YAŞAM SEVGİYLE BAŞLAR

31 Temmuz, 2024

ELLERİNİ KAN ETTİLER



 


ELLERİNİ KAN ETTİLER
 
Yaşam hakkını yok sayıp
Dünyayı zindan ettiler
Masum dilsiz hayvanların
Katline ferman ettiler
 
Merhamet yok vicdan kayıp
Bu yaptığınız çok ayıp
Gece yarısı toplayıp
Canları duman ettiler
 
Dünya kalmaz ki zalime
Bakın canların haline
Sıtma gösterip âleme
Ölümü derman ettiler
 
Şefkat merhamet giyerek
Bizlere insanlık gerek
Bir de saldırgan diyerek
Canlara bühtan ettiler
 
Kimse adam saymayacak
Gözleriniz doymayacak
Sular seller aymayacak
Ellerini kan ettiler 


Unutmayın siz bu ânı
Kalmayacak adı sanı
Hiçe sayıp yaratanı
Allah’a isyan ettiler


TAHİR SAKMAN




29 Temmuz, 2024

ŞEFİKCAN PARKI’NDA AKŞAM DÜŞÜNCELERİ


 

ŞEFİKCAN PARKI’NDA AKŞAM DÜŞÜNCELERİ
 
Bir insan, yüzlerce kişinin ki bunun büyük bölümünü gençler, çocuklar ve kadınların oluşturduğu bir parkta neden silahla dolaşır?
 
Şefikcan Parkı gerçekten şehrin yüz akı parklarının en önemlisi… Selçuklu Belediyesi de parkın üzerine titriyor; oldukça bakımlı, temiz...
 
“Şefikcan bölgesi, sosyolojinin inceleme alanına girer” desem asla abartmış olmam; çünkü her düşünceden, her gelir diliminden, her kültür ve eğitim seviyesinden insanın sitelerde birbirlerinden habersiz yaşadığı bir bölge...




 
Şehrin en yüksek binalarını bu alana dikerken ne düşünmüşler doğrusu ben çok merak ediyorum. Bir dönem çarpık yapılaşmanın en önemli bölgesi olan bölgede yüksek betonları dikerek düzelteceklerini sanmış olmalılar ama tam tersine daha büyük çarpıklıklar ortaya çıkmış gibi görünüyor. Gecekondu gibi evlerden ticari kaygılarla adına rezidans dedikleri ama aslında hiç alakasının olmadığı yapılar bunun en çarpıcı örneklerini oluşturuyor. Bugün en genci 10 yaşına dayanan sözde rezidansların dökülmeye başlayan görüntüleri ile bölgenin ciddi bir alt yapı sorunu olduğu gerçeği karşımıza çıkarken, gelecek adına da kaygıları arttırıyor.
 
İlk sakinlerinin şehre yakın çevre köylerden göç edenlerin olması ve köydeki yaşantılarını buraya taşımaları, sitelerdeki yaşantılarını da etkilemiş. İkinci kuşak bile hâlâ alışamamışken, ayak uyduramamışken, kentlileşmenin sürekli gerisinde kalmalarına ve belki de bir kimlik bunalımına yol açtığını görmek de çok zor değil.




 
Toprak sahipleri olarak oturdukları dairelerde eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışırken hemşehri akraba ilişkisi daima ön plana çıkan sitelerin iç içe ve en küçük sitenin 50 daireden aşağı olmadığı ve toprak sahiplerinin “buralar bizim” anlayışıyla kendilerine her şeyi mubah görmeleri de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
 
Şefikcan'a daire satın alarak gelenler ise kentli ve yaşam standartları daha yüksek kişiler.  Sabah erken saatlerden başlayarak parkta spor yapanlar ve sonrasında özellikle akşamları, çoğunluğunu çevre sakinlerin oluşturduğu bir kalabalıkla, çimlerin üzerinde nefes alıyorlar. Çocuklar oyun parkında vakit geçirirken gençler; basketbol, voleybol, tenis gibi birçok aktiviteye kızlı erkekli gruplar halinde imza atıyorlar.




