YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

20 Ağustos, 2025

BİR KAŞIĞI CİHANA DEĞER


 

BİR KAŞIĞI CİHANA DEĞER
 
Eskiden divleklerimiz vardı…
 
Hatta “gaşşık gavunlarımız…” Çumra’nın o meşhur kavunlarından artık eser kalmadı, ne gelirse hepsi “yabandan” geliyor artık…
 
Şehrin en önemli sosyalleştiği alanlardan biridir aslında pazarlar… Ne alaka demeyin hemen, önce bir dinleyin:
 
Selçuklu gibi bir devlete başkentlik etmiş; bünyesinde şairleri, mutasavvıfları, müzisyenleri ve bilim adamlarını barındıran, onları kollayıp himaye eden ve teknolojiye de öncülük eden öz be öz Türk bir coğrafya… Selçuklu’nun yıkılmasıyla Karamanoğulları öne çıkmış onlar da Konya’yı başkent yaparak Türkmen kültürünü, Oğuz kültürünü devam ettirmişlerdir.
 
Osmanlı’nın Konya toprağını kendisine bağlamasıyla şehir başkentliğini yitirmiş ve halkı da bu üzüntüyle yüzyıllar sürecek bir küskünlükle içe kapanmıştır.
 
Konya küçük bir şehirdir; bağ evlerinin, kerpiç odalarının serin yazgısında, tozlu yolların ufukta kaybolduğu bir bozkır coğrafyasıdır.
 
Pazar yerleri, halkın birbirini daha sık gördüğü yerlerdir. Hatırlayınız; daha düne kadar pazar günleri, önce Zindankale’de sonra Muhacir Pazarı’nda pazar günleri kurulan pazarlarda alışveriş ederdik. Zindankale’de ki pazar yerinde, bahçemizde bulunan ve buz gibi suyu olan kuyudan testiyi doldurur, iki bardağı beş kuruşa satardım… Ne paraydı ama…
 
Bir keresinde bir bardak doldurmuş ama ikinci bardakta su bitince, bir koşu testiyi tekrar doldurduktan sonra hemen gelsem de pazarcıyı bulamamıştım… Pazarcı amca; o içip parasını veremediğin “bir bardak su var ya, helali hoş olsun…”
 
İşte o pazarlarda satılırdı divlek… Babam özenle seçerdi, genelde bir tarafları yarık olurdu hatta ben bay çokbilmiş, bunlar çürük demeye kalksam da… eve gidip de kaşıkla kavunlara dalınca, çürük olmadığını sadece fazla olgun olduğunu anlardım.
 
Şimdi Çumra’da ne kavun var ne divlek… eskisi gibi ekilmiyor… Bizler o lezzeti tatsak da yeni neslin hiç haberi bile yok… Hem olsa ne olacak ki o kaşıklar da yok zaten, metal kaşıklarla mı yiyeceğiz o canım kavunları?
 
Lokum desem lokum değil, bal desem bal değil, öyle bir divlek ki bir kaşığı cihana değer!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

19 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 32 KAYA BAŞI EVLERİ


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 32 KAYA BAŞI EVLERİ

Konya oturaklarında okunan bu türkümüzü Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken, udi Cenap Kendi ile kanun sanatçısı Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.


https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya


https://youtu.be/IePqZF6EAfo?si=RnMeORthi3JrCGKl


TAHİR SAKMAN



18 Ağustos, 2025

ŞİMDİ KURU ZAMANI!


 

ŞİMDİ KURU ZAMANI!
 
Muhacir Pazarı'nın pazarını çok severim...
 
Hele bu mevsimde rengarenktir; çiçek bahçesi desem yeridir... Her birinde emek ve ter olan ve Konya toprağının bereketini yarıştırırcasına sergilenen domateslerin, biberlerin, patlıcanların, salatalıkların "civir civir" görüntüsünü hiçbir şeyle değişmem...
 
“Ayşapla'nın, Fatmapla'nın...” nasırlı ak elleri öpülesi ninelerimizin, "diyzelerimizin", emmilerimizin topraktan bereket fışkırtan marifetleriyle bizlere lütfettikleri, o “canım canım domatislerdeki, balcanlardaki” lezzeti / şifayı başka bir yerde bulamazsınız...
 
Eskiden Konya'nın domatesi, üzümü çıktı mı arkası “güz geldi” derdik... Şimdilerde erken çıkıyor, pazarda Hatıp üzümü görmek şaşırttı ve sevindirdi tabii ama dimnit üzümüne daha çok var.
 
Etli ekmek yaptıracaksanız, çıkınca haber ederim!
 
Şimdi kuru zamanı... Hani eskiden beri adetimiz var ya unutmayın!  Ben, o adı biber olsa da üzerine şiirler söylediğim baldan tatlı, Konya'nın gastronomi simgesi olacak kadar değerli kıl biberlerden aldım. Sonra yerli balcanlardan... Dolma biber, barbunya ve daha neler neler...
 
Bir kısmını buzluğa bir kısmını kurutmaya ayırdık. Haftaya da domates ve kapya biber alacağım...
 
Çekilen emeğe göre de fiyatları oldukça uygun, turşu zamanı eminim bu fiyatlar ikiye katlar. İnanın şu anki fiyatlar toplama parası bile değil! Benden söylemesi...
 
Konya'nın toprağını ve ona değer katan, anlamlandıran Konya insanını seviyorum... "Ana guzum ellerimle yaptım" diyen Hatçaba'nın peynirini, yoğurdunu... Tıpkı anamın peyniri gibi, "çölmekte" tuzlu suyla beslediği / koruduğu peynir gibi... Damakta bıraktığı lezzeti anlatamam.
 
Eğer pazardan almışsanız, Fadimaba'nın eli değmişse vallahide şifadır billahi de...
 
İki misli fiyata alasınız gelir; çünkü bu lezzet Konya toprağındadır, bu lezzet ninelerimizden bize kalan son mirastır...
 
Bizden sonraki nesil bu lezzeti tadabilecek mi bilmem ama bildiğim; şimdi kuru zamanı ve bu lezzetin tekrarı yok!..
 
