TAHİR SAKMAN
YAŞAM KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT
20 Kasım, 2024
HAYAT BİR RESİMDİ UZAKLARA SAKLANAN
Hikâyatı Tahirat Üçlemesi
III
18 Kasım, 2024
YARINLARA İADE
Hikâyatı Tahirat Üçlemesi II
YARINLARA İADE
yeraltında bir şehir
yaşıyordu yarınsız
gölgesizdiler yalanları
çok masum
ne istediklerini unuttular
masal masal büyüttüler
başlarını
sonra bir gün çıkageldi
bir taş
dünden mi atılmıştı
bilemediler
çocuklarından kalan
mirastı besbelli
sıkı sıkıya sarıldılar
taş büyüdükçe büyüdü
tartamadı yürekler
eskiden kalma bir çocuk
kucakladı günahlarınızı
haberiniz yoktu zaten
olsaydı hiç susar mıydınız
yıkılırken dünyalar
masallar masallar masallar
/dünden kalmıştı yarınlara
iade ettiniz/
TAHİR SAKMAN
16 Kasım, 2024
HİKÂYE
Hikâyatı Tahirat Üçlemesi I
HİKÂYE
hayat mı hikâye yoksa
hikâye mi hayat
iç içe geçmiş binlerce resmin
arasında kimsiniz
yarısı yırtık bir gözyaşı
dolanırken sahipsiz
eski bir sokak kedisi
tırmalıyor sesimizi
fırtınalar tırnak içinde
kaypak yalnızlıklara muhtaç
kopmayan hangi kıyamete
kadar sürer kopuk hayaller
film şeridi geçer kırmızı
damlı evlerden kiremitler kopar
ağlamasın diyemem ağlasın saatler
gecenin üçüne
içinize kim kaçtı siz
sizdiniz çok çok eskiden
dans ederdiniz kendinize
çırıl çırıldınız bayım
ya siz süslü hanımlar
hangi yüzyıla kaçtınız
hangi romanda kaldınız
mutlu çocuklar
haberiniz yoktu yazdılar
hikâyenizi oysa yaşamıştınız
baştan sona uyduruk bir
sokakta elinizde çelik çomak
kala kaldınız toprak damlı
evlerde bıraktığınız ne varsa
hepsi yarım şimdi yarı
yarıya yarım kalmış soluksuz bir hayat
ay'a tırmanırdınız eskiden
güneş'ten geçerdi yolunuz
tek tasanız vardı gazozuna
maç yaparken ütüldünüz
boncukları gökyüzüne
dizerken unuttunuz mu
siz kayıp zamanlarda siz
gerçekten sizdiniz
hem yazdık hem yaşadık bu
bizim hikâyemizdir yalansız
boyalı yılların arkasında
koşan hevesimizdi eski yarınlar
dünü yaşadık bitirdik
yarını kim bilir ey hikâyedeki gölgem
birisi çıkar seni okur
bıraktıysan geleceğe doğru bir iz
/iç içe geçmiş binlerce
resmin arasında siz kimsiniz
sahi var mıydınız önceden
mi gelmiştiniz/
TAHİR SAKMAN
14 Kasım, 2024
ZAMAN KAÇKINI
ZAMAN KAÇKINI
Tempus fugit… Zaman uçar
veya zaman kaçkını…
Bazı saatler için
söylenmiş sanki bu Latince deyim… Bazı saatler var zamanı uçuruyor bazıları da
gerçekten zaman kaçkını…
Elimde tam bir zaman kaçkını
saat var... 200 yıla yakın bir zaman diliminden geliyor; kim bilebilir ki hangi
evlerin duvarlarındaki sırlara / zamanlara tik taklarıyla ortak olduğunu… Elli yıla akın bir
zaman diliminde de ailemizde olmalı; çünkü babam Mazhar Sakman'ın Tevkifiye Caddesi’ndeki
saatçi dükkânından kalma.
Aslında ben geçen yıla
kadar fark etmemiştim; hurda denilebilecek saatlerin arasında kendini kaybedip
zamandan kaçmış… Ne zaman ki evden taşındık, bu saatin varlığından haberim
oldu. Tam bir zaman kaçkını kendisini bunca zaman iyi gizlemiş…
Kadranındaki lekeler belki
de o acılardan kalma… ya mutluluk? Mutluluk nedense kolay unutulur ama acılar
öyle mi ya? İnsan bir ömür taşır içindeki acıları… saatler de öyle midir acaba?
Kadranına yansıyan, o hüzünlü günlerin ışığı mıdır? Tik takları ne söyler? Zamana
tanıklık ederken süslediği evlerin duvarlarındaki sırları ifşa eder mi?
