İlk işim yeni
ayakkabılarımı giymek olurdu, gözümü açar açmaz… sonra bayram ekmeği…
Hani şimdilerde
kahvaltıya kurban ettiğimiz o bayram ekmeği… adı bile muhteşem…
Sarmalar, dolmalar
tabii ki baş köşesindeydi sofranın… doktorlar bir şeyleri yasaklamamışlardı;
çünkü, her şey doğal ve zararsızdı, henüz…
İlk bayramlık (bahşiş)
babamdan… yayan yapıldak yollara düşerdik; Sedirler bile o sevinçle çok yakın
gelirdi. Biz gidene kadar öğlen olur, acıkırdık. Kocaman bir tepsi sanki dünya
kadar, altına döşenen şebitlerin (şepit) lezzetinden bulgur pilavı oynardı.
Kaşık kaşık ayran içerken avurtlarımızın gölgesi Alâaddin’den görünür müydü?
Tahta kaşıklardan sanki nağmeler dökülürdü; “hani benim elli direm bulgurum /
Konyalının kaşlarına vurgunum…” gerçi çoğu zaman kaşık kullanılmaz (çünkü
yetmezdi) bulgur pilavı şepite sarılarak yenilirdi. Yanında kuru soğan…
(bugünkü gibi altın değildi!)
Anne dedem çok yaşlı
bir adamdı, çok da dindardı. Eskiden varlıklıymış ama hayat bitirmiş… Fakat bir
şey vardı ki misafire çok hürmet ederdi; bir çocuk girse odasına, hürmeten bastonuna
dayanıp ayağa kalkardı o haliyle. O kocaman misafir odası hani şimdi salon
diyorsunuz ya eskilerde o misafir odasıydı; bize bu dünyada misafir olduğumuzu
hatırlatır ve dolup dolup boşalırdı… ve edeple oturduğumuz…
Mahalleli,
bayramlaşma için içeri girmezdi, toplu bayramlaşma yapılırdı kapı önlerinde. Sevgi, ete kemiğe bürünüp bir ordu gibi dış kapının önünde belirir sonra külah şekerler, peynir şekerler onların ceplerini şenlendirirdi.…
rengarenkti; tam da yaşantımız gibi… kağıtlı şeker nadiren… cepler doldukça
tepsi boşalırdı, dedemin o kadar parası yoktu ki?
Sedirler garip bir
semtti… her köşesinden bir bıçkın çıkardı haliyle, sanki garipliğine,
sahipsizliğine isyan edercesine… kerpiç evlerin künere yalnızlığına, çıkmaz
sokaklar eşlik ederdi. Sokağa çıktığımızda, giysilerimin yeni olmasından ilk
orada utandım. Yeni ayakkabılarıma imrenerek bakan akranlarımdan özürler dilerdim
içimden. Yine de çıkarıp vermek hiç aklımdan geçmezdi pabuçlarımı…
Boş arsalarda
Sedirler, bir çocuk olur oynardı ta ikindiye kadar… bu arada at arabaları
dolmuşları çoktan işe çıkmış olurlardı ama biz, üç tekerli denk gelirse ona
biner bayramlaşmalara, yeni şekerlere giderdik…
Sedirler, hafızamda
öylesine bir yer tutmuş ki yıllar sonra uzun, upuzun bir şiir olarak yazmıştım.
Belki de en iyi şiirimdi; bir semti insanlarıyla, duygularıyla anlatan…
Şöyle başlamıştım:
/sedirler
konya’da bir yer
sedirler
adamı yer
yoksulluk ve ter
ve sedirler
çocuktur
-umutlarında bile-
sefalet tüter/
(Şiirin tamamı
“Konya’sın Diye Sevdim” ile “O Şehir” isimli e-kitaplarımda yer alıyor. Blog
sayfamda linki var, okumak isteyen indirebilir.)
TV’lerde ve radyoda
program yaptığım yıllarda en çok istenen şiirlerim arasındaydı. Şaşırdınız mı,
insanlar şiir isterlerdi…
Şimdi gitmeye
korkuyorum Sedirler’e… o, damlarına naylon döşenen ve baharda damları umutlar
gibi yeşeren kerpiç evlerle beraber hayata direnen insanlar yok artık… her yer
beton, her yer…
Sedirler öyle de
başka yerler farklı mı? Bütün bir Konya betona teslim… Zindankale, Garipler, Muhacir
Pazarı, Akbaş Mahallesi, Kumköprü, Çaybaşı, Uluırmak, Meram, Topraklık, Mengene…
Bir mengene gibi sıkıyor dişini… Sarıyakup Caddesi’ne kıvrılan Ayvalı Sokak’taki
şehir ırmağından daha fazla kıvırtmak kalıyor bizlere; kat istiyoruz,
katlanamayınca şikâyet…
Sözüm size değil;
kendime…
Şehir ırmağında
yüzdürdüğüm kayıklardaki hayallerimin hepsi suya gömüldü; kâğıttan kayıklar
taşıyamadı… bir mendil kaldı mı ağlayan?..
TAHİR SAKMAN
MENDİLLER AĞLASIN
/bir mendil kaldı
geriye ağlayan/
bakmasam ne kadar sen
olur ki her yan
uzak bir geçmişin
sırlarında yüzen denizlerin
ve paldır küldür
yaşanan ayazlarında
merdiven boşluklarında
yitmemişken henüz
papatyalar şapka
çıkarırdı sevincimize -yalan-
uzun bir baharın acı
gününde
önce şekerlerimizi
çaldılar
sonra oyunlarımız
oyuna gitti -bu da mı yalan-
harmanbiş ince minare
birdir bir
uzun eşek oynarken
kırılan belimizdir saksılarda
yakan topu kızlar
oynasın bir de sek sek sekerek
rastık değil a canım
kömür karası çekerek
ben çomak olayım
çarkınıza … sen çelik
cark curku kuran
hayatmış
gazoz kapaklarına
çamur doldurduk –ütülürdük üstelik-
horoz şekerimi çalsalar
da bir bayram sabahsız
ayakkabılarım baş
ucumda uyanık
peynir şekeri
düşlerimde yalnızlığıma kumrular dolardı
bayram sabahı gibi ne
çok kalabalıksınız hatıralar -oysa-
şeytan şekeri yiyen
bir nesildik biz -biz dediysem kendiniz-
rengârenk mendillere
işlenirdi hayatımız
cebimizde sarı yirmi
beşlik hayalleri
bakkaldan bakkala
rüzgâr estirirdik
türkü söylemeyi biz
icat ettik
metin oktay olurdum
mahalle maçında -sonra gazoz-
dut ağacının
üstündeki assolist bendim
ütü kordonu
mikrofonum
istanbul süpürgesini
en iyi ben çalardım
hayal koyardım zamana
çocukça mertçe
ayvalı sokak’tan
kıvrılan şehir ırmağı
sizin kadar
kıvıramazdı bilin
olsaydı yine türkü
söylerdim size
aydedeye doğru uzanan
dallarda
belki o zaman
bilirdiniz
nasıl yittiğimi
hatıralarda
o yana dön yan
bu yana dön yan
cesareti olan tükürsün aynaya
/mendil bile kalmamış
halimize ağlayan/
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.