15 Temmuz, 2022
VEDASI YOK SEVDANIN
Veda değildi
beklenen
12 Temmuz, 2022
IŞIKLA KAVGAMIZ MI VAR?
![]() |
Foto: T. Sakman. Kültür Park, Konya. |
Nerden başlayacağımı bilemedim… tabii başlayacak bir yer kaldıysa….
Kendimi kültüre, sanata, şiire verdim, sosyal medyayı boş verdim ama
olmuyor işte… günlük siyasetten ne kadar uzak kalmaya çalışsam da yine olmuyor…
Yani yazmayayım diyorum ama…
Kendi maaşları söz konusu olunca eller havaya… muhalefetten olsun bir Allah’ın
kulu çıkıp da hayır dememiş... para tatlıdır ama oy da tatlıdır, unutmayın!
13,5 milyon emekli bir de eşleri etti mi size 27 milyon... oy, oy oy… umarım tez
zamanda sandıkta görüşürüz!
***
Doktorlara saldırıyorlar… bu ülkenin en zor okullarını, ömürlerinin
baharlarını kitapların arasına gömerek geçiren insanlara… Bir de bunlara çanak
tutanlar var!
Ressamlar, şairler, yazarlar, aydın insanlar… sıradaki?
Işıkla kavgamız mı var?
Üfürükçülere, cincilere, sülükçülere, hacamatçılara mı kalacağız?
****
Herkes batmadı… kimileri vurgun vuruyor… zam bir geliyorsa onlar üç-beş yapıyor…
Ortalık toz duman; kimin ne kadar zam yaptığını kestiremiyoruz artık… kimi
esnafta insaf, iman kalmamış… Bayramdan bir hafta önce 5 TL olan domates,
bayram haftasında 8 TL’ye, bayramda ise çürükleri 15 TL’ye satıldı…
Domates aynı domates de insanlar aynı insan mı veya hâlâ insan mı?
****
Yok, ben bunları yazıp da moralimi bozmayayım… Zaten kimsenin aldırdığı da
yok. Parası olan Alaçatı’da, parası olmayan:
Kültür Park’ta, Zafer’de, Alâaddin Tepesi’nde yaşlı bir adam görüyorum, zor
yürüyor belli ki emekli…
Başına bir kep geçirmiş belki de gizlenmek için, yüzü fazla görünmüyor,
sakalından ter sızarken…
Elinde bir aparat var, onunla çöp kutularını karıştırıp bulduğu kola
kutularını poşete koyuyor ve yine geldiği gibi ayağını sürüyerek bir başka çöp kutusuna
doğru, bir başka çöp kutusundan, birkaç kola kutusu bulma umuduyla yürümeye çalışıyor…
Bir başka şehirde mesela Alanya’da… Bir Alman, o da emekli… Elinde buz gibi
bira denize karşı uzanmış…
Bizim emeklilerimiz bunu mu hak ettiler?
Haydi size iyi bayramlar…
TAHİR SAKMAN
07 Temmuz, 2022
ATEŞİ YUTARAK SÖNDÜRENLER
Farkı yok susmanın ateş yutmaktan
Hekimler ölürse sen de ölürsün
Gepegenç yaşında bir gece vakti
Bir karın ağrısı sebebin olur
Farkı yok susmanın ateş yutmaktan
Cehalet kurşunla yağmadan önce
Hekime sahip çık ömrün uzasın
Karanlık çökmesin ışığınıza
Farkı yok susmanın ateş yutmaktan
Hekimler olmazsa yaşamın olmaz
Borcumuz şükrandır saygı sevgidir
Günü güneşi gösterendir onlar
Farkı yok susmanın ateş yutmaktan
Hekimler yutuyor hepimiz için
Hekimler yasta olursa eğer
Bilin ki insanlık tümden hastadır
/Kana bulanmışsa gömleğim
Dünüm yarınım hepsi yastadır/
TAHİR SAKMAN
05 Temmuz, 2022
ABDAL HAYDAR AĞA
![]() |
3 Şubat 2000 tarihli Yeni Gazete'de yayımlanan söyleşimiz. |
Bir dönem Yeni Gazete’de, merhum
Yalçın Dikilitaş’ın oğlu Osman Dikilitaş ile birlikte Şehir Sohbetleri
ismiyle haftada bir ilginç bulduğumuz insanlarla söyleşi yapıp tam sayfa
yayımlıyorduk.
