06 Aralık, 2024
BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ
BU SEVDAYI AKLINIZ ALMAZ
05 Aralık, 2024
BİZİM KONYA VEYAHUT GEÇMİŞE SAYGI
BİZİM KONYA VEYAHUT
GEÇMİŞE SAYGI
Modern hayat beraberinde
birçok sorunu da getiriyor özellikle şehirleşmenin yoğun olduğu illerde…
Trafik kargaşası, hayat
pahalılığı, ulaşım vs. … Bunların hepsini yaşayarak zaten görüyoruz. Sorunun çözümü
aslında çok da zor değil; özellikle ulaşımda ama bunun planlamasını önceden
yapıp tedbir alırsanız ve kaynaklarınızı doğru kullanırsanız…
Geçmişe dayalı bir yaşam
kurmak isteseniz de zaten mümkün değil ama geçmişi size hatırlatacak tarihi
eserlerin, ecdat yadigârlarının, yoğun şehirleşme nedeniyle de tahrip
edilmesine de razı olmamalıyız.
Yani trafiği rahatlatacak
diye… Yıllar önceydi; Avrupa’nın en büyük döner kavşağı diye lanse edilip
Alâaddin Tepesi’ni döner kavşak olarak kullanmaya başlamıştık. O zamanlar bu
kadar ağır bir trafik yükü elbette yoktu. Tramvayın döneceği bir yer
bulamayınca… Farkında mısınız, koskoca Konya Ovası’na sığamadık!
Her yıl gittikçe artan
ağır trafik yükünün yanına tramvayı da ekleyince…. Alâaddin zarar görmeye
başladı, Alâaddin Camisi’nin portalındaki çökmeler vs. … Buna yeşil çimlerin
sulanmasını da eklerseniz… Zaman zaman caminin restorasyona alınmasıyla
şimdilik kurtarıyoruz ama nereye kadar? Tarihi tepenin etrafındaki eserlerin
durumu da çok farklı değil; Karatay Medresesi, İnci Minare hepsi tehdit altında…
Tarihi eserlerin böylesine
yoğun olarak bulunduğu bir bölgenin etrafından değil tramvay ve ağır trafik
yükünün geçirilmesi, bisiklet trafiğine bile izin vermenin ecdat yadigârlarını
gözden çıkarmakla eş anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki bu yetmezdi…
Tramvay, Mevlâna Caddesi’nin ortasından geçirildi ve Selçuklu asırlarının şahidi,
Hz. Pir’in ders verdiği İplikçi Camisi de bu ağır trafik yükünden nasibini
almaya başladı.
Daha önce de birkaç kez dile getirmiştim… İplikçi Camisi’nin duvarındaki çatlakların büyüdüğünü bir ben mi görüyorum acaba?
Ne kadar yenilemeye tabi
tutsanız… O tramvay, o ağır trafik yükü oradan geçtiği sürece tarihi eserlerin
geleceğini görmek zor değil…
Elbette Konya gelişsin,
elbette toplu taşıma araçları yaygınlaşsın… Tramvay geçirecekseniz, tarihi
dokuya zarar vermeden yeni yollar açmalısınız, projeler geliştirmelisiniz. Şimdilik
Mevlâna Türbesi’ne ve Selimiye Camisi’ne bir zarar vermiyor gibi görünebilir
tramvay ama ya gelecekte? Onarılamaz hasarlar açıldıktan sonra mı tedbir
alacağız?
Konya’yı seviyorsanız… gerçekten
seviyorsanız, şehrin geleceğine yatırım yaparken geçmişine de saygı duymak
zorundasınız…
Geçmişi olmayan, Selçuklu
asırlarından iz taşımayan bir Konya, bizim Konya’mız değildir…
TAHİR SAKMAN
03 Aralık, 2024
goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR YERİNE
goKonya… SONUÇ SIFIR OTUR
YERİNE
Konya Büyükşehir
Belediyesi tarafından bir kampanya yürütülüyor. Kampanyada kullanılan özdeyiş
(hani motto diyorsunuz ya; motto değil özdeyiş…) kültürel bir eleştiriye de
zemin hazırlamasına neden oluyor…
Uzunca bir zamandır gerek
internet ortamında gerekse şehirdeki ilan panolarında hatta otobüs ve
tramvayların dış yüzeylerini kaplayan ilanlar görüyoruz: goKonya…
Go, İngilizcede gitmek
anlamında… Yani Konya’ya gidin veya gidiyorum anlamında kullanılıyor sanırım bu
özdeyiş, goKonya…
Ah, bu yabancı dil
merakımız… Kendi lisanını umursamayıp başka lisanlarda özdeyiş arayan dünyadaki
tek milletiz sanırım…
Türkçe gibi eşsiz bir dile
sahipken yapıyoruz hem de bunu!
