YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

02 Ekim, 2024

MAZHAR SAKMAN ŞİİRLERİ

 

Mazhar Sakman'ın el yazısıyla yazdığı cönk...


MAZHAR SAKMAN ŞİİRLERİ
 
Kuşkusuz Konya türküleri denildiği zaman akla gelen ilk kişilerden olan merhum Mazhar Sakman, yaşadığı döneme damgasını vurmuş biri olarak Konya türkü kültürünün önemli bir parçası olarak türkülerimizin geleceğine de ışık tutan bir sanatçımızdır. Hem alaylı hem mektepli olması ve bunun yanı sıra bando astsubayı olarak uzun yıllar görev yapması nedeniyle Batı müziğine de hakim olması, 12 tellinin yanı sıra fasıllarda tambur çalması onun çok yönlü birikimini de anlatır. Bu birikimini, Samsun Ladik Köy Enstitüsü’nde bando kurarak zirveye taşırken hiçbir zaman Konyalı kimliğini unutmamış, üzerinde bir nişan gibi taşımıştır.
 
Konya türkülerinin geleceğe taşınmasında bu birikimini türkülerimizi notaya alıp yayımlayarak da önemli hizmetleri olmuştur.
 
Mazhar Sakman gibi çok yönlü sanatçılarımız çoğu zaman hayatlarını kazanmak için farklı meslek dallarında çalışmışlar ve hiç kimseye muhtaç olmamışlardır. Merhum Sakman bunca sanat birikimine rağmen saat tamirciliği yaparak geçimini temin etmiştir. Özellikle antika saatlerin tamiriyle uğraşarak şehrimizdeki saatçilerin arasında haklı bir üne kavuşmuştur.


Cönkün ilk sayfası...


 
Babam Mazhar Sakman’ın bugüne kadar hiç anlatmadığım şairlik yönünden bahsetmeliyim. Babaannem Vesile Sakman’ın irticali şiirler söylediğini ve günümüze ulaşan dörtlüklerinden zaman zaman söz etmeme rağmen babam Mazhar Sakman’ın şiirlerinden yok denecek kadar söz ettiğimin üzüntüyle farkına vardım.


    
Cönkün fihristi...

Mazhar Sakman’ın şiirlerinde ilk gözünüze çarpan yoğun bir duyguyla gurbet teması öne çıkar. Bunu uzun yıllar Konya dışında olmasına bağlayabiliriz. Okul hayatından başlayarak önce başçavuş rütbesine kadar yükseldiği ordu hizmetindeyken görev yaptığı yerlerde sonra köy enstitüsünde öğretmenlik yaptığı dönemlerden kalma bir hüzün olmalıdır.
 
Esasen Konya’da o dönemlerde söz sahibi olmuş âşıklarına bakarsanız ve Sakman’ın okuduğu türkülerdeki güçlü mısraların da Sakman’ın şiirlerinde etkili olduğunu varsaymamız mümkündür. Geçmişte şiirin hayatımızdaki yoğun rolü de bu etkiyi getirmiş olmalıdır.
 
Mazhar Sakman, ilk gençlik yıllarında Konya Muallim Mektebi’nde öğrenci olduğu dönemlerde beğendiği şairlerin şiirlerini yazdığı bir defter arşivimizdedir. Bu şahsi cönk bile onun edebiyat tutkusunu açıklar gibidir. Eski Türkçeyle kaleme aldığı bu cönkte dönemin şairlerinin şiirleri yer almaktadır. 1931 tarihinde yazılmaya başlanan 55 sayfalık cönkün son sayfasında da Latin alfabemiz yer almaktadır.
 
Sakman’ın ulaşabildiğimiz şiirleri çok fazla değildir; tıpkı o da annesi Vesile Sakman’ın şiirleri gibi yazıdan ziyade sözlü kültürün bir parçası olarak büyük bölümü kaybolmuştur. Elimize ulaşan şiirleri dostlarının gazete köşelerinde yayımladıklarından ibarettir. Ayrıca kendi el yazısıyla dostlarına hediye ettikleri dörtlükler ile yakın dostu Hattat Hüseyin Öksüz’ün talebelik dönemlerinde yazdığı bir dörtlük ve nihayet mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği bir dörtlük vardır.


Selçuk Es'in Büyük Konya Ansiklopedisi'ndeki Mazhar Sakman maddesi...


 
Merhum Selçuk Es’in Yeni Konya gazetesinde 1972 yılından itibaren yayımladığı dört adet koşma ile yine merhum Es’in Yeni Konya gazetesinde tefrika ettiği Büyük Konya Ansiklopedisi’nde bir dörtlüğü vardır.
 
28.7.1972 tarihinde Büyük Konya Ansiklopedisi’nde Sakman’ın kısa bir biyografisine yer veren Es, kendisinin de hasbelkader kanun çalması yönüyle de Sakman’dan övgüyle bahsederken “iyşü işret düşkünlüğü” nedeniyle zaman zaman sıhhatinin bozulduğundan da bahsetmiştir.  
 
“Mazhar Sakman’ın oldukça zengin bir söylediği koşma, divan ve semailerden müteşekkil eserleri olup aşağıdaki koşma da bir hatıra olarak kendisi tarafından Ansiklopedimize gönderilmiştir, aynen sunuyor teşekkürlerimizi bildiririz:“ şeklindeki açıklamasından sonra bir dörtlüğüne yer vermiştir. Koşmanın tamamı ne yazık ki mevcut değildir. Dörtlük şöyle:
 
Görmedi Dünya’da vefayı Mazhar,
Açılsın gönlümüzde eyyamı bahar.
Çok söyledim canan, darılma zinhar,
Meram bağlarında gezdirdin beni.


Selçuk Es'in şiirleri yayımladığı Yeni Konya gazetesinin kupürü.


 
Selçuk Es tarafından Yeni Konya gazetesindeki Sohbetler isimli köşesinde 15 Kasım 1972 tarihinde “Mazhar Sakman ve iki koşması” başlıklı makalesinde Sakman’ın sanatından övgüyle söz ettikten sonra “İstanbul Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yirmi yıl evvel yayımlanmış bir koşması ile bu yılki ramazan içerisinde bizzat göndermek lütfunda bulunan sofiyane son koşmasını aşağıda meraklılara sunarken Ulu Tanrıdan cümleten uzun ömürler temenni eder muvaffakiyetler dilerim” şeklinde yazdıktan sonra aşağıdaki iki koşmayı yayımlamış.
 
