31 Temmuz, 2024
ELLERİNİ KAN ETTİLER
ELLERİNİ KAN ETTİLER
Unutmayın siz bu ânı
29 Temmuz, 2024
ŞEFİKCAN PARKI’NDA AKŞAM DÜŞÜNCELERİ
ŞEFİKCAN PARKI’NDA AKŞAM
DÜŞÜNCELERİ
Bir insan, yüzlerce
kişinin ki bunun büyük bölümünü gençler, çocuklar ve kadınların oluşturduğu bir
parkta neden silahla dolaşır?
Şefikcan Parkı gerçekten
şehrin yüz akı parklarının en önemlisi… Selçuklu Belediyesi de parkın üzerine
titriyor; oldukça bakımlı, temiz...
“Şefikcan bölgesi,
sosyolojinin inceleme alanına girer” desem asla abartmış olmam; çünkü her
düşünceden, her gelir diliminden, her kültür ve eğitim seviyesinden insanın
sitelerde birbirlerinden habersiz yaşadığı bir bölge...
Şehrin en yüksek
binalarını bu alana dikerken ne düşünmüşler doğrusu ben çok merak ediyorum. Bir
dönem çarpık yapılaşmanın en önemli bölgesi olan bölgede yüksek betonları
dikerek düzelteceklerini sanmış olmalılar ama tam tersine daha büyük
çarpıklıklar ortaya çıkmış gibi görünüyor. Gecekondu gibi evlerden ticari
kaygılarla adına rezidans dedikleri ama aslında hiç alakasının olmadığı yapılar
bunun en çarpıcı örneklerini oluşturuyor. Bugün en genci 10 yaşına dayanan sözde
rezidansların dökülmeye başlayan görüntüleri ile bölgenin ciddi bir alt yapı
sorunu olduğu gerçeği karşımıza çıkarken, gelecek adına da kaygıları
arttırıyor.
İlk sakinlerinin şehre yakın
çevre köylerden göç edenlerin olması ve köydeki yaşantılarını buraya taşımaları,
sitelerdeki yaşantılarını da etkilemiş. İkinci kuşak bile hâlâ alışamamışken,
ayak uyduramamışken, kentlileşmenin sürekli gerisinde kalmalarına ve belki de
bir kimlik bunalımına yol açtığını görmek de çok zor değil.
Toprak sahipleri olarak
oturdukları dairelerde eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışırken hemşehri
akraba ilişkisi daima ön plana çıkan sitelerin iç içe ve en küçük sitenin 50
daireden aşağı olmadığı ve toprak sahiplerinin “buralar bizim” anlayışıyla
kendilerine her şeyi mubah görmeleri de ayrı bir sorun olarak karşımıza
çıkıyor.
Şefikcan'a daire satın
alarak gelenler ise kentli ve yaşam standartları daha yüksek kişiler. Sabah erken saatlerden başlayarak parkta spor
yapanlar ve sonrasında özellikle akşamları, çoğunluğunu çevre sakinlerin
oluşturduğu bir kalabalıkla, çimlerin üzerinde nefes alıyorlar. Çocuklar oyun
parkında vakit geçirirken gençler; basketbol, voleybol, tenis gibi birçok
aktiviteye kızlı erkekli gruplar halinde imza atıyorlar.
Ve kavgalar da bu
alanlarda çıkıyor... ama silaha sarılmak da neyin nesi? Önceki akşam o
kalabalıkta bir genci yaraladıktan sonra polise ateş edebilecek kadar gözü
dönmüş bir insanın bu parkta aradığı neydi?
Kültür seviyelerinin
birbirine karıştığı ve asla barışmadığı ve gelir dağılımının da adaletsiz
olduğu Şefikcan'da sorular çoğalırken, akşamları parka çıkmaya artık çekinmeli
miyiz?
Emniyet güçlerinin sürekli
devriye gezmesi ortamı daha güvenli hâle getirirken vatandaşları da rahatlatıyor
ve Şefikcan’da hayat olağan akışında sürüyor. Parka bir akşam gelmelisiniz;
oldukça medeni bir ortamda, aileler kamp sandalyeleriyle, termoslarıyla; gençler
müzik aletleriyle ve yaptıkları sporlarla, çocukların kuş seslerini andıran
cıvıltılarıyla sıcak yaz akşamlarının sadece Şefikcan sakinleri için değil tüm
şehre ait örnek bir park olduğuna siz de şahit olabilirsiniz…
TAHİR SAKMAN
27 Temmuz, 2024
KATLİAMA HAYIR!
