YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

15 Mart, 2024

ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER

 

ŞİİRİN FIRT DEDİĞİ YER
 
Şiirin her türlüsünü görmüştük ama böyle araba anahtarına fırt diye çıkıversen diye yazılanı, vallahi de yok literatürde billahi de… Bu nasıl bir deha olmalı ki, anahtarı fırt diye çıkartan bir şiir attırmış…
 
Yok abi, ben bundan sonra şiir yazmayacağım, ne haddime… Bütün şiirlerimden, kitaplarımdan özür diliyorum…
 
TAHİR SAKMAN

BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ


 BENİ BU ŞEYTANLAR MAHVETTİ


Merhum Çetin Altan’ın “Şeytanın gör dediği” isimli bir köşesi vardı, bizim kuşak çok iyi bilir…


Şimdi Çetin Altan’ın şeytanı bugünlerde bana musallat oldu galiba, sürekli şunu gör, bunu gör diyor… Hani ramazanda şeytanlar bağlanır derler ya benim şeytan tam tersine çözülmüş olmalı…


Vallahi benim hiç suçum yok; bütün kabahat o şeytanda!


Ecdadımız diye övünüyorsunuz ya hani Osmanlıcılık oynuyorsunuz ya bari bir şeyi de düzgün yapın… Ecdadınız nerede siz nerede? Eskiden ramazanlarda minarelerin arasına mahya yapılırdı…


Mahya deyip geçmeyin lütfen, gerçekten bir zanaattı, sanattı, gerçek bir sanat eseriydi onlar. İki minare arasına; vinç yok, merdiven yok, halatlarla kandilleri gerip her akşam onları yakmak kolay mı sanıyorsunuz? Rüzgârı, yağmuru hiç hesaba katmıyorum bile…


Ya şimdi yaptığımız işe bakın; hani dün "Ramazana Girmek" başlıklı bir paylaşımımda bahsetmiştim ya, gerçek bir sanat eseri olmalı! İki boruyu bük, iki de Çin malı led lamba döşedin mi alsana “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” …


Bu mu sizin mahyanız? Hem de 21. yüzyılda hele hele Konya’ya bunu mu yakıştırdınız?


Ah bu şeytan… şairi havalar mahvetmişti beni de bu şeytan mahvedecek…


TAHİR SAKMAN

14 Mart, 2024

RAMAZANA GİRMEK


 RAMAZANA GİRMEK


Nereden baksan tam bir mühendislik harikası!..


Kim, nasıl düşündüyse ayakta alkışlamak lazım!.. Epey bir ARGE çalışması yapıldığı, beş on mühendisin üzerinde kafa yorduğu kesin de bizim gibi cahiller anlamaz efendim, nerede bunu anlayacak kafa?


Ben iki tanesini gördüm, başka var mı bilmiyorum… Biri Kültür Park’ın girişinde diğeri Zafer’de… Şimdi burada ne oluyor? Efendim, altından geçiyorsunuz, ramazan ayına giriş yapmış oluyorsunuz, ne kadar ince bir düşünce…


Düşünce ince de… iftar fiyatlarına baktım, bayağı bir kalın geldi; kişi başı en ucuzu 239 TL, onda da karnınızın doyacağı şüpheli… Şimdi bu harika eserlerin yerine birkaç garibana… yapıyoruz demeyin, daha çok yapardınız…


Bu şeytan yok mu bu şeytan, hep aklıma getiriyor… İstanbul’da Kent Lokantaları varmış kişi başı 40 lira verince, etlisiyle sütlüsüyle…


Bizim de sağ olsunlar belediyelerimiz kafe türü yerler açtılar, hepsinin var… Karatay’ın fiyatları nasıl bilmiyorum ama diğerleri piyasa düzeyinde… ben derim ki bu açtığınız kafelerde Konyalı gidip iftar edebiliyor mu? Belediyede çalışan asgari ücretli insanlar ailesini alıp bir iftara götürebiliyor mu? Götüremiyorsa çekin ipini gitsin…


Kim götürüyor? Parası olan… Çekin ipini gitsin… Halkın parasıyla yaptığınız yerlere halk gidemiyorsa…


Tövbe, tövbe… Mübarek günlerde şu şeytanın yaptığına bak; vallahi benim suçum yok, hepsi şeytandan!..


TAHİR SAKMAN

13 Mart, 2024

KAŞINMAK


 KAŞINMAK


Söylenecek çok şey var ama söylenecek bir şey kaldı mı?


Hayat pahalı diyorsunuz, kızıyorsunuz… hayatı kimin pahalı hale getirdiğini anlamak mı istemiyorsunuz yoksa işinize mi gelmiyor? Siz de nemalanıyorsanız sorun yok! Mesela; 3’e alıp 13’e satanlardansanız veya 3-5 ballı maaş alanlardansanız size zaten hiç sözüm yok!


Kibirle halka tepeden bakıp… söz seçime gelince yer sofrasında iftar edenlerdenseniz, haşa efendim sümme haşa size söz söylemek ne haddimize!


Din istismarından bıkmadınız mı? Ya hu arkadaş bana ne senin dininden? Ben, adil misin, halkın yaşantısını kolaylaştırıyor musun, adaletle… sabahlara kadar namaz kıl, bütün yıl oruç tut… ya da tam tersi… hiç umurumda olmaz; beni ilgilendiren sosyal adaletin sağlanması, hayatın idame ettirilebilir hale gelmesi, refahın artması… eğitimin seviyesine, toplumdaki ahlakın çöküşüne hiç girmiyorum bile…


Kızmayın efendiler, emekliler, aç yatıp gücün kalkanlar, kızmayın; bunu siz istiyorsunuz… kaşınan sizsiniz ve sizi bir güzel kaşıyorlar…


Not: Yukarıdaki fotoğrafa sırtınıza dayayıp kaşınabilirsiniz, ücretsiz hediyemdir!


TAHİR SAKMAN

12 Mart, 2024

ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!


 

ÇOCUKLARA GAZZE’Yİ ANLATMAK!
 
Konya’da bir süredir şehrin muhtelif kavşaklarında trafik işaret levhalarının altına monte edilmiş yazılar dikkatimi çekiyor:
 
“Çocuklarına Gazze’yi Anlat”
 
Bu o kadar kolay olmasa gerek; insanlığın öldüğü bir coğrafyadan söz etmek kolay mı? Çocukların açlıktan ölmesine neden olan bir ülke ile ticari bağlarınız hâlâ üst düzeydeyse bunu nasıl anlatacağız çocuklarımıza?
 
