YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

24 Ocak, 2024

ŞEFİKCAN HÜZÜN

 


ŞEFİKCAN HÜZÜN
 
Hüzün düşüyor Şefikcan’a…
 
Hafiften bir rüzgâr, yağmur kokularıyla süpürüyor; toprağı, suyla buluşturmamak için yemin etmiş gibi görünen asfalt caddedeki ağaçlardan sararmış hüzünleri süpürüyor, belki son defa…
 
Belki son defa rüzgâr bakışlarıyla salınarak geçiyor ince bir yağmur; var mısınız yok musunuz dercesine belli belirsiz…
 
Kim belli, kim belirsiz ki bu hayatta? Koşturmacalar… ah bu telaşeler öldürür bizi; ne zaman aklıma bir yaşam düşse, bir yaşamak düşse özgürlük dolu; masmavi bir gökyüzü, yemyeşil bir Takkeli düşse… bir yaprak düşüyor içimden:
 
Şefikcan’a düşüyor olmadık düşler…
 
/Loras’tan bir bulut ağdı
Sulu sepken karlar yağdı
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız/
 
Bir türkünün, bir şiirin, bir mısraı bile olamamışsak… o zaman bu yaşam niye?




Şefikcan’a her şey düşüyor; yalnız yaşamların lümpen ayak sesleri çoğaltıyor acıları… Tatköy’ün, Sulutas’ın gölgesi vuruyor ta Altınapa’dan…  
 
Sonrası bir Sille türküsüdür:
 
/Şu Sille’den dün gece geçtim
Görmedim annem/
 
Ah anacığım ah, gerçekten görmedim ne gündüz ne gece…
 
Şefikcan’a görülmedik yalnızlıklar, görülmedik ve bir daha da asla görülmeyecek olan ağır mı ağır serseri bir hüzün düşüyor…
 
Her şey, her şeye düşüyor; bir tek sen düşmüyorsun düşümden…




 
Şefikcan üşüyor… üşüdükçü düşüyor; düştükçe daha da çok düşüyor hüzün…
 
Yeşil bir yaprağın açılmamış baharlarında unutulmuş gibisin; yağmurun ıslatamadığı…
 
TAHİR SAKMAN


23 Ocak, 2024

KIZLAR KAYASI



KIZLAR KAYASI
 
meram aşk ülkesi
çam kokularının böğründe
yaşanmış sevdaların
umarsız hasretlerin çığlıkları
çarpar da dağlara
geri dönemez
kayalar erir
çığlıkların çizdiği
yüreklerin nakışıdır
kayaların suskunluğu
âşıkların bakışıdır
 
ne meram’dır ne çam
sevgilerin yanışıdır
 
sevda yolu uzundur hey
sürer binlerce yıl
ne yol kalır ne kervan
yüreklerde bir sızı
döner durur
 
/zaman içinde bir zaman
zaman
          içimde kervan/
 

Bu uzun şiirimin devamı; “Söylesem Güç Yetmez Sussam İşkence” isimli, 2001 yılında yayımlanan ve kapağını sevgili dostum Zeki Beştepe’nin yaptığı kitabımda… Şimdi okumazsınız belki ama eminim ben öldükten sonra Kızlar Kayası’nda şiiri okuyup yaşamanız ihtimal dahilinde… Geleceğin Konyalısına emanetimdir…




 
Uzun uzun zamanlar öncesi söylemiştim bu mısraları, çok daha uzun uzun zamanlar öncesinden günümüze kalan yanık bir sevda öyküsünden esinlenerek…
 
Mitolojik öyküleri, halk hikâyelerini çok severim özellikle yaşamın kokusunu yüreklerimizde hissettirenleri. Kimilerini şiirleştirmiş kitaplarımda yayımlamıştım.





Kızlar Kayası efsanesini bilmeyen yoktur; hani yüreği sevdalı bir Konya kızı, istemediği bir evlilik için giderken, düğün alayının / kervanının taş kesilmesi… Halkımızın ince zekâsı mı desem yoksa yakıştırması mı; Aşağı Dere Mahallesi’ndeki doğal bir yontu, erozyona maruz kalan kayalardaki figürlere bakıp bakıp bir sevdayı ölümsüz kılmış… orantısız sevgi ve aşka duyulan bir saygının abidesi gibi duruyor orada…
 
2013 ve 2014 yıllarında Anadolu Manşet gazetesinde yazdığım dört makalede, (SAKMAN, [M.] Tahir (2013), “Kızlar Kayası (1)”, Anadolu Manşet, s. 2, (7 Ekim), SAKMAN, [M.] Tahir (2013), “Kızlar Kayası (2)”, Anadolu Manşet, s. 2, (8 Ekim), SAKMAN, [M.] Tahir (2014), “Konyalı Olmayı Hak Etmek (I)”, Anadolu Manşet, s. 2, (22 Ocak), SAKMAN, [M.] Tahir (2014), “Konyalı Olmayı Hak Etmek (II)”, Anadolu Manşet, s. 2, (23 Ocak).) Kızlar Kayası’nın turizme açılması için çevre düzenlemesi yapılmasından bahsetmiştim. Ayrıca Vilayet öncülüğünde yapılan turizme yönelik bir toplantıda da önerilerimi sıralarken Kızlar Kayası’ndan söz etmiştim…
 
Geçtiğimiz günlerde, yazdıklarımızın ve önerilerimizin değerlendirildiğini görmenin sevincini yaşadım; yolumu düşürdüğüm Kızlar Kayası’nda...




Meram Belediyesi güzel bir iş yapmış ve Kızlar Kayası’nın etrafını temizleyip gezilebilir bir alana dönüştürmüş. Ayrıca gece ışıklandırmaları da yapmışlar. Şehrimize bir turizm rotası daha kazandırılmış. Aracınız için park alanı da olması gitmenizi kolaylaştırıyor.



