ŞEFİKCAN HÜZÜN
ŞEFİKCAN HÜZÜN
Hüzün düşüyor Şefikcan’a…
Hafiften bir rüzgâr,
yağmur kokularıyla süpürüyor; toprağı, suyla buluşturmamak için yemin etmiş
gibi görünen asfalt caddedeki ağaçlardan sararmış hüzünleri süpürüyor, belki
son defa…
Belki son defa rüzgâr
bakışlarıyla salınarak geçiyor ince bir yağmur; var mısınız yok musunuz
dercesine belli belirsiz…
Kim belli, kim belirsiz ki
bu hayatta? Koşturmacalar… ah bu telaşeler öldürür bizi; ne zaman aklıma bir
yaşam düşse, bir yaşamak düşse özgürlük dolu; masmavi bir gökyüzü, yemyeşil bir
Takkeli düşse… bir yaprak düşüyor içimden:
Şefikcan’a düşüyor olmadık
düşler…
/Loras’tan bir bulut ağdı
Sulu sepken karlar yağdı
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız/
Bir türkünün, bir şiirin,
bir mısraı bile olamamışsak… o zaman bu yaşam niye?
Şefikcan’a her şey
düşüyor; yalnız yaşamların lümpen ayak sesleri çoğaltıyor acıları… Tatköy’ün,
Sulutas’ın gölgesi vuruyor ta Altınapa’dan…
Sonrası bir Sille türküsüdür:
/Şu Sille’den dün gece
geçtim
Görmedim annem/
Ah anacığım ah, gerçekten görmedim
ne gündüz ne gece…
Şefikcan’a görülmedik
yalnızlıklar, görülmedik ve bir daha da asla görülmeyecek olan ağır mı ağır serseri
bir hüzün düşüyor…
Her şey, her şeye düşüyor;
bir tek sen düşmüyorsun düşümden…
Şefikcan üşüyor… üşüdükçü
düşüyor; düştükçe daha da çok düşüyor hüzün…
Yeşil bir yaprağın
açılmamış baharlarında unutulmuş gibisin; yağmurun ıslatamadığı…
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.