 
Ve kavgalar da bu alanlarda çıkıyor... ama silaha sarılmak da neyin nesi? Önceki akşam o kalabalıkta bir genci yaraladıktan sonra polise ateş edebilecek kadar gözü dönmüş bir insanın bu parkta aradığı neydi?
 
Kültür seviyelerinin birbirine karıştığı ve asla barışmadığı ve gelir dağılımının da adaletsiz olduğu Şefikcan'da sorular çoğalırken, akşamları parka çıkmaya artık çekinmeli miyiz?
 
Emniyet güçlerinin sürekli devriye gezmesi ortamı daha güvenli hâle getirirken vatandaşları da rahatlatıyor ve Şefikcan’da hayat olağan akışında sürüyor. Parka bir akşam gelmelisiniz; oldukça medeni bir ortamda, aileler kamp sandalyeleriyle, termoslarıyla; gençler müzik aletleriyle ve yaptıkları sporlarla, çocukların kuş seslerini andıran cıvıltılarıyla sıcak yaz akşamlarının sadece Şefikcan sakinleri için değil tüm şehre ait örnek bir park olduğuna siz de şahit olabilirsiniz…
 
TAHİR SAKMAN
 

27 Temmuz, 2024

KATLİAMA HAYIR!

 


KATLİAMA HAYIR!
 
İnsanların ilk evcilleştirdiği hayvanlardan bir tanesidir; hani bugün yasa çıkararak öldürmek için zemin aradığımız köpekler...
 
Eski Konya'nın bağlık bahçelik evlerinde mutlaka köpek bulunur bazı geceler salınırdı. Köpek sadık bekçiydi, bahçelerimize yabancı gelse yaklaştırmaz, yabancı hayvanları da uzak tutardı ve bunu da sadece boğaz tokluğuna yapardı.
 
Zindankale'deki bahçemizde benim küçük bir köpeğim vardı; Sultan Cem Caddesi'nde bir araba çarpınca kaybetmiştik. Ne çok ağlamıştım, ona o küçük aklımla mezar bile yapmaya kalkmış, günlerce yasını tutmuştum.
 
Sonra Sarıyakup'ta, bağ evimizde bazen birkaç köpeğimiz olurdu. Babam çok severdi köpekleri, elleriyle onları bazen "yal" yaparak beslerdi. Hele bir tane vardı ki bana olan sevgisini göstereceğim diye üzerime atılınca yerlere yuvarlanırdım, devası bir köpekti, sanırım bir kangaldı... Yaşlılıktan ağzında diş kalmamıştı, babam ona sevgiden öte saygıyla karışık özel bir ilgi gösterirdi.
 
Köpeklere sadece boğaz tokluğuna, bekçilik yaptırdık; evlerimizi, bağlarımızı beklettik daha ötesi canımızı bile o korudu... ıssız dağ başlarında sürülerimize çobanlık yaptı, siz uyurken o uyumadı, hep uyanıktı…
 
Sonra... siz bahçeleriniz bozdunuz, geleceğinizi rant uğruna talan edince...
 
Kerpiç evlerden, beton kutulara geçince farelerden sizi kurtaran kedileri sokağa attınız... sonra köpeklere de ihtiyacınız kalmadı; kapılarınıza güvenlik diktiniz...
 
İşiniz bitince sırtınızı dönmek... insana yakışan bir davranış mıdır? Bu nankörlük değil midir? Tarihin bütün evrelerinde yanımızda olmuş vefalı bir dosta şimdi bunu mu reva görüyorsunuz?
 