Kızlar Kayası’nda, Konyalı âşıkların ağıtlarını duymak istiyorsanız gitmelisiniz. Bir başka coğrafyanın bir başka efsanesi gibi dursa da onlar bu toprakların sevdası… yüreklerin harında nice âşıklar ses vermişler…
 
Duymak size kalıyor…
 
TAHİR SAKMAN
 

 

 

 

 

 

 

21 Ocak, 2024

SONSUZLUK ÜLKESİNE ÇOĞALMAK

Bu fotoğrafı, 2013 yılında birlikte katıldığımız, Vilayetin düzenlediği Cumhuriyet Balosu'nda ısrarlarım sonucu çekmiştim.

 

SONSUZLUK ÜLKESİNE ÇOĞALMAK
 
/Ne zaman unutsam adını
Ölüm gelir vurur tokadını/
 
Demiştim bir dostun ardından… bugünlerde öyle tokatlar yiyoruz ki…
 
Tabii vefa duygunuz körelmemişse, içinizde hâlâ kıpır kıpır bir şeyler; dostluk adına, yaşanmışlıkların hatırına bir şeyler kıpırdıyorsa…
 
Bu kadar sarsılacağımı bilmiyordum doğrusu; elim yazmaya gitmedi kaç gündür, kaç gündür içimde çöreklenmiş eski bir hüznün parçası kaya gibi…
 
Tüm dostlar birer birer sonsuzluk ülkesine çoğalıyorlar!  
 
En son Anadolu Manşet gazetesinin kurucusu ve sahibi Sabri abimizi yitirdik… oysa ne kadar bizdendi ne kadar sade ve her türlü gösterişten uzak bir yaşantısı vardı… tipik bir Anadolu insanıydı. Çok insana güvenmişti… oysa güvendiği dağlara çoktan karlar yağmıştı…
 
Gazetesinde çalıştığım dönemlerde bazı mevzular olmuş işi bırakmış, gitmiştim, o kadar da işe ihtiyacım olmasına rağmen. Sürekli beni aramış en sonunda tekrar geri dönmüştüm. Tekrar çalışmaya başlamadan önce bazı personele yanımda şunları söylemiş, beni onore etmişti:
 
“Benim Tahir Sakman’a ihtiyacım var, onunla çalışmak istemeyen varsa gidebilir…”
 
Daha bir şevkle devam etmiştim. Tabii çok çalışmanın her zaman çok riskinin olduğunu yeni yeni öğrenecektim. Sabahın sekizinde gelirseniz kimilerinin saat 10’da 11’de hatta 12’de gelmelerine çomak sokmuş olursunuz…
 
Çok çalışırsanız bazılarının çalışmadığı ortaya çıkar ve bu da statükonun hiç işine gelmez!
 
Hele bir gün, bana “Tahir Sakman, ne çabalıyorsun, gazeteyi sen mi kurtaracaksın, gazete zaten batmış…” diyebilen insanların nasıl bir nankörlük içinde olduklarını anlamalarını o kadar çok isterdim ki…
 
Sabri abi de farkındaydı ama kibar insandı…
 
Ah Sabri abi ah; bende yerin çok büyükmüş, o yüreğiyle gülen yüzün, babacan bakışların, mütevazı tavırların… elindeki gazeteyi asla şahsi bir güç olarak görmeyen sadece halkının yanında olan bir anlayışla uzun yıllar devam ettirdiğin için sana bu şehrin, Konya basınının bir şükran borcu olmalı…
 
Yolun, ışıklar içinde olsun…
 
TAHİR SAKMAN

 

17 Ocak, 2024

ÇOK YAŞA SABRİ ABİ


 

ÇOK YAŞA SABRİ ABİ
 
Konya basınında önemli bir yere sahipti… Şehirde zaman zaman yayımlanan muhalif gazetelerin içinde en sürekli olanını yayımlarken nice zorluklara özellikle ekonomiden kaynaklı çok zorlu koşullara yıllarca dayanmıştı.
 
Tam bir gazeteciydi…
 
Gazetede yayımlanacak haberlerden tutunuz baskıya kadar… çok zaman mürekkebe bulanmış elbisesiyle görebilirdiniz onu; çünkü o, gerekirse tüm matbaayı tamir eder gazetenin zamanında çıkmasını sağlardı.
 
Mesleğinden başka hiçbir şeye yaslanmadı…
 
Mesleğine âşıktı ve meslek onuruna her zaman sahip çıkan, çıkanları da takdir eden gerçek bir gazeteciydi. Şehrimizde mesleğinin son örneklerinden bir tanesiydi…




 
Şehirde önemli bir iz bırakmış olan Anadolu Manşet gazetesinin kurucusu ve sahibi Sabri (Altun) abiyi yitirmenin derin üzüntüsü içerisindeyim.
 
Zaman zaman Anadolu Manşet gazetesinde köşe yazılarım, seyahat anılarım yayımlanmıştı. Sonraları bir dönem ciddi ekonomik sıkıntılarımın olduğu ve adeta şehrin bana sırtını döndüğü yıllarda (2013) gazetede bana iş teklifinde bulunmuştu. Gazetenin bütün sorumluluğunu üstlenmemi istemişti ama ben “Genel Yayın Koordinatörü” sıfatını üstlenmiş, Sabri abiyle birlikte çalışmanın mutluluğuna erişmiştim. En zor günlerimde bana arka çıkmıştı. Ben de çok çalışarak yanıt vermiştim. Basın toplantılarına gidiyor, özel haberler, söyleşiler yapıyor ayrıca gazeteyi kültürel bir zenginlikle çıkarmak için didiniyordum. Birlikte takip ettiğimiz basın toplantılarında, sorduğum her soru sonrasında gazetesi adına sevinç duyduğunu hissederdim. Şehirdeki önemli olaylara parmak basmamı sağlar, yaptığımız haberin takibini de yaptırırdı.