 
ESKİ KOŞMASI
 
Mihnetli dünyanın türlü gamine,
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Ayrılığın koru değse semine;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Diyar diyar, gurbet ile çıkarsak;
Düşmanlardan ıraklara kaçarsak;
Han bulamaz sokaklarda yatarsak;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Yavrularım ardım sıra ağlaşır;
Babam nerelerde diye söyleşir;
Gün olur da kuzu gibi meleşir;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Sükûnu yok buraları nideyim;
Sazı alıp yedi dağa gideyim;
Ahvali belirsiz nasıl ideyim;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Uzaklardan ben bir haber alamam;
Pek dardayım daha fazla duramam;
Murad itsem yollarını bilemem;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Gurbete gönderdim üç satır yazı;
Bu yıl şöyle böyle geçirdik yazı;
Mazhar’a söyletir gel bazı bazı;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
 
SOFİYANE KOŞMA
 
Eğer lafzı Celal vird eylersen,
Ki ukbada kâşane daha neler var,
Ol Muhammet Mustafa’yı serd’eylesen,
Şiricde [sırıç] ne umhane daha neler var.
 
Oku evvel bilirsen ahdı atiki,
Fehmet ol zeman nebi’i hadiki,
Ahir zaman mürseli, nebi sadiki,
Ahdi cedidi refahgâh daha neler var.
 
Ketebi ilahîyi tasarru et,
Esmai ilahiyi tecbit et,
Elkabı Muhammediyi teşbiye et,
Tefsiri hadiste daha neler var.
 
İkra eyledi Hallaki cihan,
Ta’at üzre ümmi süruru cihan,
Ecmainle yarlığa halimiz pünhan,
Ol yevmil’mev’udda daha neler var.
 
Habibi Ekrem nebi’i füyuzat,
Deriğ etme hatırdan saat, be saat,
İs’lar’de eylerim her dem münacat,
Mazhar gibi aciz daha neler var.
 
Elfakir Havace Mazhar
10 Ramazan 1392


Bir başka şiirin kupürü.


Merhum Es yine aynı köşesinde 21 Mart 1973 tarihli “Mazhar Sakman’dan bir koşma” isimli yazısında ise şu şiire yer veriyor. Şiirde merhum Es’e daha önceki makalesinde iyşü işret düşkünlüğünü yazdığı için bir göndermede de bulunuyor Mazhar Sakman:
 
KOŞMA
 
Ey hasnayi âlem incittin beni,
Sitemlerin sinede rahneler açar.
Değişmem cihana gayşettin beni,
Bu cevrin dilimde, naleler açar.
 
Seyragâh âlemin bir garip aciz,
Dil hastasıyım elzem bir tabib naçiz,
Derdime deva ol ev tayyip’pekiz,
Lâkaydın derunda yâreler açar.
 
Bilvefadır herkes kelâmı bilmez,
Cehle garkolmuş allâmı bilmez,
Onbeş yıl gurbette selâmı bilmez,
Bu ham akatin çeşmimde zareler açar.
 
Nuş edelim bade, nereye varılır,
Hoca demkeş diye Selçuk’bey darılır,
Efganıma yavrular, boynuma sarılır,
Peymane hayalimde kareler açar.
 
Akdara murikim sermest gezerim,
Alâmdan mahzuzum bi basir sezerim,
Hakka müteveklilim bihaber ezerim,
Dilârat’ın ömrümde pazeler açar.
 
Söyleyemem bir dahi ben bu sözleri,
Enini iftirakım şehlâ gözleri,
Affeyle Kibriya illâ bizleri,
Mazhar’ın kalbinde nureler açar.



Mazhar Sakman'ın Münacaat'ının yayımlandığı gazeteni kupürü...


Yine Yeni Konya gazetesinin 28 Temmuz 1973 yılında yayımlanan nüshasında Selçuk Es’in “Düşünce Alanı” isimli köşesinde Mazhar Sakman’dan bir münacaat başlıklı makalesinde “Üstadın bana göndermek lütfunda bulunduğu (Cenabı lemyezele koşma tarzında Münacaat) başlıklı yazısını Yeni Konya okurlarına sunarken Folklör meraklılarına da bir doküman vermiş olacağım kanısındayım” dedikten sonra aşağıdaki şiiri yayımlıyor. Mısralar arasında yağmur dilekleri göze çarparken o yıl Konya’da bir kuraklık yaşandığına işaret ederken ailevi nedenlerle evlatlarından da ayrı kaldığını vurguluyor.
 
MÜNACAAT
 
Ey feyyazı mutlak, ey bari hüda,
Rahmetinden bizi mahrum buyurma,
Ger yevm’i mevud’da kalırsak cüda,
Halk içinde bizi mahzun buyurma.
 
Heft’ü cihana sığmaz pür isyanımız,
Kaf dağı misali; pür nisyanımız,
Na’beca tevildir pür nesvanımız,
Bizi germekten makrus buyurma.
 
Hasret oldu suya cihadat bile
Mağfiret dilemek, pek kolay dile,
İnsanlarınşimdi ef’alı bile,
Ger narında bizi efzun buyurma.
 
İhsanını bekler gökte gözümüz,
Bir günahkârız heman siyah yüzümüz,
Tesin etmez cehle sözümüz,
Şarabı Kevser’den mahrus buyurma.
 
Yağmur diye ağlar, koyun kuzular,
Rabbın gazabından ciğer sızılar,
Hıfz buyur halik kara yazılar,
Bizleri ihra’ra makruz buyurma.
 
Musallaya çıktık üç gün üç gece,
Yalvardık Kebir’ya’ya söyledik hece,
Nadan kelâm bilmez ey naçiz noca,
Penhanından bizi mahzun buyurma.
 
Kar’a hasret kaldı ol yüce dağlar,
Susuzluktan kurudu bahçeler, bağlar,
Bu efgân ve kıhıt ciğerim dağlar,
Yarab bizi rahmetinden mahzun buyurma.
 
Zinhar kelâmları sazla söylerim,
İhra’ya meylim var dehri neylerim,
Gurbette yavrular, gönül eylerim,
Eltafından bizi mahzun bırakma.
 
Garip MAZHAR der ki çokça biz azdık,
Sözümüz arife, ol ol cihet yazık,
Ebucehil gibi kuyumuz kazdık,
Bab’ı hacette’yiz maksur buyurma.
 