Yurt dışında
yayımlayacaksanız elbette goKonya uygun ama ya yurt içinde? Konya’da,
Türkiye’de İngilizce özdeyişle tanıtım yapmak da neyin nesi? Neyin reklamını
yaptığınızın farkında mısınız?
GoKonya yerine gelKonya
deseniz daha iyi olmaz mı? Hz. Pir’in çağrısına da uygun olur. Veyahut gezKonya,
görKonya da diyebilirsiniz? Daha başka özdeyişler elbette üretilebilir;
goKonya’yı da yurt dışında kullanabilirsiniz…
Türkçemize sahip çıkmak
her Türk vatandaşının görevidir, kamu kurumlarından da bunu bekliyoruz… Selçuklu
asırlarına başkentlik etmiş olan kadim şehrimizin belediyesinden daha duyarlı
olmasını bekliyoruz.
Tabii sadece bu da değil;
hatırlarsanız Kız Muallim Mektebi restore edildikten sonra “Taş Bina” ismiyle
kullanıma açılmasını da daha önce defalarca yazmıştık (benden başka konuya
duyarlı vatandaşlarımız da yazdı) hatta Kız Öğretmen Okulu mezunları, Başkanla
da görüştü ama sonuç? Sonuç sıfır, otur yerine!
Selçuklu ecdadımızın bir
eseri olan Hoca Hasan Camisi’nin restorasyon sonrası minaresindeki değişikliği
de yazmıştık, şehir kültürüne duyarlı arkadaşlarımızla birlikte… Sonuç sıfır,
otur yerine!
Keza önceleri halkın yaz
akşamlarında nefes aldığı Konya Fuar’ı kapatıldıktan sonra Kültür Park ismiyle
faaliyetini sürdüren ve günümüzde daha çok Suriyeli sığınmacıların buluşma
noktası olan mevcut alanın asıl ismi olan “Dede Bahçesi” olması yönünde de daha
önceleri yazmıştık…
Tarihi bir bahçe olan Dede
Bahçesi sadece parkın içindeki kafeteryanın hizmet alanı olarak değil de tüm
parkı kapsamasını ve park isminin “Dede Bahçesi” olarak aslına rücu edilmesini
bekliyoruz ama… Sonuç sıfır, otur yerine!
İplikçi Camii’nin
duvarındaki çatlak her geçen gün daha da büyüyor, haberiniz var mı? Daha önce
de yazmıştık; sonuç sıfır, otur yerine!
Siz oturabilirsiniz ama ben oturmayacağım; hep ayakta ve sıfır almaya devam edeceğim...
En azından goKonya ile
ilgili sonucun sıfır olmamasını diliyorum…
TAHİR SAKMAN
29 Kasım, 2024
GELECEĞE TÜRKÜ SÖYLEMEK
![]() |
Mazhar Sakman türkü söylerken... (Fotoğraf: Süleyman Şenel) |
GELECEĞE TÜRKÜ SÖYLEMEK
Şehirde kaç tane üniversite
var ve bu üniversitelerde bildiğim kadarıyla iki tane konservatuvar var.
Edebiyat Fakülteleri var… Müzik Öğretmenliği veya müzik eğitimi veren kaç tane branş
var…
Konya türküleri denildiği
zaman akla gelen ilk isimlerin başında yer alır Mazhar Sakman… O aslında halk
sanatçısını olmanın çok da ötesine geçmiş bir değerdir; çünkü sadece folklorcu değildir,
aynı zamanda Türk sanat müziğine dahası Batı müziğine bando kuracak ve
yönetecek kadar hakim bir sanatçıdır. Müziğin tüm branşlarında çalışmış bir
halk sanatçısı ve türkü taşıyıcısıdır. Hem alaylı hem mekteplidir...
Ömrü boyunca vazgeçmediği
12 tellisiyle çalıp söylerken, bu şehrin semalarına sesini, soluğunu bırakmış çok
yönlü önemli bir sanatçımızdır.
Mazhar Sakman’ın ölümünden
30 yıl sonra… "Nihayet" mi deseydim, şaşırdım…
Çünkü bugüne kadar Mazhar
Sakman hakkında üniversitelerimizin ilgili bölümlerinin aklına hiç gelmeyen,
gelemeyen…
Sadece 1992 yılında dönemin Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halil Cin tarafından, Saim Sakaoğlu tarafından önerilerek verilen bir plaket var… Bir de Selçuk Üniversitesi’ni ayağa kaldıran merhum Prof. Dr. Erol Güngör’ün önemli şahsi dostluğu…
Üniversitelerimizin ilgisi bu kadar…
Necmeddin Erbakan
Üniversitesi, Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Müdürü Sayın Prof. Dr. Mehmet Gönül’ün
önerisiyle Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra Küçükbardaslı’ya tez olarak Mazhar Sakman
verilmiş…
Geçtiğimiz günlerde Büşra
Hanım’a Mazhar Sakman’ı anlattım; bir yanım sevinç bir yanım hüzün doluydu.
