DÜNYAYI ŞAİRLER KURSAYDI 1999 yılında yayımlanan ve
Derviş Ozan mahlaslı şiirlerimden oluşan “Bir Hayat Yetmez” isimli kitabımdan
bir şiir; “Kurban…” Ne kadar çok kaygılarımız
varmış ki… ya şimdi? Dünyayı kan ve ateşle çevreleyen
emperyalizmin ve onun uşakları… Ne zaman uyanırsak ve ne zaman hayata saygı
duyarsak, o zaman her şey düzelecek; insan, insanı sömürmeyecek, adil paylaşımlarla
insanca, hakça bir düzen kurulacak… mı? Kurulabilir mi? Çok da umudum yok aslında;
çünkü, insanın olduğu her yer kan… Eğer insanlık bunu
başarabilirse bir gün, gerçekten insan olmanın hazzını yaşayabilecek… ve
sevgiler şairlerin mısralarından çıkıp hayata egemen olabilecek… Keşke insanlar, şairlerin
kurduğu dünyada yaşayabilselerdi…
KURBAN Atomsuz nötronsuz bir
dünya için Dualar ediniz bayram
sabahı Nice insan için insanlık
için Dualar ediniz bayram
sabahı Güvercinle defne dalı
ellerde Barış şarkıları dönsün
dillerde Mutluluğun bitmediği
yerlerde Dualar ediniz bayram
sabahı Karanlığı karanlıkla
boğarak Sevgilerle güneş gibi
doğarak Yunus gibi her gönüle
sığarak Dualar ediniz bayram
sabahı Medeniyetin on parmağı da
kan Bir mermiye kurban edilmiş
insan Barış dilerken size Derviş
Ozan Dualar ediniz bayram
sabahı TAHİR SAKMAN
SÜRE SÜRE SÜREYYA Hani diyorlar ya,
yıllanmış şarap gibi… Ve yıllandıkça değer
kazanan; tıpkı, Vedat Sakman şarkıları gibi… O şarkılar yıllar geçtikçe yeni
yorumlarla, yeni düzenlemelerle kalbimizdeki sesleri yeniden yükselmeye başlıyor… Yaptığınız her ne olursa
olsun, en iyisini yapmanın karşılığı bu… ve topluma sunduğunuz eserlerinizin
topluma karşı bir saygısı bu aynı zamanda… Sanatçının görevi… En başta da kendine
saygısını ortaya koyar, tüm sanatçılar eserlerinde… Bir şair şiirlerinde kurar
dünyasını, bir müzisyen notalarında yaşatır… Uzun yıllar önce Vedat
Sakman’ın yaptığı bir şarkı Süreyya… O dönemlerde de dilimizden düşmemişti; “Süre
süre Süreyya, Süreyya… Âşık Süreyya, güzel Süreyya…” Şimdi yeni bir
düzenlemeyle yeni bir sesle karşımıza çıkıyor. Meltem Taşkıran bu kez
yüreklerimize sesleniyor Süreyya ile… Farklı bir yorum ve anlayışla
Meltem Taşkıran’ın sesi yankılanıyor şimdi Süreyya ile… Güne Vedat Sakman
şarkısıyla başlamak demek; sevgiyle, dostlukla başlamak demektir. Her güne bir
Vedat Sakman şarkısı, her ânınıza bir Vedat Sakman şarkısı mutlaka vardır ve
iyi gelecektir; çünkü o şarkılarıyla doğal olanı yapıyor ve tabii ki kaliteyi
yansıtıyor… “Şarkı satmıyorum” diyen
bir müzisyendir Vedat Sakman; onun şarkıları doğanın sesi gibidir, bir rüzgâr
düşünün mesela sizi serinletir, güvercin düşünün içinizi ısıtan, kanatlarında
eski bir sevdanın… İnsanlıktan daha kadim bir
sevda var mıdır? Ya barıştan? Vedat Sakman bestelerini dinleyin;
onun dünyası tertemiz, sizler de sevgilerinizi katın… Biz büyük bir aileyiz
sizlerle, sizlerin sevgileriyle daha da büyüğüz… Ve insan içindir, insana
yürüyüşümüz… Vedat Sakman şarkıları
bunun için var; dinledikçe güzelleşen… Dünyanız güzel olsun… TAHİR SAKMAN
BAYRAM OLSUN /kurban edilecek ne kaldı sevgilerden başka/ demiştim bir zamanlar…
