YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

24 Kasım, 2025

BAŞÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK’TÜR


 

BAŞÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK’TÜR
 
“Canım annem canım babam, beni böylesine güzel yetiştirip vatana, millete güzel insanlar katmama aracı olduğunuz için çok teşekkür ederim. Bana gelen çiçekler size geldi aslında. Bu gurur sizin…”
 
Bu sabah öğretmen kızımdan gelen mesajdı bu… 4 kız babası olarak göğsüm bir kez daha gururla kabardı; onları vatana, millete yüce önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği yolda yetiştirmenin gururuydu bu…
 
Aslında bu gururun asıl sahibi, bize özgür bir vatan emanet eden Atatürk ve silah arkadaşlarınındır. Onlar ki savaş meydanlarında canlarını siper ederek bizim gelecek asırlara Türk damgasını vurmamız için çalışmışlardır. Asıl savaşın cehaletle olduğunun bilincinde olarak, bir dizi devrimler gerçekleştirmişler ve bunlar arasında en önemlilerinden biri olan harf devrimini gerçekleştirerek Türk Ulusunun en büyük savaşlarından birini kazanmasına vesile olmuşlardır.
 
Bizim tek önderimiz vardır; o da Atatürk’tür… Atatürk her konuda öncü olduğu gibi harf devriminde de elinde tebeşirle tahta başına geçmiş, ömrünü adadığı milletine yeni alfabemizi bizzat öğretmiştir ki bu ona başöğretmen sıfatını kazandırmıştır.
 
Önderimiz Atatürk’e "Millet Mektepleri Başöğretmenliği" unvanını, Dönemin Bakanlar Kurulu,  11 Kasım 1928’de yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım’da Millet Mektepleri Talimatnamesi'nin yayınlanması ile resmileşmiştir.
 
Atatürk, bizim ebedi başöğretmenimizdir… Başta Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimize minnet borcumuz vardır.
 
Bu vesileyle başta Gazi Kemal Atatürk olmak üzere öğretmen kızımın şahsında tüm öğretmenlerimizin ellerinden öperim…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

23 Kasım, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 43 EMİRDAĞI BİRBİRİNE ULALI

Konya oturaklarında çalıp söylenen bu duygu dolu türküyü Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylerken kendisine Udi Cenap Kendi ile Kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.

TAHİR SAKMAN

21 Kasım, 2025

SON İSYAN


SON İSYAN
 
Bir süredir sağlık nedeniyle yazmıyorum… belki de bu bir bahaneydi; “hayatı yazarak yaşamak yerine sadece yaşamanın derin hazzını duymak için…” Olabilir mi?
 
Herkes bir şekilde yaşıyor… Peki, kanıtınız nedir?
 
Malınız mülkünüz mü, paranız pulunuz mu? Hepsinin geçici olduğunu hep söylememize rağmen sağlığımızı riske ederek; tüm yaşantımızı bunlar üzerine kuran bizler değil miyiz? Ölüp gittikten sonra malın mülkün, paranın pulun bir önemi kalacak mı?
 
Hepimizin elbette bir sonu var… belki de ömrünü yazmak üzerine kurmuş bizler gibi “enteresan insanların…” yaşamak varken yaşamayı bile bazen ıskalayarak yazmanın mantığı…
 
Merhum Seyit abi… bendenizi en iyi çözen tahlil eden insanların en başında gelirdi. Bir yazısında “şiiri yaşayan adam” demişti benim için… ama ne güzeldir şiiri yaşamak… ama hayatın şiirini ruhunda hissederek, duyarak…
 
Yaşadığınız sürece hayattasınızdır, ya öldükten sonra? Ne kadar hayatta kalabilirsiniz ki? Ömrünüz neyle sınırlı? Mihenk taşı nedir bu konuda? Solgun bir fotoğraf mı, ailenizin veya dostlarınızın ömrü mü sınırınız? Yazdıklarınız mı, sonuçta kağıdın da bir ömrü var!
 
/durduk divana
uymadık imama
manitu belasını versin mevtanın/
 
demiştim fi tarihinde söylediğim bir şiirde… öldüğünüz gün… kurtulduğunuz gün müdür yoksa sizden kurtulmanın şanlı günü müdür?
 
