YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

20 Haziran, 2024

KONYA’NIN İLK FEMİNİSTLERİNDEN VESİLE SAKMAN

Ninem Vesile Sakman. Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu


KONYA’NIN İLK FEMİNİSTLERİNDEN VESİLE SAKMAN
 
Ülkemizin olmasa da şehrimizin ilk feministlerinden birisidir merhum ninem Vesile Sakman…
 
1.7.1892   tarihinde doğan ninem, 27.3.1969 yılındaki vefatına kadar dolu dolu yaşayan bir kadındır. Hayatın çilesini çekmişse de savaş yıllarındaki tüm kadınlar gibi o da dimdik ayakta durmasını bilmiştir.
 
Savaş yıllarının, o acımasız yokluk yıllarının tüm zorluğunu önce iki oğluyla göğüslemiş sonra oğlunun birini (Seyit Mehmet) atlı tramvayın tekerleklerine kurban vermişse de yine yıkılmamıştır. Eşini Şam cephesi dönüşü kaybeden Vesile Sakman hayata tek başına direnmiş, çalışmış, çabalamış ve oğlu Mazhar Sakman’ı Konya Muallim Mektebi’nde okutmayı başarmıştır.
 
Merhum babam, ninemi anlatırken gözyaşlarına boğulur, onun nasıl “yarım çemberiyle illere (ellere) çamaşır yıkamaya, temizlik yapmaya, yemek yapmaya gittiğini” anlatırdı. Ninemin annesi Rahime Hanım’ın çok zengin olduğunu biliyoruz fakat o dönemin anlayışı olan erkek evlada daha çok önem verilmesi nedeniyle babaannem hep gölgede kalmış ve asla minneti de olmamıştır. Sadece bu yönüyle bile takdir edilmeyi hak eden bir Konya kadınıdır, Vesile Sakman…
 
Dedem Hakkı Efendi, seferberlikte Şam cephesinde askerken yaptığı aşureyi “Hakkı da bir datsın” diyerek aylarca kuyuya sarkıtarak saklamaya çalıştığını anlatırdı babam… Dedem gelmesine gelmiş ama hastadır, çok yaşamamış 40. gün bedenini toprağa vermişler… Babam 40 gün içinde öldüğü için şehit sayıldığını söylerdi, gözleri dolarak…


Ninemden bugüne kalanlardan el işlemesi: Âlimin her bir kelamı lal-ü mercan incidir/ Cahil ile etme sohbet akibet can incitir/ Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu.


 
Evindeki düzene komşu kadınların bakmaya geldiği anlatılır, yaptığı bohçalara, el işlerine, iğne oyalarına herkes hayrandır öyle ki idare lambasının cılız ışığında bunları nasıl yaptığı bir muamma gibidir. Ne yazık ki ninemden çok fazla bir şey kalmadı veya kalamadı, muhafaza etmesini bilemedik. Bu aslında sadece aile hafızamızın değil şehrin hafızasının kaybedilmesiydi; bunu yıllar sonra daha iyi anlıyorum.
 
Hakkı dedemin vefatından sonra bir ara teyzesinin oğluyla bir evlilik yapsa da tahammül edemez ve onu boşar. O dönem bunu nasıl yapmıştır bilmiyorum ama hayata dik ve ters bakışı onu bazen anlaşılamaz kılsa da içinde hiçbir şey taşımamış, söyleyeceği bir şey varsa 40 yıl sonra bile olsa yüzüne söylemiştir.
 
Ben hatırlıyorum; bazen babama da çatardı resmen, “hani sen bana filan zamanda şunu yapmıştın” diyerek başlar ve babamı kelimenin tam anlamı haşlardı. Huysuz ihtiyar mıydı hiç sanmıyorum çünkü onun yaşam felsefesinde baş eğmek diye bir kavram yoktu, hiç kimseye minneti de yoktu hatta annesine bile…
 
“Beşiğin ardı gurbet” dediği yıllarda babam astsubaydır ve sürekli tayin nedeniyle gezmektedir. Ara sıra da olsa trenle Konya’ya geldiğinde de “demirhaneyi siz zenginlettiniz” demiştir. Babam çalgı çalmaya heves ettiği zamanlar ona ilk olarak lavta sonra ut sonra saz alacak kadar da sanata düşkündür ve “Dağlara Hanım Ayşe’m” türküsünü babam, annesinden geçmiştir. Babam uzun kış gecelerinde mahalleli kadınlara “Arzu ile Kamber” hikâyelerini çalıp söylemiştir.
 
İrticali şiirler, taşlamalar da söylemektedir Vesile Sakman, bir sünnet düğününde, sünnet çocuğuna yeterli ilgi gösterilmeyince söyler:
 
Eti döğen satır/ Kızları kara katır/ Yorgan döşek bulamamış/ Sünnet çocuğu yerlerde yatır/


Ninem Vesile Sakman. Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu.


