YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

23 Ekim, 2025

YAKACAK VE TIKACAK

Dam yuvağı

 

YAKACAK VE TIKACAK
 
Bu bir Konya deyimidir:
 
Uzun ve çetin geçen kışlara hazırlığı anlatır... Konya’da eskiden “ağustosun 15’ yaz, 15’i kış denilirdi ve öyle de olurdu. Ağustos ayının sıcağında biraz nefeslenildiği zaman ki rüzgâr esmeye başlardı, şehir ahalisi de kış hazırlıklarına başlardı.
 
Bizim nesil çok görmese de o kışları, bizden birkaç nesil öncesinin hafızaları metrelerce kar yağmasının anılarıyla dolu olsa da sanki biraz da abartı vardı… Bizim neslin hatırladığı en çetin kış 1971 martındaki meşhur tipi ve bir şehir halkının sinemalarda, hükümet konağında, karakollarda veya bulabildiği kapalı mekânlarda sabahladığı meşhur kıştı… Yollarda mahsur kalanlardan donanların olduğu asla unutmayacak bir mart ayıydı.
 
Önceleri şehirde bu kadar betonarme bina yoktu; evlerin büyük çoğunluğu kerpiç ve eski evlerdi dolayısıyla kar yağdığı zaman kürense de -her ne kadar yazın baraj köylerinden gelen çorak toprağa tuz eklenerek dam yuvağıyla sıkıştırılsa da- bu asla yeterli olmazdı. Damların akmaması ve karın ağırlığı altında çökmemesi için damlar kürenirdi. Ne zaman kar yağsa dam küreyiciler ortaya çıkar, karları sokağa kürerlerdi.
 
Onlarca evin bir sokaklara karları küremesiyle oluşan metrelerce karın arasında insanların geçmesi için bir yol açılırmış ve bu durum bahara kadar sürermiş. Dam küreyicilerini gördüm ama metrelerce kar görmedim… Abim Vedat Sakman çok anlatırdı, kar yığınlarının arasında okula gitmenin ne kadar zor olduğunu…
 
Kış hazırlığına dönersen önce odun…
 
Belki de size önce “yapma”yı anlatmalıyım…
Bizim evlerimize kömür çok sonraları girdi, ondan önce odun yakardık ve tabii ki yapma yani tezek… Anam -rahmet olsun- Muhacir Pazarı’ndaki, Zindankale’deki ve Sarıyakup’taki evlerimizde evin hayadında biriken büyükbaş hayvanların dışkılarını ıslatıp, bazın de içine kömür tozu karıştırıp bir kalıba döker, kuruması için güneşe sererdi.
 
Eski Konya kadınları bu yönleriyle üreten insanlardı; bağ bahçe işleri, inek dana işleri onlardan sorulur ve evin tüm ihtiyaçlarının büyük bölümü evde kadınlar tarafından üretilir, dışarıdan pek bir şey satın alınmazdı. Kahraman annelerimizin anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.
 
Bu tezekler, kışın yakacak olarak kullanıldığı gibi mutfaklardaki ocakta da yakılarak yemek pişirme işlerinde de kullanılırdı. Ev besiciliğinin şehir hayatından çıkmasıyla birlikte tamamen odun yakılırdı o uzun kış gecelerinde. Soba yandığı zaman “önümüz kavurga kavurur, arkamız harman savurur” deyimi gerçek olurdu. Odunun közünü mangala alıp kallavi bir sade kahve pişirmek de bu işin en keyifli yanıydı ve höpürdetmek serbestti!
 
Çok sonraları, Tinal marka kömür sobaları hayatımıza girince daha bir konforlu yaşamaya başlamıştık. Yazın odun ve kömürlerin alınmasıyla “yakacak” işi biter sıra “tıkacak” işine yani yiyecek işine gelirdi. İçi sırlı büyük küplere un, yağ, şeker doldurulurdu, ne bereketli günlermiş, haydi şimdi bir tanesini doldurun da görelim!
 
Eskiden adamlar şekeri, unu birkaç kilo almayı ayıp diye “heriflikten” saymazlar; en az bir “batman” (batmanı bilmiyorsanız onu da bir zahmet siz araştırıp öğrenin) alırlarmış…
 
Patatesler, soğanlar ucuz ve bolken çuval çuval alınır evin serin yerine bodruma veya tavan arasına konulurdu. Hevenk hevenk üzümler, kavunlar tavana iplerle asılır, elmalar, armutlar sandıklara gazete kağıdına tek tek sarılarak saklanırdı. Hele o kış armudu var ya… Ağzınızın suyu aktı mı? Konyalı bu lezzetleri çoktan unuttu… Ya, “yonis eriği, elma kakı?”
 
Eğer turşuları da kurduysanız artık kışın bulgur pilavına sallamak için kaşığınızı da alıp tahta siniye böğrünüzü vermeye hak kazanmış olurdunuz…
 
Tabii çömleğe koyduğunuz kıymalardan falan bahsetmiyorum; çünkü bu hayat şartlarında böyle şeyleri hatırlatmak ayıp olacak… Tabii et ve balık kurutmayı da…
 
Şimdilerde yakacak ve tıkacak ancak günlük alınabiliyor. Her şey küçüldü; yağışlar da küçüldü. Konya kuraklık sarmalına girdi. Altınapa Barajı can çekişiyor, bir avuç su kalmış… Belediye yeni kuyular açarak hissettirmemeye çalışıyor ama durum çok vahim. Yeraltı sularını nereye kadar çekeceksiniz; sonunda her yıl daha derinlere giderseniz durum Karapınar’daki obruklara kadar gider…
 
Belki de su kesintisi yapmakta geç kalındı; en azından bir farkındalık oluşturulabilirdi.
 
Yakacak ve tıkacak tamam da ya içecek? İçecek bulamazsanız yakacak ve tıkacak da bulamazsınız, bunu asla unutmayın Konyalılar!
 
TAHİR SAKMAN
 


20 Ekim, 2025

KONYA KİTAP GÜNLERİ


KONYA KİTAP GÜNLERİ
 
Konya Büyükşehir Belediyesi'nin düzenlediği Konya Kitap Fuarı'nda dün, ünlü folklorcu 'Mazhar Sakman'ın Konya türkü kültüründeki yerini ve önemini" kendi sesinden ve sazından türkülerle anlatmaya çalıştık.
 
Programa katılma nezaketi gösteren ve bizi onurlandıran tüm konuklara teşekkür ederim.
 
Türkülerle olan yolculuğumuza destek veren tüm dostlara sevgilerimi sunuyorum.
 
Yaşantımdaki en iyi yol bu olsa gerek; türküleri seviyorum...
 
TAHİR SAKMAN







 


 

15 Ekim, 2025

ZEKİ OĞUZ’A YAKIŞMIŞ


 

ZEKİ OĞUZ’A YAKIŞMIŞ
 
Bu çok özel bir duygudur:
 
Yakından tanıdığınız bir insanı anlatan bir kitabı elinize aldığınız zaman ve okurken sanki onunla konuşur gibi olursunuz… Ve bir tuhaf olursunuz…




 
Şehrin yakın çevresini onunla dağ, dere, tepe demeden gezdiğimiz, fotoğrafladığımız günler şimdi çok geride kalsa da anılarla, anıların da ötesinde yayımlanan kitaplarla yeniden doğaya koşturuyoruz sanki…
 
Ve “keşke” diyoruz, bu keşkenin son keşke olmasını dileyerek; Zeki Oğuz ve diğer kültür adamlarımız hayattayken hayatlarını, şehir kültürüne yaptıkları katkıları anlatan kitapları yayımlayıp, o insanları sağlıklarında onore edebilseydik…




 
Önceki akşam şehir kültürüne gönül vermiş üç arkadaş Akyokuş’ta bunları konuştuk… Şair Vural Kaya, Selçuk Üniversitesi akademisyenlerinden edebiyatçı Prof. Dr. Ahmet Gögercin ile şehrin semalarını aydınlatan kitaplar ve insanlardı konumuz…
 
Ahmet Gögercin yıllarını Zeki’nin yanında dolaşarak geçirmiş bir isim, birlikte çok taban patlattık… Zeki’yi zaten başkası böyle anlatamaz, onun ruh ve edebiyat dünyasına giremezdi… Hatta diyebilirim ki Zeki’yi, Zeki’den daha iyi tanıyan bir arkadaşımızdır.




 
Zeki’nin şiirlerini, gezi notlarını ve öykülerini analiz ederken ustalığını konuşturuyor ve asla duygusallığa düşmeden bir bilim adamına yakışır bir şekilde tahlillerde bulunuyor. Şiirlerin ve öykülerin pek çoğunun yazılışlarına tanıklık etmenin verdiği bir birikimle Zeki’yi anlatıyor. Ve tabii ki nasıl bir değeri kaybettiğimizi de anlıyorsunuz…
 
Kitapta, Zeki’nin dostları tarafından yazılan makalelere de yer verilmesi ayrı bir değer katmış. Ve tabii ki Zeki’den seçmelere de yer verilmiş. O bildiğimiz sıcak öyküleri, kekik kokularıyla bezenerek yeniden okumanın keyfine varıyorsunuz. Bir gelincik edasıyla süzülen satırların arasında insan sevgisi, doğa sevgisi yüreklerimizi yeniden ısıtıyor. Konya bozkırlarında, serin rüzgârlar eşliğinde dolaşırken içimizi ürpertiler kaplıyor; tam da Zeki Oğuz’un istediği gibi saklı bir yaşamı önümüze sunuyor.   
 
Ahmet Gögercin’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Sadece o da değil tabii, kitapta emeği geçen herkesi ayrı ayrı kutlamak isterim; hassaten kitabın editörlüğünü üstlenen şair, yazar dostum Vural Kaya da çok iyi işler çıkarıyor, bu nedenle Konya Büyükşehir Belediyesi’ni de kutluyorum.
 
