YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

27 Ocak, 2025

MUSALLA TAŞINDA YATAN ŞEHİR


 

MUSALLA TAŞINDA YATAN ŞEHİR
 
Bu bizim ilk vukuatımız değil…
 
Üzücü ama gerçek bu; hafızalarımızı yokladığımız zaman Suriyeli sığınmacıların yaşadığı Beyşehir Caddesi’nde yıkılan apartmandan önce aklımıza ilk gelen “Zümrüt” faciası olsa da gözden kaçan bir facia daha yaşandı.
 
10 Aralık 2019 tarihinde Akçeşme Mahallesi’nde kerpiç iki katlı bir evin sabaha karşı çökmesi nedeniyle bir babaanne ve kendisini ziyarete gelen yetim iki torunu hayatını kaybetmişlerdi. Göçükten tabii ki ne ders çıkarılabildi ne de bir sorumlu bulunabildi. Daha da acısı evin göçtüğünden şehrin saatler sonra haberi olabildi… Üç canın çığlığı, şehrin gürültüsü arasında yitip gitmişti…
 
Kulaklar sağır… ya vicdanlar, vicdanlarımıza ne oldu? Tabii ki unuttuk; çünkü üç gariban…
 
Şehir; bu üç garibanın yaşamını böyle feci bir şekilde yitirmesinden üzerine hiç sorumluluk almadı; bütün suç, yoksulluktu… Belki biraz üzüldük, acıdık, ah vah ettik… Sonrası? Sonrası hep yaptığımız hatta en iyi yaptığımız gibi “kader” demekten ibaretti… Bu insanlar canlarını hiçe sayarak neden böyle evlerde oturmaya mecbur kalıyorlardı? İşin bu tarafını sorgulamadığımız için… Peki, böylesine zengin topraklara sahip bir ülkede yoksulluk diye bir şeyin neden var olduğunu hiç sorduk mu? Sormadığımız için mi büyüyor gözlerimizde bu yoksulluk? Kabahat kimindi?
 
Oysa kabahatin kimde olduğu çok açıktı: Ne demişti Nazım “Suçun büyüğü sende kardeşim…”
 
Bendeniz “şiir hayattır” düşüncesinden hareketle, sosyal konulara duyarsız kalamadığım için ve o dönem içimi çok acıtan bu hüzünlü hikâyenin kahramanlarına içim yanarak “Kalkamazsınız” başlıklı bir şiir söylemeye çalışmıştım:
 
KALKAMAZSINIZ
 
bir ev göçer kerpiç mi kerpiç
altında üç can
bir babaanne iki torun
soğuk mu soğuk/ utanın sıcak evler
 
/ev göçer yoksulluk kalkar şaha/
yazılmamış pulsuz duadır acılar
unutulur gider mi/ gider
 
ev göçer babaanne göçmez
ev göçer yetimler dimdik ayakta
 
bir ev göçer kerpiç
bir şehir kalır altında
bir babaanne iki yetim kalkar
kalkamaz ahali/ kalkamaz konya
musalla taşı gibi boylu boyunca
 
TAHİR SAKMAN
 
Aradan geçen 6 yılda, son yaşadığımız elim olaydan sonra şehrin hâlâ kalkamadığını görmek, kadim bir başkent için oldukça üzücü… “Kalkamazsınız” demiştim, “bu ağır olayın altında kalır bütün şehir” demiştim içim yanarak…


Ve kalkamadık!
 
Ve bizler yüreğimiz yaralı /musalla taşı gibi boylu boyunca/ yatmaya devam ediyoruz…
 
TAHİR SAKMAN
 
 

25 Ocak, 2025

AĞLA KONYA


 

AĞLA KONYA
 
Zümrüt’ten yıllarca sonra bir kez daha… ağla…
 
Göz göre göre, milyon liralara alınıp satılan dairelerin olduğu bölgede… hiç kimse görmedi, hiç kimse… ta ki yıkılırken binalar, binalar değil ki yıkılan; aslında yıkılan insanlıktı…
 
Sorumsuzluk örnekleri çevremizde yığınla, kafamızı bir kaldırsak görebileceğiz, duyabileceğiz; o yoksul insanların barınmak için, aile olmak için girdikleri beton tuzakları… ama biz ne görebiliriz ne duyabiliriz…




 
Falanca tarihli ruhsatı varmış… bana ne efendi ruhsatının tarihinden, bina ne durumda sen ondan haber ver! En azından mahalle muhtarları bu durumda olan evleri ilgili makamlara bildirebilir değil mi?
 
