18 Şubat, 2025
SONSUZA IŞIK PARLATMAK VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER
SONSUZA IŞIK PARLATMAK
VEYAHUT ŞEHRİN HAFIZASINDA BİR SATIRLIK YER
17 Şubat, 2025
SOKAK ARASINDA TOP OYNAMAK
SOKAK ARASINDA TOP OYNAMAK
Sokak aralarında top
oynamanın tadını şimdiki nesil bilmez sanırdım, yanılmışım…
Bazen bir at arabası geçer
üstünüzden, bazen fayton ama maç durmaz; maç durursa hayat dururdu sanki… O
naylon toplar patlayıncaya kadar… Ben en çok Metin Oktay olurdum, bir yanım hep
kraldı…
Selimiye Mahallesi...
şimdilerde Sahip Ata olmuş, Çaldıran Sokak’ta top oynuyordum, sokakta değil
sanki gökyüzünde… Bir atın nallarını yakından gördüm ve tekerlerini… 5-6
yaşlarında olmalıyım, bende öyle bir yer etmiş ki dün gibi hatırlıyorum…
Vedat abimin bana
öğrettiği gibi kalecilik yapmıyordum; çünkü ben artık Metin Oktay’ım, Varol da
başkası olsun, bu seferlik…
Gol atacaktım… ama araba
izin vermedi… Ekmek arabası, o yıllarda mahallelerde ekmek satan arabalar.
Şehirdeki en meşhur ekmek satıcısı Hayık amca vardı ama ben hatırlayamıyorum, o
muydu üzerimden geçen?
O olsaydı eğer yani Ekmekçi
Hayık amca olsaydı kesin beni o halde bırakmazdı sonra ziyaretime gelir hâl
hatır sorardı… Çünkü o başka bir Konyalıydı; yüreği sevgi dolu, insanı insan
olduğu için seven bir can, toprağına bağlı…
Bir hafta evde yattım,
ayağa kalkamadım; annem, babama “yüklükten düştü” demiş… Şimdi siz yani gençler
yüklüğü de bilmezsiniz, hem nereden bileceksiniz ki sizin hiç yüklüğünüz
olmamıştır, haklısınız… Annenize sorun, yok o da bilmez, en iyisi ninenize
sorun o size anlatır…
İnsan hayatında kilometre
taşları vardır, yol sapağı gibi; bir yanı yaşama devamdır öbür yanı malum…
Hayatımdaki ilk kilometre
taşıydı bu benim, yaşamı seçmişim…
Haber izlerken… iki çocuk,
hayali voleybol oynuyor… ilginç değil mi? Aslında onlar gökyüzünde oynuyorlar;
en saf halleriyle… arabaların arasında kendilerine bir cennet yaratmışlar belli
ki…
Sizin yasaklarınız
umurlarında değil; betonlarınızla işgal ettiğiniz o sokaklarda fidanlar
yeşeriyor… Yarınlar yemyeşil, bizimki bir umut…
Bir moto kurye çocukların
saf dünyasının kapılarını aralıyor ve gidip top satın alıp hediye ediyor… Çocuklar
sevinç yumağı… Gözlerinizi kapatın ve hayal edin; çocukların sevincini anlatmak
mümkün değil…
Hâlâ umut var biliyor
musunuz?
Hem de her şeye rağmen;
size rağmen, bize rağmen… Bu çocuklar var olduğu müddetçe, hayal kurdukça…
adımlarını bulutlara doğru attıkça; umutsuzluğa asla yer olmayacak ülkemde… Gazi
Mustafa Kemal Atatürk gibi, umutlarımız hep var olacak…
Haydi çocuklar;
smaçlarınız, geleceğimizin teminatı olacak…
TAHİR SAKMAN
13 Şubat, 2025
KIRIN KAŞIKLARINIZI
KIRIN KAŞIKLARINIZI
Haberleri izliyorum…
Haberler mi beni izliyor
yoksa ben mi haberleri… İçim parçalanıyor… Bir anne, çocuğunu balıkçı tezgâhından uzaklaştırmaya çalışıyor, paramparça…
Bir çocuk ağlayınca
kıyamet kopmuyorsa; sevsinler bu dünyanın adaletini, sevsinler bilmem kaç
milyar insanın, içi boş felsefe dolu kelimelerini, şiirlerini, öykülerini…
Neye yararsınız siz? İçinizi
parçalamıyorsa bir çocuğun ağlaması?
Haber devam ediyor, benim
de içimin parçalanması:
Balıkçının da içi
parçalanmış olmalı ki çocuğa bir balık veriyor, çocuk kucaklıyor sıkı sıkı…
sanki balıkçı cayar da geri isterse vermem der gibi…O masum gözlerindeki hüzün
yerini bir anda sonsuz bir sevince bırakıyor, sarılıyor balığa; balık da
neredeyse boyu kadar var çocuğun…
Koşarak gidiyor, koşarak…
Umutlarım koşuyor o
çocukla, paramparça yüreğim kendini toparlamaya çalışırken…
Haber… ah, bu haberler… Bu
haberleri kapatın; görmeyelim, duymayalım ki rahat edelim…
Bir bakkal; geçmiş zaman
bakkalı gibi, mahalle de öyle zaten… Başkentte, nasıl göreceksiniz ki,
göremezsiniz ama haberciler görmüş:
Taneyle çocuk bezi
satıyorlar… Kuru fasulye 7,5 lira olunca türkü yakanlar, çocuk bezinin taneyle
satıldığını duyunca eminim buna da türkü yakacaklardır: Beste var zaten,
sözleri eksik… Düğüm düğüm boğazlarımızda…
Diyemediklerimizi kim
diyecek?