Bunca zaman ne değişti? El cevap, hiçbir şey… Huylu huyundan asla vazgeçmedi… Zamanın puşt zulasına
saklanmış bir yerinde devran yine aynı dönüyor… ama ne olursa olsun umutlarımız
sürekli yeşil… Öyle bir dal ki yüreğimizde hep yeşil… Ve bir Çin özdeyişi: “Yüreğinde
yeşil bir dal saklarsan şarkı söylemeye bir kuş gelecektir…” Siz dallarınızı koruyun; o kuş, bir gün mutlaka şarkınızı söylemeye gelecektir… Mesela bayram… Kindar olmayı kesin; sevmeyi
deneyin, hoşgörüyle karşınızdaki insanla empati yapmaya çalışın… Unutmayın; o
da sizin gibi bir ana kuzusu… Yalanı kesin, insanları
aldatmayı mesela… Doğayı anlamaya çalışın; ağaçları, kuşları dinleyin… bırakın rüzgârlar
içinizden geçsin, ömrünüzü bir ağaç gibi insanlara adayın… gölgeniz yayılsın
her yere, meyveleriniz taşlansa da siz yine vermeye devam edin… Gıybeti kesin, suizannı
kesin… ayıp aramayı kesin; ne demişti Mevlâna “Ayıp arayana, ayıplar olsun…” Nefsinizi mesela kesin,
kesin acımayın… Olumsuz duygularınızı, düşüncelerinizi kesin gitsin… Bırakın
aksın kanı tüm negatif enerjilerin… Daha ne olsun? E hadi,
bayram olsun işte… Silahların olmadığı,
sınırların kaldırıldığı, yüreklerin çiçek açtığı… ekmek kavgası değil; ikram
edildiği, paylaşıldığı… Sömürünün sözlüklerden kaldırıldığı… Belki de ben hayal kurmayı
kesmeliyim… Böyle bir dünya… Yine de her yer bayram
olacaktır; kalbinizdeki yeşil dala bir kuş kondurabilirseniz…
ŞEKER DE YİYEBİLELİM Bayramlar… bayramlar; eskiden
gerçekten bayramdı… Nasıl ki her şeyi
sulandırdınız, bunu da sulandırmasanız olmazdı… Kardeş olduğumuzu yeni mi
hatırladınız? Ya ortak paydalarımızı? Kurban Bayramı’nın bayram
tarafındayım… Yeterince kurban vermedik mi? İnsanlığımızı, paylaşmayı,
komşuluğu, adilliğimizi, dürüstlüğümüzü… Bir bayram sabahı
hatırlıyorum; camiden çıkan insanların yüzündeki nur sanki tüm evreni kaplayacakmış
gibi gelirdi bana… Kucaklaşılırdı, sevgi ve dostlukla… İnsanların yüzlerindeki
muhabbetin tarifi yoktu… Tabii ki siyasallıktan da eser yoktu… Yok, vazgeçtim… Neyi yazacağım ki? Neyle
yatıp kalktığınıza bir bakın? Dürüstlüğünüzü sorgulayın… Sadece bu erdem bile tek
başına hayatımızı yönlendirecektir… Bırakın insanların nasıl
yaşadıklarını; alışverişlerinizde teraziyi dik tutabiliyor musun ona bakın! Teraziyi kaydırırsanız, ki
öyle görünüyor, insanların hayatları üzerinden çıkar mı sağlıyorsunuz? Yalan… o kadar çok yalan
söylüyoruz ki artık doğru söyleyeni taşlamaktan başka seçeneğimiz kalmadı… Bayram arifesinde güzel
şeyler yazamadım özür dilerim… Umarım gelecek bayram arifesinde güzel şeyler
yazabilirim… Yurttaşların temel hak ve
özgürlüklerinin zirve yaptığı, Atatürk ilke ve inkılaplarının ülkemizi aydınlıklara
taşıdığı, insanın insanı sömürmediği; zenginliklerin adil paylaşıldığı… Hani Nazım diyor ya; /Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler/ TAHİR SAKMAN
DAĞLARI DELEYIM MI (EDALI BEBEK) Konya oturaklarının
vazgeçilmez türküleri arasında olan türkülerden bir tanesini Mazhar Sakman 12
