YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

20 Kasım, 2024

HAYAT BİR RESİMDİ UZAKLARA SAKLANAN


 

Hikâyatı Tahirat Üçlemesi III
 
HAYAT BİR RESİMDİ UZAKLARA SAKLANAN
 
Belki de hayat bir resimdi…
 
Yaşadığımızın tek kanıtı gibi durur karşımızda… yıllar yorulurken kendi merdivenine tırmanmak gibidir bu hayat… ve serüven serüven koşarsınız yalanlarınıza…
 
Batmış bakkal eski defterleri karıştırırmış ya… yok henüz batmadım ama eski defterleri karıştırmayı çok sever oldum nedense!
 
Elimde bir resim (aslında fotoğraf ama resim demek daha bir romantik geliyor bana şimdilerde; çünkü eskiden hep resim derdik, fotoğraf bu kadar yaygınlaşmamışken) solmaya başlayan yıllarımdan kalma…
 
Sarıyakuplu yıllarımdan; 15-16 yaşlarında olmalıyım, milattan önce gibi bir şey… ve o yılların Konyası… (Yılını dimem; şimdi dirsem yaşım ortaya çıkar, hem neme lazım asarı atika diye maazallah müzeye falan kapatırlar!)
 
Saçlarım o yıllara göre oldukça uzun aslında daha da uzundu ama o zamanki resimler kayıp, elimde sadece bu var… Erkin Koray’ın, Ersen’in, Dadaşların, Moğolların; Anadolu Rock ismini verdikleri şarkılarla ortalığı kasıp kavurduğu yıllar…
 
Sarıyakup Caddesi No:66… Su basmanına kadar taş sonrası kerpiç olan evimizde duvarlar ak toprakla cilalı… Ak toprak; saman ve çamurla karılmış ve bir duvarı bağdadiye olan odamın duvarlarındaki samanı kısmen gizliyor ve o duvarlarda Hey dergisinin posterleri… Hani; “oturduğu ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü” derler ya hatta onun birden fazlası… Tezatsa tezat, yaşantımız zaten baştan sona tezat!
 
Alice Cooper’ın, John Lemon’ın, Jim Hendrix'in, The Beatles’ın, Elvis Presley'in posterleri yanı sıra, Cem Karaca, Barış Manço gibi müzisyenlerimizin posterleri… Babam hiç karışmazdı ne odama ne kılık kıyafetime… Naylon gömlek… bildiğiniz naylon; kar gibi beyaz yıkardınız, çabuk kururdu ütü mütü istemezdi ama donardınız içinde…
 
Donar mıydık? Asla… üstüne giydiğim suni deri montumla ama illaki gömleğin üst taraftan üç düğmesi çözük olacak…. Zafer’in tozunu attırırdık; şehrin ayazını ciğerlerimize gizli bir iksir gibi çekerken, gecenin bir yarıları sokaklarda dolanırdık…
 
İşin en eğlenceli yanı, tabii bu bugünden bakınca öyle görünüyor, o zamanlar hiç de eğlenceli değildi… Sarıyakup’tan öğleye doğru veya öğlen uykudan kalkıp Tevkifiye Caddesi’ndeki dükkânımıza yollanırken…
 
Önce Eski Garajı… O zamanlar garaj, eski değildi, garaj dediysek; otobüs terminali… Ah o Amele Pazarı! Bugünkü Karatay Belediye binasını Kadınlar Pazarı istikametinde geçince… Oto aksesuarcıları vardı onları geçince yolun ortasında kavşak gibi bir petrol istasyonu ve yolun her iki tarafına kümelenmiş iş arayan, günlük nafakasının peşinde koşan gariban takımı…
 
Kiminin üstü başı perişan… şimdi düşünüyorum da bunlar o insanların iş kıyafeti; malum, baloya gitmiyorlar inşaat işlerine gidiyorlar. Bir araba yanaşmasın veya bir kişi meraklı gözlerle etrafına bakmasın hemen başına, yemek bulmuş kuşlar gibi dolarlardı…
 
Kiminin elinde bel, kürek, mala veya keser gibi aletlerle sanki marifet sahibi olduklarını göstermek istercesine nafakalarının peşinde olan insanlar… Bazıları köyden gelip çevredeki… en meşhuru Taş Han’dı, orada ucuza konaklarlarmış…
 
Bendeniz Amele Pazarı’nı teşrif edince başlardı cümbüş… Sanki gizli bir el o insanları örgütlemiş, seslerini akort etmiş gibi… koro halinde değildi tabii ama mutlaka birkaç kişi ağızlarını yayarak, sanki kelimelerden hınçlarını alıyormuş gibi, o gün yevmiye işi çıkmamış, işe gidememiş olmanın hıncını benden çıkaracakmış gibi:
 
“Anan gibi saç uzatacağına, baban gibi bıyık bırak!”
 
Eh serde gençlik var ya… birkaçını yanıtlamaya kalktım ama hangi birine yetişebilirdim ki hem sonra dayak yemek de var işin ucunda…
 
Artık bana kalan başımı öne eğip hızlı adımlarla oradan uzaklaşmak olurdu…
 
Hayat bir resim… Hayat bir resimdi; çok uzaklara saklanan…
 
Siz, hangi resmin arkasında saklanıyorsunuz kuzum?
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 
 

18 Kasım, 2024

YARINLARA İADE


 

Hikâyatı Tahirat Üçlemesi II

 

YARINLARA İADE
 
yeraltında bir şehir yaşıyordu yarınsız
gölgesizdiler yalanları çok masum
ne istediklerini unuttular
masal masal büyüttüler başlarını
 
sonra bir gün çıkageldi bir taş
dünden mi atılmıştı bilemediler
çocuklarından kalan mirastı besbelli
sıkı sıkıya sarıldılar
 
taş büyüdükçe büyüdü
tartamadı yürekler
eskiden kalma bir çocuk
kucakladı günahlarınızı
 
haberiniz yoktu zaten
olsaydı hiç susar mıydınız
yıkılırken dünyalar
masallar masallar masallar
 
/dünden kalmıştı yarınlara iade ettiniz/
 
TAHİR SAKMAN

 

16 Kasım, 2024

HİKÂYE


 Hikâyatı Tahirat Üçlemesi I

HİKÂYE
 
hayat mı hikâye yoksa hikâye mi hayat
iç içe geçmiş binlerce resmin arasında kimsiniz
yarısı yırtık bir gözyaşı dolanırken sahipsiz
eski bir sokak kedisi tırmalıyor sesimizi
 
fırtınalar tırnak içinde kaypak yalnızlıklara muhtaç
kopmayan hangi kıyamete kadar sürer kopuk hayaller
film şeridi geçer kırmızı damlı evlerden kiremitler kopar
ağlamasın diyemem ağlasın saatler gecenin üçüne
 
içinize kim kaçtı siz sizdiniz çok çok eskiden
dans ederdiniz kendinize çırıl çırıldınız bayım
ya siz süslü hanımlar hangi yüzyıla kaçtınız
hangi romanda kaldınız mutlu çocuklar
 
haberiniz yoktu yazdılar hikâyenizi oysa yaşamıştınız
baştan sona uyduruk bir sokakta elinizde çelik çomak
kala kaldınız toprak damlı evlerde bıraktığınız ne varsa
hepsi yarım şimdi yarı yarıya yarım kalmış soluksuz bir hayat
 
ay'a tırmanırdınız eskiden güneş'ten geçerdi yolunuz
tek tasanız vardı gazozuna maç yaparken ütüldünüz
boncukları gökyüzüne dizerken unuttunuz mu
siz kayıp zamanlarda siz gerçekten sizdiniz
 
hem yazdık hem yaşadık bu bizim hikâyemizdir yalansız
boyalı yılların arkasında koşan hevesimizdi eski yarınlar
dünü yaşadık bitirdik yarını kim bilir ey hikâyedeki gölgem
birisi çıkar seni okur bıraktıysan geleceğe doğru bir iz
 
/iç içe geçmiş binlerce resmin arasında siz kimsiniz
sahi var mıydınız önceden mi gelmiştiniz/
 
TAHİR SAKMAN

14 Kasım, 2024

ZAMAN KAÇKINI


 

ZAMAN KAÇKINI
 
Tempus fugit… Zaman uçar veya zaman kaçkını…
 
Bazı saatler için söylenmiş sanki bu Latince deyim… Bazı saatler var zamanı uçuruyor bazıları da gerçekten zaman kaçkını…
 
Elimde tam bir zaman kaçkını saat var... 200 yıla yakın bir zaman diliminden geliyor; kim bilebilir ki hangi evlerin duvarlarındaki sırlara / zamanlara tik taklarıyla  ortak olduğunu… Elli yıla akın bir zaman diliminde de ailemizde olmalı; çünkü babam Mazhar Sakman'ın  Tevkifiye Caddesi’ndeki saatçi dükkânından kalma.




 
Aslında ben geçen yıla kadar fark etmemiştim; hurda denilebilecek saatlerin arasında kendini kaybedip zamandan kaçmış… Ne zaman ki evden taşındık, bu saatin varlığından haberim oldu. Tam bir zaman kaçkını kendisini bunca zaman iyi gizlemiş…




 
Kadranındaki lekeler belki de o acılardan kalma… ya mutluluk? Mutluluk nedense kolay unutulur ama acılar öyle mi ya? İnsan bir ömür taşır içindeki acıları… saatler de öyle midir acaba? Kadranına yansıyan, o hüzünlü günlerin ışığı mıdır? Tik takları ne söyler? Zamana tanıklık ederken süslediği evlerin duvarlarındaki sırları ifşa eder mi?
 
Ağırlıkları; acılı günlerden kalma… tüm acılar, o ağırlıkların içinde saklı… Saatin tik takları bunları anlatırken, ağırlıkları aşağı doğru iniyor ve tüm hüzünler birden boşalıyor sanki… Zarif, naif bir zil mutluluklara şarkı söylüyor ama gizli bir hüzün onu da kemiriyor olmalı ki onun da ağırlığı şarkı bitene kadar boşalıyor… Neler anlattığını erbabı merak olanlar bilir…
 
Nicedir bu saat bizde, babamdan kalma… ne zamandır el atmaya kalksam bir el sanki beni durduruyordu ta ki geçen haftaya kadar… çok enteresan bir saat, çarklarını, zincirini ve ağırlıklarını saymazsak tamamı ağaç… ağacın sonsuz ömrünü anlatsın diye mi acaba?
 
