YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

04 Aralık, 2025

TÜRKÜLERİMİZ DİZAYN(!) MI EDİLİYOR?


TÜRKÜLERİMİZ DİZAYN(!) MI EDİLİYOR?
 
Folklor denildiği zaman özelde türkülerimizde halkın duygularını en saf haliyle kah üzüntüsünü kah sevincini anlattığı eserler akla gelmelidir. Türkülerimizin pek çoğu yüzyılların imbiğinden geçerek günümüze ulaşması, onların ne denli sağlam yapıtlar olduğunu da ortaya koyar.
 
Türkülerimiz içinde müstehcen türkülerimiz de mevcuttur; ancak bunlar her ortamda okunmayan türkülerdir. Bu türküleri de söyleyen/yakan yine halkımızın ince zekâsıdır. Bizim onları hiçbir şekilde eleştirmemiz/değiştirmemiz düşünülemez. Bu türküleri ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekmektedir.
 
Konya yöremize baktığımız zaman “Elmalı” diye bilinen bir türküyle “Dömeke” (Dimetoka) türküsünü örnek olarak verebiliriz. Daha başkaları da elbette vardır ama zaman içerisinde unutulmuş olmaları kuvvetle muhtemeldir. 
 
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz bir dönem İller Bankası müdürlüğü de yapan Konya kültür sevdalılarından Mehmet Şendal’dan dinlediğime göre merhum Mazhar Sakman, bu türküyü çok okurmuş ama bendeki kayıtlarda böyle bir türküye rastlamadım. Oturak ortamlarında okunmuş ve oturakların mahremiyeti içerisinde de kaybolmuş olmalıdır.
 
Şurası muhakkak ki Konya oturaklarında okunan türkülere, oturak müdavimlerinin yaş ve görgü derecesine göre karar veren saz ustalarıdır. Ortama göre bu türküler okunmuştur.
 
Bunun yanı sıra günümüzdeki değişen anlayışlar nedeniyle daha muhafazakâr bir yapıya bürünen olgular, türkülerimizdeki bazı sözleri değiştirme gayretine girmektedirler. Hiç kimsenin böyle bir yetkisi yoktur; onlar sizin besteniz değildir, halkın kendi sesidir…
 
Türkü metinleri zaman içerisinde elbette değişebilir bunun örnekleri de çoktur mesela Aksinne türkümüzün asıl sözleri merhum Mazhar Sakman’a göre Âşık Dertli’nin
 
 /Nahnü kasemnâ’da taksimde Mevlâ
 Olanca noksan kısmeti bana mı verdin 
 Âleme sefalar eyledin a’tâ
 Derdinen mihneti bana mı verdin/ 
 
şeklindeki koşmasıdır ancak zaman içerisinde sözler değişmiştir ve bunu yapan da halkın kendisidir. Keza Âşık Şem’i’ye ait olan “Bülbül” isimli koşmanın sözlerinin nasıl değiştiğini görmek için koşmanın aslını okumak yeterli olacaktır. Masa başında oturarak Molla Kasım misali meşrebinize uymayan sözleri değiştirmeye hiç kimsenin yetkisi olamaz.
 
Geçtiğimiz yıl Nuri Cennet imzalı “Konya’nın sazında kırk türkü” isimli bir kitap yayımlandı. Kitabı çok önemsedim; çünkü Nuri Cennet gibi bir kıymetin, hayatını, hatıralarını, şiirlerini ve Konya türkü kültürü içerisindeki yerini fotoğraflarla anlatıyordu. Çok sevinmiştik, Konya türkülerini bizzat yorumlayan önemli bir ismin ağzından yayımlanmıştı.
 
Kitabın son bölümündeki türkü metinlerini incelediğimiz zaman ise üzülmemek mümkün değildi; sanki gizli bir el türkülerimizin bazı kelimelerini değiştirmişti. Yakından tanımaktan onur duyduğum Cennet abi bu türküleri böyle okumazdı ayrıca 1985 yılında Yeni Konya gazetesinde Nuri Cennet-Mehdi Halıcı ikilisi tarafından tefrika edildikten sonra 1986 yılında Mehdi Halıcı imzasıyla yayımlanan “Konya sazı ve türküleri” kitabında orijinal sözlerle yayımlanmışken bu sefer bazı sözler değiştirilmek talihsizliğine uğramış olması ziyadesiyle türkülerimiz adına üzücüdür. Bazı sözler üç nokta konularak geçiştirilmiş kimi sözler de türkünün otantikliğiyle hiç alakası olmayan ve sırıtan kelimelerle değiştirilmiştir. Bu incelemede, farklı kaynaklarda yer alan türkü metinleri değil sadece Nuri Cennet, Mehdi Halıcı’nın yayımladığı türkü metinleri esas alınmıştır.
 
Gözümüze çarpan değişikliklerden bazıları şöyle:
 
58. sayfada türkü metninin bir mısraı “Bir ateş ver anam da cigaramı yakayım” hiç yer almamış … nokta konularak geçiştirilmiştir.
 