İsmini sık duyduğum hatta
efsaneye dönüşen bir insan vardı… ama Osman’ın da benim de nedense onunla
söyleşi yapmaya çok cesaretimiz yoktu… bu çekincenin kaynağı evinin Yeni
Mahalle’de (Çimenlik) olması en büyük etkendi sanırım…
Konuşmak istediğimiz kişi, hakkında
evliya yakıştırmasından tutunuz, bey olduğuna varana kadar ve oldukça yaşlı
olduğu konuşulan Abdal Haydar lakabıyla tanınan aynı zamanda Alevi Bektaşi
geleneğine bağlı Âşık Haydar mahlasıyla şiirler söyleyen Hasan Pekaşık idi.
Onunla ilgili çok şey duymuştum:
Türbe önünde ev satın almıştı. Asmalı Mescit civarındaydı sanırım. Ama evin satıldığını
duyan komşular “evi bir abdala mı sattın” diye baskı yaparak
vazgeçirirler. Abdal Haydar Ağa, çok müteessir olmuştur. Evi satan adam, gece
rüyasında Hz. Peygamberi görür ve “onu niye incittiğini” sorarak “beni
de incittin” der.
Sabah, kan ter içinde korkuyla
uyanan ev sahibi gidip Abdal Haydar’ı bulur ve özürler dileyerek evi tekrar ona
satar.
Buna benzer hakkında pek çok menkıbenin
anlatıldığı bu insanla söyleşi yapmayı kafama koymuştum. Bu fırsat bir gün kendiliğinden
geldi.
Türbe Caddesi’ndeki saatçi
dükkânıma Abdallardan bir müşteri geldi, saatini tamir ettim, sözü Abdal Haydar’a
getirdim ve sordum. Meğerse akrabasıymış… Onun vasıtasıyla bir akşam için
randevu aldık.
Osman’la birlikte bize verilen
adresi bulduk. Kapıyı çaldık ve içeri buyur edildik, sofada en az yirmi kişi
vardı ve bizi ayakta karşıladılar. Bizi misafir odasına aldılar.
Misafir odası şaşılacak
temizlikteydi, çay ikram ettiler, bardaklar tertemizdi, içtik. Abdal Haydar Ağa hastaydı ve otursa da
hiç keyfi yoktu ama yine de sorularımıza açık yüreklilikle yanıt verdi. Sohbet
esnasında bize aykırı gelen bölümleri yayımlamadık. Oysa ne kadar hata
yaptığımızı şimdi anlıyorum. Bir gün ses kayıtlarını bulursam yeniden deşifre
edip yayımlayacağım.
Abdal Haydar Ağa, elindeki asanın
Hz. Musa’nın asası olduğunu, Hz. Ali ile birlikte Hayber Cengi’nde, Kan Kalesi Cengi'nde vuruştuğunu anlattı. Hz. Mevlâna’nın bu şehrin anahtarını kendisine
verdiği ısrarla vurguladı. Duvarlarda yer alan Bektaşi büyüklerine ait resimlerin yanı sıra Mevlevi resimleri (Sıtkı Dede)
onun ne denli bir Mevlâna, Hakk ve hakikat âşığı bir insan olduğunu anlatmaya
yetiyordu zaten.
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. Abdal Haydar Ağa'nın evinde, soldan sağa; Osman Dikilitaş, Abdal Haydar Ağa, Tahir Sakman. |
Onu yormamak için kısa kestik ve daha
sonra tekrar gelmek için sözleştik ama…
Abdal Haydar Ağa, 15 Eylül 2007
tarihinde 117 yaşında sır oldu… Rahmet olsun…
Abdal Haydar Ağa hakkında Muammer
Gül tarafından “Günümüz Bektaşî-Mevlevî şairlerinden Konyalı Âşık Haydar/Şıh Hasan
Pekaşık” başlığıyla tez de hazırlanmıştır. Abdal Haydar Ağa ile ilgili detay
bilgi isteyenler söz konusu teze başvurabilirler.
3 Şubat 2000 yılında Yeni Gazete’de
yayımladığımız söyleşinin tam metni şöyle:
TAHİR SAKMAN
ABDALLIK GÖÇEBE HAYATIDIR
Şehirlerde yaşayan birçok insan vardır. Bu
insanların merkezde yaşayanlarını zaten tanırsınız… Ya bir de tanımadıklarınız…
Belki de bu şehrin bütün kahrını onlar çekerler. Şehrin varoşlarını
mesken tutmuşlardır. Ayrı bir dünyadır onlar. Ama şuna emin olun ki çok renkli
bir dünya... İstedik ki size bu renkli dünyadan kesitler sunalım, tanımadığımız
görmezden geldiğimiz bu insanlardan bir tanesini ama çok önemli bir tanesini
anlatalım istedik. Bir asra tanıklık etmiş bir adam "Hacı Haydar Ağa" [namı
diğer Abdal Haydar] kendi ifadesiyle yüz bir yaşında, teybimizi uzattık…
Söyledikleri bazen size aykırı gelebilir. Biz yorum
yapmadık. Duyduğumuzu yazdık. Hacı Haydar Ağa ne söylediyse onu yazdık.