TAHİR SAKMAN

17 Ağustos, 2025

TÜRKÜ TÜRKÜ GİBİ ÇALINMALI OKUNMALIDIR!

Fotoğraf 70'li yıllardan, Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken...


 

TÜRKÜ TÜRKÜ GİBİ ÇALINMALI OKUNMALIDIR!
 
Gazeteci, merhum İbrahim Sur ağabeyimizin sanatçı oğlu Onur Kıvılcım Sur çok doğru bir yazı paylaşmış.
 
Babam Mazhar Sakman'ın çalıp söylediği türküleri yayımlarken de amacım buydu; otantik şekliyle kaynaktan geleceğe türkülerimize taşımaktır. Bizim ki şair Vural Kaya'nın kitabımla ilgili yazdığı yazıdaki tespiti gibi "kültürel bir direniştir."
 
Teşekkürler Sevgili Onur...
 
Onur'un yazısı şöyle:
 
 Bugün Türk Halk Müziği, adeta kendi yurdunda sürgünde bir sanat dalına dönüşmüş durumda. Toprakla, gelenekle, halkla kurduğu o derin bağ giderek koparılıyor; yerini estetik süslemeler, sahne şovları ve “mistik aura” adı verilen yapay duygu düzenlemeleri alıyor. Herkes kültüre hizmet ettiğini söylüyor ama yapılan işler çoğu zaman kültüre hizmet değil, kültürün formunu bozarak içini boşaltmak anlamına geliyor.
 
Bugünlerde Türk Halk Müziği adı altında yapılan bazı sahne düzenlemelerinde kulağımıza çarpan şey artık bir türkü değil, kimliğinden uzaklaştırılmış, tanınmaz hale getirilmiş bir “sahne gösterisi”dir. Gelenekten, ruhtan ve özden uzaklaştırılmış, batılı enstrümanlarla “zenginleştirildiği” iddia edilen ama gerçekte sadece içi boşaltılmış, süslenmiş ve pazarlanabilir hale getirilmiş bir sesle karşı karşıyayız.
 
“Mistik bir hava kattık”, “Doğu ile Batı’yı buluşturduk”, “Sentez yaptık” gibi süslü ifadelerin ardında, çoğu zaman kaynağa yabancılaşma, halktan kopma ve popüler beğeniye teslim olma durumu vardır. Oysa halk müziği, kökleri toprağın derinliklerine uzanan bir çınardır. Onu çekip başka bir saksıya dikemezsiniz.
Elbette müzik gelişebilir, yeni yollar arayabilir. Ancak bu “arayış” geçmişi hiçe sayarak değil, onu anlayarak ve taşıyarak olur. Neyin sentez olduğu ile neyin asimilasyon olduğu arasında çok net bir çizgi vardır. Eğer türkü icra edilirken bağlama sadece dekor olarak sahnede duruyorsa, eğer halkın sesi yerine yaylı kuartetlerin tınısı merkeze yerleştiriliyorsa, eğer makamlar yerine akorlarla armonize edilmiş halk melodileri duyuluyorsa, orada bir sentez değil, kimlik silinmesi vardır.
 
Daha da çarpıcı olan ise bu yaklaşımın sadece bireysel sanatçı tercihleriyle sınırlı kalmaması. Bu işin içinde olan, çok değer verdiğimiz, "üstad" dediğimiz bazı insanlar bile, halk müziği konserlerinde batı müziği sazlarını ana eksene koyabiliyor; “kültür sanat” adı altında barlarda para kaygısıyla özensiz sahne düzenlemelerine çıkabiliyor. Kimi zaman en güvendiğimiz ustaların bile, onca halk sazımız dururken batı enstrümanlarıyla bir türküye arabesk nağmelerle eşlik ettiğini ve alkış aldığını görmek; inanan ve emek veren biri olarak büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü bu sadece bir enstrüman tercihi değil; bir duruş, bir aidiyet ve bir kültür taşıyıcılığı meselesidir.
 
Halk müziği, Anadolu insanının hem sesi hem dili hem de ruhudur. Sazın teliyle konuşur, hüzünlüce iç çeker, bozlakta haykırır. Bu dili kırmak, bu sesi bastırmak; sadece müzikal bir müdahale değildir. Bu, aynı zamanda Anadolu’nun kültürel belleğine yapılan bir saldırıdır. “Mistik bir aura” adı altında içine dumanlar, elektronik yankılar ve batı motifleri katıldığında, türkünün özü değil; şekli konuşur, ruhu kaybolur.
 
Ama en az bu kadar ciddi bir başka sorun daha var: Kendi kültürünü tanımayan toplumların, o kültürü bir yabancının elinden “farklı” duyduğunda büyülenmesi. Bugün Petra gibi, bağlamayı kendi kendine öğrenmiş, Türk müziğine ilgi duyan yabancı müzisyenlerin videoları büyük ilgi görüyor. Bu iyi niyetli bir çaba olabilir, saygı duymalıyız. Ben de hayranlıkla dinliyor ve gençlerimize örnek olduğunu düşünüyorum. Ancak Petra kendi çabasıyla çaldığı bağlamayı, sonrasında büyük sahnelere taşıyıp, yanına arp, çello, elektro gitar, piyano koyarak; türküyü kendi bağlamından koparıp “evrenselleştirdiğinde”  ne yazık ki büyük alkışlar alıyor.
 
Ben de farklı kültürlerde yetişmiş, farklı coğrafyalarda büyümüş yabancıların müziğimize ilgi duymalarından çok etkilenmiştim. Bir yabancının bizim ezgimize duyduğu ilgi içten görünüyordu. Ama sonra gördüm ki, o sahnede artık toprak kokusu yok. Türkü, kendi yatağından çıkmış; büyük orkestraların, dijital efektlerin, yapay sislerin arasında kaybolmuş. Ve bizim halkımız, kendi kültüründen koparılmış bir biçimi bile büyülenerek izliyor. Çünkü kendi sesine uzun zamandır yabancılaştı. Ne yazık ki, bizden birinden türkü duyunca “eski” diyor, “köylü” diyor; ama bir Avrupalı çaldığında “ne kadar derin, ne kadar mistik” diyoruz.
 
