
bu yeşil toprak hakk’a derviştir
meram çayı sebil hayat vermiştir
hâl sahibi bilir meram ermiştir
perdeler açılır meram aşkına
 
Eğer sevdanız Meram’da yaşanmamışsa… bilin ki eksik kalmıştır…
 
Madem eski günleri yad ettik, o günlerden hatıra kalan “Su gelir taşa değer (Elmalı) “ isimli  türküyü Mazhar Sakman seslendiriyor ve şöyle diyor nakaratında:
 
“Aman aman Konyalı
Seni nerde bulmalı”
 
Ne o Konya kaldı ne o Konyalı… Hepsi yaşanmamış bir düşün ardında gizlenen sis dağları gibi… Bulursanız haber edin!..
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 



05 Mayıs, 2025

KİTAPLARIN ÖNÜNDE EĞİLMEK

Solda Ali Işık ve bendeniz...

 

KİTAPLARIN ÖNÜNDE EĞİLMEK
 
Merhum Seyit abi; “biz, kırk haramiyiz, birbirimizi biliriz” derdi…
 
Artık kırk harami de değiliz, sayımız azalırken… tabii ki haramiden kastın ne olduğunu, Seyit abinin ironi yaptığını söylemeye gerek duymuyorum… Ama bir şey var ki sayımız azalsa da eserlerimiz çoğalıyor…
 
Onunla ilk tanışıklığımız Yeni Gazete’de yazdığım yıllarda oldu. Merhum Yalçın Dikilitaş… eğer sizin de dostlarınız merhum olmuş, yazarken ve konuşurken merhum diye başlıyorsanız ve merhum kelimesini sık kullanmaya başladıysanız… anladınız ne demek istediğimi…

 
Yalçın abi, Yeni Gazete’nin (sonradan ismi değişti Hakimiyet oldu) Genel Yayın Yönetmeni olduğu yıllarda, gazete kültürel bir akıma da öncülük etmişti… aslında o dönemde yayımlanan gazetelerde şehrin kültürü, folkloru, edebiyatı üzerine araştırma yapmak ve yayımlamak oldukça önemseniyordu. Yalçın abi, o naif, yumuşak lisanıyla Konya kültürüne iz bırakma sevdasına düşmüş, Konyaperest insanları gazetenin sütunlarında buluşturmanın peşindeydi. Önceleri köşe yazarken sonraları “Cönk” isimli, gazetenin haftalık ekinde “Konya” yazıyorduk.
 
Konya, her şeyiyle hâlâ çok bakir ve yazılacak o kadar çok şey var ki…


Bizim fakirhanede bir sohbetten hatıra, ayaktakiler soldan sağa; Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, merhum Doç. Dr. Hasan Özönder, gazeteci merhum Seyit Küçükbezirci, Av. M. Ali Uz, gazeteci merhum Yalçın Dikilitaş, merhum araştırmacı yazar Sefa Odabaşı, araştırmacı yazar Ali Işık, şair merhum Nevzat Küçükerdoğan. Oturanlar soldan sağa; Prof. Dr. Ali Osman Öztürk, Tahir Sakman, Prof. Dr. Haşim Karpuz. Foto: T. Sakman Koleksiyonu.



O dönemlerde tanıdım Ali Işık ağabeyimizi… Köşelerde buluşmanın dışında ev toplantılarında, sohbetlerde de birçok duyguyu paylaştık.
 
12 Temmuz 2000… Alâaddin Tepesi’ndeki “seyyar köfteci” çılgınlığının fotoğraflarını çekmiş ve haber yapmıştım. Ali abiyle birlikte köşe yazımızı söz konusu konuya ayırmıştık ve o gün birinci sayfadan girmişti. Ayrıca “Alâaddin Köfte Cumhuriyeti” başlıklı bir yazım da birkaç gün sonra yayımlanmıştı.






 


Ali Işık sonraları çok önemli işlere, kitaplara imzasını attı. Onun araştırmacı kimliğinin yanı sıra titizliği, dürüstlüğü ve insancıl yönü her zaman ön plana çıkmıştır. Bir satır bilginin bile günlerce, aylarca peşine düşer mutlaka kaynağını bulur ve zikreder. Yüzüne baktığınız zaman aydınlık bir Konyalıyı görürken, mütevazılığı size bir geçmiş zaman Konyalısının izlerini de hatırlatır. O Konya’yı özümserken… şehrin yürüyen bir lügati gibidir aynı zamanda, hafızanızın en saklı yerinden bir gün çıkıp gelen eski bir dostun kelimeleri gibi çevrenizi sarar ve sizi asla bırakmaz. Konya dostluğunun, bilgiye susamışlığın yürüyen, araştıran ve yazan halidir.
 