 
Misafirliğe gittiği zaman ninemin bu huyunu iyi bildiklerinden dolayı ne kadar dikkat etseler de ninem mutlaka bir şey bulur söylermiş. Davet edildiği bir evde herkes dikkatlidir ama… Abdest tazeleyeyim diyerek kalkar, hemen ibrik verirler… O yılların Konya evlerinde tuvalet dışarıdadır ve her gelen bir ibrik getirmiş ve orada bırakmıştır, ninemin gözünden kaçmaz:
 
Bu hane ne güzel hane/ Can kurban içindeki cane/ Ömrümde hiç görmedim/ Dokuz ibrikli abdesthane/
 
Babaannem hacca gitmek ister ama tek başına mümkün değildir, babamın da gitmesini ister ve pasaport çıkarılır ancak son anda babam gelince kendimi tutamam rakı içerim diyerek gitmekten vazgeçer. Bu birkaç kez tekrar edilince…
 
Yılanlı Medrese’nin (Bit Pazarı) köşesinde yardım toplayan, sakalı göbeğinde iki büklüm yaşlı bir adam ninemin dikkatini çeker ve evlenme teklif eder, “ben sana varayım. İkimiz hacca gidelim” der. O yıllarda böyle bir şey mümkün müdür? Bende, babaannemin şehrin ilk feministlerinden olduğu intibaını uyandıran hatıralardan en önemlisi budur.
 
Evliya Tekkeli miydi yoksa Çukur Çimen Tekkeli miydi emin değilim Osman Ağa’nın bu teklif, canına minnettir hemen kabul eder. Osman Ağa, çok Müslüman bir adamdır, vakit namazlarını kaçırdığına hiç görmedim. Kulağı ezanda, gözü namazda olan bir adamdı rahmet olsun… O yıllarda hacca ulaşım otobüslerledir, otobüslerin üzerinde uzun uzun kalaslar vardır: çölde kum fırtınasına yakalanırlarsa kurtulmak içinmiş… O ileri yaşlarına rağmen herkesten önce gider, gelirler.
 
Osman Ağa ninem ölene kadar yanından ayrılmadı, ninemin vefatından sonra babamdan gitmek için izin istedi ve oğlu, köyden gelip götürmüştü, rahmet olsun.
 
O dönemin şartları gereğinden midir bilinmez ama bildiğim Konya kadınları hayatın içindedirler, türkü yakarak, şiir söyleyerek baskıya ve çaresizliğe karşı hep dik durmuşlardır, babaannem de bu kadınlardan bir tanesidir.
 
Sevecendir, hoşgörü sahibidir: Abim Vedat Sakman 4-5 yaşlarındayken oyuna dalmış ve altını ıslatmış… eve geldiği zaman babaannem şefkatle sarılmış ve “üzerine sirke mi döktün” diyerek utandırmamıştır…
 
“Üzerine güneşin doğduğunu hiç görmedim” derdi babam, annesi için… Sabah namazıyla başlayan gün yatsı namazıyla sona ererken… çok ilginçtir, babaannem namaza durduğu zaman ağzında şeker vardır, bazen yorgunluktan uyuklasa da kaldığı yerden devam ederdi…




 
Akbaş Mahallesi’ndeki evi çoktan yıkıldı… Muhacir Pazarı’nda oturduğumuz yıllarda ikindi üzeri annemin yaptığı yemeklerden sefertasıyla ona götürürdüm.
 
Sonra hastalandı, damar sertliği… Babam bir akşamüzeri yolunu annesinin evine düşürür, kış günüdür, soba yakmaya çalışmaktadır, birden sobanın üzerine yığılır, felç geçirir, babam olmasa belki yanacaktı…
 
Uzun yıllar yatalak olarak aramızda kaldı, annem ve Osman Ağa ona baktı. Aklı başına geldiği zamanlar bana bakar “Memedim Memedim kuzu gibi meledim” derdi…
 
Bir gün öyle bir dörtlük söylemişti ki:
 
Söyle derler söylemeye mecal yok
Yapış derler yapışacak bir dal yok
Eller libas giymiş sorgu sual yok
Bize Şam hırkasını yasak ettiler
 
Ruhun şad olsun nineciğim; Şam hırkasını bizlere hâlâ yasak etseler de torunların olarak bizler, babam Mazhar Sakman'dan sonra; Abim Vedat Sakman, ben Tahir Sakman ve kız kardeşim Ressam Vesile Güzeloğlu, sizlerden genlerimize geçen sanat dalına yapışarak söylemeye devam edeceğiz; mecalimiz, hatıralarınızın ışığıdır…
 
TAHİR SAKMAN
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.