Kitabın 64. sayfasında yayımlanan “Saffet Efendi” türküsünde geçen “Kız ehli kızların karnı şişer mi” şeklindeki mısra, “Kız olan kızların da yüzü düşer mi” mısraı ile değiştirilmiştir. Yine aynı türküde “Sürmeli kızlar göksü [göğsü] çapraz düğmeli kızlar hani nerde” şeklindeki türkü metni “Sürmeli kızlar kızlar hani nerede” şeklinde kısaltılarak yazılmıştır.
 
71. sayfada “Kara Koyun” ismiyle yer alan ve “Madam” ismiyle de bilinen türkünün metninde orijinalinde “Elinde kadeh boş geldin” şeklinde olmasına rağmen kitapta kadeh kelimesi yerine üç nokta konularak “ Elinde … boş geldin” şeklinde yer almıştır.
 
72. sayfadaki “Emmiler” türkümüzün Cennet abimizin kitabına göre son dörtlüğü “Elma gibi yanaklar/Kiraz gibi dudaklar/Öpmelere kıyılmaz/Sevmelere doyulmaz” olması gerekirken bu mısraların yerine üç satırın başlarına birer nokta konularak eksik yazılmıştır.
 
73, sayfadaki “Enginli yüksekli kayalarımız” türküsünde de “Asker karısıysan karşımda durma” şeklindeki mısra “Ben seni seviyom gönlümü kırma” şeklinde değiştirilmiştir. Bazı dörtlükler ise hiç yer almamıştır.
 
“Elmaların yongası” isimli türküde (sayfa 82) türküde geçen “hovardalar yaylası” şeklindeki sözler hiç yer almamış, “beni çoban yapsınlar kızların sürüsüne” mısraında geçen “kızların” kelimesi yerine … nokta konularak geçmiştir.
 
87. sayfada yer alan “Penceresi yeşil perde” isimli türkünün nakaratında yer alan “Göksü [göğsü] çapraz düğmelendi” kelimeleri üç nokta konularak geçilmiştir.
 
95. sayfadaki “Keşke seni görmeseydim” türküsünde de benzer eksiklikler göze çarpmakta ve “İnce belden sarmasaydım”, “İçmiş demi olmuş sarhoş” gibi bazı mısralara yer verilmemiştir.





97. sayfada yer alan “Dut ağacı” isimli türküde de benzer şekilde “Oğlan büyük kız küççük/Sarıldıkça dat verir” mısraları “Bu gençlikte yâr sevmek/Güzellere tat verir” şeklinde değiştirilerek yer verilmiştir. Söz konusu kitabın 10. sayfasında yer alan kupürde de görüleceği üzere, bendenizin 4 Ağustos 1999 yılında Yeni Gazete’nin Cönk ekinde yayımlanan “Cennet’ten Bir Nida Geldi Güllere” başlıklı yazımda da bu türkünün değiştirilen yerini görmek mümkündür.




 
Sonuç olarak; türkü kültürümüzle ilgili yayım yaparken, türkülerimizin geleceğe sağlıklı olarak intikali için ustaların okuduğu şekliyle yayımlamak en doğrusu olacaktır. Bunun aksini düşünmek türkülerimiz dizayn mı ediliyor veya sansüre mi uğruyor eleştirilerine muhatap olacağı gibi gelecekte bu tür kitapların kaynaklık edeceği de göz önüne alınırsa nasıl bir kültür yanlışına düşüldüğü net bir şekilde görülecektir. Bu durum türkülerimize ve ecdadımıza olduğu kadar aynı zamanda bir büyük ustaya yapılan bir saygısızlıktır.




 
Folklorumuz, türkülerimiz her türlü sansürün üstesinden gelecek bir kültür yapısına sahiptir. Meşrebinize uymayan sözleri değiştirmek kimsenin haddi değildir. Nuri Cennet abimizin buna izin vereceğini düşünmüyorum; hangi zihniyetse, türkülerimizi kendince dizayn etmeye kalkması kabul edilebilecek bir şey değildir.


Konya türküleri, Konya’yı anlatır, ecdadımızı anlatır ve her şeye rağmen tüm otantikliğiyle yaşamaya devam edecektir.
 
TAHİR SAKMAN
 
 

02 Aralık, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 46 İNCE ÇAYIR BİÇİLİR Mİ? (2. KAYIT)


TÜRKÜ HAZİNESİ MAZHAR SAKMAN 20 İNCE ÇAYIR BİÇİLİR Mİ? (2. KAYIT)
 
Konya’nın türkü geleneğini yansıtan ve bir türkünün sadece bir türkü olmadığının ispati gibi olan türkülerimizden bu türkümüz oldukça ilginç…
 
Türkünün hikâyesini Kamil Uğurlu ağabeyimiz yine bir Konyalı olan merhum İhsan Hınçer ağabeyimizin yıllarca yayımladığı ve folklorumuzun en önemli kaynaklarından birisi olma özelliği taşıyan Türk Folklor Araştırmaları dergisinde “Kasım 1963, Sayı: 172 sayfa 3222-3223” yayımlamış… Kamil Uğurlu’nun öyküleştirdiği ve bir anlatım harikası olan bu hikâye beni çok etkilemişti, okumanızı öneririm.
 
