YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

13 Şubat, 2025

KIRIN KAŞIKLARINIZI

 

KIRIN KAŞIKLARINIZI
 
Haberleri izliyorum…
 
Haberler mi beni izliyor yoksa ben mi haberleri… İçim parçalanıyor… Bir anne, çocuğunu balıkçı tezgâhından uzaklaştırmaya çalışıyor, paramparça…
 
Bir çocuk ağlayınca kıyamet kopmuyorsa; sevsinler bu dünyanın adaletini, sevsinler bilmem kaç milyar insanın, içi boş felsefe dolu kelimelerini, şiirlerini, öykülerini…
 
Neye yararsınız siz? İçinizi parçalamıyorsa bir çocuğun ağlaması?
 
Haber devam ediyor, benim de içimin parçalanması:
 
Balıkçının da içi parçalanmış olmalı ki çocuğa bir balık veriyor, çocuk kucaklıyor sıkı sıkı… sanki balıkçı cayar da geri isterse vermem der gibi…O masum gözlerindeki hüzün yerini bir anda sonsuz bir sevince bırakıyor, sarılıyor balığa; balık da neredeyse boyu kadar var çocuğun…
 
Koşarak gidiyor, koşarak…
 
Umutlarım koşuyor o çocukla, paramparça yüreğim kendini toparlamaya çalışırken…
 
Haber… ah, bu haberler… Bu haberleri kapatın; görmeyelim, duymayalım ki rahat edelim…
 
Bir bakkal; geçmiş zaman bakkalı gibi, mahalle de öyle zaten… Başkentte, nasıl göreceksiniz ki, göremezsiniz ama haberciler görmüş:
 
Taneyle çocuk bezi satıyorlar… Kuru fasulye 7,5 lira olunca türkü yakanlar, çocuk bezinin taneyle satıldığını duyunca eminim buna da türkü yakacaklardır: Beste var zaten, sözleri eksik… Düğüm düğüm boğazlarımızda…
 
Diyemediklerimizi kim diyecek?
 
Çocuklar ağlarsa, bir çocuğun gözünden düşen yaşlar alev olup bu dünyayı yakmazsa…
 
Katlarınız, arabalarınız ve cüzdanlarınızdan dökülen… Kırın kaşıklarınızı…


Bir topun peşinde koştuğunuz kadar çocuklarınızın peşinde koşmuyorsanız... gol mü, penaltı mı, konuştuğunuz kadar ağlayan çocukları konuşmuyorsanız, kırın kaşıklarınızı...
 
Yok, ben vazgeçtim sizinle uğraşamam ama bir çocuğun gözündeki yaş sizi yakar, kırın kaşıklarınızı…
 
TAHİR SAKMAN

07 Şubat, 2025

ZAMANA İHANET ETMEK

 

Kapanmadan önceki son fotoğrafta Necati Ercengiz, sanki mazinin ihtişamlı günlerine hüzünlü bir bakış atarken... Fotoğraf; T. Sakman


ZAMANA İHANET ETMEK
 
Şimdi tarih oldu…
 
Gözümüzün önünde, bizim vefasızlığımıza baka baka…
 
Sizi bilmem ama ben bazı mekânları çok önemsiyorum… Müzelerin nasılsa bir koruyucuları var, kütüphanelerin de ama ya zanaatkârların? Yıllarca hizmet ettiği; iş ürettiği, aş ürettiği ve zanaat icra ettiği…


Zamana meydan okumak yerine zamanla uyumlu çalışmanın sırrını keşfeden Mustafa Yavuz usta, şehrin en yaşlı saatçisi olarak zamana ayar vermeyi sürdürüyor. Fotoğraf; T. Sakman


Nafakalarını çıkarırken halka hizmet eden meslek erbapları… öğrenilmesi zor, icrası özel yetenek isteyen zanaatlar… Önceki yılın son aylarında “Zamana Ayar Veren Ustalar / Konya Saatçileri” ismiyle bir dizi paylaşımlar yapmış, şehrimizdeki saatçiliğin kökenleriyle, iz bırakan ustalardan bazılarını sizlere anlatmaya çalışmıştım. (Bu çalışmamı çok yakında kitap olarak sizlerle buluşturmayı umuyorum.)


Bedesten'in Hükümet Meydanı'na bakan tarafında olan Adil ustanın dükkânı. Bu küçük dükkânda şehre nice saatçi onarım ustaları yetişmiştir. Fotoğraf: Recai Kıcıkoğlu Koleksiyonu.



Şehrin saatçiliğinde çok önemli bir yeri olan Saray Çarşısı’ndaki Şen Saatçi’den de söz etmiştim… İlk kuruluşu 1950’li yıllara dayanan bu önemli müessese…

 
Şehirde marka olmuş, simge olmuş mekânları yaşatmak zor olmamalı… onların hatıraları, tezgâhlarına sinen ustalık hikâyeleri eminim bize seslenmek için fırsat ararken… Bizlere, birer birer kapanan bu dükkânları hüzünle izlemek kalıyor…
 
Şen Saatçi, ülkemizin saatçilik piyasasında önemli bir yeri olan ve “Konyalı Saatçi” ismiyle zaman piyasasında haklı bir yer edinen ailenin ilk nesil saatçisi olan Mukadder Nalçacı tarafından 1950’li yıllarda kurulmuştur. Ailenin işlerini İstanbul’da sürdürme kararından sonra önce Mustafa Kolat sonra Necati Ercengiz ve ortakları devralarak 2023 yılının sonuna kadar mesleği ve Şen Saatçi ismini onurla taşımışlardır.
 
Şehirde ciddi bir marka olan Şen Saatçi’yi yazarken Necati (Ercengiz) abi ile olan sohbetimizde dükkânı kapatma kararı aldıklarını ama o zamanlar bunu yazmamamı istemişti. Aradan birkaç ay geçmişti ki Şen Saatçi tabelasının indirildiğini görünce şok olmuştum. Bir devrin sonu gibi gelmiş, kendi dükkânımı kapatmış gibi üzülmüştüm.
 