Çocuklar ağlarsa, bir
çocuğun gözünden düşen yaşlar alev olup bu dünyayı yakmazsa…
Katlarınız, arabalarınız
ve cüzdanlarınızdan dökülen… Kırın kaşıklarınızı…
Bir topun peşinde koştuğunuz kadar çocuklarınızın peşinde koşmuyorsanız... gol mü, penaltı mı, konuştuğunuz kadar ağlayan çocukları konuşmuyorsanız, kırın kaşıklarınızı...
Yok, ben vazgeçtim sizinle
uğraşamam ama bir çocuğun gözündeki yaş sizi yakar, kırın kaşıklarınızı…
TAHİR SAKMAN
07 Şubat, 2025
ZAMANA İHANET ETMEK
![]() |
Kapanmadan önceki son fotoğrafta Necati Ercengiz, sanki mazinin ihtişamlı günlerine hüzünlü bir bakış atarken... Fotoğraf; T. Sakman |
ZAMANA İHANET ETMEK
Şimdi tarih oldu…
Gözümüzün önünde, bizim vefasızlığımıza
baka baka…
Sizi bilmem ama ben bazı
mekânları çok önemsiyorum… Müzelerin nasılsa bir koruyucuları var,
kütüphanelerin de ama ya zanaatkârların? Yıllarca hizmet ettiği; iş ürettiği,
aş ürettiği ve zanaat icra ettiği…
![]() |
Zamana meydan okumak yerine zamanla uyumlu çalışmanın sırrını keşfeden Mustafa Yavuz usta, şehrin en yaşlı saatçisi olarak zamana ayar vermeyi sürdürüyor. Fotoğraf; T. Sakman |
![]() |
Bedesten'in Hükümet Meydanı'na bakan
tarafında olan Adil ustanın dükkânı. Bu küçük dükkânda şehre nice saatçi
onarım ustaları yetişmiştir. Fotoğraf: Recai Kıcıkoğlu Koleksiyonu. |
Şehirde marka olmuş, simge
olmuş mekânları yaşatmak zor olmamalı… onların hatıraları, tezgâhlarına sinen
ustalık hikâyeleri eminim bize seslenmek için fırsat ararken… Bizlere, birer
birer kapanan bu dükkânları hüzünle izlemek kalıyor…
Şen Saatçi, ülkemizin
saatçilik piyasasında önemli bir yeri olan ve “Konyalı Saatçi” ismiyle zaman
piyasasında haklı bir yer edinen ailenin ilk nesil saatçisi olan Mukadder
Nalçacı tarafından 1950’li yıllarda kurulmuştur. Ailenin işlerini İstanbul’da
sürdürme kararından sonra önce Mustafa Kolat sonra Necati Ercengiz ve ortakları
devralarak 2023 yılının sonuna kadar mesleği ve Şen Saatçi ismini onurla taşımışlardır.
Şehirde ciddi bir marka
olan Şen Saatçi’yi yazarken Necati (Ercengiz) abi ile olan sohbetimizde dükkânı kapatma
kararı aldıklarını ama o zamanlar bunu yazmamamı istemişti. Aradan birkaç ay
geçmişti ki Şen Saatçi tabelasının indirildiğini görünce şok olmuştum. Bir
devrin sonu gibi gelmiş, kendi dükkânımı kapatmış gibi üzülmüştüm.
Oysa bu tür yerler ne
olursa olsun yaşamalıydı; şehrin simge dükkânlarının kapanmasına mani
olmalıydık, izin vermemeliydik…
Şehirde eskiye dair ne
varsa hızla yok ederken… hafızamızı yok ediyoruz farkında mısınız?
![]() |
Mazhar Sakman, Tevkifiye Caddesi'nde şimdi mazi olan dükkânında. Fotoğraf; T. Sakman Koleksiyonu. |
Ustalar sadece saat tamirini
değil, insanların gözü gibi baktığı ve hatıralarının baş köşesinde yer eden
saatlerin önemini çıraklarına aktarırken aslında iyi ahlakı ve insana; saygıyı,
sevgiyi de öğretirler. Zamana hürmeti olmayan bir saatçiyi ben bugüne kadar
görmedim. Zamanı ince ince işlerlerken, bu dünyanın aslında sonlu olduğunu, işleyen
zamana saatlerle birlikte insan ömrünün eşlik ettiğini her zaman hatırlatırlar.