Merak ediyorum desem de hiç umurumda bile değil… Narsist düşüncelere kapılmanın da bir mantığı yok; dünyanın merkezi elbette ben değilim ama kendi kendimin merkezi olmanın da derin bir hazzı var…
 
Kendimin merkezindeyim… dünyanın, yaşamın merkeziyim…
 
Ne demişti Epikuros usta: “Ben varsam ölüm yoktur, ben yoksam, ölüm zaten yoktur…”
 
Haydi o zaman iyi pazarlar(!)…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

 

 


 

10 Kasım, 2025

BAŞIMIZ EĞİLMEMİŞTİR



BAŞIMIZ EĞİLMEMİŞTİR
 
/10 kasım bir gün
10 kasım binlerce hüzün
başka da başımız eğilmemiştir/
 
Çünkü bizim Ata’mız yedi düvelin önünde eğilmemiş bilakis onlara diz çöktürmüştür…
 
Bir Anıt Kabir’de eğilir başımız bir de 10 Kasımlarda… Çünkü bizim önderimiz Atatürk’tür, ondan öğrenmişizdir; özgür ve başı dik yaşamayı…
 
Yine de eğilmiş sayılmaz başımız; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eserleri başımızı hep yükseklere kaldırdı, devrimleri ışığımızdı; geleceğimizi aydınlattı… Bize ne gam ki Atatürk gibi bir önderimiz var; başımız yine de eğilmiş sayılmaz; kalbimizde Cumhuriyet, ilke ve inkılapları oldukça başımız hep diktir, dik duracaktır!
 
Konya… tek damla yağmur yoktu ama yüreklerimize akan yaşlarla hepimiz ıpıslaktık… Yüce önderimizin manevi huzurunda hepimiz ıslandık… Öyle bir rahmetti ki bu; medeniyete doğru akan, ezelden ebede doğru koşan bir ülkünün, geleceğe binlerce uzanan, bayrağımızı dik tutan, Türk olmanın onurunu üzerinde taşıyan gönüllerden taştı…
 
Türk’üz, Türkçüyüz, Atatürkçüyüz…
 
Ne mutlu Türk’üm diyene…
 
TAHİR SAKMAN









 

07 Kasım, 2025

YAZMAK YAŞAMAKTIR



YAZMAK YAŞAMAKTIR
 
Uzunca bir zaman diliminde; (10 günü geçti, tüm yaşantım boyunca basında, son 8 yılın neredeyse her gününde sosyal medyada, blog sayfamda; kültür, sanat ve edebiyat kulvarında yazmış benim gibi biri için bu elbette çok uzun bir zaman dilimidir) yazılarıma ara vermek zorunda kaldım…
 
Çok şükür yakamı bırakmayan vertigo sonra gribal enfeksiyon, boğaz ağrıları, ateş, sonra yine vertigo… Nasıl bir döngünün içine girdiysem; sonra bu sefer göz rahatsızlıkları… Çok şükür…
 
Sevgili vertigo, sevgili bedenim, öğrenmem gereken nedir? Sevgili gözlerim, görmemi istediğiniz şey nedir?
 
Hemen şimdi öğrenmeyi, görmeyi seçiyorum… sanırım dijital mecralardan biraz uzaklaşmam gerektiğini daha düz bir hayat yaşamamı istiyor ama…
 
Hayat, düz bir çizgi değil ki… fırtınaların içinde savrulan saman çöpü değilim; fırtınanın kendisiyim! Heyecanlarım nasıl diner? Ben asıl o zaman ölmez miyim?
 
Bu arada 46 yıldır bana katlanan sevgili eşimin nükseden bel ağrıları sonrası geçirdiği ameliyat…
 
Önümüzdeki günlerde de bir operasyon geçireceğim o zamana kadar yaşantımdaki eksik veya fazlalık ne varsa…
 
Hayattayım sevgili dostlar merak etmeyin ama benim gibi insanlar için yazmamanın da ölümün bir diğer adı olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yazacak o kadar çok şey var ki…
 
Kanma bülbülüne kanma gülüne
Bu dünya fanidir biter sessizce
Eser bırakmazsa âlemde insan
Toprağın altında yiter sessizce
 
Demiştim; sanırım milattan önceydi… bunca zaman şehir toprağına birkaç iz bıraktığımı düşünüyorum…
 
En kısa zamanda yine görüşmek üzere sevgi ve barış sizlerle olsun…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

25 Ekim, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 42 YABAN ELLERİNDE EĞLENDİM KALDIM


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 42 YABAN ELLERİNDE EĞLENDİM KALDIM

Konya oturaklarının bu hareketli türküsünü Mazhar Sakman, 12 telliyle çalıp söylerken kendisine udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.

