Gençler bilmezler…
Bizler bilirdik unuttuk; uzun kış gecelerinde ki sıcak yarenlikleri…
Şimdi kuzine zamanı geliyor; kış kapıya dayandı, hazırlığınız var mı?
Odun, kömür?
Yoksa siz de doğal gazlılaştırdıklarımızdan mısınız? Kalorifer peteğine
mi yapışıyorsunuz üşümemek için?
O zamanlar şehrin hava kirliliği diye bir sorunu yoktu… hoş şimdi doğal
gaz yakmamıza rağmen sorun büyüyor! Biz oraya girmeyelim, düşünmesi gerekenler
düşünürler, belki?
Kömür bizim eve çok sonraları girdi. Odun yakardık; çıtır çıtır
yükselen alevlerin sesini dinleyerek sobanın kenarına kıvrılırdım, kedimle
birlikte…
Tavşan ayağı vardı bir de… onunla da sobanın önüne dökülen külleri
toplardı annem… Odun yandıktan sonra oluşan kömür, mangala konularak ısının
biraz daha devam etmesi sağlanırdı. Üzerine abdest suyu da konurdu, çay suyu da
kahve bile pişerdi…
Hani şimdi közde kahve diyorsunuz ya, işte onun atasıdır bu mangaldaki
kahve… ama illaki höpürdeterek içeceksiniz, başkası kabulüm değildir!
Mangalın kenarına asılı duran maşayı, kendimce bir türkü tutturur,
çalardım. Maşa deyince aklıma “Maşacı İmam” geldi, zilli maşa çalarmış, Onu da
bir gün anlatırım, söz!
Unutmadan; patatesleri önce küllere sonra mideye gömerdik!
Özellikle odun sobası yaktığımız günlerde, "önümüz kavurga
kavurur, arkamız harman savururdu…”
/iki oda bir mabeyn kerpiç evler/
Evimiz yarı kerpiçti, tavan hasır olduğu ve pencerelerin yalıtımı
yeterli olmadığı için ısı, kısa sürede uçup giderdi.
Çok sonraları geçtik kömür yakmaya… önce Tinal sobalar vardı içi
tuğlalı sonra kovalılar çıkınca onun da pabucu dama atıldı…
“Kardeş geliyor, pabucun dama atılacak” denildiği zaman gidip
pabuçlarımızı sakladığımız yıllar…
Sizin pabucunuz dama atıldı mı, yoksa saklayanlardan mısınız?
Şimdi sizler markalı pabuçlarla büyüdüğünüz için kıymetini
bilemezsiniz. Hele yaz günleri naylon ayakkabı alınırsa değmeyin keyfimize.
Ayvalı Sokak’tan gelen şehir ırmağı evimizin önünden geçerdi, suyun, çamurun
içinde oynar, yıkadık mı tertemiz olurdu…
Kapımızın tam önünde iki tane dut ağacı vardı ve bendeniz sanat
yaşantımı o ağacın tepesinde sürdürürdüm;
/Aman dünya ne dar imiş
Dert çekmesi ne zor imiş/
Akşamla yatsı arası, babam eve gelene kadar… Komşularımız çok
hoşgörülüydü, bir gün olsun rahatsız olanı görmedim, tabi bunda benim muhteşem
sesimi de göz ardı etmeyiniz lütfen! Komşularımız sanattan anlayan insanlarmış!
Sonra kuzine aldı babam… Ne konfordu ama hem kovalıydı hem de fırını
vardı; içinde böreklerin, patateslerin, soğanların piştiği…
Kumpir mi? Kuzine de pişen patateslerin lezzetini ara ki bulasın!
Ne o patates kaldı ne o kuzineler… “İmil imil” pişen kuru fasulyeler de
hayal oldu.
Hepsini taşınmak için can attığımız beton kutulara feda ettik…
Şimdi ağlıyoruz da kaçımız bahçeli bir eve taşınıp kuzineyle ısınmak
ister?
Rahatlık diye diye öylesine tembel bir hâle geldik ki… Hani adını site
koyduğumuz beton tecritler var ya, her şeyi yönetici şirketin yönettiği (!) ve
neredeyse bir ev kirası kadar aidatı olan masraflı katlar!
Ev sahibi olalım derken katlandık… Her katın kendi hikâyesi var ve
bizler katlanmaya devam ediyoruz…
Ayvalı Sokak’taki son şehir ırmağını da yitirince anladık; suyun,
bağın, bahçenin, müstakil evin kıymetini… bir ağacın, bir evi beslediğini!
Kenevir helvası pişirilen soğuk kışların, sıcak evlerini arıyorum;
portakalların soyulduğu, elmaların eşeklerine varıncaya kadar yenildiği,
pişmaniye çekildiği, çayların demlendiği ve gecelerce süren masalların
anlatıldığı… sazların çırıl çırıl Konya türkülerine soyunduğu…
Ne sohbetiniz kaldı ne sanatınız… türküleriniz de sizlere ömür…
Eski Konyalıların bir sözü vardı, sanki söylemenin zamanıdır:
Hadi len ordan!
SEVİNCİMİZDİ YAŞAM
-Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda;
beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.-
Şef Seattle
/ayvalı sokak'ta
son şehir ırmağı kuruduğunda
öldürdünüz toprağı / suyu da/
rüzgârınız kurudu sonra
avarlarınız / hayalleriniz
tohum tohum yeşermedi
kaç yaşamdı bu tattığımız
bacalar tüterken
yürek yangınlarımız nasıl sönerdi
utanırdık ayaklarımız uyuştukça
bağdaş kurmak ayıptı
iki diz üstünde bir sağa bir sola
ajans biter
yurttan sesler korosu / olmadı mı
bir hava tuttururdu babam
geceye yıldız düşürür gibi
“meram yolunda heybe dalında
gel asumanım kaşı kemanım”
umutlar sevdaya akortluydu
“efendim aşkınla işte püryanım”
notalar döküldükçe meydana
gece hüzünlere uzardı
bir bozlak okunmaya görsün
“hısımdan iyi olur el bazı bazı”
dertler kadeh kadeh azardı
“Şem’i ecel camın içti gidiyor”
horozların sesi mi geldi ne
“bundan ince kaş olsa
konyalılar başolmaz”
erken ötecek ne vardı
“şarap içtim testiden”
yalan vallahi yalan
sevincimizdi yaşam
sadece türkülere sığardı
TAHİR SAKMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişisel haklara ve yasalara uygun olmalıdır, yorumlarınızdan dolayı sorumlu olacağınızı lütfen unutmayınız.