Anlattıkları ülke mozaiğinin bir gerçeği…
-Haydar amca merhaba! Bize kendini biraz anlatır mısın?
-Konya'da doğdum. Konya'da yaşadım
-Kaç yılında doğdunuz? Sizin yüz yaşınızda olduğunuz söyleniyor, doğru mu?
-Nüfus cüzdanımda doğum tarihim 1319 olarak yazılı…
-Mesleğiniz neydi?
-Rençberlik yaptım.
-Peki, uzun yaşamanızı neye borçlusunuz?
-Doğruluğuma borçluyum.
-Bundan güzel bir cevap düşünülemez. Gördüğümüz kadarıyla çevrenizde size
çok hürmet ediyorlar. Haydar Bey diyorlar. Bu beylik nereden geliyor?
-Bu beylik bize Horasan'dan geliyor. Dedelerimiz,
Horasan'dan gelmişler Onlara Hacı Hasan Bey derlermiş. Bu Beylik oradan geliyor.
Çayırda, Atabey Hanı derler. Orayı dedem yaptırmış. Koyunlarına ağıl yaptırmış.
Orada yaşamışlar
-Sizin Aslım'da çiftliğinizin olduğunu biliyoruz. Orası mı?
-Evet orası. Ben de dedemin hatırasına oraya ev
yaptırdım. Çiftlik kurdurdum.
-Haydar amca, duvarda bir resim görüyorum. Kimdir?
-O fotoğraf Mevlevi Dergâhı'nın son Postnişini, Sıdkı Dede
Hazretleridir.
-Siz Bektaşi misiniz?
-Bende Bektaşilik de var, Mevlevilik de var. Hacı Bektaş Veli yoluna Bektaşi, Hazreti Mevlâna’nın yolunda Mevlevi’yim. Zaten ikisi da aynı. Hazreti Mevlâna Konya'ya gelmiş. Hacı Bektaşi Veli, Kırşehir'in Hacı Bektaş nahiyesine yerleşmiş.
-İkisinin yolu da aynı mı diyorsun?
-Evet ikisinin yolu da birdir.
-Türbe önünde bir ev alacağınız zaman size sattırmak istememişler. Bu
durumu anlatır mısınız?
-Komşular “Abdal geliyor” diye sattırmak istemediler.
Ama manen Hz, Pir Efendim orayı bana tapuladı. Ben de oranın sahibini buldum.
30 bin liraya satın aldım.
-Peki bu Abdallık nedir, biraz açar mısınız?
-Abdal, göçebe hayalı yaşayan insandır. Dedelerimiz,
Horasan'ın Belh şehrinden gelmişlerdir. Göçebe yaşadıkları için Abdal demişler.
Pir Sultan Abdal gibi, Balım Sultan Abdal gibi…
-Âşık Veysel'i tanıyor musunuz?
-Evet tanıyorum. Evime geldi, misafir ettim. 50 sene
önce bir gece bizde kaldı. Çok memnun oldu. Ayrıca Hacı Veyiszade Hoca'nın
sohbetlerinde bulundum.
-Siz şiir söyler misiniz?
-Evet.
-Peki, bize bir şiir söyler misiniz?
Derviş dedem dem çeker
Derdini adem çeker.
Ademi mahrem çeker.
Derviş dedem ah dedem.
Derviş dedem olmuşuz
Nur-u Hakk'la dolmuşuz
Gerçek aşkla solmuşuz
Derviş dedem ah dedem.
Derviş dedem gel beri
Sırrı zat-ı esrarı
Dört kitaptan içeri
Derviş dedem ah dedem.
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. |
-Sizin zengin olduğunuzu biliyoruz. Çevrenize yardım ediyor musunuz?
-Karşı mahalle, yan mahalle, arka mahalle yaklaşık
250-300 haneyi göçebelikten ben kurtardım. Bu mahalle 25 bin metrekare.
Belediyeden aldım. Kurulalı 62 sene oluyor. 1300 metresini yola bağışladım.
Gerisine de bu mahalle kuruldu Çoğundan para da almadım.
-Hayrına mı verdin ?
-Ne yapayım? Anası yok, babası yok. Yetim kalmış.
