YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

30 Nisan, 2023

HAYATI SEVGİYLE BOYAMAK


 "Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur" sözünün canlı bir örneğidir; kız kardeşim Vesile Sakman Güzeloğlu...

İçinde yıllar yılı biriken fırtınaları şimdi tuvale dökmekle meşgul. Ailemizde müzisyenler, şairler vardı, şimdi de bağrından bir ressam çıkarmakla onurlanıyor.


Vesile, Ticaret Lisesi mezunudur tıpkı abim Vedat Sakman gibi o da ticaret okumuştur ama abim müziğin efsunlu dünyasında yürümeyi seçmiştir. Liseden sonra kendi branşında üniversite okuyan kız kardeşim de muhasebeci olarak bir müddet çalışmış sonra ev hanımlığını tercih etmişti ki...

Önce Konya Büyükşehir Belediyesi'nin KOMEK meslek edindirme kurslarının resim bölümüne gitmiş, içindeki o için için yanan alevi uyandırmayı başarmıştır. Kurslarda yeteneği ortaya çıkan kardeşim, önceleri kendi çapında eserler üretmeye devam etmiş, sonraları bu yetmemiştir; tüm sanatçılar gibi o da sanatın ve tabii ki hayatın kulvarında yürürken kendince yorumlar getirmeye başlamış ve bunun yetmediğini görerek, cesur bir kararla ilerleyen yaşına rağmen sınavlara girmiş ve Konya Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ni kazanarak kendini resme ve sanata adamanın kıvancını yaşamıştır.

Şimdilerde fakülteyi bitirmek için koşarken ortaya koyduğu eserlerle kendini kanıtlamayı başarmıştır. Tabii ki bu çok zorlu bir süreçtir; sanatın sonsuz kulvarı sürekli kendini yenilemeyi ve kendi sesini oluşturarak özgün eserler vermeyi gerektirir; kız kardeşim Vesile bunun bilincindedir ve sürekli kendini yenilemenin uğraşını vermektedir. Üniversitedeki hocalarının rehberliğinde ciddi bir eğitimden geçmiş ve onların övgülerine mazhar olmuştur.

Ailemizin çalkantılı yaşantısından, tüm kardeşler gibi o da nasibini almıştır. Belki de bu durum onun sanatını ortaya çıkarmasına ve yeni ufuklar açmasına en büyük etkendir. Kendi renklerini oluştururken, o dönemlerden kalan hatıraların benliğinden yansıması gibidir resimleri. "Hatıralar" ismini verdiği çalışması bunu apaçık göstermektedir.

Sarıyakup Caddesi'nde geçen ilk çocukluk döneminden kalan izleri başarılı bir şekilde yansıtmayı başarmıştır.

Babamın sazı, evdeki baş köşede olan döneminin en yaygın iletişim aracı olan radyo, evimizde hiç eksik olmayan Sille testisi, evimizin her duvarında kendisine yer bulan duvar saati... babamın ve bendenizin sanatın engin kulvarında yürürken saat tamirciliği yaparak hayatımızı  kazandığımızı da eklemeliyim.  Vedat abimin de mekanik saatleri tamir edecek seviyede  el becerisi vardır. Babamın sadece sanatçı yönü değil zanaatkâr yönü de bizlere geçmiştir.

Resimdeki halının, babaannem Vesile Hanım'dan (kız kardeşimin isminin kimden geldiğinini de bu vesileyle açıklamış oldum) kalan halının desenleri olduğu şeklinde bende çağrışımlar yaparken, piyanonun siyah beyaz tuşları hayatın dengesini, somut olanı soyut çizgilerle başarılı bir şekilde aktarıyor.

Bu arada belki de Konya'nın ilk piyanosunun babaannemin Akbaş Mahallesi'ndeki evinde çürüyüp gittiğini anımsadım.

Babam Mazhar Sakman, astsubaylığı döneminde bir arkadaşından aldığı piyanoyu babaanneme emanet eder, o merhum da "Evin içinde bu kamyonun ne işi var" diyerek dışarıya, çelenlerin altına koyar ve tabii ki çelenlerden sızan kar, yağmur piyanonun dağılmasına neden olur. Ben piyanoyu görmedim ama abim Vedat Sakman, piyanonun son parçalarıyla oynadığını anlatırdı.

100x100 ebatlarında akrilik bir çalışma olan Hatıralar'ın bendeki somut çağrışımları bunlar olurken elbetteki soyut bir dünyanın da kapılarını aralıyor:

Akrebi, yelkovanı olmayan saatle zamanı durdurmayı denemiş olmalı kardeşim... piyanonun siyah beyaz tuşları hayatın dengesini, eşyaların yerleşimi kaos içindeki düzeni yansıtımayı hayatın renkleriyle ortaya koymuş. İki sütun; yaşamla ölümü, aynı zamanda sütunlar kendimizi kapattığımız dünyayı hapishaneye benzetirken, sütunlarda yer alan sanatsal ögeler de çıkışın yollarını göstermiştir.

"Şiirin asıl manası şairin karnındadır" derler, resmin ne anlatmak istediği de ressamın karnında olmalıdır.



Sanat çok uzun bir yolculuk... Kızkardeşim Vesile de bunun farkında... bu uzun yolculuğunda kendisine yeni soluklar dilerken, Konya iklimi, bağrından yeni bir ressam çıkarıp onu sevgiyle  kucaklamanın haklı kıvancını yaşayacaktır.

Tuvalin boş kalmasın, renklerinle hayatı boyamaya devam et sevgili kardeşim... Tuvalin dünya gibi çiçekler açsın; boyan sevgiler gibi hiç bitmesin; fırçan cıvıl cıvıl kuşlar gibi hep özgür olsun...