Elbette çok sevindim ama
hüzünlenmedim dersem yalan olur; çünkü merhum Sakman’ın ölümünden 30 yıl sonra…
sadece bir tez olmamalıydı; defalarca tezler yazılmalıydı, üzerine konferanslar
düzenlenmeli, doktora tezleri hazırlanmalı, yayımlar yapılmalıydı…
Ne diyebilirim ki Konya! Siz
kendi değerlerinize ne kadar sahip çıkıyorsunuz ki? Kendi türkülerinizden bile
haberiniz yok! Bazen söylemekten, çalıp çığırmaktan bile çekiniyorsunuz!
Gelecekte ne
söyleyeceksiniz ne okuyacaksınız çok merak ediyorum…
TAHİR SAKMAN
28 Kasım, 2024
HASAN ALİ YÜCEL VE BABAM MAZHAR SAKMAN
HASAN ALİ YÜCEL VE BABAM MAZHAR SAKMAN
Ordudan istifa ettikten sonra Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’ne müzik öğretmeni olarak atanan merhum babam Mazhar Sakman, orada hayatlarında batı enstrümanı görmemiş öğrencilerden bando kurar. Dönemin Milli Eğitim Bakanı merhum Hasan Ali Yücel, teftişe geldiğinde, bandosuyla karşılar ve bir konser verir. Konser sonrası Hasan Ali Yücel, M. Sakman’ı yanına çağırarak: “Evlâdım, memleket neresi ?” diye sorar. Mazhar Sakman: “Konyalıyım”, deyince: “Şuna, musikinin membaı deyiver gitsin”, diyerek ne kadar beğendiğini anlatır.
Rahmetle ve minnetle anıyorum... Fotoğrafta Babam Mazhar Sakman'ın sağında oturan küçük çocuk merhum abim eczacı Raci Hakkı Sakman'dır.
TAHİR SAKMAN
21 Kasım, 2024
KIZIL YARENLİKLER
KIZIL YARENLİKLER
O yıllarda günümüzdeki
gibi aleni küfürler edilmiyordu…
Hele kızlar; o yıllarda
böyle ulu orta dümdüz gitmiyorlardı… Erkek şakalaşmalarından duyulurdu böyle
şeyler ki o da oldukça dikkatli davranılırdı. Erkekler arasında bu kızıl
yarenlikler oldukça popülerdi o yıllarda ama herkes akranıyla uçtuğundan
özellikle gençler arasında gizli bir reçete gibiydi… Sanırım kızıl yarenliğin
ne olduğunu söylememe gerek kalmamıştır.
Cinsellik tabuydu… ilk
cinsel bilgiler arkadaş grubunun çok bilmiş büyüklerinden alınırdı. Yarısı
atmasyon olan bu bilgilere hikâye demek belki daha uygun düşecektir. Ve tabii
ki olaya daha bilimsel yaklaşan Haydar Dümen ve ona benzer yazılar yazan,
sorular yanıtlayan ablalar da vardı gazete köşelerinde… Kapalı bir toplum
yapısından henüz çıkmaya başlayan o yılların Konya’sında kadınlarla erkeklerin
arasında ciddi bir mesafe olurdu. Mahallemizdeki kızların, komşu hanımların
yüzlerini bile hatırlamazdık; çünkü bakmazdık, bakamazdık, utanırdık…
Tabii konuşurken de bazı
kelimeleri şifrelemek ihtiyacı doğardı…
Mektep, keçi kesmek, kedi
tırmaladı, tornaya kaptırmak, kulağında sabun kalmak, yaylaya çıkmak gibi ve
daha pek çok kelimenin asıl anlamından ziyade ona yüklenen anlamlarla konuşmak,
ilk duyulduğunda maksadı gizlemek ihtiyacından olmalıydı.
Cinsel içerikli fıkraların
başını şehrin nüktedanlarından Tayyip Ağa’nın fıkraları alırdı. Hatta Tayyip
Ağa’sız bir sohbet yapmak nadirdi ki mutlaka Tayyip Ağa’nın bir esprisi,
konuşulan mevzuya adapte edilerek anlatılırdı. Nasreddin Hoca’nın ismi
kullanılarak uydurulan fıkraların zaten haddi hesabı bile yoktu.
İkinci sırayı Alâaddin
Tepesi alırdı, ne alakaysa? Gençler arasında mutlaka Alâaddin ile ilgili bir
espri yapılırdı ki bugün bile hâlâ yapılmaktadır.
Üçüncü sırayı ise kanımca
Taş Han alırdı… Genellikle yoksul insanların veya kırsal kesimden şehre
çalışmaya gelen insanların (amelelerin) oldukça ucuza kaldığı o dönemlerin
oteli olan bu han ile ilgili espriler ortalığı yıkar, geçerdi.