Oysa bu tür yerler ne olursa olsun yaşamalıydı; şehrin simge dükkânlarının kapanmasına mani olmalıydık, izin vermemeliydik…
 
Şehirde eskiye dair ne varsa hızla yok ederken… hafızamızı yok ediyoruz farkında mısınız?


Mazhar Sakman, Tevkifiye Caddesi'nde şimdi mazi olan dükkânında. Fotoğraf; T. Sakman Koleksiyonu.


 “Bazı zanaatların yok olmasından endişe edilmiyor” desem haksızlık etmiş olurum ama… Bir nalbantlık, saraçlık, at arabası yapımı, testicilik, semercilik kadar konuşmuyoruz saatçiliği… Oysa bu mesleklerle birlikte anmak bile abes olabilir; çünkü saat tamirciliği, çok ince bir işçilik, özen ve azami dikkat gerektirir, yetmez; bir mühendislik harikası olan saatlerin kapağını açmak bile bazen bir çırağın yıllarını alabilir. İki yıla kadar varan sürelerde, mesleğe yeni başlayan çırakların eline tornavida bile verilmez, sadece izlemek öğretilir. Tabii bu izlemenin aslında bir sabır imtihanı olduğunu göz önüne alırsak; saat tamirciliğinin ne kadar zor olduğunu, öncelikli olarak sabır öğrenmek olduğunu, sabırdan sonra hüner geldiğini anlayabiliriz. 


Ustalar sadece saat tamirini değil, insanların gözü gibi baktığı ve hatıralarının baş köşesinde yer eden saatlerin önemini çıraklarına aktarırken aslında iyi ahlakı ve insana; saygıyı, sevgiyi de öğretirler. Zamana hürmeti olmayan bir saatçiyi ben bugüne kadar görmedim. Zamanı ince ince işlerlerken, bu dünyanın aslında sonlu olduğunu, işleyen zamana saatlerle birlikte insan ömrünün eşlik ettiğini her zaman hatırlatırlar. Eğer çevrenizde bir saat tamircisi varsa bilin ki o, yaptığı paha biçilmez tamirin, hayatlarımıza dokunan zamanların ustasıdır…

Mazhar Sakman’ın Tevkifiye Caddesi’ndeki, Mehmet Dikilitaş’ın Bedesten’deki, Adil Özselçuk ustanın Hükümet Meydanı’ndaki dükkânları kapanırken sessiz sedasız… Tik takların sesi duyulmazsa… Zamana ihanet ediyoruz…




Şehrin yetkin ustalarından soldan sağa; Ahmet Sami Kalaycı, Hüseyin Karadeli, Mehmet Emin Haksever. Fotoğraf; T. Sakman


Türbe Önü’ndeki muvakkithaneyi nasıl koruyamadıysak… Bu ustalar şehrin zamanına tanıklık eden ustalardı; sözleri dinlenir, her gittikleri yerde saygı görürlerdi; çünkü onlar birer zaman ustasıydı, saatçiydi. Saatçiler yanlarına asla güvenmedikleri insanlara mesleklerini öğretmezlerdi, yanlarına alacakları çırakları “kılı kırk yararak” alırlardı. Meslekte en önemli şeyin dürüstlük olması gerektiğini bilirlerdi.


Tahir Sakman'ın Türbe Caddesi'ndeki iş yerinde, sol başta merhum Uysal Saatçi Mehmet Dikilitaş. Fotoğraf; T. Sakman.


 
Şimdi bir avuç saatçi kaldı şehirde… Onlar da ustalarından gördüklerini yaşatmaya çalışıyorlar, teknolojiye yenik düşmeden zamanın çarkları düzgün dönsün diye direniyorlar…
 
TAHİR SAKMAN


06 Şubat, 2025

O BENİM KIZ ABİMDİR


 

O BENİM KIZ ABİMDİR
 
ağzına sakızdır kahpe dünya
çiğner/ yalanı dolanı/ sevmez
sevdi mi allah’ına dek sever
ay’a renk verir aynasındaki ışık/ hüzün
yıkamaz/ yıkarsa yalan yıkar
bir de kahpelikler
 
o benim kız abimdir
harbiden kızdır
içinde bir çocuk koşar
saklandığı bahçeden kalabalık türkülere/
sevinçten kelebeklere/ uçurtmadır
yüreği vardır kimse anlamaz/ istemez zaten
savurur saçlarını/ rüzgârı bile yalnız eser
yağmuru acıya çalar/ umutları renksiz


o benim kız abimdir
yıldız taşır gecelere/ siz göremezsiniz
gündüzlere güneş döker
görseniz de göremezsiniz/
yaşamın nefesini/ zamanın geçersizliğini
yitik ülkedir yalnızca mehtaba açık
ağlarken ağlayan gülerken gülen
 
o benim kız abimdir
direnir erkek gibi yazgısına/ ak kâğıttır kara kalemdir
kadın olmanın onuruna
bilir ki hayat yaşanmak içindir
ve başında bir kep/ hayata dönük
 
isterdim/ sizin de kız abiniz olsun
belki/ belkisiz/ isterseniz olabilir/ yüreği herkese yeter
insan olmak hep almak değildir
çoğu kez de vermek gerek
sadece benim kız abim değil ki/ herkesindir
verir herkese/ yıldızlardan topladığı çiçekleri
güneşine serperek
 
TAHİR SAKMAN
 
 

05 Şubat, 2025

SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ ÜZERİNE


 

SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ ÜZERİNE
 
Ahmet (Ergun) abiyle bizim tanışmamız çok sonraları oldu…
 
Önce merhum babası Avukat Besim Ergun amcayla, babamın Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânında sonra Sarıyakup Caddesi’ndeki bağ evimizde yapılan oturaklarda tanıma onuruna eriştiğim insanlardan bir tanesidir.
 