Edebiyat öğretmeni olduğu yıllardan kalan bir alışkanlıkla sizi bir öğretmen gibi alıp bilmediğiniz bir iklimin kollarına atarken size eşlik eder ama asla farkına varamazsınız; çünkü, o kendini değil sizi merkeze almıştır.
 
Ve onun merkezinde sadece şehrin büyülü atmosferi vardır, özlenen bir Konya vardır… Selçuklu asırlarından izler sürmeyi mukaddes bir dava gibi üstlenmiş ve bu yolda nice eserler vermiştir.
 
Ama en büyük eseri, redaktörlüğünü üstlendiği ve önemli katkılar sağladığı Konya Ansiklopedisi’dir… Şehre dair aradığınız ne varsa bu eserdedir… Burada bir kez daha şehir adına; yayın kurulunu, yayımlayanları ve tüm emeği geçenleri saygıyla selamlarım.
 
Dün birlikteydik… karşılıklı kitap teati ettik. Bendenizin yeni yayımlanan "Türkü Hazinesi Mazhar Sakman" isimli kitabımı takdim ettim. Ali Işık yeni yayımlanan iki kitabını lütfetti: “Girdeci Ali ve Hikâyeleri” ile “Konya’nın Fi Tarihinde Mazlumlar, Hainler, Garipler” isimlerini taşıyan kitaplarda belgeler eşliğinde önemli bilgiler sunuluyor.




 
Girde; kirdenin Konya ağzıyla söylenişi ve tandırda tandır ekmeğinin daha ince yapılanı, bana pide gibi geliyor. Demek ki Konyalının pide aşkı, ekmek aşkı yüzyılların ötesinden geliyor. Tandırda ekmek yapıp satan bir Konyalı…
 
Ben bu tür insanları çok önemsiyorum hem zanaatkâr hem sanatkâr… Sanatını konuştururken ekmeğini de zanaatından çıkaran bir Konyalı…
 
Bir destan şairi olması hasebiyle “Girdeci Ali” benim çok ilgimi çekti… Selçuklu asırlarından bir sesin şehrimizden yükselmesi ve günümüze ulaşması benim için ayrı bir önem taşıyor. Ali abinin bu kitabı bir şairin asırlara nasıl meydan okuduğunun da bir göstergesi…
 
Eminim Ali Işık abimizin de kitapları yüzyıllara meydan okuyacak… Işığı; geçmişin ihtişamıyla gelecekte parlayacak ve şehre nice ilhamlar verecek…
 
Kitaplar önünde eğilmezsiniz de ne yaparsınız? Işığın; şehrin üzerinde hep parlasın Ali abi…
 
TAHİR SAKMAN











 

02 Mayıs, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 7 KALENİN ARDI BOSTAN (MEMBERİ)






KALENİN ARDI BOSTAN (MEMBERİ)
 
Türküdür…
 
Ömrümüzdür, geçmişimizdir; geleceğimize ışık tutan…
 
Türkülerimizden öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki… Hani hiçbir okula gitmeseniz sadece türkü dinleyerek büyüseniz inanın hayata dair öyle şeyler öğrenirsiniz ki… Günümüze ve geleceğe dair dersler çıkarabilirsiniz…
 
Bir âşığın dilinde şekillenen, bir acıya bağlanan ve sazın telleri arasında uçan kuşların, insanlık öğretilerini başka hiçbir yerde bu kadar yalın, sevgi ve yaşam barındıran duyguları duyamazsınız…
 
Onun için “Türk’üz, türkü çağırırız” demişiz… Onun için “Türk’ü anlamak için türkü dinlemek gerek” demişiz…
 
Bir şiirimde “türkün yoksa ölürsün” demiştim… Neden ölelim ki türkümüz yoksa? Türkün yoksa tarihin yoktur, türkün yoksa milletin yoktur da ondan. Türk’ü; Türk yapan, Türk’ü türkülerle anlatan başka ne olabilir?  
 