Bize düşen görev, halk müziğini sahneye taşırken onu tutsak etmek değil, özgürleştirmektir. Batıdan aldığımız bir kemanla, elektro gitarla, piyanoyla ya da efektle değil; bağlamanın nefesiyle, bozlağın bozkırla kurduğu ilişkiyle konuşmalıyız.
 
Kültüre hizmet etmek, onu halktan koparıp vitrinleştirmek değildir. Kültüre hizmet, onun ruhunu koruyarak gelecek kuşaklara taşıyabilmektir.
 
Türküye mistik bir ruh katmak, elektronik ses cihazlarına koyduğumuz yabancı isimler gibi anlaşılması güç bir kavram değil, "öz" le, sadelikle, yürekle olur. Ve o yürek, toprağın kalbinden gelen o sesi tanıyorsa, o zaman gerçek olur. Bugün bize düşen en büyük görev, özgünlüğümüzü korumaktır. Kültürümüzü başkasının elinde “süslenmiş” biçimiyle değil, bizim elimizden, bizim dilimizden, bizim yüreğimizden çıkan haliyle yaşatmak zorundayız.
 
https://www.facebook.com/share/p/172xQ29ky7/


ONUR KIVILCIM SUR




 

16 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 31Şu derenin armudu (Ustan kim idi/ Şeker o...


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 31 ŞU DERENIN ARMUDU (USTAN KİM İDİ / ŞEKER
OĞLAN/ŞABAB OĞLAN)
 
Konya oturak geleneğinde önemli bir yere sahip olan bu türkümüz hareketli ezgisiyle de oturakların ruhunu yansıtıyor.
 
 Şu derenin armudu  
 Kızım baban var mıydı
 Annen baban olsaydı  
 Seni buralarda kor muydu
     Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
     Ablası dalgalı güzel oğlan
       Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
       Akşam ki gelenler kim idi (yâr)
 
Bir taş attım alıca  
Bir kuş vurdum delice 
Kız Mevlâ’yı seversen  
Al beni içeriye
     Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
     Ablası dalgalı güzel oğlan
       Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
       Akşam ki gelenler kim idi (yâr) (Ah)      
 
Karşıdaki kiliseler
Kilidini kırsalar
Dünya malı neylerim
Nazlı yâri verseler   
     Ustan (da) kim idi şeker oğlan (şabab oğlan)
     Ablası dalgalı güzel oğlan
       Ustan (da) kim idi kim idi (yâr)
       Akşam ki gelenler kim idi (yâr)
 
Mazhar Sakman’ın türkü defterinde ise ilave şu güfteler yazılıdır:
 
Şu dere serin dere
Suları serin dere
Sarılalım yatalım
İkimiz bir mindere
Ustan kim idi şeker oğlan
            Ablası dalgalı güzel oğlan
            Tenhalarda nazlı gezen oğlan
            Gezip de bağrımı ezen oğlan
 
 Karşıdaki kilseler
 Kilidini kırsalar
 Dünya malı neylerim
 Nazlı yâri verseler
            Ustan kim idi kim idi yâr
            Akşamki gelenler kimidi yâr
            Ocakta suların ilidi yâr
 
Bir taş attım dereye
Ay düştü pencereye
Kız Mevlâ’yı seversen
Al beni içeriye
Ustan kim idi şeker oğlan
            Ablası dalgalı güzel oğlan
            Tenhalarda nazlı gezen oğlan
            Gezip de bağrımı ezen oğlan
 
Türkünün notası 2 Mayıs 1963 tarihinde Şehir Postası gazetesinde Mazhar Sakman tarafından yayımlanmıştır.

https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya


https://youtu.be/23s6rzJEkX4?si=ZdYVHXTlOb8Ttixx


TAHİR SAKMAN


13 Ağustos, 2025

TÜRKÜ HAZİNESİ MAZHAR SAKMAN

 

https://www.kitaphaber.com.tr/turku-hazinesi-mazhar-sakman-k7109.html 


Sevgili dostum Vural Kaya lütfetmiş Türkü Hazinesi Mazhar Sakman isimli kitabımla ilgili yazmış. Zarif üslubuyla bizi onore ederken de şehrin kültürüne ve kültür adamlarının önemine işaret etmiş. 

Doğru anlaşılmanın verdiği sevinçle Vural dostuma teşekkür ediyorum. 

İyi ki bu şehirde "senin gibi" şair olmanın omuzlarına yüklediği sorumlulukla sanatı, sanatçıyı, edebiyatçıyı anlayan edebiyatçılar var. 


TAHİR SAKMAN


Türkü Hazinesi Mazhar Sakman
13.08.2025 09:00 - Vural KAYA


Türkü Hazinesi Mazhar Sakman
Semaya karışan hanendelerin sazendelerin hatırat defterinde olanları büyük saz ustası ve türkü hazinesi Mazhar Sakman'ın hatıralarını oğlu Şair Tahir Sakman fevkalade bir dil işçiliğiyle kaleme aldı. (Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları, 2025)

Konya'nın bağ evlerinde, oturak gecelerinde, taş duvarlar arasında yankılanan türküler… Hatıraları en diri en zinde tutan şey müzikse bunların başında da elbet Türkü gelir. Bu hatırlar aynı zamanda döneminin sosyolojisini ve kültürünü de yansıtıyor. Belki de bütün bunların cem olduğu mümbit şeyin adına folklor deniliyordur yüzyıllardır.

İşte bu hatıratın odak noktası, bize söylediğidir: Mazhar Sakman'ın sazında bir araya gelmiş, ses olmuş, zamanın göğsünde yolculuğa çıkmış ne varsa. Şimdi ise bu sesler, Tahir Sakman'ın titiz kaleminde bir arşiv, bir hatırat ve bir kültür mirası olarak yeniden hayat buluyor. Bir de şu var. Her tarihe iz bırakmış babanın ya da annenin evladı, füruu ya da bu işlere meyyal olmuyor maalesef. Mazhar Sakman'ın yaşarken de vefatından sonra da en büyük şanslarından biri de bugün kendi hatıratını kaleme alabilecek edip bir oğlunun oluşudur da aynı zamanda.
Mazhar Sakman'ın Türkü Hazinesi, sadece bir türkü kitabı değil; bir şehrin ruhunu taşıyan müzikli bir bellek, ustadan oğula geçen derin bir vefanın örneği olarak karşımızda duruyor.

Bu kitap, "Bana Konya'yı Anlat" hatırat serisiyle birlikte her sese, sözsüz ama ezgili bir yanıt veriyor. Çünkü burada aktarılan, sadece notaya dökülmüş türküler değil; aynı zamanda Konya'nın sosyal dokusu, oturak kültürü, musiki meclisleri ve yitmeye yüz tutmuş bir halk müziği geleneğidir. Tahir Sakman'ın yıllar süren çabasıyla oluşan bu eser, Mazhar Sakman'ın kasetlerinden, bant kayıtlarından, el yazmalarından ve hatıralarından derlenmiş yüzlerce türküyle Konya'nın zengin müzik mirasını günümüze taşıyor.

Mazhar Sakman, yalnızca bir halk sanatçısı değil; Konya şehir musikisinin yaşayan hafızası, sazı bir hatırlama biçimi olarak kullanan bir kültür elçisidir. Hem alaylı hem okullu bir büyük türkü ustası olan Mazhar Sakman'ın oturak meclislerinde çalıp söylediği türkülerle, sadece melodileri değil; onların ardındaki hikâyeleri, insanla, mekânla ve zamanla kurduğu bağı da aktarmıştır. Onun belleğinde saklı kalan bu sesler, Tahir Sakman'ın kalemiyle bir kitapta toplanarak kaybolmaya yüz tutmuş değerlerin korunmasına öncülük ediyor.

Türkü Hazinesi, aynı zamanda bir kültürel direnişin kitabıdır. Yitip gitmeye yüz tutmuş bir müzik geleneğini kayda geçirerek, unutulan seslerin yeniden duyulmasını sağlıyor. Bu yönüyle eser, usta-çırak ilişkisiyle şekillenen halk müziği geleneğinin devamlılığı için önemli bir kaynak teşkil ediyor. Tahir Sakman'ın notaya aldığı ve bağlam içinde yorumladığı her türkü, Konya'nın müzikle yoğrulmuş kimliğine dair birer belge niteliği taşıyor.

En dokunaklı yanı ise, oğulun babasına duyduğu derin sevgiyle harmanlanmış olması. Bu kitap sadece bir derleme değil; aynı zamanda Mazhar Sakman'a yazılmış uzun, notalı bir mektup gibidir. Her sayfasında bir vefanın, her başlıkta bir hatıranın izi vardır. Bir evlat, babasının sesini sadece yaşatmakla kalmamış, onu hem akademik hem edebi bir biçimde sonraki kuşaklara emanet etmiştir. Ne yazık ki, her büyük sanatçının ardından böyle duyarlı evlatlar gelmez. Tahir Sakman'ın yaptığı bu iş, sadece bir aile meselesi değil; bir şehir, bir kültür ve bir millet meselesidir. Folklorun kalbine dokunuştur belki de...

Mazhar Sakman'ın Türkü Hazinesi, hem yerel müzik araştırmacıları için bir başvuru kaynağı, hem de kültürel belleğe ilgi duyan her okur için derinlikli bir keşif yolculuğudur. Bu eserle birlikte Konya'nın türkülerle örülü geçmişi, bir daha kaybolmamak üzere sayfalara işlenmiş, notalara dökülmüş, seslerin cem olup semaya yükselişi durmaksızın devam edecektir, diye umudumuz hep vardı. Var olmaya da devam edecek…

Türkü Hazinesi Mazhar Sakman
Tahir Sakman
Konya Büyükşehir Belediyesi Yayınları
2025

VURAL KAYA


ANTALYA NOTLARI 2025


 

ANTALYA NOTLARI 2025
 
… Antalya dünyanın en güzel şehirlerinden ama pahalı bir şehir. Memur, emekli, asgari ücretli için yaşamak kolay değil. “Ev kiraları asgari ücretin katları” dersem bir fikir verir sanırım. Devletin memurları için bu şehirde kira desteği vermesi şart…
 
… Yıllar önce askerliğimi bu şehirde yapmıştım. Teskere alınca “gitme kal burada dükkân aç” demişlerdi de “bu köy gibi yerde kimin saatini tamir edeceğim” demiştim. Ne kadar büyük hata etmişim; Antalya o dönemlerde Konya’nın yarısı kadar bile yoktu şimdi sanırım beşle çarpmak gerekecek… Zanaatkâr bulmak hiç de kolay değil ve oldukça yüksek fiyatlar…




 
… Her şey turizme endeksli olunca pahalılık kendiliğinden geliyor. Buna bir de bizim fırsatçılığımızı eklerseniz ortaya çıkan tablo oldukça ürkütücü boyutlara ulaşabiliyor. Bu sene yabancı turist sayısında düşüş var sanırım, Ruslar azalmış gibi görünüyor ama yerini Araplar doldurmuş sanki…
 
… Belediye hizmetlerini yetersiz gördüm. Konya bu konuda çok önde… Fakat sosyal belediyecilik Antalya’da daha ön plana çıkmış gibi… Sahillerde ücretsiz denize girebilirsiniz, duşundan tutunuz, tuvaletine varana kadar ücretsiz, bu konuda bir sıkıntı yaşamazsınız. Sabahın erken saatlerinden gece yarılarına kadar Konyaaltı sahili tıklım tıklım…




 
… Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin kafelerinin fiyatları da oldukça makul. Atatürk Parkı’ndaki ve Tophane’deki tesislerinde denize karşı çay yudumlamak 10 TL… Tophane’deki tuvaletleri özel sektör işletiyor, ücretli ve ücreti oldukça yüksek 30 TL…
 
… Yılda birkaç kez gittiğim Antalya’da bu sefer bir şey daha öğrendim; temmuz, ağustos aylarında gitmek yerine mayıs, haziran, eylül aylarında gitmek daha keyif verici; çünkü aşırı nem nefes almanızı zorlaştırıyor ve klimanın altından çıkmak istemiyorsunuz…
 
… Her köşesi ayrı bir cennet olan Antalya’nın arkeoloji müzesinin kapatılması kadar üzücü bir şey olamaz. Böyle tarih dolu bir müzenin kapatılması tüm sanat ve tarih severleri olduğu gibi beni de fazlasıyla üzdü…




 
… Belki de tüm şehri koruma altına almalı; böylesine doğa ve tarih dolu bir şehirde yaşamanın ayrıcalıklı olduğunu yabancılar kavramış ama ya bizler? Ekonomik nedenlerle Antalya’yı görmeyen eminim çok vatandaşımız vardır.
 
… Demirkapı Tüneli Antalya’yı Orta Anadolu’ya bağlayan en önemli bir geçit…. Konya için de büyük şans, üç saatte Akdeniz’e ulaşıyorsunuz…
 
… Tüneli geçince iklim değişiyor, Konya tarafı serin… Konya, şehirlerin padişahı, belde-i tayyibe… Nem yok, özellikle yaşlılar için bir nimet, Konyalıların uzun ömrü de buna işaret ediyor.
 
TAHİR SAKMAN
 

10 Ağustos, 2025

MAVİNİN EN SAF HALİ ADRASAN

 


MAVİNİN EN SAF HALİ ADRASAN
 
Son dört-beş yıldır İsmet Kaptan'ın teknesiyle Adrasan turlarına katılıyorum, çok memnun olmasam katılır mıydım?
 
Dört-beş yerde verilen yüzme molasında kendinizi Akdeniz'in kollarına bırakıyorsunuz... Serin ve derin mavinin en saf halini Adrasan ve Sulu Ada'nın koylarında görmenin heyecanı size bir başka cennetin somut halini gösteriyor.




 
Adrasan; cennetten öte bir doğal güzelliğe sahip, buna bir de öğle yemeğinde ikram edilen balığı eklerseniz, gezinin nasıl bir şölene dönüştüğünü tahmin edebilirsiniz.
 
Fiyatlar oldukça makul kişi başı bin lira... Dışarıda balığı dört yüz, beş yüz liradan aşağı yemek mümkün değil buna bir de diğer ikramları eklerseniz gün boyu tekne gezintisi neredeyse bedavaya geliyor.




 
Çipura veya şinitsel tercih sizin yanında makarna, salata, patates salatası oldukça doyurucu ve lezzetli...
 
Sadece balık yemek için bile İsmet Kaptan tercih edilebilir...
 
Çay bisküvi ikramının ardından erik, üzüm, kavun ve karpuzdan oluşan meyve tabağı da günü taçlandırıyor.
 
İsmet Kaptan, muhterem babası, muhterem eşi ve tüm tekne personeli gezinin mükemmel olması için seferber oluyorlar ve bunda da oldukça başarılılar.
 
Seneye yine İsmet Kaptan'la Adrasan turunda olacağım...

TAHİR SAKMAN
 


05 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 30 EVVELA YÜRÜTTÜK BAŞTAN ÇORBAYI (YEMEK DE...


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 30 EVVELA YÜRÜTTÜK BAŞTAN ÇORBAYI (YEMEK DESTANI-YEKTE)
 
Kadim şehrin tarihi yemeklerini anlatması ve bir kadın hocanın yazdığı bu türkünün Konya oturaklarında yer bulması açısından önem kazanan bu türkümüzü, Konyalı yazarlardan İbrahim Aczi Kendi’nin kayınvalidesi, Mazhar Sakman’ın paylaştığımız pek çok kaydında eşlik eden udi sanatçımız merhum Cenap Kendi’nin de ninesi olan Şerife Hanım veya namı diğer Bülbül Hoca’nın yaktığı söylenir.
 
Şerife Hanım’ın, şair yönüyle hocalığını lakabında ustalıkla birleştiren Konyalı, ona “Bülbül Hoca” demiştir ve bu isim zamanla kendi isminin önüne geçmiştir.  
 
Cuma günleri kadınlara vaaz eden onlara ilahiler okuyan Bülbül Hoca hakkında detaylı bilgi "S. Nüzhet Ergun ve M. Ferit Uğur ikilisinin 1926 yılında yayımladığı Konya Vilayeti Halkıyyat ve Harsiyyatı” isimli kitapta verilmiştir. 1847 yılında Konya’nın Kalecik Mahallesi’nde doğan Bülbül Hoca, 1932 yılında aramızdan ayrılmış.
 
Mazhar Sakman, Cenap Kendi ile olan sohbetlerinde Bülbül Hoca’dan her zaman saygıyla söz etmişler birçok şiirinin olduğunu ifade etmişlerdir. Şehrimizin sanat hayatında kadınların etkisini de gösteren bu türkü zamanla eklentiler alsa da hâlâ Konya yemeklerini anlatan en iyi eserdir. Şiirde “Bin üç yüz on dörtte yaptım destanı” mısraı, Bülbül Hoca’nın destanı 1898/1899 yıllarında söylediğini göstermektedir. Hepsine rahmetler olsun…
 
Türkünün tam metni Mazhar Sakman’dan yazdığım şekliyle şöyledir:
 
Evvela yürüttük baştan çorbayı
Sarımsakla terbiye olmuş paçayı
Domatesle pişirmeli bamyayı
Midemizi açsın hoş misal olsun
 
Bihamdülillah hiçbir şeyi taşlamam
Yağ içinde yumurtayı boşlamam
Yumuşak somun olmayınca başlamam
Semiz etin kenarları al olsun
 
Baklava ile börek derkenar ola
Şeker helvası da pür hisâr ola
Toplanıp ihvanlar bir karar ola
Sıtk-u muhabbetli ehli hâl olsun
 
Katmeri ince aç yağın sakınma
Sakın ona haşhaş yağı kullanma
İnce etten olur hem de çullama
Tavada pişmiş bir kızıl hâl olsun
 
 Enginar ile kereviz ıspanak
 Karnabetle semiz ota birle bak
 Patata tomata böğrülce kabak
 Onlar da içinde hasbihal olsun
 
Mısırgayı bir hâl edin öldürün
Ortasına fıstık pirinç doldurun
Dolmaları üçer üçer kaldırın
Kuvveti bedene irtihâl olsun
 
Mıkla cilbir mantı kaygana gelsin
Makarna ile keşkek kuskus çekilsin
Şalga pişip gelirken dökülsün
Kalan yemekler de istimal olsun
 
Köfte yaprak bir de lahana dolması
Sarı erik zerdâli nohut yahnısı
Zülbiye pancar turp salatası
Anlar da içinde pür kemâl olsun
 
Tabakta turşu da kalmasın mahzun
Zeytinyağ üstüne sıkılsın limon
Balığı kızartın getirin pürhûn
Yiyelim bizlerde can misal olsun
 
Yiyenler nimetin şükrün bilirse
Vücut kuvvet bulup hâlin alırsa
Bu yemekler bize her gün gelirse
İsterse altı ay oruç hâl olsun
 
Sebebin işleyip karin gözetsin
Herkes varıp nasibin deşirsin
Günde bana üçer üçer getirsin
Hulku huyu güzel bir ayal olsun
 
Taan itmen ahbaplar siz bu âşıkı
Nimet ucuz amma budur layıkı
Çok istemem ben keseme harçlığı
Beşibirlik ile bir riyal olsun
 
Hak verir dostuna yarınki günü
Çorbada yemeklerin önüdür önü
Yemeklerin bastırmak için üstünü
Kahve ile tütün on çuval olsun
 
Palize ile muhallebi araya
Kifayeler dursun hep bir sıraya
İki tatlı tuzlu gelsin sofraya
Kaymak güllaç ile şeker hâllolsun
 
Canım hem börülce bakla da ister
Yıldız kökü Çayırbağı’nda biter
Patlıcan ortanın gayretin güder
Karpuz üzüm divlek üç misal olsun
 
Kadifin telini kırmalı gülü
Üzeri kokulu amberli gülü
Pilavın üstüne getir sütlüyü
Yiyelim bizler de can cemal olsun
 
Bihamdülillâh yedik nimet ve nanı
Bizim zamanımız bolluk zamanı
Bin üç yüz on dörtte yaptım destanı
Okunsun dillerde pür icmâl olsun


https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya

https://youtu.be/hyHWXmN9RNY?si=UYiAoqjir9RHVztP

TAHİR SAKMAN
 
  


04 Ağustos, 2025

SANATA ADANMIŞ BİR AİLE SAKMANLAR

Mazhar Sakman...

 

SANATA ADANMIŞ BİR AİLE SAKMANLAR
 
Bu konuda asla mütevazı olmayacağım…
 
Merhum babaannem Vesile Sakman’dan gelen sanat geleneğini sürdürmenin onurunu hep üzerimizde taşıdık ve “Konyalı” olmayı özel bir armağan olarak saydık, kabul ettik…
 
Şehrin kültür ve sanat hayatına aile olarak kalıcı izler bıraktığımızın farkındayım.
 
Yapış derler yapışacak bir dal yok
Söyle derler söylemeye mecal yok
Eller libas giymiş sorgu sual yok
Bize Şam hırkasını yasak ettiler
 
gibi irticali, güçlü bir söyleyişe sahip olan babaannem Vesile Hanım, babam Mazhar Sakman’ı yetiştirirken onu özgür bırakmış, enstrüman çalması için teşvik etmiş ve parasını bizzat vererek ona destek çıkmıştır. Mazhar Sakman’ın lavtayla başlayan müzik hayatı Konya oturaklarında şekillenirken bir oturakta polis baskınıyla müsadere edilmesi nedeniyle babaannem ona dönemin beş lirasıyla ut almış kendisini geliştirmesine imkân sağlamıştır. Konya oturaklarının yasaklandığı dönemlerde yine bir baskında ut da gidince, Mazhar Sakman divan sazına başlamıştır. Yüreğindeki türkü sevdası nedeniyle yine bir oturakta baskın yemiş, saz müsadere edilmiştir. Ancak bu sefer devreye büyük ninem Rahime Hanım girer ve karakoldan komiserin şaşkın bakışları arasında “Bu saz benim burada ne arar ki” diyerek alıp götürmüştür. Olayı babam anlatırken komiserin “Hacı Teyze, sen saz mı çalıyorsun?” diyerek kahkahalarla güldüğünü, bu sayede sazı kurtardıklarını anlatmıştır.



Babaannem Vesile Sakman...


 
Akbaş Mahallesi’nin oturak geleneği arasında yetişen babam aslında “Dağlara Hanım Ayşe’m” türküsünü annesinden, “Nizamlar” türküsünü ninesinden geçecek kadar şanslıdır, dönemin Konya’sı sanatla iç içedir…
 
Konya Erkek Muallim Mektebi’nden, oturak ve türkülere olan aşırı ilgisi nedeniyle İzmir Muallim Mektebi’ne nakledilmiştir. Sonrası yine müzik… Askerde, Ankara Mızıka Tatbikat Mektebi’ni bitirerek bando astsubayı olarak orduya katılır ve uzun yıllar hizmet eder…
 
Daldan dala konan mizacı onu Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsü’ne çeker ve orada da bando kurar, yine müzikle iç içedir.
 
Uzun yıllar sonra Konya’ya döndüğünde; Batı müziği yanı sıra Türk halk müziği ve sanat müziğinde de ustalaşmış, birçok enstrümanı icra eden, nota bilen bir müzisyen olarak kendini şehir folklorunun hizmetine vermiştir. Konya türkülerinin 25 kadarını notaya alıp “Şehir Postası” gazetesinde yayımlamıştır.
 
“Bütün yaşantısını türküler üzerine kurmuş ve ömrünü türkülerimize adamıştır” desek asla abartı olmayacaktır.
 
Ailemizde müzik geleneğini sürdüren ikinci isim Vedat Sakman ağabeyim olmuştur. Müziğin evrenselliğinden yola çıkarak farklı bir branşta kendini geliştirmiştir. Aile isminin ulusal bazda duyulmasını devam ettirmiştir. Önemli bestelere imza atarken müziğinden ve duygularından asla taviz vermemiş daima “önce müzik” demiştir.  
 