Miting meydanlarında savurmak kolay… tohumunuzu oradan alıyorsanız, sizin verdiğiniz dolarlar Gazze’ye mermi olarak dönmüyor mu? 
 
Adları veya halklarının büyük bölümünün Müslüman olduğu ülkeler; Lahey Adalet Divanı’na şikâyet eden Güney Afrika kadar duyarlılık gösterebildi mi, sadece onlar mı, ya insanlık?
 
Dünyanın pek çok yerinde Gazze'de yapılanları soykırım olarak niteleyip insanlar seslerini duyururken ya hükümetler? İngiltere, Fransa gibi ülkeler Filistin için pasif eylem yapmayı bile suç saymadı mı?
 
En son Oskar ödül töreninde bile protesto edildi soykırım…
 
Sadece Gazze mi? Ya Uygur Türklerinin uğradığı soykırım? Şurada burnumuzun dibinde Iraklı Türkmen soydaşlarımız, onları anlatmayacak mıyız?
 
Gazze’de çocuklar açlıktan ölürken… akşam iftarda ne yediniz? Yiyebildiniz mi, boğazınızdan geçti mi? O çocukların boğazından geçen lokma değildi; çaresizlikti, yalnızlıktı, insanlığın çifte standartlığıydı…
 
Onları aslında açlık öldürmedi; onları dünyanın sessizliği ya da ses çıkarırmış gibi yapması öldürdü…
 
Haydi şimdi gidin de sahurunuzu yapın lokmalar nasıl boğazınızdan geçecekse?
 
TAHİR SAKMAN

 

İNSANLIK AĞARMAZ
 
-filistinli çocuklara-
 
el aksa ağarır gün ağarmaz
harem’de sabah yoktur
filistin sürgündür kendine
 
ve çocuklar ebabil kuşları
yürekleri büyük
taşları daha da büyük
ağır mı ağır yüreğimde
batı şeria’da el halil’de gazze’de
çocuk taşlar duadır/ gökyüzünde
 
duvarların ardında saklı
insanlık kan revan
utançtır esarettir umutlar yasaklı
filistinli yaşamak keskin bir bıçak
ağır müslümanlar ağır uykularda
oysa güvercindir çocuklar uyumaz
özgürlük türküsüdür yalın ayak
hasretle titreşen derin sularda
 
kubbet-üs sahra ağarır
insanlık ağarmaz
muallak taşı gibi duygular ayakta
 
bir mermi ilişir gözüme
adresi belli değil
bir silah patlar
insanlık öldü mü ne
 
ezanlar ağarır gün ağarmaz
özgürlüktür barıştır yükselir yücelerde
filistinli çocukların erişeceği yerde
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

11 Mart, 2024

ÇORUMLU KOVBOY SEFER KARAKAŞ


 

ÇORUMLU KOVBOY SEFER KARAKAŞ
 
İnsanlar vardır; her şeyleriyle hayata tavır koyan…
 
Tavır derken aslında tavır koydukları hayat değildir; çünkü bilirler ki hayat her zaman doğru söyler, hayatın yanlışı olmaz… Onların tavır koydukları; statükodur, hayatı paylaşmak yerine tekeline alıp diğer insanlara yaşam hakkı tanımayanlaradır, doğayı tahrip etmek için ellerinden geleni yapanlaradır, insan olduğunu unutanlaradır bu tavır…
 
Yani toplumun bozuk düzen tarafınadır tavır koydukları… ve tavırlarını, farklılıklarını ortaya koyarak yaparlar.
 
Her şeyleriyle onları yaşamın ta içinde görürsünüz; giyimleriyle, dinledikleri müzikleriyle, duruşlarıyla hemen fark edersiniz… Yüreklerinde taşıdıkları insan ve doğa sevgisini öylesine bir yüklerler ki enerjilerine, size hemen bir tebessüm olarak döner, içinizi ısıtır. İyi ki bu insanlardan içimizde sayıları az da olsa çokça var. Çokça diyorum çünkü onların az olması bile aslında çokluktur…
 
Bu insanlardan bir tanesi de dün antika pazarında tanışma fırsatı bulduğum Çorumlu Kovboy lakaplı, emekli sınıf öğretmeni Sefer Karakaş’tır. Üzerindeki kıyafeti, gür bıyıkları ve sevecen bir ses tonuyla sizi hemen yakınına çeker. Onunla yaptığımız kısa sohbette, Konya’ya tarım fuarı için geldiğini ve gitmeden antika pazarını da gezmek istediğini söyledi. 70 yaşına rağmen dimdik bir çınar gibiydi… 


Özellikle İtalyan yapımı mahmuzlu çizmelerine bayıldım. Başındaki tüylü fötr şapka biraz Bavyera çağrışımları yapsa da şapkayı tamamlayan gözlük, sevgi dolu bakışlarını gizleyemiyordu. Yakası işlemeli gömlek ve metal fularıyla, kabaralı kemeri, çantası ve sarkan zincirleriyle her ne kadar bir yanıyla da bir rakçıyı veya merhum Cem Karaca’yı andırıyorsa da o bir Çorumlu şehir kovboyuydu…
 
Yüreğim ona çok çabuk ısındı ve günün anısına da bu fotoğraf düştü geleceğe yadigâr…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

10 Mart, 2024

ŞEHRİN GEZGİN YÜREĞİ ZEKİ OĞUZ


 

ŞEHRİN GEZGİN YÜREĞİ ZEKİ OĞUZ
 
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz kadim dostlarımdan Zeki Oğuz için bir panel düzenlendi. Doğrusu şaşırmadım diyemem; çünkü bizim böyle adetlerimiz yoktur. Kendi değerlerimize sırtımızı dönmekle övünülecek derecede mutlu bile oluruz.




 
Panelde ilk olarak söz alan merhumun kızı Şafak Çakır, oldukça duygusal bir konuşma yaptı ve babasıyla olan anılarından söz ederken birçoğuna şahit olmanın hüznü sardı kalbimi… Sevgili Şafak, babasıyla uzun yıllar dağ, dere, tepe gezdiğinden onu anlatacak insanların başında gelmesi tabiidir.