Konya türkülerine hiç böyle bir pencereden baktınız mı? Oyun havası gibi görünen türkülerimizin arka planında nelerin yattığını hiç düşündünüz mü?
 
Kalenin ardı bostan
Yıkılsın Arabistan
 
“Memberi” diye de bilinen ve Konya oturaklarında okunan bu türkümüzün güftesinde çok enteresan iki mısra var.
 
“Yıkılsın Arabistan” diyecek kadar ne oldu acaba? Sorunun yanıtı çok uzakta değil aslında… Yakın tarihimizde Arabistan çöllerinde, Yemen’de, Filistin’de, Ürdün’de, Suriye’de, Irak’ta çölü kanıyla sulayan Mehmetçiklerin diliyle söylenmiş olmalı…
 
Daha da acısı; gündüz emperyallerle, İngilizlerle savaşan Mehmetçiklerimizi geceleri sırtından hançerleyen Arap kabilelerinin davranışı olmalı… Şam’da hastane basıp yaralı askerlerimizin bile korkunç bir vahşetle şehit edilmesine Lawrence’in bile dayanamadığı ve lanetlediğini söyler tarihçiler…
 
Türküyü dinlerken hareketli ezginin arka planındaki hüznü hissedebilirsiniz… Ezginin hareketli olması sizi yanıltmasın; her şeye rağmen ayakta olduğumuzu, Türk’ün bileğinin/yüreğinin bükülmediğini anlatır gibidir. Ezginin hareketli olmasını, asker uğurlamalarındaki coşkudan başka ne anlatabilir ki? Davul zurnayla şehadete koşan Mehmetçiğin asil davranışının bir başka anlatımı olmalı…
 
Kalenin ardı öyle bir bostan ki… Mehmetçiklerin kanıyla sulanmış…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 
 


01 Mayıs, 2025

BAHAR


 

BAHAR
 
tüm kuşları çağırdım bugün
peşi sıra bahar dökülen kanatlarından
özgürce uyanan doğadır
ve gökyüzüne uzanır zeytin dalları
 
boynu bükükse kardelenler
susmuşsa sevgiler
vakti gelmiştir kalkmanın
 
tüm kuşları çağırdım bugün
özgürce uçmak için
 
bilin ağalar bilin beyler
hakça pakça kardeşçe
bizi bekler maviler
 
TAHİR SAKMAN
 

30 Nisan, 2025

YAYLI GELDİ KAPIMIZA DAYANDI (NECİP OĞLAN)





YAYLI GELDİ KAPIMIZA DAYANDI (NECİP OĞLAN)
 
Doktordur Eyüp Sabri. Karlı, ayazlı fakat pırıl pırıl, günlük güneşlik, aydınlık bir Konya sabahında, eski Beyşehir Hanı’ndaki muayenehanesini açar Eyüp Sabri. Güler yüzüyle şifa dağıtacaktır. Tatlı diliyle umut dağıtacaktır. Onulmaz dertlerin yıprattığı yorgun gönüllere, yaşama sevinci aşılayacaktır... Solgun hastaların gözündeki hayat ışığının yeniden ışıması, onun en büyük mutluluğudur.
 
Kardan ak beyaz gömleğini yeni giymişti ki kapısının önünde duran yaylının gıcırtısıyla irkildi, döndü baktı! Necip gelmişti! Yüzünden hiç eksik etmediği tebessüm daha belirgin bir hal aldı. Necip Oğlan derdi ona, nalbanttı... İyi arkadaştılar. Yıllardır hasretmiş gibi kucaklaştılar, öpüştüler... Necip Oğlan’ın tedirgin bir hali vardı. Anlam veremeyen Eyüp Sabri sordu: “Hastam var!” dedi, Necip Oğlan kısık bir sesle... Hemen çantasını alan Eyüp Sabri, paltosunu bile giymeden yaylıya bindi. Baruthane’ye doğru yaylının gıcırtıları dağılırken, Necip Oğlan suskundu. Necip Oğlan’ın elleri titremekteydi! Gazezler Sokak’a girmişlerdi ki Necip Oğlan elini kuşağına attı... Kara saplı kara kamasını, Eyüp Sabri’nin kardan ak gömleğinin sol böğrüne saplayıverdi.
 