Sokağa terk ettiğiniz her canlı bir şekilde yaşamını sürdürmeyi başarmışken şimdi kalkmışınız bu canlara teşekkür etmek yerine öldürmek için kılıf arıyorsunuz:
 
Parklarda saldırıyorlarmış… Vallahi insan kadar saldırmıyorlar ki onu da onlar, kendi canlarını korumak için yapıyorlar; taş atarsanız veya canına kast ederseniz hayvan kendini savunmak için son çare sizi ısırır… bir de genleriyle oynayarak özel yetiştirdiğiniz köpekler var ya onları da bu hâle sokan sizden başkası değil ki…
 
Dünyanın tüm canlılara ait olduğunu unutuyorsunuz. Doğayı kirletenin, yok edenin insan olduğunu unutarak...
 
Onların da bir can taşıdığını, en az bizler kadar yaşam hakkına sahip olduğunu unutuyorsunuz.
 
Hiçbir köpeğin savaştığını görmedim; hiçbir köpeğin dünyayı parselleyip sattığını görmedim, bir başka canlıyı sömürdüğünü görmedim.
 
Dünyayı başka canlılarla paylaşmayı öğrendiğimiz gün; insan olmanın erdemini de öğrenmiş olacağız...
 
İnsan doğasının öldürmek üzerine değil; yaşamak ve yaşatmak üzerine olduğunu hatırladığımızda, hep birlikte tüm canlılarla birlikte dünyayı yeniden cennete çevireceğiz.
 
Bize yakışan katliam yasaları değil; sevgi ve ortak yaşam yasalarıdır…
 
TAHİR SAKMAN
 

26 Temmuz, 2024

SELÇUKYA’YI GERİ İSTİYORUM!

 



SELÇUKYA’YI GERİ İSTİYORUM!


Bir şehirde bir ömür tüketmek nedir bilir misiniz? Ya her köşesine, taşına, toprağına sinen hatıralarınızla baş başa yaşamanın hüzünlü mutluluğunu?


Ve bir ömür şehre şiir söylemenin ve belki de şehrin sizi söyletmesinin sırrını?


Şimdilerde hovardaca harcadığımız duyguların içinde yitip gidiyor şehir; o şehir ki antik çağların gizeminden de eski olan sevdanın harmanında büyümüştür kalplerimizde…


Türkmen kültürünün dalga dalga büyüdüğü Alâaddin Tepesi’nden, Eflatun’un kabrinden, Sille’de Aya Eleni’den, Şeytan Köprüsü’nden geçip gelen bir muammanın günümüze yansıması olsa da artık bir efsane gibi duruyor. 


Sanki dünün ihtişamından hiç haberi yokmuş gibi, sanki İkonyum’dan Konya’ya dönerken Selçukya’nın mütevazı ama doğal ama görkemli asırları şimdilerde sanki hiç uğramamış gibi! Hiç alakanız yok!
Sanki benim ecdadım çırıl çırıl bir 12 tellinin önünde “Emmiler emmiler Türkmen emmiler” dememiş sanki “Bülbül konmuş sarayına Konya’nın” diyerek tespit yapmamış gibi, sanki “Konyalılar baş olmaz” dememiş gibi yaşıyoruz…


Sizin Konyalılığınıza ne oldu? 


Etli ekmek veya fırın kebabı yiyeceğiniz zaman mı geliyor aklınıza?  


Ben Konya’mı istiyorum…


Bizim Konya’mız size ütopik gibi gelebilir; sizin Konya’nız gibi değildi, sevgi doluydu, hoşgörü doluydu, komşu hakkı gözetilir, yaşam biçimlerine saygı gösterilirdi.  Çelebi meşrepliydi, efendiydi, çevresine saygılıydı. Dindardı; ham sofu değildi!
Sokaklarımız tozluydu ama yüreğimizdeki arazözlerle ıslatırdık; bağlarımız bahçelerimiz talan olmamış, beton kutular yükselmemişti. Sokaklarımız güvenliydi; harmanbiş, yedi kiremit, çelik çomak, yakan top oynayabiliyorduk. 


/Yağ satarım/Bal satarım/Ustam öldü/Ben satarım/


Çocuklarınız satamıyor farkında mısınız?