 
Selçuklu döneminden miras kalan ecdat yadigârı Piri Mehmet Paşa Camisi’nin önüne gerilen zevksiz, biçimsiz ve tarihi gölgeleyen kirli brandayı “Tarihe Branda” başlığıyla haber yapmıştım. Elinde gazeteyle gelip, ona gelen teşekkürleri anlatmıştı. Çok mutlu olmuştu. Şehirdeki birçok tarihi eserle ilgili haberler yapmış, gerekli restorasyonlarının yapılması için önemli yayınlar yapmıştık. Yerel seçimler öncesi attığım bir manşete kızmış gibi görünse de ne kadar mutlu olduğunu görmüş, gözlerinden okumuştum. Çok iyi anlaşıyorduk; çünkü benim için de kutsaldı gazetecilik…
 
Ama yetmemişti, kriz derinleşti… ve gazeteyi yüreği kan ağlayarak devretmek zorunda kaldı… o çocuğunu terk eden bir baba gibi yüreği yaralı bir hâlde… ben de çok üzülmüştüm… gazetenin yeni sahibi devam etmemizi istemişti… Kadro değişti, gazetenin künyesinden ismim çıkarıldı ve yeni gelen arkadaşlarla uyuşamadım ve ayrılmak zorunda kaldım. Gazetenin daha sonra tekrar satıldığını ve sonrasında da kapandığını üzülerek öğrendiğimde sanki yüreğime bir hançer sokulmuştu.
 
Anadolu Manşet, Konya’nın hafızasıydı… Matbaada gazetenin tüm nüshaları ciltler halinde vardı. Sabri abi gazeteyi sattıktan sonra onları da vermişti. Umarım onlar kaybolmamış, muhafaza altına alınmıştır.
 
Matbaa mürekkebinin kokusunu almamış, bir haberin adrenalini tatmamış insanların bu ruh hâlini bilmesi mümkün değildir.
 
O her zaman onurunu muhafaza ederek, genç gazetecilere de dik durmanın önemli bir örneği olmuştur.




 
Anadolu Manşet gazetesinin 19. kuruluş yıl dönümünü 21 Ocak 2014 tarihinde birlikte kutlamıştık ve o “İnce İnce” isimli köşesinde “Sırtımızı halka dayadık” diyerek, Anadolu Manşet’in 18 yılını özetliyordu… Uzun yıllar “ince ince” dokunarak/dokuyarak Konya halkını habersiz bırakmadı.
 
Sabri abi hayatıma çok şey kattın… en yalnız ve en çaresiz günlerimde yanımda sen durdun…
 
Gittiğin yol cennet olsun…
 
Anadolu Manşet asla kapanmadı; kalbimizde, mürekkep kokularıyla, prova baskıları dahil taptaze duruyor. Ve makinelerin başında da sen…




 
Çok yaşa Sabri abi, sen çok yaşa…
 
TAHİR SAKMAN

 

 

16 Ocak, 2024

GELECEĞE SÖZ SÖYLEMEK


 

GELECEĞE SÖZ SÖYLEMEK
 
Pek çoğumuz bilmez; hani altının kıymetini sarrafın bildiği gibi…
 
Bu şehrin semaları, çocuklarının seslerini saklamakta oldukça mahirdir. Nice sanatçılar, şairler gelip geçmiştir ve elbette; sanat zincirinin altın halkaları günümüzde de sürmektedir…
 
Geleceğe/hayata söz söyleme sanatıdır; şiir… cesaret ister emek ister dahası yürek ister… Yürekli dostlarımızdan bir tanesidir Hasan Ukdem… Şehrin son dönemlerinde yetişen önemli isimlerimizden bir tanesidir. Lirik şiirleriyle gönüllerimizi titreten bir sese sahiptir; onun şiirlerini okurken duygu seline kapılıp gidersiniz. Şiirleri geleceğe kalacak olan şairlerimizden bir tanesidir. Son dönemlerde şiir kitaplarının yanı sıra yaşadığı çevreyi anlatan “Zamanın Behrinde Araplar” isimli önemli bir kitaba da imza atmıştır. Sesinin ve soluğunun nice yılları devireceğinden hiç kuşkumuzun olmadığı isimlerimizden bir tanesidir.
 
Geçtiğimiz günlerde “Yavaş Tahir” başlıklı bir makale paylaşmıştım… Hasan Ukdem duygulanmış ve bendenize bir şiir lütfetmiş…
 
Şiir varsa; yaşam vardır… şiirin olduğu yerde duygu vardır; yürek vardır, en önemlisi insan vardır… Teşekkür ederim sevgili dostum; kalbimin en derinlerinde, bu şiirin, her zaman ses verecektir…
 
TAHİR SAKMAN

 

YAVAŞ YAVAŞ
 
       Şair Tahir Sakman'a
 
Bal anında işler cana
Kana zehir yavaş yavaş
Cahil koşar dört bir yana
Yürür mahir yavaş yavaş
 
İnsan her dem kendin güder
Eksilişler hep bir keder
Nevzat gider, Seyit gider
Eskir şehir yavaş yavaş
 
Böyle dünyaya ne denir
Acı meyve elbet yenir
Efsunlu yıllar tükenir
Kaçar sihir yavaş yavaş
 
Sığar mı gönül fanusa?
Deniz ne söyler yunusa?
Sevdalıdır okyanusa
Akar nehir yavaş yavaş
 
Böyle yürür can kervanı
Eğirir umut kirmanı
Değişmez yolun fermanı
Gelir Ahir yavaş yavaş
 
Hasani de bilmez fazla
Yaşar durur düşle hazla
Ne işimiz olur hızla
Sakman Tahir yavaş yavaş
 
HASAN UKDEM





CENNET


 

CENNET
 
yüreğinde bir niyet
haydi durma dua et
biliyorum gizlidir
gözlerinde o cennet


TAHİR SAKMAN

15 Ocak, 2024

TAHİR YAVAŞ


 

TAHİR YAVAŞ
 
Yazmanın mı yoksa susmanın mı dayanılmaz hafifliği? Ya hatıraların dayanılır ağırlığı?
 