Tapuladım üstüne. Evini yaparken de yardım ettim.
-Zenginliğiniz Beylikten mi geliyor?
-Mut'la, Silifke arasında bizim çiftliğimiz var. Dedem
Horasan'dan gelince ilk olarak oraya yerleşmiş. Orada çiftliğimiz ve
akrabalarımız var. En büyükleri benim. Tam 101 yaşındayım.
-Uzun yaşamanın sırrına doğruluk dediniz…
-Sen doğru yörü doğru bak
Rahmet eder
yarlıgar Hakk
Doğru gidene zeval yok...Haram yeme. Haram yersen şu teni çürütürsün. Haram lokmanın kanı damarlarına girer, haram lokma yemedim evel Allah. Hiçbir kimseye bir lira borcum yok. Birçok alacağım var ama bir Allah'ın kuluna borcum yok...
-Sizin bu sözleriniz bazı yetim hakkı yiyenlere bir ders olmalı…
Şiirlerinizde bir mahlâs kullanıyor musunuz?
-Şiirlerimde
Âşık Haydar mahlâsını kullanıyorum...
Çoban oldum goyun güttüm
Hu Allah’ım Hu diyerek
Şükür edip Hakk'a yettim
Hu Allah’ım Hu diyerek
Hacı Bektaş gibi sığır güttüm
Tacir oldum alışveriş ettim
Hemi aldım hemi sattım
Hu Allahı’m Hu diyerek
Öz tarlamda çift sürerim
Nadasımı tohumlarım
Hem ekerim hem biçerim
Hu Allah’ım Hu diyerek
Âşık Haydar aşk lafı der
Levh-I mahfuz kalem tutar
On sekiz bin âlem gider
Hu Allahı’m Hu diyerek
*************************
Senin aşkın kalbimde
Ya Hazreti Mevlâna
Sıdkıla sığındım sana
Ya Hazreti Mevlâna
Sen bir ulu sultansın
Gönüllere imansın
Can evimde canansın
Ya Hazreti Mevlâna
Severim seni candan
İlim virdi her andan
Senin aşkın var bende
Ya Hazreti Mevlâna
Dergahına tez varalım
Eşiğine yüzler sürelim
Senden himmet alalım
Ya Hazreti Mevlâna
Yeşil kubben görünür
Aşkın kalbime bürünür
Âşıkların senindir
Ya Hazreti Mevlâna
Âşık Haydar kul sana
Köle olsam kapına
Senden himmet isterim
Ya Hazreti Mevlâna
-Kaç çocuğunuz var?
-Altı oğlum, iki kızım elliye yakın torun sahibiyim.
Torunumun torununu gördüm. Bu evin içinde yirmi altı kişi yaşıyoruz.
-100 yıl yaşadığınızı söylüyorsunuz, kaç yıl daha yaşamak istersiniz?
-25 yıl daha yaşamak isterim.
-Okuyucularımıza son olarak ne söylemek istersiniz?
-Birincisi doğru olmak. İkincisi çok çalışmak... Üçüncüsü
haram yememek... Dördüncüsü zina yapmayacak... Beşincisi elin ayıbını gece gibi
örtecek. Böyle yaparsan erenlerden yetişmiş bir efendi olursun…
-Efendim bunca yaşınıza rağmen bizi kırmadınız, sorularımıza cevap verdiniz,
bunun için çok teşekkür ederken, sağlıklı ömürler diliyoruz…
-Asıl Allah size uzun ömür versin...
Benim yirmi beş sene daha ömrüm var...