Çok katlı, çok çok katlı hem de lüks apartmanlara hiç baktınız mı? Yangın merdivenleri ne durumda? Kiler mi yaptınız yoksa erzak deposu mu veyahut kaçak doğal gaz hattı çektirip kızartma mutfağı mı yaptınız?
 
Kimi kızartmayı düşünüyorsunuz kuzum? Allah aşkına olabilecekleri düşünebiliyor musunuz?
 
“Allah bekler” diyorsunuz… Allah, sen gereğini yapmazsan beklemez efendi, bunu bil…




 
Apartman sakinleri, yöneticiler, mahalle muhtarları; bu durumda olan yüzlerce ev var maalesef… ilk iş size düşüyor, açın telefonu ihbar edin belediyeye… söz konusu olan hayatınızdır, bunu göz ardı etmeyin…
 
Dün geceden beri Konya seferber; birçok kuruluş mobil tezgâhlarda çay, salep vs. dağıtıyor, tabii bunlar çalışan personel için değil mi? Ama hiç de öyle görünmüyor, meraklı halkımız ellerinde çay, salep kurtarma çalışmalarını izliyor… Çekirdek de dağıtalım mı?
 
Benim inancım kaybolmaya başladı, biz yoksa hep böyle miydik? Oradan yükselen feryatlar içinizi acıtmıyor mu? 23 yaşında bir kadın Suriyeli… Savaştan, yıkımdan kaçıp gelmiş sığınmış… Bir başka yıkım altında… Bize sığınan canlar… Emanet canları oturttuğumuz mekânlar… Karşılığında tonlarca kira… Ne için?




 
Çok ağır cezalar getirmedikçe, denetim mekanizmaları halkın kendisinden başlamadıkça ve kadercilikten kurtulmadıkça; korkarım, yıkılan en sonunda bizler olacağız…
 
Bir can yıkıldıysa… Âlem yansa yeridir…
 
Ağla Konya… ağlayamıyorsan, ağlayamadığına ağla!..
 
Bizi; bize bırakma ya ilahi!
 
TAHİR SAKMAN
 
 

24 Ocak, 2025

BÜLBÜLÜN DİĞER ADI RIZA KONYALI

 


BÜLBÜLÜN DİĞER ADI RIZA KONYALI
 
Mevsim yaprak dökümü değil aslında; mevsim, çınarların devrildiği mevsim…
 
Konya türküleri bugün biraz daha mahzun, biraz daha nağmeleri ağırlaşıyor ve gittikçe kuraklaşan iklimlerin yasını tutmaya başlarken daha bir hüzün sarıyor şehrin burçlarını…
 
Rıza abiyi kaybetmişiz… Rıza abiyi, Konya türkü kültürünün önemli temsilcilerinden coşkun bir insanı yitirirken, kültürel yalnızlığımıza biraz daha sokuluyor matem duygularımız.
 
92 yıllık bir çınar devrilir de âlem devrilmez mi? Ya türkülerimiz yas tutmaz mı?
 
O neşeli, cıvıl cıvıl bir insandı. “Konya’yı sırtımda taşıdım” derken türkülerimizin ışığında dolu dolu bir yaşam sürdü, anladım ki tüm enerjisini türkülerimizden, sahneden alıyordu.
 
Onunla pek çok hatıram oldu. Yolu ne zaman Konya’ya düşse babamla mutlaka sohbet etmeye gelir “Hocam” diye hitap ederek ellerinden öperdi. Sanırım 1984 yılıydı, merhum babam Mazhar Sakman Konya il Halk Kütüphanesi tarafından yılın okuyucusu seçilmişti. Ödül töreninde merhum Erol Güngör de vardı ve Rıza Konyalı… Rıza abi sahneye çıkıp babamın elini öptükten sonra plaklara okuduğu türkülerin pek çoğunu Mazhar Sakman’dan aldığını söyleyerek şehrin sanatına ve kültürüne olan katkılarından dolayı gururluydu. Konuşmaların ardından hiç unutmuyorum yine babamdan aldığını söylediği bir türküyü (plağa da okumuştu) “Karşı karşı yaptıralım hanları” türküsü ile birkaç Konya türküsü okumuştu. Büyük abim hayattayken, İzmir’e gittiğimizde de mutlaka bizi bulurdu.