Ağırlıkları; acılı
günlerden kalma… tüm acılar, o ağırlıkların içinde saklı… Saatin tik takları
bunları anlatırken, ağırlıkları aşağı doğru iniyor ve tüm hüzünler birden
boşalıyor sanki… Zarif, naif bir zil mutluluklara şarkı söylüyor ama gizli bir
hüzün onu da kemiriyor olmalı ki onun da ağırlığı şarkı bitene kadar boşalıyor…
Neler anlattığını erbabı merak olanlar bilir…
Nicedir bu saat bizde,
babamdan kalma… ne zamandır el atmaya kalksam bir el sanki beni durduruyordu ta
ki geçen haftaya kadar… çok enteresan bir saat, çarklarını, zincirini ve
ağırlıklarını saymazsak tamamı ağaç… ağacın sonsuz ömrünü anlatsın diye mi
acaba?
Günümüzde ormanı ağacı
korumak için verilen mücadeleleri görünce saat başka bir anlam kazanıyor…
Saatin baskıları ağaçtan
yapılmış, ahşap plakalara pirinç burçlar çakılmış ve onların içinde de metal
çarklar yerleştirilmiş oldukça basit ve kullanışlı bir dizaynı var ayrıca saat
başlarında ve buçuklarda saatin kaç olduğunu bildiren ve zile vuran bir tokmağı
var. Ağırlıkla çalışan saatin kadranı oldukça süslü ve bu süslemeler Fransız
malı olduğunu gösteriyor… Ancak el boyaması olan kadranın Edirnekâri olması da mümkün
Elimden geldiğince
hasbelkader saatin bakımını yapıp çalıştırmaya muvaffak oldum. Sarkacı yoktu…
Yıllar önce Konya Sanayisi’nde yaptığım bir duvar saatinin sarkacını buna
adapte ettim… Ayar tutması güzel sadece ağırlığı taşıyan zincir çalışma tarafında
vardı, onun da yarısını çıkarıp zil tarafına taktım. Zaman içinde zincir
bulabilmeyi umuyorum, bu zaman kaçkını için…
Ben de az zaman kaçkını
değilim hani, sıkıldıkça saatlerime kaçıyorum… Eve kurduğum mütevazı atölyemde
onların hatıralarını dinliyorum, ben susuyorum onlar konuşuyor; o tik taklar
neler anlatıyor bir bilebilseniz… bütün sırlarınıza aşinayım haberiniz olsun! Duyabilseydiniz
eğer pilli saatlerinizi bir yere koyar, mekanik saatlerinize yeniden dönüş
yapardınız; çünkü onlar yaşıyor…
Ya sizler, yaşıyor
musunuz? Yaşadığınıza bu “kaldır at” markalı pilli saatler mi tanıklık ediyor?
Kendinizi, hiç pil takılmış
gibi hissettiğiniz oluyor mu? Zemberekle mi çalışıyorsunuz ağırlıkla mı? Ben
ağırlıktan yanayım…
Ve saatlerle birlikte
zaman kaçkını olmayı seçiyorum…
TAHİR SAKMAN
12 Kasım, 2024
BİR FOLKLOR ÂŞIĞI İHSAN HINÇER
BİR FOLKLOR ÂŞIĞI İHSAN
HINÇER
Eskiler çok daha iyi
bilirlerdi…
Eskiden kastım hani yerel
deyimle eski adamlar… her ne kadar kalmasa da hatırlayanlar elbette çıkacaktır.
O bir folklor âşığıydı…Onu
da bu vesileyle tanımıştım: Çocukluk yıllarımın sisleri arasında babam Mazhar
Sakman’ın Tevkifiye Caddesi’ndeki saatçi dükkânındaki çıraklık günlerimde…
Ayağı aksardı ama şair
yüreği tamdı…
Konyalı olmanın verdiği
heyecanla Konya folkloru ile ilgili yazılara ayrı bir ilgi gösterirdi.
1949-1979 yılları arasında 363 sayı Türk Folklor Araştırmaları ismiyle
yayımladığı dergi, bugün en önemli kaynaklarımız arasındaki önemli yerini
aradan geçen bunca zaman sonra bile hâlâ koruyor.
Babamla ilgili olarak
defalarca söyleşi, makale yayımlamıştı dergide ayrıca Konyalı araştırmacıların
da yazılarına yer vermişti. Doğduğu topraklara olan vefa borcunu ödemenin bir
başka yoluydu bu…
Her ay yolladığı derginin
özellikle son sayfalarında yayımladığı halk hikâyeleri / masallar çok ilgimi
çeker mutlaka okurdum. Belki de folklor yazmak için temellerini o zamanlar
atmışım da haberim yokmuş…
45 yıl önce onu dün
kaybetmişiz… Serap Gürsoy Hocam sosyal medyadaki paylaşımı (https://www.facebook.com/serap.gursoy.33/posts/pfbid0fn6UozSVe1DoHxPjeuUPVPbpp7NGENfJmNtRM6Q7C9ohgbY3gSdjK1nbHCceqRVJl) hatırlattı… Ya sen Konya, haberli misin?
