15 Mart, 2024
ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER
ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER
BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ
BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ
Merhum Çetin Altan’ın “Şeytanın gör dediği” isimli bir köşesi vardı, bizim kuşak çok iyi bilir…
Şimdi Çetin Altan’ın şeytanı bugünlerde bana musallat oldu galiba, sürekli şunu gör, bunu gör diyor… Hani ramazanda şeytanlar bağlanır derler ya benim şeytan tam tersine çözülmüş olmalı…
Vallahi benim hiç suçum yok; bütün kabahat o şeytanda!
Ecdadımız diye övünüyorsunuz ya hani Osmanlıcılık oynuyorsunuz ya bari bir şeyi de düzgün yapın… Ecdadınız nerede siz nerede? Eskiden ramazanlarda minarelerin arasına mahya yapılırdı…
Mahya deyip geçmeyin lütfen, gerçekten bir zanaattı, sanattı, gerçek bir sanat eseriydi onlar. İki minare arasına; vinç yok, merdiven yok, halatlarla kandilleri gerip her akşam onları yakmak kolay mı sanıyorsunuz? Rüzgârı, yağmuru hiç hesaba katmıyorum bile…
Ya şimdi yaptığımız işe bakın; hani dün "Ramazana Girmek" başlıklı bir paylaşımımda bahsetmiştim ya, gerçek bir sanat eseri olmalı! İki boruyu bük, iki de Çin malı led lamba döşedin mi alsana “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” …
Bu mu sizin mahyanız? Hem de 21. yüzyılda hele hele Konya’ya bunu mu yakıştırdınız?
Ah bu şeytan… şairi havalar mahvetmişti beni de bu şeytan mahvedecek…
TAHİR SAKMAN
14 Mart, 2024
RAMAZANA GİRMEK
RAMAZANA GİRMEK
Nereden baksan tam bir mühendislik harikası!..
Kim, nasıl düşündüyse ayakta alkışlamak lazım!.. Epey bir ARGE çalışması yapıldığı, beş on mühendisin üzerinde kafa yorduğu kesin de bizim gibi cahiller anlamaz efendim, nerede bunu anlayacak kafa?
Ben iki tanesini gördüm, başka var mı bilmiyorum… Biri Kültür Park’ın girişinde diğeri Zafer’de… Şimdi burada ne oluyor? Efendim, altından geçiyorsunuz, ramazan ayına giriş yapmış oluyorsunuz, ne kadar ince bir düşünce…
Düşünce ince de… iftar fiyatlarına baktım, bayağı bir kalın geldi; kişi başı en ucuzu 239 TL, onda da karnınızın doyacağı şüpheli… Şimdi bu harika eserlerin yerine birkaç garibana… yapıyoruz demeyin, daha çok yapardınız…
Bu şeytan yok mu bu şeytan, hep aklıma getiriyor… İstanbul’da Kent Lokantaları varmış kişi başı 40 lira verince, etlisiyle sütlüsüyle…
Bizim de sağ olsunlar belediyelerimiz kafe türü yerler açtılar, hepsinin var… Karatay’ın fiyatları nasıl bilmiyorum ama diğerleri piyasa düzeyinde… ben derim ki bu açtığınız kafelerde Konyalı gidip iftar edebiliyor mu? Belediyede çalışan asgari ücretli insanlar ailesini alıp bir iftara götürebiliyor mu? Götüremiyorsa çekin ipini gitsin…
Kim götürüyor? Parası olan… Çekin ipini gitsin… Halkın parasıyla yaptığınız yerlere halk gidemiyorsa…
Tövbe, tövbe… Mübarek günlerde şu şeytanın yaptığına bak; vallahi benim suçum yok, hepsi şeytandan!..
TAHİR SAKMAN
13 Mart, 2024
KAŞINMAK
KAŞINMAK
Söylenecek çok şey var ama söylenecek bir şey kaldı mı?
Hayat pahalı diyorsunuz, kızıyorsunuz… hayatı kimin pahalı hale getirdiğini anlamak mı istemiyorsunuz yoksa işinize mi gelmiyor? Siz de nemalanıyorsanız sorun yok! Mesela; 3’e alıp 13’e satanlardansanız veya 3-5 ballı maaş alanlardansanız size zaten hiç sözüm yok!
Kibirle halka tepeden bakıp… söz seçime gelince yer sofrasında iftar edenlerdenseniz, haşa efendim sümme haşa size söz söylemek ne haddimize!
Din istismarından bıkmadınız mı? Ya hu arkadaş bana ne senin dininden? Ben, adil misin, halkın yaşantısını kolaylaştırıyor musun, adaletle… sabahlara kadar namaz kıl, bütün yıl oruç tut… ya da tam tersi… hiç umurumda olmaz; beni ilgilendiren sosyal adaletin sağlanması, hayatın idame ettirilebilir hale gelmesi, refahın artması… eğitimin seviyesine, toplumdaki ahlakın çöküşüne hiç girmiyorum bile…
Kızmayın efendiler, emekliler, aç yatıp gücün kalkanlar, kızmayın; bunu siz istiyorsunuz… kaşınan sizsiniz ve sizi bir güzel kaşıyorlar…
Not: Yukarıdaki fotoğrafa sırtınıza dayayıp kaşınabilirsiniz, ücretsiz hediyemdir!
TAHİR SAKMAN
12 Mart, 2024
ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!
ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ
ANLATMAK!
Konya’da bir süredir şehrin
muhtelif kavşaklarında trafik işaret levhalarının altına monte edilmiş
yazılar dikkatimi çekiyor:
“Çocuklarına Gazze’yi Anlat”
Bu o kadar kolay olmasa
gerek; insanlığın öldüğü bir coğrafyadan söz etmek kolay mı? Çocukların
açlıktan ölmesine neden olan bir ülke ile ticari bağlarınız hâlâ üst düzeydeyse
bunu nasıl anlatacağız çocuklarımıza?
Miting meydanlarında
savurmak kolay… tohumunuzu oradan alıyorsanız, sizin verdiğiniz dolarlar
Gazze’ye mermi olarak dönmüyor mu?