Şehrin muhafazakâr
yapısını göz önüne alırsanız bunlar elbette şaşırtıcı gelecektir ama bu da
şehrin bir başka yüzü olmalıdır. Sadece genç insanların değil yaşlı insanların
bile bu kızıl yarenlikleri konuştuğunu söylerlerdi ki bu insanlara da güneşe
karşı oturmalarından olsa gerek “güney müftüleri” ismi takılmıştır. Türbe Caddesi
üzerine söylediğim şiirlerin üçüncüsünde şöyle demiştim:
/güneşe karşı otururlar
güney müftüleri
dinlesen ne yarenlikler/
Pek çoğumuz sütten çıkmış
ak kaşık değiliz elbette ama… günümüze baktığımız zaman eskiden gizli saklı
konuştuğumuz kızıl yarenliklerin, aleni olarak kızlı erkekli gruplarda
konuşulmasına tanıklık etmek bizi şaşırttığı kadar rahatsız da ediyor doğrusu…
Temelinde ne olduğunu az
çok kestirebiliyorum ama… bunu araştırmak da sosyologların işi olmalı diye
düşünüyorum. Ben sadece ip uçlarını vermekle yetiniyorum.
TAHİR SAKMAN
20 Kasım, 2024
HAYAT BİR RESİMDİ UZAKLARA SAKLANAN
Hikâyatı Tahirat Üçlemesi
III
HAYAT BİR RESİMDİ UZAKLARA
SAKLANAN
Belki de hayat bir
resimdi…
Yaşadığımızın tek kanıtı
gibi durur karşımızda… yıllar yorulurken kendi merdivenine tırmanmak gibidir bu
hayat… ve serüven serüven koşarsınız yalanlarınıza…
Batmış bakkal eski
defterleri karıştırırmış ya… yok henüz batmadım ama eski defterleri
karıştırmayı çok sever oldum nedense!
Elimde bir resim (aslında
fotoğraf ama resim demek daha bir romantik geliyor bana şimdilerde; çünkü
eskiden hep resim derdik, fotoğraf bu kadar yaygınlaşmamışken) solmaya başlayan
yıllarımdan kalma…
Sarıyakuplu yıllarımdan;
15-16 yaşlarında olmalıyım, milattan önce gibi bir şey… ve o yılların Konyası…
(Yılını dimem; şimdi dirsem yaşım ortaya çıkar, hem neme lazım asarı atika diye
maazallah müzeye falan kapatırlar!)
Saçlarım o yıllara göre
oldukça uzun aslında daha da uzundu ama o zamanki resimler kayıp, elimde sadece
bu var… Erkin Koray’ın, Ersen’in, Dadaşların, Moğolların; Anadolu Rock ismini
verdikleri şarkılarla ortalığı kasıp kavurduğu yıllar…
Sarıyakup Caddesi No:66… Su
basmanına kadar taş sonrası kerpiç olan evimizde duvarlar ak toprakla cilalı…
Ak toprak; saman ve çamurla karılmış ve bir duvarı bağdadiye olan odamın
duvarlarındaki samanı kısmen gizliyor ve o duvarlarda Hey dergisinin
posterleri… Hani; “oturduğu ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü” derler ya hatta
onun birden fazlası… Tezatsa tezat, yaşantımız zaten baştan sona tezat!
Alice Cooper’ın, John
Lemon’ın, Jim Hendrix'in, The Beatles’ın, Elvis Presley'in posterleri yanı sıra, Cem Karaca, Barış Manço gibi
müzisyenlerimizin posterleri… Babam hiç karışmazdı ne odama ne kılık kıyafetime…
Naylon gömlek… bildiğiniz naylon; kar gibi beyaz yıkardınız, çabuk kururdu ütü
mütü istemezdi ama donardınız içinde…
Donar mıydık? Asla… üstüne
giydiğim suni deri montumla ama illaki gömleğin üst taraftan üç düğmesi çözük olacak….