Üniversitelerimiz
hatırlayacaktır eminim…
İhsan Hınçer (1916-1979)
hemşehrimiz, abimiz yaşadığı dönemlere bir folklorcu olarak damgasını vurmuştur
ve günümüze hâlâ ışık saçmaya devam etmektedir. Ruhu şad olsun…
Arşivimizde bulunan Türk
Folklor dergisinin bazı nüshalarının fotoğrafları ile İhsan abinin 1953 yılında
Resimli Radyo Dünyası isimli bir dergide babamla yaptığı bir söyleşi sonrası
çekilen fotoğrafını paylaşıyorum. İhsan abiyle ilgili daha geniş bilgi isteyenler,
Konya Ansiklopedisi’nin 4. cildinde Saim Sakaoğlu’nun yazdığı geniş biyografide
bulabilirler.
TAHİR SAKMAN
11 Kasım, 2024
TEK LİDER ATATÜRK
TEK LİDER ATATÜRK
86 yıl sonra bile…
86 yıl sonra bile yattığı
yerden savaş kazanıyor; cehaletle, yobazlıkla, mücadele ediyor kazanıyor…
Dünya böyle bir lider
görmedi, göremeyecek; şükür ki o lider Türk Milleti’nden çıktı…
Bizlere de Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün yurttaşları olarak saygı duymak kalıyor; çünkü o hâlâ çok
sevdiği ülkesi ve yurttaşları için yattığı yerden savaşıyor ve kazanıyor…
Sen çok yaşa Ata’m…
TAHİR SAKMAN
10 Kasım, 2024
VARLIĞIMIZ TEMİNATIDIR CUMHURİYET’İN
VARLIĞIMIZ TEMİNATIDIR CUMHURİYET’İN
Yine manevi huzurundayız
Ata’m…
Yine bir 10 Kasım’da… kaç
lider vardır ki ölümünden 86 yıl sonra bile huşu içinde anılsın? “Atatürk
İngilizleri yenene kadar İngilizleri Tanrı zannederdik” diyor Gandhi… Bütün
mazlum milletler hep seni örnek alıp ülkelerini aydınlığa çıkardılar…
Başımız dik, gözlerimiz
gökyüzü… Küçük çocuklar görüyorum Anıt Alanı’nda, ellerinde bayraklarıyla seni
anıyorlar ve buğulanmış gözleriyle seni arıyorlar, senden bir koku… Bayrağımızın
gölgesi senden başka değil ki!
Dalgalandıkça senden yana
esiyor. Senden kokular getiriyor. İnönü’den, Sakarya’dan, Dumlupınar’dan, Başkomutanlık
Meydan Muharebesi’nden sesler getiriyor; hüzünlü ama zafer dolu…
Konya yine manevi
huzurunda… her yıl artan bilinçli bir kalabalıkla manevi huzurunda seni
selamlıyor, sana olan saygı ve sevgilerini yineliyorlar…
Sana ve en büyük eserin
olan Cumhuriyet’e saldırılar sürüyor ve bunlar bizim etrafında daha çok kenetlenmemize neden oluyor. Biliyoruz ki Cumhuriyet’imiz ve devrimlerin
sonsuza dek yaşayacak…
Varlığımız teminatıdır Ata’m,
Cumhuriyet’in ve devrimlerinin…
TAHİR SAKMAN
31 Ekim, 2024
ZAMAN UÇAR
ZAMAN UÇAR
Tempus fugil veya tempus
fugit… Latince zaman uçar demek olduğunu bu saati alırken bilmiyordum ama bu
saatte beni çeken belki de bu yazının silik güzelliğiydi… Zaman kaçağı
anlamlarını da içeriyordu.
Kim bilir hangi evin duvarında
zamanı uçurmuş hangi zamandan kaçıp gelmişti… yalnız ve umutsuz, bir köşede zamanı yine uçuracağı günlerin
hayalindeydi belki de… belki de zamanı uçururken o da yorulmuş ve ıssızlığın
köşesinde geçmiş günlerin ihtişamıyla avunuyordu…
Saatçi bir arkadaşıma uğramıştım
geçen hafta, galiba bu saatin çığlık çığlığa tik taklarıydı beni çeken… Bana
saati önerdiğinde arkadaşım, silik bir şekilde bana bakan tempus fugil yazısının silik ama güzelliğiydi. Ve saatin susmuş tik taklarının feryadı…
Saati aldım veya saat beni seçti, Alman malı ve
Kienzle markaydı, günümüzde fabrika kapanmış, saat üretilmiyordu. Saat çok eski
değildi ama eskinin ağırlıklı saatlerine özenerek yapılmış, muhtemelen 80’li
yıllardan kalma…
Öncelikle bakımını yaptım
ve tik takların yeniden yaşama döndüğünü bildiren seslerini duyunca… sonra
kasayı bakıma aldık orijinaline uygun temizlendi, boyandı ve tempus fugil yazısını bir hattat arkadaşımız kalemle üzerinden giderek daha belirgin hale
getirdi.
Birkaç gecedir başında
sabahlıyor ve onun sesiyle cennetin bir başka boyutunu keşfe çıkıyorum… O ise koleksiyonuma
katılmanın mutluluğuyla zamanı uçuruyor…
El mi yaman, bey mi yaman
değil; saat mi yaman, Tahir mi yaman!
Bakalım hangimiz daha önce
uçacak… bakalım hangimizin adı daha önce zaman kaçağı olarak kayda geçecek…
TAHİR SAKMAN
30 Ekim, 2024
CENNET’TEN BİR AKŞAM
Nuri Cennet gözleri yaşlı türkü okurken... Fotoğraf: Tahir Sakman.
Nuri Cennet-Konya Methiyesi... Eşlik eden müzisyenler ut Fatih Çinioğlu, kanun Bekir Bulduk...
CENNET’TEN BİR AKŞAM Dün müstesna bir gündü… Azizi Atatürk’ün gençlere
emanet ettiği Cumhuriyetimizin 101. kuruluş yıl dönümüydü. Bu müstesna günün
akşamında Konya türkülerinin geçmiş dönemin son temsilcilerinden Nuri Cennet
abimizi dinlemek kısmet oldu.82 yaşındaki ihtiyar delikanlı…
Yok, o benim için hâlâ Şahin Oteli’nin altındaki dükkânında Terzi Cennet abiydi.
“El kârda gönül yarda” diyerek diktiği pantolonlara, ceketlere gönlünde dile
gelen türkülerimiz eşlik ederdi… Konya Aydınlar Ocağı’nın
düzenlediği programda oldukça duygusal anlar yaşandı, o bildiğimiz Cennet abi,
her zaman olduğu gibi gözü yaşlı, yüreği tutuşmuş bir halde türkülerimizi
dillendirdi.
Nuri Cennet, Emmiler Emmiler Türkmen Emmiler
“Emmiler emmiler Türkmen emmiler
Uzun entarili salma yenliler”
derken Selçuklu
asırlarından gelen kıvılcım dolu rüzgârların eşliğinde, yüreğimizi kavurdu. “Annem
beni kaldırmışsın atmışsın” ile “Sabahın seher vaktinde” türküsünü Cennet’ten
abiden dinlemişsiniz sayıyorum tüm türkü dostlarını, değilse bilin ki eksiktir
duygularınız…
Nuri Cennet-Annem Beni Kaldırmışsın Atmışsın
Nuri Cennet'ten Genç Osman ile Bir gemim var adalara yaslanır türküsü...
Genç Osman’ı okurken sanırsınız ki Bağdat’ın kapısını yeniden açıyordu ve arkası;
“Al sana fındık fıstık
Çürük çıktı fındık
Taş üstünde kıramadık
Ak gerdanda kırdık”
derken de türkü metinlerimizin
olduğu gibi muhafaza edilmesine işaret ediyordu.
Cennet abi 60 yılı aşkın,
türkülerimize ruh katıyor. Önümüzdeki günlerde umreye gidecekmiş, şimdiden
hayırlı yolculuklar dilerken, tez zamanda sağlıkla dönmesini ve kalplerimizde
toz tutan duygularımızı türkülerle yeniden uyandırmasını diliyorum.
Nuri Cennet'ten üç türkü; Turnalar-Bülbül-Eremedim Vefasına Dünyanın
TAHİR SAKMAN
26 Ekim, 2024
KONYA TÜRKÜ KÜLTÜRÜ II
KONYA TÜRKÜ KÜLTÜRÜ II
Folklor Kurumu tarafından
yayımlanan Folklor Halkbilim dergisinin birleşik 91-94 sayısında “Konya Türkü
Kültürü II” başlıklı makalem yayımlandı.
İlkini, Ocak-Mart 2022
yılında aynı dergide yayımladığım makalenin içeriğinde Konya türkülerinin
bazılarının doğuş hikâyelerinin yanı sıra Konya türkülerinin ne kadar önemli
olduğunu gösteren folklor verileri de yer alıyor.
Zamanın her türlü törpüsüne
rağmen Konya türkü kültürünün hâlâ bakir bir alan olduğunu göstermesi açısından
da makale önem taşıyor.
Basın Yayın Müdürlüğünü Prof.
Serap Gürsoy Hoca’mın yaptığı dergi, Türk folkloruna kaynak olması bakımından
da ayrı bir öneme sahip. Tüm emeği geçenleri folklorumuz adına saygıyla
selamlıyorum.
TAHİR SAKMAN
22 Ekim, 2024
Mazhar Sakman'ın Türkü Hazinesi
Vefatının 30. yılı nedeniyle babam Mazhar Sakman'ın türkü hazinesi hakkında bir sunum gerçekleştirdim. Sunumun tamamına yakın bölümü sevgili dostum merhum Zeki Oğuz'un kızı Şafak Çakır tarafından kayda alınmış ve Youtube'da paylaşılmış, izlemek isteyenler için linkini paylaşıyorum.
18 Ekim, 2024
YERGİ
YERGİ
Bu rahatlık(!) bizi gerdi dediler
Bizim vatandaşın derdi dediler
Sonunda çözdüler asrın buluşu
Donumuzu alıp vergi dediler
TAHİR SAKMAN
16 Ekim, 2024
ROJİNARİN
ROJİNARİN
/van gölü'nde bir ay kana
batmıştır
dalga dalga kaşlarını
çatmıştır/
kızlardan çekin elinizi
yaşamdan bahardan çiçekten
geleceğimizden
çekin hoyrat ellerinizi
onlar annelerimiz
bacılarımız
ya sen insan suretli
canavar
seni doğuran anaysa eğer
/çektiği emekler ziyan
olmuştur
hayat verdiğine pişman
olmuştur/
TAHİR SAKMAN
15 Ekim, 2024
14 Ekim, 2024
VERGİ
VERGİ
Cebimize ateş salabilirler
Cüzdanın dibine dalabilirler
Fasulye yemeyin aman dostlarım
O&uruktan vergi alabilirler
Tahir Sakman
12 Ekim, 2024
PARSEL
PARSEL
canlar katliamda gördü
sizi
uykusuzdular
yarım kaldı masum nefesler
sığamadılar
bu siyah poşet kimin
parseli
elleriniz kirli olsa
kolaydı
vicdanlarınız bayım
hangi poşete sakladınız
Tahir Sakman
11 Ekim, 2024
KIZÇELERİM
KIZÇELERİM
Bugün Dünya Kız Çocukları Günü... O zaman benim dört kez kutlamam gerek...
En değerli varlığım kızlarım; kız babası olmanın onurunu dört kez yaşattığınız için teşekkür ederim.
Ayrıca üç de kız torunum var; hepsi mutluluk kaynağım... Benden daha şanslı kim olabilir ki bu dünyada?
Kızlarımıza daha iyi bir dünya bırakmayı seçiyorum. Güçlü kızlar güçlü ülkenin teminatıdır. Kızlarımıza aydınlık Türkiye yolunda büyük önem veren Ulu Önder Atatürk'ü de rahmetle anıyorum.
TAHİR SAKMAN
08 Ekim, 2024
SILA
SILA
Ahınıza vahınıza
Geç kalmış eyvahınıza
Tepkin yoksa etkin yoktur
Yuh olsun ervahınıza
Adınıza sanınıza
Reva mı insanınıza
Sıla bebek sır olmuştur
Ateş düşsün canınıza
TAHİR SAKMAN
02 Ekim, 2024
MAZHAR SAKMAN ŞİİRLERİ
Mazhar Sakman'ın el yazısıyla yazdığı cönk... |
MAZHAR SAKMAN ŞİİRLERİ
Kuşkusuz Konya türküleri
denildiği zaman akla gelen ilk kişilerden olan merhum Mazhar Sakman, yaşadığı
döneme damgasını vurmuş biri olarak Konya türkü kültürünün önemli bir parçası
olarak türkülerimizin geleceğine de ışık tutan bir sanatçımızdır. Hem alaylı
hem mektepli olması ve bunun yanı sıra bando astsubayı olarak uzun yıllar görev
yapması nedeniyle Batı müziğine de hakim olması, 12 tellinin yanı sıra
fasıllarda tambur çalması onun çok yönlü birikimini de anlatır. Bu birikimini,
Samsun Ladik Köy Enstitüsü’nde bando kurarak zirveye taşırken hiçbir zaman Konyalı
kimliğini unutmamış, üzerinde bir nişan gibi taşımıştır.
Konya türkülerinin
geleceğe taşınmasında bu birikimini türkülerimizi notaya alıp yayımlayarak da
önemli hizmetleri olmuştur.