Evlerimizin kapısında güvenlik icat olmamıştı; cümle kapılarımız açık dururdu.


İnsanlarımız yoksuldu ama manen yücelerdeydiler; “helva demeyi de halva demeyi de” bilirlerdi…


Ya siz şimdi ne halva biliyorsunuz ne helva yemeyi…


Üçler Mezarlığı’nın kenarında demlenenlerin çilingir sofrasına oturup leblebi yiyen Hacı Veyiszade’yi ne çabuk unuttunuz?


Şafakta oturaktan gelen ve aldığı alkol nedeniyle yürümekte zorlanan bir insanı rencide etmemek için “Di len o da lazım” diyen Hacı Veyiszade’yi ne çabuk terk ettiniz?


Kuru bir softalık uydurdunuz ki kendiniz de uymuyorsunuz… Şehrin ruhunu öldürdünüz!


“Yürü yavrum yürü Konyalım Yürü” 
Ve yürüdünüz; “geçmişinize sırtınızı dönüp, geleceğe yürürüz” sandınız ama yanıldınız. İhtişamlı dünün yerine ikame etmeye çalıştığınız ne bugün oldu ne yarın; çünkü siz aslında dündünüz!


Dününü unutma Konyalı! Sen ki Selçuklu’nun payitahtında yaşayan ecdadının mirasçısısın. Adımlarındaki vakarın, geleceğin Konyalısına bir mesajdır!


Sokaklarımızı asfaltlarken aslında o asfaltları yüreğimize döktünüz. Büyük camiler inşa ederken mescitlerimizdeki ihlası öldürdünüz. Betonlarla şehri kuşatıp, Konya Kal’ası’nı savunan son Türkmen Beyi de yok olana kadar savaştınız…


Ağlayamıyoruz; çaylarımız da kurudu şimdi… sularımız tersine mi aktı ne? Bu şehir benim şehrim değil!
Ben şehrimi geri istiyorum!  


TAHİR SAKMAN

24 Temmuz, 2024

MÜZİSYEN VEDAT SAKMAN


 

MÜZİSYEN VEDAT SAKMAN
 
Bir müzisyenin hayatı; bir hayattan çok daha fazla bir şeydir…
 
Abim Vedat Sakman’ın yaşantısını konu alan “Müzisyen” isimli kitabın ikinci baskısı raflardaki yerini aldı. Kitap sadece bir müzisyenin hayatını anlatmakla kalmıyor; müzisyenin hayatı üzerinden geçmiş dönemlerimize ışık tutuyor.


Abim Vedat Sakman'ın Akbaş Mahallesi'ndeki çocukluğundan bir hatıra... (Fotoğraf: T. Sakman)

Dünün Konya’sından da çok şey bulabileceğimiz kitap aslında bizi anlatıyor. Müzisyen bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya gelen Vedat Sakman, Akbaş Mahallesi’nin şimdi tarih olmuş sokaklardaki yaşantısını anlatırken, nereden nereye geldiğimizin de adeta bir envanterini sunuyor.
 

Konya Karma Ortaokul yıllarında Vedat Sakman. (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu)


Müzisyen olmak demek; bir anlamda “toplumun sesini duymak ve sanatla yoğurarak yansıtmaktır” diye düşünürsek, Vedat Sakman kalbiyle bunun daha da ötesine geçerek bizlere notalardan bir sevgi yumağı sunan bir müzisyen olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kitap bir anlamda bir müzisyenin hayatının bir hayattan çok daha fazla değerler ifade ettiğini anlatıyor. Ailemizin sanat geleneğini sürdüren abim Vedat Sakman’ı anlatan Deniz Durukan’a teşekkürler…


Vedat Sakman'ın 20 Mart 2024 tarihinde Konya'da verdiği konserden bir görüntü. (Foto: T. Sakman)


 
TAHİR SAKMAN

10 Temmuz, 2024

ABART BABA(!)