Zafer’in tozunu attırırdık; şehrin ayazını ciğerlerimize gizli bir iksir gibi
çekerken, gecenin bir yarıları sokaklarda dolanırdık…
İşin en eğlenceli yanı,
tabii bu bugünden bakınca öyle görünüyor, o zamanlar hiç de eğlenceli değildi… Sarıyakup’tan
öğleye doğru veya öğlen uykudan kalkıp Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânımıza
yollanırken…
Önce Eski Garajı… O
zamanlar garaj, eski değildi, garaj dediysek; otobüs terminali… Ah o Amele
Pazarı! Bugünkü Karatay Belediye binasını Kadınlar Pazarı istikametinde
geçince… Oto aksesuarcıları vardı onları geçince yolun ortasında kavşak gibi
bir petrol istasyonu ve yolun her iki tarafına kümelenmiş iş arayan, günlük
nafakasının peşinde koşan gariban takımı…
Kiminin üstü başı perişan…
şimdi düşünüyorum da bunlar o insanların iş kıyafeti; malum, baloya gitmiyorlar
inşaat işlerine gidiyorlar. Bir araba yanaşmasın veya bir kişi meraklı gözlerle
etrafına bakmasın hemen başına, yemek bulmuş kuşlar gibi dolarlardı…
Kiminin elinde bel, kürek,
mala veya keser gibi aletlerle sanki marifet sahibi olduklarını göstermek
istercesine nafakalarının peşinde olan insanlar… Bazıları köyden gelip
çevredeki… en meşhuru Taş Han’dı, orada ucuza konaklarlarmış…
Bendeniz Amele Pazarı’nı
teşrif edince başlardı cümbüş… Sanki gizli bir el o insanları örgütlemiş,
seslerini akort etmiş gibi… koro halinde değildi tabii ama mutlaka birkaç kişi
ağızlarını yayarak, sanki kelimelerden hınçlarını alıyormuş gibi, o gün yevmiye
işi çıkmamış, işe gidememiş olmanın hıncını benden çıkaracakmış gibi:
“Anan gibi saç uzatacağına,
baban gibi bıyık bırak!”
Eh serde gençlik var ya…
birkaçını yanıtlamaya kalktım ama hangi birine yetişebilirdim ki hem sonra
dayak yemek de var işin ucunda…
Artık bana kalan başımı
öne eğip hızlı adımlarla oradan uzaklaşmak olurdu…
Hayat bir resim… Hayat bir
resimdi; çok uzaklara saklanan…
Siz, hangi resmin
arkasında saklanıyorsunuz kuzum?
TAHİR SAKMAN
18 Kasım, 2024
YARINLARA İADE
Hikâyatı Tahirat Üçlemesi II
YARINLARA İADE
yeraltında bir şehir
yaşıyordu yarınsız
gölgesizdiler yalanları
çok masum
ne istediklerini unuttular
masal masal büyüttüler
başlarını
sonra bir gün çıkageldi
bir taş
dünden mi atılmıştı
bilemediler
çocuklarından kalan
mirastı besbelli
sıkı sıkıya sarıldılar
taş büyüdükçe büyüdü
tartamadı yürekler
eskiden kalma bir çocuk
kucakladı günahlarınızı
haberiniz yoktu zaten
olsaydı hiç susar mıydınız
yıkılırken dünyalar
masallar masallar masallar
/dünden kalmıştı yarınlara
iade ettiniz/
TAHİR SAKMAN
16 Kasım, 2024
HİKÂYE
Hikâyatı Tahirat Üçlemesi I
HİKÂYE
hayat mı hikâye yoksa
hikâye mi hayat
iç içe geçmiş binlerce resmin
arasında kimsiniz
yarısı yırtık bir gözyaşı
dolanırken sahipsiz
eski bir sokak kedisi
tırmalıyor sesimizi
fırtınalar tırnak içinde
kaypak yalnızlıklara muhtaç
kopmayan hangi kıyamete
kadar sürer kopuk hayaller
film şeridi geçer kırmızı
damlı evlerden kiremitler kopar
ağlamasın diyemem ağlasın saatler
gecenin üçüne
içinize kim kaçtı siz
sizdiniz çok çok eskiden
dans ederdiniz kendinize
çırıl çırıldınız bayım
ya siz süslü hanımlar
hangi yüzyıla kaçtınız
hangi romanda kaldınız
mutlu çocuklar
haberiniz yoktu yazdılar
hikâyenizi oysa yaşamıştınız
baştan sona uyduruk bir
sokakta elinizde çelik çomak
kala kaldınız toprak damlı
evlerde bıraktığınız ne varsa
hepsi yarım şimdi yarı
yarıya yarım kalmış soluksuz bir hayat
ay'a tırmanırdınız eskiden
güneş'ten geçerdi yolunuz
tek tasanız vardı gazozuna
maç yaparken ütüldünüz
boncukları gökyüzüne
dizerken unuttunuz mu
siz kayıp zamanlarda siz
gerçekten sizdiniz
hem yazdık hem yaşadık bu
bizim hikâyemizdir yalansız
boyalı yılların arkasında
koşan hevesimizdi eski yarınlar
dünü yaşadık bitirdik
yarını kim bilir ey hikâyedeki gölgem
birisi çıkar seni okur
bıraktıysan geleceğe doğru bir iz
/iç içe geçmiş binlerce
resmin arasında siz kimsiniz
sahi var mıydınız önceden
mi gelmiştiniz/
TAHİR SAKMAN
14 Kasım, 2024
ZAMAN KAÇKINI
ZAMAN KAÇKINI
Tempus fugit… Zaman uçar
veya zaman kaçkını…
Bazı saatler için
söylenmiş sanki bu Latince deyim… Bazı saatler var zamanı uçuruyor bazıları da
gerçekten zaman kaçkını…
Elimde tam bir zaman kaçkını
saat var... 200 yıla yakın bir zaman diliminden geliyor; kim bilebilir ki hangi
evlerin duvarlarındaki sırlara / zamanlara tik taklarıyla ortak olduğunu… Elli yıla akın bir
zaman diliminde de ailemizde olmalı; çünkü babam Mazhar Sakman'ın Tevkifiye Caddesi’ndeki
saatçi dükkânından kalma.