Adları veya halklarının
büyük bölümünün Müslüman olduğu ülkeler; Lahey Adalet Divanı’na şikâyet
eden Güney Afrika kadar duyarlılık gösterebildi mi, sadece onlar mı, ya
insanlık?
Dünyanın pek çok yerinde Gazze'de yapılanları soykırım olarak niteleyip insanlar seslerini duyururken ya
hükümetler? İngiltere, Fransa gibi ülkeler Filistin için pasif eylem yapmayı
bile suç saymadı mı?
En son Oskar ödül töreninde
bile protesto edildi soykırım…
Sadece Gazze mi? Ya Uygur
Türklerinin uğradığı soykırım? Şurada burnumuzun dibinde Iraklı Türkmen soydaşlarımız,
onları anlatmayacak mıyız?
Gazze’de çocuklar açlıktan
ölürken… akşam iftarda ne yediniz? Yiyebildiniz mi, boğazınızdan geçti mi? O çocukların
boğazından geçen lokma değildi; çaresizlikti, yalnızlıktı, insanlığın çifte
standartlığıydı…
Onları aslında açlık
öldürmedi; onları dünyanın sessizliği ya da ses çıkarırmış gibi yapması öldürdü…
Haydi şimdi gidin de
sahurunuzu yapın lokmalar nasıl boğazınızdan geçecekse?
TAHİR SAKMAN
İNSANLIK AĞARMAZ
-filistinli çocuklara-
el aksa ağarır gün ağarmaz
harem’de sabah yoktur
filistin sürgündür kendine
ve çocuklar ebabil kuşları
yürekleri büyük
taşları daha da büyük
ağır mı ağır yüreğimde
batı şeria’da el halil’de
gazze’de
çocuk taşlar duadır/
gökyüzünde
duvarların ardında saklı
insanlık kan revan
utançtır esarettir umutlar
yasaklı
filistinli yaşamak keskin
bir bıçak
ağır müslümanlar ağır
uykularda
oysa güvercindir çocuklar
uyumaz
özgürlük türküsüdür yalın
ayak
hasretle titreşen derin
sularda
kubbet-üs sahra ağarır
insanlık ağarmaz
muallak taşı gibi duygular
ayakta
bir mermi ilişir gözüme
adresi belli değil
bir silah patlar
insanlık öldü mü ne
ezanlar ağarır gün ağarmaz
özgürlüktür barıştır
yükselir yücelerde
filistinli çocukların
erişeceği yerde
TAHİR SAKMAN
11 Mart, 2024
ÇORUMLU KOVBOY SEFER KARAKAŞ
ÇORUMLU KOVBOY SEFER
KARAKAŞ
İnsanlar vardır; her
şeyleriyle hayata tavır koyan…
Tavır derken aslında tavır
koydukları hayat değildir; çünkü bilirler ki hayat her zaman doğru söyler,
hayatın yanlışı olmaz… Onların tavır koydukları; statükodur, hayatı paylaşmak yerine
tekeline alıp diğer insanlara yaşam hakkı tanımayanlaradır, doğayı tahrip etmek
için ellerinden geleni yapanlaradır, insan olduğunu unutanlaradır bu tavır…
Yani toplumun bozuk düzen
tarafınadır tavır koydukları… ve tavırlarını, farklılıklarını ortaya koyarak yaparlar.
Her şeyleriyle onları
yaşamın ta içinde görürsünüz; giyimleriyle, dinledikleri müzikleriyle, duruşlarıyla
hemen fark edersiniz… Yüreklerinde taşıdıkları insan ve doğa sevgisini öylesine
bir yüklerler ki enerjilerine, size hemen bir tebessüm olarak döner, içinizi
ısıtır. İyi ki bu insanlardan içimizde sayıları az da olsa çokça var. Çokça
diyorum çünkü onların az olması bile aslında çokluktur…
Bu insanlardan bir tanesi
de dün antika pazarında tanışma fırsatı bulduğum Çorumlu Kovboy lakaplı, emekli
sınıf öğretmeni Sefer Karakaş’tır. Üzerindeki kıyafeti, gür bıyıkları ve
sevecen bir ses tonuyla sizi hemen yakınına çeker. Onunla yaptığımız kısa
sohbette, Konya’ya tarım fuarı için geldiğini ve gitmeden antika pazarını da gezmek
istediğini söyledi. 70 yaşına rağmen dimdik bir çınar gibiydi…
Özellikle İtalyan
yapımı mahmuzlu çizmelerine bayıldım. Başındaki tüylü fötr şapka biraz Bavyera
çağrışımları yapsa da şapkayı tamamlayan gözlük, sevgi dolu bakışlarını gizleyemiyordu.
Yakası işlemeli gömlek ve metal fularıyla, kabaralı kemeri, çantası ve sarkan
zincirleriyle her ne kadar bir yanıyla da bir rakçıyı veya merhum Cem Karaca’yı
andırıyorsa da o bir Çorumlu şehir kovboyuydu…
Yüreğim ona çok çabuk
ısındı ve günün anısına da bu fotoğraf düştü geleceğe yadigâr…
TAHİR SAKMAN
10 Mart, 2024
ŞEHRİN GEZGİN YÜREĞİ ZEKİ OĞUZ
ŞEHRİN GEZGİN YÜREĞİ ZEKİ
OĞUZ
Geçtiğimiz günlerde
kaybettiğimiz kadim dostlarımdan Zeki Oğuz için bir panel düzenlendi. Doğrusu şaşırmadım
diyemem; çünkü bizim böyle adetlerimiz yoktur. Kendi değerlerimize sırtımızı
dönmekle övünülecek derecede mutlu bile oluruz.
Panelde ilk olarak söz
alan merhumun kızı Şafak Çakır, oldukça duygusal bir konuşma yaptı ve babasıyla
olan anılarından söz ederken birçoğuna şahit olmanın hüznü sardı kalbimi… Sevgili
Şafak, babasıyla uzun yıllar dağ, dere, tepe gezdiğinden onu anlatacak
insanların başında gelmesi tabiidir.