Eğer çevrenizde bir saat tamircisi varsa bilin ki o, yaptığı paha biçilmez
tamirin, hayatlarımıza dokunan zamanların ustasıdır…
Mazhar Sakman’ın Tevkifiye
Caddesi’ndeki, Mehmet Dikilitaş’ın Bedesten’deki, Adil Özselçuk ustanın Hükümet
Meydanı’ndaki dükkânları kapanırken sessiz sedasız… Tik takların sesi
duyulmazsa… Zamana ihanet ediyoruz…
![]() |
Şehrin yetkin ustalarından soldan sağa; Ahmet Sami Kalaycı, Hüseyin Karadeli, Mehmet Emin Haksever. Fotoğraf; T. Sakman |
![]() |
Tahir Sakman'ın Türbe Caddesi'ndeki iş yerinde, sol başta merhum Uysal Saatçi Mehmet Dikilitaş. Fotoğraf; T. Sakman. |
06 Şubat, 2025
O BENİM KIZ ABİMDİR
O BENİM KIZ ABİMDİR
ağzına sakızdır kahpe dünya
çiğner/ yalanı dolanı/ sevmez
sevdi mi allah’ına dek sever
ay’a renk verir aynasındaki ışık/ hüzün
yıkamaz/ yıkarsa yalan yıkar
bir de kahpelikler
o benim kız abimdir
harbiden kızdır
içinde bir çocuk koşar
saklandığı bahçeden kalabalık türkülere/
sevinçten kelebeklere/ uçurtmadır
yüreği vardır kimse anlamaz/ istemez zaten
savurur saçlarını/ rüzgârı bile yalnız eser
yağmuru acıya çalar/ umutları renksiz
o benim kız abimdir
yıldız taşır gecelere/ siz göremezsiniz
gündüzlere güneş döker
görseniz de göremezsiniz/
yaşamın nefesini/ zamanın geçersizliğini
yitik ülkedir yalnızca mehtaba açık
ağlarken ağlayan gülerken gülen
o benim kız abimdir
direnir erkek gibi yazgısına/ ak kâğıttır kara kalemdir
kadın olmanın onuruna
bilir ki hayat yaşanmak içindir
ve başında bir kep/ hayata dönük
isterdim/ sizin de kız abiniz olsun
belki/ belkisiz/ isterseniz olabilir/ yüreği herkese yeter
insan olmak hep almak değildir
çoğu kez de vermek gerek
sadece benim kız abim değil ki/ herkesindir
verir herkese/ yıldızlardan topladığı çiçekleri
güneşine serperek
TAHİR SAKMAN
05 Şubat, 2025
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ ÜZERİNE
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ ÜZERİNE
Ahmet (Ergun) abiyle bizim tanışmamız
çok sonraları oldu…
Önce merhum babası Avukat Besim Ergun
amcayla, babamın Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânında sonra Sarıyakup Caddesi’ndeki
bağ evimizde yapılan oturaklarda tanıma onuruna eriştiğim insanlardan bir
tanesidir.
Besim amcanın; hoş sohbetini, güler yüzünü
ama illaki babama olan takılmalarından çok sevdim. Bir gün bizim evde yine
oturak düzenlenmişti. Kapı çalınınca açtım, gelen Besim amcaydı. Evin hayadına bile
adım atmadan pardösüsünün iç cebinden, gazete kâğıdına sarılı büyük rakı
şişesini çıkardı ve bağırdı; “Len Mazhar, bak şişeyi getirdim…”
Meğerse babam “şişeyi görmezsem kapıyı
açmam” diye takılmış. Tabii ki tanışıklıkları çok eski, Konya Muallim Mektebi’nden…
Onlar hatıraların arasında kaybolup giderken benim hafızama çok şey
kaydedildiğini çok sonraları anlayacaktım.
Doğrusu bu konuda oldukça şanslıyım.
Yazın hayatına adım atmama da “o sohbetler nedeniyledir” desem yeridir. Evimizin,
o mütevazı kerpiç odalarındaki sohbetlerin lezzetini kaybedince anladım. Ülkemizin
ve şehrimizin kalburüstü edebiyatçıları, müzisyenleri, folklorcuları ve hukukçularının
kültür, edebiyat, folklor üzerine konuşmaları benim için bir altyapı
oluşturmuştur.
Çok sonraları Besim amcanın rahmetli
olmasından sonra bu sohbetlere zaman zaman genç bir avukat olarak katılan Ahmet
abimizle tanışma fırsatımız oldu ama o daha çok babamla sohbet ederken ben yine
iyi bir dinleyici ve kaydediciydim…
İki ciltten oluşan, toplamda bin sayfayı
aşan kitapları elime alınca ilk aklıma gelen bunlar oldu.
Büyük boy (23,5x16) ebadında ve
oldukça kaliteli bir baskıyla şamua kağıtlara düşen harfler her ne kadar “Sosyal
Medya Günlükleri” ismini taşısa da çoğu sayfasında, sosyal medyanın ötesine
düşen bir başvuru kitabı olarak göze çarpıyor. Konuların tasnifi özenle
yapıldığı belli olan kitabın insanı yormadan konuya girmesi ve ana hatlarıyla
ortaya koyması, Ahmet abinin ne kadar entelektüel bir birikiminin olduğunu da
açıklıyor gibidir. Ayrıca kapağı da çok beğendiğimi ifade etmeliyim.