telliyle çalıp söylerken ona udla Cenap Kendi, kanunla Kazım Büyükşalvarcı
eşlik ediyor… Dağları deleyim mi Yanına geleyim mi İller altın vermişler Canımı vereyim mi (Aman) Edalı bebek [(canım) edalı bebek]
kalk gidelim (Aman)
Edalı bebek [(canım) edalı bebek] doldur içelim Minarenin alemi Kaşın kudret kalemi Sana güzel dedimse Yak mı dedim âlemi (Aman
Edalı bebek [(canım) edalı bebek] kalk gidelim (Aman)
Edalı bebek [(canım) edalı bebek] doldur içelim Asmaya bak asmaya Dibindeki yosmaya Şimdi kızlar pahalanmış Dokuz arşın basmaya (Aman) Edalı bebek [(canım) edalı bebek]
kalk gidelim (Aman)
Edalı bebek [(canım) edalı bebek] doldur içelim Minarede ezan var Kız bahçede gezen var Şu Konya’nın içinde Gün görmedik güzel var Türkünün son dörtlüğü
Mazhar Sakman’ın türkü defterinden yazılmıştır. Türkünün notası Mazhar Sakman
tarafından yazılarak Konya’da, Şehir Postası gazetesinde 14 Haziran 1963
tarihinde yayımlanmıştır. Notanın altında yukarıdaki verdiğimiz güfteden farklı
olarak şu dörtlük yazılıdır: Bağınızda üzüm var Kız bahçede gezen var Şu Konya’nın içinde Gün görmemiş güzel var
MEYHANE Solist: Rengin Güney Şiir: Tahir Sakman Beste: Doğan Zade Yine bir Doğan Zade
bestesi: Meyhane… Doldur saki; bedenimi
aşkın şarabıyla… ancak âşıkların gönlüdür; kıyamette açık olan meyhane… aslında hep açığız; yolunuz
düşerse bekleriz efendim…
2001 yılında yayımlanan “Söylesem
güç yetmez sussam işkence” isimli kitabımda yer alan mistik ögeler taşıyan bu
şiir sevgili Doğan Zade’nin notalarıyla birleşince ortaya böylesine güzel bir
eser çıktı… MEYHANE kaç bin yıldır başım gezer
göklerde soramam kimseye bilmem
neyim ben serseri duygular sarıyor
beni belki bir avare divaneyim
ben vuslat hayaliyle canlar
düğünde aradığım sensin dünde
bugünde fermanım gizlidir yârin
zülfünde aşk oduna yanan pervaneyim
ben benden bana doğru kayıp
gideni zerremde sen varsın yak şu
bedeni alevindir ancak yeşertir
beni aşk olmazsa eğer viraneyim
ben ben elsiz ayaksız sana
yürüdüm ne varsa cihanda aşka
bürüdüm ne durursun ey yâr iç
yudum yudum hakikat aşkına peymaneyim
ben bulutlarda değil o hep
yanımda bana benden yakın durur
aynımda aşkın şarabıdır gezen
canımda kıyamette açık meyhaneyim
ben TAHİR SAKMAN
Yasa dışı aşK VEYAHUT AŞK
MASALI Uzun çok uzun zamanlara
yürüdüğümüz yıllardan… Sonsuzluğun da sonu olduğunu
düşünemediğimiz hayata korsan rüzgârların etkisinde gözü kapalı atıldığımız yıllardan…
61 sayfalık ince mi ince
bir kitap… 2002 yılında yayımlanmıştı, yasa dışı aşK… Aşk zaten yasa dışılıktı
tıpkı şiir gibi… Kapak tasarımını Zeki Beştepe; İrfan Çakır'ın ve bendenizin
fotoğraflarından eliyle bir kolaj yaparak hazırlamıştı. Kapaktaki yazılar Zeki’nin
el yazısıydı… O dönemlerde bilgisayar hayatımıza bu kadar girmemişti ayrıca
Zeki’nin tasarımı da muhteşemdi… Bu kitabın, tek kişilik
bir oyun olarak sahneye konmasını, yorumlanmasını çok istemiştim… Kim bilir belki
bir gün… Kitap tek bir şiirden
oluşuyordu ve bu kitaptan seçtiği bölümlerden bir demet yapan sevgili Doğan