Mazhar Sakman gibi çok
yönlü sanatçılarımız çoğu zaman hayatlarını kazanmak için farklı meslek
dallarında çalışmışlar ve hiç kimseye muhtaç olmamışlardır. Merhum Sakman bunca
sanat birikimine rağmen saat tamirciliği yaparak geçimini temin etmiştir.
Özellikle antika saatlerin tamiriyle uğraşarak şehrimizdeki saatçilerin
arasında haklı bir üne kavuşmuştur.
Cönkün ilk sayfası... |
Cönkün fihristi...
Mazhar Sakman’ın
şiirlerinde ilk gözünüze çarpan yoğun bir duyguyla gurbet teması öne çıkar.
Bunu uzun yıllar Konya dışında olmasına bağlayabiliriz. Okul hayatından
başlayarak önce başçavuş rütbesine kadar yükseldiği ordu hizmetindeyken görev
yaptığı yerlerde sonra köy enstitüsünde öğretmenlik yaptığı dönemlerden kalma
bir hüzün olmalıdır.
Esasen Konya’da o
dönemlerde söz sahibi olmuş âşıklarına bakarsanız ve Sakman’ın okuduğu
türkülerdeki güçlü mısraların da Sakman’ın şiirlerinde etkili olduğunu
varsaymamız mümkündür. Geçmişte şiirin hayatımızdaki yoğun rolü de bu etkiyi
getirmiş olmalıdır.
Mazhar Sakman, ilk gençlik
yıllarında Konya Muallim Mektebi’nde öğrenci olduğu dönemlerde beğendiği
şairlerin şiirlerini yazdığı bir defter arşivimizdedir. Bu şahsi cönk bile onun
edebiyat tutkusunu açıklar gibidir. Eski Türkçeyle kaleme aldığı bu cönkte
dönemin şairlerinin şiirleri yer almaktadır. 1931 tarihinde yazılmaya başlanan
55 sayfalık cönkün son sayfasında da Latin alfabemiz yer almaktadır.
Sakman’ın ulaşabildiğimiz
şiirleri çok fazla değildir; tıpkı o da annesi Vesile Sakman’ın şiirleri gibi yazıdan
ziyade sözlü kültürün bir parçası olarak büyük bölümü kaybolmuştur. Elimize
ulaşan şiirleri dostlarının gazete köşelerinde yayımladıklarından ibarettir.
Ayrıca kendi el yazısıyla dostlarına hediye ettikleri dörtlükler ile yakın
dostu Hattat Hüseyin Öksüz’ün talebelik dönemlerinde yazdığı bir dörtlük ve
nihayet mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği bir dörtlük vardır.
Selçuk Es'in Büyük Konya Ansiklopedisi'ndeki Mazhar Sakman maddesi... |
Açılsın gönlümüzde eyyamı bahar.
Çok söyledim canan, darılma zinhar,
Meram bağlarında gezdirdin beni.
Selçuk Es'in şiirleri yayımladığı Yeni Konya gazetesinin kupürü. |
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Ayrılığın koru değse semine;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Düşmanlardan ıraklara kaçarsak;
Han bulamaz sokaklarda yatarsak;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Babam nerelerde diye söyleşir;
Gün olur da kuzu gibi meleşir;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Sazı alıp yedi dağa gideyim;
Ahvali belirsiz nasıl ideyim;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Pek dardayım daha fazla duramam;
Murad itsem yollarını bilemem;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Bu yıl şöyle böyle geçirdik yazı;
Mazhar’a söyletir gel bazı bazı;
Acap sözden sazdan fayda olur mu?
Ki ukbada kâşane daha neler var,
Ol Muhammet Mustafa’yı serd’eylesen,
Şiricde [sırıç] ne umhane daha neler var.
Fehmet ol zeman nebi’i hadiki,
Ahir zaman mürseli, nebi sadiki,
Ahdi cedidi refahgâh daha neler var.
Esmai ilahiyi tecbit et,
Elkabı Muhammediyi teşbiye et,
Tefsiri hadiste daha neler var.
Ta’at üzre ümmi süruru cihan,
Ecmainle yarlığa halimiz pünhan,
Ol yevmil’mev’udda daha neler var.
Deriğ etme hatırdan saat, be saat,
İs’lar’de eylerim her dem münacat,
Mazhar gibi aciz daha neler var.
10 Ramazan 1392
Bir başka şiirin kupürü.
Merhum Es yine aynı
köşesinde 21 Mart 1973 tarihli “Mazhar Sakman’dan bir koşma” isimli yazısında
ise şu şiire yer veriyor. Şiirde merhum Es’e daha önceki makalesinde iyşü işret
düşkünlüğünü yazdığı için bir göndermede de bulunuyor Mazhar Sakman:
KOŞMA
Ey hasnayi âlem
incittin beni,
Sitemlerin sinede
rahneler açar.
Değişmem cihana
gayşettin beni,
Bu cevrin dilimde,
naleler açar.
Seyragâh âlemin bir
garip aciz,
Dil hastasıyım elzem
bir tabib naçiz,
Derdime deva ol ev
tayyip’pekiz,
Lâkaydın derunda
yâreler açar.
Bilvefadır herkes
kelâmı bilmez,
Cehle garkolmuş allâmı
bilmez,
Onbeş yıl gurbette
selâmı bilmez,
Bu ham akatin çeşmimde
zareler açar.
Nuş edelim bade, nereye
varılır,
Hoca demkeş diye
Selçuk’bey darılır,
Efganıma yavrular,
boynuma sarılır,
Peymane hayalimde
kareler açar.
Akdara murikim sermest
gezerim,
Alâmdan mahzuzum bi
basir sezerim,
Hakka müteveklilim
bihaber ezerim,
Dilârat’ın ömrümde pazeler
açar.
Söyleyemem bir dahi ben
bu sözleri,
Enini iftirakım şehlâ
gözleri,
Affeyle Kibriya illâ
bizleri,
Mazhar’ın kalbinde
nureler açar.
Mazhar Sakman'ın Münacaat'ının yayımlandığı gazeteni kupürü... |
Yine Yeni Konya gazetesinin
28 Temmuz 1973 yılında yayımlanan nüshasında Selçuk Es’in “Düşünce Alanı”
isimli köşesinde Mazhar Sakman’dan bir münacaat başlıklı makalesinde “Üstadın
bana göndermek lütfunda bulunduğu (Cenabı lemyezele koşma tarzında Münacaat)
başlıklı yazısını Yeni Konya okurlarına sunarken Folklör meraklılarına da bir
doküman vermiş olacağım kanısındayım” dedikten sonra aşağıdaki şiiri
yayımlıyor. Mısralar arasında yağmur dilekleri göze çarparken o yıl Konya’da
bir kuraklık yaşandığına işaret ederken ailevi nedenlerle evlatlarından da ayrı
kaldığını vurguluyor.
MÜNACAAT
Ey feyyazı mutlak, ey
bari hüda,
Rahmetinden bizi mahrum
buyurma,
Ger yevm’i mevud’da
kalırsak cüda,
Halk içinde bizi mahzun
buyurma.
Heft’ü cihana sığmaz pür
isyanımız,
Kaf dağı misali; pür
nisyanımız,
Na’beca tevildir pür
nesvanımız,
Bizi germekten makrus
buyurma.
Hasret oldu suya
cihadat bile
Mağfiret dilemek, pek
kolay dile,
İnsanlarınşimdi ef’alı
bile,
Ger narında bizi efzun
buyurma.
İhsanını bekler gökte
gözümüz,
Bir günahkârız heman
siyah yüzümüz,
Tesin etmez cehle
sözümüz,
Şarabı Kevser’den
mahrus buyurma.
Yağmur diye ağlar,
koyun kuzular,
Rabbın gazabından ciğer
sızılar,
Hıfz buyur halik kara
yazılar,
Bizleri ihra’ra makruz
buyurma.
Musallaya çıktık üç gün
üç gece,
Yalvardık Kebir’ya’ya
söyledik hece,
Nadan kelâm bilmez ey
naçiz noca,
Penhanından bizi mahzun
buyurma.
Kar’a hasret kaldı ol
yüce dağlar,
Susuzluktan kurudu
bahçeler, bağlar,
Bu efgân ve kıhıt
ciğerim dağlar,
Yarab bizi rahmetinden
mahzun buyurma.
Zinhar kelâmları sazla
söylerim,
İhra’ya meylim var
dehri neylerim,
Gurbette yavrular,
gönül eylerim,
Eltafından bizi mahzun
bırakma.
Garip MAZHAR der ki
çokça biz azdık,
Sözümüz arife, ol ol
cihet yazık,
Ebucehil gibi kuyumuz
kazdık,
Bab’ı hacette’yiz
maksur buyurma.
17 Nisan 1973
Elfakir pür taksir
havace
Mazhar
Eski Türkçeyle Mazhar Sakman'ın kendi el yazısıyla yazdığı dörtlük.