17 Nisan 1973
Elfakir pür taksir havace
Mazhar


Eski Türkçeyle Mazhar Sakman'ın kendi el yazısıyla yazdığı dörtlük.


Elimde bir kağıda yazılmış bir dörtlük var. Babam kendi el yazısıyla eski Türkçeyle yazmış ve hatıra olsun diye vermiş. Sanırım yazdığı dostu da bana vermiş, kim olduğunu hatırlamıyorum ama üzerinde 18.4.1991 tarihi var. Kâğıdın arka yüzünde ise dörtlüğün Türkçesi yer alıyor:



Aynı dörtlüğün Türkçesi...

 
Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı
Elhac Mazhar
 
Söz konusu şiiri, şehrimizin dünyaca ünlü hattatı Hüseyin Öksüz’e de vermiş ve Sayın Öksüz’ün talebelik dönemlerindeki yazmıştır. Bir dönem Hüseyin Öksüz’e talebe olmakla onurlanan kızım Şule’nin evindeki en nadide köşesinde hatıraları canlandırmaktadır.  


Hattat Hüseyin Öksüz'ün talebelik dönemlerinde hat ile yazdığı Mazhar Sakman'ın dörtlüğü.

 
Şiirlerimin bu dörtlükten sonra hükmü kalmamıştır. Bunca yıldır yazdığım şiirlerde böylesine bir duygu ve anlatım yakalayamamış olmanın hüznü beni yakarken, bu dörtlüğü söyleyenin babam olması hüznümü artırmalı yoksa azaltmalı mı, bilemedim…
 
Dörtlükte merhum Sakman’ın nasıl bir düş kırıklığı içinde olduğunu ve hüznünü hissetmemek mümkün değil. Dörtlüğün yazılı olduğu pusulanın üzerindeki tarihi baz alırsak vefatından üç yıl önce 81 yaşında yazdığını varsayabiliriz. Bu muhteşem dörtlükte anlatılanları tasvir etmek benim için duygusal açıdan oldukça zor. Dünyadan bu kadar soğutan neydi babamı bilmiyorum ama oturakların meşhur sarı oğlanı nasıl bir üzüntüye kapılmış ki bu mısraları adeta bir ilaç gibi terennüm etmiş.
 
Dağlar başını mesken tuttuğunu, derin bir yalnızlık içine gömüldüğünü ve artık dünyayı seyretmenin bir anlamının olmadığını söylüyor ve zehir içtiğini, dermana ihtiyacının kalmadığını belirtiyor. Dörtlüğün devamında hüzünlerinin, hayal kırıklıklarının kronik hale geldiğini belirterek tabiplere sesleniyor ve artık ilacın kâr etmeyeceğine işaret ediyor. Dostlarından da bir vefa görmemiş olmalı ki onlara da sitem ederek Lokman Hekim’e bile gerek duymadığını söylüyor.
 
Geçmişin ihtişamlı günleri aklına gelmiş olmalı… Dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonunda yalnızlığın ne olduğunu en çok sanatçı ruhlu insanlar bilirler. Babam da böyle hüzünlü bir günde bu dörtlüğü yazmış olmalı. O yıllarda birlikte yaşamamıza rağmen ne bu dörtlükten haberim oldu ne de babamın hüzün dolu yalnızlığından… Kendime çok kızıyorum ama umarım ki şiirlerini yayımlamam vesile olur da beni affeder…
 
Bu dörtlükle ilgili olarak daha önce yazdığım bir makalede de şiir ayrıntılı olarak incelenmiştir. Okumak isteyenler için link: https://tahirsakman.blogspot.com/2022/10/meskenim-daglar-basi.html
 
Genel olarak baktığımız zaman ağdalı bir Osmanlıca ile kaleme alınan şiirlerdeki dini duyguların yoğunluğu hemen göze çarparken mahlas olarak Mazhar’ı seçmiştir.
 
7 Eylül 1994 yılında babam sır oldu… Babam son günlerinde şehrimizin önemli müzisyen ve bestekârlarından Timur Alpsakarya bana bir kağıt getirdi. Kâğıtta bir dörtlük yazılıydı ve bu dörtlüğün mezar taşına yazılmasını vasiyet etmiş:

 
Ol kadar mağmum seng-i mezârım acep nedendir
Şu hâk içre metfun olmuş yatan cânip bedendir
Sorma zâir pür melâl hâlini Hoca Mazhar’ın
Râh-ı ebediyete zâr ü zâr ağlayıp gidendir
 
(Mezar taşım neden üzüntülüdür, toprağa gömülen garip bedendir, sorma ziyaretçi Hoca Mazhar’ın üzüntülü halini, ağlayarak ebediyete gidendir.)


Tahir Sakman, babası Mazhar Sakman'ın Üçler Mezarlığı'ndaki kabri başında
 yıl 1999...

 
Her ne kadar babaannemin ve babamın duygu yoğunluğunu ve kalitesini yakalayamamış olsam da ailemizin şiir geleneğini sürdürmek de bana kaldı. Abim Vedat Sakman, babamın müzisyen genlerini şarkılarıyla sürdürürken, kız kardeşim Vesile de ressam olarak sanatın bir başka dalında çalışmalarını sürdürmektedir.
 
Biz Sakman ailesi olarak şehir kültürüne olan hizmetimizin boşa gitmediğini görmenin kıvancını yaşıyoruz. Gelecek kuşaklardaki olası Sakmanların da bu yolda yürümesi en büyük temennimizdir.
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

01 Ekim, 2024

ŞEHRİN YAŞAYAN TÜRKÜ EFSANESİ: NURİ CENNET


 80’li yıllardan bir hatıra, soldan sağa; Divan Sazı Mazhar Sakman, solist Nuri Cennet, Udi Hakkı Zambak… (Fotoğraf: Kemal Soylu)

ŞEHRİN YAŞAYAN TÜRKÜ EFSANESİ: NURİ CENNET
 
O Konya türkülerinin yaşayan bir efsanesidir… Sonra çok ah, vah edeceksiniz tıpkı diğerlerini kaybedince yaptığınız gibi ama elimizden bir şey gelmiyor…
 
Yıllar önce; “4 Ağustos 1999 tarihinde Yeni Gazete’nin Cönk” ekinde bir Konya oturağı sonrasında yazmıştım; başlığı Âşık Şem’i’den mülhem, tam da onu anlatıyordu: “Cennet’ten bir nida geldi güllere…”


4 Ağustos 1999 tarihli Yeni Gazete’nin Cönk ekinde yazdığım yazının kupürü…



Tanımayanlar için söyleyelim o, kelimenin tam anlamıyla âşıktır; gözlerinden yaşın dindiğini hiç görmedim.
 