Zade duygularını katarak çok beğendiğim bir beste ortaya çıkarmıştı: Aşk Masalı…
Aşk gerçekten masal mıydı? Kesinlikle bir masal… öyle bir masal ki yaşasanız da
yaşamasanız da sizi kendisine inandıran ve iyi ki masallara kanmışım dedirten
bir duygu seli… Güvercin kanatlarında
dolaşırken yere çakılmanın onulmaz hissi… Ne yazık ki Konya’da artık
ne Zeki Beştepe var ne de Doğan Zade… Sanatlarını, duygularını başka şehirlerde
anıtlaştırıyorlar… Bir ben mi kaldım ne? AŞK MASALI Solist:
Duygu Gökhan Şiir:
Tahir Sakman Beste:
Doğan Zade sevda dediğin delice bir koşu yürekte başlar nefes
nefese sürer gökyüzünde dolu dizgin bir sevda yüreğimize aktı oysa aşk bize yasaktı sana
açık kapılarım başkasına
kapıyorum eğer
sevda bu ise ben
sana tapıyorum yaşamak her an mutluluk bazen yalan aşklar masal olsa da sürer içimizde TAHİR SAKMAN
Uzun yıllardan sonra Turgut Özakman'ın “Şu
Çılgın Türkler”ini yeniden okuyorum… Hem de ne okuma, gözlerim
tüm Anadolu’nun gözleri olmuş Dumlupınar’da, Sakarya’da, İnönü’de, Kocatepe’de
yeniden akıyor sanki… Ruhum; Türk Süvarilerinin peşine takılmış nefes almadan
Kordon’a doğru rüzgârların önünde koşuyor… Ayağında çarığı olmayan,
tüfeğinde mermi olmayan… tüfeği bırakın, kazmayla savaşan ve kağnının kamyonu,
uçağı yendiği özgürlük mücadelesini okuyorum yeniden ve nasıl bir fedakârlıkla aziz
vatanın, yedi düvelin elinden kurtarıldığını gururla okuyorum… (Bu bir roman
değildir; on binlerce belgeden oluşan muhteşem bir destandır…) Hiçbir şeyin olmadığı…
hakkındaki idam fermanını yırtıp atarak milletini nasıl peşine taktığını
okuyorum Mustafa Kemal Paşa’nın… Hele hele bu günlerde
okumanın daha bir anlam kazandığını düşünüyorum…
Gün geçmiyor ki
kurtuluşumuzu borçlu olduğumuz Atatürk ve silah arkadaşları hakkında birileri hadsizce
konuşmasın… Hangi ülkede vardır acaba bu kadar kurucusuna nankörlük edenler?
Hatta Millî Mücadeleyi inkar edenler? Cehaletten başka ne
olabilir ki? Hem de öğrenilmiş bir cehalet; okunmuş, çalışılmış, ezberlenmiş
bir cehalet… Kimileri İngiliz
zırhlısına sığınırken, onlar asla geri dönmeyi düşünmediler… Hayatlarını hiçe
saydılar ve bağımsız bir Türkiye için canlarını ortaya koydular… Yunan Komutanı Sofoklis,
Osman Gazi’nin mezarına ayağını basarak “Kalk da milletini kurtar” deyip türbesine
Kral Konstantin’in resmini astığı zaman… Ali Kemaliler,
Dürrizadeler neredeydiler acaba? Sakarya’da Türk’ün var olma savaşı sürerken
izdivaç düşünen padişah kimdi acaba? Atatürk ve silah
arkadaşları, düşmanı denize dökerek vermiştir karşılığını… İnandığınız bütün değerler
aşkına okuyun… Okuyun; ama İngiliz Muhiplerinin yazdıklarından değil… Eğer okumamış varsa
aranızda okuyun “Şu Çılgın Türkler”i, okuduysanız bir daha okuyun… TAHİR SAKMAN
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ
HAZİNESİ 17 KAHVENIN ÖNÜNDE TABAKAM KALDI (MEMEDİM) Kahvenin önünde tabakam kaldı Etrafımı (Memedim) yabancılar aldı Korkma Memet korkma o yâr bize kaldı Memedim
Memedim aslan Memedim Kara
topraklara yaslan Memedim Kahvenin önünde nargilem