Çelebilerden bir kıza âşık olan vali yaverinin (kaymakam) hazin hikâyesi… Sevdaya izin vermeyen 7 kara hançerli Meram’da vali yaverini katlederler, türkü ona yakılmış…
 
Türkü iki şekilde icra edilmektedir Konya oturaklarında… ikinci versiyonunda türkünün bir yerinde çalgılar susmakta ve bir es verilmektedir; vali yaverinin aşkına bir saygı ifadesidir bu… Burada verilen es’in, yerel kanun sanatçımız Gökmen Hasan Hüseyin Ağa tarafından eklendiği söylenmektedir.
 
Bu zarafeti ancak Konya türkülerinde bulabilirsiniz… Aşka saygıdır bu… Ne zaman aklıma gelse vali yaverini anmadan geçemem…
 
/Meram aşk ülkesi/ demiştim bir şiirimde, bu türkü de buna şahittir… Meram’da yaşanmayan bir sevda, sevda değildir…
 
Türkünün nakaratında geçen “ihah ihah hah hah hah hah” sözleri yine Konya türkülerindeki zarif bir gülüşü ifade eder… Yani 7 kara saplı bıçağın sevdayı öldüremediğini ve yüzyıllar boyunca türküde, Meram’da yaşayacağını anlatmaktadır, gülerek…
 
Son dönemlerde “Ankara’nın tren yolu“ gibi sözler eklenerek varyantları okunmaktadır ama türkü Konya’nındır… Üzüldüğüm; Konyalı yerel sanatçılarımızın türkünün orijinali dururken varyantlarını okumalarıdır.
 
Ne zaman Meram’a gitsem kulağıma bu türkü çalınır, uzaklardan saplanan bir hançer gibi sevdanın feryadını duyarım:
 
(İhah ihah ah) Paşam ben yandım
 İllerin köyünde (guzum) eğlendim galdım
 Meram bağlarında bağlandım galdım
 Uyudum uyandım yanımda sandım
 
TAHİR SAKMAN


01 Aralık, 2025

KIYAMETİN KOPMUŞ KONYA


 

KIYAMETİN KOPMUŞ KONYA
 
Yaklaşık on gün önce son yağmurlardan önce Altınapa Barajı ve Değirmenköy taraflarına gittim…
 
Gitmeseydim eminim daha mutlu olacaktım; gördüklerim tam anlamıyla şok ediciydi… Barajdaki su seviyesi tehlikenin de altına inmiş, ortada çanağın dibi misali bir avuç su kalmış…  Yine de balık tutmak için insanların tel örgüleri keserek suyun kenarına indiklerini görmek daha da üzücüydü…




 
Bu bölge su koruma havzası… Nasıl koruduğumuzu bir görseniz, mide bulandırıcı… Şehre su sağlayan barajın etrafına piknik için gidenlerin çöpleri… Belediye çöp konteynırları koymasına rağmen… olmaz, biz etrafa atarız; cam ve pet şişeler, çöpler, poşetler… bu tabloya birde kuruyan doğal alanları ekleyin…
 
Kıyametin kopmuş Konya…




 
Sen kendi su kaynağını korumazsan kim koruyacak Konyalı? Yeşil alanlar tahrip olmuş, susuzluktan sararmış ve geriye toz duman bir coğrafya… Özlediğiniz buysa eğer, başardınız… Sizi tebrik edemiyorum!
 
Çok bekledik aslında su kesintilerini; çünkü etraftaki baraj ve göllerin pek çoğu kuruma tehdidinde… Belediye yeni su kuyuları açarak telafi etmenin peşinde… Barajlar 4-5 yıllık yağışlı bir süreçte dolabilir ama yeraltı sularının bunu telafi edebilmesi için 100-150 yıllık bir zaman dilimine gerek olduğu uzmanlar tarafından dillendiriliyor.




 
Yeraltı sularını çekerek çocuklarımızın suyunu çaldığımızın farkında mıyız Konya?
 
Su kesintileri en azından bir farkındalık yapabilir, uyarıcı olabilirdi…
 
Altınapa Barajı ve Değirmenköy’ün solgun halinin fotoğraflarını paylaşmak istemiyorum, gidin gözlerinizle görün ayrıca yıkılan tel örgülerin halini de… Bir yasak bu kadar mı kolay çiğnenebilir? Şehrin insanı bu kadar mı duyarsız olabilir?




 
Konyalılar suyunuzu, balık tutarak mı koruyacaksınız? Koskoca şehrin su kaynaklarını hobinize, heveslerinize kurban mı edeceksiniz? Unutmayın, o su şehrin hayat kaynağıdır!
 
Bugün Altınapa Barajı ve çevresi su koruma havzası… Böyle mi koruyacaksınız?