Bu vesileyle, bu şiirimi sana ithaf ediyorum:

BOYACI

-Kız kardeşim Vesile'ye-

/bir dünya çizin dünya gibi
bir insan çizin insan gibi/

boyayın hayatı kendi renklerinizle
mesela gökyüzünü özgürlükle boyayın
güneşi sevgiyle mehtabı aşkla
evreni barışın rengiyle
insanı saflığın
hayatı kendinize boyayın
kendinizi boyadığınız renklerle

/sonra kazıyın kendinizi göreceksiniz/

TAHİR SAKMAN





 
 

 
 


28 Nisan, 2023

BOYACI


/bir dünya çizin dünya gibi
bir insan çizin insan gibi/


boyayın hayatı kendi renklerinizle
mesela gökyüzünü özgürlükle boyayın
güneşi sevgiyle mehtabı aşkla
evreni barışın rengiyle
insanı saflığın
hayatı kendinize boyayın
kendinizi boyadığınız renklerle

/sonra kazıyın kendinizi göreceksiniz/

TAHİR SAKMAN

26 Nisan, 2023

İÇİNDEN ÇAY GEÇEN CADDE SARIYAKUP



Gitmese miydim bilemedim şimdi ama içim çok acıdı...

Yıllarımı geçirdiğim, çocukluğumun ve ilk gençliğimin semti / caddesi böyle mi olmalıydı... böyle mi olmalıydı; anılarım parça parça edilip... tıpkı Sarıyakup Caddesi gibi bölünmeli miydi?

İçinden çay geçen bir caddeydi... yetmezdi çay; insanların hoşgörüyle, sevgiyle ve mütevazılıkla yaşadığı bir caddeydi, onu da mı yok ettiniz? Gözünüz ne ranta doydu ne de bağlarımızı, bahçelerimizi talana... şimdi kim ağlar benim yerime?

Oysa anılarımla bayramlaşmaya gitmiştim; o çok sevdiğim Ayvalı Sokak'la, Fahri Efendi Mesciti ile konuşacaktım, Kanara Köprüsü ve o köprüye anlam katan Liyl'apla'yı yüzümde bir tebessümle anacaktım...

Akşam üzeri Dabağnacı (debbağ) Ahmet Ağa gelirken tüm çocuklarla birlikte hizaya geçip verdiği selamı ve sonrası şekerleri alacaktım... 

Puştaların arasında yolduğumuz eriklerin, vişnelerin tadını damağımda hissedecektim, pazar sabahları babamın erkenden beni kaldırmasına, çayın önünü keserken babama için için nasıl söylendiğimi, kızdığımı hatırlayacaktım...

Oysa kavak ağacından düdük yaptığımız, teli büküp araba yaptığımız... bilye oynayıp kayısı çekirdekleri üttüğümüz günler çok geride kalmış meğer... (Ne tuhaf değil mi; herkesin evinde çuvallarla kayısı çekirdeği olmasına rağmen birbirimizden ütmek için mücadeleye girerdik.) İnce minare, yedi kiremit, sekiz taş... çivileri dikdörtgen bir tahtaya çaktıktan sonra ortasına beyaz yirmi beş kuruşu koyup futbol oynadığımız günler... 

Namaz günü en az yedi kapıya dağıtılan pişiler.. sonra gelsin şivlilikler... ya fenerler? Karpuz, davul, akerdeon rengarenk ama o fenerler kızların olsun; biz erkek adamdık ya, küçük yağ tenekelerini bir sopaya dikine çakıp içine kül sonra evdeki gaz lambasından aşırdığımız gaz yağını döküp yaktığımız meşaleler... O meşaleler hâlâ ömrümü aydınlatıyor... Ya sizin?

Şimdi desem ki "nisan ayında bulgur pilavı yediniz mi sokakta..." Çoğunuz kala kalırsınız:

Nisan ayında ilk yağmur yağdığında, komşulardan yağ, salça ve bulgur toplamıştık sonra annem pişirmişti de tüm çocuklar çay kenarında yemiştik.  Belki de yine öyle bulgur pilavı yeme hayalim vardı da ondan gitmiştim, nereden bileceksiniz ki? 

Ama dümeni kırık bir gemi gibi savruldum... bir tek Ayvalı Sokak'ı bulabildim; o kıvrıla kıvrıla akan çay yoktu. Kanara Köprüsü'nü ise bilen bile kalmamıştı...
 
Çocukluk arkadaşım Ömer (Özköylü) yetişse de imdadıma; ölmek üzere olan bir hastanın ağzına verilen zemzemden öteye geçemedi... Ah Ömer, ah... Ne yaptın caddeme? Bölmelerine niye izin verdin, niye kestirdin ağaçlarımı Ömer?

Ve ben içinden çay geçen caddeye bakarken caddenin ruhundan özür bile dileyemedim; yüzüm kalmamıştı...

Caddeme ne yaptınız? Ne hatıralarıma selam veren bir ağaç kalmış ne de gürül gürül yüreğimize serin sular dolduran çay...

Avar yaptığımız topraklar, betonların esareti altında inlerken...

Yok ettiğiniz aslında bir cadde değildi; onlarca neslin bereketini yok ettiniz... Gelecek nesillerin gıdasını da kat hayallerinize kurban verdiniz...

Hani soğan 30 lira diye ağlıyorsunuz ya... mandallarımızı yok etmeseydiniz, çaylarımızı kurutmasaydınız...

Artık balkonlarınıza kurulup, saksıda soğan yetiştirirsiniz ve benim gibi içinden çay geçen caddelerin yok oluşunu sessiz sessiz izlersiniz...

TAHİR SAKMAN

SARIYAKUP


/anıların kıyısına oturup
ağlıyorum seninle sarıyakup/


tizden düşerdi sesi caddeye 
kanara köprüsü gibi sevecen
ne sırlar vardı onda bilinmez
liyl'apla ...


bir selama şeker aleykümselam
safın saf haliydi 
dizilirdik o gelirken
dabağnacı ahmet ağa ...


mescitte bir ihtiyar
biz çocuklar bahtiyar
nur damlardı sakalından
fahri efendi ...


ezan okunur yanık yanık
allahuekber
bazen saladır hep uyanık
çiçekçi camii ...


her kapıda ayrı dünya
bizim evde oturak
konya orada türküdür
mazhar sakman ...


bir sokak ötede 
ilyas'ın kavakları'na doğru
ne cümbüşlü adamdı
abidin özlüoğlu ...


tövbe etmişti son zamanlar
"eline almadan"  çalardı
kanun onunla ağlardı
avcının mevlüt amca ...


kocaman bir konakta
ehlikeyf naralar
takım elbise kravat
muhtar reşat ...


eski sahibiymiş evimizin
kasaptır çatık kaşlı
veda etmiş bizim bağa
kişilerin talat ağa ...


karşı komşumuz vardı
muhasebeci neydi adı
altında bir "anadol"
caddeyi baştan sona koşardı ...