Bir kitap yazmak için 100 kitap okumak… bir makale için 100, haydi sizin gül hatırınız için 10 makale okumanın dayanılmaz cazibesi mi? Ya gözleriniz ne der bu işe?
 
Zamansa zaman; buyurunuz efendim tüm zamanlar emrinize amade?
 
Benim gibi “yazarak konuşan” insanların en büyük takıntısı belki de uygun zamanlarda değil de sürekli uygunsuz zamanlarda veya müsait olmayan zamanlarda sürekli yazmaya çalışmanın hırsı ve ardından gelen rahatlama ve garip bir mutluluk…
 
Yazdıklarınızla o kadar çok kalabalıklaşıyorsunuz ki…
 
Hey Tahir; geldinse vur!
 
Her gün mutlaka yazmak… yazmak sürekli eylem gerektirir; merhum babam, hasta yatağında gecenin bir yarısı gümbür gümbür bir türküyle hane halkını uyandırırdı… “Bu sazı bir gün unutursan, o seni bir hafta unutur! Bir hafta unutursan bir ay, bir ay unutursan bir yıl unutur, parmakların azar” derdi… Aynı yazmak da öyle her ne olursa olsun günde bir saat… Kalem azar mı?
 
Şiir tam tersi; çok okuyup, çok az yazmak… bırak içindeki çağlayanları kendi hâline… sen önüne setler çeksen barajlar da kursan zamanı gelince patlayacaktır, unutma!
 
Bay Tahir; çok tembelleştin, kafanda dönüp duran yazıları yazmalısın.
 
Türbe Önü’ndeki saatçi dükkânımda ekmek parası için çabaladığım günler. Saatlerin tik takları arasında şiir söylediğim, kendimi avuttuğum günler. Bir gün dalmışım; Yeni Konya gazetesinin sahibi Mustafa Naci Gücüyener dükkânın kapısında beni uzun süre çalışırken izlemiş. Ben farkına varınca şöyle demişti: “Dut yemiş bülbül gibi derler… bülbül dutu yiyince doyar ve susar…” mücadelemin farkına varmış ve beni takdir ettiğini söylemişti. Hem esnaf hem şair. Hem esnaf hem yazar…
 
Yazsan ne yazar, yazmasan ne yazar?
 
Düşünüyorum da bazen “cahil cesur olur” sözünün tam karşılığıyım. Boyumdan büyük işlere imza atmışım. İyi ki de atmışım… hem de bir dönem kendimi çok gizlemiştim. Derviş Ozan mahlasının arkasına sığınmış kimse beni tanımasın istemiştim. O Derviş Ozan, çok enteresan bir adamdı; dünyaya kendince ayar verecekti… dünya ona ayar verdi; tıpkı saatlerin ona ayar verdiği gibi ama ne çare ki o, hep ileri gidecekti!
 
Zincirler bir koptu ki sormayın:
 
Seyit (Küçükbezirci) abi “Tahir yavaş” derdi… Nevzat (Küçükerdoğan) abi de “Tahir yavaş” derdi ama farklıydı… Seyit abi sosyal faaliyetlerimi, yazdıklarımı kast ederdi, Nevzat abi rakı içerken…
 
Her ikisi de şimdi görseydi acaba yine Tahir yavaş derler miydi?


Ya sizce “Tahir yavaş” mı?
 
TAHİR SAKMAN
 

11 Ocak, 2024

NAMAZINIZ MÜBAREK OLSUN


 

NAMAZINIZ MÜBAREK OLSUN
 
Şefikcan’daki ilk şivliliğim bu…
 
Doğrusu gelenekten uzak yoz bir kültürün kırıntılarıyla, apartman hayatının da ötesinde devasa yapıların, sitelerin içinde şivliliğin kaybolacağını sanıyordum, yanılmışım…
 
Kimilerinin “çocuk bayramı” diye lanse etmeye çalışmasına aldırmadan, şivliliği tam da gördüğümüz gibi geleneksel yöntemlerle yaşamaları bir yanıt gibiydi. Bir de konser düzenlemişler… bari çocuklar için yapsaydınız, şivlilik kutlamaları sırasında büyüklere konser… Paranız mı çok yoksa aklınız mı …  Milletin parasını çar çur etmeye, geleneğimizi sulandırmaya kalkmaya hiç hakkınız yok…
 
Şefikcan Parkı’nda boydan boya yanan fenerler… belki de beni üzen tek şeydi Çinlilerin dilek fenerlerinin gökyüzünü doldurması… Oysa bizim karpuz fenerlerimiz vardı, davul fenerlerimiz vardı, rengarenk… sonra salça kutularını, yağ kutularını bir sopanın ucuna çakıp içine kül doldurup sonra gaz lambasından gizlice aşırıp döküp yaktığımız meşalelerimiz vardı…




 
Her ne olursa olsun Şefikcan’daki şivlilik coşkusunu hayatımda hiç bu kadar yoğun yaşamamıştım; daha güneş doğmadan çocuklar akın akın, kürem kürem sitelerin önünde apartman görevlilerin dağıttığı şivliliklerle torbalarını çoktan doldurmaya başlamıştı. Yani çok kalabalık şivlilik toplayanları görmüştüm ama bu kadarını ilk defa görüyordum. Ve umudum geleneklerimiz adına yeniden yeşerdi, gözlerim doldu, kalbim sevinçle, çocuk yüreklerle birlikte attı.
 
Yalnız bir şey var çocuklar, tekerlemeyi unuttunuz mu?
 