 
Sevgili Ahmet Gögercin dostum da Zeki Oğuz’u anlatırken; onun edebi kişiliğini, karakterini bir bilim adamına yakışır şekilde objektif olarak anlattı. Uzun yıllar o da Zeki Oğuz’la hemhal olmasına rağmen duygusallığa düşmeden anlatması aslında Zeki’nin nasıl önemli bir değerimiz olduğunu yeniden hatırlattı…




 
Diğer konuşmacılar da Zeki Oğuz’un farkla yönlerini ele alarak onunla olan hatıralarını aktardılar. Toplantı oldukça verimli geçti, yanı başımızda hayattayken değerini bilemediğimiz Zeki Oğuz’un aslında kim olduğunun altını kalın harflerle bir kez daha çizdiler. Merhum Oğuz’un yerelliği çoktan aştığını, ulusal bazda bir değerimiz olduğunu hatırlatırlarken de bu alanda yapılması gereken çalışmalar için de temennilerde ve önerilerde bulundular.
 
Salon doluydu, buna çok sevindim ama yerel yönetimlerden, şehrin kültür birimlerinden, kültür diye çırpındıklarını söyleyen kuruluşlardan, derneklerden en azından bir çiçek yollama nezaketini göstermelerini beklerdim. Kurucusu olduğu fotoğraf derneklerinin, yıllarca emek verdiği basın camiasından böyle bir jesti, bir vefa örneği olarak göstermesini beklerdim.
 
Böylesine önemli bir paneli düzenleyen Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Konya Şubesi’ne, panelistler; Prof. Dr. Ahmet Gögercin, Prof. Dr. Abdullah Harmancı, Doç. Dr. Muammer Ulutürk ve Şafak Çakır’a, şehir kültürü adına ne kadar teşekkür etsek az olacaktır.  
 
Umudumuz odur ki yitirdiğimiz diğer değerlerimizi de akademisyenlerimizin çok yönlü ele almasıyla hatta yitirmeden hatırlamanın yanında şehir kültür mirasının geleceğe taşınmasında da önemli rol almasına vesile olmasıdır. Hani şu kadar üniversitemiz var diye övünürken karşılığını da beklemek hakkımız olmalıdır.
 
Konya toprağında, Toroslarda adım adım gezen Zeki’nin yürüyüşü; edebi kişiliği ve eserleriyle geleceğe doğru sürüyor… eminim ki öbür tarafta da doğaya olan yürüyüşü sevgiyle devam ediyor…
 
Ruhun şad olsun sevgili Zeki, birlikte yürüdüğümüz yollar bir gün dile gelecektir…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

09 Mart, 2024

AKYOKUŞ ŞEYSİ


 

AKYOKUŞ ŞEYSİ
 
Bazen bir yemek, yemekten çok öte duygular çağrıştırır… Belleğinizde ne varsa yelken açar, size karşı, size rağmen savaşırcasına…
 
Mekânlar taşır geleceğe duygularımızı, onları yok ederseniz veya şeklini değiştirmeye kalkarsanız aslında değişenin, değişmekten öte yok ettiğinizin kendiniz olduğunun farkına varırsınız…
 
Varır mısınız?
 
Bir şiirimde /akyokuş’u aşk yokuşu yapmıştın/ yas yokuşu yapmak boynumun borcu/ demiştim… Benden önce davranmışlar! Üzerine şiirler söylediğimiz Akyokuş, gençlik heyecanlarımızın zirve mekânıydı…
 
Dahası, şaka gibi gelecek şimdi eğer bir Murat 124 alacaksanız ilk önce Akyokuş’a vurulur, çekişine bakılırdı… Öksüre öksüre çıkarken ne keyif alırdık... Şimdiki arabaların haberi bile olmuyor.


Şimdi şey demişler dilim varmıyor "Akyokuş Kasrı" demeye, Akyokuş şeysi… sanki Türkçe bir kelime bulamamış gibi… Aklıma geldi hani Kız Öğretmen Okulu'na dediğiniz gibi “Taş Bina” deseydiniz ya? Akyokuş’u, yeşil yokuş yapacaktık olmadı size “Taş Bina” verelim gibi oldu bu iş…



Bina, mimari olarak neyi yansıtıyor anlayamadım ama etrafına doğrusu güzel granitler, taşlar döşemişler, eskiden yeşil alan mı vardı? Taş bahçenin cam kenarlarından şehri Konya’yı izleyebilirsiniz; bir taştan bir başka taşlara… Yaz akşamlarının değişmez mekânlarından biri olacağı kesin bu taş bahçenin…
 
Yüreğimiz dökülüyor…
 
Binanın içi güzel tefriş edilmiş, şehir lüks bir restoran kazanmış. Girişte sizi görevli karşılayıp elinde telsizle yer durumunu soruyor… sanki kılığımıza bakar gibi geldi bana bu uygulama. Bir an bizi “goca gonduralı Gonyalıyız” diye almayacak sandım…  
 
Masalar oldukça düzenli, garsonlar kibar ve güler yüzlü, şehre özgün çok yemek bulabilirsiniz ve fiyatlar makul düzeyde… (Makul derken dışarıda yemek yemenin artık çok cesaret istediğini ve lüks olduğunu hepimiz öğrendik artık.)  Personel sayısının yetersiz olduğu göze çarpıyor, yemek olmasa da çay gelene kadar soğuyor.
 
Binanın pencereleri daha büyük yapılsaydı veya komple cam yapılsaydı, manzara duvarlarla kapatılmazdı diye aklıma şeytan getiriyor işte… Şehrin manzarasını eskiden daha iyi görüyorduk şimdi engellenmiş belki de taş binaları görmeyelim diye, olamaz mı?