 
Babamın vefatından sonra onunla tekrar karşılaşmamız bir TRT programı nedeniyle olmuştu. 19 Aralık 2005 tarihinde merhum Ali Gürlü’nün sunduğu “Bengi” isimli programa konuk olmuştuk birlikte. O türküleri seslendirmiş bendeniz de Konya oturaklarından ve dolayısıyla Konya türkü kültüründen söz etmiş ve merhum Mazhar Sakman’ı yad etmiştik.
 
Onunla nerede konuşursanız konuşun sözü mutlaka Konya’ya getiren bir insandı. Gerçekten hayatını, Konya üzerine kurmuştu. Soy ismini bile Konyalı olarak değiştirmişti. Sözü Konya’ya getirmeyeceğim… Sanatçıların beklentileri sanat üzerinedir ve sadece bir vefadır, ama… İtiraf etmeliyim ki biz vefa konusunda çok kısır kaldık.


Söz konusu programın afişi...


 
Çok şükür ki Meram Belediyesi’nde çalıştığım dönemlerde kendisiyle 20.12.2018 tarihinde program yapma şansı buldum. Rıza Konyalı ve Âşık Salihi abimizle aynı sahnede olmanın onurunu hep üzerimde hissetmişimdir. Program tam bir belgesel havasında sürdü. Hayatlarından kesitler sunmuş ve tabii ki türkülerden de… Müthiş bir programdı, çok istedim program kaydının cd olarak yayımını ama… umarım önümüzdeki yıllarda bu yapılır; çünkü iki çınarın sahneyi nasıl salladığını herkesin görmesini isterim. Ayrıca türkülerimizi için de bir kaynaktır. Acıdort’tan gelip kır atıyla doru atı satıp nasıl bağlama aldığını anlattı, türkülerimizle nasıl yatıp, kalktığını anlattı. Ve tabii ki büyük ustalardan övgüyle söz etti; Mazhar Sakman’ın, Silleli İbrahim Berberoğlu’nun ve daha nice ustaların sanat hayatına nasıl katkı sağladıklarını anlatırken gözleri dolu doluydu.


Rıza Konyalı ve Âşık Salihi, Hasan Genç ve saz ekibi eşliğinde aynı sahnede, sağ baştaki Tahir Sakman.


 
Hep söylerdi; belediyenin söz verdiğini, ev verirlerse Konya’ya yerleşeceğini… ama ne ev verildi ne yerleşti… Bir haber duyduk çok üzüldük, hastalığında İzmir Belediyesi ona kucak açmış, Sığacık’taki sosyal tesislerde ağırlamışlardı. Sonraları huzurevine yerleştirildi. Tıpkı kardeşi Mustafa Konyalı abimiz gibi o da orada huzurevinde türkü dolu ömrünü tamamladı…


Rıza Konyalı ve Âşık Salihi birlikte...


 
Rıza Konyalı’nın çok özel bir sesi ve gırtlağı vardı, tam da Konya türkülerinin nağmelerine uygun sanki doğuştan bu iklimin türkülerini okusun diye yetenekle donatılmıştı. Yeri doldurulamayacak sanatçılarımızdan bir tanesiydi. İzmir, bizden daha şanslı çıktı bu konuda, bizden daha çok onlar dinlediler. İzmir’de, Konya türkülerinin kıvrak nağmeleriyle, sıla hasreti çeken hemşehrilerinin ve ona tutkun İzmirlilerle hasret giderdi. İzmir Fuarı’nda gür sesi daima yankılandı. En çok plağı olan sanatçılarımızdan birisidir ayrıca kasetleriyle de gönüllerimize seslendi.


Rıza Konyalı ve A^şık Salihi birlikte türkü seslendirirken, sağ başta program moderatörü Tahir Sakman.


 
Konya türküleri bir ustasını daha ebediyete uğurlarken onun sesi, şehrin semalarında ebediyen türkü türkü dolaşacaktır. O bülbül gibi şakırken, gözlerimizdeki neme aldırmadan türkülerimizin kıvrak nağmelerindeki hüzün bizi saracaktır ve o daima türkü kültürümüzün nadide yerindeki anıları, şehir var oldukça ömrümüzü şenlendirmeye devam edecektir.
 
Sen rahat ol Rıza abi; türkülerimiz asla yitmeyecek, sonsuza dek okunacaktır:
 
/Eremedim vefasına dünyanın
Bülbül konmuş sarayına Konya’nın/
 
Dünyanın vefasına eremesek de Konya’nın her köşesine; taşına, toprağına bülbüller konmaya devam edecek ve Rıza Konyalı ismi gönüllerimizde hep şakıyacaktır… Rahmetle… Âşık Salihi abimize de uzun ömürler diliyorum.
 
TAHİR SAKMAN


23 Ocak, 2025

DÜŞ


 DÜŞ


Bir düşün peşinde koşmak, bir ömür... hem de gerçek olmayacağını bile bile...


Olsun! Düşlerime de yasak koyamazsınız ya!..


TAHİR SAKMAN




MERDİVENLER GEÇİLMEZ!

 

MERDİVENLER GEÇİLMEZ!
 
Ulusça acıya boğulduk…
 
Duman duman sardı her yanımızı hüzün… yandık kavrulduk…
 
Her zamanki gibi suçlu ihmalden başkası değil; ihmal eden de bizler!
 
Çok uzağa gitmeyin; çevrenizdeki hatta oturduğunuz binalara özellikle çok katlı binalara bakın! Yeni binalarda tedbir alınmış… ama bu iskan ruhsatları alınıncaya kadar sonrası hepimizce malum…
 
Vahim olan yangın merdivenlerini birer depo gibi, kiler gibi kullanmak; eski eşyaları doldurmak ve merdivenleri geçilemez hale getirmektir.
 
Daha da vahim bir şey söyleyeyim mi?
 
Allah aşkına çevrenizdeki yüksek katlı binaların yangın merdivenlerine gidin de bir bakın: Adam kaçak doğal gaz hattı çektirmiş, dolap yaptırmış kızartma mutfağı olarak kullanıyor… Acil bir durum olsa yandığınızın resmidir…
 
Akla ziyan işler… “Allah bekler” deyip geçiyoruz ya… İşimize öyle geliyor; oturanın sesi çıkmaz, bu normal çünkü kendisi yapıyor ama ya diğer sakinler… susar… yöneticiler susar… eh belediyenin işi gücü yok da sizin iskan ruhsatı aldıktan sonra ruhsata aykırı yaptığınız işleri mi kontrol edecek? Hadi kendi canınızı düşünmüyorsunuz da ya çocuklar ve diğer sakinler?
 
Siz kendi kendinizi denetlemezseniz… O çok katlı binalarda… düşünmesi bile korkunç…
 
Çünkü pek çok apartmanın yangın merdivenleri geçilemez haldedir… Bu merdivenler zaten geçilmek için değildir; bunun için geçilmemesi için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bu konuda belediyelerimiz en azından apartman yöneticilerini veya muhtarları uyarmalıdır. Vatandaşlar da denetim mekanizmalarını harekete geçirecek şikayetlerini ilgili mercilere iletmeleridir.
 
Değilse bu merdivenler… geçilmemeye devam edecektir…
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 
 

21 Ocak, 2025

AYARIMIZ İNSAN


 

AYARIMIZ İNSAN
 
“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... Bu da gösterir ki zaman ve mekân, insanla mevcuttur” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde…
 
İnsanın olmadığı yerde ne zaman ne mekân ve tabii ki sanatın da sözünü etmek mümkün değil; her şey insanla…
 
Çırak yetiştiren son nesil saatçilerden olmalıyız, bizim kuşaktakiler. Bu açıdan şanslı da sayılabiliriz; çünkü en azından bir nesil daha saatleri ayarlayacak ustalar var, ya sonra?




 
Eskiden saatçiler zor çırak alırlardı, ince elerler, sık dokurlardı. Mesleğin ahlaki boyutu her zaman önde tutulurdu. Saatçi demek; güvenilir insan, özü, sözü doğru, zanaatkâr insan demekti. Bir kapalı kutunun içindeki dişliler, çarklar, vidalar vs. onlarca hatta bazı saatlerde yüzü aşkın parça bir ahenk içinde birbirleriyle oldukça uyumlu çalışırsa size zamanı gösterir… Saatçi de öyle olmalıydı; yaşamla uyum içinde, yaşamın bir parçası olduğunu unutmadan…
 
Zamanı göstermenin ötesinde size dünyanın sonlu olduğunu da hatırlatır…




 
Zamanı tamir eden ustalar, bu gerçeğin farkında oldukları için yaptıkları işin kutsal tarafını daima ön plana çıkarmak zorunda olduklarını hissederlerdi. Saatlerin elbette başka işlevleri de vardır; öncelikle bir mühendislik harikası olan saatler aynı zamanda zarifliğin de bir sembolüdür. Bu nedenle saatçi esnafı zanaatkârlığın da ötesine geçen sanatçı kişiliği olan naif insanlardır. Eğer çevrenizde bir saat ustası görürseniz onu inceleyin. Bu farkı göreceksiniz. Onlar toplumda saygıyı hak eden esnaflarımızın başında gelirler.
 