çayları kurutmuşlar
'kat'lanmışlar
susmuş sular ağlamaklı
ayvalı sokak ...


kesilmiş
hayaller ağaçlar
toprak yem olmuş betona
sarıyakup ...


bağlar bahçeler
konu komşular
asılmış asma dallarında
hatıralar ...


böyle yabancı değildi
cıvıl cıvıldı boncuklar
şimdi sokaklarında
oynamaz olmuş çocuklar ...


/halimize hüzünle bakıp bakıp
feryat edip ağlasın sarıyakup/


TAHİR SAKMAN

























21 Nisan, 2023

KAĞITTAN KAYIKLAR


İlk işim yeni ayakkabılarımı giymek olurdu, gözümü açar açmaz… sonra bayram ekmeği…
 
Hani şimdilerde kahvaltıya kurban ettiğimiz o bayram ekmeği… adı bile muhteşem…
 
Sarmalar, dolmalar tabii ki baş köşesindeydi sofranın… doktorlar bir şeyleri yasaklamamışlardı; çünkü, her şey doğal ve zararsızdı, henüz…
 
İlk bayramlık (bahşiş) babamdan… yayan yapıldak yollara düşerdik; Sedirler bile o sevinçle çok yakın gelirdi. Biz gidene kadar öğlen olur, acıkırdık. Kocaman bir tepsi sanki dünya kadar, altına döşenen şebitlerin (şepit) lezzetinden bulgur pilavı oynardı. Kaşık kaşık ayran içerken avurtlarımızın gölgesi Alâaddin’den görünür müydü? Tahta kaşıklardan sanki nağmeler dökülürdü; “hani benim elli direm bulgurum / Konyalının kaşlarına vurgunum…” gerçi çoğu zaman kaşık kullanılmaz (çünkü yetmezdi) bulgur pilavı şepite sarılarak yenilirdi. Yanında kuru soğan… (bugünkü gibi altın değildi!)
 
Anne dedem çok yaşlı bir adamdı, çok da dindardı. Eskiden varlıklıymış ama hayat bitirmiş… Fakat bir şey vardı ki misafire çok hürmet ederdi; bir çocuk girse odasına, hürmeten bastonuna dayanıp ayağa kalkardı o haliyle. O kocaman misafir odası hani şimdi salon diyorsunuz ya eskilerde o misafir odasıydı; bize bu dünyada misafir olduğumuzu hatırlatır ve dolup dolup boşalırdı… ve edeple oturduğumuz…
 
Mahalleli, bayramlaşma için içeri girmezdi, toplu bayramlaşma yapılırdı kapı önlerinde. Sevgi, ete kemiğe bürünüp bir ordu gibi dış kapının önünde belirir sonra külah şekerler, peynir şekerler onların ceplerini şenlendirirdi.… rengarenkti; tam da yaşantımız gibi… kağıtlı şeker nadiren… cepler doldukça tepsi boşalırdı, dedemin o kadar parası yoktu ki?

 
Sedirler garip bir semtti… her köşesinden bir bıçkın çıkardı haliyle, sanki garipliğine, sahipsizliğine isyan edercesine… kerpiç evlerin künere yalnızlığına, çıkmaz sokaklar eşlik ederdi. Sokağa çıktığımızda, giysilerimin yeni olmasından ilk orada utandım. Yeni ayakkabılarıma imrenerek bakan akranlarımdan özürler dilerdim içimden. Yine de çıkarıp vermek hiç aklımdan geçmezdi pabuçlarımı…
 
Boş arsalarda Sedirler, bir çocuk olur oynardı ta ikindiye kadar… bu arada at arabaları dolmuşları çoktan işe çıkmış olurlardı ama biz, üç tekerli denk gelirse ona biner bayramlaşmalara, yeni şekerlere giderdik…
 
Sedirler, hafızamda öylesine bir yer tutmuş ki yıllar sonra uzun, upuzun bir şiir olarak yazmıştım. Belki de en iyi şiirimdi; bir semti insanlarıyla, duygularıyla anlatan…
 
Şöyle başlamıştım:
 
/sedirler
        konya’da bir yer
sedirler
        adamı yer
                  yoksulluk ve ter
ve sedirler çocuktur 
                    -umutlarında bile-
                                        sefalet tüter/
 
(Şiirin tamamı “Konya’sın Diye Sevdim” ile “O Şehir” isimli e-kitaplarımda yer alıyor. Blog sayfamda linki var, okumak isteyen indirebilir.)
 
TV’lerde ve radyoda program yaptığım yıllarda en çok istenen şiirlerim arasındaydı. Şaşırdınız mı, insanlar şiir isterlerdi…
 
Şimdi gitmeye korkuyorum Sedirler’e… o, damlarına naylon döşenen ve baharda damları umutlar gibi yeşeren kerpiç evlerle beraber hayata direnen insanlar yok artık… her yer beton, her yer…
 
Sedirler öyle de başka yerler farklı mı? Bütün bir Konya betona teslim… Zindankale, Garipler, Muhacir Pazarı, Akbaş Mahallesi, Kumköprü, Çaybaşı, Uluırmak, Meram, Topraklık, Mengene… Bir mengene gibi sıkıyor dişini… Sarıyakup Caddesi’ne kıvrılan Ayvalı Sokak’taki şehir ırmağından daha fazla kıvırtmak kalıyor bizlere; kat istiyoruz, katlanamayınca şikâyet…
 
Sözüm size değil; kendime…
 
Şehir ırmağında yüzdürdüğüm kayıklardaki hayallerimin hepsi suya gömüldü; kâğıttan kayıklar taşıyamadı… bir mendil kaldı mı ağlayan?..
 