Besim amcanın; hoş sohbetini, güler yüzünü ama illaki babama olan takılmalarından çok sevdim. Bir gün bizim evde yine oturak düzenlenmişti. Kapı çalınınca açtım, gelen Besim amcaydı. Evin hayadına bile adım atmadan pardösüsünün iç cebinden, gazete kâğıdına sarılı büyük rakı şişesini çıkardı ve bağırdı; “Len Mazhar, bak şişeyi getirdim…”
 
Meğerse babam “şişeyi görmezsem kapıyı açmam” diye takılmış. Tabii ki tanışıklıkları çok eski, Konya Muallim Mektebi’nden… Onlar hatıraların arasında kaybolup giderken benim hafızama çok şey kaydedildiğini çok sonraları anlayacaktım.
 
Doğrusu bu konuda oldukça şanslıyım. Yazın hayatına adım atmama da “o sohbetler nedeniyledir” desem yeridir. Evimizin, o mütevazı kerpiç odalarındaki sohbetlerin lezzetini kaybedince anladım. Ülkemizin ve şehrimizin kalburüstü edebiyatçıları, müzisyenleri, folklorcuları ve hukukçularının kültür, edebiyat, folklor üzerine konuşmaları benim için bir altyapı oluşturmuştur.
 
Çok sonraları Besim amcanın rahmetli olmasından sonra bu sohbetlere zaman zaman genç bir avukat olarak katılan Ahmet abimizle tanışma fırsatımız oldu ama o daha çok babamla sohbet ederken ben yine iyi bir dinleyici ve kaydediciydim…
 
İki ciltten oluşan, toplamda bin sayfayı aşan kitapları elime alınca ilk aklıma gelen bunlar oldu.




 
Büyük boy (23,5x16) ebadında ve oldukça kaliteli bir baskıyla şamua kağıtlara düşen harfler her ne kadar “Sosyal Medya Günlükleri” ismini taşısa da çoğu sayfasında, sosyal medyanın ötesine düşen bir başvuru kitabı olarak göze çarpıyor. Konuların tasnifi özenle yapıldığı belli olan kitabın insanı yormadan konuya girmesi ve ana hatlarıyla ortaya koyması, Ahmet abinin ne kadar entelektüel bir birikiminin olduğunu da açıklıyor gibidir. Ayrıca kapağı da çok beğendiğimi ifade etmeliyim.
 
Dedesinden kendisine kalan Meram’daki evinde yer aldığını bildiğimiz ciddi büyüklükteki kütüphanesinin yansımalarını okurken, onunla birlikte keyifli bir geziye çıktığımızı da fark ediyoruz.




 
“Felsefi İnançlar ve Dinler, Yakın Siyasi tarihimiz, Hukuk ve Hukuki Yorumlar” şeklinde düzenlenen ilk kitapta, Atatürkçü bir dünya görüşüne sahip ve onun inkılaplarına bağlı bir hukukçunun özellikle yakın tarihimize bakış açısı, değerlendirmelere ayrı bir önem katıyor. Bu bağlamda söylenecek en önemli sözün, şehr-i Konya’nın kadim ailelerinden birine mensup olmasıyla birlikte; kendini sürekli yenileyen, bilgiye doymayan ve bu sayede aydınlık tuttuğu ufuklarını paylaşmasından başka bir şey değildir aslında…
 
Ve pek çok yazısını sosyal medyadan hatırlamakla birlikte kağıda, mürekkebe ve harflere dökülmüş düşüncelerin somut olarak elinizde tutmanın heyecanını hissediyorsunuz…
 
Sosyal medyada yazılanları kitap haline getirme fikri bende de oluşmuştu ama bendeniz ancak e-kitap olarak yayımlayabildim. Korona günlerinde tefrika ettiğim "Öteki Şehrin Hikâyesi/ Korona Günlükleri" isimli çalışmayı umarım bu yıl fiziksel baskısıyla sizlerle buluşturabilirim. Ahmet abi elini çabuk tuttu ve ne iyi etti ki okuduğumuz yazılarını yeniden bizlere hatırlama fırsatı verdi.
 
İkinci kitabın konuları “Osmanlı Türkçesi ve Türk Dili, Eğitim ve Kültür, Gastronomi Yemek ve İçki Kültürü, Nostalji-İstanbul Hafızası, Konya Hafızası-Tiyatro” bölümlerini kapsıyor ve bu konu başlıkları nedeniyle benim daha çok ilgimi çektiğini itiraf etmeliyim.
 
Şehrin köklü bir ailesine mensup olmanın getirdiği avantajla ve kendisinde olan şahsi merakla öğrendiği Osmanlıcasını bu ciltte konuşturmuş Ahmet abi… Edebiyatla olan ilgisini de bu sayede öğreniyoruz. Bazen bir gazelin bazen bir dörtlüğün ruhunu size günümüz Türkçesiyle aktarırken sanat zevkine de tanıklık ediyorsunuz.
 
O naifliğiyle, yaşanmışlıklarını da anlatır; yerel tarihin ötesine geçerek, kişisel tarihinden, yaşam serüvenindeki hatıralarından da söz eder. Üzerindeki kruvaze takımın duble paçasından tutunuz, bazen kravatıyla bazen de papyonuyla, şapkasıyla nerede durduğunu da işaret eder. Karşınızda modern bir Bektaşi gibi duran bu adam sanki o pos bıyıklarının her bir ucuna taktığı yaşamın güzelliklerini size anlatmak için çırpınır. Siz ne kadar özenle giyinseniz de yanında durduğunuz anda tüm özenlerinizin boşa olduğunu hatırlatır. Sizi sevgiyle kucaklayan gözlerinin içinde, bir çift güvercin saflığıyla bakan bir adam, her zaman size saygıyı, sevgiyi yeniden şekillendirerek öğretir gibidir.  
 
Ama o hâlâ bir Konyalıdır, asla bundan taviz vermez… Şehrin tanınmış yazarlarını, şairlerini, gazetecilerini veyahut sıradan insanların hayatlarını yansıtır bazen yazılarında. O aristokrat bir görüntü çizse de… ilk tanıdığınızda bu fikrinizden hemen vazgeçersiniz; çünkü o, bizden biridir… İkinci kitapta tüm bunları daha sıcak hissedersiniz.  
 