“Şivli şivli şişirmiş
Erken olan pişirmiş
İki çörek bir börek
Bize namazlık gerek
Şivlilik, şivlilik”
 
Şimdi kırık leblebi, üzüm, ceviz dağıtan kalmadı. Çocukluğumun Konya’sında peynir şekerleri de dağıtılırdı. Gofret, çikolata nadir de olsa dağıtılırdı ve biz aramızda haberleşir o evin kapısına dayanırdık. Şimdiki şivlilikler bayağı bayağı bir lüks… çikolatalar, gofretler çeşit çeşit ve oldukça bol. Bunu çocukların torbalarının büyüklüğünden anlıyorum; hepsi tıka basa dolu…




 
Bundan siyasi kazanç elde etmeye çalışmanın mantığını da anlamış değilim; adam muhtar adayıymış ve parti amblemli minibüsle şivlilik dağıtıyor… elinizi bir çekmediniz gitti…
 
Bugün üç ayların başlangıcı ve akşam da Regaip Kandili… Her ne kadar kandiller bidat denilse de keşke her bidatımız böyle olsa… Bir şiirimde “Namaz günü gelince toplamıştım şivlilik” demiştim; şivliliğin bir başka adı da namaz günüdür şehrimizde… Şivliliğe yüklediğimiz anlamın büyüklüğünü de gösterir bu aslında.
 
Şivlilik merasimi bittikten sonra büyüklere ziyarete gidilip “namazın mübarek olsun” denilir ve elleri öpülürdü. Düşünüyorum; o yıllarda vasıta yok, yayan yapıldak yollara düşerdik. Annelerin, babaların mutlaka elleri öpülürdü… Akranlarımdan pek çoğunun ne anneleri kaldı ne babaları; evde oturup kapımızın çalmasını bekleyeceğiz ama o da sanırım nafile… bir telefon sesiyle yetinip mutlu olmayı öğrendik artık. O da çalarsa…
 
Ben dindar biri değilim (yani bu sizin genel anlayışınıza göre) ama şivliliği, kandilleri ve âdetlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi “dindarım” diyen pek çok insandan daha çok önemsiyorum…
 
Şivlilik, Konya merkezli, halkın yüzyılların imbiğinden geçirip şekillendirdiği kültürümüzün önemli bir parçasıdır. Bunu Konya halkı, Konya çocukları yaşatmaktadır… tek dileğim yerel yönetimlerin işgüzarlık edip geleneğimizi yaşatalım derken farklı boyutlara çekmemeleridir. İnanın halkımız sizden daha iyi yaşatacaktır.
 
Şivlilik öğleye kadar sürer… sonra Konya kadınlarının pişi dağıtması başlar, en az yedi kapıya… efendim bekliyorum, şırlan yağında pişenler makbulümdür.
 
Namazınız mübarek olsun, şivlilik…
 
TAHİR SAKMAN




ŞIRLAN YAĞINI BAŞINI SÜRMEK


 

ŞIRLAN YAĞINI BAŞINI SÜRMEK
 
El attığınız ne varsa…
 
Çok üzgünüm… belki de bunun sorumlusu benim; Yeni Gazete’de yazdığım günler, tarih 14 Eylül 1999… Merhum Yalçın Dikilitaş ile otururken, “belediyelere gidip şivlilik toplayalım ve bu geleneğin yaşatılması için öneriler sunalım” demiştim, demez olaydım…
 
Gittik, dönemin belediye başkanlarını ziyaret ettik. Yalçın Dikilitaş, Ayşe Bağrıaçık, (ikisine de rahmet olsun) bendeniz ve gazete çalışanları şivliliklerimizi aldık. Dönemin Karatay Belediye Başkanı Sayın Mehmet Şen, önerilerimize ilk o sahip çıktı ve Türbe Önü’nde şivlilik dağıttı. Sonraki yıllarda da diğer belediyelerimiz benzer etkinlikler yaptılar ama hiçbiri şimdiki gibi özünden uzak olmamıştı.
 
Kim yapıyorsa, kim planlıyorsa; bu şehrin kültüründen geleneğinden hiç haberi yok sanırım. Geleneklerimize hiç dokunmasanız; bırakın çocuklarımız toplayabildiği şivliliklerle, yakabildiği fenerlerle, geleneklerimizden gelen bir terbiye ve sevinç ile kutlasın… Biz Konya halkı olarak bu köklü geleneği yaşatmasını biliriz, yeter ki siz el atmayın, Allah aşkına…
 
Böyle bir günde konser düzenlemek de neyin nesi? Üstelik çocuklara da yönelik değil… Gazzeli çocuklar için yüreğimiz yanarken bu yaptığınızı anlamlandırmak güç… Şivliliğin dinî bir yönü de var bunu nasıl unutursunuz? Siz muhafazakârsınız öyle mi?
 
O kadar para harcayacağınıza ayağında ayakkabısı, sırtında paltosu olmayan bir çocuğu sevindirseydiniz ve bunu da reklam etmeden yapsaydınız daha iyi olmaz mıydı?
 
Şivlilik; bayram değildir, bu şehrin çocuklarının asırlardır sürdürdüğü bir gelenektir, lütfen siz karışmayın; çocuklarımız kendi aralarında nasıl kutlayacaklarını, nasıl şivlilik toplayacaklarını, Konyalı hanımlar nasıl pişi yapıp dağıtacaklarını çok iyi bilirler…
 
Konyalılar son sözüm size;
 
“Namaz geçtikten sonra şırlan yağını başınıza sürmek” istemiyorsanız geleneklerinize sahip çıkınız…
 
TAHİR SAKMAN









10 Ocak, 2024

ŞİVLİLİK ARTIK ŞİŞMİYOR




 

ŞİVLİLİK ARTIK ŞİŞMİYOR
 
“Şivli şivli şişirdik…”
 
Şivlilik artık şişmiyor…
 
Şivlilik meğerse çocuk bayramıymış ya da olmuş da haberimiz yokmuş… Şaka mısınız siz?
 