TAHİR SAKMAN
 
MENDİLLER AĞLASIN
 
/bir mendil kaldı geriye ağlayan/
 
bakmasam ne kadar sen olur ki her yan
uzak bir geçmişin sırlarında yüzen denizlerin
ve paldır küldür yaşanan ayazlarında
merdiven boşluklarında yitmemişken henüz
 
papatyalar şapka çıkarırdı sevincimize -yalan-
uzun bir baharın acı gününde
önce şekerlerimizi çaldılar
sonra oyunlarımız oyuna gitti -bu da mı yalan-
 
harmanbiş ince minare birdir bir
uzun eşek oynarken kırılan belimizdir saksılarda
yakan topu kızlar oynasın bir de sek sek sekerek
rastık değil a canım kömür karası çekerek
ben çomak olayım çarkınıza … sen çelik
cark curku kuran hayatmış
gazoz kapaklarına çamur doldurduk –ütülürdük üstelik-
 
horoz şekerimi çalsalar da bir bayram sabahsız
ayakkabılarım baş ucumda uyanık
peynir şekeri düşlerimde yalnızlığıma kumrular dolardı
bayram sabahı gibi ne çok kalabalıksınız hatıralar -oysa-
şeytan şekeri yiyen bir nesildik biz -biz dediysem kendiniz-
 
rengârenk mendillere işlenirdi hayatımız
cebimizde sarı yirmi beşlik hayalleri
bakkaldan bakkala rüzgâr estirirdik
türkü söylemeyi biz icat ettik
 
metin oktay olurdum mahalle maçında -sonra gazoz-
dut ağacının üstündeki assolist bendim
ütü kordonu mikrofonum
istanbul süpürgesini en iyi ben çalardım
hayal koyardım zamana çocukça mertçe
ayvalı sokak’tan kıvrılan şehir ırmağı
sizin kadar kıvıramazdı bilin
 
olsaydı yine türkü söylerdim size
aydedeye doğru uzanan dallarda
belki o zaman bilirdiniz
nasıl yittiğimi hatıralarda
 
o yana dön yan
bu yana dön yan
cesareti olan tükürsün aynaya 
 
/mendil bile kalmamış halimize ağlayan/
 
TAHİR SAKMAN   






                                   

 

18 Nisan, 2023

MİLATTAN ÖNCE DE BÖYLEYDİ SEVGİ (RIDVAN BÜLBÜL)


 

"Önce şairleri anlayacaksın sonra mistikleri..." Böyle diyor Osho Usta...
 
Biz çok şanslı bir nesildik; bendeniz de bizim kuşağın içinde en şanslı olanlardan birisiyim…
 
Şehrin ileri gelen insanlarını; şairlerini, gazetecilerini, müzisyenlerini, sanatçılarını hatta şehir dışından gelen bu bahsettiğim kesimden gelen insanları yakından tanıma veya en azından pek çoğuyla tanışma şansına sahip oldum…
 
Şairleri anlamaya çalışırken bir baktım ki… Belki de hayatımıza bu insanların sayesinde şiir koyduk, şiir olduk…



 
Bu insanlardan bir tanesi de merhum Rıdvan Bülbül ağabeyimizdir… Uzun yıllar yazdığı köşe yazılarıyla tanıdım onu ilk… sonra yürekli şiirleriyle… Şimdi bahar zamanı ya Rıdvan ağabeyi “Baharla Gelen Aşk” isimli şiiriyle anmanın tam sırası:
 
Nice sevdalı geceler dizinde
Sabaha kadar uyuttu sevdiğim.
Bana ne delilik ettiyse öyle
Bahar geceleri etti sevdiğim.
 
Bilmediğim tepelerde gün ışır
Kim bilir mevsimler nasıl değişir?
Gurbet tiril tiril içimde üşür
Umut rüzgâr rüzgâr gitti sevdiğim.
 
Hayra çıkacağı yok düşlerin
Yabancısı olamam yokuşların
Baharda hani eylül bakışların
Dudaklarımda kilitti sevdiğim.
 
Saçlarım dağınık gönlüm kederde
Gözüm ağlamaklı iki de bir de
El ele verdiğimiz bahçelerde
Gülüşün bulut buluttu sevdiğim.



 
Bıkmadan usanmadan aralıksız köşe yazdı yıllarca. Şehir insanına, fikir dünyasının kapılarını açtı sonuna kadar, sel sebil etti… O bir sevgi şairiydi ve sevginin kulvarında koşarken “Milattan Önce de Böyleydi Sevgi” dedi:
 
Değişik düşünceler içinde
Asker postalı kadar garibim.
Ne bir gülümseme ne de bir sevinç
Milâttan önce de böyleydi yalnızlık
Ağzını bıçak açmazdı, hiç mi hiç...
 
Dağlar, denizler kadar yalnızlık:
Gece, gündüz ıslık çalar yalnızlık.
Nerede masal akşamları, nerede o sıcak bakış,
Umutlar üşüdü, bahar bahar değil kış...
Dili yok, gözü yok duvar yalnızlık,
Gece, gündüz ıslık çalar yalnızlık.
 
Hüzünlü şarkılar söylenir her akşam,
İki gözü iki çeşme bir yaşam...
Kaf Dağı’nın arkasında bulduk gerçekleri,
Hayalleri, tomur tomur dallarda yaşadık.
Hasret hasret açtı, sevgi çiçekleri
Yıllar yılı gözyaşıyla suladık.
 
Mağaraların derinliğinde tükenen umut,
Ya da neon ışıklı bulvarların batılı vitrinlerinde,
Nerede gözyaşı var, orda salkım-saçak bulut,
Değiştiremedi bilgisayar kafalı insanlar.
Yapılar ha beton olmuş, ha kerpiç,
Milâttan önce de böyleydi yalnızlık,
Ağzını bıçak açmazdı, hiç mi hiç...
 