Sevgili Ahmet Gögercin
dostum da Zeki Oğuz’u anlatırken; onun edebi kişiliğini, karakterini bir bilim
adamına yakışır şekilde objektif olarak anlattı. Uzun yıllar o da Zeki Oğuz’la hemhal
olmasına rağmen duygusallığa düşmeden anlatması aslında Zeki’nin nasıl önemli
bir değerimiz olduğunu yeniden hatırlattı…
Diğer konuşmacılar da Zeki
Oğuz’un farkla yönlerini ele alarak onunla olan hatıralarını aktardılar. Toplantı
oldukça verimli geçti, yanı başımızda hayattayken değerini bilemediğimiz Zeki
Oğuz’un aslında kim olduğunun altını kalın harflerle bir kez daha çizdiler. Merhum
Oğuz’un yerelliği çoktan aştığını, ulusal bazda bir değerimiz olduğunu
hatırlatırlarken de bu alanda yapılması gereken çalışmalar için de temennilerde
ve önerilerde bulundular.
Salon doluydu, buna çok
sevindim ama yerel yönetimlerden, şehrin kültür birimlerinden, kültür diye çırpındıklarını
söyleyen kuruluşlardan, derneklerden en azından bir çiçek yollama nezaketini
göstermelerini beklerdim. Kurucusu olduğu fotoğraf derneklerinin, yıllarca emek
verdiği basın camiasından böyle bir jesti, bir vefa örneği olarak göstermesini
beklerdim.
Böylesine önemli bir paneli
düzenleyen Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Konya Şubesi’ne, panelistler; Prof.
Dr. Ahmet Gögercin, Prof. Dr. Abdullah Harmancı, Doç. Dr. Muammer Ulutürk ve
Şafak Çakır’a, şehir kültürü adına ne kadar teşekkür etsek az olacaktır.
Umudumuz odur ki
yitirdiğimiz diğer değerlerimizi de akademisyenlerimizin çok yönlü ele
almasıyla hatta yitirmeden hatırlamanın yanında şehir kültür mirasının geleceğe
taşınmasında da önemli rol almasına vesile olmasıdır. Hani şu kadar
üniversitemiz var diye övünürken karşılığını da beklemek hakkımız olmalıdır.
Konya toprağında, Toroslarda
adım adım gezen Zeki’nin yürüyüşü; edebi kişiliği ve eserleriyle geleceğe doğru
sürüyor… eminim ki öbür tarafta da doğaya olan yürüyüşü sevgiyle devam ediyor…
Ruhun şad olsun sevgili
Zeki, birlikte yürüdüğümüz yollar bir gün dile gelecektir…
TAHİR SAKMAN
09 Mart, 2024
AKYOKUŞ ŞEYSİ
AKYOKUŞ ŞEYSİ
Bazen bir yemek, yemekten
çok öte duygular çağrıştırır… Belleğinizde ne varsa yelken açar, size karşı, size
rağmen savaşırcasına…
Mekânlar taşır geleceğe
duygularımızı, onları yok ederseniz veya şeklini değiştirmeye kalkarsanız
aslında değişenin, değişmekten öte yok ettiğinizin kendiniz olduğunun farkına
varırsınız…
Varır mısınız?
Bir şiirimde /akyokuş’u
aşk yokuşu yapmıştın/ yas yokuşu yapmak boynumun borcu/ demiştim… Benden önce davranmışlar! Üzerine şiirler söylediğimiz Akyokuş, gençlik heyecanlarımızın zirve mekânıydı…
Dahası, şaka gibi gelecek
şimdi eğer bir Murat 124 alacaksanız ilk önce Akyokuş’a vurulur, çekişine
bakılırdı… Öksüre öksüre çıkarken ne keyif alırdık... Şimdiki arabaların haberi
bile olmuyor.
Şimdi şey demişler dilim varmıyor "Akyokuş Kasrı" demeye, Akyokuş şeysi… sanki Türkçe bir kelime bulamamış gibi… Aklıma geldi hani Kız Öğretmen Okulu'na dediğiniz gibi “Taş Bina” deseydiniz ya? Akyokuş’u, yeşil yokuş yapacaktık olmadı size “Taş Bina” verelim gibi oldu bu iş…
Bina, mimari olarak neyi
yansıtıyor anlayamadım ama etrafına doğrusu güzel granitler, taşlar döşemişler,
eskiden yeşil alan mı vardı? Taş bahçenin cam kenarlarından şehri Konya’yı izleyebilirsiniz;
bir taştan bir başka taşlara… Yaz akşamlarının değişmez mekânlarından biri
olacağı kesin bu taş bahçenin…
Yüreğimiz dökülüyor…
Binanın içi güzel tefriş
edilmiş, şehir lüks bir restoran kazanmış. Girişte sizi görevli karşılayıp
elinde telsizle yer durumunu soruyor… sanki kılığımıza bakar gibi geldi bana bu
uygulama. Bir an bizi “goca gonduralı Gonyalıyız” diye almayacak sandım…
Masalar oldukça düzenli,
garsonlar kibar ve güler yüzlü, şehre özgün çok yemek bulabilirsiniz ve
fiyatlar makul düzeyde… (Makul derken dışarıda yemek yemenin artık çok cesaret
istediğini ve lüks olduğunu hepimiz öğrendik artık.) Personel sayısının yetersiz olduğu göze
çarpıyor, yemek olmasa da çay gelene kadar soğuyor.
Binanın pencereleri daha
büyük yapılsaydı veya komple cam yapılsaydı, manzara duvarlarla kapatılmazdı
diye aklıma şeytan getiriyor işte… Şehrin manzarasını eskiden daha iyi görüyorduk
şimdi engellenmiş belki de taş binaları görmeyelim diye, olamaz mı?