Türkünün notası, 28 Mart 1963 tarihinde Konya'da Şehir Postası gazetesinde Mazhar Sakman tarafından yazılıp yayımlanmıştır.



TAHİR SAKMAN

23 Ekim, 2025

YAKACAK VE TIKACAK

Dam yuvağı

YAKACAK VE TIKACAK


Bu bir Konya deyimidir:


Uzun ve çetin geçecek olası kışlara hazırlığı anlatır... Konya’da eskiden “ağustosun 15’i yaz, 15’i kış denilirdi ve öyle de olurdu. Ağustos ayının sıcağında biraz nefeslenildiği zaman ki rüzgâr esmeye başlardı, şehir ahalisi de kış hazırlıklarına başlardı.


Bizim nesil çok görmese de o kışları, bizden birkaç nesil öncesinin hafızaları metrelerce kar yağmasının anılarıyla doludur ama sanki biraz da abartı vardı… Bizim neslin hatırladığı en çetin kış 1971 martındaki meşhur tipi ve bir şehir halkının sinemalarda, hükümet konağında, karakollarda veya bulabildiği kapalı mekânlarda sabahladığı meşhur kıştı… Yollarda mahsur kalanlardan donanların olduğu asla unutulmayacak bir mart ayıydı.

Önceleri şehirde bu kadar betonarme bina yoktu; evlerin büyük çoğunluğu kerpiç ve eski evlerdi dolayısıyla kar yağdığı zaman kürense de -her ne kadar yazın baraj köylerinden gelen çorak toprağa tuz eklenerek dam yuvağıyla sıkıştırılsa da- bu asla yeterli olmazdı. Damların akmaması ve karın ağırlığı altında çökmemesi için damlar kürenirdi. Ne zaman kar yağsa dam küreyiciler ortaya çıkar, karları sokağa kürerlerdi.

Onlarca evden sokaklara karların kürenmesiyle oluşan metrelerce karın arasında insanların geçmesi için bir yol açılırmış ve bu durum bahara kadar sürermiş. Dam küreyicilerini gördüm ama metrelerce kar görmedim… Abim Vedat Sakman çok anlatırdı, kar yığınlarının arasında okula gitmenin ne kadar zor olduğunu…
Kış hazırlığına dönersem önce odun…

Belki de size önce “yapma”yı anlatmalıyım…

Bizim evlerimize kömür çok sonraları girdi, ondan önce odun yakardık ve tabii ki yapma yani tezek… Anam -rahmet olsun- Muhacir Pazarı’ndaki, Zindankale’deki ve Sarıyakup’taki evlerimizde evin hayadında biriken büyükbaş hayvanların dışkılarını ıslatıp, bazen de içine kömür tozu karıştırıp bir kalıba döker, kuruması için güneşe sererdi.

Eski Konya kadınları bu yönleriyle üreten insanlardı; bağ bahçe işleri, inek dana işleri onlardan sorulur ve evin tüm ihtiyaçlarının büyük bölümü evde kadınlar tarafından üretilir, dışarıdan pek bir şey satın alınmazdı. Kahraman annelerimizin anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.

Bu tezekler, kışın yakacak olarak kullanıldığı gibi mutfaklardaki ocakta da yakılarak yemek pişirme işlerinde de kullanılırdı. Ev besiciliğinin şehir hayatından çıkmasıyla birlikte tamamen odun yakılırdı o uzun kış gecelerinde. Soba yandığı zaman “önümüz kavurga kavurur, arkamız harman savurur” deyimi gerçek olurdu. Odunun közünü mangala alıp kallavi bir sade kahve pişirmek de bu işin en keyifli yanıydı ve höpürdetmek serbestti!

Çok sonraları, Tinal marka kömür sobaları hayatımıza girince daha bir konforlu yaşamaya başlamıştık. Yazın odun ve kömürlerin alınmasıyla “yakacak” işi biter sıra “tıkacak” işine yani yiyecek işine gelirdi. İçi sırlı büyük küplere; un, yağ, şeker doldurulurdu, ne bereketli günlermiş, haydi şimdi bir tanesini doldurun da görelim!
Eskiden adamlar şekeri, unu birkaç kilo almayı ayıp diye “heriflikten” saymazlar; en az bir “batman” (batmanı bilmiyorsanız onu da bir zahmet siz araştırıp öğrenin) alırlarmış…

Patatesler, soğanlar ucuz ve bolken çuval çuval alınır evin serin yerine bodruma veya tavan arasına konulurdu. Hevenk hevenk üzümler, kavunlar tavana iplerle asılır, elmalar, armutlar sandıklara gazete kağıdına tek tek sarılarak saklanırdı. Hele o kış armudu var ya… Ağzınızın suyu aktı mı? Konyalı bu lezzetleri çoktan unuttu… Ya, “yonis eriği, elma kakı?”