Dedesinden kendisine kalan Meram’daki
evinde yer aldığını bildiğimiz ciddi büyüklükteki kütüphanesinin yansımalarını
okurken, onunla birlikte keyifli bir geziye çıktığımızı da fark ediyoruz.
“Felsefi İnançlar ve Dinler, Yakın Siyasi
tarihimiz, Hukuk ve Hukuki Yorumlar” şeklinde düzenlenen ilk kitapta, Atatürkçü
bir dünya görüşüne sahip ve onun inkılaplarına bağlı bir hukukçunun özellikle
yakın tarihimize bakış açısı, değerlendirmelere ayrı bir önem katıyor. Bu
bağlamda söylenecek en önemli sözün, şehr-i Konya’nın kadim ailelerinden birine
mensup olmasıyla birlikte; kendini sürekli yenileyen, bilgiye doymayan ve bu
sayede aydınlık tuttuğu ufuklarını paylaşmasından başka bir şey değildir
aslında…
Ve pek çok yazısını sosyal medyadan
hatırlamakla birlikte kağıda, mürekkebe ve harflere dökülmüş düşüncelerin somut
olarak elinizde tutmanın heyecanını hissediyorsunuz…
Sosyal medyada yazılanları kitap haline
getirme fikri bende de oluşmuştu ama bendeniz ancak e-kitap olarak
yayımlayabildim. Korona günlerinde tefrika ettiğim "Öteki Şehrin Hikâyesi/
Korona Günlükleri" isimli çalışmayı umarım bu yıl fiziksel baskısıyla sizlerle
buluşturabilirim. Ahmet abi elini çabuk tuttu ve ne iyi etti ki okuduğumuz yazılarını
yeniden bizlere hatırlama fırsatı verdi.
İkinci kitabın konuları “Osmanlı
Türkçesi ve Türk Dili, Eğitim ve Kültür, Gastronomi Yemek ve İçki Kültürü,
Nostalji-İstanbul Hafızası, Konya Hafızası-Tiyatro” bölümlerini kapsıyor ve bu
konu başlıkları nedeniyle benim daha çok ilgimi çektiğini itiraf etmeliyim.
Şehrin köklü bir ailesine mensup olmanın
getirdiği avantajla ve kendisinde olan şahsi merakla öğrendiği Osmanlıcasını bu
ciltte konuşturmuş Ahmet abi… Edebiyatla olan ilgisini de bu sayede
öğreniyoruz. Bazen bir gazelin bazen bir dörtlüğün ruhunu size günümüz
Türkçesiyle aktarırken sanat zevkine de tanıklık ediyorsunuz.
O naifliğiyle, yaşanmışlıklarını da anlatır;
yerel tarihin ötesine geçerek, kişisel tarihinden, yaşam serüvenindeki
hatıralarından da söz eder. Üzerindeki kruvaze takımın duble paçasından tutunuz,
bazen kravatıyla bazen de papyonuyla, şapkasıyla nerede durduğunu da işaret
eder. Karşınızda modern bir Bektaşi gibi duran bu adam sanki o pos bıyıklarının
her bir ucuna taktığı yaşamın güzelliklerini size anlatmak için çırpınır. Siz
ne kadar özenle giyinseniz de yanında durduğunuz anda tüm özenlerinizin boşa
olduğunu hatırlatır. Sizi sevgiyle kucaklayan gözlerinin içinde, bir çift
güvercin saflığıyla bakan bir adam, her zaman size saygıyı, sevgiyi yeniden
şekillendirerek öğretir gibidir.
Ama o hâlâ bir Konyalıdır, asla bundan
taviz vermez… Şehrin tanınmış yazarlarını, şairlerini, gazetecilerini veyahut
sıradan insanların hayatlarını yansıtır bazen yazılarında. O aristokrat bir görüntü
çizse de… ilk tanıdığınızda bu fikrinizden hemen vazgeçersiniz; çünkü o, bizden
biridir… İkinci kitapta tüm bunları daha sıcak hissedersiniz.