Yemek paylaşmayı sevmem
ama bu yazı bir restoran yazısı olunca… Tirit söyledim, çok zarif Selçuklu
motiflerini ve çinilerini andıran bir tabakta geldi. Porsiyon biraz küçük gibi
görünse de yeterli. Tereyağının kokusu alıp götürüyor sizi ama kullanılan dana
eti biraz sertti… ben beğendim… (Şehirde çok daha güzellerini yapan lokantaların
olduğunu da söylemeliyim.) Şimdi siz fiyatlarını da sorarsınız; tirit 300 TL,
etli ekmek 160, fırın kebabı 275, bamya çorbası 140, ızgaralar 250-300 arası… su fiyatına çok
takıldım; 1,5 litrelik su 25 TL ki tüm masalarda yarısı içilmiyor, israf… Çaylar
da artık şirketten olsun…
Asıl sürprizi çıkışta
yaşadım; otopark ücretliymiş 20 TL, bingo… birkaç yüz metre ilerde ücretsiz
olanı da varmış… Otoparkın yetmeyeceği belli, lavaboların da… Bu arada
rezervasyonsuz gitmeyin bence çünkü inanılmaz bir rağbet var. Sevindiğim şeylerin
başında da otobüs seferleri konulması yani aracı olmayanlar da gidebilecek…
Bu Akyokuş şeysi
yapılırken ciddi bir yeşil alan tahribata uğramış. Aşağı taraflarda, eskiden
piknik yaptığımız birkaç kameriye kalmış yine kullanılabilecek mi bilmiyorum… Burada
yan yana iki bina var; biri sanırım nikah salonu olarak kullanılacakmış bu
Akyokuş şeysinde…
Eski halini,
hatıralarımızı hatırlamazsak güzel… Ah Konya, seni, anılarımızı unutalım diye
sürekli değiştiriyorlar, bunun vebalini kim verecek? Anılarımız bir köşede
ağlarken… yıldızları kucakladığımız günler çok gerilerde kaldı. Bir ışık seliyle, yüreklerimizde
biriken yaşları gizlemeye çalışır gibi bakıyor şehre .
Şimdi bize kalan galiba
gitme vaktidir Konya… Hatıralarımızı toplayıp çekip gideceğimiz güne kadar sen hâlâ
bizim ütopyalarımızda sevdiğimiz Konya’sın, Selçukya’sın…
Kaç kişi kaldıysak…
TAHİR SAKMAN
03 Mart, 2024
MASALLAR
MASALLAR
bir şiir düşer bir gün yorgun düş yağmurlarına
yeşermez olmuştur umutların her şey geçtir
kalem yazmak istemez kırgındır uçları
heyecan dinmiş aşk bitmiştir
kendine aldanırsın hazırsın zaten kandırırsın
bir kez daha dünlerle yarınları inanmasan da
kırılan kalbin olsa kolaydı belki ama ya sevdan
yaşamın boşluğuna düşmüş gibi kalırsın
yapayalnız çabalarsın ellerin kısa kalır
yetişemezsin hızına dünyanın ayakların sessiz
kelepçeler sular beynini yaktığın yılların acısı
çökme zamanıdır bir köşede ağlar gibi masallar
azat edince ömrünü
işte budur senden geriye kalacaklar
TAHİR SAKMAN
01 Mart, 2024
TALEP ENFLASYONU
TALEP ENFLASYONU
İzlemekten asla usanmadık…
Biz bu filmi daha kaç kez
izleyeceğiz? Osmanlı diye diye Osmanlı’nın son dönemlerine döndük sanki… Dağ
gibi yığılan dış borçlar, hayat pahalılığı…
Bir de talep enflasyonu
varmış yeni öğrendim:
Bugün yarından ucuz diye
ihtiyacın olan veya olmayan şeyleri ikişer ikişer almak diye özetliyorlar… Peyniri
biraz ucuz mu gördün hemen bir kilo daha al, tuvalet kağıdında indirim varmış
iki paket al… Sabun, deterjan al, al… Nasılsa yarın daha pahalı olacak…
Arz talep dengesi zaten
kısıtlı olan üretimi daha da yetersiz hale getiriyor. AVM’ler de bunu
körüklüyor. “Fırsat, kaçırma, al hemen al, üç daha al, beş daha al…”
Oysa biraz daha dengeli
alışveriş yapsak, bazı şeylerden fedakârlık yapsak en azından bu sayede vurgun
yapanların önünü kesebiliriz belki…
Piyasa tamamen kontrol
dışı, ipin ucu kaçmış durumda sadece gıdada değil her sektörde yaşanan bu… tamamen
insafına kalıyorsunuz; herkes birbirine bakıp zam yapıyor. Döşemeci;
kaportacıya gittim azıcık bir yeri düzeltti bin lira istedi diyor kendi işçiliğine
zam yapıyor. Tesisatçı evinizin muhitine göre işçiliğine değer biçiyor.
Emlak piyasasını ise hiç
sormayın… Tam bir facia tam bir spekülasyon merkezi… Emlakçılar mı yoksa mülk
sahipleri mi, fiyatları katlayıveriyorlar…
Ucuz ekmek kuyruğundakiler…
Yüzde bilmem kaç büyümüşüz! Etiketlere bakınca anlıyoruz kimlerin büyüdüğünü…
Kuyruklar büyüdükçe;
sosyal adalet, adil paylaşım gibi kavramlar küçülüyor. Yoktu böyle şeyler,
bugün gördüm bir lokanta askıda yemek yazısı asmış… Şimdi sevinelim mi
insanımız ne kadar yardımsever diye yoksa insanımız neden temel yaşam standartlarını
karşılayamıyor diye üzülelim mi?
Ramazan yakın; şimdi adını
bereket paketi koymuşlar, iki paket makarna, bir kilo ayçiçeği yağı, ucuzundan
biraz pirinç, şeker vs… Bunları dağıtıp vicdanımızı rahatlatacağız ve bizler de
ne kadar iyiliksever olduğunuz için size minnettar kalacağız…
Öyle mi?
TAHİR SAKMAN
27 Şubat, 2024
HERKES HER ŞEYİ HERKESTEN BEKLİYOR!
Atatürk. vatan toprağına bağdaş kurmuş otururken vatan türküleri söylüyor... |
HERKES HER ŞEYİ HERKESTEN
BEKLİYOR!
Asla kendimizin de bir
şeyler yapması gerektiği aklımıza gelmiyor; sürekli bir şeyleri eleştiriyoruz
ama önce kendimize dönüp bakmayı bir türlü akıl edemiyoruz. Sosyal medya bunun
binlerce örneğini her gün yayımlıyor.