elmas Korkma Memet korkma o yâr
sana kalmaz Vaadim çürük yerini bulmaz Memedim
Memedim kâküllü Memedim Bir
bade doldur kibar elinden Memedim
Memedim aslan Memedim Kara
topraklara yaslan Memedim Kahvenin önünden geçmez
olaydım Ecel şarabını içmez
olaydım Memedimi mahbup seçmez olaydım Memedim
Memedim kâküllü Memedim Bir
bade doldur kibar elinden Memedim
Memedim aslan Memedim Berberler
içinde kibar Memedim Memedim Memedim kâküllü Memedim Bir bade doldur kibar elinden Memedim Memedim aslan Memedim Kara
topraklara yaslan Memedim Konya oturaklarında sık
okunan türkülerden bir tanesi… Türkü metni oldukça uzun, burada bir kısmını
vermekle yetineceğim. Türkünün notasını 5 Haziran 1963 tarihinde Konya’da
yayımlanan Şehir Postası gazetesinde yayımlayan Mazhar Sakman, notanın altına türkünün
hikâyesiyle ilgili olarak 1800’lü yıllarda yaşamış olan ve oturaklarda sakilik
yapan, asıl mesleği berberlik olan Mehmet’e yakıldığını yazıyor. Bu konuda daha
geniş bilgi için “Türkü Hazinesi Mazhar Sakman” isimli kitabımıza bakınız. TAHİR SAKMAN
20 Mart 2024, Konya... Akustik Hikâyeler konser öncesi kuliste, soldan sağa; Koray Hatipoğlu, Tahir Sakman, İlhan Şeşen, Vedat Sakman...
“SANKİ HİÇ GİTMEMİŞ HEP
VAR GİBİ” İLHAN AMCA "Hayatın zenginliğinden
sanatın zenginliği iyidir… Sanat öyle bir zenginliktir ki size her şeyi verir;
en başka kendinizi size verir ve yaşamın nasıl güzelliklerle, sevgilerle dolu
olduğunu anlatıverir bir çırpıda… Dün akşamın Akustik
Hikâyeleri hepimizin hayatına dokundu, yeni hikâyeler için yürekler kanatlandı…
Onlar notalarını, şarkılarını değil; kalplerini sundular… Böyle bir konser bir
daha olur mu bilemiyorum ama… iki koca çınarın sahnede dalları gökyüzüne doğru
yükselirken zaman bizim için çiçeklerle dolu bir bahardı artık…" 20 Mart 2024 tarihinde Konya'daki konserin ardından böyle demiştim, “Akustik şarkılar/İki koca çınar” başlıklı
yazımda…
Aynı konserden bir başka görüntü...
Klasikleşen bir konser
dizisiydi… artık olmayacak belki ama kalplerimizdeki sesi; sevgi ve dolu, duygu dolu, barış
dolu şarkılarla yankılanmaya devam edecek… Amca’yı yitirdik ama
sevgileri asla; bir başka, yüreği sevgi dolu bir sanatçımız kalplerimizi
titretmeye devam edecek bu kesin ama… Amca’nın yeri çok başkaydı; şarkılarıyla,
mimikleriyle, o çok yaptığı çok ciddi esprileriyle bizleri şaşırtırken… hayat
hiç şaşırtmadı; onu da aramızdan çekip aldı… Abim Vedat Sakman’la
yaptıkları akustik yolculuğu süresince Anadolu’da birçok ilde verdikleri
konserlerle yüreklere bir kez daha dokunmanın heyecanını yaşadılar hep… Akustik
Hikâyeler yine sürecek, her ne kadar iki çınardan birisi hayata mola verse de Akustik
Hikâyelerin diğer çınarının dalları, Anadolu’nun bağrından göklere yükselmeye
devam edecek: /Sanki hiç gitmemiş hep
var gibi Bir sırrı herkesten
saklar gibi Sessizce sokulup ağlar
gibi yanımdasın/ Abim Vedat Sakman eminim
Akustik Hikâyelerin bitmesine izin vermeyecek… Son nefesine kadar sevgi ve
barış dolu notalarıyla güvercinler uçurmaya devam edecek…
Aynı konserde "Amca..."