Elimde bir kağıda yazılmış
bir dörtlük var. Babam kendi el yazısıyla eski Türkçeyle yazmış ve hatıra olsun
diye vermiş. Sanırım yazdığı dostu da bana vermiş, kim olduğunu hatırlamıyorum
ama üzerinde 18.4.1991 tarihi var. Kâğıdın arka yüzünde ise dörtlüğün Türkçesi
yer alıyor:
Aynı dörtlüğün Türkçesi... |
Meskenim dağlar başı
seyrana hacet kalmadı
Nuş ittim dolu ağu
dermana hacet kalmadı
Müstekârdır tabiban
lailaç Hoca Mazhar’a
Hayfa ki uhibban
lokmana hacet kalmadı
Elhac Mazhar
Söz konusu şiiri,
şehrimizin dünyaca ünlü hattatı Hüseyin Öksüz’e de vermiş ve Sayın Öksüz’ün
talebelik dönemlerindeki yazmıştır. Bir dönem Hüseyin Öksüz’e talebe olmakla
onurlanan kızım Şule’nin evindeki en nadide köşesinde hatıraları
canlandırmaktadır.
Hattat Hüseyin Öksüz'ün talebelik dönemlerinde hat ile yazdığı Mazhar Sakman'ın dörtlüğü.
Şiirlerimin bu dörtlükten
sonra hükmü kalmamıştır. Bunca yıldır yazdığım şiirlerde böylesine bir duygu ve
anlatım yakalayamamış olmanın hüznü beni yakarken, bu dörtlüğü söyleyenin babam
olması hüznümü artırmalı yoksa azaltmalı mı, bilemedim…
Dörtlükte merhum Sakman’ın
nasıl bir düş kırıklığı içinde olduğunu ve hüznünü hissetmemek mümkün değil.
Dörtlüğün yazılı olduğu pusulanın üzerindeki tarihi baz alırsak vefatından üç
yıl önce 81 yaşında yazdığını varsayabiliriz. Bu muhteşem dörtlükte anlatılanları
tasvir etmek benim için duygusal açıdan oldukça zor. Dünyadan bu kadar soğutan
neydi babamı bilmiyorum ama oturakların meşhur sarı oğlanı nasıl bir üzüntüye
kapılmış ki bu mısraları adeta bir ilaç gibi terennüm etmiş.
Dağlar başını mesken
tuttuğunu, derin bir yalnızlık içine gömüldüğünü ve artık dünyayı seyretmenin
bir anlamının olmadığını söylüyor ve zehir içtiğini, dermana ihtiyacının kalmadığını
belirtiyor. Dörtlüğün devamında hüzünlerinin, hayal kırıklıklarının kronik hale
geldiğini belirterek tabiplere sesleniyor ve artık ilacın kâr etmeyeceğine
işaret ediyor. Dostlarından da bir vefa görmemiş olmalı ki onlara da sitem
ederek Lokman Hekim’e bile gerek duymadığını söylüyor.
Geçmişin ihtişamlı günleri
aklına gelmiş olmalı… Dolu dolu yaşanmış bir ömrün sonunda yalnızlığın ne
olduğunu en çok sanatçı ruhlu insanlar bilirler. Babam da böyle hüzünlü bir
günde bu dörtlüğü yazmış olmalı. O yıllarda birlikte yaşamamıza rağmen ne bu
dörtlükten haberim oldu ne de babamın hüzün dolu yalnızlığından… Kendime çok
kızıyorum ama umarım ki şiirlerini yayımlamam vesile olur da beni affeder…
Bu dörtlükle ilgili olarak
daha önce yazdığım bir makalede de şiir ayrıntılı olarak incelenmiştir. Okumak
isteyenler için link: https://tahirsakman.blogspot.com/2022/10/meskenim-daglar-basi.html
Genel olarak baktığımız
zaman ağdalı bir Osmanlıca ile kaleme alınan şiirlerdeki dini duyguların
yoğunluğu hemen göze çarparken mahlas olarak Mazhar’ı seçmiştir.
7 Eylül 1994 yılında babam
sır oldu… Babam son günlerinde şehrimizin önemli müzisyen ve bestekârlarından
Timur Alpsakarya bana bir kağıt getirdi. Kâğıtta bir dörtlük yazılıydı ve bu dörtlüğün mezar taşına yazılmasını vasiyet etmiş:
Ol kadar mağmum seng-i
mezârım acep nedendir
Şu hâk içre metfun
olmuş yatan cânip bedendir
Sorma zâir pür melâl
hâlini Hoca Mazhar’ın
Râh-ı ebediyete zâr ü
zâr ağlayıp gidendir
(Mezar taşım neden üzüntülüdür,
toprağa gömülen garip bedendir, sorma ziyaretçi Hoca Mazhar’ın üzüntülü halini,
ağlayarak ebediyete gidendir.)
Tahir Sakman, babası Mazhar Sakman'ın Üçler Mezarlığı'ndaki kabri başında |
yıl 1999...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)