 


ABART BABA(!)
 
Cürmümüze bakmadan tatile gittik… hem de ne cesaret; Belek’e…
 
Boydan boya, lüks oteller sahili kapatmış… golf oynamak isterseniz içinde yapay göl bile var. En ucuzunun fiyatı geceliği 20 bin liracık ve bu fiyatlar 150 bin liraya kadar çıkıyor…




 
Sahiller elbette halkın ama denize ulaşabilirseniz, oteller, büyük alanları kapatmış, özel mülkiyet… Deniz karşımızdaydı ama otellerden dolayı geçemiyorsunuz. Halk plajı çok güzel, sanırım 15 Km kadar mesafedeydi kaldığımız yere… önceleri belediye işletiyormuş sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiş. Büfelerin fiyatları makul seviyede. Giriş ücretsiz şezlongların fiyatı 130, loca isterseniz 600 TL… bunları istemezseniz deniz bedava ve çok güzel, çıkmak istemiyorsunuz…




 
İki bölümden oluşan tesislerin bir tarafının lavaboları kilitliydi.  Duşların suyu da birkaç gün akmadı. Bir taraftaki otopark ücretsiz diğer taraftaki 50 TL… Yeşil alanlardaki ağaçların gölgesi bedava… çadır da kurabilirsiniz… yani diyorum ki günübirlik de gidebilirsiniz; Konya’dan Belek plajına ulaşmak, Beyşehir üzerinden en fazla üç saatinizi alır. Hava çok sıcak olmasına rağmen rüzgâr hiç eksik olmadı, bu da Belek’e mahsus bir durum olmalı.



 
Havuzlu villa kiralamıştık… sivrisinek de dahilmiş meğer… Konya’da görmediğimiz sivrisineklerle burada bayağı bir hemhal olduk… bütün bedenim yara bere içinde kaldı. Birkaç kez ilaçlandığını da gördük belediyenin ama çok yetersiz kalıyor… öyle bir samimiyet kurduk ki sivrisineklerle ayrılırken bile bizi öpmeye devam ettiler!



 
Vertigo nedeniyle ilk dört gün yataktan çıkamadım… Bu da benim sınavım olmalı…
 
Fiyatları söylememe gerek var mı? Dolaşırken bir gün tesadüfen pazara denk geldik… Basit bir kıyafet sorduk yazlık… satıcı 1200 lira dedi demesine de küçük kızı “abart baba(!)” demesin mi, biz kahkaha atmaktan yerlerde süründük… çocuk öyle bir vurgu yapmıştı ki “abart baba” “çok abarttın baba” anlamını taşıyordu… biz gittikten sonra babasından epey bir azar işitmiştir sanırım… bir başka satıcıya deniz yatağı sorma gafletine düştük; 900 liradan başladı, biz sustukça fiyat düştü, 500 liradan sonra biz oradan ayrılırken arkamızdan hâlâ bağırıyordu: Gel bir ikram daha yapayım!”



 
Hayatımız hep böyle geçiyor işte… ama o küçük kız çocuğunun cesaretine hayran kaldım; fiyatın yüksekliğine o küçük yaşına rağmen itiraz ediyordu…
 
Ah küçüğüm, senin gibi çocuklara o kadar çok ihtiyacımız var ki…
 
TAHİR SAKMAN







 
 


06 Temmuz, 2024

DAHASI SUS


 DAHASI SUS
 
şimdi susuyorsun
en çok da kendine
bakışlarındaki renk son çağrı
yanılgı son kez
gözlerim ıslandıkça gözlerine
yüreğindeki kanatlara tutun
ve başka renklere
git adresini unutmuş mektuplara
postacı sensin
kâğıdı yakan kalem
sil bu şehri başka kuşaklara
 
say ki yeni doğdun ölümünden az önce
son kez sayılmamışları sayma
yeni baştan kur cümleni
kelimelerden geçmek yasak değilken
sınanmalısın kendinle
 
sus
bir kere daha
benim için sus
denizler dilsizdir
duyduğun sahilin acısı
şimdi konuşuyorum ya
bütün harflerin geçmişi sen
 
sus
kendin için sus
susmalara da sus
kelimeler soyunmuşsa gizemine
zordur ‘seni seviyorum’a taşınmak
 
dahası sus
kendine ve ömrüne
TAHİR SAKMAN




01 Temmuz, 2024

SELÇUKYALI BİR ŞAİR FEYZİ HALICI

 