Işıklar ve şarkılar susmaz…
Yolun ışıklar içindedir İlhan abi şüphemiz yok; çünkü, şarkıların dünyamızı ışıltılar
içinde bıraktı şimdi sana sonsuz yolculuğunda yol gösteriyorlar: /Geçmiş değil bugün
gibi Yaşıyorum hâlâ seni Sen hep benim
yanımdasın Gündüzümde gecemdesin Çalınmasın söylenmesin Sen benim şarkılarımsın/ TAHİR SAKMAN
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ
HAZİNESİ 16 EŞGİN ATLAR GİBİ EŞTİĞİM ZAMAN (KONYA BOZLAĞI-BAZI BAZI) Ne zaman duysam içimi
titreten bir bozlak… Günümüzde okuyan da
kalmadı sanırım. Mazhar Sakman’ın yanında götürdüğü havalarımızdan bir tanesi
demek de mümkün. Başka yörelerimizde varyantı var mı emin değilim ama Konya 12
tellisiyle dinlemek yüreğinizin kanatlanmasına neden olabilir… Konuyla ilgili olarak halk
müziği derlemecileriyle hassaten İTÜ Türk Halk Müziği Konservatuvarı Akademisyenlerinden
Süleyman Şenel dostumdan konuyla ilgilenmesini, bir değerimizin daha yitip gitmemesi
adına istirham ediyorum. Tabii ki şehrimizdeki
üniversite konservatuvarlarının, müzik eğitimi veren bölümlerin, folklorcuların
da bu feryadımızı duymalarını bekliyorum. Yerleşik bir hayattan olsa
gerek Konya türküleri içinde tıpkı gurbet havası gibi bozlaklar da sayılıdır. Eski
bir başkentin kültürel zenginliğini üzerinde taşıyan türkülerimiz daha çok
oturakların havasına uyduğundan veyahut türkülerimiz oturaklarda yaşatılırken
oturak ortamlarına adapte edildiğinden olsa gerek türkü metinlerinde görülen
ağıtların bile hareketli ezgilerle söylendiği görülmektedir. Geniş ovasıyla ve tahıl
ambarı olma özelliğiyle aslında Konya bir çiftçi memleketidir. Geçmiş
dönemlerde ovanın bereketi insanlara yansıdığından harman zamanları dışında yapılacak
çok da bir iş yoktur. İnsanımızın ambarı buğday dolu, cebinde parası vardır.
Bunun neticesi olarak da türkülerimiz de bozlak sayısı elbette az olacaktır. Konya türkülerini öne
çıkaran olgulardan biri olan türkü metinlerindeki felsefi boyut, bu bozlakta
kendini oldukça açığa çıkarıyor: “Altından iy’olur pul bazı
bazı Hısımdan iy’olur il [el] bazı
bazı” derken, Konyalının asırlar
boyunca üzerinde taşıdığı Selçuklu mirasından kalan tecrübelerin aktarımı
gibidir. Sözlerin derinliği ezginin yanıklığı ve merhum Sakman’ın yüreği bu
bozlakta birleşirken duygulanmamak ne mümkün? Nasıl bir kültür
hazinesinin üzerinde oturduğumuzun farkında mısınız Konyalılar? EŞKİN ATLAR GIBI EŞTİĞİM
ZAMAN (GONYA BOZLAĞI) Eşkin atlar gibi eştiğim zaman Coşkun çaylar gibi coştuğum zaman Gönül bir inci sarrafına düştüğüm zaman Altından
iy’olur pul bazı bazı Hısımdan
iy’olur il bazı bazı Gel
otur karşımda gül bazı bazı Kokusun
getirir yel bazı bazı Konyalım oy dalgalım oy yabanlım oy Var git güzel var git karşımda
durma Şu günlerde garip halımı
sorma Kavilden çıkarıp bizi
unuduvurma [unutuverme] Kavil
yerlerine gel bazı bazı Gel
otur karşımda gül bazı bazı Kokusun
getirir yel bazı bazı Mazhar Sakman’ın türkü
