24 Ocak, 2024
ŞEFİKCAN HÜZÜN
ŞEFİKCAN HÜZÜN
23 Ocak, 2024
KIZLAR KAYASI
KIZLAR KAYASI
meram aşk ülkesi
çam kokularının böğründe
yaşanmış sevdaların
umarsız hasretlerin
çığlıkları
çarpar da dağlara
geri dönemez
kayalar erir
çığlıkların çizdiği
yüreklerin nakışıdır
kayaların suskunluğu
âşıkların bakışıdır
ne meram’dır ne çam
sevgilerin yanışıdır
sevda yolu uzundur hey
sürer binlerce yıl
ne yol kalır ne kervan
yüreklerde bir sızı
döner durur
/zaman içinde bir zaman
zaman
içimde kervan/
Bu uzun şiirimin devamı; “Söylesem Güç Yetmez Sussam İşkence” isimli, 2001 yılında yayımlanan ve kapağını sevgili dostum Zeki Beştepe’nin yaptığı kitabımda… Şimdi okumazsınız belki ama eminim ben öldükten sonra Kızlar Kayası’nda şiiri okuyup yaşamanız ihtimal dahilinde… Geleceğin Konyalısına emanetimdir…
Uzun uzun zamanlar öncesi
söylemiştim bu mısraları, çok daha uzun uzun zamanlar öncesinden günümüze kalan
yanık bir sevda öyküsünden esinlenerek…
Mitolojik öyküleri, halk
hikâyelerini çok severim özellikle yaşamın kokusunu yüreklerimizde
hissettirenleri. Kimilerini şiirleştirmiş kitaplarımda yayımlamıştım.
Kızlar Kayası efsanesini
bilmeyen yoktur; hani yüreği sevdalı bir Konya kızı, istemediği bir evlilik
için giderken, düğün alayının / kervanının taş kesilmesi… Halkımızın ince
zekâsı mı desem yoksa yakıştırması mı; Aşağı Dere Mahallesi’ndeki doğal bir
yontu, erozyona maruz kalan kayalardaki figürlere bakıp bakıp bir sevdayı
ölümsüz kılmış… orantısız sevgi ve aşka duyulan bir saygının abidesi gibi
duruyor orada…
2013 ve 2014 yıllarında
Anadolu Manşet gazetesinde yazdığım dört makalede, (SAKMAN, [M.] Tahir (2013),
“Kızlar Kayası (1)”, Anadolu Manşet, s. 2, (7 Ekim), SAKMAN, [M.] Tahir (2013),
“Kızlar Kayası (2)”, Anadolu Manşet, s. 2, (8 Ekim), SAKMAN, [M.] Tahir (2014),
“Konyalı Olmayı Hak Etmek (I)”, Anadolu Manşet, s. 2, (22 Ocak), SAKMAN, [M.]
Tahir (2014), “Konyalı Olmayı Hak Etmek (II)”, Anadolu Manşet, s. 2, (23 Ocak).)
Kızlar Kayası’nın turizme açılması için çevre düzenlemesi yapılmasından
bahsetmiştim. Ayrıca Vilayet öncülüğünde yapılan turizme yönelik bir toplantıda
da önerilerimi sıralarken Kızlar Kayası’ndan söz etmiştim…
Geçtiğimiz günlerde, yazdıklarımızın
ve önerilerimizin değerlendirildiğini görmenin sevincini yaşadım; yolumu düşürdüğüm
Kızlar Kayası’nda...
Meram Belediyesi güzel bir
iş yapmış ve Kızlar Kayası’nın etrafını temizleyip gezilebilir bir alana
dönüştürmüş. Ayrıca gece ışıklandırmaları da yapmışlar. Şehrimize bir turizm
rotası daha kazandırılmış. Aracınız için park alanı da olması gitmenizi
kolaylaştırıyor.
Kızlar Kayası’nda, Konyalı
âşıkların ağıtlarını duymak istiyorsanız gitmelisiniz. Bir başka coğrafyanın
bir başka efsanesi gibi dursa da onlar bu toprakların sevdası… yüreklerin
harında nice âşıklar ses vermişler…
Duymak size kalıyor…
TAHİR SAKMAN
21 Ocak, 2024
SONSUZLUK ÜLKESİNE ÇOĞALMAK
Bu fotoğrafı, 2013 yılında birlikte katıldığımız, Vilayetin düzenlediği Cumhuriyet Balosu'nda ısrarlarım sonucu çekmiştim. |
SONSUZLUK ÜLKESİNE
ÇOĞALMAK
/Ne zaman unutsam adını
Ölüm gelir vurur tokadını/
Demiştim bir dostun
ardından… bugünlerde öyle tokatlar yiyoruz ki…
Tabii vefa duygunuz körelmemişse,
içinizde hâlâ kıpır kıpır bir şeyler; dostluk adına, yaşanmışlıkların hatırına bir
şeyler kıpırdıyorsa…
Bu kadar sarsılacağımı
bilmiyordum doğrusu; elim yazmaya gitmedi kaç gündür, kaç gündür içimde
çöreklenmiş eski bir hüznün parçası kaya gibi…
Tüm dostlar birer birer
sonsuzluk ülkesine çoğalıyorlar!
En son Anadolu Manşet gazetesinin
kurucusu ve sahibi Sabri abimizi yitirdik… oysa ne kadar bizdendi ne kadar sade
ve her türlü gösterişten uzak bir yaşantısı vardı… tipik bir Anadolu insanıydı.
Çok insana güvenmişti… oysa güvendiği dağlara çoktan karlar yağmıştı…
Gazetesinde çalıştığım dönemlerde
bazı mevzular olmuş işi bırakmış, gitmiştim, o kadar da işe ihtiyacım olmasına
rağmen. Sürekli beni aramış en sonunda tekrar geri dönmüştüm. Tekrar çalışmaya
başlamadan önce bazı personele yanımda şunları söylemiş, beni onore etmişti:
“Benim Tahir Sakman’a
ihtiyacım var, onunla çalışmak istemeyen varsa gidebilir…”
Daha bir şevkle devam
etmiştim. Tabii çok çalışmanın her zaman çok riskinin olduğunu yeni yeni
öğrenecektim. Sabahın sekizinde gelirseniz kimilerinin saat 10’da 11’de hatta
12’de gelmelerine çomak sokmuş olursunuz…
Çok çalışırsanız
bazılarının çalışmadığı ortaya çıkar ve bu da statükonun hiç işine gelmez!
Hele bir gün, bana “Tahir
Sakman, ne çabalıyorsun, gazeteyi sen mi kurtaracaksın, gazete zaten batmış…”
diyebilen insanların nasıl bir nankörlük içinde olduklarını anlamalarını o
kadar çok isterdim ki…
Sabri abi de farkındaydı
ama kibar insandı…
Ah Sabri abi ah; bende
yerin çok büyükmüş, o yüreğiyle gülen yüzün, babacan bakışların, mütevazı
tavırların… elindeki gazeteyi asla şahsi bir güç olarak görmeyen sadece
halkının yanında olan bir anlayışla uzun yıllar devam ettirdiğin için sana bu
şehrin, Konya basınının bir şükran borcu olmalı…
Yolun, ışıklar içinde
olsun…
TAHİR SAKMAN
17 Ocak, 2024
ÇOK YAŞA SABRİ ABİ
ÇOK YAŞA SABRİ ABİ
Konya basınında önemli bir
yere sahipti… Şehirde zaman zaman yayımlanan muhalif gazetelerin içinde en
sürekli olanını yayımlarken nice zorluklara özellikle ekonomiden kaynaklı çok
zorlu koşullara yıllarca dayanmıştı.
Tam bir gazeteciydi…
Gazetede yayımlanacak
haberlerden tutunuz baskıya kadar… çok zaman mürekkebe bulanmış elbisesiyle görebilirdiniz
onu; çünkü o, gerekirse tüm matbaayı tamir eder gazetenin zamanında çıkmasını
sağlardı.
Mesleğinden başka hiçbir
şeye yaslanmadı…
Mesleğine âşıktı ve meslek
onuruna her zaman sahip çıkan, çıkanları da takdir eden gerçek bir gazeteciydi.
Şehrimizde mesleğinin son örneklerinden bir tanesiydi…
Şehirde önemli bir iz
bırakmış olan Anadolu Manşet gazetesinin kurucusu ve sahibi Sabri (Altun) abiyi
yitirmenin derin üzüntüsü içerisindeyim.
Zaman zaman Anadolu Manşet
gazetesinde köşe yazılarım, seyahat anılarım yayımlanmıştı. Sonraları bir dönem
ciddi ekonomik sıkıntılarımın olduğu ve adeta şehrin bana sırtını döndüğü
yıllarda (2013) gazetede bana iş teklifinde bulunmuştu. Gazetenin bütün
sorumluluğunu üstlenmemi istemişti ama ben “Genel Yayın Koordinatörü” sıfatını
üstlenmiş, Sabri abiyle birlikte çalışmanın mutluluğuna erişmiştim. En zor
günlerimde bana arka çıkmıştı. Ben de çok çalışarak yanıt vermiştim. Basın
toplantılarına gidiyor, özel haberler, söyleşiler yapıyor ayrıca gazeteyi
kültürel bir zenginlikle çıkarmak için didiniyordum. Birlikte takip ettiğimiz
basın toplantılarında, sorduğum her soru sonrasında gazetesi adına sevinç
duyduğunu hissederdim. Şehirdeki önemli olaylara parmak basmamı sağlar,
yaptığımız haberin takibini de yaptırırdı.
Selçuklu döneminden miras
kalan ecdat yadigârı Piri Mehmet Paşa Camisi’nin önüne gerilen zevksiz,
biçimsiz ve tarihi gölgeleyen kirli brandayı “Tarihe Branda” başlığıyla haber
yapmıştım. Elinde gazeteyle gelip, ona gelen teşekkürleri anlatmıştı. Çok mutlu
olmuştu. Şehirdeki birçok tarihi eserle ilgili haberler yapmış, gerekli restorasyonlarının
yapılması için önemli yayınlar yapmıştık. Yerel seçimler öncesi attığım bir
manşete kızmış gibi görünse de ne kadar mutlu olduğunu görmüş, gözlerinden
okumuştum. Çok iyi anlaşıyorduk; çünkü benim için de kutsaldı gazetecilik…
Ama yetmemişti, kriz
derinleşti… ve gazeteyi yüreği kan ağlayarak devretmek zorunda kaldı… o
çocuğunu terk eden bir baba gibi yüreği yaralı bir hâlde… ben de çok üzülmüştüm…
gazetenin yeni sahibi devam etmemizi istemişti… Kadro değişti, gazetenin
künyesinden ismim çıkarıldı ve yeni gelen arkadaşlarla uyuşamadım ve ayrılmak
zorunda kaldım. Gazetenin daha sonra tekrar satıldığını ve sonrasında da
kapandığını üzülerek öğrendiğimde sanki yüreğime bir hançer sokulmuştu.
Anadolu Manşet, Konya’nın
hafızasıydı… Matbaada gazetenin tüm nüshaları ciltler halinde vardı. Sabri abi
gazeteyi sattıktan sonra onları da vermişti. Umarım onlar kaybolmamış, muhafaza
altına alınmıştır.
Matbaa mürekkebinin
kokusunu almamış, bir haberin adrenalini tatmamış insanların bu ruh hâlini
bilmesi mümkün değildir.
O her zaman onurunu
muhafaza ederek, genç gazetecilere de dik durmanın önemli bir örneği olmuştur.
Anadolu Manşet gazetesinin
19. kuruluş yıl dönümünü 21 Ocak 2014 tarihinde birlikte kutlamıştık ve o “İnce
İnce” isimli köşesinde “Sırtımızı halka dayadık” diyerek, Anadolu Manşet’in 18
yılını özetliyordu… Uzun yıllar “ince ince” dokunarak/dokuyarak Konya halkını
habersiz bırakmadı.
Sabri abi hayatıma çok şey
kattın… en yalnız ve en çaresiz günlerimde yanımda sen durdun…
Gittiğin yol cennet olsun…
Anadolu Manşet asla
kapanmadı; kalbimizde, mürekkep kokularıyla, prova baskıları dahil taptaze
duruyor. Ve makinelerin başında da sen…
Çok yaşa Sabri abi, sen
çok yaşa…
TAHİR SAKMAN
16 Ocak, 2024
GELECEĞE SÖZ SÖYLEMEK
GELECEĞE
SÖZ SÖYLEMEK
Pek çoğumuz
bilmez; hani altının kıymetini sarrafın bildiği gibi…
Bu şehrin semaları, çocuklarının seslerini saklamakta oldukça
mahirdir. Nice sanatçılar, şairler gelip geçmiştir ve elbette; sanat zincirinin
altın halkaları günümüzde de sürmektedir…
Geleceğe/hayata söz söyleme sanatıdır; şiir… cesaret ister emek ister
dahası yürek ister… Yürekli dostlarımızdan bir tanesidir Hasan Ukdem… Şehrin
son dönemlerinde yetişen önemli isimlerimizden bir tanesidir. Lirik şiirleriyle
gönüllerimizi titreten bir sese sahiptir; onun şiirlerini okurken duygu seline
kapılıp gidersiniz. Şiirleri geleceğe kalacak olan şairlerimizden bir
tanesidir. Son dönemlerde şiir kitaplarının yanı sıra yaşadığı çevreyi anlatan “Zamanın
Behrinde Araplar” isimli önemli bir kitaba da imza atmıştır. Sesinin ve
soluğunun nice yılları devireceğinden hiç kuşkumuzun olmadığı isimlerimizden
bir tanesidir.
Geçtiğimiz günlerde “Yavaş Tahir” başlıklı bir makale paylaşmıştım…
Hasan Ukdem duygulanmış ve bendenize bir şiir lütfetmiş…
Şiir varsa; yaşam vardır… şiirin olduğu yerde duygu vardır; yürek vardır,
en önemlisi insan vardır… Teşekkür ederim sevgili dostum; kalbimin en derinlerinde,
bu şiirin, her zaman ses verecektir…
TAHİR SAKMAN
YAVAŞ YAVAŞ
Şair Tahir Sakman'a
Bal anında işler cana
Kana zehir yavaş yavaş
Cahil koşar dört bir yana
Yürür mahir yavaş yavaş
İnsan her dem kendin güder
Eksilişler hep bir keder
Nevzat gider, Seyit gider
Eskir şehir yavaş yavaş
Böyle dünyaya ne denir
Acı meyve elbet yenir
Efsunlu yıllar tükenir
Kaçar sihir yavaş yavaş
Sığar mı gönül fanusa?
Deniz ne söyler yunusa?
Sevdalıdır okyanusa
Akar nehir yavaş yavaş
Böyle yürür can kervanı
Eğirir umut kirmanı
Değişmez yolun fermanı
Gelir Ahir yavaş yavaş
Hasani de bilmez fazla
Yaşar durur düşle hazla
Ne işimiz olur hızla
Sakman Tahir yavaş yavaş
HASAN UKDEM
15 Ocak, 2024
TAHİR YAVAŞ
TAHİR YAVAŞ
Yazmanın mı yoksa susmanın
mı dayanılmaz hafifliği? Ya hatıraların dayanılır ağırlığı?
Bir kitap yazmak için 100
kitap okumak… bir makale için 100, haydi sizin gül hatırınız için 10 makale
okumanın dayanılmaz cazibesi mi? Ya gözleriniz ne der bu işe?
Zamansa zaman; buyurunuz
efendim tüm zamanlar emrinize amade?
Benim gibi “yazarak
konuşan” insanların en büyük takıntısı belki de uygun zamanlarda değil de
sürekli uygunsuz zamanlarda veya müsait olmayan zamanlarda sürekli yazmaya
çalışmanın hırsı ve ardından gelen rahatlama ve garip bir mutluluk…
Yazdıklarınızla o kadar
çok kalabalıklaşıyorsunuz ki…
Hey Tahir; geldinse vur!
Her gün mutlaka yazmak…
yazmak sürekli eylem gerektirir; merhum babam, hasta yatağında gecenin bir yarısı
gümbür gümbür bir türküyle hane halkını uyandırırdı… “Bu sazı bir gün unutursan,
o seni bir hafta unutur! Bir hafta unutursan bir ay, bir ay unutursan bir yıl
unutur, parmakların azar” derdi… Aynı yazmak da öyle her ne olursa olsun günde
bir saat… Kalem azar mı?
Şiir tam tersi; çok okuyup,
çok az yazmak… bırak içindeki çağlayanları kendi hâline… sen önüne setler
çeksen barajlar da kursan zamanı gelince patlayacaktır, unutma!
Bay Tahir; çok
tembelleştin, kafanda dönüp duran yazıları yazmalısın.
Türbe Önü’ndeki saatçi dükkânımda
ekmek parası için çabaladığım günler. Saatlerin tik takları arasında şiir
söylediğim, kendimi avuttuğum günler. Bir gün dalmışım; Yeni Konya gazetesinin
sahibi Mustafa Naci Gücüyener dükkânın kapısında beni uzun süre çalışırken izlemiş.
Ben farkına varınca şöyle demişti: “Dut yemiş bülbül gibi derler… bülbül dutu yiyince
doyar ve susar…” mücadelemin farkına varmış ve beni takdir ettiğini söylemişti.
Hem esnaf hem şair. Hem esnaf hem yazar…
Yazsan ne yazar, yazmasan
ne yazar?
Düşünüyorum da bazen “cahil
cesur olur” sözünün tam karşılığıyım. Boyumdan büyük işlere imza atmışım. İyi
ki de atmışım… hem de bir dönem kendimi çok gizlemiştim. Derviş Ozan mahlasının
arkasına sığınmış kimse beni tanımasın istemiştim. O Derviş Ozan, çok enteresan
bir adamdı; dünyaya kendince ayar verecekti… dünya ona ayar verdi; tıpkı
saatlerin ona ayar verdiği gibi ama ne çare ki o, hep ileri gidecekti!
Zincirler bir koptu ki
sormayın:
Seyit (Küçükbezirci) abi “Tahir yavaş”
derdi… Nevzat (Küçükerdoğan) abi de “Tahir yavaş” derdi ama farklıydı… Seyit abi sosyal
faaliyetlerimi, yazdıklarımı kast ederdi, Nevzat abi rakı içerken…
Her ikisi de şimdi görseydi
acaba yine Tahir yavaş derler miydi?
Ya sizce “Tahir yavaş” mı?
TAHİR SAKMAN
11 Ocak, 2024
NAMAZINIZ MÜBAREK OLSUN
NAMAZINIZ MÜBAREK OLSUN
Şefikcan’daki ilk
şivliliğim bu…
Doğrusu gelenekten uzak
yoz bir kültürün kırıntılarıyla, apartman hayatının da ötesinde devasa
yapıların, sitelerin içinde şivliliğin kaybolacağını sanıyordum, yanılmışım…
Kimilerinin “çocuk bayramı”
diye lanse etmeye çalışmasına aldırmadan, şivliliği tam da gördüğümüz gibi
geleneksel yöntemlerle yaşamaları bir yanıt gibiydi. Bir de konser
düzenlemişler… bari çocuklar için yapsaydınız, şivlilik kutlamaları sırasında
büyüklere konser… Paranız mı çok yoksa aklınız mı … Milletin parasını çar çur etmeye, geleneğimizi
sulandırmaya kalkmaya hiç hakkınız yok…
Şefikcan Parkı’nda boydan
boya yanan fenerler… belki de beni üzen tek şeydi Çinlilerin dilek fenerlerinin
gökyüzünü doldurması… Oysa bizim karpuz fenerlerimiz vardı, davul fenerlerimiz
vardı, rengarenk… sonra salça kutularını, yağ kutularını bir sopanın ucuna
çakıp içine kül doldurup sonra gaz lambasından gizlice aşırıp döküp yaktığımız
meşalelerimiz vardı…
Her ne olursa olsun
Şefikcan’daki şivlilik coşkusunu hayatımda hiç bu kadar yoğun yaşamamıştım;
daha güneş doğmadan çocuklar akın akın, kürem kürem sitelerin önünde apartman
görevlilerin dağıttığı şivliliklerle torbalarını çoktan doldurmaya başlamıştı.
Yani çok kalabalık şivlilik toplayanları görmüştüm ama bu kadarını ilk defa
görüyordum. Ve umudum geleneklerimiz adına yeniden yeşerdi, gözlerim doldu,
kalbim sevinçle, çocuk yüreklerle birlikte attı.
Yalnız bir şey var
çocuklar, tekerlemeyi unuttunuz mu?
“Şivli şivli şişirmiş
Erken olan pişirmiş
İki çörek bir börek
Bize namazlık gerek
Şivlilik, şivlilik”
Şimdi kırık leblebi, üzüm,
ceviz dağıtan kalmadı. Çocukluğumun Konya’sında peynir şekerleri de
dağıtılırdı. Gofret, çikolata nadir de olsa dağıtılırdı ve biz aramızda
haberleşir o evin kapısına dayanırdık. Şimdiki şivlilikler bayağı bayağı bir
lüks… çikolatalar, gofretler çeşit çeşit ve oldukça bol. Bunu çocukların
torbalarının büyüklüğünden anlıyorum; hepsi tıka basa dolu…
Bundan siyasi kazanç elde
etmeye çalışmanın mantığını da anlamış değilim; adam muhtar adayıymış ve parti
amblemli minibüsle şivlilik dağıtıyor… elinizi bir çekmediniz gitti…
Bugün üç ayların
başlangıcı ve akşam da Regaip Kandili… Her ne kadar kandiller bidat denilse de
keşke her bidatımız böyle olsa… Bir şiirimde “Namaz günü gelince toplamıştım
şivlilik” demiştim; şivliliğin bir başka adı da namaz günüdür şehrimizde…
Şivliliğe yüklediğimiz anlamın büyüklüğünü de gösterir bu aslında.