KATLİAMA HAYIR!
İnsanların ilk
evcilleştirdiği hayvanlardan bir tanesidir; hani bugün yasa çıkararak öldürmek
için zemin aradığımız köpekler...
Eski Konya'nın bağlık
bahçelik evlerinde mutlaka köpek bulunur bazı geceler salınırdı. Köpek sadık
bekçiydi, bahçelerimize yabancı gelse yaklaştırmaz, yabancı hayvanları da uzak
tutardı ve bunu da sadece boğaz tokluğuna yapardı.
Zindankale'deki bahçemizde
benim küçük bir köpeğim vardı; Sultan Cem Caddesi'nde bir araba çarpınca kaybetmiştik.
Ne çok ağlamıştım, ona o küçük aklımla mezar bile yapmaya kalkmış, günlerce
yasını tutmuştum.
Sonra Sarıyakup'ta, bağ
evimizde bazen birkaç köpeğimiz olurdu. Babam çok severdi köpekleri, elleriyle
onları bazen "yal" yaparak beslerdi. Hele bir tane vardı ki bana olan
sevgisini göstereceğim diye üzerime atılınca yerlere yuvarlanırdım, devası bir
köpekti, sanırım bir kangaldı... Yaşlılıktan ağzında diş kalmamıştı, babam ona
sevgiden öte saygıyla karışık özel bir ilgi gösterirdi.
Köpeklere sadece boğaz
tokluğuna, bekçilik yaptırdık; evlerimizi, bağlarımızı beklettik daha ötesi
canımızı bile o korudu... ıssız dağ başlarında sürülerimize çobanlık yaptı, siz
uyurken o uyumadı, hep uyanıktı…
Sonra... siz bahçeleriniz
bozdunuz, geleceğinizi rant uğruna talan edince...
Kerpiç evlerden, beton
kutulara geçince farelerden sizi kurtaran kedileri sokağa attınız... sonra
köpeklere de ihtiyacınız kalmadı; kapılarınıza güvenlik diktiniz...
İşiniz bitince sırtınızı
dönmek... insana yakışan bir davranış mıdır? Bu nankörlük değil midir? Tarihin
bütün evrelerinde yanımızda olmuş vefalı bir dosta şimdi bunu mu reva
görüyorsunuz?
Sokağa terk ettiğiniz her
canlı bir şekilde yaşamını sürdürmeyi başarmışken şimdi kalkmışınız bu canlara
teşekkür etmek yerine öldürmek için kılıf arıyorsunuz:
Parklarda saldırıyorlarmış…
Vallahi insan kadar saldırmıyorlar ki onu da onlar, kendi canlarını korumak
için yapıyorlar; taş atarsanız veya canına kast ederseniz hayvan kendini
savunmak için son çare sizi ısırır… bir de genleriyle oynayarak özel
yetiştirdiğiniz köpekler var ya onları da bu hâle sokan sizden başkası değil ki…
Dünyanın tüm canlılara ait
olduğunu unutuyorsunuz. Doğayı kirletenin, yok edenin insan olduğunu
unutarak...
Onların da bir can
taşıdığını, en az bizler kadar yaşam hakkına sahip olduğunu unutuyorsunuz.
Hiçbir köpeğin savaştığını
görmedim; hiçbir köpeğin dünyayı parselleyip sattığını görmedim, bir başka
canlıyı sömürdüğünü görmedim.
Dünyayı başka canlılarla
paylaşmayı öğrendiğimiz gün; insan olmanın erdemini de öğrenmiş olacağız...
İnsan doğasının öldürmek
üzerine değil; yaşamak ve yaşatmak üzerine olduğunu hatırladığımızda, hep
birlikte tüm canlılarla birlikte dünyayı yeniden cennete çevireceğiz.
Bize yakışan katliam
yasaları değil; sevgi ve ortak yaşam yasalarıdır…
TAHİR SAKMAN
26 Temmuz, 2024
SELÇUKYA’YI GERİ İSTİYORUM!
SELÇUKYA’YI GERİ İSTİYORUM!
Bir şehirde bir ömür tüketmek nedir bilir misiniz? Ya her köşesine, taşına, toprağına sinen hatıralarınızla baş başa yaşamanın hüzünlü mutluluğunu?
Ve bir ömür şehre şiir söylemenin ve belki de şehrin sizi söyletmesinin sırrını?