Vural Kaya, edebiyatçı olmanın verdiği bir sorumlulukla şehirde yapılması gerekenleri özveriyle yapıyor, çok önemli işlere imza atıyor. Şehir kültürüne ciddi katkılar sağlıyor. Her türlü bağnazlıktan uzak bir duruşla ve Konya çocuğu olmanın ve yaptığı işlerin doğru olmasının verdiği özgüvenle geleceğe izler bırakıyor.
 
Onu daha çok çocuk hikâyeleriyle tanısak da o, bugünlerde içindeki şair kimliğini ön plana çıkaran kitaplarıyla da Konya semalarını şiirleriyle süsleme gayretiyle çalışıyor. Vural Kaya’nın imgelerle ördüğü şiirlerinde çok şey gizli; bir labirentin içerisinde, sır olmuş kapıların arkasında sabırla açmanızı bekliyor; açarsanız kazanan siz olursunuz…
 
Bu kitap; Zeki Oğuz’a çok yakışmış… Yaylaların özgür sesini, kitabı kucakladığınız zaman duyacaksınız, eminim…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 
 

14 Ekim, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 41 DAĞLARI DELEYİM Mİ? (EDALI BEBEK) 2. KAYIT

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 41 DAĞLARI DELEYİM Mİ? (EDALI BEBEK) 2. KAYIT
 
Mazhar Sakman tarafından okunan bu zarif türkümüzün ikinci kaydında udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.


https://youtu.be/vHdVC4c9OdE 
 
TAHİR SAKMAN

 


12 Ekim, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 40 KARANFİLİM SAKSILARDA ÇANAKTA (ASLAN KAR...



MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 40 KARANFİLİM SAKSILARDA ÇANAKTA (ASLAN KARAM) 2. KAYIT
 
Mazhar Sakman tarafından okunan bu zarif türkümüzün ikinci kaydında udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşlik ediyor.




TAHİR SAKMAN
 


10 Ekim, 2025

DÜNYANIN ORTASI AKŞEHİR’DİR!



DÜNYANIN ORTASI AKŞEHİR’DİR!
 
Artık hiç şüphem kalmadı…
 
Adımın Tahir olduğundan daha fazla inandım… Afyon dönüşü, o sevimli bilge ihtiyarın zekâsı çağırdı, o kapısı kilitli, etrafı açık türbesine uğrayınca hiç şüphem kalmadı:
 
Dünyanın ortası kesinlikle Akşehir’de, Nasreddin Hoca’nın tam ayağını bastığı yerde… Türbesini ziyaret ederken… o nasıl bir sevgi yumağıdır ki… insan mezarlıkta huşu içinde olur değil mi? Kendine bir çeki düzen verir, gözlerinden yaş gelmese bile üzüntülü bir tavır takınır değil mi?
 
Vallahi hiç öyle olmadı ama benim kabahatim değil… Nasreddin Hoca’nın, üstün bir zekânın ürünü olan fıkralarıyla büyüdüyseniz bu gayet normaldir… Hoca’nın bütün fıkraları sanki beynimin içinde resmi geçit yaparken… bendeniz kıkır kıkır olmasa da -ki kendimi zor tuttum- ince bir tebessümle mezar ziyareti yaptım… bu arada gülmekten Fatiha okumayı unutmuşum da yolda gelirken aklıma geldi, okudum. Hoca, beni bağışlar biliyorum!
 
Akşehir’e giderseniz tabii ki Batı Cephesi Karargâhı da sizi çeker… Günün yokluk şartlarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü başta olmak üzere silah arkadaşlarının uykusuz gecelerde planlar yaptığı Karargâh binası sizi o günlere fotoğraflar eşliğinde götürüyor.
 
İsmet Paşa’nın, Eskişehir’in eski Belediye Başkanı Sayın Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılan mumyasını görmek büyük sürpriz oldu. Sanki masa başında, ayakta dimdik durmuş, kararlı gözlerle bize Millî Mücadele’yi anlatır gibiydi.
 
Atatürk’ün mumyasını aradı gözlerim ve diğer silah arkadaşlarının da… Müze yetkililerine bu dileğimi aktardığımda masa başında, planlar yaparken Atatürk ve silah arkadaşlarının mumyalarının yapımı için projeler hazırlandığını söyledi, umarım kısa sürede bu proje neticelenir; çünkü Batı Cephesi Karargâhı’nı Akşehir’e kurmakla Atatürk’ün soy köklerinin de bulunduğu Konya coğrafyasına sırtını vererek ne kadar güvendiğini de ortaya koymuş oluyordu. Ve Konya onu yanıltmadı; Millî Mücadele’ye tam destek vererek, kanıyla canıyla mücadele etti…
 
Batı Cephesi Karargâhı müze haline getirilmiş ve özellikle gençlerin yoğun ilgisi beni çok mutlu etti. Müzede yer alan Atatürk’ün şahsi eşyaları onun ne denli naif bir insan olduğunu da ortaya koyuyordu. Savaş ortamında bile kıyafetlerinin ve diğer eşyalarının zarifliği nasıl bir değere sahip olduğumuzu da gösterirken Türk Milleti’nin asaletini de anlatıyordu.
 
Bizler neler yitirdiğimizin farkında mıyız acaba?
 
Atatürk’ü gözümün önüne getiriyorum Kocatepe’de, Akşehir’de, Konya’da… İzmir’e girerken, atlarının nallarında şimşekler çakarken…
 
Yüce Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum…
 
TAHİR SAKMAN















 
 
 

09 Ekim, 2025

MİLLÎ MÜCADELE'NİN ŞEHRİ


 MİLLÎ MÜCADELE'NİN ŞEHRİ


Afyonkarahisar'ı ikiye bölen bir çay Akarçay... Belediye çevreyi düzenleyip Kültür Park olarak halkın hizmetine sunmuş. Oldukça büyük bir alan.


Çok kıskandım; Eskişehir'de var, Afyon'da var, Konya'da yok...


Beş gündür eşimin termal tedavisi için buradayım ve bingo; vertigo burada da buldu çok şükür... Üç gün yatırdı... Bu nedenle gezemedim. Oysa o kadar önemli yerler var ki şaşarsınız:


Afyon Mevlevihanesi, Konya'dan sonra önemli Mevlevi merkezlerinden...


Milli Mücadele şehri... Kocatepe, Çiğiltepe... Büyük taarruzun top seslerini yeniden duyarsınız... Atatürk'ü Kocatepe'de yeniden görür gibi olursunuz...


Millî Mücadele Müzesi, Arkeoloji Müzesi mutlaka gezilmeli...


Konya'da etli ekmek neyse Afyon'da sucuk o. Dünyanın sucuğunu buraya yığmışlar, sabah akşam sucuk yiyorlar, bir de keşkek... Üzerine kaymaklı ekmek kadayıfı... Porsiyonlar doyurucu ve fiyatlar uygun...


Şehirde yatay mimari ağırlıklı bir şehirleşme var.


Hayvancılık ve termal turizm ön planda...


Atatürk'ün, Kuvayı Millîye'nin izlerini her adımda hissediyorsunuz, Kocatepe'de Atatürk'ün sesini duymamak mümkün mü? Çiğiltepe'de bir kez daha gözleriniz doluyor...


Afyon baştan sona Millî Mücadele oluyor, gazi oluyor, şehit oluyor...


Bense yeterince gezememenin üzüntüsüyle yarın için dönüş hazırlıklarına başlıyorum.


TAHİR SAKMAN


















03 Ekim, 2025

HAYAT ÖLÜMÜN İKİZİ


 

HAYAT ÖLÜMÜN İKİZİ
 
Sonbahar hiç değişmedi…
 
Her yıl olduğu gibi bu yıl da aramızdan dostları çekip alıyor sanki başka işi yokmuş gibi…
 
Bu ağaçlardaki solgun hüznün arkasında sanki can alıcı bir vazifenin dramı var… Hayat ölümün ikizi… Doğarken zaten kaybediyorsunuz… nasılsa öleceğiz demiyoruz tabii ki ama doğmasak ölmezdik… yaşamı nasıl bilecektik doğmazsak?
 
Hayatı yaşadığımız için mutlu oluyoruz; geride bıraktığımız iyi ilişkiler, dostluklar, sevgiler ışığımız oluyor…
 
Son dönemlerde ritim sanatçılığının yanına kadim şehrin fotoğraflarından oluşturduğu arşivini dijitalde yayımlamasıyla arşivciliğini de ön plana çıkaran sevgili Yaşar Barışık dostumuzun haberini aldık, üzüntüyle…




 
Üzülmedik; çünkü o üzerine düşeni karınca kaderince yapıyordu… ama çok üzüldük şehir kültürü bir evladını daha şehrin bağrına verirken… gençlerimiz artık tek umudumuz…
 
Fotoğrafları 2000’li yıllarda, şimdi yapılmayan Sille Barajı’ndaki Sille Günü’nde çekmiştim… Merhum Yaşar Barışık yanında Ahmet Özdemir ve Bedia Akartürk’e eşlik ederken. Sağ arka başta solist Saim Kayhan, sağ ön başta da yanılmıyorsam o dönemin Sille Tanıtma ve Tanıştırma Derneği Başkanı Av. Rahim Eke…
 
2. fotoğrafta aynı gün Bedia Akartürk ve bendeniz… (Ne kadar gençmişim…)
 
3. fotoğrafta ise Yaşar Barışık hemen yanında bağlama Orhan Kahveci, ut Orhan Kahveci’nin ağabeyi (ismini anımsayamadım) ve kaşık kimdi bilmiyorum, bir oturakta çekmiştim…




 
Bir gün silineceğiz… ama fotoğraflar yaşadıklarımızın ispatı gibi duracaklar…
 
Merhum Yaşar Barışık ani bir kalp krizi neticesi aramızdan ayrıldı, merhum bugün cuma namazını müteakip Parsana Camisi’nde kılınacak cenaze namazının ardından Musalla Mezarlığı’nda şehir toprağına bedeni emanet edilecek. Eşlik ettiği türküler ise yüreklerimizdeki ağır hüzne tanıklık ederken gelecek nesillerin duygularına emanet…
 
“Hassas” bir dönemden geçtiğim için katılamayacağım… Mezarlıklar ağır geliyor… Merhuma rahmet dilerken yakınlarına ve sevenlerine de baş sağlığı diliyorum. Nur içinde yatsın…
 
TAHİR SAKMAN  
 
 

29 Eylül, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 39 GÖZELCE’NİN KÖŞEDEDİR ODASI (SAFFET EFEN...




MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 39 GÖZELCE’NİN KÖŞEDEDİR ODASI (SAFFET EFENDİ)
 
Daha önce 27 numaralı olarak yayımladığımız Gözelce’nin köşededir odası veya yaygın ismiyle Saffet Efendi türkümüzün bu ikinci kaydında yine udi Cenap Kendi ile kanuni Kazım Büyükşalvarcı eşliğinde solist Mazhar Sakman 12 telliyle çalıp söylüyor. Türkünün doğuş hikâyesiyle, türkü hakkında geniş bilgi isteyenler 27 numarayla yayımladığımız  türkünün birinci kaydının altında bulunan açıklamalara bakabilirler.


 https://youtu.be/2zPS0vhnDys?si=-sJaEyxJ6ykLjLKG 


TAHİR SAKMAN
 


23 Eylül, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 38 ANNEM BENİ GÜLDÜRMEDİ GÜLMESİN (URFALI)


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 38 ANNEM BENİ GÜLDÜRMEDİ GÜLMESİN (URFALI)
 
Ne zaman duysam iliklerime kadar titrediğimi hissettiğim türkülerimizden bir tanesi…
 
Her ne kadar Urfalı ismiyle de bilinse ve türkü metninde “Urfalıyam bahçeliyem bağlıyam” şeklinde Urfa ağzıyla söylenen bir bölüm de olsa türkünün Urfa ile uzaktan yakından bir bağı yoktur. Muzaffer Sarısözen tarafından Urfa’dan derlenen “Urfalıyam dağlıyam” isimli türkü ile sadece güftesindeki bir mısradan başka bir benzerliği yoktur.
 
Konya oturaklarının bu eşsiz türküsünün sözleri insanın içini yakan cinsten… “Acıdır aşkın şarabı içilmez/Anadan geçilir yârden geçilmez” şeklinde veya benzer sitemleri türkü metinlerimizde görmek mümkün ama ya bu nasıl bir ruh halidir bilemedim. Bir insanın annesine beddua edecek kadar… Annelerimiz en kutsalımız ama bu türkünün metninde sanki bir terslik var. Bir insanın annesi nasıl bir kötülük yapabilir ki evladı bunun üzerine böyle sözler edebiliyor:
 
Annem beni güldürmedi gülmesin
Benden başka evlat yüzü görmesin
Yedi de yıl sıtma tutsun ölmesin
 
Annesi sevdiğinden ayırmış olmalı… ama hiçbir gerekçe anneye böyle sözler etmesini hoş karşılamaz… Bir başka türküde örneği var mı bilmiyorum, sitemin de ötesine geçen bu güfte, yürek yakan bir ezgi eşliğinde söyleniyor.
 
Tabii ki türküyü yargılama değil bizim ki… sadece Konya oturaklarında okunan bu türkünün arka planındaki ruh halini anlamaya çalışmaktan ibarettir yaptığımız…
 
Her notasında yürek yangınlarını hissettiğimiz türkü, sevdasıyla annesi arasında kalan bir âşığın dilinden çıkmış olmalı. Sevdaları büyüten ve sevda yapan ayrılıklarsa eğer bu türküde de bunun acısını fazlasıyla hissediyoruz.
 
ANNEM BENI GÜLDÜRMEDI GÜLMESIN (URFALI)
 
 Annem beni güldürmedi gülmesin
 Benden başka evlât yüzü görmesin
 Yedi yıl sıtma tutsun ölmesin
            Alnı topça gizli yârden ayrıldım (ey)
           Saçı sümbül nazlı yârden ayrıldım (ey)
           Dalgalım gel gel sürmelim (oy)
 
Duman var karşı dağın başında
Arzum kaldı toprağında taşında
Bir bende değil cümle ihvan başında
             Al başımdan sevdayı (vay)
            Genç yaşımda zindan ettin dünyayı (vay)
            Bir tanem (oy oy) Urfalım gel
 
 Urfalıyam bahçeliyem bağlıyem  
 Kurşun değdi ta ciğerden dağlıyem
 Bir yâr için kollarımdan bağlıyem (oy)
            Alnı topça yeni yârden ayrılam (oy)
            Saçı sümbül nazlı yârden ayrılam (oy)
            Dalgalım gel gel gel sürmelim (oy oy


https://youtu.be/u4N_3O5_OZ0?si=09OoZ2bLK-NDqDhr


https://www.youtube.com/@tahirsakman-Konya


TAHİR SAKMAN


17 Eylül, 2025

BALCAN TİRİDİ


 

BALCAN TİRİDİ
 
“Namaz, niyaz, boğaz…”
 
Konyalının düsturudur gibidir bu deyim… Boğaz olmazsa, ne namaz olur ne niyaz… Belki de bu nedenledir yemeğe düşkünlüğümüz…
 
Mevlevî mutfağında boğazdan amacın ibadet ve taat için gerekli enerjiyi sağlamak olduğu bilinirse, bu deyimi anlamak daha da kolaylaşır…
 
Yemeklerimiz yağlıdır ve karbonhidrat açısından oldukça zengindir. Hamur işleri Konya mutfağında ön plana çıkarken, çiftçi memleketi olduğumuzdan dolayı toprakla sürekli haşır neşir olmamız bunu gerektirmiştir. Bu durum doğal bir zorunluluktur.
 
Bugünlerde “yerli” sebzeler yavaş yavaş vedaya hazırlanırken… Anamın balcan tiridi aklıma düştü… Koskoca yaz biterken balcan tiridi yemeden uğurlamak ayıp olacak! Her ne kadar Kumköprü balcanı artık tarih kitaplarında yer alsa da… Aslında Kumköprü’nün kendisi de tarih olmuş…
 
Bir gün zaman ayırın Kumköprü, Uluırmak, Sedirler vs. … cesaretiniz varsa bir gezin, gözlerinize hakim olamayacaksınız; bağlarımız, bahçelerimiz betona, ranta kurban edilmiş… ve belki de o eski ihtişamlı günlerden sarkan bir asma yaprağının feryadını duyacaksınız…
 
Cesaretiniz var mı?
 
Her neyse şükür ki hâlâ o elleri öpülesi ninelerimiz küçücük bahçelerinde yetiştirdikleri avarları pazarlara getiriyorlar… Diyorum ki belediyeler bu ninelerimizden pazarlarda işgaliye ücreti almasa ne olur ki batarlar mı? Onlara madalya taksak yeridir. Çoktan hak ediyorlar, onların sayesinde yerli sebzelerimizi hâlâ taze taze yiyebiliyoruz.





 
Kumköprü balcanı olmasa da yerli patlıcan aldım Muhacir Pazarı pazarından… Gerisi eşime kaldı… Hiç abartısız, süslemesiz, natürel ama lezzet patlaması Nirvana… Patlıcanları eşim küçük doğrar ve tandır ekmeğinin üzerine…
 
Aman Allah’ım tutmayın beni…
 
Tiridin çok çeşidi var şehrimizde ama bu balcan tiridi çok başka… Üzerine yoğurt da ilave edebilirsiniz hatta tereyağı da… biberle, domatesle, maydanozla süsleyebilirsiniz, ben natürel olmasını tercih ediyorum, yoğurdun üzerine tereyağı eklerseniz ağırlaşacaktır.  Oldukça da ekonomik bir yemek, bayat ekmeklerinizi değerlendirebilirsiniz.
 
Eşimin rahmetli büyükannesi Şerife ninemiz tirit için “evin arkasını dolanmadan erir” derdi ama o toprakla çalışanlar için söylenmiş olmalı, bizim gibi tiridin üstüne iki saat uyku çekenler için değil!
 
Kendinize bir iyilik yapın; Hatçabanın yetiştirdiği balcanlardan bulun… Mutlaka balcan tiridiyle yaza elveda deyin…
 
Sonra kış gelsin, kar yağsın şöyle iki metre o zaman da size küflü peynirden bir tirit yaparım. Bir sündürme, bir papara…
 
Konyalıda ne tirit biter ne yarenlik…
 
TAHİR SAKMAN





10 Eylül, 2025

KONYA YAZ AKŞAMI SOHBETLERİ





KONYA YAZ AKŞAMI SOHBETLERİ
 
Kadim dostum, usta gazeteci Kemal Soylu’nun, Konya Olay TV’de yayımlanan “Konya yaz akşamı sohbetleri” isimli programına konuk olduğum bölüm dün akşam yayımlandı, tabii ki süreye sığamadık ama önemli mevzulara satır açmayı başarmışız.



Şehrin deneyimli gazetecisi karşımda olunca konu konuyu açtı. Hatırlama/hatırlatma seansına dönüşen programda gördük ki eski Konya’dan geriye pek bir şey bırakmamışız. Belleklerimizde yer eden hatıralar da bir gün bizimle beraber gidecek ve geriye belki de bunları konuşan Konyalı kalmayacak. Bizim bugün tasvip etmediklerimizin özleminde olan bir başka nesil yerimizi aldığında bizler çoktan…




 
Haydi geçmiş olsun Konyalı; hani bir laf vardır bilirsiniz, “… yerine yata git” derler, başındaki kelimeyi de siz koyun canım, bunu nasıl olsa bilirsiniz… (Bilemeyenlerin kulağına bir gün fısıldarım!)
 