defterinde farklı sözleri de yer alıyor. “Türkü Hazinesi Mazhar Sakman” isimli
kitapta detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. TAHİR SAKMAN
SON OYUN Şiir: Tahir Sakman Beste: Doğan Zade Solist: Çiğdem Yıldırım Çiğdem Yıldırım yorumuyla
bir Doğan Zade bestesi… Hayatımız baştan sona
oyundu; oyun içinde oyun… Ne zaman baksam yıldızlara,
saçlarını savurduğunu görürüm ve sabahın yıldızına susarım aşkımı… Oyunun neresindeydik kimse
bilemedi; şarap vakitlerinde eski bir kadehten dökülen gözlerini kim içerdi? Aslında bilinen bir oyunun bilinmezine yolculuklar sürerken, hayat oyununu oynamaya devam edecekti: Bizden sonra da… SON OYUN son yağmura sakladım adını son rüzgâra/ son aşka ve son yıldız ölürken
sensiz sabaha saçlarına sakladım kimse
görmedi sana ısmarladım sevinçleri nefesimde sırladım ay vakitlerinde yakamozlar
çaldım ürpertilerle korkularla ne zaman kapına gelsem yalnızlığım çoğalıyor/
yalnızlıklarında eski bir şaraptı sevda boş kadehlere çınlayan dudaklarına sakladım desem
yalan önce ben içmeliyim/ seni/
beni sonra belki bir zaman dudak oluruz birlikte gölgelerimiz sevişirken
saatlere/ terim tenine düşer belki saklanma yüreğime hiç büyümedim zaten bezden bebek yaparım sana körebe oynarız/ ve yüzüne ay düşünce
mahcubiyetten gölgemi sererim gölgene oyun da sensin oyuncu da oysa ben/ sende olmayan
ben son oyuna sakladım adını/
son nefese ey aşk ‘papucu yarım/ çık
dışarıya oynayalım’ TAHİR SAKMAN
TÜRKÜ HAZİNESİ MAZHAR
SAKMAN YAYIMDA Bir süredir merhum babam
Mazhar Sakman’ın bantlara okuduğu türküleri yayımlıyorum. Bu türkülerin metinleri
ile bazı türkülerin notalarının ve genel hatlarıyla Mazhar Sakman'ın yaşadığı çevre
ile birlikte bazı hatıralarının da yer aldığı “Türkü Hazinesi Mazhar Sakman”
isimle eserimin Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından “Hatırat” dizisinden
yayımlandığını ve çok yakında dijital olarak (pdf) yayımlanacağını da duyurmuştum. Konya Büyükşehir
Belediyesi’nin internet sitesinde “Hizmetler/diğer hizmetler/dijital kitabım" adresinden veya aşağıdaki linkten direk kitaba ulaşmanız mümkün:
TÜRKÜ HAZİNESİ MAZHAR SAKMAN https://www.dijitalkitabim.com/kitaplar/konya/hatiratlar/mazharsakman/index.html Konya türkü kültürünün en
önemli kaynak kişisi olan Mazhar Sakman’ın vefatının üzerinden 30 yıl geçmesine
rağmen hâlâ konuşuluyor olması, onun ne denli büyük bir sanatçı olduğunun
göstergesidir. Konya türküleri için
önemli bir kaynak olan bu kitapla, yayımına devam ettiğim ses kayıtları tamamlandığında, folklorumuz için hazine değerinde önemli
bir arşiv olacaktır. Konya türkülerine,
millilerimize meraklı dostlarla, araştırmacıların dikkatine sunulur. TAHİR SAKMAN
MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ
HAZİNESİ 15 ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ İSKAMBİL OYNAR (NİZAMLAR) Konya gibi kadim bir
şehrin, eski bir başkentin türküleri tarih bilimleri açısından da önem taşımaktadır.