Şehrin kültürüne hizmet ettiğinizi mi sanıyorsunuz, yoksa bilinçli olarak mı? Yerel yönetimler olarak ilk yapmanız gereken; şehrin hafızasını olduğu gibi korumak ve yaşatmaktır. Bunu yaparken de özünü kaybetmediğinizden emin olmalısınız.
 
“Şivlilik Çocuk Bayramı…” Nereden çıktı şimdi bu?  Kırk asırdır bildiğimiz şivlilik… Bizim bir tek çocuk bayramımız vardır; o da Yüce Atatürk’ün çocuklara bir armağanı olan ve halkın kayıtsız şartsız hakimiyetini tescil eden Meclisimizin açılışını temsil eden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’mızdır…
 
Aklıma gelmiyor değil ama dillendirmek istemiyorum… Farklı bir niyetinizin olduğunu sanmıyorum…
 
Şivlilik; kırk asırdır bu topraklarda şivlilik olarak kutlanmıştır ve bundan sonra da öyle kutlanmalıdır.
 
“İki çörek bir börek
Bize namazlık gerek”
 
Belki de bize, kültürümüzü olduğu gibi koruyacak biraz akıl gerek…
 
Şivlilik…
 
TAHİR SAKMAN









02 Ocak, 2024

KÖKLER VE BUGÜNLER


 

KÖKLER VE BUGÜNLER
 
Bugündeki siz aslında köklerinizdeki sizsinizdir…
 
Köklerinizden ne kadar uzaklaşsanız da veya öyle sansanız da sizi yöneten; köklerinizde kodlanan tecrübelerdir.
 
“Herkes, her şeyi yazmalı” diyorum; yazar olmak gerekmiyor, anılarınızı, hayallerinizle süsleyerek anlatmak için illaki yazar olmanız gerekmiyor. Şiir söylemek için şair olmanız gerekmiyor; pekâlâ sıradan insanlar da şiir yazabilir, hikâye yazabilir ve bunda da çok başarılı olabilir.
 
Ünlü yazarlarımız da böyle başlamamışlar mıydı?
 
Kökler ve Bugünler… Eski bir Konyalı ve tabii ki hep Konyalı kalmanın gururunu hissettiren bir hanımefendi; Süheyla Tibet…
 
Öykülerini bir kitapta toplamış… aslında o kadar çok belli ediyor ki bunların yaşanmışlıklardan süzülenler olduğunu… ama keyifle okuyorsunuz, öyküden çok fazla şeyler anlatıyor. Dünyanın pek çok yerini geziyorsunuz, merak ediyorsunuz…




 
Önce okumakta zorlansanız da… inanamıyorsunuz; basit kurguların, anlatım hatalarının ötesine bir an geçiyorsunuz ve usta bir yazarın kaleminden çıkmışçasına sizi çeken öyküleri okurken şaşırıyorsunuz…
 
Satır aralarındaki ip uçları; sizi şehirlerin büyülü atmosferine götürüyor ve asla bırakmıyor.
 
İnsanlar ömürlerinde bir kez de olsa yazmalı… yaşadıkları çevreyi, yaşantılarını, anılarını yazmalı ki gelecek kuşaklar da nereden geldiklerini anlasınlar…




 
Süheyla Tibet yazmış… eminim bundan sonra da yazacak ve kesinlikle yazmalı… Ben, şehrin köklü ailelerinden birine olan aidiyetinden dolayı Süheyla Tibet’in yazdıklarını ve yazacaklarını çok önemsiyorum. Hemşehrisi olarak anılarını ve dönemin Konya’sını yazmasını bekliyorum. Çünkü o Konya’dan geriye bir şey kalmamış olabilir ama hatıraların yaşantılarımızdaki izlerini silebilir miyiz?
 
Bir dönemin şehir kültürünü en azından satırlarda bulmak; sadece bizlerin değil, gelecek kuşakların da mutluluğu olacaktır.
 
Mürekkebiniz eksilmesin; siz yazdıkça çoğalacaktır eminim…
 
TAHİR SAKMAN 
 

 

01 Ocak, 2024

YAŞAMAK YAZMAKTIR

2023'ün son gününde bendeniz...

 

YAŞAMAK YAZMAKTIR


Blog sayfamda ve sosyal medyada geçtiğimiz yıl, kısa, güncel yazılar haricinde 150 civarında; şiir, araştırma, anı, biyografi, tanıtım ve belge yayımlamışım. Bunların büyük çoğunluğunu da fotoğraflarıyla birlikte yayımladım. Bazıları ilk defa gün yüzüne çıkarken bazılarını da yeni bilgiler ekleyerek yayımladım.


2022 yılında “Size Rağmen Yaşadım” ismiyle yaşantımı, çevremi, şehir hayatını ve şehrin kültürünü, edebiyatçılarını, müzisyenlerini ve hayata tavır koymuş insanlarını anlattığım yazıları 17 bölüm halinde yayımladım. Önce annemin ölümü ve sonrasında araya ramazan girdi, günlük olarak RamaZAM Mânileri de söyleyip yayımlayınca “Size Rağmen Yaşadım” eksik kaldı ama geçtiğimiz yıl da bir türlü dönüp tekrar yazamadım. Bu yıl yazmayı seçiyorum.


Geçtiğimiz yıl “Zamana Ayar Veren Ustalar / Konya Saatçileri” isimli bir dizi yazılar yazmış yine blog sayfamda ve sosyal medyada yayımlamıştım. Ülke geneline baktığımız zaman saatçilikle ilgili yayın azlığı hemen göze çarpmaktadır. Konya saatçileri üzerine ise özgün bir çalışma olmaması nedeniyle bu yazılar oldukça ilgi gördü. Baba mesleği olan saat tamirciliği ile bendenizin de uzun yıllar iştigal etmesi nedeniyle bu yazılardan büyük keyif aldım.