Kimimiz entelektüel
havalarındayız kimimiz malumatfuruşluk yapıyoruz ama elimizi taşın altına sokmamız
gerektiği gerçeğini hep görmezden geliyoruz. Oysa hayat kalemşorluğun çok
ötesinde başlıyor.
Toplumun en örgütsüz
kesimi Atatürkçülerdir. Yıllarca devlete sırtını dayamanın getirdiği bir
rehavettir bu… Yıllar içinde kadroların büyük ölçüde değişmesi, Atatürkçülerin
de örgütlenmesinin ve en başta da karşı devrim hayali içinde olanlara karşı da
fikri anlamda ses yükseltilmesinin zamanı çoktan gelmiştir.
Gün geçmiyor ki bize vatan
emanet eden Ulu Önder’e edepsizce bir saldırı olmasın… cesaretlerinin
kaynağında eğer ihanet yoksa cehalet vardır, yanlış dinî algılamalar vardır. Anadolu
İslam’ına hiç uymayan yorumlar, selefi akımların güçlenmesini sağlamıştır. Anadolu
aydınlanmasını gerçekleştiren ve gerçekte de gerçek dinî özgürlüğü sağlayan Ulu
Önder’e hadsizce saldırmaları bu nedenle gayet normaldir. Normal olmayan; bunlara
yeterince tepki verilmemesi ve gerçeğin anlatılmamasıdır.
Coğrafyamız dünya için
büyük önem taşırken, emperyaller, Atatürk’ten yedikleri tekmeleri unutmamışlardır
ve hâlâ kuyruk acıları vardır. Kuvayı Milliye ruhunu ve Türk devrimlerini tarihe
gömmek istemeleri bundandır. Anadolu işgal altındayken, işgalci güçler lehine fetva
verip işbirlikçi rolüne soyunanlardan çok da bir farkı yoktur; günümüzde
Atatürk’e saldırmayı marifet sananların…
Hepimiz susuyoruz ve
hepimiz herkesten bir şeyler bekliyoruz…
Atatürk’ü anlatmak için ne
yaptık bugüne kadar? Hangi köye gidip anlattık? Çarşıda, pazarda hangi esnafın
kapısını çaldık?
Atatürkçülük; balolarda,
entel sofralarda konuşmak değildir! Paranızın gücüyle veya bilgi dağarcığınızın
yüklü olmasıyla halka tepeden bakmak hiç değildir! Atatürkçülük, halkın yanında
olmaktır…
Otel lobilerinde, şıkır
şıkır giyinip, takıp takıştırıp Atatürk posterleri altında fotoğraf çektirmek
hiç değildir; Atatürkçülük, halkın içinde olmaktır; çünkü Anadolu’nun bağrından
çıkmıştır hem de yedi düvele rağmen… hatta bize rağmen…
Atatürk’ü yeterince anlatamamanın
vebali hepimizin boynundadır. Eğer çocuklarımıza; siyasallaştırılmış, özünden
uzaklaştırılmış dinî bir anlayışın boyunduruğu altında, emperyal güçlerin
istilasına açık bir ülke bırakmak istemiyorsak, Atatürk’ü doğru anlatmalıyız…
TAHİR SAKMAN
26 Şubat, 2024
TAŞ BİNA
TAŞ BİNA
Duyarlı birkaç kişi yazdı,
diğer duyarlı kişiler de nasılsa bir şeyin değişmeyeceğini bilerek yazmadılar
sanırım… değilse... kültür denildiği zaman hop oturup hop kalkanların hiç
seslerinin çıkmamasını buna bağlıyorum.
Yerel basında Yenigün
gazetesinin Şehrin Hafızası isimli ekinde konuya bir sayı ayrıldı ama nedense
onu da hiç kimse duymadı, görmedi… Konu belediye olunca akan sular duruyor… Konuyu görüşmek için gidenler olduysa da bir yemekle tatlıya bağlandı, unutuldu
gitti…
Aslında ben de boş vermiştim
ki karşıma böyle bir afiş çıkıverdi: “Taş Bina ile Konya tarihinin ve kültürünün
tanıtımına güç kattık…”
Sanki sıradan bir taş
binayı alıp restore ettik ve kültürün hizmetine verdik der gibi…
Bahsettiğiniz bina Kız Muallimat
Mektebi, ülke aydınlanmasına katkıda bulunmuş binlerce öğretmen yetiştirmiş bir
kurum… Taş Fırın değil…
Bir dönem rektörlük binası
olarak kullanıldı sonra yenilemeye tabi tutuldu ve çok da güzel oldu. Bir katı
Belediye Başkanına makam yapıldı, eyvallah sorun yok, sorun isimlendirmede; Taş
Bina…
Öğretmen okuluna Taş Bina
ismini yakıştırıp sonra kültürün hizmetine mi sundunuz?
Vah ki vah… Taş Bina…
TAHİR SAKMAN
23 Şubat, 2024
HERKES HERKESE YALAN SÖYLÜYOR!
HERKES HERKESE YALAN
SÖYLÜYOR!
Nasıl bir akıl tutulması
yaşıyorsak; her şeyi görüyoruz ama kılımızı bile kıpırdatmıyoruz…
Herkes bir ikbal peşinde…
İnci Taneleri dizisinde
Yılmaz Erdoğan “Herkes, herkese yalan söylüyor” diyor ya tam da böyle; herkes,
herkese yalan söylüyor. Doğrularla yalanları birbirine karıştırıp kendimizi
avutmaya çalışıyoruz.
Hayat pahalılığı, geçim
sıkıntısı ayyuka çıkmış… nereyi tutsanız elinizde kalıyor; cemaat, vakıf,
tarikat… Şeyhler, hacılar, hocalar… şimdi verilerimiz vakıflara verilecekmiş?
Niye?
Dinin de özüyle kimse
ilgilenmiyor; tek ilgilendikleri, ben namaz kılıyorsam, herkes kılacak… Ben
Müslümansam herkes Müslüman olacak… Anladıklarımız da dayatmalardan ibaret… ya
çarşı, pazardaki alışveriş ahlakı? O zaman işler değişiyor… kazıklamak serbest,
bir zam geldiyse beş zam yapmak borcumuz… Ticaret diyorlar, pazarlık sünnet
deyip yaptıkları orantısız zamlara da inandıklarını söyledikleri peygamberi de
alet ediyorlar.