Şimdilerde hovardaca harcadığımız duyguların içinde yitip gidiyor şehir; o şehir ki antik çağların gizeminden de eski olan sevdanın harmanında büyümüştür kalplerimizde…
Türkmen kültürünün dalga dalga büyüdüğü Alâaddin Tepesi’nden, Eflatun’un kabrinden, Sille’de Aya Eleni’den, Şeytan Köprüsü’nden geçip gelen bir muammanın günümüze yansıması olsa da artık bir efsane gibi duruyor.
Sanki dünün ihtişamından hiç haberi yokmuş gibi, sanki İkonyum’dan Konya’ya dönerken Selçukya’nın mütevazı ama doğal ama görkemli asırları şimdilerde sanki hiç uğramamış gibi! Hiç alakanız yok!
Sanki benim ecdadım çırıl çırıl bir 12 tellinin önünde “Emmiler emmiler Türkmen emmiler” dememiş sanki “Bülbül konmuş sarayına Konya’nın” diyerek tespit yapmamış gibi, sanki “Konyalılar baş olmaz” dememiş gibi yaşıyoruz…
Sizin Konyalılığınıza ne oldu?
Etli ekmek veya fırın kebabı yiyeceğiniz zaman mı geliyor aklınıza?
Ben Konya’mı istiyorum…
Bizim Konya’mız size ütopik gibi gelebilir; sizin Konya’nız gibi değildi, sevgi doluydu, hoşgörü doluydu, komşu hakkı gözetilir, yaşam biçimlerine saygı gösterilirdi. Çelebi meşrepliydi, efendiydi, çevresine saygılıydı. Dindardı; ham sofu değildi!
Sokaklarımız tozluydu ama yüreğimizdeki arazözlerle ıslatırdık; bağlarımız bahçelerimiz talan olmamış, beton kutular yükselmemişti. Sokaklarımız güvenliydi; harmanbiş, yedi kiremit, çelik çomak, yakan top oynayabiliyorduk.
/Yağ satarım/Bal satarım/Ustam öldü/Ben satarım/
Çocuklarınız satamıyor farkında mısınız?
Evlerimizin kapısında güvenlik icat olmamıştı; cümle kapılarımız açık dururdu.
İnsanlarımız yoksuldu ama manen yücelerdeydiler; “helva demeyi de halva demeyi de” bilirlerdi…
Ya siz şimdi ne halva biliyorsunuz ne helva yemeyi…
Üçler Mezarlığı’nın kenarında demlenenlerin çilingir sofrasına oturup leblebi yiyen Hacı Veyiszade’yi ne çabuk unuttunuz?
Şafakta oturaktan gelen ve aldığı alkol nedeniyle yürümekte zorlanan bir insanı rencide etmemek için “Di len o da lazım” diyen Hacı Veyiszade’yi ne çabuk terk ettiniz?
Kuru bir softalık uydurdunuz ki kendiniz de uymuyorsunuz… Şehrin ruhunu öldürdünüz!
“Yürü yavrum yürü Konyalım Yürü”
Ve yürüdünüz; “geçmişinize sırtınızı dönüp, geleceğe yürürüz” sandınız ama yanıldınız. İhtişamlı dünün yerine ikame etmeye çalıştığınız ne bugün oldu ne yarın; çünkü siz aslında dündünüz!
Dününü unutma Konyalı! Sen ki Selçuklu’nun payitahtında yaşayan ecdadının mirasçısısın. Adımlarındaki vakarın, geleceğin Konyalısına bir mesajdır!
Sokaklarımızı asfaltlarken aslında o asfaltları yüreğimize döktünüz. Büyük camiler inşa ederken mescitlerimizdeki ihlası öldürdünüz. Betonlarla şehri kuşatıp, Konya Kal’ası’nı savunan son Türkmen Beyi de yok olana kadar savaştınız…
Ağlayamıyoruz; çaylarımız da kurudu şimdi… sularımız tersine mi aktı ne? Bu şehir benim şehrim değil!
Ben şehrimi geri istiyorum!
TAHİR SAKMAN
24 Temmuz, 2024
MÜZİSYEN VEDAT SAKMAN
MÜZİSYEN VEDAT SAKMAN
Bir müzisyenin hayatı; bir
hayattan çok daha fazla bir şeydir…
Abim Vedat Sakman’ın
yaşantısını konu alan “Müzisyen” isimli kitabın ikinci baskısı raflardaki
yerini aldı. Kitap sadece bir müzisyenin hayatını anlatmakla kalmıyor; müzisyenin
hayatı üzerinden geçmiş dönemlerimize ışık tutuyor.
Dünün Konya’sından da çok
şey bulabileceğimiz kitap aslında bizi anlatıyor. Müzisyen bir ailenin ikinci
oğlu olarak dünyaya gelen Vedat Sakman, Akbaş Mahallesi’nin şimdi tarih olmuş
sokaklardaki yaşantısını anlatırken, nereden nereye geldiğimizin de adeta bir
envanterini sunuyor.

Konya Karma Ortaokul yıllarında Vedat Sakman. (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu)
Müzisyen olmak demek; bir
anlamda “toplumun sesini duymak ve sanatla yoğurarak yansıtmaktır” diye
düşünürsek, Vedat Sakman kalbiyle bunun daha da ötesine geçerek bizlere notalardan
bir sevgi yumağı sunan bir müzisyen olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kitap bir
anlamda bir müzisyenin hayatının bir hayattan çok daha fazla değerler ifade
ettiğini anlatıyor. Ailemizin sanat geleneğini sürdüren abim Vedat Sakman’ı
anlatan Deniz Durukan’a teşekkürler…
![]() |
Konya Karma Ortaokul yıllarında Vedat Sakman. (Fotoğraf: T. Sakman Koleksiyonu) |
![]() |
Vedat Sakman'ın 20 Mart 2024 tarihinde Konya'da verdiği konserden bir görüntü. (Foto: T. Sakman) |
10 Temmuz, 2024
ABART BABA(!)
ABART BABA(!)
Cürmümüze bakmadan tatile
gittik… hem de ne cesaret; Belek’e…
Boydan boya, lüks oteller
sahili kapatmış… golf oynamak isterseniz içinde yapay göl bile var. En ucuzunun
fiyatı geceliği 20 bin liracık ve bu fiyatlar 150 bin liraya kadar çıkıyor…
Sahiller elbette halkın
ama denize ulaşabilirseniz, oteller, büyük alanları kapatmış, özel mülkiyet… Deniz karşımızdaydı ama otellerden dolayı geçemiyorsunuz. Halk plajı çok güzel, sanırım 15 Km kadar mesafedeydi kaldığımız yere… önceleri
belediye işletiyormuş sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmiş. Büfelerin
fiyatları makul seviyede. Giriş ücretsiz şezlongların fiyatı 130, loca
isterseniz 600 TL… bunları istemezseniz deniz bedava ve çok güzel, çıkmak
istemiyorsunuz…
İki bölümden oluşan
tesislerin bir tarafının lavaboları kilitliydi. Duşların suyu da birkaç gün akmadı. Bir taraftaki
otopark ücretsiz diğer taraftaki 50 TL… Yeşil alanlardaki ağaçların gölgesi
bedava… çadır da kurabilirsiniz… yani diyorum ki günübirlik de gidebilirsiniz;
Konya’dan Belek plajına ulaşmak, Beyşehir üzerinden en fazla üç saatinizi alır.
Hava çok sıcak olmasına rağmen rüzgâr hiç eksik olmadı, bu da Belek’e mahsus
bir durum olmalı.
Havuzlu villa kiralamıştık…
sivrisinek de dahilmiş meğer… Konya’da görmediğimiz sivrisineklerle burada
bayağı bir hemhal olduk… bütün bedenim yara bere içinde kaldı. Birkaç kez
ilaçlandığını da gördük belediyenin ama çok yetersiz kalıyor… öyle bir
samimiyet kurduk ki sivrisineklerle ayrılırken bile bizi öpmeye devam ettiler!
Vertigo nedeniyle ilk dört
gün yataktan çıkamadım… Bu da benim sınavım olmalı…
Fiyatları söylememe gerek
var mı? Dolaşırken bir gün tesadüfen pazara denk geldik… Basit bir kıyafet
sorduk yazlık… satıcı 1200 lira dedi demesine de küçük kızı “abart baba(!)”
demesin mi, biz kahkaha atmaktan yerlerde süründük… çocuk öyle bir vurgu
yapmıştı ki “abart baba” “çok abarttın baba” anlamını taşıyordu… biz gittikten
sonra babasından epey bir azar işitmiştir sanırım… bir başka satıcıya deniz
yatağı sorma gafletine düştük; 900 liradan başladı, biz sustukça fiyat düştü,
500 liradan sonra biz oradan ayrılırken arkamızdan hâlâ bağırıyordu: Gel bir
ikram daha yapayım!”