Uzun yıllar sonra eve tezgâhımı yeniden kurdum ve kendi saatlerimin bakımını yaparken hissettiklerimi de yazıya döktüm. Tüm bu yazıları, bu yıl içerisinde biraz daha genişleterek yayımlanacağını da buradan duyurmak isterim. Ayrıca yine bu yıl, babam Mazhar Sakman ile ilgili bir kitabımın da yayımlanacağının müjdesini sizlerle paylaşmaktan sevinç duyuyorum.


Genel olarak baktığım zaman belediyedeki sanat yönetmenliğini bıraktıktan sonra beş yıla yakın bir süredir neredeyse her gün, blog sayfamda ve sosyal medyada şehir kültürü için önemli birçok yazı kaleme aldım. Tabii ki bu arada birçok şiir de yayımladım…


Bizim gibi hayatını yazmak üzerine kurmuş insanların en büyük mutluluğu yazmaktır; yazdıkça mutlu olmanın, mutlu oldukça yazmanın keyifli döngüsüyle ne kadar okundu, beğenildi hesabını yapmadan yazmaya çalıştım. Çok enteresan; blog sayfamın ziyaretçileri arasında dünyanın pek çok ülkesinden insan olması beni bir hayli şaşırttı. Uzak Doğu ülkeleri, İngiltere, İskoçya, Amerika, İsrail, Almanya, Rusya ve pek çok Avrupa ülkesi başı çekerken sanal ortamın etkilerini de ortaya koyuyordu.


https://tahirsakman.blogspot.com/ adresinde yayımladığım yüzlerce yazı ve fotoğraf şehir kültürü için ilginç bir kaynak olma özelliğindedir.


Belgesel nitelikli yazılarımı bol fotoğraflı olarak yayımlamaya çalıştım… burada beni üzen tek şey fotoğraflarımı gerek sosyal medyada ve gerekse bazı yayımlarda ismimi anmadan, kaynağını belirtmeden yayımlamalarıydı. Bu yazıları, fotoğrafları yayımlarken amacımız zaten paylaşılmasıydı; ancak bazı insanlarımız kaynağını yazmaktan imtina etti.


Yazdıklarımdan seçkiler yapıp kimisini e-kitap olarak yayımladım. Kültür Bakanlığı, Milli Kütüphane arşivlerine girdi; sosyal medya bir gün çökerse en azından orada mevcut ayrıca bu e-kitaplardan bazılarını bu yıl bastırmayı düşünüyorum. Önümüzdeki süreç bakalım ne gösterecek.


Her zaman olduğu gibi bu yıl da tek tabanca olarak; kendi fildişi kulemde, duygularımla yaşamaya devam edip yazmayı sürdüreceğim.


Yaşamak; yazmaktır… yaşadığınızın en büyük tanıdığıdır yazdıklarınızdır…


TAHİR SAKMAN
 

31 Aralık, 2023

RUHUNUZU SELAMLIYORUM


 

RUHUNUZU SELAMLIYORUM
 
Eski yılın enerjilerini geride bırakıyorum. Her ne yaşadıysam eski yılda; bana yeni kapılar açtıkları için teşekkür ediyorum. Yeni yılda, yeni enerjilere sevgiyle kalbimi açıyorum. Barış içinde sevgiyle ihtiyacım olanı tüm varlıklarla paylaşarak, mutlu ve sağlıklı olmayı seçiyorum.
 
Değişen takvimle / doğayla birlikte her an ben de tüm evrenle değişerek / değişime uyum sağlayarak sevgi ve getirdiği mutlulukla rezonansa girerek yaşamayı seçiyorum. Bu boyuttaki yaşam deneyimime katkı sağlayan tüm varlıklara teşekkür ediyorum.
 
Bilerek veya bilmeyerek incittiğim canlar varsa onlardan özür diliyorum ve hayatıma katkıları için teşekkür ediyorum.
 
Gelen yılın ve sonraki gelecek yılların; barışın gölgesinde kardeşlikle, çocukların sevinçle gözlerinin parladığı, zenginliklerin / doğal kaynakların adil paylaşıldığı bir yıl olmasını seçiyorum.
 
Negatif enerjilerimizi absorve ederek yaşantımızı sürdürmemizi sağlayan toprak anaya şükranlarımı sunarken; görünen görünmeyen, büyük küçük, canlı cansız tüm varlıklara teşekkür ediyorum.
 
Işığımız hep birlikte insanlık için; sevgi ve barış için parlasın…
 
Ruhum; ruhunuzu selamlar…   
 
TAHİR SAKMAN
 

 

 

30 Aralık, 2023

BÖYLE OLUR KONYALININ İCADI


 

BÖYLE OLUR KONYALININ İCADI
 
Kesinlikle bu… yüzyılın buluşu, icadı; ne derseniz deyiniz!
 
Vallahi kafamız başka şeye çalışmayınca; olur böyle vakalar, Konyalı hemen yakalar…
 
Neymiş efendim bir lokanta etli ekmek servisi… hay Allah güleceğim tuttu…
 
Etli ekmek servisi için… tövbe tövbe, aklıma geldikçe gülüyorum…
 
Asansör… hani şu bildiğiniz, asansör yaptırmış, lokantasında etli ekmek servisini bununla yapıyormuş…
 
Waowww denecek boyutta iş, etli ekmek Konyalı için vazgeçilmez ama bu asansör işi var ya etli ekmeğin de önüne geçti, haşa…
 
Asansörlü etli ekmek eminim hiç yememişinizdir hemen gidin kendinize bir iyilik yapın asansörle servis yapılan bu lokantaya gidip…
 
Ya kuzum, iyi misiniz? Ateşiniz falan yoktur umarım?
 
Hazar bir eksikliğimiz vardı da bulamamıştık; meğerse asansörlü etli ekmek servisiymiş eksiğimiz…
 
Etli ekmek fiyatları zaten asansör gibi yukarılara doğru yükselince oradan esinlenmiş olmalı; bakmış, hazreti etli ekmeği sıradan sunumlarla sunmak ayıp olacak, asansör doğru seçim…
 
Teşekkür etmekten başka şansımız var mı?
 
