YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

21 Nisan, 2023

KAĞITTAN KAYIKLAR


İlk işim yeni ayakkabılarımı giymek olurdu, gözümü açar açmaz… sonra bayram ekmeği…
 
Hani şimdilerde kahvaltıya kurban ettiğimiz o bayram ekmeği… adı bile muhteşem…
 
Sarmalar, dolmalar tabii ki baş köşesindeydi sofranın… doktorlar bir şeyleri yasaklamamışlardı; çünkü, her şey doğal ve zararsızdı, henüz…
 
İlk bayramlık (bahşiş) babamdan… yayan yapıldak yollara düşerdik; Sedirler bile o sevinçle çok yakın gelirdi. Biz gidene kadar öğlen olur, acıkırdık. Kocaman bir tepsi sanki dünya kadar, altına döşenen şebitlerin (şepit) lezzetinden bulgur pilavı oynardı. Kaşık kaşık ayran içerken avurtlarımızın gölgesi Alâaddin’den görünür müydü? Tahta kaşıklardan sanki nağmeler dökülürdü; “hani benim elli direm bulgurum / Konyalının kaşlarına vurgunum…” gerçi çoğu zaman kaşık kullanılmaz (çünkü yetmezdi) bulgur pilavı şepite sarılarak yenilirdi. Yanında kuru soğan… (bugünkü gibi altın değildi!)
 
Anne dedem çok yaşlı bir adamdı, çok da dindardı. Eskiden varlıklıymış ama hayat bitirmiş… Fakat bir şey vardı ki misafire çok hürmet ederdi; bir çocuk girse odasına, hürmeten bastonuna dayanıp ayağa kalkardı o haliyle. O kocaman misafir odası hani şimdi salon diyorsunuz ya eskilerde o misafir odasıydı; bize bu dünyada misafir olduğumuzu hatırlatır ve dolup dolup boşalırdı… ve edeple oturduğumuz…
 
Mahalleli, bayramlaşma için içeri girmezdi, toplu bayramlaşma yapılırdı kapı önlerinde. Sevgi, ete kemiğe bürünüp bir ordu gibi dış kapının önünde belirir sonra külah şekerler, peynir şekerler onların ceplerini şenlendirirdi.… rengarenkti; tam da yaşantımız gibi… kağıtlı şeker nadiren… cepler doldukça tepsi boşalırdı, dedemin o kadar parası yoktu ki?

 
Sedirler garip bir semtti… her köşesinden bir bıçkın çıkardı haliyle, sanki garipliğine, sahipsizliğine isyan edercesine… kerpiç evlerin künere yalnızlığına, çıkmaz sokaklar eşlik ederdi. Sokağa çıktığımızda, giysilerimin yeni olmasından ilk orada utandım. Yeni ayakkabılarıma imrenerek bakan akranlarımdan özürler dilerdim içimden. Yine de çıkarıp vermek hiç aklımdan geçmezdi pabuçlarımı…
 
Boş arsalarda Sedirler, bir çocuk olur oynardı ta ikindiye kadar… bu arada at arabaları dolmuşları çoktan işe çıkmış olurlardı ama biz, üç tekerli denk gelirse ona biner bayramlaşmalara, yeni şekerlere giderdik…
 
Sedirler, hafızamda öylesine bir yer tutmuş ki yıllar sonra uzun, upuzun bir şiir olarak yazmıştım. Belki de en iyi şiirimdi; bir semti insanlarıyla, duygularıyla anlatan…
 
Şöyle başlamıştım:
 
/sedirler
        konya’da bir yer
sedirler
        adamı yer
                  yoksulluk ve ter
ve sedirler çocuktur 
                    -umutlarında bile-
                                        sefalet tüter/
 
(Şiirin tamamı “Konya’sın Diye Sevdim” ile “O Şehir” isimli e-kitaplarımda yer alıyor. Blog sayfamda linki var, okumak isteyen indirebilir.)
 
TV’lerde ve radyoda program yaptığım yıllarda en çok istenen şiirlerim arasındaydı. Şaşırdınız mı, insanlar şiir isterlerdi…
 
Şimdi gitmeye korkuyorum Sedirler’e… o, damlarına naylon döşenen ve baharda damları umutlar gibi yeşeren kerpiç evlerle beraber hayata direnen insanlar yok artık… her yer beton, her yer…
 
Sedirler öyle de başka yerler farklı mı? Bütün bir Konya betona teslim… Zindankale, Garipler, Muhacir Pazarı, Akbaş Mahallesi, Kumköprü, Çaybaşı, Uluırmak, Meram, Topraklık, Mengene… Bir mengene gibi sıkıyor dişini… Sarıyakup Caddesi’ne kıvrılan Ayvalı Sokak’taki şehir ırmağından daha fazla kıvırtmak kalıyor bizlere; kat istiyoruz, katlanamayınca şikâyet…
 
Sözüm size değil; kendime…
 
Şehir ırmağında yüzdürdüğüm kayıklardaki hayallerimin hepsi suya gömüldü; kâğıttan kayıklar taşıyamadı… bir mendil kaldı mı ağlayan?..
 
TAHİR SAKMAN
 
MENDİLLER AĞLASIN
 
/bir mendil kaldı geriye ağlayan/
 
bakmasam ne kadar sen olur ki her yan
uzak bir geçmişin sırlarında yüzen denizlerin
ve paldır küldür yaşanan ayazlarında
merdiven boşluklarında yitmemişken henüz
 
papatyalar şapka çıkarırdı sevincimize -yalan-
uzun bir baharın acı gününde
önce şekerlerimizi çaldılar
sonra oyunlarımız oyuna gitti -bu da mı yalan-
 
harmanbiş ince minare birdir bir
uzun eşek oynarken kırılan belimizdir saksılarda
yakan topu kızlar oynasın bir de sek sek sekerek
rastık değil a canım kömür karası çekerek
ben çomak olayım çarkınıza … sen çelik
cark curku kuran hayatmış
gazoz kapaklarına çamur doldurduk –ütülürdük üstelik-
 
horoz şekerimi çalsalar da bir bayram sabahsız
ayakkabılarım baş ucumda uyanık
peynir şekeri düşlerimde yalnızlığıma kumrular dolardı
bayram sabahı gibi ne çok kalabalıksınız hatıralar -oysa-
şeytan şekeri yiyen bir nesildik biz -biz dediysem kendiniz-
 
rengârenk mendillere işlenirdi hayatımız
cebimizde sarı yirmi beşlik hayalleri
bakkaldan bakkala rüzgâr estirirdik
türkü söylemeyi biz icat ettik
 
metin oktay olurdum mahalle maçında -sonra gazoz-
dut ağacının üstündeki assolist bendim
ütü kordonu mikrofonum
istanbul süpürgesini en iyi ben çalardım
hayal koyardım zamana çocukça mertçe
ayvalı sokak’tan kıvrılan şehir ırmağı
sizin kadar kıvıramazdı bilin
 
olsaydı yine türkü söylerdim size
aydedeye doğru uzanan dallarda
belki o zaman bilirdiniz
nasıl yittiğimi hatıralarda
 
o yana dön yan
bu yana dön yan
cesareti olan tükürsün aynaya 
 
/mendil bile kalmamış halimize ağlayan/
 
TAHİR SAKMAN   






                                   

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.