 
Cehalet mi desem, önemsememe mi desem, bencillik mi desem, bana her şey serbest anlayışı mı desem,  ne desem bilemedim ama şunu iyi biliyorum:
 
Kıyametin çoktan kopmuş Konya…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

  

29 Kasım, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 45 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI (2. KAYIT)


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI (2. KAYIT)
 
Konya oturaklarında okunan türkünün bu ikinci kaydında, Mazhar Sakman, ilk kayıtta okumadığı sözleri bu kayıtta okuyor… Türküdeki duygu yoğunluğu ayrıca dikkat çekiyor…


Mazhar Sakman-Emirdağı Birbirine Ulalı
 
TAHİR SAKMAN


27 Kasım, 2025

ŞİİRDEN HAYATLAR


ŞİİRDEN HAYATLAR
 
Ne çok yitirdiğimizin çoğu kez farkına bile varamıyoruz…
 
Belki de günün ekonomik koşulları bizleri bencilce hareket etmeye zorluyor… ama ne olursa olsun yapılan hizmetin, iyiliğin, sevginin mutlaka bir karşılığı oluyor; tıpkı, dayım Mehmet Ali Renkligündoğdu’nun Hocası Mustafa Tanrıkul’a yazdığı bu şiir gibi bir vefa borcu olarak uzun yıllara meydan okurcasına…
 
Mustafa Tanrıkul Hocam, şehrimizin saygın öğretmenleri arasındaki yerini uzun yıllar muhafaza ederek ismini tarihe yazdıran öğretmenlerimizden… 28 Mart 2011 tarihinde 95 yaşında aramızdan ayrılmadan önce şehirde önemli izler bırakan bir eğitimci…
 
Eskiden Konya’da DDY’nin çırak okulu vardı, ilkokuldan sonra orta ve lise ayarındaydı. Benim iki dayım da (Ali ve Mehmet Ali Renkligündoğdu) o okuldan mezundur. M. Ali dayım müziğe çok meraklı ve bir o kadar da yetenekli bir insandı. Küçükken önce yağ tenekesine teller takarak kendince bir saz yapmış sonra uzun ağlamalardan sonra merhum anneannem tarafından kendisine bir cura alınmıştır.
 
M. Ali dayım kendi kendine çalmayı öğrenmiş, kendini geliştirmiş ve şehrin nezih gazinolarında; Torrans’ta, Meram’da, Dedebahçe’de uzun uzun yıllar çalmıştır. Bağlamasıyla ve yanık sesiyle dönemin Konya’sında iz bırakmıştır. Âşık Salihi ve Ahmet Özdemir sahne arkadaşıdır.
 
Dayım, Meram’da şimdi Kafem olan yerde çaldığı dönemlerde, biz o zaman Muhacir Pazarı’nda oturuyorduk, 1960’lı yıllar… Dayım rujlu mendilleri anneme getirirdi yıkanması için… O yıllarda buna çok anlam veremezdim!..
 
Konya’da, müzisyenler arasında adettir; Hacca gidilir, tövbe edilir ve bir daha saz, söz meclislerinden uzak durulur… Dayım da emekli olduktan sonra Hacca gitmiş ve tövbe etmişti, hatta daha da ileri giderek ne kadar ses kaydı varsa yok etmiştir, ne yazık ki…
 
En son bende bir kaseti vardı, onu vermedim, ama şimdi bulamıyorum, bir gün bulursam mutlaka dijital ortama aktarıp yayımlayacağım, müthiş bir sesi ve tezenesi vardı, rahmet olsun…
 
Dayım çıraklık okulunda okuduğu dönemlerde Hocası ve aynı zamanda okul müdürü olan merhum Mustafa Tanrıkul’a bir şiir yazarak duygularını paylaşmış. Hoca’nın emekli olması üzerine 1978 yılında yazıldığını anladığımız bu şiiri, Hoca’nın oğlu, Muzaffer Tanrıkul saklamış. Dayımdan el yazısıyla hatıra kalan şiirden anladığımız kadarıyla Hoca öyle bir seviliyormuş ki “babamız sönük kalır” gibi ifadeler sevginin derecesini anlatıyor.
 
Muzaffer Bey’in anlattığına göre, Hoca da dayımı çok severmiş hatta 1968 yılında merhum Tanrıkul’un kızının Konya Subay Orduevi’nde yapılan düğününde çalıp söylemiş.  
 
Söz elbette uçar ya yazı ya şiir ya sanat; onlar yüzyıllara, binyıllara emanet…
 
Bir şiir bazen… bazen değil her zaman şiirdir ve yaşamın bir kesitini anlatırken aslında anlattığı hayatlardır…
 
Onlar, şiir gibi insanlardı; hayatları da şiirdi zaten…
 
TAHİR SAKMAN






 

26 Kasım, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 44 AMAN ALLAH GURBET ELDE ALMA CANIMI (UZUN HAVA)


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 44 AMAN ALLAH GURBET ELDE ALMA CANIMI (UZUN HAVA)
 
Konya oturaklarında okunan türkülerin çok büyük bölümü kırık havadır. Yöremizde uzun hava bir elin parmaklarını geçmez.
 
Bu durum Konya oturaklarında okunan türkülerin hareketli yapısının olduğu kadar şehirdeki sosyal hayatın da bir gereği gibidir sanki… Şehir insanlarının ova kültürünün etkisiyle daha rahat bir yaşam sürmesi ve gurbet denilen olgunun çok yaşanmamasını buna sebep olarak göstermek mümkündür.
 