Şehrin; kültürü, sanatı, folkloru ve
anıları ikinci kitapta yer bulurken, şehirle ilgili önemli bir kaynak haline
gelmiştir. Gastronomiye olan özel ilgisi -her entelektüel gibi- kitaba Konya
yemeklerinin tarifi olarak girmiştir ki okurken o nefis yemeklerin rayihası
eminim burnunuzda tütecektir…
Eleştiri… eleştirmek kolaydır önemli
olan böyle bir eseri meydana getirecek bilgi birikimine ve cesaretine sahip
olmaktır; “İnsan bilgisi kadar düşünür, merakı kadar öğrenir, öğrendiği kadar
fikir sahibi olur, cesareti kadar ifade eder” diyor Ahmet abi ve devam ediyor, Nietzsche’nin
dediği gibi “Kendinden hiç söz etmemek soylu bir ikiyüzlülüktür” tuzağına asla
düşmüyor. Fikirlerine herkesin katılmamasını da hoş karşılar ve her zaman tartışmaktan
yanadır ama bir şartı vardır: Kütüphanesi’nde asılı olan şu veciz sözle bütünleşmiş
gibidir, Ahmet abi: “Lütfen okumadıysanız tartışmayalım…”
Şehrin kişilerinden söz ederken merhum
babamla olan dostluğundan bahisle iki fotoğrafa da yer vermiştir; “Saatçi Mazhar
Sakman” başlıklı yazısında… Her ne kadar fotoğraf altı yazıları karışsa da
maksat hasıl olmuştur. Bendenize ait “Konya Oturakları” kitabı ile ilgili
yazısını görmek de sürpriz oldu benim için.
Çok az da olsa alıntı yaptığı yazılar da
var kitapta, örnek vermek gerekirse bendenizin yazdığı “Folklor ve Ayıp”
başlıklı bir makalemi de kitaba alması beni çok duygulandırdı. Kitabın
içindekiler bölümünde makalenin yer almaması da kitapta gördüğümüz çok ender bir
tashih hatası, “zarfın değil mazrufun” kıymetli olduğunu bildiğimizden önemsiz
bir ayrıntı olarak göze çarpıyor.
Uzun seneler okunacak ve geleceğe
bırakılabilecek en güzel miras olarak hafızalarımızda daima yer tutacak bir
eser üzerine yazı yazmanın zorluğunu takdir edersiniz; Ahmet abi gibi şehir
ortalamasının çok üzerinde bir bilgi birikimine sahip bir insanın kaleminden
dökülen satırlar, şehir kültürünün yaşanmış canlı bir abidesi gibi her zaman
yolumuza ışık tutacaktır.
Ahmet abi çok önemli bir işi başarırken kendisine
söyleyecek tek sözümüz yazmaya devam olabilir; sen yaz ki Ahmet abi, bizler de
okuyalım…
“Bilmediğini bilmenin” erdemini
açıklarken “İnsanın çok az şey bildiğini fark edebilmesi için çok şey bilmesi
gerekir; çok bilmeden, çok az şey bildiğimizi fark edemezsiniz.” diyor Ahmet
abi…
Kitaplar; insanın cehaletini ortaya
çıkarır, bu yüzdendir belki az okuduğumuz veya hiç okumadığımız… Okumadıkça her
şeyi biliyorsunuz; ne güzel bir şeydir cehalet, her şeyi bilirsiniz!
Okudukça, cehaletimi ortaya çıkaran
satırların arasına gizliyorum kendimi… Ve onunki kadar fiyakalı olmasa da
şapkamı çıkarıyorum, Sosyal Medya Günlükleri’nin önünde saygıyla…
Ahmet abi, ne yaptın sen?
TAHİR SAKMAN
03 Şubat, 2025
GAZETECİ
GAZETECİ
Bazı insanlar vardır; onları
heyecanlarından kolayca tanırsınız…
Meslek aşkıyla koşarlar, halkın derdiyle
dertlenirler ve bu uğurda koşarken asla yorulmazlar, onları hemen tanırsınız,
bilirsiniz, yakından tanımasanız da dostluğundan asla şüpheye düşmezsiniz;
özleri, sözleri birdir, lafı asla eğip bükmezler; bazen gergin gibi görebilirsiniz
ama onun gerginliği, inanın sizler içindir, yalan dolan işleredir, onların
kızgınlığı… Tek dayandığı da sizlersiniz…
Bu insanlardan bir tanesidir,
gazetecidir… aslında gazeteci kelimesi bile başlı başına onu anlatmaya yeter
ama o, bu kimliğini -ki her dönemde onurla taşımasını bilmiştir- asla güç
sarhoşluğu içinde kullanmamıştır, tetikçilik yapmamıştır; o sadece gazetecidir…
Çekirdekten yetişmiştir; mesleğinin en
ince ayrıntısını yaşayarak öğrenmiştir. Onun içindir, bu ondaki dinmeyen
heyecan… Şehrin yüz akı gazetelerinden, merhum Yalçın Bahçıvan yönetimindeki
Yeni Meram gazetesinde haberden habere koşarken başladı onunla tanışıklığımız.
Ben şiir yazarken, o haber yazıyordu sonra ben köşe yazmaya başlayınca
dostluğumuz daha da arttı…
Sansasyonel haberleri o yakalardı,
şehrin gündemi ondan sorulurdu… Aynı zamanda Milliyet gazetesinin Konya
muhabiriydi sonra Sabah’a geçti… Dergiler çıkardı şehirde bir ilkti o zamanlar;”
Flaş Haber” dergisi, flaş haberlere imza attı, şehrin nabzını tuttu. “Konya Kent”
bir başka haber dergisiydi. “Konyasport” ismiyle müthiş bir dergi çıkardı, o da
şehirde bir ilkti ve uzun yıllar yayımlansa da o da Flaş gibi ekonomik
koşullara dayanamadı. Yetmedi, mücadeleye devam etti “Cönk” isimli kültür sanat
dergisi çıkardı. Genel yayın yönetmenliğini rahmetli Yalçın Dikilitaş abimiz
yaptı ama onun zamansız ölümü derginin ömrünü kısalttı.