Süleyman Şenel anlatıyor; “Kayıt için stüdyoya girdiğimizde çok insanın bir seferde okumasının mümkün olmadığı türküleri, büyük saz ustalarının önünde gözlerinden yaşlarla okudu, tüylerim diken diken oldu…”


Nuri Cennet türkü söylerken kendinden geçiyor, gözleri yaşlı, yıl 2002… (Fotoğraf: Tahir Sakman)


Hele bir “Sabahın seher vaktinde” okumuş ki seherin o naif duygularını iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Sonra “Annem beni kaldırmışsın atmışsın…” Yaşların özgür kaldığı anlardır bu anlar, Nuri Cennet’le beraber siz de gözlerinizdeki yaşlara boğulursunuz… Ağlayan Nuri Cennet değildir; ağlayan, Konya’dır, türkülerimizin unutulmuşluğudur, Selçuklu’dan beri süregelen türkü hazinemizin yitip gitmişliğidir. Hüznümüz bundandır…


2002 yılından bir hatıra, soldan sağa; Udi Kemal Pekçağlar, Solist Nuri Cennet, Divan Sazı Muharrem Ezder. (Fotoğraf: Tahir Sakman)


 
Nuri Cennet abi… aslında soyadı Büyükbahçıvan’dır ama aile lakaplarını, şehir, ona soyadı olarak yakıştırmıştır… Gerçekte de o, sesiyle cenneti çağırır gibidir. Bugünlerde yaşı 82 olsa da hâlâ türkülerimizin coşkunluğu gibi ayakta ve dimdik, gür sesiyle yine eskisi gibi kalplerimizde eski Konya’nın rüzgârlarını estirmektedir.
 
Tam bir derviştir; türkülerimizin içindeki özü yakalamıştır, hele hele Âşık Şem’i’nin herkesi yüreğinden vuran mısralarını terennüm ederken uhrevi duygularla içinizi ısıtıverir… tıpkı lakabındaki gibi cenneti size sunar, bulutların arasındaki sevgi dolu bir dünyaya girmek de size kalır.


2002 yılındaki bir kayıt esnasında Nuri Cennet ve Tahir Sakman… 


 
“Annem beni kaldırmışsın atmışsın” derken… “şehir” bizler için bir anadır ve yalnızlığımızın tozunu alır bu türküler ve yeniden hatırlatır bize cilalı yalnızlıklarımızı… Şehirdeki folklor adamlarının yalnızlığı, çığlık çığlık büyür gözlerimizde… sanki bu türküleri ecdat söylememiş gibi, sanki bu sesler; dünün, o ihtişamlı Selçuklu asırlarından bize yadigâr kalmamış gibi… sanki payitahttan geriye kalan birkaç türküyü bile çok görmüşler gibi yüreğinize gömdüğünüz türkülerin sesleri yankılanır, eşlik eder ömrünüze…



Takribi yıl 1984, Elimizden Obamızdan isimli TRT programı çekimlerinden bir görüntü, Soldan sağa; Divan Sazı Yumurtacı Osman, Kanun Mehmet Gönülal, Cura Ali Korkal, Udi Hakkı Zambak, Divan Sazı Mazhar Sakman, Solist Nuri Cennet, Bağlama Rıza Konyalı, Cura Mustafa Yılmaz, Divan Sazı Muharrem Ezder, Ritm tef Rahmi Konak, Kaşık Şükrü Çelik… (Fotoğraf: Kemal Soylu)


 
Cennet abi türkülerle büyüyen ömründen bir demet sunmuş Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan “Konya’nın Sazında Kırk Türkü” isimli kitabında…Hatıralarından söz etmiş, hakkında yazılanların kupürlerine yer vermiş ve okuduğu türkülerden bir demet sunmuş…Anılarından bahsederken merhum babam Mazhar Sakman’ın, dedesi Yorgancı Recep’le birlikte sünnetinde çaldığını anlatmış… ve diğer Konyalı müzisyenlerden övgüyle söz etmiş. Belleklerimizde yer eden fotoğraflara da yer verilmiş kitapta.


Nuri Cennet Konya’nın sazında kırk türkü isimli kitabıyla… (Fotoğraf: Tahir Sakman)


 
Folklor için yapılan her adımın arkasındayız ama… kitapla ilgili yazacaklarımızı sonraya bırakıyorum…
 
Cennet abi, ilerleyen yaşına rağmen hâlâ eskisi gibi gür ve yanık sesiyle, gözlerindeki yaşlarla türkülerimizi gelecek kuşaklara taşımanın mücadelesini veriyor. TRT repertuvarına beş Konya türküsü kazandırmanın onurunu da yaşayan Cennet abiye nice türkülü yıllar diliyorum.
 
Nuri Cennet’in daha önce Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan bir CD’si var; bu CD’lerin Konya türkülerinin, Cennet abinin repertuvarının tamamını kapsayacak şekilde yapılması, son kuşağın büyük ustalarıyla türkü söylemiş onlardan el almış ve günümüzün efsanesi olmuş bir ustaya ve şehre çok yakışacaktır…


Nuri Cennet’in tarafıma imzaladığı kitabın sayfası…



 
Hatta bir adım daha atarak yerel kültürümüzün türkülerini yaşatacak bir ekip kurmak çok da zor değil. Şehirde türkülerimize gönül vermiş, usta-çırak disiplini içinde yetişmiş, türkülerimizin nice isimsiz kahramanları var, onlara sahip çıkılarak türkülerimizin gelecek kuşaklara aktarılmasında önemli bir rol üstlenilebilir.