Böylece etli ekmeğin Konyalı için önemi bir kez daha tescillenmiş oldu. Konyalı olmayanın bunu anlaması bir hayli zor.
 
Hazreti etli ekmeği selamlıyorum; umarım bizi affeder şimdiye kadar bunu düşünemediğimiz için…
 
TAHİR SAKMAN
 

29 Aralık, 2023

OYUK FOTOĞRAFLAR

 



OYUK FOTOĞRAFLAR
 
Şimdi dijitale geçince fotoğraflar, özellikle gençler fotoğraf oymanın ne olduğunu elbette bilmezler…
 
Eski dostluklar, aile fotoğrafları, evlilik, nişanlılık hatıraları arasında yer alan fotoğraflar; dostluklar, nişanlılıklar, evlilikler bittiği zaman veya grup fotoğraflarında istenmeyen birisinin ya yüzü karalanır ya da istenmeyen kişinin olduğu bölüm müsaitse itina ile kesilerek çıkarılırdı.
 
Fotoğraflar elbette çok şey anlatır; bir fotoğraf, fotoğraftan öte bir şeydir. Hikâyesi vardır, geçmişi vardır, belgedir… fotoğraf yaşayan bir objedir; siz ölseniz, fotoğrafınız yaşar…
 
Fotoğraf bir anlamda; hayatı bir karede dondurmaktır… Her fotoğrafın, okuyabilene söyleyeceği çok şeyi vardır, başlı başına bir mesajdır fotoğraf…
 
Elimde yarısı oyulmuş bir fotoğraf var, 1940’lı yılların sonu olmalı; babam Mazhar Sakman çok şık bir kruvaze takım elbise giymiş, kıyafeti beyaz gömlek ve kravat tamamlıyor ve yüzünde çok mutlu olduğunu gösteren bir ifade… Takım elbise belli ki usta bir terzinin elinden çıkma; omuzlar tam yerinde, beli hafifçe oturmuş. Yakasında çiçeği sembolize eden bir rozet… Pantolonunda jilet gibi keskin bir ütü ve babam çakı gibi, filinta… Ayakkabıları boyalı, kenarlarındaki hafif çamur nazarlık gibi duruyor.
 
Önünde, merhum Raci abim, 8-10 yaşlarında olmalı. Yine usta bir terzi elinden çıktığı belli tarz bir ceket, beyaz gömlek ve kısa pantolon, yüzünde buruk bir sevincin kırıntıları… Fotoğraf İzmir’de veya babam Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğretmen olarak görev yaptığı, bando kurduğu yıllarda Samsun’da çekilmiş olabilir.
 
Fotoğraf buraya kadar… itina ile buradan oyulmuş… beyaz bir ceket ve desenli bir eteğin kenarları görünüyor; muhtemelen babamın ilk eşi Tomris Hanım… Fırtınalı bir aşk ve evlilik…
 
Kim oydu fotoğrafı bilmiyorum; babam ayrıldıktan sonra kesmiş olabilir veya belki annemin eline geçmiş, fotoğrafı yırtmaya kıyamamış ama kıskançlık krizine girip oradan kesmiş olabilir… İkinci şık bana daha yakın gibi göründü. Fotoğrafla ilintili hiç kimse hayatta olmadığı için sorma imkânımız yok…
 
Ben hiç fotoğraf oymadım… ama yakmışımdır; yakıp küllerini rüzgâra vermişimdir, enerjisi havaya, suya, toprağa karışsın diye. Şimdi dijital ya fotoğraflar, iki tuşun başında, sonsuzluğa yollamak…
 
İnsanların duygularını, düşüncelerini, karakterlerini bir bakışta gösterebilir bir fotoğraf… Fotoğraflarınıza sahip çıkınız, dijital, üzerinde oynamalar yapılmış olmasın ama…
 
Geriye bir tek soluk fotoğrafınız kalacak bir gün… hüzün yağmur gibi inecek geriye kalanların üzerine ve ışığınız düşmeyecek artık fotoğraf karelerine…
 
Yarın gidin usta bir fotoğrafçıda fotoğraf çektirin ama eski usul olsun… hani eskiden Kayalı Park’ta Hacı Hasan Camisi’nin yan tarafında üç ayaklı, sehpalı şip şakçılar vardı ya… fonda duvara asılmış siyah bir örtü üzerine eğri büğrü bir yazı: Konya Hatırası… İdam sehpası gibi görünürdü bana, nedense çok korkardım. Fotoğrafçı, siyah kolçağın içine elin sokup beni orada boğacakmış gibi gelirdi. Ne karıştırırdı bilmem… sehpanın üzerindeki kutunun kapağını çıkarınca “kuş çıkacak” diye soluksuz beklerdim… o kuş hiç çıkmadı…
 
İplikçi Camisi’nin yanında Foto Rengin vardı, en güzel fotoğraflarımı orada çektirmiştim. Haftalık çektirirseniz yanında hediye olarak büyük boy, karton çerçeveli fotoğrafınızı da hediye olarak verirdi. Kalemle rötuş yapardı. İyi ustaydı, zanaatkârdı… Şimdi bilmem kaç bin dolarlık makinelerle “fotoğraf sanatçısı” olunuyor…
 
İlk fotoğraf makinemi ve ilk dersi Cahit Sağlık ustadan almıştım. Uzun ömürler dilerim.
 
Bir hatıra bırakın dostlar; belki sizden sonra ailenizden birisi çıkar, o fotoğraf üzerine kafa yorar ve sizin yokluğunuzda yağmur gibi inen hüznü dağıtır, sıcak tebessümlerle sizi anarak…
 
Işığınız hep parlasın…
 
TAHİR SAKMAN