Arşivindeki önemli fotoğrafları, şehir
kültürünün hizmetine sunmaktan her zaman onur duymuştur. Binlerle ifade
edebileceğimiz fotoğraflar içinde, haber fotoğrafları dışında, şehrimizin ve
ülkemizin sanatçıları, edebiyatçıları gibi şehir kültürüne ışık tutacak fotoğraf
arşivini araştırmacılar için her zaman açık tutmuştur. Bu konuda asla kıskanç
olmamıştır.
Merhum İbrahim Sur’un yazı işler müdürü
olduğu yıllarda, Türbe Caddesi’ndeki saatçi dükkânımda sık buluşur, laflardık;
ordan, burdan…
Ordan, burdan nerelere geldik; yıllar
üzerimize devrilmiş… ama o asla yıkılmadı, mücadele etti, dişiyle, tırnağıyla
kazıdı… mütevazılığından hiç vazgeçmedi; bir de gazeteciliğinden…
Şimdi şehrimizde yine bir ilke imza
atarken… sessizce işine bakıyor o; çünkü, o bir gazeteci…
Geçtiğimiz yıllarda yayımladığı “Konya
Olay” isimli gazetesini yeni nesil, internet televizyonuna dönüştürmenin haklı
mutluğunu yaşıyor. Şehrin, tek RTÜK’ten lisanslı internet televizyonu olan
Konya Olay TV’yi kesintisiz 24 saat yayımlamanın mutluluğunu yaşıyor. Ve gittikçe
artan bir izleyici popülasyonuyla şehir adına gurur duymamak elde değil…
Yeni projelerini anlatıyor heyecanla;
heyecan sanki o, Yeni Meram’daki muhabirin heyecanı; önemli bir haberi halka
yetiştirmenin heyecanı… mesleğe ilk başladığı günkü gibi… eğilmeden,
bükülmeden, dimdik…
İsmini yazmadım ama biliyorsunuz,
tanıyorsunuz… başka kim olabilir ki tabii ki gazeteci…
İsmini bilerek yazmadım; çünkü o bir
gazeteci…
Gazeteci kimliğini, isminin önüne
geçiren bir Konyalı:
O, bir gazeteci, teşekkürler Kemal
Soylu, şehre kattıkların için…
TAHİR SAKMAN
02 Şubat, 2025
MÜBAREK ETLİ EKMEK
MÜBAREK ETLİ EKMEK
Konyalının karnı etli ekmek yemezse asla
doymaz…
Bir yanımız etli ekmektir bizim, bir yanımız
küflü peynir böreği… Saç böreğini de şöyle ayrı bir yere koyuyorum… Su böreği
demezsem şimdi vallahi ayıp olacak, onu da “şoraya” koyuyorum…
Börek yiye yiye, mayalı hamur gibi veya
dam yuvağı gibi olduk desem yeridir. Burası çiftçi memleketidir efendim, hamur
işlerinden Konyalı asla vazgeçmez, bilesiniz!
Geçen yıl 250 liralara korkarak yediğimiz
etli ekmek bu sene sebil… 80 lira…
Serbest piyasa rekabetinin nihayet bir
faydasını gördü Konyalı… Memnun olmayanlar da olmuştur elbet ve haklı yönleri
de yok değil; çünkü, bu fiyatlara mahalle fırınlarında satmak, zararına satış
demektir ama günde birkaç bin etli ekmek satıyorsanız tabii ki ciddi kâr elde
edebilirsiniz… İşletmenin adını yazmayacağım; ilan panolarından zaten
tanıyorsunuz…
Çekinerek gitmiştik, cümbür cemaat ama…
içerisi hınca hınç dolu, ahali kakılı… (Kakılıyı bilirsiniz değil mi?) İki
fırın yanıyor, etli ekmek yetiştiremiyorlar. Önce lahmacun yedik 45 lira… çok
beğendim ama dedim ya etli etmek yimezsek, karnımız doymayor…
Uzun tahtaların üzerinde geldi etli
ekmek, boyu bir metre sanırım… çıtır çıtır, ağzınızda dağılıyor, eti sebzesi
tam kıvamında, mahalle fırınında kendiniz yaptırsanız bu fiyata mal edersiniz
biraz daha içli de olabilir ama bu çıtırlık eve gidene kadar kaybolur…
Tabii geleneksel etli ekmek müdavimleri
ayrı… gelenekte etli ekmek böyle uzun değildir, hamuru biraz daha kalın, ovaldir
ve uzun değildir; daha çok elips şeklindedir ve hamuru mayalıdır. Ama bu etli
ekmeği de ben beğendim…
80 liraya karnınız doyuyor… Tartışmalar
yansımıştı geçenlerde fiyat üzerine ve etin kalitesiyle ilgili ama işletmeci aldığı
kasapların ismini vermişti yanılmıyorsam. Ben çok beğendim. İyi olmasa Konyalı
bu kadar ilgi gösterir miydi? Altlı üstlü iki salonda bazı zamanlar yer bulmanız
zorlaşıyor.