Nuri Cennet ve Tahir Sakman… (Fotoğraf: Tahir Sakman Koleksiyonu)



 
Uzun yıllardır birlikte çalıp söyleyen ve kurdukları dernekle birçok yarışmaya katılıp ödül alan arkadaşlarımıza; çalışabilecekleri, derneklerinin tabelasını asabilecekleri bir yer tahsisi, defalarca söz de verilmesine rağmen bir türlü gerçekleştirilememişti. Belki de şimdi tam sırasıdır ve böyle bir ekiple, Cennet abinin sesinden türkülerimizin CD’ye kaydı için bu ekip önemli bir fırsat olabilir. Kaynağından kayıt yapmak, türkülerimizi birinci elden muhafaza altına almak demektir ki bu da belediyelerimize oldukça yakışacaktır…
 
Geçtiğimiz ay Cennet abiyle birlikteydik, beni kırmadı yanık sesiyle Fırın üstünde fırın türküsünü okudu. Yılmaz İpek tarafından babam Mazhar Sakman’dan derlenerek TRT repertuvarına kazandırılan bu türkümüzün bende özel bir yeri vardır. Türküyü Cennet abinin çıplak sesinden dinlemek isteyenler linke tıklayabilirler…


Nuri Cennet-Fırın üstünde Fırın
 
TAHİR SAKMAN

 

 

 





























 


 


 


30 Eylül, 2024

GAZETE KUPÜRLERİ


 

GAZETE KUPÜRLERİ
 
Elimde bir gazete kupürü var… Sizlerde de böyle bir merak var mı bilmiyorum ama bizden öncekiler ve bizim kuşağın enteresan bir hobisi vardı; beğendiği yazıları kesip saklamak… özellikle kültürel yazıları kaynak olması açısından kesip saklardık…
 
Bendeniz ne yazık ki bu önemli arşivin büyük bir bölümünü evden eve taşınma ve yer sorunu yüzünden kaybettim… Ağlasam mı, neye yarar ki? Elbette bunlar gazete ve dergi arşivlerinde yeniden okunmayı bekliyor ama… kaçımız okuyabilir veya okumak için zaman bulabilir ki?
 
Bu sararmış, solmuş ama canlılığından hiçbir şey yitirmeyen gazete kupürlerinden bir tanesi elimde… Titreyen ellerimle okuyorum, merhum Edip Yılmaz Anadolu’da Hamle gazetesindeki Pencere isimli köşesinde 28.7.1967 tarihinde yazmış… 57 yıl önce…
 
Merhum Edip Yılmaz, babamla öğretmen okulunda başlayan otuz yılı aşkın arkadaşlığından söz ederek başlıyor yazıya ve -daha önce söz ettiğim bir yazıda Sakman’ın Konya Belediye Bandosunun kuruluş aşamalarında verdiği dilekçeden söz etmiştim- bando şefliğine Sakman’ın getirilmedinden bahisle üzüldüğünü anlatıyor.
 
Yazıda söz ettiği folklorcu ise tahminime göre hemşehrimiz İhsan Hınçer olmalıdır. Yazıda Sakman’ın okullarını da karıştırmış olmalı merhum Yılmaz; çünkü, Sakman İzmir Muallim Mektebi’nden değil Konya Muallim Mektebi’nden İzmir’e nakledilmiştir.
 
Sayın Yılmaz’ın yanıldığı noktalardan birisi de Sakman’ın görev yaptığı yerlerden Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’dür. Edip Yılmaz’ın aklında öğretmen okulu olarak kalmış olmalıdır. Yazıda bahsettiği müfettiş ise bir dönem TRT’in en önemli spikerlerinden hemşehrimiz Tarık Gürcan’ın babası Cavit Gürcan’dır. Cavit Bey o dönemlerde Konya’da ilköğretim müfettişidir ve Sakman’ın Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’nde görev yapması için teşvik etmiştir.
 
Hepsini rahmetle anıyorum…
 
Merhum Yılmaz’ın "Bir folklor üstadı" başlıklı yazısı şöyle:
 
 
"Şehrin bir ana caddesinde, çok mütevazı bir saatçi dükkânı vardır. Bu dükkânda, bütün Konyalının tanıdığı ve sevdiği bir folklor üstadı çalışır: Mazhar Sakman.
 
Otuz senelik bir geçmişe dayanan arkadaşlığımız, öğretmen okulundan başlar; hep Sakman’la. Bir gün arkadaşlık anılarımızı tazelemek için dükkânına uğradığım zaman, içerde oturan bir[iyle] tanış[t]ırdı, Mazhar beni. Bu şahıs İstanbul Türk Folklor Araştırması dergisindendir ve sırf Mazhar’la folklor yönünden görüşmek için Konya’ya gelmiştir.
 
Halk türküleri, toplum gelenekleri gibi varlıkların çeşitli yönlerinden eser veren ve toplayan Mazhar Sakman, Konya’nın asil ailesine mensuptur. On bir yaşında iken hıfza başlamış ve hıfzı ikmal etmiştir. İlk ve ortaokulu bitirince öğretmen okuluna devama başlamıştır. Musikiye olan aşırı istidat ve arzusundan zamanın okul yöneticileriyle geçinememiş ve İzmir Öğretmen Okulu’ndan kendi dileği ile başka bir okula nakli yapılmıştır. Okulun son sınıfında bulunduğu sıralarda saz ve söz âlemlerine kendini kaptırmış ve bu yüzden okulu terk etmek zorunda kalmıştır.
 
Konya’ya gelen Sakman. Ekekon ve Sürat matbaalarının makinistliği yapmış ve sonra askere alınmıştır. Askerlik görevi sırasında, bando birliğine seçilmiş ve buradaki başarısından dolayı Bando başçavuşu olarak 10 yıl bu görevde kalmıştır. Ve 944 yılında kendi dileği üzerine, görevinden ayrılmıştır.
 
Konya’da bulunduğu sıralarda, bir müfettişin devamlı ısrarlarına dayanamayarak Lâdik Öğretmen Okuluna divan sazı öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Burada kaldığı beş yıl içinde başarılı bir musiki çalışmasını göstermiş ve 40 kişilik armoni mızıkasını kurmaya muvaffak olmuştur. Bu süre içinde, zamanın Milli Eğitim Bakan Haşan Ali Yücel’ in yazılı takdirine hak kazanmıştır.
 
Batı müziğinin de bütün şubelerini iyi bilen, makamı ile icra eden Mazhar, zamanımızın divan sazı üstadı olduğu kadar da tambur üstadıdır. Geceleri çalıştığı pavyonda tamburu ile halkı coşturan bu biricik üstat halk musikisinin bütün şubelerine vakıf bulunmaktadır.
 
Öte yandan folklordaki divan koşma ve semaileri hakkiyle icra eden ve söyleyen bu halk türküleri üstadının belediye bando şefliğine getirilmemesi folklor seven Konyalılar arasında ayrıca bir üzüntü kaynağı olduğuna ifade etmek isterim.
 
Konya folklor âleminin yalnız ayakta kalan bu üstadına uzun yıllar ömürlü olmasını Tanrı’dan ancak niyaz etmekten başka bir dileğimizin olmadığını söylemek istiyoruz, aziz okuyucular!"
 