 
Yemek paylaşmayı sevmem ama bu yazı bir restoran yazısı olunca… Tirit söyledim, çok zarif Selçuklu motiflerini ve çinilerini andıran bir tabakta geldi. Porsiyon biraz küçük gibi görünse de yeterli. Tereyağının kokusu alıp götürüyor sizi ama kullanılan dana eti biraz sertti… ben beğendim… (Şehirde çok daha güzellerini yapan lokantaların olduğunu da söylemeliyim.) Şimdi siz fiyatlarını da sorarsınız; tirit 300 TL, etli ekmek 160, fırın kebabı 275, bamya çorbası 140, ızgaralar 250-300 arası… su fiyatına çok takıldım; 1,5 litrelik su 25 TL ki tüm masalarda yarısı içilmiyor, israf… Çaylar da artık şirketten olsun…
 
Asıl sürprizi çıkışta yaşadım; otopark ücretliymiş 20 TL, bingo… birkaç yüz metre ilerde ücretsiz olanı da varmış… Otoparkın yetmeyeceği belli, lavaboların da… Bu arada rezervasyonsuz gitmeyin bence çünkü inanılmaz bir rağbet var. Sevindiğim şeylerin başında da otobüs seferleri konulması yani aracı olmayanlar da gidebilecek…   


Bu Akyokuş şeysi yapılırken ciddi bir yeşil alan tahribata uğramış. Aşağı taraflarda, eskiden piknik yaptığımız birkaç kameriye kalmış yine kullanılabilecek mi bilmiyorum… Burada yan yana iki bina var; biri sanırım nikah salonu olarak kullanılacakmış bu Akyokuş şeysinde…
 
Eski halini, hatıralarımızı hatırlamazsak güzel… Ah Konya, seni, anılarımızı unutalım diye sürekli değiştiriyorlar, bunun vebalini kim verecek? Anılarımız bir köşede ağlarken… yıldızları kucakladığımız günler çok gerilerde kaldı. Bir ışık seliyle, yüreklerimizde biriken yaşları gizlemeye çalışır gibi bakıyor şehre . 


 
Şimdi bize kalan galiba gitme vaktidir Konya… Hatıralarımızı toplayıp çekip gideceğimiz güne kadar sen hâlâ bizim ütopyalarımızda sevdiğimiz Konya’sın, Selçukya’sın…
 
Kaç kişi kaldıysak…
 
TAHİR SAKMAN
 

  

03 Mart, 2024

MASALLAR


 

MASALLAR


bir şiir düşer bir gün yorgun düş yağmurlarına
yeşermez olmuştur umutların her şey geçtir
kalem yazmak istemez kırgındır uçları
heyecan dinmiş aşk bitmiştir
 
kendine aldanırsın hazırsın zaten kandırırsın
bir kez daha dünlerle yarınları inanmasan da
kırılan kalbin olsa kolaydı belki ama ya sevdan
yaşamın boşluğuna düşmüş gibi kalırsın
 
yapayalnız çabalarsın ellerin kısa kalır
yetişemezsin hızına dünyanın ayakların sessiz
kelepçeler sular beynini yaktığın yılların acısı
çökme zamanıdır bir köşede ağlar gibi masallar
 
azat edince ömrünü
işte budur senden geriye kalacaklar
 
TAHİR SAKMAN
 
 

01 Mart, 2024

TALEP ENFLASYONU

 

TALEP ENFLASYONU
 
 İzlemekten asla usanmadık…
 
Biz bu filmi daha kaç kez izleyeceğiz? Osmanlı diye diye Osmanlı’nın son dönemlerine döndük sanki… Dağ gibi yığılan dış borçlar, hayat pahalılığı…
 
Bir de talep enflasyonu varmış yeni öğrendim:
 
Bugün yarından ucuz diye ihtiyacın olan veya olmayan şeyleri ikişer ikişer almak diye özetliyorlar… Peyniri biraz ucuz mu gördün hemen bir kilo daha al, tuvalet kağıdında indirim varmış iki paket al… Sabun, deterjan al, al… Nasılsa yarın daha pahalı olacak…
 
Arz talep dengesi zaten kısıtlı olan üretimi daha da yetersiz hale getiriyor. AVM’ler de bunu körüklüyor. “Fırsat, kaçırma, al hemen al, üç daha al, beş daha al…”
 
Oysa biraz daha dengeli alışveriş yapsak, bazı şeylerden fedakârlık yapsak en azından bu sayede vurgun yapanların önünü kesebiliriz belki…
 
Piyasa tamamen kontrol dışı, ipin ucu kaçmış durumda sadece gıdada değil her sektörde yaşanan bu… tamamen insafına kalıyorsunuz; herkes birbirine bakıp zam yapıyor. Döşemeci; kaportacıya gittim azıcık bir yeri düzeltti bin lira istedi diyor kendi işçiliğine zam yapıyor. Tesisatçı evinizin muhitine göre işçiliğine değer biçiyor. 
 
Emlak piyasasını ise hiç sormayın… Tam bir facia tam bir spekülasyon merkezi… Emlakçılar mı yoksa mülk sahipleri mi, fiyatları katlayıveriyorlar…
 
Ucuz ekmek kuyruğundakiler… Yüzde bilmem kaç büyümüşüz! Etiketlere bakınca anlıyoruz kimlerin büyüdüğünü…
 
Kuyruklar büyüdükçe; sosyal adalet, adil paylaşım gibi kavramlar küçülüyor. Yoktu böyle şeyler, bugün gördüm bir lokanta askıda yemek yazısı asmış… Şimdi sevinelim mi insanımız ne kadar yardımsever diye yoksa insanımız neden temel yaşam standartlarını karşılayamıyor diye üzülelim mi?
 
Ramazan yakın; şimdi adını bereket paketi koymuşlar, iki paket makarna, bir kilo ayçiçeği yağı, ucuzundan biraz pirinç, şeker vs… Bunları dağıtıp vicdanımızı rahatlatacağız ve bizler de ne kadar iyiliksever olduğunuz için size minnettar kalacağız…
 
Öyle mi?
 
TAHİR SAKMAN  
 
 

 

27 Şubat, 2024

HERKES HER ŞEYİ HERKESTEN BEKLİYOR!

Atatürk. vatan toprağına bağdaş kurmuş otururken vatan türküleri söylüyor...

 

HERKES HER ŞEYİ HERKESTEN BEKLİYOR!
 
Asla kendimizin de bir şeyler yapması gerektiği aklımıza gelmiyor; sürekli bir şeyleri eleştiriyoruz ama önce kendimize dönüp bakmayı bir türlü akıl edemiyoruz. Sosyal medya bunun binlerce örneğini her gün yayımlıyor.
 
Kimimiz entelektüel havalarındayız kimimiz malumatfuruşluk yapıyoruz ama elimizi taşın altına sokmamız gerektiği gerçeğini hep görmezden geliyoruz. Oysa hayat kalemşorluğun çok ötesinde başlıyor.
 