Şehrin; kültürü, sanatı, folkloru ve anıları ikinci kitapta yer bulurken, şehirle ilgili önemli bir kaynak haline gelmiştir. Gastronomiye olan özel ilgisi -her entelektüel gibi- kitaba Konya yemeklerinin tarifi olarak girmiştir ki okurken o nefis yemeklerin rayihası eminim burnunuzda tütecektir…
 
Eleştiri… eleştirmek kolaydır önemli olan böyle bir eseri meydana getirecek bilgi birikimine ve cesaretine sahip olmaktır; “İnsan bilgisi kadar düşünür, merakı kadar öğrenir, öğrendiği kadar fikir sahibi olur, cesareti kadar ifade eder” diyor Ahmet abi ve devam ediyor, Nietzsche’nin dediği gibi “Kendinden hiç söz etmemek soylu bir ikiyüzlülüktür” tuzağına asla düşmüyor. Fikirlerine herkesin katılmamasını da hoş karşılar ve her zaman tartışmaktan yanadır ama bir şartı vardır: Kütüphanesi’nde asılı olan şu veciz sözle bütünleşmiş gibidir, Ahmet abi: “Lütfen okumadıysanız tartışmayalım…”
 
Şehrin kişilerinden söz ederken merhum babamla olan dostluğundan bahisle iki fotoğrafa da yer vermiştir; “Saatçi Mazhar Sakman” başlıklı yazısında… Her ne kadar fotoğraf altı yazıları karışsa da maksat hasıl olmuştur. Bendenize ait “Konya Oturakları” kitabı ile ilgili yazısını görmek de sürpriz oldu benim için.




Çok az da olsa alıntı yaptığı yazılar da var kitapta, örnek vermek gerekirse bendenizin yazdığı “Folklor ve Ayıp” başlıklı bir makalemi de kitaba alması beni çok duygulandırdı. Kitabın içindekiler bölümünde makalenin yer almaması da kitapta gördüğümüz çok ender bir tashih hatası, “zarfın değil mazrufun” kıymetli olduğunu bildiğimizden önemsiz bir ayrıntı olarak göze çarpıyor.
 
Uzun seneler okunacak ve geleceğe bırakılabilecek en güzel miras olarak hafızalarımızda daima yer tutacak bir eser üzerine yazı yazmanın zorluğunu takdir edersiniz; Ahmet abi gibi şehir ortalamasının çok üzerinde bir bilgi birikimine sahip bir insanın kaleminden dökülen satırlar, şehir kültürünün yaşanmış canlı bir abidesi gibi her zaman yolumuza ışık tutacaktır.
 
Ahmet abi çok önemli bir işi başarırken kendisine söyleyecek tek sözümüz yazmaya devam olabilir; sen yaz ki Ahmet abi, bizler de okuyalım…
 
“Bilmediğini bilmenin” erdemini açıklarken “İnsanın çok az şey bildiğini fark edebilmesi için çok şey bilmesi gerekir; çok bilmeden, çok az şey bildiğimizi fark edemezsiniz.” diyor Ahmet abi…
 
Kitaplar; insanın cehaletini ortaya çıkarır, bu yüzdendir belki az okuduğumuz veya hiç okumadığımız… Okumadıkça her şeyi biliyorsunuz; ne güzel bir şeydir cehalet, her şeyi bilirsiniz!
 
Okudukça, cehaletimi ortaya çıkaran satırların arasına gizliyorum kendimi… Ve onunki kadar fiyakalı olmasa da şapkamı çıkarıyorum, Sosyal Medya Günlükleri’nin önünde saygıyla…
 
Ahmet abi, ne yaptın sen?
 
TAHİR SAKMAN
 

03 Şubat, 2025

GAZETECİ


GAZETECİ

 
Bazı insanlar vardır; onları heyecanlarından kolayca tanırsınız…
 
Meslek aşkıyla koşarlar, halkın derdiyle dertlenirler ve bu uğurda koşarken asla yorulmazlar, onları hemen tanırsınız, bilirsiniz, yakından tanımasanız da dostluğundan asla şüpheye düşmezsiniz; özleri, sözleri birdir, lafı asla eğip bükmezler; bazen gergin gibi görebilirsiniz ama onun gerginliği, inanın sizler içindir, yalan dolan işleredir, onların kızgınlığı… Tek dayandığı da sizlersiniz…
 
Bu insanlardan bir tanesidir, gazetecidir… aslında gazeteci kelimesi bile başlı başına onu anlatmaya yeter ama o, bu kimliğini -ki her dönemde onurla taşımasını bilmiştir- asla güç sarhoşluğu içinde kullanmamıştır, tetikçilik yapmamıştır; o sadece gazetecidir…




 
Çekirdekten yetişmiştir; mesleğinin en ince ayrıntısını yaşayarak öğrenmiştir. Onun içindir, bu ondaki dinmeyen heyecan… Şehrin yüz akı gazetelerinden, merhum Yalçın Bahçıvan yönetimindeki Yeni Meram gazetesinde haberden habere koşarken başladı onunla tanışıklığımız. Ben şiir yazarken, o haber yazıyordu sonra ben köşe yazmaya başlayınca dostluğumuz daha da arttı…




 
Sansasyonel haberleri o yakalardı, şehrin gündemi ondan sorulurdu… Aynı zamanda Milliyet gazetesinin Konya muhabiriydi sonra Sabah’a geçti… Dergiler çıkardı şehirde bir ilkti o zamanlar;” Flaş Haber” dergisi, flaş haberlere imza attı, şehrin nabzını tuttu. “Konya Kent” bir başka haber dergisiydi. “Konyasport” ismiyle müthiş bir dergi çıkardı, o da şehirde bir ilkti ve uzun yıllar yayımlansa da o da Flaş gibi ekonomik koşullara dayanamadı. Yetmedi, mücadeleye devam etti “Cönk” isimli kültür sanat dergisi çıkardı. Genel yayın yönetmenliğini rahmetli Yalçın Dikilitaş abimiz yaptı ama onun zamansız ölümü derginin ömrünü kısalttı.