Yalanlarınızı, kazıklarınızı,
iki yüzlülüklerinizi Allah görmüyor mu? Ya inanmıyorsunuz ya da inanmış görünüp
malı götürüyorsunuz?
Ramazan’a az kaldı
fiyatları iyi gözleyin… etiket değiştirenlere dikkat edin. Gerçi etseniz ne
olacak ki?
Atatürk’e ve silah
arkadaşlarına yani bir ulusu ayağa kaldırıp dünyadaki tüm sömürge ülkelere
örnek olan bir lidere bile aleni… dilim varmıyor gerisini yazmaya… Dünyada bir
başka örneği yoktur sanırım; ülkenin kurucu kadrolarına laf söylemek…
Hepimiz birbirimize bakıp
bir yerlerden medet umuyoruz… Atatürkçü kuruluşlar, Tatlısu Atatürkçülüğü
yapmaktan öteye geçemiyorlar. Atatürk’ün partisi bile sesini yeterince
yükseltebilmiş değil…
Cumhuriyet Balosu
düzenlemek Atatürkçülük değildir; Atatürkçülük, gençlere Atatürk’ü anlatmakla
başlamalıdır. Bir köyün sofrasına oturup Atatürk’ü anlatabildik mi? Sanayideki
çıraklara, işsizlere, ev hanımlarına? Eğer Atatürk’ü ve devrimlerin özünü
anlatabilseydik bunların hiçbiri böyle konuşamayacaktı…
Herkes, herkese yalan
söylüyor… Kendimizi kandırmaya devam mı? Hem şikâyet et hem oy ver… devam,
devam…
TAHİR SAKMAN
21 Şubat, 2024
VATAN TOPRAĞINI EZMEK
VATAN TOPRAĞINI EZMEK
Biliyorum madeni buldunuz… kazan kazana… yüreğimizi kazıyorsunuz; dağlarımız, ormanlarımız delik deşik; eline kazmayı, küreği alan bir yerleri eşelemekle meşgul…
Vatan sadece düşman çizmesiyle ezilmez, kazmayla, kürekle, baltayla da ezilir… ne kârlı bir iştir hem para kazanacaksın hem yok edeceksin…
Dünya standartlarında, doğayı yok etmeden elbette maden arayabilir, çıkarabilirsiniz ama… dünyanın terk ettiği vahşi yöntemlerle, maden arayacağım diyerek doğayı yok etmek de neyin nesi?
İliç’teki facia olmasaydı şurada yanı başımızda Konya’ya 40 km mesafede İnlice’deki altın madeninden haberimiz olmayacaktı; CHP Konya Milletvekili Barış Bektaş’ın Meclis konuşmasıyla haberimiz oldu.
Çayırbağı’na giderken görmüşsünüzdür; belediyenin astığı ve üzerinde “su koruma havzası” yazılı olan tabelaları… Su koruma havzalarına bu kadar yakın bir alanda altın aramak ne kadar doğrudur?
Şehrin meslek odalarının, maden mühendislerinin, jeologların, ilgili kuruluşların konuyla ilgili bir açıklamaları bildiğim kadarıyla yok. Ya basın, hani havalarından yanlarına yaklaşılmayanlardan bir ses duydunuz mu?
Bu şehirde yok mu bir Allah’ın kulu?
Sizler, bizler sustukça ve haberimiz yoktu dedikçe yüreğimizi kazmaya devam edecekler…
TAHİR SAKMAN
17 Şubat, 2024
SİYANÜR YAĞMURLARI ALTINDA DEMLENMEK
SİYANÜR YAĞMURLARI ALTINDA
DEMLENMEK
“Şarkın insanı; yürümeden
diz çökmeyi öğrenir…” Bir yerlerde okumuştum bu sözü birden hatırlayıverdim…
Nasıl hatırlamam ki;
ülkemde olan işlere bakıp… çevre talanı, rant talanı ve tüm bunları rahatça
yapabilmek için düzenlenen geziler ve kanan insanlar… sonra çıkıp ahlar, vahlar…
tabii ki bütün bunlardan ders almıyoruz, yenilerine davetiye çıkarıyoruz. Ülkem,
yağma Hasan’ın böreğine dönmüş… herkes bir ucundan yeme peşinde…
Her şey kader, her şey
Allah’tan geldi… ne kolay bir kaçış yolu… Şeyhinize sorun, Mehdi’niz yoksa bir
Mehdi edinin… Birilerinin servetinin hesabı yok, birileri açlık sınırının
altında… Açlık sınırında yaşayanlar, servetine servet katanların peşinde, yalın
ayak baş kabak koşturmakla meşgul… Ne kolaydır;
ezan susmaz, bayrak inmez demek… Sanırım böyle diye diye ezanı da bayrağı da
kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız… kalacağız bile fazla sanki bu cümlede…
Hani cehennemlik dediğimiz insanlar var ya, onlar uzayda güneş ışınlarını toplamışlar ve elektrik üretip kablosuz dünyaya ışınlamışlar… Olsun, bizim, Mehdi’miz, Mehdilerimiz var!
14 Şubat, 2024
İLK STAND-UPLAR KONYA OTURAKLARINDA MIYDI? (MAYMATÇI GILİS VE DİĞERLERİ)
İLK STAND-UPLAR KONYA
OTURAKLARINDA MIYDI? (MAYMATÇI GILİS)
Bu isim karşıma ilk
çıktığında “Dünden Bugüne Konya Oturakları” isimli kitabı hazırlıyordum. Fuat (Önder)
abi bahsetmişti ve söz konusu kitapta yayımlamıştım.
Fuat Önder, yeni nesil pek
bilmese de eski dostlar çok iyi bilirler; 19 Mayıs İlkokulu’nun müdürüydü ve
aynı zamanda folklor uzmanıdır. Fuat abiyle ilgili bir gün geniş bir yazı yazmalıyım.