Şehrin asırlardır bozulmayan yapısı, çok yakın tarihimize kadar göç almaması ve daha konforlu bir hayat sürmesi bu durumu yaratmıştır.
 
AMAN ALLAH GURBET ELDE ALMA CANIMI (UZUN HAVA)
 
 Aman Allah gurbet elde alma canımı
 Duyar düşmanlarım şaduman olur
 Yıkıp viran eyleme hanümanımı  
 Ufacık yavrularım perişan olur  
 
 Aman gardaşlarım bu dert de benim ile verdi el ele
 Çok çalıştım konamadım bir dala
 Giydirdim kuşattım verdim tellala  
 Satılmadı geldi dert bana bana
 
Mazhar Sakman, 12 telliyle bu uzun havayı ruhunu katarak okuyor…
 
TAHİR SAKMAN


25 Kasım, 2025

KONYA FİLARMONİ ORKESTRASI (!)


 KONYA FİLARMONİ ORKESTRASI (!)


An itibariyle TRT MÜZİK'te Muhammed Yıldırar'ın hazırladığı Virtüozite programında Denizli Filarmoni Orkestrası'nı izliyorum...


Müzik öğretmenleri kendi çabalarıyla kurmuş Mozart'tan sonra İzmir'in Kavakları'nı izlemek oldukça keyifli...

Asırlara dayanan köklü bir müzik geleneği olan şehrimizde böyle bir orkestra neden yok?

TAHİR SAKMAN 

BİR AVUÇ MAMA BİR DÜNYA MUTLULUKTUR

 



BİR AVUÇ MAMA BİR DÜNYA MUTLULUKTUR
 
Güne Şefikcan Parkı’nda başlıyorum…
 
Sabah erken saatlerde Konya henüz uyanmaya başlarken, egzoz dumanları sarmamışken şehri… Biraz oksijen, bol sağlık ve bir avuç mırıltıyla gelen mutluluk ve yaşam enerjisi…
 
Önce apartmanın bahçesini yurt edinen pati canlar… Süslü; en küçükleri, annesini fazla emememiş olmalı ki mini minnacık öyle sevimli ki anlatamam… sonra baskın olan var adını uyanık koydum… anneleri ise tam bir tekir ve çoktan kahraman ismini hak ediyor; bir başına yavrularını kimseye eyvallah demeden büyütüyor… Önce onları besliyorum, kahraman önce yavrularının yemesini bekliyor… onları beslememe izin verdikleri için teşekkürlerimi sunuyorum pati canlara…




 
O mutluluğu tarif edemem… onların mırıltıları, yok görmelisiniz…
 
Sonra parktaki kediler var… Şımarık var bir tane ki gerçekten şımarık, önüne gelene pati atıyor, bir yüz bulsa tepenize çıkar ona göre… paçanıza sarılır, önünüzü keser size yol vermemek için adeta direnir. Simsiyah… elimden mamayı kaparak alır ve mırıltısı şehre doğru bir mutluluk ezgisi gibi yayılır…
 
Efe var bir de… onu yürüyüşünden tanırsınız; gerçekten efevari bir yürüyüşü vardır sanki bu park benim der gibidir… Kimseye minneti yoktur ama mama verirseniz size teşekkür eden gözlerle bakacaktır.




 
Birkaç kedi daha var ama onlara isim koymadım henüz… Cebimde taşıdığım mamaları birer avuç vermenin mutluluğuyla güne enerjik başlıyorum ve yaşama sevincim zirveye ulaşıyor. Dünya anlık da olsa güzelleşiyor...
 
Sizlere de tavsiye ederim: Bir avuç mama, bir dünya mutluluk demektir…
 
Yaşadığınız sokakta, sokakta yaşamayı seçen hayvanlar insanlardan kaçmıyorsa, o çevrenin yaşanabilir bir yer olduğundan emin olabilirsiniz…
 
TAHİR SAKMAN





24 Kasım, 2025

MÜZİKAL BİR DİRENİŞTİR VEDAT SAKMAN



MÜZİKAL BİR DİRENİŞTİR VEDAT SAKMAN
 
Vedat Sakman hayranları bilirler ki onun imzasını taşıyan şarkıların künyesinde söz veya güfte yazmaz, şiir yazar… Bu ayrıntı aslında bir mesajdır:
 
Şiire verdiği değerdir Sakman’ın…
 
Sevgiden, barıştan ve dostluktan kurduğu dünyasında, şiirin ait olduğu yeri her zaman üstte görerek sanatların anasına gösterdiği bir saygının ifadesidir…
 
Ona “şehir ozanı” unvanı yakıştırılırken şiire verdiği değerden dolayı bunu çoktan hak ediyor.
 
İmzasını attığı yüzlerce şarkıya kaynaklık eden o güzel şiirlerden birkaçı şimdi “birkaç şiir” ismiyle yayımlandı. Şarkıdan önce şiirin olduğunu sanki bize hatırlatır gibi bir kitapla karşımıza çıkarken, usta sanatçı Sakman’ın kitap tanıtımını elbette İstanbullu sanatseverler kaçırmayacaktır.
 