 
TAHİR SAKMAN       
 
 
 

28 Eylül, 2024

ARŞİVİNİZE KAZANDIRIN


ARŞİVİNİZE KAZANDIRIN

"Türk'ü anlamak için türkü dinlemek gerek."

Kadim bir başkent olmanın onurunu hâlâ üzerinde vakurla taşıyan Konyalıyı anlamanın da bir yoludur Konya türküleri...

2015 yılında yaptığımız bu konseri dinlerseniz, şehrin nasıl bir kültürel miras taşıdığını göreceksiniz...

Arşivlerinize bu konser kaydını kazandırın; çünkü tekrarı olmayanlar arasına giriyor...

TAHİR SAKMAN

27 Eylül, 2024

ŞİİRİSTAN

 


ŞİİRİSTAN
 
her şey şiir olsaydı bir şiire mutluluk
bir şiire ortak yaşamlar adil paylaşımlar
bir dörtlüğe mesela gökyüzü verseydik
yanında kuşlar bulutlar gibi duygular
her şiir bir sınır kaldırsaydı barış olsaydı
mısralar gibi kardeş olsaydı insanlar
 
ve yaşamın şiirine kulak verseydiniz
doğaya açsaydınız kalbinizi
                               anlardınız
bir dizesine neden bir ömür verdiğimizi
 
/mutluluktur her yaştan
yaşam tek bir ülkedir şiiristan/
 
TAHİR SAKMAN


21 Eylül, 2024

RAKIDIR RAKI


 

RAKIDIR RAKI
 
deniz dünden sarhoş/ balıklar sevdalı/ şarkılar yarım/ bu antalya rakı olmalı/


TAHİR SAKMAN
 

16 Eylül, 2024

HAYATI DÜNLERDEN OKUMAK


 

 

HAYATI DÜNLERDEN OKUMAK
 
Hayatı dünlerden okumanın gerekliliğine inanan insanlardanım ama o dünler yarınlarımıza ışık tutabiliyorsa…
 
Değilse; ne anlamı olabilir ki?
 
Elimde bir belge var; 1950 yılından kalma, oldukça da enteresan:
 
CHP Konya Halkevi antetli bir kâğıda, dönemin Halkevi Başkanı Av. Suad Abanâzır imzalı Belgede Gar Şefliğine hitaben şöyle yazıIı:
 
“Evimiz Millî saz ekibinden yukarıda isimleri yazılı ve fotoğrafları yapışılı beş arkadaş Millî kültürü sağlamak üzere İzmir’de tertiplenen Konya Gecesine gideceklerinden Konya-Afyon-İzmir, İzmir-Konya tenzilatlı tiren tarifesinden faydalanmalarını rica ederim. 12/Mart/1950”
 
İsimleri ve fotoğrafları olan sanatçılarımızın isimleri ise şöyle:
Mazhar Sakman, Naci Özüm, Abidin Özlüoğlu, Orhan Kurşun, Muammer Eröz.
 
Üzerinden 74 yıl geçmiş… İnsanımızın nasıl bir kültürel faaliyet içinde olduğunu görüp de hüzünlenmemek mümkün mü? Hele bir de programın içeriğine bakınca daha da bir hüzünleniyor insan… Yazıya, Eğlence Programı adı altında eklenen belgede programın zenginliği ve tartışmasız kalitesi ön plana çıkıyor:
 
1-İstiklâl Marşı
2-Bandodan parçalar
    a)    Dağbaşı
   b)    Ouverture de mon Roi
   c)    Arap Havası
3-Ağır Zeybek, Somalı
4-İsmet Tok’tan şarkı
5-Deynek Oyunu
6-Kordon Zeybeği, Davas Zeybeği
7-Çiğdem Der ki
8-Şiir
9-Komedi
10-Timürağa, Abdurrahman Halayı, Sivas Ağırlaması
11-Deve Oyunu
12-Bando’dan Parçalar
       a)    Şehnaz
       b)    Çoban Kızı
       c)    Kozan Marşı
13-Horan



 
Tenzilatlı bilet istendiğine göre o dönemlerde sanatçılara trenlerde indirim yapılıyormuş. Nereden nereye geldiğimizi görebiliyor musunuz? Sanatçıya, sanata verilen önemi, programın kültürel zenginliği…
 
Bir de günümüzde sanat adına(!) yapılan şımarıklıklar…
 
Dengeyi tutturduğumuz gün yolumuz daha da aydınlık olacak…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

12 Eylül, 2024

DAMARLARI KOPARMAK


 

DAMARLARI KOPARMAK
 
Sahi dün müydü yaşadıklarımız? O dün çok uzaklara mı gitti, bir daha gelmeyecek mi?
 
Sanattan kopuk yaşayanlar var içimizde ve bunlar ne yazık ki gün geçtikçe toplumdaki etkinliklerini artırmanın yollarını arıyorlar…
 
Tiyatro yok, sinema yok, türkü yok, şarkı yok… Kitap dersen okumuyorlar, okudukları çok sınırlı… Dünyaya tek bir pencereden bakıyorlar, hayatı sanki dondurmuşlar hepsine aynı reçete sunuyorlar.
 
Yaşam biçiminize de karışıyorlar…
 
Dünün Konya’sı…
 
Dede Bahçesi’nde orkestra çalıyor ve aileler müzik dinliyor, dans ediyor… Yaklaşık altmış yıl öncesinden söz ediyorum…
 
Çocukluğumun sisleri arasından çıkıveriyor; şimdi Karayolları lojmanı olan alanda Karayolları’nın bahçesi vardı, yaz akşamlarımızı şenlendirirdi. Kafkas kıyafetleri giymiş… Ne korkardım; başında kara kalpak, uzun etekleri olan bir giysi, göğsünde parlayan ve neredeyse bedeninin her tarafına asılmış bıçakları olan bir adam. Yardımcısı kadını düz bir tahtanın önüne dikerek bıçaklar atardı. İzleyicilerin hepsi nefesini tutmuş izlerdi. Neşe Karaböcek yengemiz… Bestekâr Timur Alpsakarya abimizin abisinin eşiydi ve orada sahne aldığını da hatırlıyorum hayal meyal…
 
Gar Aile Bahçesi’ni hepiniz bilirsiniz zaten… Yaz akşamları Konyalı şıkır şıkır giyinir ve bu mekânları şenlendirirdi.