Senin bu alaca karanlıkta sallanan güzelliğin,
Bu taş aynaları çatlatan, korkusuz...
Düşünceler yumağında sonsuza değin,
Al götür gözlerimi sorgusuz,
Yoktan var etmek bir Tanrıya vergi;
Tut ki, mavi ötelerde mayıs düşlü sabahlarım,
Milâttan önce de böyleydi, sevgi...
 
Ve ancak bir şair yapabilir; Akyokuş’u, Takkeli’ye mendil… sonrası efsunlu bir yaşamın merkezidir Konya… İnsan Konyalı olur da hele hele şair olur da hiç Konya olmaz mı:
 
Zaman konuşur çiniden,
Devirler başlar yeniden
Aşkın bir mor sürahiden
Dökülür dal dal nakışı.
 
Nurdur, içtim bakır tastan
Toprak göründü atlastan
Emir verdi Kılıçarslan
Süngüler tuttu alkışı.
 
Yaşım sarılı dürüde
Düğünler kalmış yarıda
Ağlar, Takkeli’m geride
Mendil etmiş Akyokuş’u.
 
Yeşilin avcunda Meram
Gözlere düşmüş hatıram
Bir rüzgârdır buram buram
Eser Mevlâna’ya karşı.
 
Ah Rıdvan ağabey ah, sen bir rüzgârdın; 1935 yılında başlayan sevgi dolu yolculuğunu, 10 Temmuz 2019 tarihinde ebediyete bağlarken, bize bıraktığın onlarca kitabını mukaddes bir emanet gibi saklayacağız…



 
Bizim dünyamızda da sevgi hep aynı kaldı Rıdvan ağabey, tıpkı, senin söylediğin gibi; “Milattan Önce de Böyleydi Sevgi…” Ne kadar daha böyle kalır bilemem Rıdvan ağabey ama senin yolun şiir oldu, yolun ışık… Geride bıraktıkların şiirlere sarılmak da bize kaldı; rahmetle…
 
TAHİR SAKMAN





 

15 Nisan, 2023

HAZRETİ SOĞANIN CÜCÜĞÜ


“…onlar soğan diyor…”
 
Haklısınız efendim; bizim derdimiz geçim, karnımızı doyurmaya çalışıyoruz, sizler bu tür basit işlerle kıymetli zamanınızı harcamadığınız için unutmuş olabilirsiniz, soğanın bizim için ne anlam ifade ettiğini…
 
Soğan olmazsa, biz fakirlerin yemeği pişmez efendim hatta soğanın kendisi bile başlı başına bir yemektir; vururuz kafasına, ekmeğimize katık ederiz tuza bandıktan sonra… bir de cücüğü var ki en sevdiklerimize; yavuklumuza bile onu ikram ederiz…
 
Sonra zülbiye yemeği var efendim; evde piştiği zaman parmaklarımızı yediğimiz ama şimdilerde tadı nasıldı unuttuk; çünkü, o kuşbaşıyla pişer… bizler yani “soğan” diyenler efendim, kasabın önünden bile geçemez olduk…
 
Biz fakirler… aslında ne çok zenginmişim; dün semt pazarında, cürmüme bakmadan hovardalık yapma cüreti gösterip tam üç kilo soğan aldım hem de peşin… “Bu ne cüret” diyebilirsiniz haklı olarak ama gerçek böyle, kilosu 25’ten tam 75 papel saydım, çil çil…
 
Eve gidince şöyle bir baktım, hey mübarek hey… Nasıl da kasım kasım kasılıyordu soğan hazretleri… Üşenmedim saydım, böldüm, ortalama olarak tanesi yaklaşık 5 liraya geliyordu…
 
Ne yapalım efendim, bizim dünyamız da böyle, kusura bakmayın lütfen…
 
Bu arada unutmadan; soğanı doğrarken efendim, gözyaşlarına boğuldum… soğandandır değil mi efendim; pahalılıktan değildir, eminim…
 
Ama ya bu gözyaşları sandıkları doldurursa? Öyle bir korkum var efendim…
 
TAHİR SAKMAN

10 Nisan, 2023

BAHARLAR AŞKTIR YAŞAMA


-her bahar âşık olmam, baharlar aşktır bana-
 
/dudaklarına kim sürdü baharı
ya gözlerindeki deniz
hangi rüzgârdan kalma/
 
saçlarında bir güneş süpürür ömrümü
 
senden sana koşan bu duygu
ve kalbindeki sevgi 
cennet midir sana açılan kapılar
cehennemin  gül bahçesidir 
ve ay saklanmış gümüş teninde
mahcup duadır hasret
 
ya kokunu hangi ateşe  yaktın  
 
hangi yönüm sen değil ki
varlığım varlığından
yokluğum yokluğumdan
sakla beni seherlere
saklandığın gibi kalplere
 
ey aşk unutma beni unuttuğun yerde
 
/zamansız düşlerine uyandığımsın/
TAHİR SAKMAN

31 Mart, 2023

KONYA SEVDALISI BİR KONYA ÇOCUĞU: MEHMET GÜNDOĞDU

Mehmet Gündoğdu ve Kırkambar'daki editör yazısının başlığı...

 

Gerçek bir Konyalı görmek istiyorsanız eğer günlük hayatına bakınız; tavırlarına, insanlarla olan ilişkilerine ve daha da önemlisi maddi görünüşe mi yoksa içsel zenginliğine mi önem verdiğine bakınız…
 
Bu şehir, bağrında yetiştirdiği evlatlarıyla her zaman haklı olarak övünmüştür ama o evlatlar, hiçbir zaman kendilerini ön plana çıkarmadan, böbürlenmeden, şehir kültürüne hizmet etmeyi kendilerine asil bir görev olarak kabul etmişler ve bundan da her zaman onur duymuşlardır.
 
Onların ne makamla ne lakapla veya ne de akçe işleriyle hiçbir zaman işleri olmamış aksine bu yolda ceplerini bile boşaltmayı görev saymışlardır.
 