 

-Sekçukya’nın büyük şairi, üstadım Feyzi Halıcı’nın 100. doğum yılı anısına, saygıyla-
 
SELÇUKYALI BİR ŞAİR FEYZİ HALICI
 
Yar kement atmış boynumdan
Çeker gerçek aşka beni
Dünya çekilmiş aynımdan
Ayna kılar ışka beni
(FEYZİ HALICI)
 
Şairler gerçek dünyanın dışında gibi görünseler de aslında onlar bizim dünyamızı bize, bazen tokat atar gibi bazen de serin bir rüzgar gibi bize ayna olan insanlardır, tıpkı Feyzi Halıcı gibi...
 
Onu ilk defa karlı bir kış günü bizim evde düzenlenen bir oturakta tanıdım. Başında kalpak sırtında kalın bir palto vardı. Ceketinin yakasındaki TBMM rozeti parlak bir güneş gibi parlarken gözlerindeki yaşama sevinci sizi kendine hemen bağlıyordu. O bir Konya âşığıydı ve Mevlâna bendesiydi...
 
Âşık Ömer ve Âşık Şem'i'yi hatmettikten sonra Feyzi abinin şiirlerini okuduğum zaman çarpılmışa dönmüştüm.
 
Aslında biz çok şanslı bir kuşaktık; Selçukya üzerine şiir söylemeyi Feyzi abiden, şehir fokloru üzerine yazı yazmayı Seyit abiden öğrenmiştik. Bu iki anıt insan, şehir sevgisi, Selçuklu sevgisi üzerine kurdukları dünyanın kapılarını en azından bana açmışlardı, rahmetler olsun...
 
Yanındaki devlet ricaliyle, sanatçılarla bizim Sarıyakup'taki bağ evimizi bir sanat merkezini ziyaret eder gibi gelirlerdi. Kimler vardı kimler; Eski başbakanlardan hemşehrimiz Ordinaryus Prof. Dr. Sadi Irmak gibi birçok devlet ricalinin yanı sıra Erol Güngör, Ahmet Kabaklı gibi edebiyatçılar, yazarlar, Kadri Şençalar gibi bestekârlar, Yıldıray Çınar gibi sanatçılar, Murat Çobanoğlu gibi âşıklarla Feyzi abi babamın, hassaten Selçuklu'dan yadigâr kalan sesleri horozlar ötene kadar dinlemeye getirirdi
 
O dönemlerde Derviş Ozan
mahlasıyla söylediğim şiirleri beğenirdi ve bana şiirde elini verdiğini söylerdi. Merhum teşvik amaçlı olarak ışık gördüğü herkese eline verirdi...
 
Âşıklar Bayramı'nın 20. Şeref yılında benim de katılmamı istediğinde çok sevinmiştim. Bayramın ilk gününde sahneye çıkmıştım ama ani bir kararla sahneden inip seyircilerin arasına oturmuştum. Anonsum yapılınca bir alkış kopmuştu ama sahnede Derviş Ozan yoktu, ürkmüştüm doğrusu...
 