Toplumun en örgütsüz kesimi Atatürkçülerdir. Yıllarca devlete sırtını dayamanın getirdiği bir rehavettir bu… Yıllar içinde kadroların büyük ölçüde değişmesi, Atatürkçülerin de örgütlenmesinin ve en başta da karşı devrim hayali içinde olanlara karşı da fikri anlamda ses yükseltilmesinin zamanı çoktan gelmiştir.
 
Gün geçmiyor ki bize vatan emanet eden Ulu Önder’e edepsizce bir saldırı olmasın… cesaretlerinin kaynağında eğer ihanet yoksa cehalet vardır, yanlış dinî algılamalar vardır. Anadolu İslam’ına hiç uymayan yorumlar, selefi akımların güçlenmesini sağlamıştır. Anadolu aydınlanmasını gerçekleştiren ve gerçekte de gerçek dinî özgürlüğü sağlayan Ulu Önder’e hadsizce saldırmaları bu nedenle gayet normaldir. Normal olmayan; bunlara yeterince tepki verilmemesi ve gerçeğin anlatılmamasıdır.
 
Coğrafyamız dünya için büyük önem taşırken, emperyaller, Atatürk’ten yedikleri tekmeleri unutmamışlardır ve hâlâ kuyruk acıları vardır. Kuvayı Milliye ruhunu ve Türk devrimlerini tarihe gömmek istemeleri bundandır. Anadolu işgal altındayken, işgalci güçler lehine fetva verip işbirlikçi rolüne soyunanlardan çok da bir farkı yoktur; günümüzde Atatürk’e saldırmayı marifet sananların…
 
Hepimiz susuyoruz ve hepimiz herkesten bir şeyler bekliyoruz…
 
Atatürk’ü anlatmak için ne yaptık bugüne kadar? Hangi köye gidip anlattık? Çarşıda, pazarda hangi esnafın kapısını çaldık?
 
Atatürkçülük; balolarda, entel sofralarda konuşmak değildir! Paranızın gücüyle veya bilgi dağarcığınızın yüklü olmasıyla halka tepeden bakmak hiç değildir! Atatürkçülük, halkın yanında olmaktır…
 
Otel lobilerinde, şıkır şıkır giyinip, takıp takıştırıp Atatürk posterleri altında fotoğraf çektirmek hiç değildir; Atatürkçülük, halkın içinde olmaktır; çünkü Anadolu’nun bağrından çıkmıştır hem de yedi düvele rağmen… hatta bize rağmen…
 
Atatürk’ü yeterince anlatamamanın vebali hepimizin boynundadır. Eğer çocuklarımıza; siyasallaştırılmış, özünden uzaklaştırılmış dinî bir anlayışın boyunduruğu altında, emperyal güçlerin istilasına açık bir ülke bırakmak istemiyorsak, Atatürk’ü doğru anlatmalıyız…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

26 Şubat, 2024

TAŞ BİNA


 

TAŞ BİNA
 
Duyarlı birkaç kişi yazdı, diğer duyarlı kişiler de nasılsa bir şeyin değişmeyeceğini bilerek yazmadılar sanırım… değilse... kültür denildiği zaman hop oturup hop kalkanların hiç seslerinin çıkmamasını buna bağlıyorum.
 
Yerel basında Yenigün gazetesinin Şehrin Hafızası isimli ekinde konuya bir sayı ayrıldı ama nedense onu da hiç kimse duymadı, görmedi… Konu belediye olunca akan sular duruyor… Konuyu görüşmek için gidenler olduysa da bir yemekle tatlıya bağlandı, unutuldu gitti…
 
Aslında ben de boş vermiştim ki karşıma böyle bir afiş çıkıverdi: “Taş Bina ile Konya tarihinin ve kültürünün tanıtımına güç kattık…”
 
Sanki sıradan bir taş binayı alıp restore ettik ve kültürün hizmetine verdik der gibi…  
 
Bahsettiğiniz bina Kız Muallimat Mektebi, ülke aydınlanmasına katkıda bulunmuş binlerce öğretmen yetiştirmiş bir kurum… Taş Fırın değil…
 
Bir dönem rektörlük binası olarak kullanıldı sonra yenilemeye tabi tutuldu ve çok da güzel oldu. Bir katı Belediye Başkanına makam yapıldı, eyvallah sorun yok, sorun isimlendirmede; Taş Bina…
 
Öğretmen okuluna Taş Bina ismini yakıştırıp sonra kültürün hizmetine mi sundunuz?
 
Vah ki vah…  Taş Bina…
 
TAHİR SAKMAN
 

23 Şubat, 2024

HERKES HERKESE YALAN SÖYLÜYOR!

 

HERKES HERKESE YALAN SÖYLÜYOR!
 
Nasıl bir akıl tutulması yaşıyorsak; her şeyi görüyoruz ama kılımızı bile kıpırdatmıyoruz…
 
Herkes bir ikbal peşinde…
 
İnci Taneleri dizisinde Yılmaz Erdoğan “Herkes, herkese yalan söylüyor” diyor ya tam da böyle; herkes, herkese yalan söylüyor. Doğrularla yalanları birbirine karıştırıp kendimizi avutmaya çalışıyoruz.
 
Hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı ayyuka çıkmış… nereyi tutsanız elinizde kalıyor; cemaat, vakıf, tarikat… Şeyhler, hacılar, hocalar… şimdi verilerimiz vakıflara verilecekmiş? Niye?
 
Dinin de özüyle kimse ilgilenmiyor; tek ilgilendikleri, ben namaz kılıyorsam, herkes kılacak… Ben Müslümansam herkes Müslüman olacak… Anladıklarımız da dayatmalardan ibaret… ya çarşı, pazardaki alışveriş ahlakı? O zaman işler değişiyor… kazıklamak serbest, bir zam geldiyse beş zam yapmak borcumuz… Ticaret diyorlar, pazarlık sünnet deyip yaptıkları orantısız zamlara da inandıklarını söyledikleri peygamberi de alet ediyorlar.
 
Yalanlarınızı, kazıklarınızı, iki yüzlülüklerinizi Allah görmüyor mu? Ya inanmıyorsunuz ya da inanmış görünüp malı götürüyorsunuz?
 