Aslında ben geçen yıla
kadar fark etmemiştim; hurda denilebilecek saatlerin arasında kendini kaybedip
zamandan kaçmış… Ne zaman ki evden taşındık, bu saatin varlığından haberim
oldu. Tam bir zaman kaçkını kendisini bunca zaman iyi gizlemiş…
Kadranındaki lekeler belki
de o acılardan kalma… ya mutluluk? Mutluluk nedense kolay unutulur ama acılar
öyle mi ya? İnsan bir ömür taşır içindeki acıları… saatler de öyle midir acaba?
Kadranına yansıyan, o hüzünlü günlerin ışığı mıdır? Tik takları ne söyler? Zamana
tanıklık ederken süslediği evlerin duvarlarındaki sırları ifşa eder mi?
Ağırlıkları; acılı
günlerden kalma… tüm acılar, o ağırlıkların içinde saklı… Saatin tik takları
bunları anlatırken, ağırlıkları aşağı doğru iniyor ve tüm hüzünler birden
boşalıyor sanki… Zarif, naif bir zil mutluluklara şarkı söylüyor ama gizli bir
hüzün onu da kemiriyor olmalı ki onun da ağırlığı şarkı bitene kadar boşalıyor…
Neler anlattığını erbabı merak olanlar bilir…
Nicedir bu saat bizde,
babamdan kalma… ne zamandır el atmaya kalksam bir el sanki beni durduruyordu ta
ki geçen haftaya kadar… çok enteresan bir saat, çarklarını, zincirini ve
ağırlıklarını saymazsak tamamı ağaç… ağacın sonsuz ömrünü anlatsın diye mi
acaba?
Günümüzde ormanı ağacı
korumak için verilen mücadeleleri görünce saat başka bir anlam kazanıyor…
Saatin baskıları ağaçtan
yapılmış, ahşap plakalara pirinç burçlar çakılmış ve onların içinde de metal
çarklar yerleştirilmiş oldukça basit ve kullanışlı bir dizaynı var ayrıca saat
başlarında ve buçuklarda saatin kaç olduğunu bildiren ve zile vuran bir tokmağı
var. Ağırlıkla çalışan saatin kadranı oldukça süslü ve bu süslemeler Fransız
malı olduğunu gösteriyor… Ancak el boyaması olan kadranın Edirnekâri olması da mümkün
Elimden geldiğince
hasbelkader saatin bakımını yapıp çalıştırmaya muvaffak oldum. Sarkacı yoktu…
Yıllar önce Konya Sanayisi’nde yaptığım bir duvar saatinin sarkacını buna
adapte ettim… Ayar tutması güzel sadece ağırlığı taşıyan zincir çalışma tarafında
vardı, onun da yarısını çıkarıp zil tarafına taktım. Zaman içinde zincir
bulabilmeyi umuyorum, bu zaman kaçkını için…
Ben de az zaman kaçkını
değilim hani, sıkıldıkça saatlerime kaçıyorum… Eve kurduğum mütevazı atölyemde
onların hatıralarını dinliyorum, ben susuyorum onlar konuşuyor; o tik taklar
neler anlatıyor bir bilebilseniz… bütün sırlarınıza aşinayım haberiniz olsun! Duyabilseydiniz
eğer pilli saatlerinizi bir yere koyar, mekanik saatlerinize yeniden dönüş
yapardınız; çünkü onlar yaşıyor…
Ya sizler, yaşıyor
musunuz? Yaşadığınıza bu “kaldır at” markalı pilli saatler mi tanıklık ediyor?
Kendinizi, hiç pil takılmış
gibi hissettiğiniz oluyor mu? Zemberekle mi çalışıyorsunuz ağırlıkla mı? Ben
ağırlıktan yanayım…
Ve saatlerle birlikte
zaman kaçkını olmayı seçiyorum…
TAHİR SAKMAN
12 Kasım, 2024
BİR FOLKLOR ÂŞIĞI İHSAN HINÇER
BİR FOLKLOR ÂŞIĞI İHSAN
HINÇER
Eskiler çok daha iyi
bilirlerdi…
Eskiden kastım hani yerel
deyimle eski adamlar… her ne kadar kalmasa da hatırlayanlar elbette çıkacaktır.