Eğer turşuları da kurduysanız artık kışın bulgur pilavına sallamak için kaşığınızı da alıp tahta siniye böğrünüzü vermeye hak kazanmış olurdunuz…

Tabii çömleğe koyduğunuz kıymalardan falan bahsetmiyorum; çünkü bu hayat şartlarında böyle şeyleri hatırlatmak ayıp olacak… Tabii et ve balık kurutmayı da…
Şimdilerde yakacak ve tıkacak ancak günlük alınabiliyor. Her şey küçüldü; yağışlar da küçüldü. Konya kuraklık sarmalına girdi. Altınapa Barajı can çekişiyor, bir avuç su kalmış… Belediye yeni kuyular açarak hissettirmemeye çalışıyor ama durum çok vahim. Yeraltı sularını nereye kadar çekeceksiniz; sonunda her yıl daha derinlere giderseniz durum Karapınar’daki obruklara kadar gider…

Belki de su kesintisi yapmakta geç kalındı; en azından bir farkındalık oluşturulabilirdi.

Yakacak ve tıkacak tamam da ya içecek? İçecek bulamazsanız yakacak ve tıkacak da bulamazsınız, bunu asla unutmayın Konyalılar!

TAHİR SAKMAN





20 Ekim, 2025

KONYA KİTAP GÜNLERİ


KONYA KİTAP GÜNLERİ
 
Konya Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği Konya Kitap Fuarı'nda dün, ünlü folklorcu 'Mazhar Sakman'ın Konya türkü kültüründeki yerini ve önemini" kendi sesinden ve sazından türkülerle anlatmaya çalıştık.
 
Programa katılma nezaketi gösteren ve bizi onurlandıran tüm konuklara teşekkür ederim.
 
Türkülerle olan yolculuğumuza destek veren tüm dostlara sevgilerimi sunuyorum.
 
Yaşantımdaki en iyi yol bu olsa gerek; türküleri seviyorum...
 
TAHİR SAKMAN







 


 

15 Ekim, 2025

ZEKİ OĞUZ’A YAKIŞMIŞ


 

ZEKİ OĞUZ’A YAKIŞMIŞ
 
Bu çok özel bir duygudur:
 
Yakından tanıdığınız bir insanı anlatan bir kitabı elinize aldığınız zaman ve okurken sanki onunla konuşur gibi olursunuz… Ve bir tuhaf olursunuz…




 
Şehrin yakın çevresini onunla dağ, dere, tepe demeden gezdiğimiz, fotoğrafladığımız günler şimdi çok geride kalsa da anılarla, anıların da ötesinde yayımlanan kitaplarla yeniden doğaya koşturuyoruz sanki…
 
Ve “keşke” diyoruz, bu keşkenin son keşke olmasını dileyerek; Zeki Oğuz ve diğer kültür adamlarımız hayattayken hayatlarını, şehir kültürüne yaptıkları katkıları anlatan kitapları yayımlayıp, o insanları sağlıklarında onore edebilseydik…




 
Önceki akşam şehir kültürüne gönül vermiş üç arkadaş Akyokuş’ta bunları konuştuk… Şair Vural Kaya, Selçuk Üniversitesi akademisyenlerinden edebiyatçı Prof. Dr. Ahmet Gögercin ile şehrin semalarını aydınlatan kitaplar ve insanlardı konumuz…
 
Ahmet Gögercin yıllarını Zeki’nin yanında dolaşarak geçirmiş bir isim, birlikte çok taban patlattık… Zeki’yi zaten başkası böyle anlatamaz, onun ruh ve edebiyat dünyasına giremezdi… Hatta diyebilirim ki Zeki’yi, Zeki’den daha iyi tanıyan bir arkadaşımızdır.