Bendeniz baba mesleği olan saatçiliği uzun yıllar sürdürdüm ama ekonomik koşullar ve “pilli” teknolojilerin gelişmesi nedeniyle mesleği bırakmak zorunda kalmıştım ama şimdi pişmanım. “Mesleğine hor bakan adam iyi olmaz” diyen merhum babam ne kadar haklıymış meğer bunu şimdilerde daha iyi anlıyorum.
 
Rahmetli Şemsi Yastıman, Türbe Caddesi’ndeki mütevazı dükkânımı onurlandırdığı bir gün sohbet esnasında beni işaret ederek “Hem sanatkâr hem zanaatkâr” demişti. Bu tanım tüm saatçiler için de geçerlidir: Onlar hem sanatkâr hem zanaatkâr olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
 
Dükkânımı boşaltırken el aletlerimi ve bazı malzemelere kıyamamış hepsini uzun yıllar saklamıştım. Şimdilerde eve kurduğum tezgâhta, koleksiyonumdaki saatlerin bakımını yaparken o eski günleri hatırlamanın hüznünü yaşasam da saatlerin tik takları beni bir başka dünyanın kapılarına kadar götürüyor.




 
Eskiden de öyle yapardım; saat tamirinden yorulduğum zamanlarda dükkânın kapısını kapatır kendimce şiirler okurdum. Bazen şiir bazen de köşe yazıları yazar mutlu olurdum. Bunca telaşenin arasında hepsine nasıl yetişirdim bilmiyorum.
 
O yıllarda köşe yazdığım gazetelerde daha özgürmüşüz, bunu şimdilerdeki gerginliklerden anlamak daha da kolaylaşıyor.   
 
Mekanik saatlerin de bir ruhu vardır eğer onu bir küstürürseniz çalıştırmanız daha bir zorlaşır. Çok dikkatli ve hassas olmalısınız, saat parçalarını severek, okşar gibi tutmalısınız, onlar sizin sevginizi hissetmeliler…




 
Küstürdüğüm saatlerden bir tanesi 400 günlük fanuslu bir iskelet saat… gönlünü almak bir ayımı aldı… ama sonunda barıştık…
 
Gündelik hayatın hay huyundan uzak, kendime saatlerden ve sanattan, şiirden bir fanus yapıp içine kapandım. Kim ne demiş, çok da umurumda değil… aslında çok umurumda ama… “Söylesem güç yetmez sussam işkence” demiştim 3. kitabıma ismini veren şiirimde… o zamanlar bunu dediysem, ya şimdilerde?
 
Ne demiştik; saatlerin de ruhu var… zamanın ruhu saatlerde, saatlerin ruhu insanlarda…
 
Tanpınar’ın dediği gibi: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır...
 
Ya ayarımız bozulmuşsa?..
 
TAHİR SAKMAN
 
 
 

20 Ocak, 2025

DENİZLİ DALGA


 

DENİZLİ DALGA
 
içimde bir deniz uyur dalgalı
içimde bir deniz sevdalı
içimdeki deniz uyurken
gözlerin kaçar ya hani kazara
o zaman büyür içimdeki deniz
okyanus olur
seni de beni de yutar
boğuluruz
kurtuluruz
 
TAHİR SAKMAN
  

16 Ocak, 2025

HOYDUR HOYDUR GEZME KONYALI TÜRKÜLER SENİ ÇAĞIRIYOR!


 

HOYDUR HOYDUR GEZME KONYALI TÜRKÜLER SENİ ÇAĞIRIYOR!


 Orada bir kahvehane var… Kahvehanenin çok, çok ötesinde…



Sıcak bir çay içerken türkü dinlediğimiz… Kahvehaneden çok bir sanat merkezi, bir âşıklar kahvesi gibi sazını eline alıp gelen… getirmeyen de duvardaki enstrümanlardan dilediğini alıp çalıyor, sorgusuz sualsiz, ama illaki edep…


Yıllardır mücadelesini vermiştik aslında âşıklar yurdu dediğimiz şehrimizde neden yok diye… sözler de verilmişti ama hepsi havada kaldı… kendiliğinden oluşan bir ortam. Türküsü olanın gelip çaldığı, çığırdığı bir mekân…



Hani ne demişti Bozkır’ın tezenesi, o büyük usta Neşet Ertaş; “Kötü adamın türküsü olmaz, nerede bir türkü çağıran görürsen var, yanına otur!” Buradaki insanların da türküleri var, hepsi iyi insanlar, çekinmeden gidip yanlarına oturun size taze çayların yanında sıcak dostluklarını da ikram edeceklerdir.