Merhum Rafet Ekentok (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu)


 
1952 yılında Halkevlerinde saz yarışması yapılmış sonra yapıldı mı bilmiyorum ama o yarışmanın galibi merhum Rafet Ekentok olmuş. Sonraları bildiğiniz gibi Konya Turizm Derneği öncülüğünde Âşıklar Bayramı yapılmaya başlanmış. Feyzi Halıcı’nın çabası sayesinde yıllarca bu şehir Âşıklar Bayramı ile anılmıştır.
 
Bir ara Konya Fuarı’mız vardı… Tarih oldu; büyüğünü yapıyoruz denilerek fuar alanı Kültür Park’a çevrildi, İstanbul yolunda bir arsa gösterildi daha büyüğünü yapacaklardı… Şimdi hatırlayan bile yok!
 
Dünün sosyal hayatı oldukça canlı Konya’sından bugün artık eser bile kalmadı… Elbirliğiyle hepimiz bir şekilde katkı sağladık ve yok ettik…
 
Elimde bir madalyon var, üzerinde “Halk Eğitimi Konya Folklor Festivali 1973” yazıyor. Babamın eşyaları arasından çıktı. Ben hiç hatırlamıyorum böyle bir festivali ama yapılmış ki böyle bir madalyonu da babama takdim etmiş olmalılar.

10 Temmuz 1999 tarihinde Meram Köprüsü'nde yapılan 1. Türk Şenliği'nden bir görüntü. Soldan sağa; Tahir Sakman, Orhan Kahveci, merhum Ersin Ekentok, Celalettin Ekentok, Saim Kayhan, Hamdi Özdinastı, Fatih Çinioğlu. (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu)


 
Meram Köprüsü’nde, 1999 ve 2000 yıllarında “Konya Türküleri Şenliği” hazırlamış ve sunmuştum iki yıl üst üste… Sonrası yok!


12 Temmuz 1999 tarihli Yeni Gazete'de şenlikle ilgili haberin kupürü...


 
Kendi kültürüne yabancı bir nesil yetişiyor… Ecdat türkülerini söylemeyen, haberi olmayan bir nesil… Tabii bunun tam aksine türkülerine sahip çıkan çalıp söyleyen gençlerimiz de var. Sosyal medyada sıkça görüyoruz. Türkülerimize sahip çıkmışlar çalıp söylüyorlar ki oldukça da başarılı olanlar da var içlerinde…
 
Peki bizim böyle gençleri çatısı altında toplayacak bir yapımız var mı? Biz olanlara bile sahip çıkamadık ki…
 
Sanata, müziğe karşı çıkmanın mantığını anlamak zor. Ulu Önder Atatürk ne güzel söylemiş:
 
“Sanatsız kalan milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir…”
 
Sizin hangi damarınız kopuk?
 
TAHİR SAKMAN





10 Eylül, 2024

SAHİ SEVR’İ KİM İMZALAMIŞTI?


 

SAHİ SEVR’İ KİM İMZALAMIŞTI?
 
Sanki Sevr’i padişah ve onun kukla hükümeti imzalamamıştı(!) …
 
Sanki Anadolu’ya Yunan çıkmamıştı, Antep’te kahraman halk Fransızlara karşı kazma kürekle savaşmamıştı(!). Maraş’a da zaten öylesine verilmişti kahramanlık unvanı(!) … Urfa’ya da ayıp olmasın diye şanlı demişlerdi(!) … Öyle mi?
 
Atatürk ve silah arkadaşlarına terbiye sınırlarını aşacak şekilde laf söylemeyi marifet sayıyorlar… Bir de nargile kafelerde dumanlanmış kafalar var; ellerinde marpuçla… silahla, kanla, gözyaşıyla savaşmış insanlara laf söylemeye cesaret edebiliyorlar…
 
Bu kadar nankör olmayı nasıl başarıyorsunuz kuzum, anlayamıyorum…
 
Eğer o ismini anmaktan imtina ettiğiniz insanlar olmasaydı; bugün değil camileri, seccade serecek toprak bulamayacaktınız…
 
Unutmayın; Millî Mücadele aleyhine fetva veren sözde hocaları, sözde müftüleri… Yunan ordusuna halifenin ordusu diyebilecek kadar alçalabilenleri…
 
Aşağıdaki fotoğrafları Anıtkabir Müzesi’nde çekmiştim; Dürrizade’nin hıyanet fetvası ve ona karşı 153 Anadolu Müftüsünün hazırladığı ve Mehmet Rifat Börekçi’nin yayımladığı karşı fetva…
 
Yunan ve İngiliz uçaklarından atılan hıyanet fetvasına kanan masum, saf Anadolu halkı… Maalesef birçok yerde isyan çıkmış. Bunlardan üç tanesi de şehrimiz sınırları içerisinde yer alıyor ama hepsi de kırsal kesimde. Delibaşı isyanında, Konya şehir merkezini bir süre ele geçirseler de sonları hüsran… Konyalı hiçbir zaman bunlara prim vermemiştir. Öyle olmasaydı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Batı Cephesi Karargâhı’nı Akşehir’e kurup sırtını Konya’ya yaslar mıydı? Millî Mücadele’de en çok şehit veren illerin başında Konya’nın gelmesi de bunun ispatıdır.
 
Ve ilk Meclisten bir fotoğraf daha Meclis Başkanı ve vekilleri… çok şey anlatıyor…
 
Ruhları şad olsun…
 
TAHİR SAKMAN








 

09 Eylül, 2024

NARİN

                          




NARİN
 
narin narin
kalplerde en güzel yerin
 
narin narin
sustu dünya derin derin
 
hayat narindi
siz değilsiniz
fidan yolmakta üstünüze yok
güneşe doğuyorsa düşlerimiz
narinler için
 
narin narin
akmasın o dere serin serin
 
narin narin
susmayın yaşamı çağırın
çocuklar ölmesin isterim
 
TAHİR SAKMAN
 

 



07 Eylül, 2024

EREMEDİM VEFASINA DÜNYANIN


 

EREMEDİM VEFASINA DÜNYANIN
 
Ah babacığım, ah!
 