 
Arşivindeki önemli fotoğrafları, şehir kültürünün hizmetine sunmaktan her zaman onur duymuştur. Binlerle ifade edebileceğimiz fotoğraflar içinde, haber fotoğrafları dışında, şehrimizin ve ülkemizin sanatçıları, edebiyatçıları gibi şehir kültürüne ışık tutacak fotoğraf arşivini araştırmacılar için her zaman açık tutmuştur. Bu konuda asla kıskanç olmamıştır.




 
Merhum İbrahim Sur’un yazı işler müdürü olduğu yıllarda, Türbe Caddesi’ndeki saatçi dükkânımda sık buluşur, laflardık; ordan, burdan…
 
Ordan, burdan nerelere geldik; yıllar üzerimize devrilmiş… ama o asla yıkılmadı, mücadele etti, dişiyle, tırnağıyla kazıdı… mütevazılığından hiç vazgeçmedi; bir de gazeteciliğinden…




 
Şimdi şehrimizde yine bir ilke imza atarken… sessizce işine bakıyor o; çünkü, o bir gazeteci…
 
Geçtiğimiz yıllarda yayımladığı “Konya Olay” isimli gazetesini yeni nesil, internet televizyonuna dönüştürmenin haklı mutluğunu yaşıyor. Şehrin, tek RTÜK’ten lisanslı internet televizyonu olan Konya Olay TV’yi kesintisiz 24 saat yayımlamanın mutluluğunu yaşıyor. Ve gittikçe artan bir izleyici popülasyonuyla şehir adına gurur duymamak elde değil…
 
Yeni projelerini anlatıyor heyecanla; heyecan sanki o, Yeni Meram’daki muhabirin heyecanı; önemli bir haberi halka yetiştirmenin heyecanı… mesleğe ilk başladığı günkü gibi… eğilmeden, bükülmeden, dimdik…




 
İsmini yazmadım ama biliyorsunuz, tanıyorsunuz… başka kim olabilir ki tabii ki gazeteci…
 
İsmini bilerek yazmadım; çünkü o bir gazeteci…
 
Gazeteci kimliğini, isminin önüne geçiren bir Konyalı:
 
O, bir gazeteci, teşekkürler Kemal Soylu, şehre kattıkların için…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

02 Şubat, 2025

MÜBAREK ETLİ EKMEK


 

MÜBAREK ETLİ EKMEK


Konyalının karnı etli ekmek yemezse asla doymaz…
 
Bir yanımız etli ekmektir bizim, bir yanımız küflü peynir böreği… Saç böreğini de şöyle ayrı bir yere koyuyorum… Su böreği demezsem şimdi vallahi ayıp olacak, onu da “şoraya” koyuyorum…
 
Börek yiye yiye, mayalı hamur gibi veya dam yuvağı gibi olduk desem yeridir. Burası çiftçi memleketidir efendim, hamur işlerinden Konyalı asla vazgeçmez, bilesiniz!
 
Geçen yıl 250 liralara korkarak yediğimiz etli ekmek bu sene sebil… 80 lira…
 
Serbest piyasa rekabetinin nihayet bir faydasını gördü Konyalı… Memnun olmayanlar da olmuştur elbet ve haklı yönleri de yok değil; çünkü, bu fiyatlara mahalle fırınlarında satmak, zararına satış demektir ama günde birkaç bin etli ekmek satıyorsanız tabii ki ciddi kâr elde edebilirsiniz… İşletmenin adını yazmayacağım; ilan panolarından zaten tanıyorsunuz…
 
Çekinerek gitmiştik, cümbür cemaat ama… içerisi hınca hınç dolu, ahali kakılı… (Kakılıyı bilirsiniz değil mi?) İki fırın yanıyor, etli ekmek yetiştiremiyorlar. Önce lahmacun yedik 45 lira… çok beğendim ama dedim ya etli etmek yimezsek, karnımız doymayor…
 
Uzun tahtaların üzerinde geldi etli ekmek, boyu bir metre sanırım… çıtır çıtır, ağzınızda dağılıyor, eti sebzesi tam kıvamında, mahalle fırınında kendiniz yaptırsanız bu fiyata mal edersiniz biraz daha içli de olabilir ama bu çıtırlık eve gidene kadar kaybolur…




 
Tabii geleneksel etli ekmek müdavimleri ayrı… gelenekte etli ekmek böyle uzun değildir, hamuru biraz daha kalın, ovaldir ve uzun değildir; daha çok elips şeklindedir ve hamuru mayalıdır. Ama bu etli ekmeği de ben beğendim…
 
80 liraya karnınız doyuyor… Tartışmalar yansımıştı geçenlerde fiyat üzerine ve etin kalitesiyle ilgili ama işletmeci aldığı kasapların ismini vermişti yanılmıyorsam. Ben çok beğendim. İyi olmasa Konyalı bu kadar ilgi gösterir miydi? Altlı üstlü iki salonda bazı zamanlar yer bulmanız zorlaşıyor.
 
Ve personel güler yüzlü…
 
Ama biz etli ekmeği böyle uzun tahtalar üzerinde değil de gazete serip üzerinde yemeye alışkınız! Böylece etli ekmeğin kültüre olan katkısı da ortaya çıkar ki bu da ayrı bir merasimdir. Eğer Konyalı değilseniz, siz şimdi etli ekmeği nasıl yiyeceğinizi de bilmezsiniz… Şimdi anlatamam, bilenler bilmeyenlere anlatsın!
 
Bugün yine gitsem mi acaba, mübarek etli ekmek yimeye?
 