Yaren Çay Evi’nden, bir diğer adıyla Yaren Sanat Evi’nden söz ediyorum… Şehrimizin yetiştirdiği solistlerden ve geçtiğimiz yıllarda kasetlerinden, şarkılarından bildiğimiz Ahmet Kurt kardeşimiz çalıp söylerken dinlemek kısmet oldu. Bağlamada Köy Hizmetleri’nden emekli Cemalettin Pekmezci abimiz, 75 yaşına rağmen hâlâ gençlik heyecanlarıyla İnce Çayır türküsünü çalıp söylerken, uduyla Rıfat Ali Aktaş ve ritimde Ahmet Kurt eşlik ettiler. Maziye gitmemek ne mümkün?


“Ezmeyinen ezmeyinen
Dert biter mi gezmeyinen
İl adamı gız mı verir
Hoydur hoydur gezmeyinen”
 
Konya türkü asırlarından örnekler çalarlarken, o küçük ama yüreği büyük dükkân, sanatın zenginliğiyle büyüdükçe, büyüyordu… bir gün tüm şehri içine alırsa hiç şaşmayacağım.



Bu tür mekânlara o kadar çok ihtiyacımız var ki…


Ya ben size ne söyleyeyim ki? Sizler kendi kültürünüze sahip çıkmazsanız, türkülerinizi okumaktan imtina eder hale geldiyseniz?



Bu küçücük çay evi, o kadar çok büyük bir iş yapıyor ki, belki farkında bile değil! Duvarındaki saat bile vaktin müzik olduğunu hatırlatıyor!


Söyleyecek türkün varsa, çalıp çığırmak istiyorsan veya müzik dinlemek istiyorsan, burası tam size göre… Yolunuzu mutlaka düşürün merkez Öğretmen Evi’nin hemen karşısında… ki türkülerimizin sesini duyarsanız zaten…


Hoydur hoydur gezerken yolunu düşür Konyalı, türkülerimiz sizi çağırıyor!


TAHİR SAKMAN




15 Ocak, 2025

AMA KONYA DAHA GÜZEL


 

AMA KONYA DAHA GÜZEL


Her şehrin kendine has bir duruşu vardır…


Ülkemizin her köşesi birbirinden güzel zenginliklerle dolu ve hepsi de kendine has duruşuyla ön plana çıkar ve sizi yakaladığı yer de işte tam burasıdır…


Aradığınız her neyse oradan vurur sizi şehirlerimiz. Her şehrin kendine has kurşunu vardır ve bu kurşunun en azından birkaç tanesine yakalanmak kaçınılmazdır.


Mesela İstanbul… Önce muhteşem ötesi eserler vurur sizi; hangisini saysanız eksik kalır bir diğeri… Ayasofya, Süleymaniye, Sultan Ahmet ve daha nice saraylar, yalılar ve doğal güzellikler…


Ben Antalya’yı çok sevdim; denizi ve iklimi yakaladı beni ama… Turist bolluğuna ve onların paradan kaynaklı tepeden bakma şımarıklıklarını hiç sevemedim hatta yerleşme düşüncesine bile kapıldığım dönemlerde beni vazgeçiren onlar oldular.


Kendi ülkelerinde bu kadar rahat gezemezken… her neyse konumuz bu değil…


Ama Konya diyorum ki hani şu bildiğimiz Konya; İlyas’ın Kavakları, Mengene. Sarıyakup, Kumköprü… Uluırmak, Paşalı Köprü, Müftü Gediği, Küllükbaşı… Zindankale, Kayıklı Kahve, Alâaddin Tepesi… Onlarca tarihi eser de cabası…


Ama ille de Zafer… Gençlik heyecanlarımızın vazgeçilmezi… Yumurta topuk ayakkabılarla, karlı kış günlerinde onca soğuğa rağmen atletsiz giydiğimiz naylon gömleğin üç düğmesi de illaki açık olacak… Kuyruklu İmpala gibi yaylanarak yürüdüğümüz yıllar…


Uzun saçlarımı savurarak geçtiğim Amele Pazarı…


Tuhaftır bir yandan zaman zaman kaytarsak da camileri doldurduğumuz zamanlar…


Şehrin o havası çok başkaydı… Siyasallaşmamıştık henüz…Bu da değil konumuz…
Şair Yahya Kemal’in “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü” sevdiği gibi bendeniz de her nereye gidersem Konya’ya dönüşü çok seviyorum.