 
Zeki’nin şiirlerini, gezi notlarını ve öykülerini analiz ederken ustalığını konuşturuyor ve asla duygusallığa düşmeden bir bilim adamına yakışır bir şekilde tahlillerde bulunuyor. Şiirlerin ve öykülerin pek çoğunun yazılışlarına tanıklık etmenin verdiği bir birikimle Zeki’yi anlatıyor. Ve tabii ki nasıl bir değeri kaybettiğimizi de anlıyorsunuz…
 
Kitapta, Zeki’nin dostları tarafından yazılan makalelere de yer verilmesi ayrı bir değer katmış. Ve tabii ki Zeki’den seçmelere de yer verilmiş. O bildiğimiz sıcak öyküleri, kekik kokularıyla bezenerek yeniden okumanın keyfine varıyorsunuz. Bir gelincik edasıyla süzülen satırların arasında insan sevgisi, doğa sevgisi yüreklerimizi yeniden ısıtıyor. Konya bozkırlarında, serin rüzgârlar eşliğinde dolaşırken içimizi ürpertiler kaplıyor; tam da Zeki Oğuz’un istediği gibi saklı bir yaşamı önümüze sunuyor.   
 
Ahmet Gögercin’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Sadece o da değil tabii, kitapta emeği geçen herkesi ayrı ayrı kutlamak isterim; hassaten kitabın editörlüğünü üstlenen şair, yazar dostum Vural Kaya da çok iyi işler çıkarıyor, bu nedenle Konya Büyükşehir Belediyesi’ni de kutluyorum.
 
Vural Kaya, edebiyatçı olmanın verdiği bir sorumlulukla şehirde yapılması gerekenleri özveriyle yapıyor, çok önemli işlere imza atıyor. Şehir kültürüne ciddi katkılar sağlıyor. Her türlü bağnazlıktan uzak bir duruşla ve Konya çocuğu olmanın ve yaptığı işlerin doğru olmasının verdiği özgüvenle geleceğe izler bırakıyor.
 
Onu daha çok çocuk hikâyeleriyle tanısak da o, bugünlerde içindeki şair kimliğini ön plana çıkaran kitaplarıyla da Konya semalarını şiirleriyle süsleme gayretiyle çalışıyor. Vural Kaya’nın imgelerle ördüğü şiirlerinde çok şey gizli; bir labirentin içerisinde, sır olmuş kapıların arkasında sabırla açmanızı bekliyor; açarsanız kazanan siz olursunuz…
 
Bu kitap; Zeki Oğuz’a çok yakışmış… Yaylaların özgür sesini, kitabı kucakladığınız zaman duyacaksınız, eminim…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 
 

14 Ekim, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 41 DAĞLARI DELEYİM Mİ? (EDALI BEBEK) 2. KAYIT

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 41 DAĞLARI DELEYİM Mİ? (EDALI BEBEK) 2. KAYIT
 
Mazhar Sakman tarafından okunan bu zarif türkümüzün ikinci kaydında udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.


https://youtu.be/vHdVC4c9OdE 
 
TAHİR SAKMAN

 


12 Ekim, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 40 KARANFİLİM SAKSILARDA ÇANAKTA (ASLAN KAR...



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 40 KARANFİLİM SAKSILARDA ÇANAKTA (ASLAN KARAM) 2. KAYIT
 
Mazhar Sakman tarafından okunan bu zarif türkümüzün ikinci kaydında udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.




TAHİR SAKMAN
 


10 Ekim, 2025

DÜNYANIN ORTASI AKŞEHİR’DİR!



DÜNYANIN ORTASI AKŞEHİR’DİR!
 
Artık hiç şüphem kalmadı…
 
Adımın Tahir olduğundan daha fazla inandım… Afyon dönüşü, o sevimli bilge ihtiyarın zekâsı çağırdı, o kapısı kilitli, etrafı açık türbesine uğrayınca hiç şüphem kalmadı:
 
Dünyanın ortası kesinlikle Akşehir’de, Nasreddin Hoca’nın tam ayağını bastığı yerde… Türbesini ziyaret ederken… o nasıl bir sevgi yumağıdır ki… insan mezarlıkta huşu içinde olur değil mi? Kendine bir çeki düzen verir, gözlerinden yaş gelmese bile üzüntülü bir tavır takınır değil mi?
 
Vallahi hiç öyle olmadı ama benim kabahatim değil… Nasreddin Hoca’nın, üstün bir zekânın ürünü olan fıkralarıyla büyüdüyseniz bu gayet normaldir… Hoca’nın bütün fıkraları sanki beynimin içinde resmi geçit yaparken… bendeniz kıkır kıkır olmasa da -ki kendimi zor tuttum- ince bir tebessümle mezar ziyareti yaptım… bu arada gülmekten Fatiha okumayı unutmuşum da yolda gelirken aklıma geldi, okudum. Hoca, beni bağışlar biliyorum!
 