Neyse şu şiirimle idare edin şimdilik:
 

ETLİ EKMEK
 
Canım çekti yine bugün
Aklım aldın etli ekmek
Fırınlarda sıra mı var
Nerde kaldın etli ekmek
 
Kaburgadan etin kardım
Domatesle biber sardım
Azıcık da soğan yardım
Sanki baldın etli ekmek
 
Zırh altında sildim seni
Okşayarak dildim seni
Benden önce bildim seni
Aşka geldin etli ekmek
 
Mayalanıp dinlendin mi
Şu Konya’da ünlendin mi
Koltuklarda inledin mi
Yerken güldün etli ekmek
 
İlla bir buçuk olmalı
Yanına ayran dolmalı
Nazikçe elle bölmeli
Hep hayaldin etli ekmek
 
Küreklere verdim seni
Ateşlere sardım seni
Gazeteye serdim seni
Düne daldın etli ekmek
 
Yalan oldu her şey yalan
Bir rüyadır şimdi olan
İhtişamlı dünden kalan
Bir masaldın etli ekmek
 
Sanmayınız cefalıyım
Yiyenlere vefalıyım
Etli ekmek kafalıyım
Şimdi bildin etli ekmek
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

 

01 Şubat, 2025

DEMOKRASİNİN GÖLGESİNDE ATEŞE YATMAK


 

DEMOKRASİNİN GÖLGESİNDE ATEŞE YATMAK
 
Geçtiğimiz pazartesi sabahı boğaz, göğüs yanması ve sırt ağrısı ile kan ter içinde uyandım…Ülke siyaseti gibi…
 
Gece gördüğüm kabusların haddi hesabı yok, her yanda karabasanlar…
 
Salgınmış galiba influenza… Neyse ki doktorlarımız var, sağ olsunlar… Grip aşısı da olmama rağmen beş gündür yorgan döşek yatmasam da evden dışarı çıkartmadı. Kendime ev hapsi vermiş gibiyim… Boğazımdaki yanma devam ediyor, sesim ilk günkü gibi tamamen gitmese de zaman zaman baya kısılıyor.
 
Muhaliflerin sesi…
 
“Konuşma” diyor boğazımdaki ağrı… düğüm düğüm bir şeyler var, diyemediğim…
 
“Geçer” diyorlar, her şey geçer… Yeter ki demokrasinin gölgesi eksilmesin üzerimizden…
 
Ve ben demokrasinin gölgesinde ateşe yatmaya devam ederken:
 
Kartalkaya’daki kar yangınları gibi umuduma dökülüyor; çığlıklar, çığlıklar, çığlıklar…
 
Hangimiz, hangimizden daha mutlu, daha huzurlu?


Onca ateşe rağmen genç teğmenler gibi dimdik ayaktayım...
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

27 Ocak, 2025

MUSALLA TAŞINDA YATAN ŞEHİR


 

MUSALLA TAŞINDA YATAN ŞEHİR
 
Bu bizim ilk vukuatımız değil…
 
Üzücü ama gerçek bu; hafızalarımızı yokladığımız zaman Suriyeli sığınmacıların yaşadığı Beyşehir Caddesi’nde yıkılan apartmandan önce aklımıza ilk gelen “Zümrüt” faciası olsa da gözden kaçan bir facia daha yaşandı.
 
10 Aralık 2019 tarihinde Akçeşme Mahallesi’nde kerpiç iki katlı bir evin sabaha karşı çökmesi nedeniyle bir babaanne ve kendisini ziyarete gelen yetim iki torunu hayatını kaybetmişlerdi. Göçükten tabii ki ne ders çıkarılabildi ne de bir sorumlu bulunabildi. Daha da acısı evin göçtüğünden şehrin saatler sonra haberi olabildi… Üç canın çığlığı, şehrin gürültüsü arasında yitip gitmişti…
 
Kulaklar sağır… ya vicdanlar, vicdanlarımıza ne oldu? Tabii ki unuttuk; çünkü üç gariban…
 
Şehir; bu üç garibanın yaşamını böyle feci bir şekilde yitirmesinden üzerine hiç sorumluluk almadı; bütün suç, yoksulluktu… Belki biraz üzüldük, acıdık, ah vah ettik… Sonrası? Sonrası hep yaptığımız hatta en iyi yaptığımız gibi “kader” demekten ibaretti… Bu insanlar canlarını hiçe sayarak neden böyle evlerde oturmaya mecbur kalıyorlardı? İşin bu tarafını sorgulamadığımız için… Peki, böylesine zengin topraklara sahip bir ülkede yoksulluk diye bir şeyin neden var olduğunu hiç sorduk mu? Sormadığımız için mi büyüyor gözlerimizde bu yoksulluk? Kabahat kimindi?
 
Oysa kabahatin kimde olduğu çok açıktı: Ne demişti Nazım “Suçun büyüğü sende kardeşim…”
 
Bendeniz “şiir hayattır” düşüncesinden hareketle, sosyal konulara duyarsız kalamadığım için ve o dönem içimi çok acıtan bu hüzünlü hikâyenin kahramanlarına içim yanarak “Kalkamazsınız” başlıklı bir şiir söylemeye çalışmıştım:
 
KALKAMAZSINIZ
 
bir ev göçer kerpiç mi kerpiç
altında üç can
bir babaanne iki torun
soğuk mu soğuk/ utanın sıcak evler
 
/ev göçer yoksulluk kalkar şaha/
yazılmamış pulsuz duadır acılar
unutulur gider mi/ gider
 
ev göçer babaanne göçmez
ev göçer yetimler dimdik ayakta
 
bir ev göçer kerpiç
bir şehir kalır altında
bir babaanne iki yetim kalkar
kalkamaz ahali/ kalkamaz konya
musalla taşı gibi boylu boyunca
 
TAHİR SAKMAN
 
Aradan geçen 6 yılda, son yaşadığımız elim olaydan sonra şehrin hâlâ kalkamadığını görmek, kadim bir başkent için oldukça üzücü… “Kalkamazsınız” demiştim, “bu ağır olayın altında kalır bütün şehir” demiştim içim yanarak…


Ve kalkamadık!
 