Bu şehri mübarek kılan bir havası vardır, her ne kadar kirletsek de… Her ne kadar yeşilimiz olmasa da denizimiz olmasa da keşfedilmeyi bekleyen bir sır daima sizi bekler bu şehirde. Ve bu şehir en ağır kurşunlarla vurur sizi …


Nerenizden isterseniz oranızdan:


“Evleri var içli dışlı
Çelenleri hüma kuşlu
Kalbim ağlar gözüm yaşlı”
 
Bu şehrin derin bir ruhu vardır; görebilene, duyabilene… Her ne kadar kavgamız sürse de şehirle… aslında şehirle değil, şehirle kavga ne haddimize! Çatalhöyük’ten kopup gelen insanlık serüveninin başladığı bu mübarek toprakların ruhundan payımıza ne düşmüşse… biz onun kullarıyız…
 
Selçuklu asırlarından bize miras kalan vakur bir duruştur, bir başkente yakışan bir kararlılıkla…


Özümüz Oğuz’dur, Türkmen’dir ama yetmez aynı zamanda siz neyseniz biz de size olan hürmetimizden, sevgimizden siz oluruz; ayrılık, gayrılık bırakmayız paslı sinelere cila oluruz…





Hz. Pir’in nefesidir ayrılığı kaldıran, perdeleri yırtıp yetmiş iki millete ayna olan… Eyvallah, Hu!


Ülkemizin her yanı bir ayrı güzel ama Konya daha güzel… Vallahi de güzel, billahi de…


Biz seni Konya’sın diye sevdik; şeksiz, gümansız… imanımız sanadır…


TAHİR SAKMAN

14 Ocak, 2025

TİRİMİLLİ HAYATLARDA LÜLLÜM OLMAK!


 

TİRİMİLLİ HAYATLARDA LÜLLÜM OLMAK!


“Hanneme”, “yanıgara”, “hoşududu”, gibi yöremizde çok kullanılan bazı kelimelerin anlamının olmadığından daha önceleri söz etmiştim.


Halkımızın ince zekâsının bir ürünü olan bu kelimelerin ahengidir belki de bunları gündelik hayatımızda tutan… Bir tekerleme gibi Konyalının diline yerleşen bu kelimelerin pek çoğunu şimdilerde kullananın kalmaması bir yana hatırlayanımız hatta duyanımız bile kalmayacak bu gidişle…


Teknolojinin en iyi yaptığı iştir hayatı dondurmak ve tekdüze hale getirmek. Önce karıştırıyorlar sonra basitleştirmek için uğraşıyorlar.


Bu günlerde dilime takılan bir kelime daha var; “tirimilli…”


İnce eleyen, sık dokuyan, alıngan, havadaki buluttan nem kapan, bir netice alamayan insanlar için de söylenir genelde… Bu tür kelimelerin aslında belli bir anlamı yoktur; onun anlamını sarf ettiğiniz cümlede kendiniz koyarsınız.


Kelimenin etimolojisini dil bilimciler araştırsın, biz işin dalga tarafındayız!


Diyorum ki hangimizin hayatı tirimilli değil ki?


Bunca yıldır tirimillilik yaparım hatta hep birlikte yaptığımız arkadaşlarımız da var; yani bir şehrin ahalisini toptan tirimilli yapsak diyorum sonuç çıkar mı? Belki de tirimilli çokluğundan işlerimiz rast gitmiyor, netice alamıyoruz?


Fotoğraf çekiyorsunuz, video kaydediyorsunuz, ses kaydı yapıyorsunuz, kitaplar yazıyorsunuz, sonuç; vallahi tirimilli…


Kayıt yapılmamalı belki de… yaşadığımızın kanıtını bıraksak ne bırakmasak ne? Sonuç tirimilli olduktan sonra…


“Hiç de doğmamışa döndürdün beni” demiş Karacaoğlan…


Dağ dere dolaştığımız yıllarda farkına varmıştım… Fotoğraf çekmekten etrafın güzelliğini, anlamını kaçırıyorduk… Bin yıllardır seslenen bir eserin önünde onun sesini duymayı, onu hissetmeyi bırakıp fotoğrafını çekip dondurmaya çalışmak… oysa hayat donuk değil; hayat akıyor, akıyor görebiliyor musunuz?