SÖYLEŞİ: Tahir Sakman- Osman Dikilitaş
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. Abdal Haydar Ağa... |
04 Temmuz, 2022
GÖZLER EN SON AĞLAR
yürekte
başlar yangın
gözler
en son ağlar
yeşertemiyorsan
düşlerini
yağmur
olmak neye yarar
rüzgârsan
esmelisin hoyratça
dalların
kırılmalı eğer ağaçsan
tut
ki bulut oldun bir an
geçmiş
çoktan gitti
geleceğin
rengine boyansan
yaşamak
aşktır zaten
seni
gözlerine bağlayan
uzakta
bir yerdedir bilirsin
kalbinde
her gece ıssız ağlayan
şiir
olsan ne şair olsan ne
bir
kalpte tebessümle yoksan
TAHİR SAKMAN
02 Temmuz, 2022
OY MADIMAK / YANDIKÇA KALKARIM
29 yıl… oysa bilmezler kaç bin yıldır yanarım; cehaletin elinde…
/can
dedik yaktınız
dost
dedik yaktınız
şiir dedik türkü dedik ışık dedik
yakamadınız/
kim yanar şimdi kim
madımak’tan fazla yangınım
sürer kıyamet gibiyim
yanarım
kerbela’da yanmışım
sular akmadı çareme
madımak ne ki
cehaletin bir fazlası
susarım
sustukça büyür yangınlarım
susmam
siz sussanız
yandıkça
ışık olur alevlerde yeşerir duygularım
yanarım
yandıkça ayağa kalkarım
/madımak oy madımak
başım dik yolumuz ak
karanlıklar boğulsun
ışığı açık bırak/
TAHİR SAKMAN
01 Temmuz, 2022
BİR MAKALE VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ: “Konyalı Biricik Saz San’atkârı: MAZHAR SAKMAN” ÜZERİNE
![]() |
Mazhar Sakman. Fotoğraf: Süleyman Şenel. |
Bloğumda ve sosyal medya hesabımda, Resimli Radyo Dünyası dergisinde, benim de çocukluk hatıralarımın arasında yer eden değerli folklorcu hemşehrimiz İhsan Hınçer’in, babam Mazhar Sakman ile ilgili bir makalesini yayımladım. Aslında bu makaleyi çok önceleri bir kitabımda; (Konyalı Mazhar Sakman’dan Türküler, Konya Valiliği, 1999, Konya.) dergiden bahsetmeden İhsan Hınçer imzasıyla yayımlamıştım.
Ve kesinlikle unutmadık;
11 Mart 1963 - 14 Haziran 1963 tarihleri
arasında Konya’da yayımlanan
Şehir Postası gazetesinde, o günün kısıtlı imkânları içerisinde yayımlanan yirmi
üç türkünün notasını ve babamın arşivinden çıkan henüz tamamlanmamış iki türkünün
notasıyla birlikte kitabımda tekrar yayımladım. Notaların, o günkü anlayış
çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini de not olarak düşmüştüm.
Bir insanın ölümünden sonra hatırlanmasının
eserleriyle mümkün olduğu herkesin malumudur. Bu sözün canlı bir örneği gibiydi
babam… onun fırtınalı hayatının bir bölümünün canlı tanığı olarak biz ailesi ve
hassaten bendeniz, babam öldükten sonra hummalı bir çalışma içine girmiş ve söz
konusu kitabı hazırlamıştım.
İmkânlarım kısıtlı olmasına
rağmen asla yılmadım. Süleyman Şenel dostumun yol göstermesiyle zaman zaman
ümitsizliğe kapılsam da dostların teşvikiyle boyumu aşan bir gayretle, babamın
bant kayıtlarını basit bir teyple, bir türküyü belki abartısız yirmi kere
dinleyerek deşifre etmeyi başardım.
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman'ın Sarıyakup Caddesi'ndeki bağ evinde, soldan sağa; Cenap Kendi, Kazım Şalvarcı, Mazhar Sakman. |
Türkü metinlerini yazarken eğer
babamın kelimelerini, telaffuzunu bilmeseydim sanırım başaramazdım; çünkü, türkülerin
verdiği coşkuyla kelimeleri bazen yutmuş bazen de yaş itibariyle ve ağzında diş
olmaması nedeniyle anlamakta bir hayli zorlanmıştım. Elimdeki sağlam kaydı,
babam, bizzat kendisine eşlik eden udi Cenap Kendi’nin makara bantlı teybine
kaydettirmiş, ben de onu kasete aktarmıştım. 21 Kasım 1975 -ki bu tarihte
babamın 65 yaşlarında olduğunu söylersem sanırım onun ne denli bir türkü
sevdalısı olduğu hakkında bir fikir verir- yılında başlanan kayıtlara, haftada
bir defa, bizim Sarıyakup’taki bağ evimizde Cenap Kendi uduyla, Kazım Şalvarcı
ise kanunuyla eşlik etmişlerdi. Bu kayıtların pek çoğunu zaten canlı olarak
dinlemiştim. Bunun haricinde de şahsi arşivimde bulunan kayıtları da deşifre
etmiştim.
O dönemlerde, gündüz iş yerimde
akşamları evde, söz konusu kayıtları dinleyerek ciddi bir emek sarf etmiştim. Sanki
bunu babama olan vefa borcu gibi algılamış ve kitap olarak yayımlandığı zaman
sanki üzerimden bir borç kalkmış gibi rahatlamıştım.
İhsan Hınçer’in bahsettiği kayıtlar,
İstanbul Radyosu’nda canlı yapılan yayınların kaydıdır. O yıllarda radyolar canlı
yayınlamaktadır. Babamın zaman zaman bu yayınlardan bahsettiğini hatırlıyorum. İstanbul’a
Konya Gecesi için gittiklerinde bu türküleri okumuştur. Söz konusu kitabımda
da bu bantların arşiv numaralarını vermiştim: “TRT İstanbul radyosu diskoteğinde bulunan 33 1/3
devirli B bantlarda, muhtemelen merhum Sadi Yaver Ataman tarafından 1952
yılında “Konya Gecesi” nedeniyle İstanbul’da bulunan Mazhar Sakman’dan, B-038-A
numaralı ses kaydıyla “Çıkabilsem şu
galeden saraya”, B-038-B numaralı ses kaydıyla “ Elinde sazı (Doktor Civanım)”,
B-038-B numaralı ses kaydıyla “ Bir Konya havası”(?) türküleri derlenmiştir.
(Kayıtlara “Bir Konya havası” ismiyle geçen türkünün, “Elif Gız’ın mendiline
mestine (Gabak)” türküsü olması muhtemeldir.”
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. 4 Şubat 1950 tarihinde İstanbul'da yapılan "Konyalılar Gecesi'nde yerel kıyafetlerle Mazhar Sakman. |
Makalede yer aldığı gibi son yıl
yaz tatilini uzatan Mazhar Sakman, okula gitmemiştir. Konya Muallim Mektebi’nden,
İzmir Muallim Mektebi’ne nakledilmesine sebep olan saz ve söz aşkı burada da kendisini
göstermiştir. Konya’da leyli meccani (parasız yatılı) okuduğu yıllarda,
geceleri okuldan kaçarak oturaklara gitmesi bu aşkın başlangıcıdır. Yaz
tatilinde Konya türkülerinde bir ekol olan kanun sanatçısı Gökmen Hasan
Hüseyin Ağa’nın ‘sarı oğlan da iyi saz çalacak” demesi ateşlenmeye
hazır fitilin alev alev yanmasına neden olmuştur demek mümkündür. Babasını,
Şam cephesinden hasta geldikten kırk gün sonra kaybetmesinden sonra annesi
Vesile Hanım, teyzesinin oğlu Yusuf Ağa’yla bir evlilik yapar. Her ne kadar bu
evlilik Yusuf Ağa’nın bıçkınlığı ve oturaklara düşkün olması nedeniyle uzun
sürmese de Mazhar Sakman’ın üzerinde derin etkileri olmuştur.
Bizzat dinlediğim şekliyle, oturaklara
girmesinin mümkün olmadığı yaşlarda babalığı Yusuf Ağa’ya yalvarır ve
teyzesinin oğluyla (Mehmet Mıngır) yüklüğe (eski Konya evlerinde gündüzleri
yatak ve yorganların konulduğu gömme dolap aynı zamanda geceleri de gusülhane olarak
kullanılır) saklanırlar. Yüklükteki delikten babam ve teyzesinin oğlu sabaha
kadar oturağı çıt çıkarmadan izlerler. Söz konusu makalede babamın anlattığı buna
dayanmaktadır.
“Mazhar Sakman, okuyup
yazmasına rağmen mahalliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Farsça ve Arapçadan
da nasibini almıştır. Mektuplarında ağdalı bir lisan kullanır. Fakat bu
kelimeleri bile Konya şivesine uydurur.” İhsan Bey’in bu değerlendirmesi oldukça isabetlidir;
çünkü eski Türkçeye hâkim olmasına rağmen yerelliğini ön plana çıkarmayı
severdi ve yerel kelimeler kullanmaktan oldukça keyif alırdı.
O içinde kopan fırtınalara
kapıldı ve asla durulmadı “O, durgun görünen derin bir sudur.” Derinlerde
hep kasırgalar koptu… ve hayat ve sanat onu savururken o hiçbir zaman pişmanlık
duymadı; bilakis acı çekse de hep mutluydu…
![]() |
Foto: T. Sakman Arşivi. Mazhar Sakman, Tevkifiye Caddesi'ndeki saatçi dükkânında. |
Harabati bir yaşantının son
noktasıydı onun yaşamı… “Tavadan yer, kovadan içerim” derdi… Başında
takkesi, kadı biçimi pantolonu, yeleğinden sarkan altın köstekler, gümüş
savatlı Van işi tabakası, kehribar ağızlığı ve üzerinden yaz, kış çıkarmadığı pardösüsü
… illaki sazıydı onu tamamlayan ve o sazını, sevgiliye sarılır gibi sararken türküler
ağzından değil yüreğinden dökülürdü…
Her şeyi bıraktı belki ama sazını
asla…
Ve o saz; boynu bükük, mahzun…
kendisine; eski günlerin ihtişamını hatırlatacak, yeni nesil bir Sakman’ı
bekliyor…
Foto: Kemal Soylu. 26 Mart 1987 yılında Yeni Meram gazetesinde yayımlanmıştır: Mazhar Sakman oğlu Tahir ile birlikte Âşık Şem'i'nin mezarı başında. |
TAHİR SAKMAN
30 Haziran, 2022
Konyalı Biricik Saz San’atkârı: MAZHAR SAKMAN
Yıl 1953… Ben daha dünyada yokum…
Hoş şimdi ne kadar varım, tartışılabilir…
Resimli Radyo Dünyası’nın 136. sayısı…
Hemşehrimiz İhsan Hınçer kaleme almış… En iyisi sözü ona bırakmak olacak…
![]() |
Soldan sağa; Musa Saz, Mazhar Sakman, muhtemelen Orhan Kurşun... |
Konyalı biricik Saz San’atkârı:
MAZHAR SAKMAN
Hayatı-hâtıraları-”Zengin olup da
ne idecem”-Musikiye nasıl başladı?-Ne olmak istiyordu ne oldu? -Karacaoğlanların
diyarı Anadolu...
Anadolu, hâlâ Emrahların,
Karacaoğlanların diyarıdır. Hemen adım başında bir halk şâirine, bir saz
sanatkârına rastlarsınız. Kiminin avazı , kiminin tezenesi, size, bazan hüzün,
bazan neş’e verir. Bunların içinde öyle ustaları vardır ki, muhitlere
yekta’dır.
İşte, memleketimize senelerden
beri âşık veren Konya’nın, şimdi de dumanı üstünde saz sanatkârları vardır. Bunların
pir olarak tavsif ettikleri Çopur İsmail iki yıl evvel hakkın rahmetine
kavuştu. Bilhassa onun ölümü ile divan sahası boş kaldı. Lâkin Murat Tiftik,
Silleli İbrahim, Bozun Ömer, Bekir Defçi, Mazhar Sakman gibi halk, saz ve
türkülerin yeni kıymetleri bu boşluğu ellerinden geldiği kadar doldurmaktadır.
Daha önce bu sayfalarda Murat Tiftik’ten bahsetmiştik. Bugün de Mazhar
Sakman’dan söz açacağız.
Hani Sadi Yaver Ataman Birliği,
bir yıldan beri:
Kabağı da boynuma takarım,
Hovardayı gözünden çakarım,
Senin de gibi yosmaları
Pazarlarda satarım, heyyyyyy.
Diye başlayan bir türküyü, umumi
arzu üzerine sık sık okuyor ya, işte onu, Sadi Yaver’e tam bir Konya tavrı
ağızı ile veren bu bahsedeceğimiz Mazhar Sakman’dır.
Mazhar Sakman, ailesinin bütün
ısrarlarına rağmen memur ve öğretmen olmak yolunu kendi elleriyle tıkamıştır. Kendisi
Konya ve İzmir Muallim mekteplerinde okumuş ve nihayet bu “Saz Merakı” yüzünden
İzmir Muallim Mektebi son sınıfından ayrılmış.
Mazhar Sakman’ı son Anadolu
seyahatimde Konya’da tekrar gördüğüm zaman, kendisine Konya tabiri ile:
-Ak karam dedim, biyol da
memlekete seni tanıtalım. Bana kısacık hayatını anlatıversene?
O, bu teklifime memnun olmuştu:
-Eh dedi, biz de bu uğurda az
yorulmadık. Az cefa çekmedik. 1330 doğumlu olduğuma göre, 40’ına merdiven
atmıştım. Böyle olduğu halde saza ve okumaya yeni başlamış gibi içimde bir
heyecan duyuyorum. Senin anlıyacağın, bu heves bende tâ küçükken başladı. Babam
[burada bahsettiği üvey babasıdır] bıçkın bir adamdı. Sık sık oturak ve saz âlemleri
tertip ederdi. Biz bu âlemlerin yanına bile sokulamazdık, amma, kendimizi de
meraktan kurtaramazdık. Babam ve annem benim okumamı istiyorlardı. Bu maksatla
da tahsilime hiç ara vermedim. Fakat yaşım ilerledikçe saz ve söz meclislerine
de devam fırsatını buldum. Hayatın her türlü kahrını çektim. Nefsimi
mahrumiyetlerle pişirdim. Bir nevi riyazet seneleri yaşadım.
- İlk defa bir topluluk
karşısında ne zaman çalıp, okudun?
-Daha 17-18 yaşlarında
meclislere devama başladım. 1933 yılında Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde İzmir
Muallim Mektebi 4. sınıfında iken, musiki muallimimiz Ziya Aclan’ın teşvikile
ve saz ile bir halk türküleri konseri verdim. Halk beni dehşetli tutmuştu.
Zaten teşvik ve istidadın bu işte büyük payı vardır. Yazın Konya’ya her
dönüşte, arkadaşlar, bir oturak âlemi tertipler, beni de çağırırlardı. Artık bu
meclislerin aranılan bir uzvu olmuştum. Nihayet bu meclislerin havası beni o
derece sardı ki, o yıl yaz tatili bittiği halde okula gitmedim. Çoğu bunun bir
intihar olduğunu söyledi. Fakat ben, bu teşhisin yersiz olduğuna dair canlı bir
delilim. Şimdi Konya’da hem bir saatçi dükkânım var, hem de fermanım. Bu
ferman. Bu fermanım kendi kendine buyruk olmak fermanıdır. Gönlüm küsüver di
mi, on beş yirmi gün dükkânı açmam kimse bir şey diyemez. Zamanı gelir,
geceleri Şehir Lokali’nde saz çalar, gündüzleri de elimden geçen dakik saatler
gibi muntazaman çalışırım.
- Senin yetişmende başka saikler
de var mıdır?
-Asker olduğum zaman bandoya
geçtim. Riyaseti Cumhur Heyetine bağlı Musiki Tatbikat Okulu’nda Veli Kanık
müdürümüzdü. Kendisinden çok tenevvür ettik. Geçen sene İstanbul Radyosu’nda
iki seans okuyup, çaldığım zaman, muhterem hocamı karşımda görmiyeyim mi, hemen
koştum, elini öptüm. Zira bizde çok emeği vardır. Nota bilgimi, onun sayesinde
ilerlettim. Hâlen bu sayede halk türküleri derlemeciliği de yapıyorum.
Mazhar Sakman, okuyup yazmasına
rağmen mahalliliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Farsça ve Arapçadan da
nasibini almıştır. Mektuplarında ağdalı bir lisan kullanır. Fakat bu kelimeleri
bile Konya şivesine uydurur. Derlemeleri de olduğundan bahsettiği için sordum:
- Topladığın bu türküleri ne
yapıyorsun?
-Yakında bunların en
seçmelerinden 50 tanesini “Konya Türküleri “ adı altında notalar ile birlikte
neşredeceğim. Biz de karınca kararınca bir şeyler yapalım. Evlâtlarımız ileride
belki adımızı bu suretle unutmazlar.
- Hayatından bu kadar memnun
olduğuna göre, bari bir köşeye para filan biriktiriyor musun?
Yaz kış durmadan terliyen Mazhar
Sakman’ın alnından kayan birkaç ter damlası sarı bıyıklarının arasında
kaybolurken, o kıs kıs gülüyordu:
- Ne diyorsun sen İhsan Bey,
beni daha öğrenemedin mi? Ben bugün kazanır, bugün yerim. Zengin olup da ne
ideceğim? Sonra irahatsız olurum.
Mazhar Sakman’ın prensiplerine
akıl erdirmek cidden girift bir meseledir.
Mazhar Sakman’a veda etmiş
gidiyordum, yolda bir arkadaşına rastladım, ona bu huylarından bahsettim. Bana
şunları anlattı:
- Mazhar, kendisine her türlü
ezayı reva görür. Hiçbir şeye kıymet vermez. O, durgun görünen derin bir sudur.
Bir gün bizzat gördüm. Bir mecliste çalınmış, yenilmiş, içilmiş, kız
oynatılmıştı. O, rakıyı bile bardakla içiyordu. Anadolu evlerinde teras yerine
kaim olan tahta boşa çıktığımız vakit, onun orada yüzü koyun sızmış olduğunu
gördük. Kaldırmak isteyince “Bırakın beni satlıcanlar oluvuruyum. Birde
ordan nasibimi alayım hay garam”, diye inliyordu. Kaldırmaya muvaffak
olamadık. İşte o kadar garip ve anlaşılmaz bir adamdır. Zatülcenp olmakta bile,
bir deva aramaktadır!
Şimdi, ne zaman Sadi Yaver'in salı
ve perşembe günleri İstanbul Radyosu'ndan:
-Sayın dinleyiciler, şimdi
Mazhar Sakman'dan alınan bir Konya oyun havasını dinleyeceksiniz, dediğini
duysam, hemen onu hatırlar, ister istemez tebessüm ederim.
İhsan HINÇER