Onu ilk tanıdığımda… doğrusu biraz da hayal kırıklığı yaşamıştım; üzerindeki kıyafeti biraz harabati bir yaşam biçimini kabul ettiğini haykırıyordu, ufak tefek yapısı, gür bıyıklarıyla tam bir tezat teşkil ediyordu. Devrimci kişiliğinden ödün vermeden, mangal yüreğiyle şehir kültürüne önemli katkılar sağlayan bir adam…
 
12 Aralık 1998 Yeni Meram


Onu tanıdıkça iflah olmaz bir Konyaperest olduğunu anlamıştım. Konya’da bu formatta bir folklor sanat sayfası onun sayesinde önce Yeni Konya’da sonra Yeni Meram ve Yeni Gazete’de yayımlanmaya başlamıştı. Bazen haftalık bazen 15 günlük olarak “Kırkambar” ismiyle yayımlanan sayfa çok ilgi çekiyordu. Üşenmeden tek tek yazıları gerekirse gidip yazarların ellerinden alıyor ve onları yayımlamak için çabalıyordu.
 
Böyle tanışmıştık Mehmet Gündoğdu’yla… Şiirlerimin yeni yeni yayımlanmaya başladığı yıllar… Çok kahrımı çekti Mehmet… Yazım veya şiirim o hafta eğer yayımlanmamışsa, başının etini yemek asli görevimdi. Bana uzun yıllar tahammül etti… Bu arada ilk köşe yazılarımın Kırkambar’da yayımlandığını da söylemeliyim…
 
23 Aralık 1995 Yeni Konya


Mehmet, Ağaç İşleri Sanayii’ndeki dükkânında ağaçları yontmakla… aslında Kırkambar’da da benzer işler yaptığını söylemek mümkün… Hızar başında onu çalışırken görseniz, o yazıları yazanın, o sayfayı hazırlayanın, o olduğuna asla ihtimal vermezdiniz…
 
19 Şubat 1999 Yeni Meram


Kırkambar’dan ve gördüğü ilgiden ilham alarak şehirde benzer sayfalar yayımlanmaya başlasa da ben Kırkambar’daki samimiyeti hiçbirinde bulamadım. Kendi hazırladığım “öteki-sanat” isimli sayfada bile… gerçi öteki-sanat’ta adından da anlaşılacağı üzere başka bir şehrin, ötekileştirilen bir başka şehrin, sanatını ve hayatla olan kavgamızı, başkaldırılarımızı ve itirazlarımızı dile getiriyorduk.  
 
Sonra uzun yıllar köşe de yazdı Mehmet Gündoğdu… Tabii tüm yazılar yine Konya üzerineydi.
 
Sevgili dostumun bir başka özelliği ise dağcılıkla ciddi ilgilenmesiydi. Hafta sonları mutlaka gruplarla birlikte dağa tırmanırdı. Grupta artçılık onun göreviydi, geride kalanları, yorulanları toparlardı. Çay yapmak da onun göreviydi, dağlardaki o çayın tadına doyamazsınız hatta iddia ediyorum Mehmet Gündoğdu gibi bu şehirde çay demlemeyi sanat haline getiren ikinci bir kişi bulamazsınız. Çayın, demlenip demlenmediğini kontrol için kapağını açtığını hiç görmedim, açana da çok kızar, sanki çayın büyüsü bozulacak gibi gelirdi ona…
 
Onunla çok gezdik Sille’de… hatta bir gün sadece ikimiz Takkeli Dağ’a bile tırmanmıştık…
 
Şimdilerde dostum köşesine çekilmiş gibi dursa da birçok çalışmasının olduğunu biliyorum ama… biz ne ara bu duruma düştük? Bu şehrin bir evladına karşı neden bu kadar ilgisiz olabiliyoruz?
 
Beni aslında daha da çok üzen… Konya Ansiklopedisi’ne baktım geçen gün; bizim Mehmet Gündoğdu’yu aradım… Birçok madde yazmasına rağmen biyografisi yoktu, unutulmuş olmalı?


Ek cilde baktım orada da yoktu? Ansiklopediye maddeler yazan bir Konya sevdalısı dostumun biyografisine yer verilmemişti… Doğrusu çok şaşkınım. Bu yanlışın en kısa sürede düzeltilmesini umuyorum…
 
Mehmet Gündoğdu; şehrin kendisi gizleyen, reklamı sevmeyen, akçe işlerine dönüp bakmayan tam bir Konyaperest dostumdur. Onun şehir kültürüne yaptığı katkılar unutulmayacaktır. Arşivler, o ve onun gibi dostların unutulmasına asla izin vermeyecektir.
 
Mehmet’in şu ara biraz rahatsızlıkları var, umarım tez zamanda şifa bulur; çünkü o, bu şehrin öz evlatlarından ve öz sevdalılarından birisidir.
 
Kendi öz çocuklarını hatırla, unutma Konya; sen unutsan, ben unutturmam bilesin!..
 
TAHİR SAKMAN

Mehmet Gündoğdu






 

29 Mart, 2023

“O ŞEHİR” YAYIMDA


“Kentler insanları öldürmek için inşa edilirler” diyor Charles Bukowski… oysa bizim şehirlerimiz vardı; sevgi dolu, sevinç dolu; yaşamı bir bütün olarak sevgiyle kucaklayan, bir ana gibi sarıp sarmalayan…
 
Şimdi ne yaptınız şehrime?
 