Gece eve gitince kendimi affettirmek için şiirden başka yolum yoktu, şu şiiri söylemiş ve sabah erkenden giderek bana kızmasına fırsat vermeden Feyzi abiye okumuştum:
 
ÂŞIKLAR
 
Âşıklar yirminci yılda Konya’da
Hakikat sırrını açmaya gelmiş
Rüya gibi geçen yalan dünyada
Gönüllere hikmet saçmaya gelmiş
 
Kimisi taşıyor sazın telinden
Kiminin bal akar tatlı dilinden
Yüce Mevlâna’nın nurlu elinden
Aşkın dolusunu içmeye gelmiş
 
Şair Halıcı’dan desturu alıp
Gönüller dolusu deryaya dalıp
Kimi sazda sözde yerinde kalıp
Kimi baş köşeye geçmeye gelmiş
 
İçimde yangın var aşka susadım
Gökleri tutacak bugün feryadım
Çobanoğlu Taşlıova üstadım
İyiyi güzeli seçmeye gelmiş
 
Zülfikâr Divani dostluğa koşar
Abdulvahap Kocaman coşar-coşar
Davut Sulari’yse gönlümde yaşar
Buradan cennete uçmaya gelmiş
 
Sakın ha sanmayın sözleri boştur
Nuri Şahinoğlu söyler pek hoştur
İlhami Reyhani bir ulu baştır
Saz ile âşığı ölçmeye gelmiş
 
Barıştır sevgidir en büyük dava
Söz vardır bilinmez dertlere deva
Pek de çabuk kızar Deryami Baba
Sanırsın kelleler biçmeye gelmiş
 
Âşığa bir soluk geçmiş zamandan
Örnek veriyorlar gerçek insandan
Derviş Ozan gibi kimi meydandan
Ardına bakmadan kaçmaya gelmiş
 
Şiiri okuduğumda çok beğenmiş ve akşam mutlaka sahnede olmamı tembih etmişti. O akşam “Gurbet Çiçeği” isimli şiirimi okumuştum ve bu şiirle o yıl memleket şiiri dalında üçüncülük ödülü almıştım...
 
Şiirde benim idolümdü ve ona birkaç şiir söyleme cesaretinde bulunmuştum. İşte onlarda bazıları:
 
nicedir can alıcı
eser verir kalıcı
selçukyalı bir şâir
üstat feyzi halıcı
 
ÜSTADIM FEYZİ HALICI
 
Şiiri ondan öğrendim
Üstadım Feyzi Halıcı
Çileyi onunla yendim
İmdadım Feyzi Halıcı
 
Ham iken olmak istesem
Feyzinden almak istesem
Hikmete dalmak istesem
Ummanım Feyzi Halıcı
 
Acı dikildi karşıma
Gözyaşı kattım aşıma
Neler geldi şu başıma
Dermanım Feyzi Halıcı
 
Konya odur o Konya’dır
Her şiiri bir dünyadır
Selçuklu’dur Selçukya’dır
Zamanım Feyzi Halıcı
 
Hazreti Pir’in sözüne
İnsanın bakar özüne
Hasret kaldık biz yüzüne
Feryadım Feyzi Halıcı
 
Her canlının kendi gerçeğine varışı gerçeği karşısında üzüntüm büyük oldu. Acı haberi aldığımda İstanbul'daydım ve şu mısraları söylemiştim:
 
FEYZİ HALICI DEĞİL KONYA ÖLMÜŞTÜR
 
Gök çiniler susmuş Selçukya yastadır
Güvercinlerim bu uhrevi sestedir
Şimdi her şey bir ilahi bestedir
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
 
Âşık Şem’i’den ve Hazreti Pir’den
Nice dünya kurdu sevgiden şiirden
“Dörtlemeler”le haber verdi Bir’den
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
 
İstanbul Caddesi  Türbeönü ağlar
Yaşama sevinci günaydınlar çağlar
Nar çiçeği şimdi karalar bağlar
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
 
Âşığın babası şehrin incisi
Kalbinde çağlar  Âşık Fezai'si
Ne hanlar kalıyor ne de hancısı
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
 
Öksüzdür onsuz  kalan Selçukya
Selçukya dediğim şiirden dünya
Ezelden ebede gördüğüm rüya
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür 
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
 
TAHİR SAKMAN