Ve personel güler yüzlü…
Ama biz etli ekmeği böyle uzun tahtalar
üzerinde değil de gazete serip üzerinde yemeye alışkınız! Böylece etli ekmeğin
kültüre olan katkısı da ortaya çıkar ki bu da ayrı bir merasimdir. Eğer Konyalı
değilseniz, siz şimdi etli ekmeği nasıl yiyeceğinizi de bilmezsiniz… Şimdi
anlatamam, bilenler bilmeyenlere anlatsın!
Bugün yine gitsem mi acaba, mübarek etli
ekmek yimeye?
Neyse şu şiirimle idare edin şimdilik:
ETLİ EKMEK
Canım çekti yine bugün
Aklım aldın etli ekmek
Fırınlarda sıra mı var
Nerde kaldın etli ekmek
Kaburgadan etin kardım
Domatesle biber sardım
Azıcık da soğan yardım
Sanki baldın etli ekmek
Zırh altında sildim seni
Okşayarak dildim seni
Benden önce bildim seni
Aşka geldin etli ekmek
Mayalanıp dinlendin mi
Şu Konya’da ünlendin mi
Koltuklarda inledin mi
Yerken güldün etli ekmek
İlla bir buçuk olmalı
Yanına ayran dolmalı
Nazikçe elle bölmeli
Hep hayaldin etli ekmek
Küreklere verdim seni
Ateşlere sardım seni
Gazeteye serdim seni
Düne daldın etli ekmek
Yalan oldu her şey yalan
Bir rüyadır şimdi olan
İhtişamlı dünden kalan
Bir masaldın etli ekmek
Sanmayınız cefalıyım
Yiyenlere vefalıyım
Etli ekmek kafalıyım
Şimdi bildin etli ekmek
TAHİR SAKMAN
01 Şubat, 2025
DEMOKRASİNİN GÖLGESİNDE ATEŞE YATMAK
DEMOKRASİNİN GÖLGESİNDE ATEŞE YATMAK
Geçtiğimiz pazartesi sabahı boğaz, göğüs
yanması ve sırt ağrısı ile kan ter içinde uyandım…Ülke siyaseti gibi…
Gece gördüğüm kabusların haddi hesabı
yok, her yanda karabasanlar…
Salgınmış galiba influenza… Neyse ki
doktorlarımız var, sağ olsunlar… Grip aşısı da olmama rağmen beş gündür yorgan
döşek yatmasam da evden dışarı çıkartmadı. Kendime ev hapsi vermiş gibiyim…
Boğazımdaki yanma devam ediyor, sesim ilk günkü gibi tamamen gitmese de zaman
zaman baya kısılıyor.
Muhaliflerin sesi…
“Konuşma” diyor boğazımdaki ağrı… düğüm
düğüm bir şeyler var, diyemediğim…
“Geçer” diyorlar, her şey geçer… Yeter
ki demokrasinin gölgesi eksilmesin üzerimizden…
Ve ben demokrasinin gölgesinde ateşe
yatmaya devam ederken:
Kartalkaya’daki kar yangınları gibi
umuduma dökülüyor; çığlıklar, çığlıklar, çığlıklar…
Hangimiz, hangimizden daha mutlu, daha
huzurlu?
Onca ateşe rağmen genç teğmenler gibi dimdik ayaktayım...
TAHİR SAKMAN
27 Ocak, 2025
MUSALLA TAŞINDA YATAN ŞEHİR
MUSALLA TAŞINDA YATAN ŞEHİR
Bu bizim ilk vukuatımız değil…
Üzücü ama gerçek bu; hafızalarımızı
yokladığımız zaman Suriyeli sığınmacıların yaşadığı Beyşehir Caddesi’nde
yıkılan apartmandan önce aklımıza ilk gelen “Zümrüt” faciası olsa da gözden kaçan bir
facia daha yaşandı.
10 Aralık 2019 tarihinde Akçeşme Mahallesi’nde
kerpiç iki katlı bir evin sabaha karşı çökmesi nedeniyle bir babaanne ve kendisini
ziyarete gelen yetim iki torunu hayatını kaybetmişlerdi. Göçükten tabii ki ne
ders çıkarılabildi ne de bir sorumlu bulunabildi. Daha da acısı evin göçtüğünden şehrin
saatler sonra haberi olabildi… Üç canın çığlığı, şehrin gürültüsü arasında
yitip gitmişti…
Kulaklar sağır… ya vicdanlar, vicdanlarımıza
ne oldu? Tabii ki unuttuk; çünkü üç gariban…
Şehir; bu üç garibanın yaşamını böyle
feci bir şekilde yitirmesinden üzerine hiç sorumluluk almadı; bütün suç,
yoksulluktu… Belki biraz üzüldük, acıdık, ah vah ettik… Sonrası? Sonrası hep
yaptığımız hatta en iyi yaptığımız gibi “kader” demekten ibaretti… Bu insanlar
canlarını hiçe sayarak neden böyle evlerde oturmaya mecbur kalıyorlardı? İşin
bu tarafını sorgulamadığımız için… Peki, böylesine zengin topraklara sahip bir
ülkede yoksulluk diye bir şeyin neden var olduğunu hiç sorduk mu? Sormadığımız
için mi büyüyor gözlerimizde bu yoksulluk? Kabahat kimindi?