Abim Vedat Sakman, müzik hayatının en başından itibaren daima seviyeyi ve mesajı ön plana çıkarırken, kalitesini de müziğine yansıtmayı başaran sanatçılarımızdan bir tanesidir.
 
İyi ki bu dünyada hassaten ülkemizde onun gibi müzisyenler var… O ilerleyen yaşına rağmen ulu bir çınar misali elinde gitarı şarkısını söylemeye devam ederken, biz Sakman ailesi olarak onunla gurur duymaya devam edeceğiz…
 
Bizimki sanatsal, müzikal bir direniştir; çağın yanlışlarına…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

BAŞÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK’TÜR


 

BAŞÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK’TÜR
 
“Canım annem canım babam, beni böylesine güzel yetiştirip vatana, millete güzel insanlar katmama aracı olduğunuz için çok teşekkür ederim. Bana gelen çiçekler size geldi aslında. Bu gurur sizin…”
 
Bu sabah öğretmen kızımdan gelen mesajdı bu… 4 kız babası olarak göğsüm bir kez daha gururla kabardı; onları vatana, millete yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yolda yetiştirmenin gururuydu bu…
 
Aslında bu gururun asıl sahibi, bize özgür bir vatan emanet eden Atatürk ve silah arkadaşlarınındır. Onlar ki savaş meydanlarında canlarını siper ederek bizim gelecek asırlara Türk damgasını vurmamız için çalışmışlardır. Asıl savaşın cehaletle olduğunun bilincinde olarak, bir dizi devrimler gerçekleştirmişler ve bunlar arasında en önemlilerinden biri olan harf devrimini gerçekleştirerek Türk Ulusunun en büyük savaşlarından birini kazanmasına vesile olmuşlardır.
 
Bizim tek önderimiz vardır; o da Atatürk’tür… Atatürk her konuda öncü olduğu gibi harf devriminde de elinde tebeşirle tahta başına geçmiş, ömrünü adadığı milletine yeni alfabemizi bizzat öğretmiştir ki bu ona başöğretmen sıfatını kazandırmıştır.
 
Önderimiz Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" unvanını, Dönemin Bakanlar Kurulu,  11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmiştir.
 
Atatürk, bizim ebedi başöğretmenimizdir… Başta Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimize minnet borcumuz vardır.
 
Bu vesileyle başta Gazi Kemal Atatürk olmak üzere öğretmen kızımın şahsında tüm öğretmenlerimizin ellerinden öperim…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

23 Kasım, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI

Konya oturaklarında çalıp söylenen bu duygu dolu türküyü Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken kendisine Udi Cenap Kendi ile Kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.

TAHİR SAKMAN

21 Kasım, 2025

SON İSYAN


SON İSYAN
 
Bir süredir sağlık nedeniyle yazmıyorum… belki de bu bir bahaneydi; “hayatı yazarak yaşamak yerine sadece yaşamanın derin hazzını duymak için…” Olabilir mi?
 
Herkes bir şekilde yaşıyor… Peki, kanıtınız nedir?
 
Malınız mülkünüz mü, paranız pulunuz mu? Hepsinin geçici olduğunu hep söylememize rağmen sağlığımızı riske ederek; tüm yaşantımızı bunlar üzerine kuran bizler değil miyiz? Ölüp gittikten sonra malın mülkün, paranın pulun bir önemi kalacak mı?
 
Hepimizin elbette bir sonu var… belki de ömrünü yazmak üzerine kurmuş bizler gibi “enteresan insanların…” yaşamak varken yaşamayı bile bazen ıskalayarak yazmanın mantığı…
 
Merhum Seyit abi… bendenizi en iyi çözen tahlil eden insanların en başında gelirdi. Bir yazısında “şiiri yaşayan adam” demişti benim için… ama ne güzeldir şiiri yaşamak… ama hayatın şiirini ruhunda hissederek, duyarak…
 
Yaşadığınız sürece hayattasınızdır, ya öldükten sonra? Ne kadar hayatta kalabilirsiniz ki? Ömrünüz neyle sınırlı? Mihenk taşı nedir bu konuda? Solgun bir fotoğraf mı, ailenizin veya dostlarınızın ömrü mü sınırınız? Yazdıklarınız mı, sonuçta kağıdın da bir ömrü var!
 
/durduk divana
uymadık imama
manitu belasını versin mevtanın/
 
demiştim fi tarihinde söylediğim bir şiirde… öldüğünüz gün… kurtulduğunuz gün müdür yoksa sizden kurtulmanın şanlı günü müdür?
 