Akşehir’e giderseniz tabii ki Batı Cephesi Karargâhı da sizi çeker… Günün yokluk şartlarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü başta olmak üzere silah arkadaşlarının uykusuz gecelerde planlar yaptığı Karargâh binası sizi o günlere fotoğraflar eşliğinde götürüyor.
 
İsmet Paşa’nın, Eskişehir’in eski Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılan mumyasını görmek büyük sürpriz oldu. Sanki masa başında, ayakta dimdik durmuş, kararlı gözlerle bize Millî Mücadele’yi anlatır gibiydi.
 
Atatürk’ün mumyasını aradı gözlerim ve diğer silah arkadaşlarının da… Müze yetkililerine bu dileğimi aktardığımda masa başında, planlar yaparken Atatürk ve silah arkadaşlarının mumyalarının yapımı için projeler hazırlandığını söyledi, umarım kısa sürede bu proje neticelenir; çünkü Batı Cephesi Karargâhı’nı Akşehir’e kurmakla Atatürk’ün soy köklerinin de bulunduğu Konya coğrafyasına sırtını vererek ne kadar güvendiğini de ortaya koymuş oluyordu. Ve Konya onu yanıltmadı; Millî Mücadele’ye tam destek vererek, kanıyla canıyla mücadele etti…
 
Batı Cephesi Karargâhı müze haline getirilmiş ve özellikle gençlerin yoğun ilgisi beni çok mutlu etti. Müzede yer alan Atatürk’ün şahsi eşyaları onun ne denli naif bir insan olduğunu da ortaya koyuyordu. Savaş ortamında bile kıyafetlerinin ve diğer eşyalarının zarifliği nasıl bir değere sahip olduğumuzu da gösterirken Türk Milleti’nin asaletini de anlatıyordu.
 
Bizler neler yitirdiğimizin farkında mıyız acaba?
 
Atatürk’ü gözümün önüne getiriyorum Kocatepe’de, Akşehir’de, Konya’da… İzmir’e girerken, atlarının nallarında şimşekler çakarken…
 
Yüce Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum…
 
TAHİR SAKMAN















 
 
 

09 Ekim, 2025

MİLLÎ MÜCADELE'NİN ŞEHRİ


 MİLLÎ MÜCADELE'NİN ŞEHRİ


Afyonkarahisar'ı ikiye bölen bir çay Akarçay... Belediye çevreyi düzenleyip Kültür Park olarak halkın hizmetine sunmuş. Oldukça büyük bir alan.


Çok kıskandım; Eskişehir'de var, Afyon'da var, Konya'da yok...


Beş gündür eşimin termal tedavisi için buradayım ve bingo; vertigo burada da buldu çok şükür... Üç gün yatırdı... Bu nedenle gezemedim. Oysa o kadar önemli yerler var ki şaşarsınız:


Afyon Mevlevihanesi, Konya'dan sonra önemli Mevlevi merkezlerinden...


Milli Mücadele şehri... Kocatepe, Çiğiltepe... Büyük taarruzun top seslerini yeniden duyarsınız... Atatürk'ü Kocatepe'de yeniden görür gibi olursunuz...


Millî Mücadele Müzesi, Arkeoloji Müzesi mutlaka gezilmeli...


Konya'da etli ekmek neyse Afyon'da sucuk o. Dünyanın sucuğunu buraya yığmışlar, sabah akşam sucuk yiyorlar, bir de keşkek... Üzerine kaymaklı ekmek kadayıfı... Porsiyonlar doyurucu ve fiyatlar uygun...


Şehirde yatay mimari ağırlıklı bir şehirleşme var.


Hayvancılık ve termal turizm ön planda...


Atatürk'ün, Kuvayı Millîye'nin izlerini her adımda hissediyorsunuz, Kocatepe'de Atatürk'ün sesini duymamak mümkün mü? Çiğiltepe'de bir kez daha gözleriniz doluyor...


Afyon baştan sona Millî Mücadele oluyor, gazi oluyor, şehit oluyor...


Bense yeterince gezememenin üzüntüsüyle yarın için dönüş hazırlıklarına başlıyorum.


TAHİR SAKMAN