Programı izlemek isteyenler için link:
 
https://www.youtube.com/live/YpCqLa-4xF0?si=3Ee8rCStDzZ4wCBq
 
TAHİR SAKMAN


09 Eylül, 2025

MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 37 MENTEŞELİ


MAZHAR SAKMAN TÜRKÜ HAZİNESİ 37 MENTEŞELİ 
 
Yıl 1917...Birinci Dünya savaşının en acımasız biçimde sürdüğü soğuk karlı bir kış gününde Konya’dayız... Hava soğuk mu soğuk. Sanki cephelerde devrilen yiğitlerin, Anadolu uşağının, Anadolu Türk’ünün makus talihini, kuru ayaz tez elden ulaştırırcasına gül benizleri bıçak gibi kesmede… Her evden bir asker, bazen iki, üç asker cephede vatan için kan veriyor, can veriyor ama toprak vermiyor; ta ki kanıyla sulamadan!.. Her evden bir gazi! Her evden bir şehit! Ama kızların, gelinlerin, anaların başı hiçbir zaman öne düşmüyor. Hepsinin dilinde bir ortak temenni, bir tılsımlı söz, bir dua; vatan sağ olsun!..
 
Günlerden Cuma… Uluırmak Ali Hoca Mahallesi Maraş Sokak’ta, iki katlı ahşap, çıkartmalı tipik bir Konya evinde, hummalı bir faaliyet göze çarpmakta. Ufak tefek; elli beş yaşlarında bir kadın, gelen misafirlere yer gösterip, izzet ve ikramda bulunuyor. Bir taraftan da ortada oynamakta olan torununu göz ucuyla devamlı kontrol ediyor. Nasıl etmesin ki! Oğlu Alişan’ın emanetiydi O! Emanetti ya! Alişan önce eniştesi Mahmut ile Balkan Harbi’ne gitmişti. Sağ salim dönmesine dönmüştü ama eniştesi Mahmut şahadet şerbetini içerek toprağa düşmüştü. Balkan Harbi dönüşü çok geçmemiş, bu sefer babası Ahmet Ağa ile kardeşi Rahmi ile birlikte Şam Cephesi’ne gönderilmişti.
 
Üç sene olmuştu gideli; üç sene... Alişan giderken bir buçuk yaşındaydı oğlu oysa şimdi dört buçuk yaşındaydı. Babasını görse tanıyabilecek miydi? Babası, dedesi, amcası cepheden dönebilecekler miydi? Gözleri bir an dolar gibi oldu, hemen torunu Abidin’i bağrına bastı. Oysa minik Abidin bir şeyden habersiz, gözlerinde bir soru işaretiyle ninesine bakıyordu... Kadın hemen kendini toparladı ve kutsal bir söz terennüm eder gibi mırıldandı; “Vatan sağ olsun!..”
 
Bu kadın “Uzun Kızların Alime” idi... Kısaca Alim(e) Hoca!.. Hocaydı ya! Anadolu kadının özgürlüğünü, iradesini, çalışkanlığını ve başarısını kanıtlarcasına meşhur Hoca Zeynel Abidin’den yıllarca ders almış, okumuş, okumuştu. Hem zaten torununa da hocasının ismini vermemiş miydi? Zeynel Abidin Hoca’dan icazet alıp kadınlara vaaz etmekteydi. Doğmaca söylediği ilahileri dillerde dolanıyordu. O Cuma da buz tutan kalpler, kürem kürem Alim Hoca’nın evine, feyz ve umuttan nasiplerine düşeni almaya gelmişlerdi.
 
Alim Hoca kadınlara sabretmelerini, Allah’tan ümit kesmemelerini öğütledi, Kur’an-ı Kerim’den cihatla ilgili ayetler okudu, onları tefsir etti...
 
Vaazın sonunda dua ettiler. Cephede yokluklarla savaşan Türk askeri için zafer dilediler. Zaten biliyorlardı ki Allah’ın yardımı Türk Ordusu’na er geç ulaşacaktı…
 
Biliyorlardı ki şehitler cennetteydi. Geride kalanlara sabır dilediler. Biliyorlardı ki şehitlere öldü denmezdi; dullara, öksüzlere başın sağ olsun demediler; vatan sağ olsun dediler.
 
Bütün kadınların kalbi sanki Alim Hoca’nın kalbiyle kenetlenmiş gibiydi. Hasretten, ayrılıktan inleyen gönülleri, Alim Hoca’nın her “vatan sağ olsun” temennisiyle bir teselli, bir umut, bir amin duygusu kaplıyordu...
Dua bitti fakat Alim Hoca coşmuştu. Kadınlara has ince berrak sesiyle, yanık yanık, gönlüne o anda doğuveren bir ilahi okumaya başladı;
 
Kadir Mevla’m defterime bak derse
Yerle göğün arasına çık derse
Cürmü isyan günahıma çok derse
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Aklar düştü benim siyah saçıma
Ben ağlarım günahıma suçuma
Koyacaklar kara toprak içine
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
Kadir Mevla’m Arafat’a varırsa
Yüzüm kara beni anda görürse
Beratımı sol elime verirse
Eyvah bana yazık bana vay bana
 
İlahisini bitirince kadınlar ısrar ettiler tekrar okudu. Bir daha, bir daha okudu. Ta ki bütün kadınlar ezberleyip kendisine eşlik edene kadar.
 
