Gitmese miydim bilemedim şimdi ama içim çok acıdı...
Yıllarımı geçirdiğim, çocukluğumun ve ilk gençliğimin semti / caddesi böyle mi olmalıydı... böyle mi olmalıydı; anılarım parça parça edilip... tıpkı Sarıyakup Caddesi gibi bölünmeli miydi?
İçinden çay geçen bir caddeydi... yetmezdi çay; insanların hoşgörüyle, sevgiyle ve mütevazılıkla yaşadığı bir caddeydi, onu da mı yok ettiniz? Gözünüz ne ranta doydu ne de bağlarımızı, bahçelerimizi talana... şimdi kim ağlar benim yerime?
Oysa anılarımla bayramlaşmaya gitmiştim; o çok sevdiğim Ayvalı Sokak'la, Fahri Efendi Mesciti ile konuşacaktım, Kanara Köprüsü ve o köprüye anlam katan Liyl'apla'yı yüzümde bir tebessümle anacaktım...
Akşam üzeri Dabağnacı (debbağ) Ahmet Ağa gelirken tüm çocuklarla birlikte hizaya geçip verdiği selamı ve sonrası şekerleri alacaktım...
Puştaların arasında yolduğumuz eriklerin, vişnelerin tadını damağımda hissedecektim, pazar sabahları babamın erkenden beni kaldırmasına, çayın önünü keserken babama için için nasıl söylendiğimi, kızdığımı hatırlayacaktım...
Oysa kavak ağacından düdük yaptığımız, teli büküp araba yaptığımız... bilye oynayıp kayısı çekirdekleri üttüğümüz günler çok geride kalmış meğer... (Ne tuhaf değil mi; herkesin evinde çuvallarla kayısı çekirdeği olmasına rağmen birbirimizden ütmek için mücadeleye girerdik.) İnce minare, yedi kiremit, sekiz taş... çivileri dikdörtgen bir tahtaya çaktıktan sonra ortasına beyaz yirmi beş kuruşu koyup futbol oynadığımız günler...
Namaz günü en az yedi kapıya dağıtılan pişiler.. sonra gelsin şivlilikler... ya fenerler? Karpuz, davul, akerdeon rengarenk ama o fenerler kızların olsun; biz erkek adamdık ya, küçük yağ tenekelerini bir sopaya dikine çakıp içine kül sonra evdeki gaz lambasından aşırdığımız gaz yağını döküp yaktığımız meşaleler... O meşaleler hâlâ ömrümü aydınlatıyor... Ya sizin?
Şimdi desem ki "nisan ayında bulgur pilavı yediniz mi sokakta..." Çoğunuz kala kalırsınız:
Nisan ayında ilk yağmur yağdığında, komşulardan yağ, salça ve bulgur toplamıştık sonra annem pişirmişti de tüm çocuklar çay kenarında yemiştik. Belki de yine öyle bulgur pilavı yeme hayalim vardı da ondan gitmiştim, nereden bileceksiniz ki?
Ama dümeni kırık bir gemi gibi savruldum... bir tek Ayvalı Sokak'ı bulabildim; o kıvrıla kıvrıla akan çay yoktu. Kanara Köprüsü'nü ise bilen bile kalmamıştı...
Çocukluk arkadaşım Ömer (Özköylü) yetişse de imdadıma; ölmek üzere olan bir hastanın ağzına verilen zemzemden öteye geçemedi... Ah Ömer, ah... Ne yaptın caddeme? Bölmelerine niye izin verdin, niye kestirdin ağaçlarımı Ömer?
Ve ben içinden çay geçen caddeye bakarken caddenin ruhundan özür bile dileyemedim; yüzüm kalmamıştı...
Caddeme ne yaptınız? Ne hatıralarıma selam veren bir ağaç kalmış ne de gürül gürül yüreğimize serin sular dolduran çay...
Avar yaptığımız topraklar, betonların esareti altında inlerken...
Yok ettiğiniz aslında bir cadde değildi; onlarca neslin bereketini yok ettiniz... Gelecek nesillerin gıdasını da kat hayallerinize kurban verdiniz...
Hani soğan 30 lira diye ağlıyorsunuz ya... mandallarımızı yok etmeseydiniz, çaylarımızı kurutmasaydınız...
Artık balkonlarınıza kurulup, saksıda soğan yetiştirirsiniz ve benim gibi içinden çay geçen caddelerin yok oluşunu sessiz sessiz izlersiniz...
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.