Ve bizler yüreğimiz yaralı /musalla taşı gibi boylu boyunca/ yatmaya devam ediyoruz…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

25 Ocak, 2025

AĞLA KONYA


 

AĞLA KONYA
 
Zümrüt’ten yıllarca sonra bir kez daha… ağla…
 
Göz göre göre, milyon liralara alınıp satılan dairelerin olduğu bölgede… hiç kimse görmedi, hiç kimse… ta ki yıkılırken binalar, binalar değil ki yıkılan; aslında yıkılan insanlıktı…
 
Sorumsuzluk örnekleri çevremizde yığınla, kafamızı bir kaldırsak görebileceğiz, duyabileceğiz; o yoksul insanların barınmak için, aile olmak için girdikleri beton tuzakları… ama biz ne görebiliriz ne duyabiliriz…




 
Falanca tarihli ruhsatı varmış… bana ne efendi ruhsatının tarihinden, bina ne durumda sen ondan haber ver! En azından mahalle muhtarları bu durumda olan evleri ilgili makamlara bildirebilir değil mi?
 
Çok katlı, çok çok katlı hem de lüks apartmanlara hiç baktınız mı? Yangın merdivenleri ne durumda? Kiler mi yaptınız yoksa erzak deposu mu veyahut kaçak doğal gaz hattı çektirip kızartma mutfağı mı yaptınız?
 
Kimi kızartmayı düşünüyorsunuz kuzum? Allah aşkına olabilecekleri düşünebiliyor musunuz?
 
“Allah bekler” diyorsunuz… Allah, sen gereğini yapmazsan beklemez efendi, bunu bil…




 
Apartman sakinleri, yöneticiler, mahalle muhtarları; bu durumda olan yüzlerce ev var maalesef… ilk iş size düşüyor, açın telefonu ihbar edin belediyeye… söz konusu olan hayatınızdır, bunu göz ardı etmeyin…
 
Dün geceden beri Konya seferber; birçok kuruluş mobil tezgâhlarda çay, salep vs. dağıtıyor, tabii bunlar çalışan personel için değil mi? Ama hiç de öyle görünmüyor, meraklı halkımız ellerinde çay, salep kurtarma çalışmalarını izliyor… Çekirdek de dağıtalım mı?
 
Benim inancım kaybolmaya başladı, biz yoksa hep böyle miydik? Oradan yükselen feryatlar içinizi acıtmıyor mu? 23 yaşında bir kadın Suriyeli… Savaştan, yıkımdan kaçıp gelmiş sığınmış… Bir başka yıkım altında… Bize sığınan canlar… Emanet canları oturttuğumuz mekânlar… Karşılığında tonlarca kira… Ne için?




 
Çok ağır cezalar getirmedikçe, denetim mekanizmaları halkın kendisinden başlamadıkça ve kadercilikten kurtulmadıkça; korkarım, yıkılan en sonunda bizler olacağız…
 
Bir can yıkıldıysa… Âlem yansa yeridir…
 
Ağla Konya… ağlayamıyorsan, ağlayamadığına ağla!..
 
Bizi; bize bırakma ya ilahi!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

24 Ocak, 2025

BÜLBÜLÜN DİĞER ADI RIZA KONYALI

 


BÜLBÜLÜN DİĞER ADI RIZA KONYALI
 
Mevsim yaprak dökümü değil aslında; mevsim, çınarların devrildiği mevsim…
 
Konya türküleri bugün biraz daha mahzun, biraz daha nağmeleri ağırlaşıyor ve gittikçe kuraklaşan iklimlerin yasını tutmaya başlarken daha bir hüzün sarıyor şehrin burçlarını…
 
Rıza abiyi kaybetmişiz… Rıza abiyi, Konya türkü kültürünün önemli temsilcilerinden coşkun bir insanı yitirirken, kültürel yalnızlığımıza biraz daha sokuluyor matem duygularımız.
 
92 yıllık bir çınar devrilir de âlem devrilmez mi? Ya türkülerimiz yas tutmaz mı?
 
O neşeli, cıvıl cıvıl bir insandı. “Konya’yı sırtımda taşıdım” derken türkülerimizin ışığında dolu dolu bir yaşam sürdü, anladım ki tüm enerjisini türkülerimizden, sahneden alıyordu.
 
Onunla pek çok hatıram oldu. Yolu ne zaman Konya’ya düşse babamla mutlaka sohbet etmeye gelir “Hocam” diye hitap ederek ellerinden öperdi. Sanırım 1984 yılıydı, merhum babam Mazhar Sakman Konya il Halk Kütüphanesi tarafından yılın okuyucusu seçilmişti. Ödül töreninde merhum Erol Güngör de vardı ve Rıza Konyalı… Rıza abi sahneye çıkıp babamın elini öptükten sonra plaklara okuduğu türkülerin pek çoğunu Mazhar Sakman’dan aldığını söyleyerek şehrin sanatına ve kültürüne olan katkılarından dolayı gururluydu. Konuşmaların ardından hiç unutmuyorum yine babamdan aldığını söylediği bir türküyü (plağa da okumuştu) “Karşı karşı yaptıralım hanları” türküsü ile birkaç Konya türküsü okumuştu. Büyük abim hayattayken, İzmir’e gittiğimizde de mutlaka bizi bulurdu.

 
Babamın vefatından sonra onunla tekrar karşılaşmamız bir TRT programı nedeniyle olmuştu. 19 Aralık 2005 tarihinde merhum Ali Gürlü’nün sunduğu “Bengi” isimli programa konuk olmuştuk birlikte. O türküleri seslendirmiş bendeniz de Konya oturaklarından ve dolayısıyla Konya türkü kültüründen söz etmiş ve merhum Mazhar Sakman’ı yad etmiştik.
 
Onunla nerede konuşursanız konuşun sözü mutlaka Konya’ya getiren bir insandı. Gerçekten hayatını, Konya üzerine kurmuştu. Soy ismini bile Konyalı olarak değiştirmişti. Sözü Konya’ya getirmeyeceğim… Sanatçıların beklentileri sanat üzerinedir ve sadece bir vefadır, ama… İtiraf etmeliyim ki biz vefa konusunda çok kısır kaldık.


Söz konusu programın afişi...