Konya oturaklarıyla ilgili
araştırmalarım sırasında kent merkezindeki oturaklarla kırsal kesimdeki
oturakların arasındaki farklılıkları görmüş ve ayırma ihtiyacı hissetmiştim. Şehirde
yaşayan kent soyluların eğitim, kültür ve hayata bakış açıları doğal olarak daha
farklı olduğu için elbette ki kent merkezindeki oturaklarla, kırsal kesim oturakları
arasında farklılıklar olması doğaldır.
Merkez oturaklarında
eğitim ve kültür seviyesi yüksek hatta yaş olarak da daha dingin yaşlardaki
insanların oturakları daha sakin ve daha kültür ağırlıklı olacağı aşikardır.
Merhum babam Mazhar Sakman’ın bana aktardıklarına göre “büyüklerin yanında
değil içki sigara bile içilmemektedir” ayrıca oyuncu kadınlara “kimse kaşını kaldırıp
bakmamaktadır.” Erkeklerin oynaması da çok hoş karşılanmamaktadır.
Kırsal kesimdeki
oturaklarda ise gençlerin yoğun olması nedeniyle olsa gerektir ki oyunlar
oynanmaktadır. Hatta merkezde olmayan veya çok nadir olan taklit vs. gibi
faaliyetler “hafiflik” olarak görülmüştür.
Maymatçı Gılis’in asıl
ismi Süleyman Erol’dur ve İsmil oturaklarını yaşadığı dönemde şenlendirmiş,
İsmil’in Nasreddin Hocası olarak görülmüştür. Gılis ile ilgili geniş bilgi
Murat Yaylacı kardeşimizin hazırlamış olduğu “Hatırda Kalanlar İsmil” isimli
kitapta mevcuttur. Kitap Dünyası tarafından yayımlanan kitabın ikinci baskısı satışa sunulmuştur.
Bu tür kitapları bendeniz yerel tarih veya kişisel tarih açısından çok önemsiyorum. İsmil’in sosyal yaşantısından örnekler sunan kitap önemli bir kaynak olmalıdır. Esasen Ova köyleri Konya oturakları açısından da önemlidir. Geçmiş dönemlerde, şehirden köylere gelin verildiği günlerde, Ova köylerinin zenginliği dillere destandır ve tabii ki de oturakları… Günlerce düzenlenen bu oturakların maddi açıdan da oldukça külfetli olacağı bellidir. İsmil, Karakaya, Sakyatan, Çumra, Obruk gibi yerler, oturaklara ev sahipliği yaparken zenginliklerini de sergilemişlerdir.
Gerek Murat Yaylacı ve
gerekse İbrahim Küçükdoğru dostlarımızın verdiği bilgiler ışığında Maymatçı,
yörede güldüren, komik işler yapan, yani bir anlamda şovmen insanlara verilen
bir isimdir. Maymatçı, haybatçı sözünün galat hali de olabilir ki haybatçı;
abartan, kuru gürültücü anlamlarında kullanılmaktadır. Gılis ise kökeni ile
ilgili olabilir; çünkü ailesi Kilistra’dan buraya göç etmiştir. Konya’da,
Kilistra’ya Gilisıra denilmektedir. Buradan yola çıkarak Gilisıralı’nın zamanla
Gılis’e dönmüş olması muhtemeldir.
İsmil’de düzenlenen
oturaklarda kaşık çalmasının yanı sıra sesinin güzelliğinden dolayı da türküler
okumaktadır. Murat Yaylacı, Gılis ile ilgili olarak Youtube iki paylaşım
yapmıştır, yerel kültüre sahip çıkmasından dolayı İbrahim Küçükdoğru ile birlikte
kendisine Konya kültürü adına teşekkür ederim.
Henüz stand-up kelimesinin
bile hayatımıza girmediği yıllarda Konya oturaklarında şov yapılması, ilk
stan-upların Konya oturaklarında yapıldığına dair bir ip ucu olabilir diye düşünüyorum.
Çumra’da Corruk lakaplı bir insanımızın da oturaklarda şov yapması bize bunu
düşündürmektedir. Ayrıca Mazhar Sakman’dan dinlemiştim; yerel kanun
sanatçılarımızdan Veli Ağa’nın cebinde ne ararsanız bulunurmuş. Yaz kış
çıkarmadığı avcı yeleğinin ceplerinde firketeden tutunuz, hanımların kullandığı
saç tokalarına kadar sanki bir aktar dükkânı gibi çeşit çeşit… Bir punduna
getirip Veli Ağa’yı gençlerin yatırıp ceplerini boşaltıp güldükleri bize
aktarılanlar arasındadır.
Son döneme damgasını
vurmuş olan Ahmet Özdemir, müzisyen kimliğinin yanı sıra müthiş bir şovmendir. Yaptıkları
şakalar, taklitler şehrin hafızasında daha çok tazedir. Unutulmazlar arasına
ismini yazdırdığı süreçte, oturaklarda yükselen ünü daha sonra düğünlere ve
televizyonlara kadar uzanırken tüm ülkenin tanıdığı müzisyen ve şovmen olarak
hafızalarımıza kazınmıştır.
Bu tür eğlenceler Konya
oturaklarının da bir başka yönüne işaret ederken ilk stand-upların oturaklarda
başladığı yönündeki düşüncelerimizi de güçlendirmektedir.
TAHİR SAKMAN
13 Şubat, 2024
İKİ KAYIT BİR HATIRA
Mazhar Sakman, Çuhacıoğlu Peşrevi-Sandıklı dinlemek için tıklayınız...
Mazhar Sakman, Bülbül-Çubuk benim tel benim dinlemek için tıklayınız...
Mazhar Sakman ve Abidin Özlüoğlu birlikte... |
İKİ KAYIT BİR HATIRA
Geçtiğimiz günlerde iki tane
ses kaydı yolladı İsmilli dostlardan İbrahim Küçükdoğru… Anlattığına göre
kayıtlar 1976 yılında İsmil’de düzenlenen bir Konya oturağında yapılmış.