Daha sonra herkes cüzünü çıkardı. Alim Hoca bütün kadınları tek tek okuttu. Bu arada vakit ikindiyi bulmuştu. Seccadeler serildi, Alim Hocanın imamlığında ikindi namazını kıldılar.
 
Namazdan sonra hanımlar Alim Hoca’nın elini öpüp hayır duasını aldıktan sonra izin isteyip ayrıldılar. Misafirlerini uğurlayan Alim Hoca, kocası Ahmet Ağa’nın emaneti olan kuşları yemledikten sonra, çıkartmalı odaya çıkıp, pencerenin önüne oturdu. Gün son ışığını da çekmek için acele ederken, sulu sepen (sepken) kar atıştırmaya başlamıştı.
 
Alim Hoca’nın içinde garip, anlayamadığı bir sıkıntı vardı. Rahat edemedi orada. Kalktı, bahçe tarafındaki pencerenin önüne adeta çöktü. Kar çevreyi yorgan gibi sarmıştı. Toprağın altındakileri düşündü bir an… Acaba kendi kocasını bir daha görebilecek miydi? Ya oğulları Alişan ile Rahmi’yi? Kim bilir şimdi neredeydiler. Minik Abidin ninesinin hareketlerini garip garip seyrederken, Alim Hoca torununu bağrına bastı. Hüzünlü gözlerinde bir damla kocası için, bir damla oğulları için yaş birikirken kendini toparladı. Yan bahçede maltızı söndürmeye uğraşan komşuları “Menteşeliyi” gördü. Derdini döküp rahatlamak istedi, pencereyi açtı, seslendi, seslendi! Dalga dalga kabaran duygularını Uşşak makamında dile getirdi:
 
Menteşeli Menteşeli
Deli oldum aşka düşeli
Üç yıl oldu yâr gideli
Kaldım evlerde yalınız
 
Derviş olsam giysem hırka
Kimsem yok ki versem arka
Gönderdiler Şam’a Şark’a
Çekilmez derdim yalınız
 
Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı
Kaldım evlerde yalınız
 
Evleri var yüksek bodam
Nerde kaldı benim kocam
Ak sakallı garip babam
Çekilmez derdim yalınız
 
Loras’tan bir bulut ağdı
Sulu sepen karlar yağdı
Yolcularım hanlarda kaldı
Kaldım evlerde yalınız
 
Asker yolu ikidir iki
Giydikleri potin teki
Benim guzum gelmez mi ki
Kaldım evlerde yalınız
 
İbrişimin telden midir
Muhabbetin candan mıdır
Bu ayrılık senden midir
Kaldım evlerde yalınız
 
Komşusu Menteşeliye derdini döken Alim Hoca, biraz rahatlar gibi olmuştu ama bu çok uzun sürmedi. Oğlu Alişan’ın künyesi, şehit annesi olduğunu müjdeleyerek geldi. Ardından gelini bu acıya dayanamadı, Alişan’ının yanına uçtu. Tek tesellisi, kocası Ahmet Ağa’nın ve diğer oğlu Rahmi’nin cepheden sağ salim dönmüş olmasıydı. Fakat bu sefer Anadolu işgal edildi. Alim Hoca kudretli hatipliğiyle milli uyanışa yardımcı oldu. Anadolu kadını, şahsında bayraklaştı ve vatanın kurtulduğunu gördü. Öksüz ve yetim torunu Abidin’i sevgi ve şefkat kanatları altına alarak hoşgörü ile yetiştirdi. Torununun cura, ut, cümbüş çalmasına ses çıkarmadı, hatta teşvik etti. Oğlunu ve damadını verdi, fakat vatanını vermedi, vatanın sağ olduğunu görerek huzur içinde Hakk’a yürüdü.
 
Uluırmak Mezarlığı’na defnedilen Alim Hoca’nın mezar taşının olmaması nedeniyle, kesin ölüm tarihini bulamadık. Ancak kaynak kişilerin ifadesiyle 1943 yılında 83 yaşında öldüğünü tespit ettik. Dolayısı ile doğum tarihini 1860 olarak tahmin ettiğimiz Alim Hoca’ya rahmet dilerken, bugün hayatta olan torunu udi Abidin Özlüoğlu’na uzun ömürler temenni ediyoruz. (2001 yılında Konya Oturakları isimli kitabımda bu öykü yayımlandığı zaman Abidin Amca hayattaydı sonra onu da kaybettik, ruhu şad olsun.)  
 
TAHİR SAKMAN
Abidin Özlüoğlu...

Soldan sağa; Abidin Özlüoğlu, Mazhar Sakman...

Soldan sağa; Muhtemelen Cavit Ünyaylar, Vahit Bülbül, Mazhar Sakman, Karkınlı Kara, Abidin Özlüoğlu...