Gülün dalına konan arı kadar bile olamamaktır; gülü koklamak yerine makro çekim yapacağım diye kıvranmak!


Hayatı betimlemeye çalışmak, şiir söylemek mesela… hayatın kendisi zaten şiirken, şiir söylerken hayatı kaçırmak!


Nasılsa bir gün doğmamışa döneceğiz o zaman hayatın akışına kendimizi bırakıp yaşamanın keyfine varmak doğru düşünce değil mi?


Ben anladım; şimdi bu yazıyı biraz daha uzatırsam ahaliyle “lüllüm” olup “düdü Memet” denilmek istemem ve ben bunu göze alacak kadar tirimilli değilim!


En iyisi ben kendi tirimilli dünyama geri döneyim…


TAHİR SAKMAN
 

08 Ocak, 2025

TERZİ


 

TERZİ
 
/bütün suçlarınızı bize attınız
boğulduğunuz hayatı
bize dayattınız/
 
ne sizi tanırım ne yasanızı
sizin dünyanızda yaşamam da
bir ömür ki
                sönük yıldızlar gibi
tıkıldığınız tasalara
                            güle güle
                                         -son sürat-
ne tasınızı ne tasanızı
                                 -hatta ve hatta-
tarağınızı
alın hepsini
 
ananız size pantolon diksin
 
TAHİR SAKMAN
 
(Arka Cepteki Dünya’dan)
 
 

 

01 Ocak, 2025

YAZARAK KOŞMAK HAYATA


 YAZARAK KOŞMAK HAYATA 


"Yaşamak yazmaktır" demiştim geçtiğimiz yılın ilk gününde ve bir yılın bilançosunu vermiştim. 

Son yılda da yaşamaya yani yazmaya devam ettim... Blog sayfamda (www.tahirsakman.blogspot.com); şiir, eleştiri, inceleme, araştırma ve anılardan oluşan 131 makaleye imza atmışım. Bir önceki yıl yayımladığım 148 makaleye göre sayı biraz düşmüş olsa da yeni heyecanlarla yazmaya devam edeceğimi tahmin etmek zor olmasa gerek.  

Blog sayfamda linklerini paylaştığım ve sayısı dokuzu bulan e-kitaplarımı bu yıl fiziksel olarak yayımlamayı planlıyorum. İki ciltlik "Konya ve Ötesi" isimli kitabımı da bu yıl yayımlayacağım. Ayrıca "Türkü Hazinesi Mazhar Sakman" isimli bir kitabım da çok yakında yayıma girecek. 

Blog sayfamın gerek ülkemizde ve gerekse ülke dışında enteresan bir izleyici kitlesi olması beni şaşırtmaya devam ediyor.  İstitastiklere baktığım zaman İzlanda gibi bir ülkeden bile okunuyor olmak oldukça enteresan. Tabii bunda yazılarımın kaynak niteliği taşımasının önemi büyük ve bu konuda  mütevazı olmayacağım. Bu yazılar benim için gurur kaynağı olmaya devam ediyor. 

Şehir kültürüne amatör heyecanlarla katkı yapmaya, elimizden geldiğince ve tabii ki gözlerimin izin verdiğince yazmaya devam edeceğim. 

Konya gibi köklü bir kültüre sahip bir şehirde doğmak, yaşamak büyük ayrıcalıktır. Ayrıca sanatçı bir ailede, sanat ortamlarında büyümek, şehir kültürünün zenginliği içerisinde ve sanatın, kültürün  özgür kulvarında koşmanın getirdiği heyecanı da bunlara eklerseniz aslında doğuştan ne kadar şanslı olduğum ortaya çıkmaktadır. 

Yaşantım boyunca özgürlüğüm ve asiliğim... hayata sürekli başkaldırıp sorguladığım... hayat derken hayata değil aslında; klişeleşmiş, kalıplaşmış dayatmalara karşı bir duruştu benimki. Alışılmış kurulu düzenlerin rehavetine kapılanlardan beni anlamalarını beklemek abesliğine düşmeden yoluma devam etmenin mutluluğunu yaşamayı ve aynı bildiğiniz "Tahir" olarak yeni yılda da koşmayı sürdürmeyi diliyorum... 

Hayatın sunduğu; yazarak koşmanın mutluluğunu hep birlikte sürdürmeyi seçiyorum... 

TAHİR SAKMAN