İbrahim Bey’in babası tarafından yapılan bu kayıtların bana ulaşan ilkinde
Çuhacıoğlu Peşrevi ile Sandıklı türküleri yer alırken, ikinci kayıtta sözleri
Âşık Şem’i’ye ait olan “Bülbül” koşması ile “Çubuk benim tel benim” isimli
türkü yer alıyor. Belirtilen tarihte Mazhar Sakman 66 yaşındadır. Kaydı
dinlerken bunu göz önünde bulundurursak, Koca Usta’nın performansı hakkında da
fikir sahibi olmuş oluruz.
Çuhacıoğlu Peşrevi klasik
anlamda bir peşrev olmamasına rağmen bu isimle anılmış ve Konya oturaklarına
bir girizgâh ve vokal enstrümantal başlangıç müziği olarak, Konya oturaklarının
günümüzdeki uzantısı olan barana gecelerinde de yaşatılmaktadır. Bu gelenek
asırlardır hiç değişmemiştir. Peşrevin notasını yazan Sakman, 11 Mart 1963
tarihinde Konya’da, Şehir Postası gazetesinde yayımlamıştır.
Kayıtta, Bülbül türküsünün
sözleri çok net anlaşılmasa da biliyoruz ki Mazhar Sakman bu türküyü Şem’i'nin
sözleriyle okumaktadır. Bülbül’ü, Konyalıların pek de alışık olmadığı sözlerle
okurken merhum babam Mazhar Sakman ona cümbüşle merhum Abidin Özlüoğlu eşlik
ediyor. Menteşeli türküsünü yaktığı
söylenen Alim Hoca’nın torunu olan Abidin amca bizim Sarıyakup’taki bağ
evimizde de komşuydu. Çiçekçi Camisi’nden Mengeneye doğru döndüğünüz zaman
İlyas’ın Kavakları'na varmadan yani Mengene Caddesi’ne çıkmadan sol taraftaki
kerpiç, bahçeli bir evde otururdu. Aynı zamanda askerlikte de bandoda birlikte
çalan bu iki arkadaş sonraki yıllarda da uzun zaman birlikte çalmışlardır.
Avcının Mevlüt ile birlikte bir ekip oluşturmuşlar ve Konya oturaklarının
vazgeçilmez sesleri olmuşlardır.
Abidin amca iki dizinin
üstünde oturur ve saatlerce yerinden kıpırdamaz bir derviş teslimiyetiyle, Konya
türkülerinin coşkun nağmelerine ayak uydurup oturduğu yerde Konya tabiriyle
uğunurdu.
Bülbül türküsünün sözlerini
babam ısrarla Âşık Şem’i’nin sözleriyle okurdu ve aslının böyle olduğunda ısrar
ederdi. Konya’nın en önemli âşıklarından olan Âşık Şem’i’nin ölmeden önce son
olarak bu koşmayı söylediğini anlatırdı babam Mazhar Sakman. Günümüzde okunan
Bülbül’ün babamın okuduğu Bülbül ile uzaktan yakından alakasının olmadığını da
söylemeliyim. Sözleri arasında her ne kadar Şem’i’ye ait olan birkaç mısraı
barındırsa da kelimelerin galat hâli hemen göze çarpmaktadır. Bu koşma, Mazhar
Sakman’ın okuduğu haliyle şöyle:
BÜLBÜLDEN BİR NİDA GELDİ
GÜLLERE (BÜLBÜL)
(Hey hey) Bülbülden bir
nida geldi güllere (hey hey)
Sefasın sürmeden geçti gidiyor
(a bülbül bülbül bülbül hey)
Üftâdeler
yalın ayak yollara (hey hey)
Ağlayı ağlayı
düştü gidiyor (a bülbül bülbül bülbül hey)
(Hey hey) Bahar eyyamında
bülbül sesinden (hey hey)
Çıkarmış perçemin fino fesinden (a bülbül bülbül bülbül hey)
Eyvah gönül kuşu can kafesinden (hey
hey)
Pervaz edip uçtu uçtu gidiyor
(a bülbül bülbül bülbül hey)
(Hey hey) Yiğitlik bâbında
beysin paşasın (hey hey)
Mevlâm ömür virsin binler
yaşasın (a bülbül bülbül bülbül hey)
Gelin ey bi-vefâ helâllaşasın
(hey hey)
Şem’i ecel câmın içti gidiyor
(a bülbül bülbül bülbül hey)
1783-1839 yılları arasında
şehrimizde yaşayan ünlü Âşık Şem’i, yaşadığı yıllarda büyük üne kavuşmuş; muamma
düzme ve çözmede büyük hünere sahip bir âşığımızdır. Döneminde bütün âşıkları
mat etmiş ve padişah III. Selim’in huzurunda saz çalıp, şiir okuma mutluluğuna
da erişmiş ve ihsan olarak kendisine Konya Subaşılığı verilmiştir. Bu yönüyle
de şehrin ilk belediye başkanlarındandır. Mezarı Mevlâna Müzesi’nin yan
tarafındadır.
“Erenler dünyaya gelmezden
önce/ Bir ezan okundu sadası nerde” diye başlayan muammasını hiçbir âşığın
çözemediği Şem’i’nin talebesi olan Silleli Sururi de divan şairleri arasındaki
yerini almıştır.
Türkünün notası Mazhar
Sakman tarafından yazılarak Konya’da, 30 Mart 1963 tarihinde Şehir Postası
gazetesinde yayımlanmıştır.
Bana aktarılan bilgiler,
İsmil’deki oturakta; o gün, Feyzi Halıcı, üst düzey askerler, mülki erkândan ve
eşraftan kimseler olduğu şeklindedir ve ayrıca oturakta dört tane de hanım
olduğundan söz edilmiştir. O yıllarda ismi çok duyulan “Maymatçı Gılis” lakaplı
Süleyman Erol da kaşıkla eşlik etmektedir.
Bende babamın 100’e yakın
türkünün ses kaydı var, teknik sorunları çözebilirsen tüm bu türkülerin
kayıtlarını ve türküler hakkında naçizane bilgilerimi zaman zaman yayımlamayı
düşünüyorum. Bu sayede türkülerimizin sesi geleceğe uzanan bir yolda, ecdadın
bize bıraktığı en büyük mirası olarak yaşamaya devam etmesine küçük bir katkımın
olacağını umuyorum.
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)