O bir folklor âşığıydı…Onu
da bu vesileyle tanımıştım: Çocukluk yıllarımın sisleri arasında babam Mazhar
Sakman’ın Tevkifiye Caddesi’ndeki saatçi dükkânındaki çıraklık günlerimde…
Ayağı aksardı ama şair
yüreği tamdı…
Konyalı olmanın verdiği
heyecanla Konya folkloru ile ilgili yazılara ayrı bir ilgi gösterirdi.
1949-1979 yılları arasında 363 sayı Türk Folklor Araştırmaları ismiyle
yayımladığı dergi, bugün en önemli kaynaklarımız arasındaki önemli yerini
aradan geçen bunca zaman sonra bile hâlâ koruyor.
Babamla ilgili olarak
defalarca söyleşi, makale yayımlamıştı dergide ayrıca Konyalı araştırmacıların
da yazılarına yer vermişti. Doğduğu topraklara olan vefa borcunu ödemenin bir
başka yoluydu bu…
Her ay yolladığı derginin
özellikle son sayfalarında yayımladığı halk hikâyeleri / masallar çok ilgimi
çeker mutlaka okurdum. Belki de folklor yazmak için temellerini o zamanlar
atmışım da haberim yokmuş…
45 yıl önce onu dün
kaybetmişiz… Serap Gürsoy Hocam sosyal medyadaki paylaşımı (https://www.facebook.com/serap.gursoy.33/posts/pfbid0fn6UozSVe1DoHxPjeuUPVPbpp7NGENfJmNtRM6Q7C9ohgbY3gSdjK1nbHCceqRVJl) hatırlattı… Ya sen Konya, haberli misin?
Üniversitelerimiz
hatırlayacaktır eminim…
İhsan Hınçer (1916-1979)
hemşehrimiz, abimiz yaşadığı dönemlere bir folklorcu olarak damgasını vurmuştur
ve günümüze hâlâ ışık saçmaya devam etmektedir. Ruhu şad olsun…
Arşivimizde bulunan Türk
Folklor dergisinin bazı nüshalarının fotoğrafları ile İhsan abinin 1953 yılında
Resimli Radyo Dünyası isimli bir dergide babamla yaptığı bir söyleşi sonrası
çekilen fotoğrafını paylaşıyorum. İhsan abiyle ilgili daha geniş bilgi isteyenler,
Konya Ansiklopedisi’nin 4. cildinde Saim Sakaoğlu’nun yazdığı geniş biyografide
bulabilirler.
TAHİR SAKMAN
11 Kasım, 2024
TEK LİDER ATATÜRK
TEK LİDER ATATÜRK
86 yıl sonra bile…
86 yıl sonra bile yattığı
yerden savaş kazanıyor; cehaletle, yobazlıkla, mücadele ediyor kazanıyor…
Dünya böyle bir lider
görmedi, göremeyecek; şükür ki o lider Türk Milleti’nden çıktı…
Bizlere de Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün yurttaşları olarak saygı duymak kalıyor; çünkü o hâlâ çok
sevdiği ülkesi ve yurttaşları için yattığı yerden savaşıyor ve kazanıyor…
Sen çok yaşa Ata’m…
TAHİR SAKMAN
10 Kasım, 2024
VARLIĞIMIZ TEMİNATIDIR CUMHURİYET’İN
VARLIĞIMIZ TEMİNATIDIR CUMHURİYET’İN
Yine manevi huzurundayız
Ata’m…
Yine bir 10 Kasım’da… kaç
lider vardır ki ölümünden 86 yıl sonra bile huşu içinde anılsın? “Atatürk
İngilizleri yenene kadar İngilizleri Tanrı zannederdik” diyor Gandhi… Bütün
mazlum milletler hep seni örnek alıp ülkelerini aydınlığa çıkardılar…
Başımız dik, gözlerimiz
gökyüzü… Küçük çocuklar görüyorum Anıt Alanı’nda, ellerinde bayraklarıyla seni
anıyorlar ve buğulanmış gözleriyle seni arıyorlar, senden bir koku… Bayrağımızın
gölgesi senden başka değil ki!
Dalgalandıkça senden yana
esiyor. Senden kokular getiriyor. İnönü’den, Sakarya’dan, Dumlupınar’dan, Başkomutanlık
Meydan Muharebesi’nden sesler getiriyor; hüzünlü ama zafer dolu…
Konya yine manevi
huzurunda… her yıl artan bilinçli bir kalabalıkla manevi huzurunda seni
selamlıyor, sana olan saygı ve sevgilerini yineliyorlar…
Sana ve en büyük eserin
olan Cumhuriyet’e saldırılar sürüyor ve bunlar bizim etrafında daha çok kenetlenmemize neden oluyor. Biliyoruz ki Cumhuriyet’imiz ve devrimlerin
sonsuza dek yaşayacak…
Varlığımız teminatıdır Ata’m,
Cumhuriyet’in ve devrimlerinin…
TAHİR SAKMAN
31 Ekim, 2024
ZAMAN UÇAR
ZAMAN UÇAR
Tempus fugil veya tempus
fugit… Latince zaman uçar demek olduğunu bu saati alırken bilmiyordum ama bu
saatte beni çeken belki de bu yazının silik güzelliğiydi… Zaman kaçağı
anlamlarını da içeriyordu.
Kim bilir hangi evin duvarında
zamanı uçurmuş hangi zamandan kaçıp gelmişti… yalnız ve umutsuz, bir köşede zamanı yine uçuracağı günlerin
hayalindeydi belki de… belki de zamanı uçururken o da yorulmuş ve ıssızlığın
köşesinde geçmiş günlerin ihtişamıyla avunuyordu…
Saatçi bir arkadaşıma uğramıştım
geçen hafta, galiba bu saatin çığlık çığlığa tik taklarıydı beni çeken… Bana
saati önerdiğinde arkadaşım, silik bir şekilde bana bakan tempus fugil yazısının silik ama güzelliğiydi. Ve saatin susmuş tik taklarının feryadı…
Saati aldım veya saat beni seçti, Alman malı ve
Kienzle markaydı, günümüzde fabrika kapanmış, saat üretilmiyordu. Saat çok eski
değildi ama eskinin ağırlıklı saatlerine özenerek yapılmış, muhtemelen 80’li
yıllardan kalma…
Öncelikle bakımını yaptım
ve tik takların yeniden yaşama döndüğünü bildiren seslerini duyunca… sonra
kasayı bakıma aldık orijinaline uygun temizlendi, boyandı ve tempus fugil yazısını bir hattat arkadaşımız kalemle üzerinden giderek daha belirgin hale
getirdi.
Birkaç gecedir başında
sabahlıyor ve onun sesiyle cennetin bir başka boyutunu keşfe çıkıyorum… O ise koleksiyonuma
katılmanın mutluluğuyla zamanı uçuruyor…
El mi yaman, bey mi yaman
değil; saat mi yaman, Tahir mi yaman!
Bakalım hangimiz daha önce
uçacak… bakalım hangimizin adı daha önce zaman kaçağı olarak kayda geçecek…
TAHİR SAKMAN
30 Ekim, 2024
CENNET’TEN BİR AKŞAM
Nuri Cennet gözleri yaşlı türkü okurken... Fotoğraf: Tahir Sakman.
Nuri Cennet-Konya Methiyesi... Eşlik eden müzisyenler ut Fatih Çinioğlu, kanun Bekir Bulduk...
CENNET’TEN BİR AKŞAM Dün müstesna bir gündü… Azizi Atatürk’ün gençlere
emanet ettiği Cumhuriyetimizin 101. kuruluş yıl dönümüydü. Bu müstesna günün
akşamında Konya türkülerinin geçmiş dönemin son temsilcilerinden Nuri Cennet
abimizi dinlemek kısmet oldu.82 yaşındaki ihtiyar delikanlı…
Yok, o benim için hâlâ Şahin Oteli’nin altındaki dükkânında Terzi Cennet abiydi.
“El kârda gönül yarda” diyerek diktiği pantolonlara, ceketlere gönlünde dile
gelen türkülerimiz eşlik ederdi… Konya Aydınlar Ocağı’nın
düzenlediği programda oldukça duygusal anlar yaşandı, o bildiğimiz Cennet abi,
her zaman olduğu gibi gözü yaşlı, yüreği tutuşmuş bir halde türkülerimizi
dillendirdi.
Nuri Cennet, Emmiler Emmiler Türkmen Emmiler
“Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler”
derken Selçuklu
asırlarından gelen kıvılcım dolu rüzgârların eşliğinde, yüreğimizi kavurdu. “Annem
beni kaldırmışsın atmışsın” ile “Sabahın seher vaktinde” türküsünü Cennet’ten
abiden dinlemişsiniz sayıyorum tüm türkü dostlarını, değilse bilin ki eksiktir
duygularınız…
Nuri Cennet-Annem Beni Kaldırmışsın Atmışsın
Nuri Cennet'ten Genç Osman ile Bir gemim var adalara yaslanır türküsü...
Genç Osman’ı okurken sanırsınız ki Bağdat’ın kapısını yeniden açıyordu ve arkası;
“Al sana fındık fıstık
Çürük çıktı fındık
Taş üstünde kıramadık
Ak gerdanda kırdık”
derken de türkü metinlerimizin
olduğu gibi muhafaza edilmesine işaret ediyordu.
Cennet abi 60 yılı aşkın,
türkülerimize ruh katıyor. Önümüzdeki günlerde umreye gidecekmiş, şimdiden
hayırlı yolculuklar dilerken, tez zamanda sağlıkla dönmesini ve kalplerimizde
toz tutan duygularımızı türkülerle yeniden uyandırmasını diliyorum.
Nuri Cennet'ten üç türkü; Turnalar-Bülbül-Eremedim Vefasına Dünyanın
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)