Günümüzde ormanı ağacı korumak için verilen mücadeleleri görünce saat başka bir anlam kazanıyor…
 
Saatin baskıları ağaçtan yapılmış, ahşap plakalara pirinç burçlar çakılmış ve onların içinde de metal çarklar yerleştirilmiş oldukça basit ve kullanışlı bir dizaynı var ayrıca saat başlarında ve buçuklarda saatin kaç olduğunu bildiren ve zile vuran bir tokmağı var. Ağırlıkla çalışan saatin kadranı oldukça süslü ve bu süslemeler Fransız malı olduğunu gösteriyor… Ancak el boyaması olan kadranın Edirnekâri olması da mümkün




 
Elimden geldiğince hasbelkader saatin bakımını yapıp çalıştırmaya muvaffak oldum. Sarkacı yoktu… Yıllar önce Konya Sanayisi’nde yaptığım bir duvar saatinin sarkacını buna adapte ettim… Ayar tutması güzel sadece ağırlığı taşıyan zincir çalışma tarafında vardı, onun da yarısını çıkarıp zil tarafına taktım. Zaman içinde zincir bulabilmeyi umuyorum, bu zaman kaçkını için…




 
Ben de az zaman kaçkını değilim hani, sıkıldıkça saatlerime kaçıyorum… Eve kurduğum mütevazı atölyemde onların hatıralarını dinliyorum, ben susuyorum onlar konuşuyor; o tik taklar neler anlatıyor bir bilebilseniz… bütün sırlarınıza aşinayım haberiniz olsun! Duyabilseydiniz eğer pilli saatlerinizi bir yere koyar, mekanik saatlerinize yeniden dönüş yapardınız; çünkü onlar yaşıyor…
 
Ya sizler, yaşıyor musunuz? Yaşadığınıza bu “kaldır at” markalı pilli saatler mi tanıklık ediyor?
 
Kendinizi, hiç pil takılmış gibi hissettiğiniz oluyor mu? Zemberekle mi çalışıyorsunuz ağırlıkla mı? Ben ağırlıktan yanayım…
 
Ve saatlerle birlikte zaman kaçkını olmayı seçiyorum…
 
TAHİR SAKMAN



 

12 Kasım, 2024

BİR FOLKLOR ÂŞIĞI İHSAN HINÇER


 

BİR FOLKLOR ÂŞIĞI İHSAN HINÇER
 
Eskiler çok daha iyi bilirlerdi…
 
Eskiden kastım hani yerel deyimle eski adamlar… her ne kadar kalmasa da hatırlayanlar elbette çıkacaktır.
 
O bir folklor âşığıydı…Onu da bu vesileyle tanımıştım: Çocukluk yıllarımın sisleri arasında babam Mazhar Sakman’ın Tevkifiye Caddesi’ndeki saatçi dükkânındaki çıraklık günlerimde…




 
Ayağı aksardı ama şair yüreği tamdı…
 
Konyalı olmanın verdiği heyecanla Konya folkloru ile ilgili yazılara ayrı bir ilgi gösterirdi. 1949-1979 yılları arasında 363 sayı Türk Folklor Araştırmaları ismiyle yayımladığı dergi, bugün en önemli kaynaklarımız arasındaki önemli yerini aradan geçen bunca zaman sonra bile hâlâ koruyor.




 
Babamla ilgili olarak defalarca söyleşi, makale yayımlamıştı dergide ayrıca Konyalı araştırmacıların da yazılarına yer vermişti. Doğduğu topraklara olan vefa borcunu ödemenin bir başka yoluydu bu…
 
Her ay yolladığı derginin özellikle son sayfalarında yayımladığı halk hikâyeleri / masallar çok ilgimi çeker mutlaka okurdum. Belki de folklor yazmak için temellerini o zamanlar atmışım da haberim yokmuş…
 
45 yıl önce onu dün kaybetmişiz… Serap Gürsoy Hocam sosyal medyadaki paylaşımı  (https://www.facebook.com/serap.gursoy.33/posts/pfbid0fn6UozSVe1DoHxPjeuUPVPbpp7NGENfJmNtRM6Q7C9ohgbY3gSdjK1nbHCceqRVJl) hatırlattı… Ya sen Konya, haberli misin?
 
Üniversitelerimiz hatırlayacaktır eminim…
 
İhsan Hınçer (1916-1979) hemşehrimiz, abimiz yaşadığı dönemlere bir folklorcu olarak damgasını vurmuştur ve günümüze hâlâ ışık saçmaya devam etmektedir. Ruhu şad olsun…
 
Arşivimizde bulunan Türk Folklor dergisinin bazı nüshalarının fotoğrafları ile İhsan abinin 1953 yılında Resimli Radyo Dünyası isimli bir dergide babamla yaptığı bir söyleşi sonrası çekilen fotoğrafını paylaşıyorum. İhsan abiyle ilgili daha geniş bilgi isteyenler, Konya Ansiklopedisi’nin 4. cildinde Saim Sakaoğlu’nun yazdığı geniş biyografide bulabilirler.
 
TAHİR SAKMAN
 
 

11 Kasım, 2024

TEK LİDER ATATÜRK


 

TEK LİDER ATATÜRK
 
86 yıl sonra bile…
 
86 yıl sonra bile yattığı yerden savaş kazanıyor; cehaletle, yobazlıkla, mücadele ediyor kazanıyor…
 
Dünya böyle bir lider görmedi, göremeyecek; şükür ki o lider Türk Milleti’nden çıktı…
 
Bizlere de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yurttaşları olarak saygı duymak kalıyor; çünkü o hâlâ çok sevdiği ülkesi ve yurttaşları için yattığı yerden savaşıyor ve kazanıyor…
 
Sen çok yaşa Ata’m…
 
TAHİR SAKMAN





10 Kasım, 2024

VARLIĞIMIZ TEMİNATIDIR CUMHURİYET’İN


 

VARLIĞIMIZ TEMİNATIDIR CUMHURİYET’İN
 
Yine manevi huzurundayız Ata’m…
 
Yine bir 10 Kasım’da… kaç lider vardır ki ölümünden 86 yıl sonra bile huşu içinde anılsın? “Atatürk İngilizleri yenene kadar İngilizleri Tanrı zannederdik” diyor Gandhi… Bütün mazlum milletler hep seni örnek alıp ülkelerini aydınlığa çıkardılar…
 
Başımız dik, gözlerimiz gökyüzü… Küçük çocuklar görüyorum Anıt Alanı’nda, ellerinde bayraklarıyla seni anıyorlar ve buğulanmış gözleriyle seni arıyorlar, senden bir koku… Bayrağımızın gölgesi senden başka değil ki!




 
Dalgalandıkça senden yana esiyor. Senden kokular getiriyor. İnönü’den, Sakarya’dan, Dumlupınar’dan, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden sesler getiriyor; hüzünlü ama zafer dolu…
 
Konya yine manevi huzurunda… her yıl artan bilinçli bir kalabalıkla manevi huzurunda seni selamlıyor, sana olan saygı ve sevgilerini yineliyorlar…




 
Sana ve en büyük eserin olan Cumhuriyet’e saldırılar sürüyor ve bunlar bizim  etrafında daha çok kenetlenmemize neden oluyor. Biliyoruz ki Cumhuriyet’imiz ve devrimlerin sonsuza dek yaşayacak…
 
Varlığımız teminatıdır Ata’m, Cumhuriyet’in ve devrimlerinin…
 
TAHİR SAKMAN

31 Ekim, 2024

ZAMAN UÇAR


 

ZAMAN UÇAR
 
Tempus fugil veya tempus fugit… Latince zaman uçar demek olduğunu bu saati alırken bilmiyordum ama bu saatte beni çeken belki de bu yazının silik güzelliğiydi… Zaman kaçağı anlamlarını da içeriyordu.
 
Kim bilir hangi evin duvarında zamanı uçurmuş hangi zamandan kaçıp gelmişti… yalnız ve umutsuz, bir köşede zamanı yine uçuracağı günlerin hayalindeydi belki de… belki de zamanı uçururken o da yorulmuş ve ıssızlığın köşesinde geçmiş günlerin ihtişamıyla avunuyordu…




 
Saatçi bir arkadaşıma uğramıştım geçen hafta, galiba bu saatin çığlık çığlığa tik taklarıydı beni çeken… Bana saati önerdiğinde arkadaşım, silik bir şekilde bana bakan tempus fugil yazısının silik ama güzelliğiydi. Ve saatin susmuş tik taklarının feryadı…




 
Saati aldım veya saat beni seçti, Alman malı ve Kienzle markaydı, günümüzde fabrika kapanmış, saat üretilmiyordu. Saat çok eski değildi ama eskinin ağırlıklı saatlerine özenerek yapılmış, muhtemelen 80’li yıllardan kalma…




 
Öncelikle bakımını yaptım ve tik takların yeniden yaşama döndüğünü bildiren seslerini duyunca… sonra kasayı bakıma aldık orijinaline uygun temizlendi, boyandı ve tempus fugil yazısını bir hattat arkadaşımız kalemle üzerinden giderek daha belirgin hale getirdi.




 
Birkaç gecedir başında sabahlıyor ve onun sesiyle cennetin bir başka boyutunu keşfe çıkıyorum… O ise koleksiyonuma katılmanın mutluluğuyla zamanı uçuruyor…




 
El mi yaman, bey mi yaman değil; saat mi yaman, Tahir mi yaman!
 
Bakalım hangimiz daha önce uçacak… bakalım hangimizin adı daha önce zaman kaçağı olarak kayda geçecek…




 
TAHİR SAKMAN  
 

30 Ekim, 2024

CENNET’TEN BİR AKŞAM

 

Nuri Cennet gözleri yaşlı türkü okurken... Fotoğraf: Tahir Sakman.



Nuri Cennet-Konya Methiyesi... Eşlik eden müzisyenler ut Fatih Çinioğlu, kanun Bekir Bulduk...

CENNET’TEN BİR AKŞAM
 
Dün müstesna bir gündü…
 
Azizi Atatürk’ün gençlere emanet ettiği Cumhuriyetimizin 101. kuruluş yıl dönümüydü. Bu müstesna günün akşamında Konya türkülerinin geçmiş dönemin son temsilcilerinden Nuri Cennet abimizi dinlemek kısmet oldu.
82 yaşındaki ihtiyar delikanlı… Yok, o benim için hâlâ Şahin Oteli’nin altındaki dükkânında Terzi Cennet abiydi. “El kârda gönül yarda” diyerek diktiği pantolonlara, ceketlere gönlünde dile gelen türkülerimiz eşlik ederdi…
 
Konya Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği programda oldukça duygusal anlar yaşandı, o bildiğimiz Cennet abi, her zaman olduğu gibi gözü yaşlı, yüreği tutuşmuş bir halde türkülerimizi dillendirdi.

 

Nuri Cennet, Emmiler Emmiler Türkmen Emmiler

“Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler”
 
derken Selçuklu asırlarından gelen kıvılcım dolu rüzgârların eşliğinde, yüreğimizi kavurdu. “Annem beni kaldırmışsın atmışsın” ile “Sabahın seher vaktinde” türküsünü Cennet’ten abiden dinlemişsiniz sayıyorum tüm türkü dostlarını, değilse bilin ki eksiktir duygularınız…


Nuri Cennet-Annem Beni Kaldırmışsın Atmışsın



Nuri Cennet'ten Genç Osman ile Bir gemim var adalara yaslanır türküsü...

Genç Osman’ı okurken sanırsınız ki Bağdat’ın kapısını yeniden açıyordu ve arkası; 


 “Al sana fındık fıstık
Çürük çıktı fındık
Taş üstünde kıramadık
Ak gerdanda kırdık”
 
derken de türkü metinlerimizin olduğu gibi muhafaza edilmesine işaret ediyordu.  
Cennet abi 60 yılı aşkın, türkülerimize ruh katıyor. Önümüzdeki günlerde umreye gidecekmiş, şimdiden hayırlı yolculuklar dilerken, tez zamanda sağlıkla dönmesini ve kalplerimizde toz tutan duygularımızı türkülerle yeniden uyandırmasını diliyorum.


Nuri Cennet'ten üç türkü; Turnalar-Bülbül-Eremedim Vefasına Dünyanın

 
 

TAHİR SAKMAN
 

26 Ekim, 2024

KONYA TÜRKÜ KÜLTÜRÜ II


 

KONYA TÜRKÜ KÜLTÜRÜ II
 
Folklor Kurumu tarafından yayımlanan Folklor Halkbilim dergisinin birleşik 91-94 sayısında “Konya Türkü Kültürü II” başlıklı makalem yayımlandı.
 
İlkini, Ocak-Mart 2022 yılında aynı dergide yayımladığım makalenin içeriğinde Konya türkülerinin bazılarının doğuş hikâyelerinin yanı sıra Konya türkülerinin ne kadar önemli olduğunu gösteren folklor verileri de yer alıyor.




 
Zamanın her türlü törpüsüne rağmen Konya türkü kültürünün hâlâ bakir bir alan olduğunu göstermesi açısından da makale önem taşıyor.




 
Basın Yayın Müdürlüğünü Prof. Serap Gürsoy Hoca’mın yaptığı dergi, Türk folkloruna kaynak olması bakımından da ayrı bir öneme sahip. Tüm emeği geçenleri folklorumuz adına saygıyla selamlıyorum.
 
TAHİR SAKMAN
 

22 Ekim, 2024

Mazhar Sakman'ın Türkü Hazinesi


 Vefatının 30. yılı nedeniyle babam Mazhar Sakman'ın türkü hazinesi hakkında bir sunum gerçekleştirdim. Sunumun tamamına yakın bölümü sevgili dostum merhum Zeki Oğuz'un kızı Şafak Çakır tarafından kayda alınmış ve Youtube'da paylaşılmış, izlemek isteyenler için linkini paylaşıyorum.



18 Ekim, 2024

YERGİ

 YERGİ

Bu rahatlık(!) bizi gerdi dediler
Bizim vatandaşın derdi dediler
Sonunda çözdüler asrın buluşu
Donumuzu alıp vergi dediler

TAHİR SAKMAN

16 Ekim, 2024

ROJİNARİN



 







ROJİNARİN
 
/van gölü'nde bir ay kana batmıştır
dalga dalga kaşlarını çatmıştır/
 
kızlardan çekin elinizi
yaşamdan bahardan çiçekten
geleceğimizden
çekin hoyrat ellerinizi
 
onlar annelerimiz bacılarımız
ya sen insan suretli canavar
seni doğuran anaysa eğer
 
/çektiği emekler ziyan olmuştur
hayat verdiğine pişman olmuştur/
 
TAHİR SAKMAN

14 Ekim, 2024

VERGİ

 VERGİ 


Cebimize ateş salabilirler
Cüzdanın dibine dalabilirler
Fasulye yemeyin aman dostlarım
O&uruktan vergi alabilirler 


Tahir Sakman

12 Ekim, 2024

PARSEL


 

PARSEL
 
canlar katliamda gördü sizi
uykusuzdular
yarım kaldı masum nefesler
sığamadılar
bu siyah poşet kimin parseli
 
elleriniz kirli olsa kolaydı
vicdanlarınız bayım
hangi poşete sakladınız
 
Tahir Sakman

11 Ekim, 2024

KIZÇELERİM


 KIZÇELERİM


Bugün Dünya Kız Çocukları Günü... O zaman benim dört kez kutlamam gerek... 


En değerli varlığım kızlarım; kız babası olmanın onurunu dört kez yaşattığınız için teşekkür ederim. 

 
Ayrıca üç de kız torunum var;  hepsi mutluluk kaynağım...  Benden daha şanslı kim olabilir ki bu dünyada?


Kızlarımıza daha iyi bir dünya bırakmayı seçiyorum. Güçlü kızlar güçlü ülkenin teminatıdır. Kızlarımıza aydınlık Türkiye yolunda büyük önem veren Ulu Önder Atatürk'ü de rahmetle anıyorum.


TAHİR SAKMAN

08 Ekim, 2024

SILA

 SILA



Ahınıza vahınıza 
Geç kalmış eyvahınıza
Tepkin yoksa etkin yoktur 
Yuh olsun ervahınıza


Adınıza sanınıza
Reva mı insanınıza
Sıla bebek sır olmuştur 
Ateş düşsün canınıza



TAHİR SAKMAN

02 Ekim, 2024

MAZHAR SAKMAN ŞİİRLERİ

 

Mazhar Sakman'ın el yazısıyla yazdığı cönk...


MAZHAR SAKMAN ŞİİRLERİ
 
Kuşkusuz Konya türküleri denildiği zaman akla gelen ilk kişilerden olan merhum Mazhar Sakman, yaşadığı döneme damgasını vurmuş biri olarak Konya türkü kültürünün önemli bir parçası olarak türkülerimizin geleceğine de ışık tutan bir sanatçımızdır. Hem alaylı hem mektepli olması ve bunun yanı sıra bando astsubayı olarak uzun yıllar görev yapması nedeniyle Batı müziğine de hakim olması, 12 tellinin yanı sıra fasıllarda tambur çalması onun çok yönlü birikimini de anlatır. Bu birikimini, Samsun Ladik Köy Enstitüsü’nde bando kurarak zirveye taşırken hiçbir zaman Konyalı kimliğini unutmamış, üzerinde bir nişan gibi taşımıştır.
 
Konya türkülerinin geleceğe taşınmasında bu birikimini türkülerimizi notaya alıp yayımlayarak da önemli hizmetleri olmuştur.
 
Mazhar Sakman gibi çok yönlü sanatçılarımız çoğu zaman hayatlarını kazanmak için farklı meslek dallarında çalışmışlar ve hiç kimseye muhtaç olmamışlardır. Merhum Sakman bunca sanat birikimine rağmen saat tamirciliği yaparak geçimini temin etmiştir. Özellikle antika saatlerin tamiriyle uğraşarak şehrimizdeki saatçilerin arasında haklı bir üne kavuşmuştur.


Cönkün ilk sayfası...


 
Babam Mazhar Sakman’ın bugüne kadar hiç anlatmadığım şairlik yönünden bahsetmeliyim. Babaannem Vesile Sakman’ın irticali şiirler söylediğini ve günümüze ulaşan dörtlüklerinden zaman zaman söz etmeme rağmen babam Mazhar Sakman’ın şiirlerinden yok denecek kadar söz ettiğimin üzüntüyle farkına vardım.


    
Cönkün fihristi...

Mazhar Sakman’ın şiirlerinde ilk gözünüze çarpan yoğun bir duyguyla gurbet teması öne çıkar. Bunu uzun yıllar Konya dışında olmasına bağlayabiliriz. Okul hayatından başlayarak önce başçavuş rütbesine kadar yükseldiği ordu hizmetindeyken görev yaptığı yerlerde sonra köy enstitüsünde öğretmenlik yaptığı dönemlerden kalma bir hüzün olmalıdır.
 
Esasen Konya’da o dönemlerde söz sahibi olmuş âşıklarına bakarsanız ve Sakman’ın okuduğu türkülerdeki güçlü mısraların da Sakman’ın şiirlerinde etkili olduğunu varsaymamız mümkündür. Geçmişte şiirin hayatımızdaki yoğun rolü de bu etkiyi getirmiş olmalıdır.
 
Mazhar Sakman, ilk gençlik yıllarında Konya Muallim Mektebi’nde öğrenci olduğu dönemlerde beğendiği şairlerin şiirlerini yazdığı bir defter arşivimizdedir. Bu şahsi cönk bile onun edebiyat tutkusunu açıklar gibidir. Eski Türkçeyle kaleme aldığı bu cönkte dönemin şairlerinin şiirleri yer almaktadır. 1931 tarihinde yazılmaya başlanan 55 sayfalık cönkün son sayfasında da Latin alfabemiz yer almaktadır.
 
Sakman’ın ulaşabildiğimiz şiirleri çok fazla değildir; tıpkı o da annesi Vesile Sakman’ın şiirleri gibi yazıdan ziyade sözlü kültürün bir parçası olarak büyük bölümü kaybolmuştur. Elimize ulaşan şiirleri dostlarının gazete köşelerinde yayımladıklarından ibarettir. Ayrıca kendi el yazısıyla dostlarına hediye ettikleri dörtlükler ile yakın dostu Hattat Hüseyin Öksüz’ün talebelik dönemlerinde yazdığı bir dörtlük ve nihayet mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği bir dörtlük vardır.


Selçuk Es'in Büyük Konya Ansiklopedisi'ndeki Mazhar Sakman maddesi...


 
Merhum Selçuk Es’in Yeni Konya gazetesinde 1972 yılından itibaren yayımladığı dört adet koşma ile yine merhum Es’in Yeni Konya gazetesinde tefrika ettiği Büyük Konya Ansiklopedisi’nde bir dörtlüğü vardır.
 
28.7.1972 tarihinde Büyük Konya Ansiklopedisi’nde Sakman’ın kısa bir biyografisine yer veren Es, kendisinin de hasbelkader kanun çalması yönüyle de Sakman’dan övgüyle bahsederken “iyşü işret düşkünlüğü” nedeniyle zaman zaman sıhhatinin bozulduğundan da bahsetmiştir.  
 
“Mazhar Sakman’ın oldukça zengin bir söylediği koşma, divan ve semailerden müteşekkil eserleri olup aşağıdaki koşma da bir hatıra olarak kendisi tarafından Ansiklopedimize gönderilmiştir, aynen sunuyor teşekkürlerimizi bildiririz:“ şeklindeki açıklamasından sonra bir dörtlüğüne yer vermiştir. Koşmanın tamamı ne yazık ki mevcut değildir. Dörtlük şöyle:
 
Görmedi Dünya’da vefayı Mazhar,
Açılsın gönlümüzde eyyamı bahar.
Çok söyledim canan, darılma zinhar,
Meram bağlarında gezdirdin beni.


Selçuk Es'in şiirleri yayımladığı Yeni Konya gazetesinin kupürü.


 
Selçuk Es tarafından Yeni Konya gazetesindeki Sohbetler isimli köşesinde 15 Kasım 1972 tarihinde “Mazhar Sakman ve iki koşması” başlıklı makalesinde Sakman’ın sanatından övgüyle söz ettikten sonra “İstanbul Türk Folklor Araştırmaları dergisinde yirmi yıl evvel yayımlanmış bir koşması ile bu yılki ramazan içerisinde bizzat göndermek lütfunda bulunan sofiyane son koşmasını aşağıda meraklılara sunarken Ulu Tanrıdan cümleten uzun ömürler temenni eder muvaffakiyetler dilerim” şeklinde yazdıktan sonra aşağıdaki iki koşmayı yayımlamış.
 
 
ESKİ KOŞMASI
 
Mihnetli dünyanın türlü gamine,
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Ayrılığın koru değse semine;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Diyar diyar, gurbet ile çıkarsak;
Düşmanlardan ıraklara kaçarsak;
Han bulamaz sokaklarda yatarsak;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Yavrularım ardım sıra ağlaşır;
Babam nerelerde diye söyleşir;
Gün olur da kuzu gibi meleşir;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Sükûnu yok buraları nideyim;
Sazı alıp yedi dağa gideyim;
Ahvali belirsiz nasıl ideyim;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Uzaklardan ben bir haber alamam;
Pek dardayım daha fazla duramam;
Murad itsem yollarını bilemem;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
Gurbete gönderdim üç satır yazı;
Bu yıl şöyle böyle geçirdik yazı;
Mazhar’a söyletir gel bazı bazı;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
 
 
SOFİYANE KOŞMA
 
Eğer lafzı Celal vird eylersen,
Ki ukbada kâşane daha neler var,
Ol Muhammet Mustafa’yı serd’eylesen,
Şiricde [sırıç] ne umhane daha neler var.
 
Oku evvel bilirsen ahdı atiki,
Fehmet ol zeman nebi’i hadiki,
Ahir zaman mürseli, nebi sadiki,
Ahdi cedidi refahgâh daha neler var.
 
Ketebi ilahîyi tasarru et,
Esmai ilahiyi tecbit et,
Elkabı Muhammediyi teşbiye et,
Tefsiri hadiste daha neler var.
 
İkra eyledi Hallaki cihan,
Ta’at üzre ümmi süruru cihan,
Ecmainle yarlığa halimiz pünhan,
Ol yevmil’mev’udda daha neler var.
 
Habibi Ekrem nebi’i füyuzat,
Deriğ etme hatırdan saat, be saat,
İs’lar’de eylerim her dem münacat,
Mazhar gibi aciz daha neler var.
 
Elfakir Havace Mazhar
10 Ramazan 1392


Bir başka şiirin kupürü.


Merhum Es yine aynı köşesinde 21 Mart 1973 tarihli “Mazhar Sakman’dan bir koşma” isimli yazısında ise şu şiire yer veriyor. Şiirde merhum Es’e daha önceki makalesinde iyşü işret düşkünlüğünü yazdığı için bir göndermede de bulunuyor Mazhar Sakman:
 
KOŞMA
 
Ey hasnayi âlem incittin beni,
Sitemlerin sinede rahneler açar.
Değişmem cihana gayşettin beni,
Bu cevrin dilimde, naleler açar.
 
Seyragâh âlemin bir garip aciz,
Dil hastasıyım elzem bir tabib naçiz,
Derdime deva ol ev tayyip’pekiz,
Lâkaydın derunda yâreler açar.
 
Bilvefadır herkes kelâmı bilmez,
Cehle garkolmuş allâmı bilmez,
Onbeş yıl gurbette selâmı bilmez,
Bu ham akatin çeşmimde zareler açar.
 
Nuş edelim bade, nereye varılır,
Hoca demkeş diye Selçuk’bey darılır,
Efganıma yavrular, boynuma sarılır,
Peymane hayalimde kareler açar.
 
Akdara murikim sermest gezerim,
Alâmdan mahzuzum bi basir sezerim,
Hakka müteveklilim bihaber ezerim,
Dilârat’ın ömrümde pazeler açar.
 
Söyleyemem bir dahi ben bu sözleri,
Enini iftirakım şehlâ gözleri,
Affeyle Kibriya illâ bizleri,
Mazhar’ın kalbinde nureler açar.



Mazhar Sakman'ın Münacaat'ının yayımlandığı gazeteni kupürü...


Yine Yeni Konya gazetesinin 28 Temmuz 1973 yılında yayımlanan nüshasında Selçuk Es’in “Düşünce Alanı” isimli köşesinde Mazhar Sakman’dan bir münacaat başlıklı makalesinde “Üstadın bana göndermek lütfunda bulunduğu (Cenabı lemyezele koşma tarzında Münacaat) başlıklı yazısını Yeni Konya okurlarına sunarken Folklör meraklılarına da bir doküman vermiş olacağım kanısındayım” dedikten sonra aşağıdaki şiiri yayımlıyor. Mısralar arasında yağmur dilekleri göze çarparken o yıl Konya’da bir kuraklık yaşandığına işaret ederken ailevi nedenlerle evlatlarından da ayrı kaldığını vurguluyor.
 
MÜNACAAT
 
Ey feyyazı mutlak, ey bari hüda,
Rahmetinden bizi mahrum buyurma,
Ger yevm’i mevud’da kalırsak cüda,
Halk içinde bizi mahzun buyurma.
 
Heft’ü cihana sığmaz pür isyanımız,
Kaf dağı misali; pür nisyanımız,
Na’beca tevildir pür nesvanımız,
Bizi germekten makrus buyurma.
 
Hasret oldu suya cihadat bile
Mağfiret dilemek, pek kolay dile,
İnsanlarınşimdi ef’alı bile,
Ger narında bizi efzun buyurma.
 
İhsanını bekler gökte gözümüz,
Bir günahkârız heman siyah yüzümüz,
Tesin etmez cehle sözümüz,
Şarabı Kevser’den mahrus buyurma.
 
Yağmur diye ağlar, koyun kuzular,
Rabbın gazabından ciğer sızılar,
Hıfz buyur halik kara yazılar,
Bizleri ihra’ra makruz buyurma.
 
Musallaya çıktık üç gün üç gece,
Yalvardık Kebir’ya’ya söyledik hece,
Nadan kelâm bilmez ey naçiz noca,
Penhanından bizi mahzun buyurma.
 
Kar’a hasret kaldı ol yüce dağlar,
Susuzluktan kurudu bahçeler, bağlar,
Bu efgân ve kıhıt ciğerim dağlar,
Yarab bizi rahmetinden mahzun buyurma.
 
Zinhar kelâmları sazla söylerim,
İhra’ya meylim var dehri neylerim,
Gurbette yavrular, gönül eylerim,
Eltafından bizi mahzun bırakma.
 
Garip MAZHAR der ki çokça biz azdık,
Sözümüz arife, ol ol cihet yazık,
Ebucehil gibi kuyumuz kazdık,
Bab’ı hacette’yiz maksur buyurma.
 
17 Nisan 1973
Elfakir pür taksir havace
Mazhar


Eski Türkçeyle Mazhar Sakman'ın kendi el yazısıyla yazdığı dörtlük.


Elimde bir kağıda yazılmış bir dörtlük var. Babam kendi el yazısıyla eski Türkçeyle yazmış ve hatıra olsun diye vermiş. Sanırım yazdığı dostu da bana vermiş, kim olduğunu hatırlamıyorum ama üzerinde 18.4.1991 tarihi var. Kâğıdın arka yüzünde ise dörtlüğün Türkçesi yer alıyor:



Aynı dörtlüğün Türkçesi...

 
Meskenim dağlar başı seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban lokmana hacet kalmadı
Elhac Mazhar
 
Söz konusu şiiri, şehrimizin dünyaca ünlü hattatı Hüseyin Öksüz’e de vermiş ve Sayın Öksüz’ün talebelik dönemlerindeki yazmıştır. Bir dönem Hüseyin Öksüz’e talebe olmakla onurlanan kızım Şule’nin evindeki en nadide köşesinde hatıraları canlandırmaktadır.  


Hattat Hüseyin Öksüz'ün talebelik dönemlerinde hat ile yazdığı Mazhar Sakman'ın dörtlüğü.

 
Şiirlerimin bu dörtlükten sonra hükmü kalmamıştır. Bunca yıldır yazdığım şiirlerde böylesine bir duygu ve anlatım yakalayamamış olmanın hüznü beni yakarken, bu dörtlüğü söyleyenin babam olması hüznümü artırmalı yoksa azaltmalı mı, bilemedim…
 
Dörtlükte merhum Sakman’ın nasıl bir düş kırıklığı içinde olduğunu ve hüznünü hissetmemek mümkün değil. Dörtlüğün yazılı olduğu pusulanın üzerindeki tarihi baz alırsak vefatından üç yıl önce 81 yaşında yazdığını varsayabiliriz. Bu muhteşem dörtlükte anlatılanları tasvir etmek benim için duygusal açıdan oldukça zor. Dünyadan bu kadar soğutan neydi babamı bilmiyorum ama oturakların meşhur sarı oğlanı nasıl bir üzüntüye kapılmış ki bu mısraları adeta bir ilaç gibi terennüm etmiş.
 
Dağlar başını mesken tuttuğunu, derin bir yalnızlık içine gömüldüğünü ve artık dünyayı seyretmenin bir anlamının olmadığını söylüyor ve zehir içtiğini, dermana ihtiyacının kalmadığını belirtiyor. Dörtlüğün devamında hüzünlerinin, hayal kırıklıklarının kronik hale geldiğini belirterek tabiplere sesleniyor ve artık ilacın kâr etmeyeceğine işaret ediyor. Dostlarından da bir vefa görmemiş olmalı ki onlara da sitem ederek Lokman Hekim’e bile gerek duymadığını söylüyor.
 
Geçmişin ihtişamlı günleri aklına gelmiş olmalı… Dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonunda yalnızlığın ne olduğunu en çok sanatçı ruhlu insanlar bilirler. Babam da böyle hüzünlü bir günde bu dörtlüğü yazmış olmalı. O yıllarda birlikte yaşamamıza rağmen ne bu dörtlükten haberim oldu ne de babamın hüzün dolu yalnızlığından… Kendime çok kızıyorum ama umarım ki şiirlerini yayımlamam vesile olur da beni affeder…
 
Bu dörtlükle ilgili olarak daha önce yazdığım bir makalede de şiir ayrıntılı olarak incelenmiştir. Okumak isteyenler için link: https://tahirsakman.blogspot.com/2022/10/meskenim-daglar-basi.html
 
Genel olarak baktığımız zaman ağdalı bir Osmanlıca ile kaleme alınan şiirlerdeki dini duyguların yoğunluğu hemen göze çarparken mahlas olarak Mazhar’ı seçmiştir.
 
7 Eylül 1994 yılında babam sır oldu… Babam son günlerinde şehrimizin önemli müzisyen ve bestekârlarından Timur Alpsakarya bana bir kağıt getirdi. Kâğıtta bir dörtlük yazılıydı ve bu dörtlüğün mezar taşına yazılmasını vasiyet etmiş:

 
Ol kadar mağmum seng-i mezârım acep nedendir
Şu hâk içre metfun olmuş yatan cânip bedendir
Sorma zâir pür melâl hâlini Hoca Mazhar’ın
Râh-ı ebediyete zâr ü zâr ağlayıp gidendir
 
(Mezar taşım neden üzüntülüdür, toprağa gömülen garip bedendir, sorma ziyaretçi Hoca Mazhar’ın üzüntülü halini, ağlayarak ebediyete gidendir.)


Tahir Sakman, babası Mazhar Sakman'ın Üçler Mezarlığı'ndaki kabri başında
 yıl 1999...

 
Her ne kadar babaannemin ve babamın duygu yoğunluğunu ve kalitesini yakalayamamış olsam da ailemizin şiir geleneğini sürdürmek de bana kaldı. Abim Vedat Sakman, babamın müzisyen genlerini şarkılarıyla sürdürürken, kız kardeşim Vesile de ressam olarak sanatın bir başka dalında çalışmalarını sürdürmektedir.
 
Biz Sakman ailesi olarak şehir kültürüne olan hizmetimizin boşa gitmediğini görmenin kıvancını yaşıyoruz. Gelecek kuşaklardaki olası Sakmanların da bu yolda yürümesi en büyük temennimizdir.
 
TAHİR SAKMAN