Ramazan’a az kaldı fiyatları iyi gözleyin… etiket değiştirenlere dikkat edin. Gerçi etseniz ne olacak ki?
 
Atatürk’e ve silah arkadaşlarına yani bir ulusu ayağa kaldırıp dünyadaki tüm sömürge ülkelere örnek olan bir lidere bile aleni… dilim varmıyor gerisini yazmaya… Dünyada bir başka örneği yoktur sanırım; ülkenin kurucu kadrolarına laf söylemek…
 
Hepimiz birbirimize bakıp bir yerlerden medet umuyoruz… Atatürkçü kuruluşlar, Tatlısu Atatürkçülüğü yapmaktan öteye geçemiyorlar. Atatürk’ün partisi bile sesini yeterince yükseltebilmiş değil…
 
Cumhuriyet Balosu düzenlemek Atatürkçülük değildir; Atatürkçülük, gençlere Atatürk’ü anlatmakla başlamalıdır. Bir köyün sofrasına oturup Atatürk’ü anlatabildik mi? Sanayideki çıraklara, işsizlere, ev hanımlarına? Eğer Atatürk’ü ve devrimlerin özünü anlatabilseydik bunların hiçbiri böyle konuşamayacaktı…
 
Herkes, herkese yalan söylüyor… Kendimizi kandırmaya devam mı? Hem şikâyet et hem oy ver… devam, devam…
 
TAHİR SAKMAN

21 Şubat, 2024

VATAN TOPRAĞINI EZMEK

 VATAN TOPRAĞINI EZMEK


Biliyorum madeni buldunuz… kazan kazana… yüreğimizi kazıyorsunuz; dağlarımız, ormanlarımız delik deşik; eline kazmayı, küreği alan bir yerleri eşelemekle meşgul…


Vatan sadece düşman çizmesiyle ezilmez, kazmayla, kürekle, baltayla da ezilir… ne kârlı bir iştir hem para kazanacaksın hem yok edeceksin…


Dünya standartlarında, doğayı yok etmeden elbette maden arayabilir, çıkarabilirsiniz ama… dünyanın terk ettiği vahşi yöntemlerle, maden arayacağım diyerek doğayı yok etmek de neyin nesi?


İliç’teki facia olmasaydı şurada yanı başımızda Konya’ya 40 km mesafede İnlice’deki altın madeninden haberimiz olmayacaktı; CHP Konya Milletvekili Barış Bektaş’ın Meclis konuşmasıyla haberimiz oldu.


Çayırbağı’na giderken görmüşsünüzdür; belediyenin astığı ve üzerinde “su koruma havzası” yazılı olan tabelaları… Su koruma havzalarına bu kadar yakın bir alanda altın aramak ne kadar doğrudur?


Şehrin meslek odalarının, maden mühendislerinin, jeologların, ilgili kuruluşların konuyla ilgili bir açıklamaları bildiğim kadarıyla yok. Ya basın, hani havalarından yanlarına yaklaşılmayanlardan bir ses duydunuz mu?


Bu şehirde yok mu bir Allah’ın kulu?


Sizler, bizler sustukça ve haberimiz yoktu dedikçe yüreğimizi kazmaya devam edecekler…


TAHİR SAKMAN

17 Şubat, 2024

SİYANÜR YAĞMURLARI ALTINDA DEMLENMEK


 

SİYANÜR YAĞMURLARI ALTINDA DEMLENMEK
 
“Şarkın insanı; yürümeden diz çökmeyi öğrenir…” Bir yerlerde okumuştum bu sözü birden hatırlayıverdim…
 
Nasıl hatırlamam ki; ülkemde olan işlere bakıp… çevre talanı, rant talanı ve tüm bunları rahatça yapabilmek için düzenlenen geziler ve kanan insanlar… sonra çıkıp ahlar, vahlar… tabii ki bütün bunlardan ders almıyoruz, yenilerine davetiye çıkarıyoruz. Ülkem, yağma Hasan’ın böreğine dönmüş… herkes bir ucundan yeme peşinde…
 
Her şey kader, her şey Allah’tan geldi… ne kolay bir kaçış yolu… Şeyhinize sorun, Mehdi’niz yoksa bir Mehdi edinin… Birilerinin servetinin hesabı yok, birileri açlık sınırının altında… Açlık sınırında yaşayanlar, servetine servet katanların peşinde, yalın ayak baş kabak koşturmakla meşgul…  Ne kolaydır; ezan susmaz, bayrak inmez demek… Sanırım böyle diye diye ezanı da bayrağı da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız… kalacağız bile fazla sanki bu cümlede…

Hani cehennemlik dediğimiz insanlar var ya, onlar uzayda güneş ışınlarını toplamışlar ve elektrik üretip kablosuz dünyaya ışınlamışlar… Olsun, bizim, Mehdi’miz, Mehdilerimiz var!

 
Küçük yaşlarda başlarız itaat etmeyi öğrenmeye… büyüyünce de çok şey değişmez; “ulul emre itaat” sürer… her türlü sorma, sorgulama yerine bize bunlar öğretilir, öğren(e)meyenler ise bir ömür didinir ama nafile, çok şey değişmez…
 
“İtaat et rahat et…” bir sihirli cümledir… sanki bir gün, sıra sana da gelir, itaat ettirirsin gibi gizli anlamlar içerir…
 
Dağlarımız, taşlarımız, ormanlarımız… Şehrin dibinde İnlice’de altın madeni varmış, hiçbirimizin haberi yok. Bir aktivistimiz de yok ki dirensin… hoş dirensen ne çıkar ki ya hain olursun ya ülkenin gelişmesine karşıdır damgasını yersin.
 
Sonra bir yerlerde Çernobil gibi patlar… hoş, bize ne gam, nasılsa karşımıza geçip bir çay içen elbette bulunur bu ülkede…
 
Bize de demlenmek kalır; siyanür yağmurları altında…
 
TAHİR SAKMAN
 

14 Şubat, 2024

İLK STAND-UPLAR KONYA OTURAKLARINDA MIYDI? (MAYMATÇI GILİS VE DİĞERLERİ)


 

 

İLK STAND-UPLAR KONYA OTURAKLARINDA MIYDI? (MAYMATÇI GILİS)
 
Bu isim karşıma ilk çıktığında “Dünden Bugüne Konya Oturakları” isimli kitabı hazırlıyordum. Fuat (Önder) abi bahsetmişti ve söz konusu kitapta yayımlamıştım.
 