Oysa kabahatin kimde olduğu çok açıktı:
Ne demişti Nazım “Suçun büyüğü sende kardeşim…”
Bendeniz “şiir hayattır” düşüncesinden
hareketle, sosyal konulara duyarsız kalamadığım için ve o dönem içimi çok
acıtan bu hüzünlü hikâyenin kahramanlarına içim yanarak “Kalkamazsınız” başlıklı
bir şiir söylemeye çalışmıştım:
KALKAMAZSINIZ
bir ev göçer kerpiç mi kerpiç
altında üç can
bir babaanne iki torun
soğuk mu soğuk/ utanın sıcak evler
/ev göçer yoksulluk kalkar şaha/
yazılmamış pulsuz duadır acılar
unutulur gider mi/ gider
ev göçer babaanne göçmez
ev göçer yetimler dimdik ayakta
bir ev göçer kerpiç
bir şehir kalır altında
bir babaanne iki yetim kalkar
kalkamaz ahali/ kalkamaz konya
musalla taşı gibi boylu boyunca
TAHİR SAKMAN
Aradan geçen 6 yılda, son yaşadığımız
elim olaydan sonra şehrin hâlâ kalkamadığını görmek, kadim bir başkent için
oldukça üzücü… “Kalkamazsınız” demiştim, “bu ağır olayın altında kalır bütün
şehir” demiştim içim yanarak…
Ve kalkamadık!
Ve bizler yüreğimiz yaralı /musalla taşı
gibi boylu boyunca/ yatmaya devam ediyoruz…
TAHİR SAKMAN
25 Ocak, 2025
AĞLA KONYA
AĞLA KONYA
Zümrüt’ten yıllarca sonra bir kez daha… ağla…
Göz göre göre, milyon liralara alınıp
satılan dairelerin olduğu bölgede… hiç kimse görmedi, hiç kimse… ta ki
yıkılırken binalar, binalar değil ki yıkılan; aslında yıkılan insanlıktı…
Sorumsuzluk örnekleri çevremizde yığınla,
kafamızı bir kaldırsak görebileceğiz, duyabileceğiz; o yoksul insanların
barınmak için, aile olmak için girdikleri beton tuzakları… ama biz ne
görebiliriz ne duyabiliriz…
Falanca tarihli ruhsatı varmış… bana ne
efendi ruhsatının tarihinden, bina ne durumda sen ondan haber ver! En azından
mahalle muhtarları bu durumda olan evleri ilgili makamlara bildirebilir değil
mi?
Çok katlı, çok çok katlı hem de lüks
apartmanlara hiç baktınız mı? Yangın merdivenleri ne durumda? Kiler mi yaptınız
yoksa erzak deposu mu veyahut kaçak doğal gaz hattı çektirip kızartma mutfağı
mı yaptınız?
Kimi kızartmayı düşünüyorsunuz kuzum?
Allah aşkına olabilecekleri düşünebiliyor musunuz?
“Allah bekler” diyorsunuz… Allah, sen
gereğini yapmazsan beklemez efendi, bunu bil…
Apartman sakinleri, yöneticiler, mahalle
muhtarları; bu durumda olan yüzlerce ev var maalesef… ilk iş size düşüyor, açın
telefonu ihbar edin belediyeye… söz konusu olan hayatınızdır, bunu göz ardı
etmeyin…
Dün geceden beri Konya seferber; birçok
kuruluş mobil tezgâhlarda çay, salep vs. dağıtıyor, tabii bunlar çalışan personel için
değil mi? Ama hiç de öyle görünmüyor, meraklı halkımız ellerinde çay, salep kurtarma
çalışmalarını izliyor… Çekirdek de dağıtalım mı?
Benim inancım kaybolmaya başladı, biz
yoksa hep böyle miydik? Oradan yükselen feryatlar içinizi acıtmıyor mu? 23
yaşında bir kadın Suriyeli… Savaştan, yıkımdan kaçıp gelmiş sığınmış… Bir başka
yıkım altında… Bize sığınan canlar… Emanet canları oturttuğumuz mekânlar…
Karşılığında tonlarca kira… Ne için?
Çok ağır cezalar getirmedikçe, denetim
mekanizmaları halkın kendisinden başlamadıkça ve kadercilikten kurtulmadıkça; korkarım,
yıkılan en sonunda bizler olacağız…
Bir can yıkıldıysa… Âlem yansa yeridir…
Ağla Konya… ağlayamıyorsan,
ağlayamadığına ağla!..
Bizi; bize bırakma ya ilahi!
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)