/o şehir ki konya’dır
umutlarımın kurdudur
yurtsuzluğumun yurdudur/
 
Ne ara düşürdüğünüz, bizi bu kadar umutsuzluğa? Bilirim şehrin hiç suçu yok; bütün kabahat sizin hayata müdahale ettiğini sanan, kendi doğrularını tek doğru gören düşüncelerinizde…
 
/yürümez bu şehir asırlardır aynı yerde
eski bir masaldır gözümde perde perde
duygularım serseri başıboştur hayaller
bulutların üstünde gezer
                                   yenilginin utancı
-iki oda bir mabeyn-
                               kerpiç evler/
 
Oysa çocuk düşlerimiz vardı, bizim de bir zamanlar:
 
/çemberim vardı benim
çevirirdim dünyayı sevgiye
ellerim gökler gibi büyükmüş
insanlar sandığımdan küçük
dünyanın çarkı tersine
 
/oysa çemberim doğru dönerdi/
 
 
Sonrası bir ütopyanın çöküşüydü, Moğol atlarının nallarından dökülen ateşlerden bir yangındı:
 
/alâaddin köşkü gibi ıssızım şimdi
moğol okları vurmuş yurdumu
kartal kanatları takkeli’de yorgun
yüreğim bastırılmış isyan
                                       geleceğim talan
aslında hiç olmadı
                            çemberim
                                          koca bir yalan/
 
Oysa asıl yıkan Moğol okları değildi:
 
/moğol okları dört nala dinlenir selçukya’da
yüreği paramparça ihanetle kol kola/
 
ve bir sultan
                   -alâaddin tepesi’nde-
gecikmiş gözyaşına
kayalı park’ta bilet yok
                  -biletin yoksa yürürsün- 
horasan’dan sedirler’e
 
ey şehir
           sen bilirsin/
 
O şehir… Yıllar yılı kavgamızın şehri, şiirimizin şehri… Bu şehre şiir yakışırdı her türlü… bazen dövüştük bazen seviştik ama bir tek şey var ki onu terk etmedik, vazgeçmedik ne şehirden ne şiirden, çünkü, bu şehre şiir yakışıyor…
 
Konya şiirimizdi… Konyaperest olmamız bizim, şehrin suçuydu…

Dayatmalara direndik, tek düze yaşamlara inat, hayatımıza renkler kattık, ebemkuşakları altında sadece sevdik…

 
Şehirle olan duygusal hesaplaşmalarla dolu şiirlerimi bu kitapta topladım; bazıları ilk kez yayımlanıyor. Geleceğin Konyalısına emanet… “Konya’sın Diye Sevdim” kitabım gibi bunu da e-kitap olarak indirip okuyabilirsiniz. Kim bilir, belki bir gün basılı olarak da görebilirim ama şartlara bakınca bize sıra gelmediğini görmek zor olmuyor… Yayımlarında şiirlerimi izinsiz kullanan kuruluşlar, iş kitaplarımı basmaya gelince yan çizmeyi iyi beceriyorlar…
 
Her neyse, ben zaten geleceğin Konyalısına söyledim bu şiirleri…


Dikkatinizi çekmiştir, peş peşe yayımlıyorum kitaplarımı… bunun çok da doğru olmadığını da biliyorum ama bilgisayarda tutmanın yanlışlığı da çok doğru değil, literatüre girsin istiyorum.  Sonrası yüreklere emanet… Şu an yayıma hazır 4 kitap daha var ve bu yıl hepsini yayımlamayı planlıyorum; Öteki Şehrin Hikâyesi, Konya ve Ötesi (2 cilt, toplam 1300 küsur sayfa) ve yayımlama konusunda kararsız kaldığım fantastik bir deneme olan Ergenekonya… 

 
https://tahirsakman.blogspot.com/ blog sayfamda TAHİR SAKMAN KİTAPLARI İNDİRME LİNKLERİ yazısına tıklarsanız açılan sayfadan bilgisayarınıza, tabletinize, telefonunuza ücretsiz indirebilirsiniz.


©Tahir Sakman, Konya-2023


ISBN 978-605-72565-1-5


Önemli Not: “o şehir” sadece pdf formatında dijital olarak yayımlanmıştır. Yazarın izni olmadan fiziksel olarak basımı ve dağıtımı yapılamaz. Kitapta bulunan şiirler tanıtım amacıyla yapılacak kısa alıntılar dışında ticari amaçlarla izinsiz kullanılamaz. 


TAHİR SAKMAN





 

28 Mart, 2023

YAŞAM VE SEÇİMLERİMİZ

 


Girdiğiniz sokaktaki çukura düştünüz... Ertesi gün yine aynı sokağa girdiniz; bir başka sokağa sapabilirdiniz, aynı sokağa girdiniz aynı çukura düştünüz oysa üstünden atlayabilirdiniz, sağından geçebilirdiniz, solundan geçebilirdiniz. bunlar tamamen sizin seçiminiz...


Yaşam, önümüze çukurlar çıkarıyor; çukurdan çıkmayı ve bir daha düşmemeyi öğrenmemiz için... Öğrenmek de öğrenmemek de sizin seçiminiz...


TAHİR SAKMAN

 

 

27 Mart, 2023

“O ŞEHİR” ÇOK YAKINDA

 


Tıpkı Ozan Neruda’nın dediği gibi:
 
"Fakat şair, sadece biçim değildir, çevresini saran şeylere de ihtiyacı vardır. Eğer çevresinin havası şiirine giremezse, şiiri ölmüş demektir. O zaman şiiri soluk alamaz."
 
Bizim nefes almamız şiir içindir ve şiirimiz baştan sona çevremizdir yani Konya’dır… “Kim öldürebilir ki şiiri” diyen büyük usta Neruda, ölümsüzlüğün de yolunu göstermiştir…
 
Şehirde ve şiirde ölmeyi seçtik; hayatımız şehirde, hayatımız şiirde geçti… Şehirsiz ve şiirsiz bir ânım olduysa tüm şiirlerimden ve şehrimden özür dilerim…
 
Bu şehre söylediğim şiirlerden… sitem dolu, kavga dolu ama illaki duygu dolu tam 42 şiir… bazılarını ilk defa okuyacaksınız… şehirle insanın duygu dolu hesaplaşmasına tanık olacaksınız…
 
Sevgili dostlar, geçtiğimiz günlerde “konya’sın diye sevdim” isimli bir kitabımla, şiir ve fotoğrafın kardeşliğinde sizleri bir gezintiye çıkarmıştım, bu defa farklı formattaki şiirlerle karşınıza “o şehir” ile çıkacak olmanın kıvancını yaşıyorum. 19. kitabımı “o şehir” ismiyle çok yakında sizlerle paylaşacağım…
 