Kendisine yakıştırılan “şehir ozanı” unvanını hak ederek üzerinde taşımış, sevgi ve barış dolu şarkıları kalplerimizi titretmiştir. O daima işin mutfağında yer almış kendisini hiçbir zaman ön plana çıkarmak için bir gayret göstermemiştir. Bir dönem ülkemizi Eurovizyon şarkı yarışmasında Timur Selçuk’un “bana bana” isimli şarkısıyla da temsil etmiştir.
 
Bugün ilerleyen yaşına rağmen (75) müziğimizin çınarları arasındaki yerini alarak 300'ü aşkın bestesiyle şarkısını söylemeye devam etmektedir.
 
Ailede herkesin çalıp söylediği bir ortamda bana da yazmak düştü… Önceleri çeşitli enstrümanları kısa süreli çalsam da yazmanın verdiği coşku beni daha çok cezbetti. Şehir kültürüne yayımladığım kitaplarla ve makalelerle katkı sağlamaya çalıştım. 45 yılı aşan bir süreçte birkaç bin makaleye imza attım. Son üç yılda blog sayfamda yayımladığım makalelerin sayısı bugün itibariyle 591'e ulaşmıştır... 
 
Fiziksel olarak yayımlanan 13 kitabıma ilave olarak 8 tane de dijital kitap eklemeyi başardım. Oldukça hacimli iki ciltlik bir kitabım da yayım için gün sayıyor. Yaşamın rüzgârıyla kanatlanan yelkenlerimle, 67 yılın verdiği heyecanlarla koşmaya devam ediyorum...
 
Kitaplarımın hepsi Konya’dır… Konya’yı söyledim, Konya’yı yazdım…
 
Hiç kimseden bir beklentim olmadı, kendi çabalarımla şehre bir katkı sağlamaya çalıştım ve daima “tek tabanca” olmanın getirdiği özgürlükle yazdım… Tıpkı babam gibi, abim gibi hiç kimseye “eyvallahım” olmamıştır. Yaşadığım sürece yazmayı sürdüreceğim ve başlayıp bitirmediklerimle ve proje halinde olanları da ölmeden hayata geçirmeyi umuyorum.
 
Kız kardeşim Vesile… 50 yaşından sonra içindeki sanat damarları kabardı, Güzel Sanatlar Fakültesi’ni bitirerek ikinci fakülte diplomasını da aldı, şimdi yüksek lisans yapıyor.
 
Yaptığı resimlerin pek çoğu Konya temalı, müzik temalı… Çevre bilincine duyarlı ve dünyayı gördüğü paletten yeni renkler keşfetmenin heyecanıyla çalışmalarını sürdürüyor ve ailede tek ressam olmanın onurunu sürdürüyor.
 
Eminim Vesile, tıpkı babaannesi Vesile Hanım gibi titiz çalışmalarıyla adından çok söz ettirecek. O da ailenin diğer üyeleri gibi bireysel bir kimlikle, mücadeleci ruhuyla barışın ve sevginin kulvarında renkleriyle sonsuza yürüyecek…
 
Biz Sakmanlar… Sanata, kültüre hizmet etmenin kıvancıyla yaşadık, yaşıyoruz. Gelecekte hangi Sakman ailemizin sanat geleneğini sürdürür bilmiyorum ama eminim ki 3. ve 4.kuşak Sakmanlardan da genlerinde var olanı açığa çıkaracaklar olacaktır.


19 Nisan 2019... Üç kardeş, soldan sağa; Tahir, Vesile, Vedat Sakman... Akbaş Mahallesi'nde köklerini anarken...


 
Biz görevimizi yaptık…
 
Bitti mi, tabii ki bitmedi; daha bestelenecek çok duygu var, yazılacak çok şiir var, tuallere yansıtılacak çok renk var…
 
Seni seviyoruz Konya…
 
TAHİR SAKMAN    





02 Ağustos, 2025

SURETLERİN ARKASINDAKİ SURETLER


 

SURETLERİN ARKASINDAKİ SURETLER
 
Yaşantımız fotoğrafların solukladığı, solgun anılarda saklı…
 
Ve insan şekilden şekle girerken bire bir tanığı… Kişisel tarihinize eşlik eden eden bir kare… hayatınızın bir anını donduran…
 
Eski fotoğraflara baktığım zaman ne kadar değiştiğimin farkına varmak da kolay oluyor. Fotoğraf 80’li yıllardan… Şimdiki suretime baktığım zaman sanki bir yabancı gibi geliyor bana…
 
Hayatı sürekli sorgularsanız, toplumun size dayattıklarıyla kendinizce de / kendinizle de kavgalı olursanız herkesle hatta her şeyle sonuç bu olmalı; yüz hatlarınız bile düşüncelerinizin şeklini alıyor bir müddet sonra…
 
Biz Mevlâna torunuyuz döneriz!
 
Dönmekten asla kaçmadım; yanlış olduğunu hissettiğim anda 180 / 360 derece keskin dönüşler yaptım… asla tamam demedim hâlâ yanlış olduğumu düşünürsem yine dönerim!
 
Fotoğraftaki Mehmet Tahir Sakman… Derviş Ozan mahlasıyla şiir söylediğim yıllardan kalma. Bağlamayı merhum Yılmaz İpek ağabeyim 70’li yıllarda İzmir Basmane’deki dükkânında hediye etmişti…
 
Bugün duvarımda asılı… asılan bağlamam mı yoksa ben miyim yoksa Derviş Ozan mı?
 
Bu suretimi de seviyorum… Şimdiki kadar olmasa da bayağı gençmişim!..
 