Konya türkülerine bu bakışla baktığınız zaman günümüze taşınırken eğitici /
öğretici yönünü de görmek oldukça kolaylaşır. Tarihi olayların türkülerimizle
yaşatılması ve geleceğe taşınmasına en iyi örneklerinden birisi de Nizamlar
türküsüdür. Savaştan savaşa koşan bir halkın gizli de olsa serzenişlerini de
türküde görüyoruz. Günümüzde çok okunmayan bu
türkümüzün bizde iki tane ayrı kaydı vardır. İkinci kaydını daha sonra
yayımlayacağımı belirtirken, bu kayıtta merhum Mazhar Sakman’a eşlik eden udi
Cenap Kendi ile kanun Kazım Büyükşalvarcı’ya da rahmetler diliyoruz. Çok eski türkülerimizden
biri... 1800’lü yılların başlarında Konya’da, “Kadı Abdurrahman Paşa” adında
astığı astık, kestiği kestik bir kadı varmış. Zulümden ve baskıdan bıkan halk,
İstanbul’a müracaatla kadıyı, Konya’dan aldırmaya muvaffak olmuşlar. Fakat bu
uzun sürmemiş. Padişah II. Mahmut, Kadı Abdurrahman Paşa’yı tekrar Konya’ya
göndermiş. Gözünü kin ve intikam bürüyen Kadı Abdurrahman Paşa, bir ramazan
günü, “kaldırılması” için şikayette bulunan, şehrin ileri gelenlerinden yüz
elli kişiyi iftara davet etmiş. Davete gelenleri boğduran
kadı, bu sefer adamlarını şehre, halkın üzerine salmış. Zaten bıkan halk silahlanarak,
Koç Bekir Ağa idaresinde direnmiş. (Koç Bekir Ağa 1799 yılında Akka’ya, Cezzar
Ahmet Paşa’ya yardım olarak Konya’dan giden kuvvetlerin kumandanıdır. Akka’da
büyük yararlılığı görülen Koç Bekir Ağa’nın, halkın üzerinde büyük nüfuzu
vardır. Kendisi aynı zamanda yeniçeri tuğsuz veziridir.) Kanlı çatışmalardan
sonra kadı, Koç Bekir Ağa’ya yalvararak, Konya’ya bir daha gelmeyeceğine dair
yeminler ederek şehirden kaçmış ama yolda, Tekkeli aşiretinden Mustafa Bey’in
eline düşünce öldürülmüş. Olay üzerine Âşık Şem’i’nin iki destanı vardır.
(Kaynak: Feyzi Halıcı, Âşık Şem’i Hayatı ve Şiirleri Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları: 531, 1000 Temel Eser Dizisi: 95, 1982, Ankara) Türküde geçen “mali gülü”
kelimesi Mazhar Sakman’a göre mali hülya, Feyzi Halıcı’ya göre ise malın gözü
deyiminin bozulmuş şeklidir. (Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’na göre ikisi de
değildir.) Seyit Küçükbezirci’ye göre ise, kaypak (hafif) anlamındadır. Nakaratlarda geçen nizamlar kelimesinden
kasıt, o dönemlerde yeni kurulan Nizam-ı Cedit askerleri olmalıdır. ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ İSKAMBİL
OYNAR (NİZAMLAR) Üç güzel oturmuş iskambil
oynar İskambil üstüne kuşlar mı konar İnsan sevdiceğine böyle mi
yanar A benim zülfü siyahım ebru hilalim Sütünen mi beslemiş annen kar beyazım Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar Kışlanın önünde redif sesi
var Bakın çantasına bilmem
nesi var Bir çift kundurası bir de
fesi var Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar Kışlanın önünde sıra
söğütler Oturmuş binbaşı asker
öğütler Cepheden mi gelir onca
yiğitler [Cepheye mi gidiyor onca
yiğitler] A benim zülfü siyahım ebru hilalim Sütünen mi beslemiş annen kar beyazım Nizamlar Nizamlar mali gülü Nizamlar Cennet yüzü görmesin aramızı bozanlar Gül ezerler gül ezerler Gülü tabağa dizerler Güzeli candan severler Akabinde düştü gönül Yârden ayrılması güçtür [Akabinde düştü gönül Yârden ayrılması güçtür] Gül kuruttum gül kuruttum Yârin sinesinde uyuttum Yâr söyledi ben unuttum Akabinde düştü gönül Yârden ayrılması güçtür [Akabinde düştü gönül Yârden ayrılması güçtür]
Mazhar Sakman Türkü Hazinesinden bu türküyü ve diğer türküleri Youtube'tan da dinliyebilirsiniz: