AKYOKUŞ ŞEYSİ
Bazen bir yemek, yemekten
çok öte duygular çağrıştırır… Belleğinizde ne varsa yelken açar, size karşı, size
rağmen savaşırcasına…
Mekânlar taşır geleceğe
duygularımızı, onları yok ederseniz veya şeklini değiştirmeye kalkarsanız
aslında değişenin, değişmekten öte yok ettiğinizin kendiniz olduğunun farkına
varırsınız…
Varır mısınız?
Bir şiirimde /akyokuş’u
aşk yokuşu yapmıştın/ yas yokuşu yapmak boynumun borcu/ demiştim… Benden önce davranmışlar! Üzerine şiirler söylediğimiz Akyokuş, gençlik heyecanlarımızın zirve mekânıydı…
Dahası, şaka gibi gelecek
şimdi eğer bir Murat 124 alacaksanız ilk önce Akyokuş’a vurulur, çekişine
bakılırdı… Öksüre öksüre çıkarken ne keyif alırdık... Şimdiki arabaların haberi
bile olmuyor.
Şimdi şey demişler dilim varmıyor "Akyokuş Kasrı" demeye, Akyokuş şeysi… sanki Türkçe bir kelime bulamamış gibi… Aklıma geldi hani Kız Öğretmen Okulu'na dediğiniz gibi “Taş Bina” deseydiniz ya? Akyokuş’u, yeşil yokuş yapacaktık olmadı size “Taş Bina” verelim gibi oldu bu iş…
Bina, mimari olarak neyi
yansıtıyor anlayamadım ama etrafına doğrusu güzel granitler, taşlar döşemişler,
eskiden yeşil alan mı vardı? Taş bahçenin cam kenarlarından şehri Konya’yı izleyebilirsiniz;
bir taştan bir başka taşlara… Yaz akşamlarının değişmez mekânlarından biri
olacağı kesin bu taş bahçenin…
Yüreğimiz dökülüyor…
Binanın içi güzel tefriş
edilmiş, şehir lüks bir restoran kazanmış. Girişte sizi görevli karşılayıp
elinde telsizle yer durumunu soruyor… sanki kılığımıza bakar gibi geldi bana bu
uygulama. Bir an bizi “goca gonduralı Gonyalıyız” diye almayacak sandım…
Masalar oldukça düzenli,
garsonlar kibar ve güler yüzlü, şehre özgün çok yemek bulabilirsiniz ve
fiyatlar makul düzeyde… (Makul derken dışarıda yemek yemenin artık çok cesaret
istediğini ve lüks olduğunu hepimiz öğrendik artık.) Personel sayısının yetersiz olduğu göze
çarpıyor, yemek olmasa da çay gelene kadar soğuyor.
Binanın pencereleri daha
büyük yapılsaydı veya komple cam yapılsaydı, manzara duvarlarla kapatılmazdı
diye aklıma şeytan getiriyor işte… Şehrin manzarasını eskiden daha iyi görüyorduk
şimdi engellenmiş belki de taş binaları görmeyelim diye, olamaz mı?
Yemek paylaşmayı sevmem
ama bu yazı bir restoran yazısı olunca… Tirit söyledim, çok zarif Selçuklu
motiflerini ve çinilerini andıran bir tabakta geldi. Porsiyon biraz küçük gibi
görünse de yeterli. Tereyağının kokusu alıp götürüyor sizi ama kullanılan dana
eti biraz sertti… ben beğendim… (Şehirde çok daha güzellerini yapan lokantaların
olduğunu da söylemeliyim.) Şimdi siz fiyatlarını da sorarsınız; tirit 300 TL,
etli ekmek 160, fırın kebabı 275, bamya çorbası 140, ızgaralar 250-300 arası… su fiyatına çok
takıldım; 1,5 litrelik su 25 TL ki tüm masalarda yarısı içilmiyor, israf… Çaylar
da artık şirketten olsun…
Asıl sürprizi çıkışta
yaşadım; otopark ücretliymiş 20 TL, bingo… birkaç yüz metre ilerde ücretsiz
olanı da varmış… Otoparkın yetmeyeceği belli, lavaboların da… Bu arada
rezervasyonsuz gitmeyin bence çünkü inanılmaz bir rağbet var. Sevindiğim şeylerin
başında da otobüs seferleri konulması yani aracı olmayanlar da gidebilecek…
Bu Akyokuş şeysi
yapılırken ciddi bir yeşil alan tahribata uğramış. Aşağı taraflarda, eskiden
piknik yaptığımız birkaç kameriye kalmış yine kullanılabilecek mi bilmiyorum… Burada
yan yana iki bina var; biri sanırım nikah salonu olarak kullanılacakmış bu
Akyokuş şeysinde…
Eski halini,
hatıralarımızı hatırlamazsak güzel… Ah Konya, seni, anılarımızı unutalım diye
sürekli değiştiriyorlar, bunun vebalini kim verecek? Anılarımız bir köşede
ağlarken… yıldızları kucakladığımız günler çok gerilerde kaldı. Bir ışık seliyle, yüreklerimizde
biriken yaşları gizlemeye çalışır gibi bakıyor şehre .
Şimdi bize kalan galiba
gitme vaktidir Konya… Hatıralarımızı toplayıp çekip gideceğimiz güne kadar sen hâlâ
bizim ütopyalarımızda sevdiğimiz Konya’sın, Selçukya’sın…
Kaç kişi kaldıysak…
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.