Eyüp Sabri, önce ne olduğunu anlayamadı. Şaşırmıştı, şaka yapıyor zannetti. Fakat sol böğründe asılı kalan kamayı görünce, kardan ak beyaz gömleğinin kızıla boyandığını görünce anlar gibi olmuştu. Yıkılırken son bir gayretle yaylının kenarına tutundu. Gözlerindeki yaşlar, sanki kendi ölümüne değil de pek sevdiği bir can dostu kaybetmenin hüznüyle birikmiş gibiydi: “Neden yaptın öğür?  Neden! Neden! Neden! Biz dost değil miydik?” diyemedi. Sırt üstü karın üstüne yuvarlandı. Eyüp Sabri’nin al kanı, kara karıştı. Ak karların üstünde, al al gül açılmıştı sanki! Aniden çıkan rüzgârla kar, kan izlerini kapattı...
 
Neden mi vuruldu? Üzerine düşen kandan sorup öğrenen kar tanelerini de rüzgâr savurunca, nedenini kimse bilemedi. Yalnız geriye bir âşığın yaktığı yanık bir türkü kaldı; okunurken içinizi titreten ve sizi Eyüp Sabri yapan, Necip Oğlan yapan bir türkü:
 
Yaylı geldi kapımıza dayandı
Eyüp Sabri al kanlara boyandı
Seni vuran zalim nasıl dayandı
            Kahpe nalbant nasıl kıydın canıma
            Bu hainlik kalmaz senin yanına
 
 Gide gide gitmez oldu dizlerim
 Ağlamaktan görmez oldu gözlerim
 Sana tesir etmez m’oldu sözlerim
            Kahpe nalbant nasıl kıydın canıma
            Bu hainlik kalmaz senin yanına
 
 Gide gide iki sokak arası
 Yaktı beni genç oğlanın gaması*
 Sende kama bende hançer yarası
            Kahpe nalbant nasıl kıydın canıma
            Bu hainlik kalmaz senin yanına
 
 
 *Bu mısra Mazhar Sakman’ın türkü defterinde “Yaktı beni Necip’imin kaması” şeklinde yazılıdır.
 
TAHİR SAKMAN
 
 



28 Nisan, 2025

SÜRMELİNİN KAŞLARINA MÂİLİM (KONYA SÜRMELİSİ)



SÜRMELİNİN KAŞLARINA MÂİLİM (KONYA
SÜRMELİSİ)
 
Konya 12 tellisinin efsane isimlerinden merhum Mazhar Sakman’ın arşivini yayımlamaya devam ediyorum. Youtube’tan veya blog sayfamdan izleyebilirsiniz. Kaçırmak istemeyen türkü dostları Youtebe kanalıma üye olabilirsiniz, türküler yayınlanınca haberiniz olacaktır:
 
https://www.youtube.com/@tahirsakman2934
 
Konya oturaklarında okunan zarif türkülerimizden bir tanesi daha:
 
SÜRMELİNİN KAŞLARINA MÂİLİM (KONYA
SÜRMELİSİ)
  
Sürmelinin kaşlarına mâilim  
Ayda yılda selam gelse kâilim  
Senin gibi iki dinli değilim  
İki dinlilere kul ettin beni  
 
Arabadan indim yayan yürüdüm  
Yâr uğruna viran oldum çürüdüm  
Evvel yârin bir danesi ben idim  
Şimdi köşelerden bakan ben oldum  
 
TAHİR SAKMAN

 


25 Nisan, 2025

MAKARADA İPLİĞİM (MADAM)



MAKARADA İPLİĞİM (MADAM)
 
Çok zarif türkülerimizden bir tanesi… Konya oturaklarında okunan ve madam diye de bilinen bu türkümüzün sözleri şöyle:
 

Makarada ipliğim
Kafeslerde kekliğim
Hangi yoldan gelecen
Yollarını bekleyim
 
Aman ciğer paresi
Nedir bu derdin çaresi
Ak gerdan şöyle dursun
Kaşlarının karesi
 
Aman madam hoş geldin
Elinde kadeh boş geldin
Yollarını gözlerim
Sen bana sarhoş geldin
 
Kara koyun yayılır
Saçakları sayılır
Çıkma güzel kapıya
Seni gören bayılır
 
Ak koyun meler gelir
Dağları deler gelir
Hakikatli yâr olsa
Uykuyu böler gelir
 
TAHİR SAKMAN