Hepimizin bir o şehri vardır; benim için o şehir, bu şehirdir…
 
TAHİR SAKMAN


26 Mart, 2023

BİSİKLET ARKASI YAZILARI



Hep duvar yazısı veya kamyon arkası yazısı olacak değil ya… Bu da bisiklet arkası yazısı… hem de gözümüze girsin diye kocaman kocaman, neredeyse bisiklet kadar var…
 
TAHİR SAKMAN

İÇİMDEKİ ÇİÇEKLER


 

Her an, her şeyi geride bırakıyorum... ancak, bu geride bıraktıklarımdan ders çıkarmadığım ve geride bıraktığım tecrübeleri yok saydığım anlamında değildir; eğer öyle olsaydı, onlar her an yeniden karşıma çıkardı. Olumlu-olumsuz diye ayırmaya çalıştığım yaşam derslerinin ise ayrımını yapmanın hata olduğunu fark ettiğim ve geleni sevgiyle kabul ettiğim her an, yaşam yeniden taptaze bahar kokuları içinde yeşeriyor ve içimde çiçekler açıyor...


TAHİR SAKMAN





25 Mart, 2023

DAHA ÖTESİ SEVGİYLE DÖNÜŞMEK


Kendimizi o kadar yoruyoruz ki… bazen farkına bile varmadan içimizdeki şehirleri, öfke sellerimiz tarumar ediyor…
 
Son dönemlerde pek çoğumuz iç dünyamıza bakmayı unuttu… kendimize bakmak yerine hep başkalarının kusurlarını ön plana çıkarmakla geçti sayısız günler…
 
Haklısınız, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı insanları bunalttı… ve ne yazık ki bu tür işlerden sorumlu olması gerekenler ise halka adeta kulaklarını kapattı… hepimiz bir şekilde yalnızlaştık ve…
 
Kendi adıma yazıyorum; içimde öfke biriktirmişim ve bu öfke, döndü önce beni vurdu…
 
Halbuki çok iyi biliyordum tüm negatif duygular, en büyük zararı önce kendimize verirdi. Bir olumsuzluğu ne kadar çok konuşursam, o kadar çok büyüttüğüm gerçeğini unutmuştum. Negatiften beslenen varlıkları, duygu ve düşüncelerimizle büyüten aslında kendimiziz. 
 
Enerji bedenimizde farkında olmadan büyüttüğümüz bu negatif enerjiler, çevremizi sardıkça, içinden çıkılması zor bir sarmala girdiğimizi de fark etmemizi engelliyor.
 
Gandhi, Hindistan’ı bağımsızlığına kavuştururken pasif direnişi seçmişti. Ve o dönemin sembolü olan iplik çarkı (çıkrık), sabrı öğretmesi yanında ekonomik bir değer olarak Hindistan’da adeta yeniden hatırlandı.
 
Öfkesinin, kendisini ve ulusunu vurmasını belki de bu iplik çarkıyla önledi. Bir ülkenin, kumaş hegemonyasını yıkarken, kendi öz kaynaklarına dönmenin, üreterek direnmenin kıvancını yaşadı…
 
Yapmam gereken öfkelenmek değildi; o enerjiyi kontrol edip sevgiye dönüştürmekti… sevgiye dönüşmeyen enerjiler en sonunda kendimizi vurur ama çoğu zaman bunu bilmemize rağmen hep kaçırıyoruz. Dönüştürmek de yetmezdi; dönüştürdükten sonra da bütüne, tüm varlıklara katkısının olmasını, evrensel barışa, sevgiye, dostluğa hizmet etmesini sağlamaktı.
 
Senlik, benlik mevzular ve egolarımız yüzünden bozulan enerji dengemizin yerine gelmesi için eskisinden çok daha fazla efor sarf etmemiz gerekiyor. Her şeyin bir dönüşüm olduğunun farkına varmamıza rağmen bunu gündelik hayata uygulamakta her zaman zorlanıyoruz; çünkü, sistemin çarkları bizi buna zorlarken, ayakta kalmasının da buna bağlı olduğunu çok iyi biliyor. Bize düşen; sistemin çarklarını olumluya dönüştürmekti:
 
Öfkelerimizin, içimizdeki sevgilerin ışığını zayıflatmasına izin vermemeliyiz…
 
Reiki Masterim Berna Özcan Demir Hocamın olumlamaları, farkındalığımı o yöne çekti. Hocam şöyle diyordu son paylaşımında:
 
“Tartışmaları kazanma isteğimi serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Yenmek yerine hep birlikte kazanmayı seçiyorum.
 
İnsanları eleştirme isteğimi serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Eleştirmek yerine ilham olmayı ve desteklemeyi seçiyorum.
 
Her şeyi bilmem gerekli inancımı serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Bilmek yerine öğrenmeye devam etmeyi seçiyorum.
 
Haklı olma ihtiyacımı serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Haklı olmak yerine mutlu olmayı seçiyorum.
 
Mükemmel olma ihtiyacımı serbest bırakıyorum. Serbest bıraktığım enerjinin şimdi saf sevgiye ve ışığa dönüşerek evrene katkı olmasını kabul ediyorum. Mükemmel olmaya çabalamak yerine mükemmel hissetmeyi seçiyorum.”
 
Ve “bütüne katkı olsun” diyerek noktalıyor Berna Hocam… Bütünün hayrına yani sadece senin benim değil tüm varlıkların hayrına… Daha ötesi ne olabilir ki?
 
Bütünün en yüksek hayrına; yenmek yerine hep birlikte kazanmayı, eleştirmek yerine ilham olmayı, bilmek yerine olmayı, haklı olmak yerine mutlu olmayı, mükemmel olmak yerine mükemmel hissetmeyi seçiyorum. Ve bu seçimimi sevgimle destekliyor, kalbimle onaylıyorum.
 
TAHİR SAKMAN