Merak ediyorum desem de hiç umurumda bile değil… Narsist düşüncelere kapılmanın da bir mantığı yok; dünyanın merkezi elbette ben değilim ama kendi kendimin merkezi olmanın da derin bir hazzı var…
 
Kendimin merkezindeyim… dünyanın, yaşamın merkeziyim…
 
Ne demişti Epikuros usta: “Ben varsam ölüm yoktur, ben yoksam, ölüm zaten yoktur…”
 
Haydi o zaman iyi pazarlar(!)…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

 


 

10 Kasım, 2025

BAŞIMIZ EĞİLMEMİŞTİR



BAŞIMIZ EĞİLMEMİŞTİR
 
/10 kasım bir gün
10 kasım binlerce hüzün
başka da başımız eğilmemiştir/
 
Çünkü bizim Ata’mız yedi düvelin önünde eğilmemiş bilakis onlara diz çöktürmüştür…
 
Bir Anıt Kabir’de eğilir başımız bir de 10 Kasımlarda… Çünkü bizim önderimiz Atatürk’tür, ondan öğrenmişizdir; özgür ve başı dik yaşamayı…
 
Yine de eğilmiş sayılmaz başımız; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eserleri başımızı hep yükseklere kaldırdı, devrimleri ışığımızdı; geleceğimizi aydınlattı… Bize ne gam ki Atatürk gibi bir önderimiz var; başımız yine de eğilmiş sayılmaz; kalbimizde Cumhuriyet, ilke ve inkılapları oldukça başımız hep diktir, dik duracaktır!
 
Konya… tek damla yağmur yoktu ama yüreklerimize akan yaşlarla hepimiz ıpıslaktık… Yüce önderimizin manevi huzurunda hepimiz ıslandık… Öyle bir rahmetti ki bu; medeniyete doğru akan, ezelden ebede doğru koşan bir ülkünün, geleceğe binlerce uzanan, bayrağımızı dik tutan, Türk olmanın onurunu üzerinde taşıyan gönüllerden taştı…
 
Türk’üz, Türkçüyüz, Atatürkçüyüz…
 
Ne mutlu Türk’üm diyene…
 
TAHİR SAKMAN









 

07 Kasım, 2025

YAZMAK YAŞAMAKTIR



YAZMAK YAŞAMAKTIR
 
Uzunca bir zaman diliminde; (10 günü geçti, tüm yaşantım boyunca basında, son 8 yılın neredeyse her gününde sosyal medyada, blog sayfamda; kültür, sanat ve edebiyat kulvarında yazmış benim gibi biri için bu elbette çok uzun bir zaman dilimidir) yazılarıma ara vermek zorunda kaldım…
 
Çok şükür yakamı bırakmayan vertigo sonra gribal enfeksiyon, boğaz ağrıları, ateş, sonra yine vertigo… Nasıl bir döngünün içine girdiysem; sonra bu sefer göz rahatsızlıkları… Çok şükür…
 
Sevgili vertigo, sevgili bedenim, öğrenmem gereken nedir? Sevgili gözlerim, görmemi istediğiniz şey nedir?
 
Hemen şimdi öğrenmeyi, görmeyi seçiyorum… sanırım dijital mecralardan biraz uzaklaşmam gerektiğini daha düz bir hayat yaşamamı istiyor ama…
 
Hayat, düz bir çizgi değil ki… fırtınaların içinde savrulan saman çöpü değilim; fırtınanın kendisiyim! Heyecanlarım nasıl diner? Ben asıl o zaman ölmez miyim?
 
Bu arada 46 yıldır bana katlanan sevgili eşimin nükseden bel ağrıları sonrası geçirdiği ameliyat…
 
Önümüzdeki günlerde de bir operasyon geçireceğim o zamana kadar yaşantımdaki eksik veya fazlalık ne varsa…
 
Hayattayım sevgili dostlar merak etmeyin ama benim gibi insanlar için yazmamanın da ölümün bir diğer adı olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yazacak o kadar çok şey var ki…
 
Kanma bülbülüne kanma gülüne
Bu dünya fanidir biter sessizce
Eser bırakmazsa âlemde insan
Toprağın altında yiter sessizce
 
Demiştim; sanırım milattan önceydi… bunca zaman şehir toprağına birkaç iz bıraktığımı düşünüyorum…
 
En kısa zamanda yine görüşmek üzere sevgi ve barış sizlerle olsun…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

25 Ekim, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 42 YABAN ELLERİNDE EĞLENDİM KALDIM


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 42 YABAN ELLERİNDE EĞLENDİM KALDIM

Konya oturaklarının bu hareketli türküsünü Mazhar Sakman, 12 telliyle çalıp söylerken kendisine udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.

Türkünün notası, 28 Mart 1963 tarihinde Konya'da Şehir Postası gazetesinde Mazhar Sakman tarafından yazılıp yayımlanmıştır.



TAHİR SAKMAN

23 Ekim, 2025

YAKACAK VE TIKACAK

Dam yuvağı

YAKACAK VE TIKACAK


Bu bir Konya deyimidir:


Uzun ve çetin geçecek olası kışlara hazırlığı anlatır... Konya’da eskiden “ağustosun 15’i yaz, 15’i kış denilirdi ve öyle de olurdu. Ağustos ayının sıcağında biraz nefeslenildiği zaman ki rüzgâr esmeye başlardı, şehir ahalisi de kış hazırlıklarına başlardı.