Şiir de o dönemlerden kalan bir hatıra:
 
TÜRKÜLERİM
 
Anadolu’dan Asya’dan
Koşar gelir türkülerim
Bir çağrıdır Selçukya’dan
Coşar gelir türkülerim
 
Ezgileri sevgi dolu
Sevenlere umut yolu
Haykır haykır Anadolu
Taşar gelir türkülerim
 
Atadan alıp nevbeti
Türkü söyler Türk Milleti
Yıkılası şu gurbeti
Aşar gelir türkülerim
 
Neşemizi kahrımızı
Barış dolu çağrımızı
Kanayan şu bağrımızı
Deşer gelir türkülerim
 
Saz döşünde güller biter
Burcu burcu hasret tüter
Derviş Ozan bir gün yiter
Yaşar gelir türkülerim
 
DERVİŞ OZAN (TAHİR SAKMAN)
 
TAHİR SAKMAN
 

01 Ağustos, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 29 BEN ATIMI NALLATIRIM OKKA NAL İLE


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 29 BEN ATIMI NALLATIRIM OKKA NAL İLE
 
Konya oturaklarında okunan bu türkümüzün metni şöyle:
 
Ben atımı nallatırım okka nal ile  
Üzengisin parlatırım sırma tel ile  
Ben yârimi oynatırım dökme zil ile
            Engürü kaymağı (aman)
            Yabanların oynağı (aman)
 
Ben atımı yanaştırdım binek taşına  
Ellerim erişmez eyer taşına   
Öksüzüm neler geldi garip başıma  
            Engürü kaymağı (aman)
            Yabanların oynağı (aman)
 
 Çıktım iğdenin dalına dal kırılıverdi  
 Bir öptüm bir ısırdım yâr darılıverdi  
 
TAHİR SAKMAN
 


31 Temmuz, 2025

EKMEĞİ EKMEĞE KATIK ETMEK


 

EKMEĞİ EKMEĞE KATIK ETMEK
 
Ekmeği, ekmeğe katık eden bir nesiliz biz…
 
Siz bunun tadını asla bilemezsiniz! Biz Konyalılar, ekmeği şöyle “yemeğe banarak” yemezsek karnımız asla doymaz. Makarnanın, bulgur veya pirinç pilavının yanında ekmek yemezsek karnımız nasıl doysun!
 
Kocaman bir somunu (o kocaman somun şimdi minnacık oldu) bir dilim peynirle veya bir domatesi tuzlayarak yemeyi kesin biz icat etmişizdir. (Amerikalılar yetiştirmiştir ama Konyalılar da yemesini bilmiştir!) Yani utanmasak etli ekmeği de ekmekle yiyeceğiz! (Bunu şimdi icat ettim, günümüzün hayat pahalılığında epey işe yarar!)
 
Yer sofraları vardı eskiden; anam tertemiz bir örtü getirir odanın ortasına serer üzerine tahta siniyi koyardı. Bir tas çorba veya yemek ne varsa tahta kaşıklarla dalardık... Mutlaka tembih edilirdik hatta hafiften uyarılırdık “ekmeğine katık et” diye… Bu uyarı, “az yemek, çok ekmek” demekti…
 
Bizler iki dünya savaşı ve Millî Mücadele’yi görmüş, şehit vermiş bir neslin torunları, çocukları olmamız hasebiyle aslında bu gayet doğaldı. Az yemek, çok ekmek yedirmişlerdi bize ama karşılığında özgür bir vatan bırakmışlardı… Ruhları şad olsun…
 
Çıraklık dönemlerimizde İstanbul Caddesi’nin ara sokağındaki Anadolu Lokantası’na giderdik öğlenleri kuru fasulye, pilav yemek için. Tabii önce başında beklediğimiz adamın bir an önce yemeğini bitirip kalkmasını sabırsızlıkla bekleyerek… Tencerenin başında İlyas Usta’nın gür ve neşeli sesi duyulurdu, sanki yemek değildi pişirdiği; sevgiydi, saygıydı…
 
“Bu ne len! Az guru, az pilav çok ekmek!”
 
İlyas usta ne yapsın; bir tas çorbayla veya az kuruyla bir ekmek yiyen çıraklara, kalfalara nasıl ekmek yetiştirsin?.. Tabii İlyas Usta işin şaka tarafındaydı, rahmet olsun…
 
Bu şehir tahıl ambarıydı… umarım hâlâ öyledir!
 
Tahıl ambarı olmanın getirdiği bir ayrıcalıktı belki de ekmeği çok yemek… Hiçbirimizin tandır ekmeğinden, yufka (şepit) ekmeğinden vazgeçemediği bundandır ama ne hikmetse çarşı ekmeğini istediği kalitede yiyemez Konyalı…
 
Son dönemlerde ekmek çeşitleri çoğaldı, tam buğday, tam tahıl, çavdar, siyez buğdayı, kepekli vs… Normal ekmeğin bir narhı var ama diğerlerinin bir standardı olmamalı ki herkes kafasına göre bir fiyat belirliyor:
 
Mesela tam buğday ekmek bazı fırınlarda 20 liradan satılırken bazılarında 25 lira… Kepekli ekmeklere boya konulduğu iddiaları vardı bir zamanlar, tam buğday ekmekte de bazı fırınların ekmeklerinin rengi ne yazık ki farklı farklı çıkıyor. Kimseyi zan altında da bırakmak istemem umarım fırınlarımız bu konularda da denetleniyordur.
 
Tandır ekmeği ise şu an 25 TL’den satılıyor. Bir Konyalı olarak tam damak tadımıza hitap eden bu ekmeği her zaman almak isterim ama 25 lira olunca insan biraz değil çok düşünüyor… Bu ekmeği tandırlarda pişirmek oldukça zahmetli bir iş, bu nedenle fiyatına bir şey diyemiyorum ve hak ettiklerini düşünüyorum.
 
Üç lira, beş lira ne olur ki demeyin çünkü ekmek her gün birkaç tane alınan temel gıdamız, böyle olunca hesap tutmak şart oluyor. Belediyenin tam buğday ekmeğiyse 14 liradan satılıyordu ama şimdi “sağlık için tam buğdaya tam destek” ismiyle bir kampanya yaparak tam buğday ekmeğin fiyatını 11 liraya indirdiler. İşte halka hizmet budur…
 
Karatay Belediyesi bu konuda; halk sağlığına ve beslenmesine verdiği önem için alkışı hak ediyor…
 
Artık tam buğday ekmeği, ekmeğimize katık edebileceğiz…
 
TAHİR SAKMAN