Fuat Önder, yeni nesil pek bilmese de eski dostlar çok iyi bilirler; 19 Mayıs İlkokulu’nun müdürüydü ve aynı zamanda folklor uzmanıdır. Fuat abiyle ilgili bir gün geniş bir yazı yazmalıyım.
 
Konya oturaklarıyla ilgili araştırmalarım sırasında kent merkezindeki oturaklarla kırsal kesimdeki oturakların arasındaki farklılıkları görmüş ve ayırma ihtiyacı hissetmiştim. Şehirde yaşayan kent soyluların eğitim, kültür ve hayata bakış açıları doğal olarak daha farklı olduğu için elbette ki kent merkezindeki oturaklarla, kırsal kesim oturakları arasında farklılıklar olması doğaldır.
 
Merkez oturaklarında eğitim ve kültür seviyesi yüksek hatta yaş olarak da daha dingin yaşlardaki insanların oturakları daha sakin ve daha kültür ağırlıklı olacağı aşikardır. Merhum babam Mazhar Sakman’ın bana aktardıklarına göre “büyüklerin yanında değil içki sigara bile içilmemektedir” ayrıca oyuncu kadınlara “kimse kaşını kaldırıp bakmamaktadır.” Erkeklerin oynaması da çok hoş karşılanmamaktadır.
 
Kırsal kesimdeki oturaklarda ise gençlerin yoğun olması nedeniyle olsa gerektir ki oyunlar oynanmaktadır. Hatta merkezde olmayan veya çok nadir olan taklit vs. gibi faaliyetler “hafiflik” olarak görülmüştür.




 
Maymatçı Gılis’in asıl ismi Süleyman Erol’dur ve İsmil oturaklarını yaşadığı dönemde şenlendirmiş, İsmil’in Nasreddin Hocası olarak görülmüştür. Gılis ile ilgili geniş bilgi Murat Yaylacı kardeşimizin hazırlamış olduğu “Hatırda Kalanlar İsmil” isimli kitapta mevcuttur. Kitap Dünyası tarafından yayımlanan kitabın ikinci baskısı satışa sunulmuştur.




Bu tür kitapları bendeniz yerel tarih veya kişisel tarih açısından çok önemsiyorum. İsmil’in sosyal yaşantısından örnekler sunan kitap önemli bir kaynak olmalıdır. Esasen Ova köyleri Konya oturakları açısından da önemlidir. Geçmiş dönemlerde, şehirden köylere gelin verildiği günlerde, Ova köylerinin zenginliği dillere destandır ve tabii ki de oturakları… Günlerce düzenlenen bu oturakların maddi açıdan da oldukça külfetli olacağı bellidir. İsmil, Karakaya, Sakyatan, Çumra, Obruk gibi yerler, oturaklara ev sahipliği yaparken zenginliklerini de sergilemişlerdir.





 
Gerek Murat Yaylacı ve gerekse İbrahim Küçükdoğru dostlarımızın verdiği bilgiler ışığında Maymatçı, yörede güldüren, komik işler yapan, yani bir anlamda şovmen insanlara verilen bir isimdir. Maymatçı, haybatçı sözünün galat hali de olabilir ki haybatçı; abartan, kuru gürültücü anlamlarında kullanılmaktadır. Gılis ise kökeni ile ilgili olabilir; çünkü ailesi Kilistra’dan buraya göç etmiştir. Konya’da, Kilistra’ya Gilisıra denilmektedir. Buradan yola çıkarak Gilisıralı’nın zamanla Gılis’e dönmüş olması muhtemeldir.
 
İsmil’de düzenlenen oturaklarda kaşık çalmasının yanı sıra sesinin güzelliğinden dolayı da türküler okumaktadır. Murat Yaylacı, Gılis ile ilgili olarak Youtube iki paylaşım yapmıştır, yerel kültüre sahip çıkmasından dolayı İbrahim Küçükdoğru ile birlikte kendisine Konya kültürü adına teşekkür ederim.
 
Henüz stand-up kelimesinin bile hayatımıza girmediği yıllarda Konya oturaklarında şov yapılması, ilk stan-upların Konya oturaklarında yapıldığına dair bir ip ucu olabilir diye düşünüyorum. Çumra’da Corruk lakaplı bir insanımızın da oturaklarda şov yapması bize bunu düşündürmektedir. Ayrıca Mazhar Sakman’dan dinlemiştim; yerel kanun sanatçılarımızdan Veli Ağa’nın cebinde ne ararsanız bulunurmuş. Yaz kış çıkarmadığı avcı yeleğinin ceplerinde firketeden tutunuz, hanımların kullandığı saç tokalarına kadar sanki bir aktar dükkânı gibi çeşit çeşit… Bir punduna getirip Veli Ağa’yı gençlerin yatırıp ceplerini boşaltıp güldükleri bize aktarılanlar arasındadır.
 
Son döneme damgasını vurmuş olan Ahmet Özdemir, müzisyen kimliğinin yanı sıra müthiş bir şovmendir. Yaptıkları şakalar, taklitler şehrin hafızasında daha çok tazedir. Unutulmazlar arasına ismini yazdırdığı süreçte, oturaklarda yükselen ünü daha sonra düğünlere ve televizyonlara kadar uzanırken tüm ülkenin tanıdığı müzisyen ve şovmen olarak hafızalarımıza kazınmıştır.
 
Bu tür eğlenceler Konya oturaklarının da bir başka yönüne işaret ederken ilk stand-upların oturaklarda başladığı yönündeki düşüncelerimizi de güçlendirmektedir.
 
TAHİR SAKMAN
 
 

13 Şubat, 2024

İKİ KAYIT BİR HATIRA

 

Mazhar Sakman, Çuhacıoğlu Peşrevi-Sandıklı dinlemek için tıklayınız...

Mazhar Sakman, Bülbül-Çubuk benim tel benim dinlemek için tıklayınız...


Mazhar Sakman ve Abidin Özlüoğlu birlikte...