Hayatımız hep böyle
geçiyor işte… ama o küçük kız çocuğunun cesaretine hayran kaldım; fiyatın
yüksekliğine o küçük yaşına rağmen itiraz ediyordu…
Ah küçüğüm, senin gibi
çocuklara o kadar çok ihtiyacımız var ki…
TAHİR SAKMAN
06 Temmuz, 2024
DAHASI SUS
DAHASI SUS
şimdi susuyorsun
en çok da kendine
bakışlarındaki renk son çağrı
yanılgı son kez
gözlerim ıslandıkça gözlerine
yüreğindeki kanatlara tutun
ve başka renklere
git adresini unutmuş mektuplara
postacı sensin
kâğıdı yakan kalem
sil bu şehri başka kuşaklara
say ki yeni doğdun ölümünden az önce
son kez sayılmamışları sayma
yeni baştan kur cümleni
kelimelerden geçmek yasak değilken
sınanmalısın kendinle
sus
bir kere daha
benim için sus
denizler dilsizdir
duyduğun sahilin acısı
şimdi konuşuyorum ya
bütün harflerin geçmişi sen
sus
kendin için sus
susmalara da sus
kelimeler soyunmuşsa gizemine
zordur ‘seni seviyorum’a taşınmak
dahası sus
kendine ve ömrüne
TAHİR SAKMAN
02 Temmuz, 2024
01 Temmuz, 2024
SELÇUKYALI BİR ŞAİR FEYZİ HALICI
-Sekçukya’nın büyük şairi, üstadım
Feyzi Halıcı’nın 100. doğum yılı anısına, saygıyla-
SELÇUKYALI BİR ŞAİR FEYZİ HALICI
Yar kement atmış boynumdan
Çeker gerçek aşka beni
Dünya çekilmiş aynımdan
Ayna kılar ışka beni
(FEYZİ HALICI)
Şairler gerçek dünyanın dışında gibi
görünseler de aslında onlar bizim dünyamızı bize, bazen tokat atar gibi bazen
de serin bir rüzgar gibi bize ayna olan insanlardır, tıpkı Feyzi Halıcı gibi...
Onu ilk defa karlı bir kış günü
bizim evde düzenlenen bir oturakta tanıdım. Başında kalpak sırtında kalın bir
palto vardı. Ceketinin yakasındaki TBMM rozeti parlak bir güneş gibi parlarken gözlerindeki
yaşama sevinci sizi kendine hemen bağlıyordu. O bir Konya âşığıydı ve Mevlâna
bendesiydi...
Âşık Ömer ve Âşık Şem'i'yi
hatmettikten sonra Feyzi abinin şiirlerini okuduğum zaman çarpılmışa dönmüştüm.
Aslında biz çok şanslı bir kuşaktık;
Selçukya üzerine şiir söylemeyi Feyzi abiden, şehir fokloru üzerine yazı
yazmayı Seyit abiden öğrenmiştik. Bu iki anıt insan, şehir sevgisi, Selçuklu
sevgisi üzerine kurdukları dünyanın kapılarını en azından bana açmışlardı, rahmetler
olsun...
Yanındaki devlet ricaliyle,
sanatçılarla bizim Sarıyakup'taki bağ evimizi bir sanat merkezini ziyaret eder
gibi gelirlerdi. Kimler vardı kimler; Eski başbakanlardan hemşehrimiz
Ordinaryus Prof. Dr. Sadi Irmak gibi birçok devlet ricalinin yanı sıra Erol
Güngör, Ahmet Kabaklı gibi edebiyatçılar, yazarlar, Kadri Şençalar gibi
bestekârlar, Yıldıray Çınar gibi sanatçılar, Murat Çobanoğlu gibi âşıklarla
Feyzi abi babamın, hassaten Selçuklu'dan yadigâr kalan sesleri horozlar ötene
kadar dinlemeye getirirdi
O dönemlerde Derviş Ozan
mahlasıyla söylediğim şiirleri
beğenirdi ve bana şiirde elini verdiğini söylerdi. Merhum teşvik amaçlı olarak
ışık gördüğü herkese eline verirdi...
Âşıklar Bayramı'nın 20. Şeref
yılında benim de katılmamı istediğinde çok sevinmiştim. Bayramın ilk gününde
sahneye çıkmıştım ama ani bir kararla sahneden inip seyircilerin arasına
oturmuştum. Anonsum yapılınca bir alkış kopmuştu ama sahnede Derviş Ozan yoktu,
ürkmüştüm doğrusu...