 
Çok şükür ki Meram Belediyesi’nde çalıştığım dönemlerde kendisiyle 20.12.2018 tarihinde program yapma şansı buldum. Rıza Konyalı ve Âşık Salihi abimizle aynı sahnede olmanın onurunu hep üzerimde hissetmişimdir. Program tam bir belgesel havasında sürdü. Hayatlarından kesitler sunmuş ve tabii ki türkülerden de… Müthiş bir programdı, çok istedim program kaydının cd olarak yayımını ama… umarım önümüzdeki yıllarda bu yapılır; çünkü iki çınarın sahneyi nasıl salladığını herkesin görmesini isterim. Ayrıca türkülerimizi için de bir kaynaktır. Acıdort’tan gelip kır atıyla doru atı satıp nasıl bağlama aldığını anlattı, türkülerimizle nasıl yatıp, kalktığını anlattı. Ve tabii ki büyük ustalardan övgüyle söz etti; Mazhar Sakman’ın, Silleli İbrahim Berberoğlu’nun ve daha nice ustaların sanat hayatına nasıl katkı sağladıklarını anlatırken gözleri dolu doluydu.


Rıza Konyalı ve Âşık Salihi, Hasan Genç ve saz ekibi eşliğinde aynı sahnede, sağ baştaki Tahir Sakman.


 
Hep söylerdi; belediyenin söz verdiğini, ev verirlerse Konya’ya yerleşeceğini… ama ne ev verildi ne yerleşti… Bir haber duyduk çok üzüldük, hastalığında İzmir Belediyesi ona kucak açmış, Sığacık’taki sosyal tesislerde ağırlamışlardı. Sonraları huzurevine yerleştirildi. Tıpkı kardeşi Mustafa Konyalı abimiz gibi o da orada huzurevinde türkü dolu ömrünü tamamladı…


Rıza Konyalı ve Âşık Salihi birlikte...


 
Rıza Konyalı’nın çok özel bir sesi ve gırtlağı vardı, tam da Konya türkülerinin nağmelerine uygun sanki doğuştan bu iklimin türkülerini okusun diye yetenekle donatılmıştı. Yeri doldurulamayacak sanatçılarımızdan bir tanesiydi. İzmir, bizden daha şanslı çıktı bu konuda, bizden daha çok onlar dinlediler. İzmir’de, Konya türkülerinin kıvrak nağmeleriyle, sıla hasreti çeken hemşehrilerinin ve ona tutkun İzmirlilerle hasret giderdi. İzmir Fuarı’nda gür sesi daima yankılandı. En çok plağı olan sanatçılarımızdan birisidir ayrıca kasetleriyle de gönüllerimize seslendi.


Rıza Konyalı ve A^şık Salihi birlikte türkü seslendirirken, sağ başta program moderatörü Tahir Sakman.


 
Konya türküleri bir ustasını daha ebediyete uğurlarken onun sesi, şehrin semalarında ebediyen türkü türkü dolaşacaktır. O bülbül gibi şakırken, gözlerimizdeki neme aldırmadan türkülerimizin kıvrak nağmelerindeki hüzün bizi saracaktır ve o daima türkü kültürümüzün nadide yerindeki anıları, şehir var oldukça ömrümüzü şenlendirmeye devam edecektir.
 
Sen rahat ol Rıza abi; türkülerimiz asla yitmeyecek, sonsuza dek okunacaktır:
 
/Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya’nın/
 
Dünyanın vefasına eremesek de Konya’nın her köşesine; taşına, toprağına bülbüller konmaya devam edecek ve Rıza Konyalı ismi gönüllerimizde hep şakıyacaktır… Rahmetle… Âşık Salihi abimize de uzun ömürler diliyorum.
 
TAHİR SAKMAN


23 Ocak, 2025

DÜŞ


 DÜŞ


Bir düşün peşinde koşmak, bir ömür... hem de gerçek olmayacağını bile bile...


Olsun! Düşlerime de yasak koyamazsınız ya!..


TAHİR SAKMAN




MERDİVENLER GEÇİLMEZ!

 

MERDİVENLER GEÇİLMEZ!
 
Ulusça acıya boğulduk…
 
Duman duman sardı her yanımızı hüzün… yandık kavrulduk…
 
Her zamanki gibi suçlu ihmalden başkası değil; ihmal eden de bizler!
 
Çok uzağa gitmeyin; çevrenizdeki hatta oturduğunuz binalara özellikle çok katlı binalara bakın! Yeni binalarda tedbir alınmış… ama bu iskan ruhsatları alınıncaya kadar sonrası hepimizce malum…
 
Vahim olan yangın merdivenlerini birer depo gibi, kiler gibi kullanmak; eski eşyaları doldurmak ve merdivenleri geçilemez hale getirmektir.
 
Daha da vahim bir şey söyleyeyim mi?
 
Allah aşkına çevrenizdeki yüksek katlı binaların yangın merdivenlerine gidin de bir bakın: Adam kaçak doğal gaz hattı çektirmiş, dolap yaptırmış kızartma mutfağı olarak kullanıyor… Acil bir durum olsa yandığınızın resmidir…
 
Akla ziyan işler… “Allah bekler” deyip geçiyoruz ya… İşimize öyle geliyor; oturanın sesi çıkmaz, bu normal çünkü kendisi yapıyor ama ya diğer sakinler… susar… yöneticiler susar… eh belediyenin işi gücü yok da sizin iskan ruhsatı aldıktan sonra ruhsata aykırı yaptığınız işleri mi kontrol edecek? Hadi kendi canınızı düşünmüyorsunuz da ya çocuklar ve diğer sakinler?
 
Siz kendi kendinizi denetlemezseniz… O çok katlı binalarda… düşünmesi bile korkunç…
 
Çünkü pek çok apartmanın yangın merdivenleri geçilemez haldedir… Bu merdivenler zaten geçilmek için değildir; bunun için geçilmemesi için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bu konuda belediyelerimiz en azından apartman yöneticilerini veya muhtarları uyarmalıdır. Vatandaşlar da denetim mekanizmalarını harekete geçirecek şikayetlerini ilgili mercilere iletmeleridir.
 
Değilse bu merdivenler… geçilmemeye devam edecektir…
 
TAHİR SAKMAN