İKİ KAYIT BİR HATIRA
 
Geçtiğimiz günlerde iki tane ses kaydı yolladı İsmilli dostlardan İbrahim Küçükdoğru… Anlattığına göre kayıtlar 1976 yılında İsmil’de düzenlenen bir Konya oturağında yapılmış. İbrahim Bey’in babası tarafından yapılan bu kayıtların bana ulaşan ilkinde Çuhacıoğlu Peşrevi ile Sandıklı türküleri yer alırken, ikinci kayıtta sözleri Âşık Şem’i’ye ait olan “Bülbül” koşması ile “Çubuk benim tel benim” isimli türkü yer alıyor. Belirtilen tarihte Mazhar Sakman 66 yaşındadır. Kaydı dinlerken bunu göz önünde bulundurursak, Koca Usta’nın performansı hakkında da fikir sahibi olmuş oluruz.
 
Çuhacıoğlu Peşrevi klasik anlamda bir peşrev olmamasına rağmen bu isimle anılmış ve Konya oturaklarına bir girizgâh ve vokal enstrümantal başlangıç müziği olarak, Konya oturaklarının günümüzdeki uzantısı olan barana gecelerinde de yaşatılmaktadır. Bu gelenek asırlardır hiç değişmemiştir. Peşrevin notasını yazan Sakman, 11 Mart 1963 tarihinde Konya’da, Şehir Postası gazetesinde yayımlamıştır.




 
Kayıtta, Bülbül türküsünün sözleri çok net anlaşılmasa da biliyoruz ki Mazhar Sakman bu türküyü Şem’i'nin sözleriyle okumaktadır. Bülbül’ü, Konyalıların pek de alışık olmadığı sözlerle okurken merhum babam Mazhar Sakman ona cümbüşle merhum Abidin Özlüoğlu eşlik ediyor.  Menteşeli türküsünü yaktığı söylenen Alim Hoca’nın torunu olan Abidin amca bizim Sarıyakup’taki bağ evimizde de komşuydu. Çiçekçi Camisi’nden Mengeneye doğru döndüğünüz zaman İlyas’ın Kavakları'na varmadan yani Mengene Caddesi’ne çıkmadan sol taraftaki kerpiç, bahçeli bir evde otururdu. Aynı zamanda askerlikte de bandoda birlikte çalan bu iki arkadaş sonraki yıllarda da uzun zaman birlikte çalmışlardır. Avcının Mevlüt ile birlikte bir ekip oluşturmuşlar ve Konya oturaklarının vazgeçilmez sesleri olmuşlardır.
 
Abidin amca iki dizinin üstünde oturur ve saatlerce yerinden kıpırdamaz bir derviş teslimiyetiyle, Konya türkülerinin coşkun nağmelerine ayak uydurup oturduğu yerde Konya tabiriyle uğunurdu.
 
Bülbül türküsünün sözlerini babam ısrarla Âşık Şem’i’nin sözleriyle okurdu ve aslının böyle olduğunda ısrar ederdi. Konya’nın en önemli âşıklarından olan Âşık Şem’i’nin ölmeden önce son olarak bu koşmayı söylediğini anlatırdı babam Mazhar Sakman. Günümüzde okunan Bülbül’ün babamın okuduğu Bülbül ile uzaktan yakından alakasının olmadığını da söylemeliyim. Sözleri arasında her ne kadar Şem’i’ye ait olan birkaç mısraı barındırsa da kelimelerin galat hâli hemen göze çarpmaktadır. Bu koşma, Mazhar Sakman’ın okuduğu haliyle şöyle:
 
BÜLBÜLDEN BİR NİDA GELDİ GÜLLERE (BÜLBÜL)
 
(Hey hey) Bülbülden bir nida geldi güllere (hey hey)
                 Sefasın sürmeden geçti gidiyor (a bülbül bülbül bülbül hey)
                 Üftâdeler yalın ayak yollara (hey hey)
                Ağlayı ağlayı düştü gidiyor (a bülbül bülbül bülbül hey)
 
(Hey hey) Bahar eyyamında bülbül sesinden (hey hey)
     Çıkarmış perçemin fino fesinden (a bülbül bülbül bülbül hey)
                 Eyvah gönül kuşu can kafesinden (hey hey)
                 Pervaz edip uçtu uçtu gidiyor (a bülbül bülbül bülbül hey)
 
(Hey hey) Yiğitlik bâbında beysin paşasın (hey hey)
                 Mevlâm ömür virsin binler yaşasın (a bülbül bülbül bülbül hey)
                Gelin ey bi-vefâ helâllaşasın (hey hey)
                Şem’i ecel câmın içti gidiyor (a bülbül bülbül bülbül hey)
 
1783-1839 yılları arasında şehrimizde yaşayan ünlü Âşık Şem’i, yaşadığı yıllarda büyük üne kavuşmuş; muamma düzme ve çözmede büyük hünere sahip bir âşığımızdır. Döneminde bütün âşıkları mat etmiş ve padişah III. Selim’in huzurunda saz çalıp, şiir okuma mutluluğuna da erişmiş ve ihsan olarak kendisine Konya Subaşılığı verilmiştir. Bu yönüyle de şehrin ilk belediye başkanlarındandır. Mezarı Mevlâna Müzesi’nin yan tarafındadır.
 
“Erenler dünyaya gelmezden önce/ Bir ezan okundu sadası nerde” diye başlayan muammasını hiçbir âşığın çözemediği Şem’i’nin talebesi olan Silleli Sururi de divan şairleri arasındaki yerini almıştır.
 
Türkünün notası Mazhar Sakman tarafından yazılarak Konya’da, 30 Mart 1963 tarihinde Şehir Postası gazetesinde yayımlanmıştır.




 
Bana aktarılan bilgiler, İsmil’deki oturakta; o gün, Feyzi Halıcı, üst düzey askerler, mülki erkândan ve eşraftan kimseler olduğu şeklindedir ve ayrıca oturakta dört tane de hanım olduğundan söz edilmiştir. O yıllarda ismi çok duyulan “Maymatçı Gılis” lakaplı Süleyman Erol da kaşıkla eşlik etmektedir.
 
Bende babamın 100’e yakın türkünün ses kaydı var, teknik sorunları çözebilirsen tüm bu türkülerin kayıtlarını ve türküler hakkında naçizane bilgilerimi zaman zaman yayımlamayı düşünüyorum. Bu sayede türkülerimizin sesi geleceğe uzanan bir yolda, ecdadın bize bıraktığı en büyük mirası olarak yaşamaya devam etmesine küçük bir katkımın olacağını umuyorum.  
 
TAHİR SAKMAN