Gece eve gitince kendimi affettirmek
için şiirden başka yolum yoktu, şu şiiri söylemiş ve sabah erkenden giderek
bana kızmasına fırsat vermeden Feyzi abiye okumuştum:
ÂŞIKLAR
Âşıklar yirminci yılda Konya’da
Hakikat sırrını açmaya gelmiş
Rüya gibi geçen yalan dünyada
Gönüllere hikmet saçmaya gelmiş
Kimisi taşıyor sazın telinden
Kiminin bal akar tatlı dilinden
Yüce Mevlâna’nın nurlu elinden
Aşkın dolusunu içmeye gelmiş
Şair Halıcı’dan desturu alıp
Gönüller dolusu deryaya dalıp
Kimi sazda sözde yerinde kalıp
Kimi baş köşeye geçmeye gelmiş
İçimde yangın var aşka susadım
Gökleri tutacak bugün feryadım
Çobanoğlu Taşlıova üstadım
İyiyi güzeli seçmeye gelmiş
Zülfikâr Divani dostluğa koşar
Abdulvahap Kocaman coşar-coşar
Davut Sulari’yse gönlümde yaşar
Buradan cennete uçmaya gelmiş
Sakın ha sanmayın sözleri boştur
Nuri Şahinoğlu söyler pek hoştur
İlhami Reyhani bir ulu baştır
Saz ile âşığı ölçmeye gelmiş
Barıştır sevgidir en büyük dava
Söz vardır bilinmez dertlere deva
Pek de çabuk kızar Deryami Baba
Sanırsın kelleler biçmeye gelmiş
Âşığa bir soluk geçmiş zamandan
Örnek veriyorlar gerçek insandan
Derviş Ozan gibi kimi meydandan
Ardına bakmadan kaçmaya gelmiş
Şiiri okuduğumda çok beğenmiş ve
akşam mutlaka sahnede olmamı tembih etmişti. O akşam “Gurbet Çiçeği” isimli
şiirimi okumuştum ve bu şiirle o yıl memleket şiiri dalında üçüncülük ödülü
almıştım...
Şiirde benim idolümdü ve ona birkaç
şiir söyleme cesaretinde bulunmuştum. İşte onlarda bazıları:
nicedir can alıcı
eser verir kalıcı
selçukyalı bir şâir
üstat feyzi halıcı
ÜSTADIM FEYZİ HALICI
Şiiri ondan öğrendim
Üstadım Feyzi Halıcı
Çileyi onunla yendim
İmdadım Feyzi Halıcı
Ham iken olmak istesem
Feyzinden almak istesem
Hikmete dalmak istesem
Ummanım Feyzi Halıcı
Acı dikildi karşıma
Gözyaşı kattım aşıma
Neler geldi şu başıma
Dermanım Feyzi Halıcı
Konya odur o Konya’dır
Her şiiri bir dünyadır
Selçuklu’dur Selçukya’dır
Zamanım Feyzi Halıcı
Hazreti Pir’in sözüne
İnsanın bakar özüne
Hasret kaldık biz yüzüne
Feryadım Feyzi Halıcı
Her canlının kendi gerçeğine varışı
gerçeği karşısında üzüntüm büyük oldu. Acı haberi aldığımda İstanbul'daydım ve
şu mısraları söylemiştim:
FEYZİ HALICI DEĞİL KONYA ÖLMÜŞTÜR
Gök çiniler susmuş Selçukya yastadır
Güvercinlerim bu uhrevi sestedir
Şimdi her şey bir ilahi bestedir
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
Âşık Şem’i’den ve Hazreti Pir’den
Nice dünya kurdu sevgiden şiirden
“Dörtlemeler”le haber verdi Bir’den
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
İstanbul Caddesi Türbeönü
ağlar
Yaşama sevinci günaydınlar çağlar
Nar çiçeği şimdi karalar bağlar
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
Âşığın babası şehrin incisi
Kalbinde çağlar Âşık Fezai'si
Ne hanlar kalıyor ne de hancısı
Feyzi Halıcı değil Konya ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
Öksüzdür onsuz kalan Selçukya
Selçukya dediğim şiirden dünya
Ezelden ebede gördüğüm rüya
Feyzi Halıcı değil Konya
ölmüştür
Günaydınlar dolu dünya ölmüştür
TAHİR SAKMAN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)