Şivlilik merasimi
bittikten sonra büyüklere ziyarete gidilip “namazın mübarek olsun” denilir ve
elleri öpülürdü. Düşünüyorum; o yıllarda vasıta yok, yayan yapıldak yollara düşerdik.
Annelerin, babaların mutlaka elleri öpülürdü… Akranlarımdan pek çoğunun ne
anneleri kaldı ne babaları; evde oturup kapımızın çalmasını bekleyeceğiz ama o
da sanırım nafile… bir telefon sesiyle yetinip mutlu olmayı öğrendik artık. O
da çalarsa…
Ben dindar biri değilim
(yani bu sizin genel anlayışınıza göre) ama şivliliği, kandilleri ve
âdetlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi “dindarım” diyen pek çok insandan daha
çok önemsiyorum…
Şivlilik, Konya merkezli,
halkın yüzyılların imbiğinden geçirip şekillendirdiği kültürümüzün önemli bir
parçasıdır. Bunu Konya halkı, Konya çocukları yaşatmaktadır… tek dileğim yerel
yönetimlerin işgüzarlık edip geleneğimizi yaşatalım derken farklı boyutlara
çekmemeleridir. İnanın halkımız sizden daha iyi yaşatacaktır.
Şivlilik öğleye kadar
sürer… sonra Konya kadınlarının pişi dağıtması başlar, en az yedi kapıya… efendim
bekliyorum, şırlan yağında pişenler makbulümdür.
Namazınız mübarek olsun,
şivlilik…
TAHİR SAKMAN
ŞIRLAN YAĞINI BAŞINI SÜRMEK
ŞIRLAN YAĞINI BAŞINI
SÜRMEK
El attığınız ne varsa…
Çok üzgünüm… belki de
bunun sorumlusu benim; Yeni Gazete’de yazdığım günler, tarih 14 Eylül 1999… Merhum
Yalçın Dikilitaş ile otururken, “belediyelere gidip şivlilik toplayalım ve bu
geleneğin yaşatılması için öneriler sunalım” demiştim, demez olaydım…
Gittik, dönemin belediye
başkanlarını ziyaret ettik. Yalçın Dikilitaş, Ayşe Bağrıaçık, (ikisine de
rahmet olsun) bendeniz ve gazete çalışanları şivliliklerimizi aldık. Dönemin
Karatay Belediye Başkanı Sayın Mehmet Şen, önerilerimize ilk o sahip çıktı ve Türbe
Önü’nde şivlilik dağıttı. Sonraki yıllarda da diğer belediyelerimiz benzer etkinlikler
yaptılar ama hiçbiri şimdiki gibi özünden uzak
olmamıştı.
Kim yapıyorsa, kim
planlıyorsa; bu şehrin kültüründen geleneğinden hiç haberi yok sanırım. Geleneklerimize hiç dokunmasanız; bırakın çocuklarımız toplayabildiği şivliliklerle, yakabildiği fenerlerle,
geleneklerimizden gelen bir terbiye ve sevinç ile kutlasın… Biz Konya halkı
olarak bu köklü geleneği yaşatmasını biliriz, yeter ki siz el atmayın, Allah
aşkına…
Böyle bir günde konser düzenlemek
de neyin nesi? Üstelik çocuklara da yönelik değil… Gazzeli çocuklar için
yüreğimiz yanarken bu yaptığınızı anlamlandırmak güç… Şivliliğin dinî bir yönü
de var bunu nasıl unutursunuz? Siz muhafazakârsınız öyle mi?
O kadar para
harcayacağınıza ayağında ayakkabısı, sırtında paltosu olmayan bir çocuğu sevindirseydiniz
ve bunu da reklam etmeden yapsaydınız daha iyi olmaz mıydı?
Şivlilik; bayram değildir,
bu şehrin çocuklarının asırlardır sürdürdüğü bir gelenektir, lütfen siz
karışmayın; çocuklarımız kendi aralarında nasıl kutlayacaklarını, nasıl
şivlilik toplayacaklarını, Konyalı hanımlar nasıl pişi yapıp dağıtacaklarını
çok iyi bilirler…
Konyalılar son sözüm size;
“Namaz geçtikten sonra
şırlan yağını başınıza sürmek” istemiyorsanız geleneklerinize sahip çıkınız…
TAHİR SAKMAN
10 Ocak, 2024
ŞİVLİLİK ARTIK ŞİŞMİYOR
ŞİVLİLİK ARTIK ŞİŞMİYOR
“Şivli şivli şişirdik…”
Şivlilik artık şişmiyor…
Şivlilik meğerse çocuk bayramıymış
ya da olmuş da haberimiz yokmuş… Şaka mısınız siz?
Şehrin kültürüne hizmet
ettiğinizi mi sanıyorsunuz, yoksa bilinçli olarak mı? Yerel yönetimler olarak
ilk yapmanız gereken; şehrin hafızasını olduğu gibi korumak ve yaşatmaktır.
Bunu yaparken de özünü kaybetmediğinizden emin olmalısınız.
“Şivlilik Çocuk Bayramı…”
Nereden çıktı şimdi bu? Kırk asırdır
bildiğimiz şivlilik… Bizim bir tek çocuk bayramımız vardır; o da Yüce Atatürk’ün
çocuklara bir armağanı olan ve halkın kayıtsız şartsız hakimiyetini tescil eden
Meclisimizin açılışını temsil eden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı’mızdır…
Aklıma gelmiyor değil ama
dillendirmek istemiyorum… Farklı bir niyetinizin olduğunu sanmıyorum…
Şivlilik; kırk asırdır bu
topraklarda şivlilik olarak kutlanmıştır ve bundan sonra da öyle kutlanmalıdır.
“İki çörek bir börek
Bize namazlık gerek”
Belki de bize, kültürümüzü
olduğu gibi koruyacak biraz akıl gerek…
Şivlilik…
TAHİR SAKMAN
02 Ocak, 2024
KÖKLER VE BUGÜNLER
KÖKLER VE BUGÜNLER
Bugündeki siz aslında
köklerinizdeki sizsinizdir…
Köklerinizden ne kadar
uzaklaşsanız da veya öyle sansanız da sizi yöneten; köklerinizde kodlanan
tecrübelerdir.
“Herkes, her şeyi yazmalı”
diyorum; yazar olmak gerekmiyor, anılarınızı, hayallerinizle süsleyerek
anlatmak için illaki yazar olmanız gerekmiyor. Şiir söylemek için şair olmanız
gerekmiyor; pekâlâ sıradan insanlar da şiir yazabilir, hikâye yazabilir ve
bunda da çok başarılı olabilir.
Ünlü yazarlarımız da böyle
başlamamışlar mıydı?
Kökler ve Bugünler… Eski
bir Konyalı ve tabii ki hep Konyalı kalmanın gururunu hissettiren bir
hanımefendi; Süheyla Tibet…
Öykülerini bir kitapta
toplamış… aslında o kadar çok belli ediyor ki bunların yaşanmışlıklardan
süzülenler olduğunu… ama keyifle okuyorsunuz, öyküden çok fazla şeyler
anlatıyor. Dünyanın pek çok yerini geziyorsunuz, merak ediyorsunuz…
Önce okumakta zorlansanız
da… inanamıyorsunuz; basit kurguların, anlatım hatalarının ötesine bir an
geçiyorsunuz ve usta bir yazarın kaleminden çıkmışçasına sizi çeken öyküleri
okurken şaşırıyorsunuz…
Satır aralarındaki ip
uçları; sizi şehirlerin büyülü atmosferine götürüyor ve asla bırakmıyor.
İnsanlar ömürlerinde bir
kez de olsa yazmalı… yaşadıkları çevreyi, yaşantılarını, anılarını yazmalı ki
gelecek kuşaklar da nereden geldiklerini anlasınlar…
Süheyla Tibet yazmış…
eminim bundan sonra da yazacak ve kesinlikle yazmalı… Ben, şehrin köklü
ailelerinden birine olan aidiyetinden dolayı Süheyla Tibet’in yazdıklarını ve yazacaklarını çok
önemsiyorum. Hemşehrisi olarak anılarını ve dönemin Konya’sını yazmasını
bekliyorum. Çünkü o Konya’dan geriye bir şey kalmamış olabilir ama hatıraların yaşantılarımızdaki
izlerini silebilir miyiz?
Bir dönemin şehir
kültürünü en azından satırlarda bulmak; sadece bizlerin değil, gelecek
kuşakların da mutluluğu olacaktır.
Mürekkebiniz eksilmesin;
siz yazdıkça çoğalacaktır eminim…
TAHİR SAKMAN
01 Ocak, 2024
YAŞAMAK YAZMAKTIR
2023'ün son gününde bendeniz... |
YAŞAMAK YAZMAKTIR
Blog
sayfamda ve sosyal medyada geçtiğimiz yıl, kısa, güncel yazılar haricinde 150
civarında; şiir, araştırma, anı, biyografi, tanıtım ve belge yayımlamışım. Bunların
büyük çoğunluğunu da fotoğraflarıyla birlikte yayımladım. Bazıları ilk defa gün
yüzüne çıkarken bazılarını da yeni bilgiler ekleyerek yayımladım.
2022
yılında “Size Rağmen Yaşadım” ismiyle yaşantımı, çevremi, şehir hayatını ve
şehrin kültürünü, edebiyatçılarını, müzisyenlerini ve hayata tavır koymuş insanlarını
anlattığım yazıları 17 bölüm halinde yayımladım. Önce annemin ölümü ve sonrasında araya
ramazan girdi, günlük olarak RamaZAM Mânileri de söyleyip yayımlayınca “Size Rağmen
Yaşadım” eksik kaldı ama geçtiğimiz yıl da bir türlü dönüp tekrar yazamadım. Bu
yıl yazmayı seçiyorum.
Geçtiğimiz
yıl “Zamana Ayar Veren Ustalar / Konya Saatçileri” isimli bir dizi yazılar
yazmış yine blog sayfamda ve sosyal medyada yayımlamıştım. Ülke geneline baktığımız
zaman saatçilikle ilgili yayın azlığı hemen göze çarpmaktadır. Konya saatçileri
üzerine ise özgün bir çalışma olmaması nedeniyle bu yazılar oldukça ilgi gördü.
Baba mesleği olan saat tamirciliği ile bendenizin de uzun yıllar iştigal etmesi
nedeniyle bu yazılardan büyük keyif aldım.
Uzun
yıllar sonra eve tezgâhımı yeniden kurdum ve kendi saatlerimin bakımını
yaparken hissettiklerimi de yazıya döktüm. Tüm bu yazıları, bu yıl içerisinde biraz
daha genişleterek yayımlanacağını da buradan duyurmak isterim. Ayrıca yine bu
yıl, babam Mazhar Sakman ile ilgili bir kitabımın da yayımlanacağının müjdesini
sizlerle paylaşmaktan sevinç duyuyorum.