7 Eylül 1994… Sensiz geçen 30 yıl; sanki sabah erkenden beni kaldırıp Sarıyakup’taki bağ evimizin önünden geçen şehir ırmağını tutup, bağı sulayalım diyecekmişsin gibi geliyor…


Sarıyakup Caddesi No: 66... Cümle kapısında Mazhar Sakman, MİFAD'dan derleme için gelen Folklor Uzmanı Yaşar Doruk ile birlikte... (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu) 

 
Bağ puştalarının arasında, suyun ne kadar yükseldiğini sürekli kontrol ederken en az bir Konya türküsünün coşkunluğu içinde olduğunu bilirdim bilmesine de yine de sana içimden kızardım; sulamasak ne olurdu ki?


Yıl 1978… Soldan sağa; merhum Selçuk Es, kız kardeşim Vesile, merhum Mazhar Sakman, THM sanatçısı merhum Kemal Koldaş. Sarıyakup Caddesi’ndeki bağ evimizin bahçesinde bir derleme esnasında. Foto: T. Sakman Koleksiyonu.

 
Senden sonra sulamadık babacığım, üzgünüm… O bağların, o ağaçların kıymetini bilemedik; hoyrat ellerimizle onları susuz bıraktık… Önce çayları kuruttuk, Ayvalı Sokak’tan sevgiliye koşarcasına kıvrılarak gelen çayı kuruttuk sonra ranta kurban ettik şimdi eyvah diyoruz… O yarı kâgir yarı kerpiç evimizin bağdadiye duvarlarında sesin yankılanmıyor artık… Ne bağ ne ev kaldı; ak toprakla sıvalı evimizin ağzı açığına gizlenmeye çalışan hatıralarımız da yok artık… Yüklükler bile çekemedi bu ağır yükü de yıkıldı gitti…
 
Onca işin arasında bir de ineklere bakardın; sevgi dolu yüreğin, o hayvanların, dilsiz hayvanların merhametle beslenmesi gerektiğini söyler, ellerinle onları beslerdin…



İTÜ Akademisyenlerinden Halk Bilimci, Süleyman Şenel, Mazhar Sakman'dan türkü derlerken...


Ah babacığım, ah!
 
Sanki akşama yapılacak olan oturağa; ünlü sanatçılardan tutun da devlet erkânına, edebiyatçılara, akademisyenlere, derlemecilere varana kadar geniş bir yelpazede katılımın olacağa oturağa hazırlık yaparcasına 12 tellinin akordunu bilmem kaç kez düzeltip heyecanla; akşamı, horozların ötmemesini isteyerek bekleyeceksin gibi geliyor…

Abidin Özlüoğlu, Mazhar Sakman ile birlikte... (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu)


Bir koşu, Abidin Amca’nın, Mengene Caddesi’ndeki İlyas’ın Kavakları’na varmadan hemen sokağın sonundaki evine gider, akşamki oturağın haberini verirdim. Oturak lafını duyunca Abidin Amca’nın gözleri parlardı ve herkesten önce elinde cümbüşüyle o gelirdi… 12 tellinin sesini bastırmasın diye tarak takarak çalardı. Abidin Amca, Menteşeli türküsünün hikâyesinden çıkıp gelirdi sanki… Ninesi Alim Hoca’nın yaktığı türkünün satır aralarında ben, hep Abidin Amca’yı arardım…Türkü; seferberlik yıllarının, Millî Mücadele’nin, Türk’ün dünyaya meydan okuduğu yılların sanki bir özeti gibiydi…
 
Ah babacığım, ah!
 
12 telli şimdi sensiz çok yetim… Geçmişin ihtişamıyla avunsa da odamın duvarında Konya tezenesi atılmasını bekliyor ama korkarım ki çok bekleyecek…
 
Türkülerimiz zaten hem yetim hem öksüzdü, şimdi daha da bir yetim ve öksüz… Sahipsiz…
 
Hani sen, o koca elli adam, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa’dan yadigâr bir türkü söylerdin ya “Eremedim vefasına dünyanın/ Bülbül Konmuş sarayına Konya’nın diye… Biz de eremedik sevgili babacığım bu dünyanın vefasına…
 
Daha da kötüsü ne o Konya kaldı ne o saray… Bülbül dersen onu da vuralı çok oldu babacığım, çok…
 
Şimdi bakıp bakıp maziye, geleceğe bir yol bulmaya çalışıyoruz; belki de bir gün, O Konya’nın, Selçukya’nın ihtişamlı asırlarına bir yol buluruz, yeter ki türkülerimiz söylensin, yeter ki türkülerimiz susmasın:
 
Türkülerimiz söylendikçe o Konya’yı yeniden inşa etmek kolay olacak…
 
Sevgili babacığım tıpkı söylediğin gibi:
 
“Saçım uzun ben saçımı tararım/ Var mı benim Gonyalıya zararım”
 
TAHİR SAKMAN



SÖYLEDİKÇE ÖZGÜRSÜN
 
-Merhum Babam Mazhar Sakman’a-
 
sen türkünü söyle diyordu
bu toprak bu yeşile akan su
dinlemelerimiz var bizim
zamanın öncesinden
isterse kopsun kıyamet
 
söyle diyordu söyle
kör karıncanın gittiği yol
daldaki böcek esintisi
işte o zaman ölürüz
pranga olursa dilimizde korku
 
ah söyle diyordu
paslı düşüncelerdeki kilitler
geçmişe sürgün gelecekteki bebekler
susarsan ölürsün zaten
söyle erken ağlamasın ölümler
 
haydi diyordu haydi
susuz çaylar gibi bakma
çevir başını bulutlara
rüzgâr ol yağmur ol söyle
türkün yoksa ölürsün
 
bu şehir türkü söyletirdi
notaları yıldız gibi parlak
şiirleri mangal yürekli
şairleri dolunaya çıkar ağlardı
söyle dedi söyledikçe büyürsün
                ve
/söyledikçe özgürsün/
 
sustukça susturdular
söyleyemedin türkünü
şimdi başın duman gözlerin sızı
ağlamak için geç/ gülmeyi geç
söylemediğin türkü senin değildir
 
türküsüz şehirler bana kaldı
sokaklarda yüreğimi yakıp
akyokuş'tan çayır'a başımı dikip
hem de bağıra bağıra
yeniden türküler çağıracağım
türkün yoksa şehrin yoktur
 
"yürü yavrum yürü konyalım yürü"
/şimdi buradan geçmiyor türkülerin yolu/
 
TAHİR SAKMAN
 
 

01 Eylül, 2024

1 Eylül Dünya Barış Günü


1 Eylül Dünya Barış Günü...

Sınırların silahlarla değil; çiçeklerle çizilmesini seçiyorum.


"Yurtta barış, dünyada barış"