Bizim nesil çok görmese de o kışları, bizden birkaç nesil öncesinin hafızaları metrelerce kar yağmasının anılarıyla doludur ama sanki biraz da abartı vardı… Bizim neslin hatırladığı en çetin kış 1971 martındaki meşhur tipi ve bir şehir halkının sinemalarda, hükümet konağında, karakollarda veya bulabildiği kapalı mekânlarda sabahladığı meşhur kıştı… Yollarda mahsur kalanlardan donanların olduğu asla unutulmayacak bir mart ayıydı.

Önceleri şehirde bu kadar betonarme bina yoktu; evlerin büyük çoğunluğu kerpiç ve eski evlerdi dolayısıyla kar yağdığı zaman kürense de -her ne kadar yazın baraj köylerinden gelen çorak toprağa tuz eklenerek dam yuvağıyla sıkıştırılsa da- bu asla yeterli olmazdı. Damların akmaması ve karın ağırlığı altında çökmemesi için damlar kürenirdi. Ne zaman kar yağsa dam küreyiciler ortaya çıkar, karları sokağa kürerlerdi.

Onlarca evden sokaklara karların kürenmesiyle oluşan metrelerce karın arasında insanların geçmesi için bir yol açılırmış ve bu durum bahara kadar sürermiş. Dam küreyicilerini gördüm ama metrelerce kar görmedim… Abim Vedat Sakman çok anlatırdı, kar yığınlarının arasında okula gitmenin ne kadar zor olduğunu…
Kış hazırlığına dönersem önce odun…

Belki de size önce “yapma”yı anlatmalıyım…

Bizim evlerimize kömür çok sonraları girdi, ondan önce odun yakardık ve tabii ki yapma yani tezek… Anam -rahmet olsun- Muhacir Pazarı’ndaki, Zindankale’deki ve Sarıyakup’taki evlerimizde evin hayadında biriken büyükbaş hayvanların dışkılarını ıslatıp, bazen de içine kömür tozu karıştırıp bir kalıba döker, kuruması için güneşe sererdi.

Eski Konya kadınları bu yönleriyle üreten insanlardı; bağ bahçe işleri, inek dana işleri onlardan sorulur ve evin tüm ihtiyaçlarının büyük bölümü evde kadınlar tarafından üretilir, dışarıdan pek bir şey satın alınmazdı. Kahraman annelerimizin anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.

Bu tezekler, kışın yakacak olarak kullanıldığı gibi mutfaklardaki ocakta da yakılarak yemek pişirme işlerinde de kullanılırdı. Ev besiciliğinin şehir hayatından çıkmasıyla birlikte tamamen odun yakılırdı o uzun kış gecelerinde. Soba yandığı zaman “önümüz kavurga kavurur, arkamız harman savurur” deyimi gerçek olurdu. Odunun közünü mangala alıp kallavi bir sade kahve pişirmek de bu işin en keyifli yanıydı ve höpürdetmek serbestti!

Çok sonraları, Tinal marka kömür sobaları hayatımıza girince daha bir konforlu yaşamaya başlamıştık. Yazın odun ve kömürlerin alınmasıyla “yakacak” işi biter sıra “tıkacak” işine yani yiyecek işine gelirdi. İçi sırlı büyük küplere; un, yağ, şeker doldurulurdu, ne bereketli günlermiş, haydi şimdi bir tanesini doldurun da görelim!
Eskiden adamlar şekeri, unu birkaç kilo almayı ayıp diye “heriflikten” saymazlar; en az bir “batman” (batmanı bilmiyorsanız onu da bir zahmet siz araştırıp öğrenin) alırlarmış…

Patatesler, soğanlar ucuz ve bolken çuval çuval alınır evin serin yerine bodruma veya tavan arasına konulurdu. Hevenk hevenk üzümler, kavunlar tavana iplerle asılır, elmalar, armutlar sandıklara gazete kağıdına tek tek sarılarak saklanırdı. Hele o kış armudu var ya… Ağzınızın suyu aktı mı? Konyalı bu lezzetleri çoktan unuttu… Ya, “yonis eriği, elma kakı?”

Eğer turşuları da kurduysanız artık kışın bulgur pilavına sallamak için kaşığınızı da alıp tahta siniye böğrünüzü vermeye hak kazanmış olurdunuz…

Tabii çömleğe koyduğunuz kıymalardan falan bahsetmiyorum; çünkü bu hayat şartlarında böyle şeyleri hatırlatmak ayıp olacak… Tabii et ve balık kurutmayı da…
Şimdilerde yakacak ve tıkacak ancak günlük alınabiliyor. Her şey küçüldü; yağışlar da küçüldü. Konya kuraklık sarmalına girdi. Altınapa Barajı can çekişiyor, bir avuç su kalmış… Belediye yeni kuyular açarak hissettirmemeye çalışıyor ama durum çok vahim. Yeraltı sularını nereye kadar çekeceksiniz; sonunda her yıl daha derinlere giderseniz durum Karapınar’daki obruklara kadar gider…

Belki de su kesintisi yapmakta geç kalındı; en azından bir farkındalık oluşturulabilirdi.

Yakacak ve tıkacak tamam da ya içecek? İçecek bulamazsanız yakacak ve tıkacak da bulamazsınız, bunu asla unutmayın Konyalılar!

TAHİR SAKMAN