Genel
olarak baktığım zaman belediyedeki sanat yönetmenliğini bıraktıktan sonra beş
yıla yakın bir süredir neredeyse her gün, blog sayfamda ve sosyal medyada şehir
kültürü için önemli birçok yazı kaleme aldım. Tabii ki bu arada birçok şiir de
yayımladım…
Bizim
gibi hayatını yazmak üzerine kurmuş insanların en büyük mutluluğu yazmaktır;
yazdıkça mutlu olmanın, mutlu oldukça yazmanın keyifli döngüsüyle ne kadar okundu,
beğenildi hesabını yapmadan yazmaya çalıştım. Çok enteresan; blog sayfamın ziyaretçileri
arasında dünyanın pek çok ülkesinden insan olması beni bir hayli şaşırttı. Uzak
Doğu ülkeleri, İngiltere, İskoçya, Amerika, İsrail, Almanya, Rusya ve pek çok
Avrupa ülkesi başı çekerken sanal ortamın etkilerini de ortaya koyuyordu.
https://tahirsakman.blogspot.com/
adresinde yayımladığım yüzlerce yazı ve fotoğraf şehir kültürü için ilginç bir
kaynak olma özelliğindedir.
Belgesel
nitelikli yazılarımı bol fotoğraflı olarak yayımlamaya çalıştım… burada beni
üzen tek şey fotoğraflarımı gerek sosyal medyada ve gerekse bazı yayımlarda
ismimi anmadan, kaynağını belirtmeden yayımlamalarıydı. Bu yazıları,
fotoğrafları yayımlarken amacımız zaten paylaşılmasıydı; ancak bazı
insanlarımız kaynağını yazmaktan imtina etti.
Yazdıklarımdan
seçkiler yapıp kimisini e-kitap olarak yayımladım. Kültür Bakanlığı, Milli Kütüphane arşivlerine
girdi; sosyal medya bir gün çökerse en azından orada mevcut ayrıca bu
e-kitaplardan bazılarını bu yıl bastırmayı düşünüyorum. Önümüzdeki süreç
bakalım ne gösterecek.
Her
zaman olduğu gibi bu yıl da tek tabanca olarak; kendi fildişi kulemde,
duygularımla yaşamaya devam edip yazmayı sürdüreceğim.
Yaşamak;
yazmaktır… yaşadığınızın en büyük tanıdığıdır yazdıklarınızdır…
TAHİR
SAKMAN
31 Aralık, 2023
RUHUNUZU SELAMLIYORUM
RUHUNUZU SELAMLIYORUM
Eski yılın
enerjilerini geride bırakıyorum. Her ne yaşadıysam eski yılda; bana yeni
kapılar açtıkları için teşekkür ediyorum. Yeni yılda, yeni enerjilere sevgiyle
kalbimi açıyorum. Barış içinde sevgiyle ihtiyacım olanı tüm varlıklarla
paylaşarak, mutlu ve sağlıklı olmayı seçiyorum.
Değişen takvimle /
doğayla birlikte her an ben de tüm evrenle değişerek / değişime uyum sağlayarak
sevgi ve getirdiği mutlulukla rezonansa girerek yaşamayı seçiyorum. Bu boyuttaki
yaşam deneyimime katkı sağlayan tüm varlıklara teşekkür ediyorum.
Bilerek veya
bilmeyerek incittiğim canlar varsa onlardan özür diliyorum ve hayatıma katkıları
için teşekkür ediyorum.
Gelen yılın ve
sonraki gelecek yılların; barışın gölgesinde kardeşlikle, çocukların sevinçle
gözlerinin parladığı, zenginliklerin / doğal kaynakların adil paylaşıldığı bir
yıl olmasını seçiyorum.
Negatif enerjilerimizi
absorve ederek yaşantımızı sürdürmemizi sağlayan toprak anaya şükranlarımı sunarken;
görünen görünmeyen, büyük küçük, canlı cansız tüm varlıklara teşekkür ediyorum.
Işığımız hep birlikte
insanlık için; sevgi ve barış için parlasın…
Ruhum; ruhunuzu selamlar…
TAHİR SAKMAN
30 Aralık, 2023
BÖYLE OLUR KONYALININ İCADI
BÖYLE OLUR KONYALININ
İCADI
Kesinlikle bu…
yüzyılın buluşu, icadı; ne derseniz deyiniz!
Vallahi kafamız başka
şeye çalışmayınca; olur böyle vakalar, Konyalı hemen yakalar…
Neymiş efendim bir
lokanta etli ekmek servisi… hay Allah güleceğim tuttu…
Etli ekmek servisi
için… tövbe tövbe, aklıma geldikçe gülüyorum…
Asansör… hani şu
bildiğiniz, asansör yaptırmış, lokantasında etli ekmek servisini bununla
yapıyormuş…
Waowww denecek
boyutta iş, etli ekmek Konyalı için vazgeçilmez ama bu asansör işi var ya etli
ekmeğin de önüne geçti, haşa…
Asansörlü etli ekmek eminim
hiç yememişinizdir hemen gidin kendinize bir iyilik yapın asansörle servis
yapılan bu lokantaya gidip…
Ya kuzum, iyi
misiniz? Ateşiniz falan yoktur umarım?
Hazar bir eksikliğimiz
vardı da bulamamıştık; meğerse asansörlü etli ekmek servisiymiş eksiğimiz…
Etli ekmek fiyatları
zaten asansör gibi yukarılara doğru yükselince oradan esinlenmiş olmalı; bakmış,
hazreti etli ekmeği sıradan sunumlarla sunmak ayıp olacak, asansör doğru seçim…
Teşekkür etmekten
başka şansımız var mı?
Böylece etli ekmeğin
Konyalı için önemi bir kez daha tescillenmiş oldu. Konyalı olmayanın bunu
anlaması bir hayli zor.
Hazreti etli ekmeği selamlıyorum;
umarım bizi affeder şimdiye kadar bunu düşünemediğimiz için…
TAHİR SAKMAN
29 Aralık, 2023
OYUK FOTOĞRAFLAR
OYUK FOTOĞRAFLAR
Şimdi dijitale
geçince fotoğraflar, özellikle gençler fotoğraf oymanın ne olduğunu elbette
bilmezler…
Eski dostluklar, aile
fotoğrafları, evlilik, nişanlılık hatıraları arasında yer alan fotoğraflar;
dostluklar, nişanlılıklar, evlilikler bittiği zaman veya grup fotoğraflarında
istenmeyen birisinin ya yüzü karalanır ya da istenmeyen kişinin olduğu bölüm müsaitse
itina ile kesilerek çıkarılırdı.
Fotoğraflar elbette
çok şey anlatır; bir fotoğraf, fotoğraftan öte bir şeydir. Hikâyesi vardır, geçmişi
vardır, belgedir… fotoğraf yaşayan bir objedir; siz ölseniz, fotoğrafınız yaşar…
Fotoğraf bir anlamda;
hayatı bir karede dondurmaktır… Her fotoğrafın, okuyabilene söyleyeceği çok
şeyi vardır, başlı başına bir mesajdır fotoğraf…
Elimde yarısı oyulmuş
bir fotoğraf var, 1940’lı yılların sonu olmalı; babam Mazhar Sakman çok şık bir
kruvaze takım elbise giymiş, kıyafeti beyaz gömlek ve kravat tamamlıyor ve
yüzünde çok mutlu olduğunu gösteren bir ifade… Takım elbise belli ki usta bir
terzinin elinden çıkma; omuzlar tam yerinde, beli hafifçe oturmuş. Yakasında çiçeği
sembolize eden bir rozet… Pantolonunda jilet gibi keskin bir ütü ve babam çakı
gibi, filinta… Ayakkabıları boyalı, kenarlarındaki hafif çamur nazarlık gibi
duruyor.
Önünde, merhum Raci
abim, 8-10 yaşlarında olmalı. Yine usta bir terzi elinden çıktığı belli tarz bir
ceket, beyaz gömlek ve kısa pantolon, yüzünde buruk bir sevincin kırıntıları… Fotoğraf
İzmir’de veya babam Samsun Lâdik Akpınar Köy Enstitüsü’nde öğretmen olarak
görev yaptığı, bando kurduğu yıllarda Samsun’da çekilmiş olabilir.
Fotoğraf buraya kadar…
itina ile buradan oyulmuş… beyaz bir ceket ve desenli bir eteğin kenarları görünüyor;
muhtemelen babamın ilk eşi Tomris Hanım… Fırtınalı bir aşk ve evlilik…
Kim oydu fotoğrafı
bilmiyorum; babam ayrıldıktan sonra kesmiş olabilir veya belki annemin eline
geçmiş, fotoğrafı yırtmaya kıyamamış ama kıskançlık krizine girip oradan kesmiş
olabilir… İkinci şık bana daha yakın gibi göründü. Fotoğrafla ilintili hiç
kimse hayatta olmadığı için sorma imkânımız yok…
Ben hiç fotoğraf
oymadım… ama yakmışımdır; yakıp küllerini rüzgâra vermişimdir, enerjisi havaya,
suya, toprağa karışsın diye. Şimdi dijital ya fotoğraflar, iki tuşun başında,
sonsuzluğa yollamak…
İnsanların duygularını,
düşüncelerini, karakterlerini bir bakışta gösterebilir bir fotoğraf… Fotoğraflarınıza
sahip çıkınız, dijital, üzerinde oynamalar yapılmış olmasın ama…
Geriye bir tek soluk
fotoğrafınız kalacak bir gün… hüzün yağmur gibi inecek geriye kalanların
üzerine ve ışığınız düşmeyecek artık fotoğraf karelerine…
Yarın gidin usta bir
fotoğrafçıda fotoğraf çektirin ama eski usul olsun… hani eskiden Kayalı Park’ta
Hacı Hasan Camisi’nin yan tarafında üç ayaklı, sehpalı şip şakçılar vardı ya… fonda
duvara asılmış siyah bir örtü üzerine eğri büğrü bir yazı: Konya Hatırası… İdam
sehpası gibi görünürdü bana, nedense çok korkardım. Fotoğrafçı, siyah kolçağın
içine elin sokup beni orada boğacakmış gibi gelirdi. Ne karıştırırdı bilmem… sehpanın
üzerindeki kutunun kapağını çıkarınca “kuş çıkacak” diye soluksuz beklerdim… o
kuş hiç çıkmadı…
İplikçi Camisi’nin
yanında Foto Rengin vardı, en güzel fotoğraflarımı orada çektirmiştim. Haftalık
çektirirseniz yanında hediye olarak büyük boy, karton çerçeveli fotoğrafınızı
da hediye olarak verirdi. Kalemle rötuş yapardı. İyi ustaydı, zanaatkârdı… Şimdi
bilmem kaç bin dolarlık makinelerle “fotoğraf sanatçısı” olunuyor…
İlk fotoğraf makinemi
ve ilk dersi Cahit Sağlık ustadan almıştım. Uzun ömürler dilerim.
Bir hatıra bırakın
dostlar; belki sizden sonra ailenizden birisi çıkar, o fotoğraf üzerine kafa
yorar ve sizin yokluğunuzda yağmur gibi inen hüznü dağıtır, sıcak tebessümlerle
sizi anarak…
Işığınız hep parlasın…
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)